İsmail Gaspıralı. (Bahçesaray, Bahçesaray, 1914) Bütün Türk dünyasındaki millî uyanış hareketlerinin

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "İsmail Gaspıralı. (Bahçesaray, 1851 - Bahçesaray, 1914) Bütün Türk dünyasındaki millî uyanış hareketlerinin"

Transkript

1 İsmail Gaspıralı (Bahçesaray, Bahçesaray, 1914) Bütün Türk dünyasındaki millî uyanış hareketlerinin büyük öncülerinden olan İsmail Gaspıralı, Bahçesaray yakınlarında Avcıköy'de, Mustafa Ağa'nın oğlu olarak dünyaya geldi. Mustafa Ağa okumuş ve Türksever bir insandı; teğmenlikten emekli olarak Bahçesaray'a yerleşmişti. İsmail ilköğrenimini yaptıktan sonra, Akmesçit lisesine gitmiş; iki yıl sonra da, Moskova askeri lisesine geçmiştir. Orada başka ülkelerden gelen Türk öğrencilerle tanıştı. Okuldaki Panslavist hareketler, onu Türk milleti üzerinde düşünmeye yöneltti. 1867'de, altıncı sınıfta iken, Türklerin tek hür ülkesi olan Osmanlı İmparatorluğu'na gitmeyi ve o sıralardaki Girit Savaşı'na katılmayı kafasına koydu. Bir kayıkta kırk beş gün kürek çektikten sonra Don nehrini geçerken Odesa'ya geldi; ancak, pasaportu olmadığı için Ruslar tarafından yakalanarak Bahçesaray'a gönderildi. Bu olaydan sonra bir daha Moskova'ya dönmedi, Menli Giray'ın kurduğu medresede Rusça dersleri vermeye başladı. 1869'da Yalta-Dereköy'e gelerek burada yeni bir usulle Türkçe dersleri vermeye başladı. On sekiz yaşındaki bu delikanlının ülküsü bütün Türk dünyası için, İstanbul Türkçesini esas alan ortak bir Türkçe kurmak ve Türkler arasındaki birlik şuurunu uyandırmaktı yılında Paris'e gitti. Bilgisini artırmak için çalışırken, geçimi için de Rus romancısı Turganyef'e sekreterlik etti. Batı medeniyetini içinde yaşayarak, tanıdı ve inceledi. 1874'te İstanbul'a geldi; Ceride-i Askeriye'de tercüman olarak çalıştı. Sonra Kırım'a döndü. Burada, köylülerin, beğlerin, mirzaların ve ulemanın hayatını yakından tanıdı. 1878'de Bahçesaray belediye reisi seçilerek dört yıl bu görevi yürüttü. 1879'da gazete çıkarmak istedi ise de, Çar izin vermedi. Genç Molla imzası ile Tavrida gazetesinde Rusça makaleler yazdı. Bu yazılarını daha sonra "Rusya Müslümanlığı" (1881) adıyla yayımladı. Temel düşüncesi, Türk toplulukları okullar ve medreselerinde çağdaş ilim ve sanatları kendi dillerinde okutmalıdır, oldu. Nihayet 1883 yılının 10 nisan günü Bahçesaray'da Tercüman gazetesini çıkardı. Gazete bütün Türk dünyasına yayıldı ve büyük heyecan uyandırdı. Bu gazete, Gaspıralı'nm sevgili eşi ve ateşli bir türkçü olan Zühre Hanım'ın mücevherleri ile çıkmıştır. Zühre Hanım 1914 yılında ölmüş ve Bahçesaray'da Menli Giray türbesine gömülmüştür. Gaspıralı, Türk lehçelerinin, yabancı diller yerine birbirlerinden kelimeler alarak zenginleşmesini ve İstanbul Türkçesi esas alınarak ortak bir yazı diline kavuşulmasını sürekli savundu. O'nun, "Dilde, fikirde, işte birlik" sözü, bugün de, bütün Türk dünyasının ülkü ve ilkesi olmak değerindedir. Gaspıralı hem yazdı, hem de yılmadan, usanmadan Türk dünyasını gezerek konferanslar verdi. Onun tesirinde yetişen gençler Türk dünyasının her yanında çeşitli gazeteler ve kitaplar yayımladılar. Gaspıralı 11 Eylül 1914 günü vefat etti. Cenazesi büyük bir cemaatle kaldırıldı ve karısının yanına defnedildi. Eserleri: Rusya Müslümanları, 1881; Mirât'ı Cedit, Bahçesaray-1882; Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene, İstanbul-1885; Hâce-i Sıbyan, Bahçesaray-1893; Atlaslı Cihanâme, Bahçesaray-1894; Mekteb ve Usul-ü Cedit Nedir, Bahçesaray-1894; Dârürrahat Müslümanları yaki Acaib-i Diyâr-ı İslâm, Bahçesaray-1909, Halebâ Vebası ve Onun Daru Devası, Bahçesaray. Kaynakça: Cafer Seydahmet Kırımer, İsmail Bey Gaspirinskiy, İstanbul-1934; Ahmet Caferoğlu, İsmail Gaspıralı, İstanbul-1964; Mehmet Saray, Türk Dünyasında Eğitim Reformu ve İsmail Gaspıralı Bey, Ankara-1987; Nadir Devlet, İsmail Bey Gaspıralı, Ankara-1988; Hakan Kırımlı, Gaspıralı İsmail Bey, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Dergâh Yayınevi; İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı.

2 AVRUPA MEDENİYETİNE BİR NAZAR-I MUVAZENE Mukaddeme Zamanımızda Avrupa medeniyeti dünyanın her tarafında intişar yolundadır. Zamammızdaki hayli memâlik-i İslâmiyede, medeniyet-i garbiye arzusunda bulunup, tarîk-i terakkiye girmiştir. Zamammızdaki İslâmlar arasında malumatlı adamlar çoğalmakta olup intişâr-ı medeniyet zımnında teşvikât artmaktadır. Bu medeniyeti mu'ayene ve muvâzene etmek ve ne olduğunu bilmek en lâzım şeylerdir, değilmi? Bahusus bu medeniyete İslâmlar dikkat etmeli ki, din-i islâm menba'-ı medeniyet ise de, Avrupa medeniyeti ile imtizacı nasıl olacak? Bu Avrupa medeniyeti umûmî bir medeniyet mi? İslav kavminin pan-slavist efkârlısı Avrupa medeniyetini İslav kavmine her cihetten muvafık efkâr olmadığını ilân ediyorlar. îslavlara her cihetten muvâfık-ı meram ü efkâr olmayan medeniyet, İslâmlarca daha ziyâde tehlikeli olacağı hesap olunmaz mı? İşte bundan böyle bu müzakereye lüzum gö rülmüştür. Efkârım hal olunmuş bir meseleyi mey dana koymak değil, acizlerinin bu kadar kuvveti yoktur. Velâkin mühim bir meseleyi az mı, çok mu müzâkereye düşürmek elimizden gelir ise, ken dimizce büyük bir hizmet hesap ediniz. Müzâkere Avrupa medeniyeti veya ki diğer tabir ile Hristiyan medeniyeti namıyla ma'rûf olan suret-i ma'işet, nev'-i benî beşer için umûmî bir medeniyet mi? Akvam ve zamanlar için bir kaide-i külliye mi? Akıl, fikir, feraset ve ahlak-ı insaniyenin son sözü meyve-i neticesi bu medeniyet mi? Avrupalıların i'tikadına göre- evet budur. Bunların itikadına göre bu medeniyet cümle âlemi ve akvâm-ı muhtelifeyi daire-i ziyadarına celp ve tâbi' edecek bir kuvvet ve suret-i ma'işet imiş.. Şöyle ki Avrupa'nın ehl-i tarihi - ehl-i siyâseti ve ekser üdebâsı medeniyet-i hazıraya şu gözden bakdıklarmdan mâ'ada ehl-i ticareti ve bunların önünde, bazı peşinden düşüp hareket eden top ve tüfeng ve süngi erbabı dahi bu i'tikadın da'vasmdadır! İngiliz bezleri, Fransız şarapları, Nemse biraları Avrupa haricinde her ne tarafa nakl olunurlar ise hep intişar-ı medeniyet zımnında nakl olundukları gibi Hind'de, Çin'de, Afrika'da, Amerika'da top fitilleyen nefer, medeniyet ve şeref ve ikbal-i insaniyet uğruna ateş ve kan püskürdüğüne kafiyen i'tikad etmiştir! Şu kadar var ki Avrupa suret-i ma'işetinde bulunmayan akvâm-ı saireyi daire-i medeniyete celp ve kani etmek için hukuk-u insaniyelerini inkâra kadar kalkışıyorlar. Çünkü şu mazlumların mu'amele-i cebriyeden ve nakc-ı hu- kukdan çekecekleri mihnet ve zahmet ileride daire-i medeniyete dahil oldukdan sonra nail olacakları saadet ile katar katar örtülecek imiş! Amma hakikat bu mudur? Avrupa medeniyeti veya ki Hristiyan medeniyeti haricinde adem oğluna rahat ve sa'adet yokmu imiş? Daha açık 'ibare ile-şu medeniyet macib-i sa'adetmi imiş? Dünyanın en parlak kıtasının suret-i ma'işetine karşı aksi bir zanda bulunmak her ne kadar müşkül ise de ve bir nev' divanelik hesap olunabileceği dahi şüphenin hâricinde değil ise de, fikir herhalde hür olduğuna arka verip Avrupa medeniyeti mucib-i sa'adet ü medeniyet-i ahiri olamayacağını katiyen itikat etmişimdir. Eğer bu maişet bu medeniyet suret-i ahiri ise insanlar çok tâli'siz imişler! Eğer bu medeniyetten a'lâ ve parlak medeniyet meydana gelmeyecek ise-insan oğlu rahat ü kıvanç-muhabbet ü hakkaniyet görmeyecek bir mahlûk imiş! Şu söylediğimizden mezkûr medeniyet sayesinde olan keşfiyat ü ihtira'âhn mihanika ve teknika terakkiyâtının büyük medar-ı ma'işet olduğu inkâr olunur zannı olunmasın. Hayır asrımızda demirler yağ gibi eritildiği, çelikler ağaç gibi doğratıldığı, telgraf ve telefon muhâberâta vapur ve demir yolların nakliyata ve ticarete hizmetleri ma'lûmumuzdur. Velakin semeresi bunlar ise de Avrupa medeniyetini başlıca ve a'lâ medeniyet hesap edemiyoruz. Avrupa ve Hristiyan medeniyeti bildiğimiz doğru ise eski komedyanın taze bir perdesidir. Ya'ni yeni bir medeniyet olmayıp eski medeniyetlerin sonudur ki medeniyet-i cedide ilerdedir? Her ne kadar bu medeniyetin eskilerden neş'et ettiğini Avrupa üdebası inkâr etmiyor ise de Avrupa medeniyeti başlıca bir medeniyet olduğu cümlesinin kavlidir. Burasına razı olamıyorum. Yunan ve Roma medeniyetlerinde müşahede olunan esâsı Avrupa medeniyetlerine dahi esâs olmuştur. Esâs bir olduğu hâlde medeniyet diğer olamaz. Ancak rengi, örneği başka olabilir. Vâkı'â Avrupa medeniyetinin özü cedid ve başlıca değil ise de rengi, tüsü cedid olduğunu inkâr etmiyorum... Mütala'anm ilerisine dalmazdan evvel "Medeniyet" ne olduğunu kararlaştıralım. Zaten medeni şehirli ve medeniyet şehirlilik ma'nasmada olduğu cümleye ma'lûm olup, şehirli bir insan kırda ve sahra da ikâmet eden bedevî bir insandan rahatça, selâmetçe ihtiyatlıca ve emniyetlice bir hâlde yaşayabileceğinden "medeniyet" demeden, insanların rahat-selâmet-emniyet üzere yaşamakta olan bir usul ve süret-i ma'işet olduğu istihraç olunur. Bundan böyle bir medeniyetin sayesinde insanlar 'umûmen ne derece rahat ve emin yaşarlar ise şu

3 medeniyetin derecesi dahi ona nisbeten ileriderir. Medeniyetin parlaklığını büyük büyük köylerkiliseler-kaleler-fabriklar ve rövelver toplar ile ölçenlerden değiliz. Medeniyetin mikyası 'umûmun ondan istifâdesidir.diğer ölçü kabul edemiyorum. Mısır medeniyetinden kalmış pramıdalar, dikili taşlar bir adamın nefsine ve keyfine milyonlarla âdem oğlu esir olduğunu rivayet ederler. Yunan ve ba'de Roma medeniyetleri devrinde bir şehre ve şu şehrin yalnız ilerisine cümle'âlem esir olup hukuktan bî-behre kaldığı görünüyor. Sanâyi-i nefiseler felsefîyyünlar, şu'âralar ve bunca cesim ebniyeler filânlar... denilirse evet bun ları inkâr etmiyorum. Yunanlıların ve Romalıların ma'işet-i insaniyeye hizmetleri olmadı demiyorum. Velâkin medeniyetlerin nakış bir medeniyet olup belki on bin ebnâ-yi cinsinin sa'y-i semeresinden bir âdem istifâde ediyor idi. On bin âdem hukuk hâricesinde rahat yüzü görmez mihnet ü hakaretler kurtulmaz bir halde tutulup biri rahatça yaşıyor idi diyorum. Ve böyle usûl ve sûret-i ma'işete hoş nazar ile hiç de bakamıyorum. Avrupa medeniyeti ise bu medeniyetlerden tevellüt etti. Bunlardan a'lâca ve parlak ise de esasen bunlar ile bir medeniyet ol duğundan bunlar ki nakıs bir medeniyettir. Ro malılar esir etleri ile havuzlarda beslenmiş balığa doymayıp inkıraz buldukları gibi bunların oğulları olan Avrupalılar dahi bütün 'âlemin semeresine doyamamaktadırlar. Velhasıl medeniyet-i hâzıra Avrupalıların dedikleri gibi yeni bir medeniyet değildir. Eski usûl-i ma'isetin âhir şeklidir. Eski bir hikâyenin âhir sahifesidir. Bu dediğime karşı iki türlü itiraz olunabilecektir: Her ne kadar Avrupa medeniyeti eski medeniyetlerden tevellüt etmiş ise de onlarda bulunmayan bir ruh ile taze can almıştır! Bu da Hristiyanlıkhr deniliyor. Evet! Avrupa medeniyeti Hristiyanlık ile yan yana devam etmiştir. Velakin Hristiyanlık inşaların ma'işetine ve birbiri ile mu'amelesine taze bir eser te'sis edebildi mi! Etmiş ise medeniyet taze (temiz) bir medeniyet olmuş olur. Hristiyanhğm ibtidası tabi'at-ı beşere mugayir bir hayli kavâ'id-i ahlâkiyeden ibaret olup, ba'de bu kava'idi neşredenler "Kilise" beyliği teşkil edip, değil eski medeniyete taze can ve esas versinler, kendileri eskilerin kavâ'id-i ma'işetine tâbi' oldular! Târih ve vekâyi' şahidimdir. Roma zadeganları yerine baronlar, şövalyeler ve şato sahipleri geldiği gibi ruhbânî yerine kilise erbabı yerleşti! 'Umümen ise, Roma medeniyeti inkıraz bulup Avrupa'nın gûyâ cedid medeniyeti doğduğundan hiç haberi olmadı. Yine eski hukuksuzluk, bahtsızlık, kararsız mihnet ve zahmetten 'umûm halâs olamadı. Âletler, usûller, örnekler tebdil oldu. Velâkin netice ve semere eski hâlinde kaldı. Bir de denilirki - evet! Avrupanın medeyinet-i hâzırası nakıs bir medeniyettir. Velakin tabi'atiyle mürûr-ı zaman ile terakkiyi fehm ve ahlâk sayesinde eski medeniyetlerden kabul etmiş olduğu ba'zı esâsları terk ederek kemâl-i revnak kesb eder... Evet! nakıs esâsları terk eder ise, cedid ve yeni esâs üzre te'sis olunur ise bu medeniyet kemâlini bulur, ama buna taze medeniyet denilir ise de, Avrupa veya ki Hristiyan medeniyeti denilmez! Bu meşhûrenin nâmı ve zamanı geçmiş olur! Benim dediğim de bu. Çok ertelere dalmayalım. Avrupanın hâl-i medenisi ne idi ve şimdi nedir? Pek çok resimler ile gözlerimizi, pek çok vâki'alar ile zihnimizi bozmaya hacet görmüyorum. Avrupanın hangi bir tarafına bakılır ise koca bir vilâyet bir milyon ahali zulme dûçâr olup, bir dük ve beş baron 15 şövalye ve kırk papaza esir ve bi-hukûk hayvan gibi onlara alet ve medâr-ı ma'işet değilmi idi? Ve bu da taze medeniyete taze can veren Hristiyanhğm en parlak, en güçlü nüfuzlu zamanında değilmi idi? Gelelim bu güne: İşbu o ve meşhur 'asra ki, sayesinde kıt'alar ayrılıp deryalar deryalara katıldı. Gökyüzüne çatlaşmış (karışmış) dağlar açılıp insan oğluna yol verdiler. Gelelim bu 'asra... Muradımız XIX 'asrın tarihini yazmak değil, semerât-ı medeniyesine bir göz atmaktadır. * * * Buyrun ister Paris'e, ister Londan'a ister diğer bir merkez-i medeniyet olan şehrin birine fikren sayâhat edelim. Meselâ London'a varmış olalım London'da ne göreceğiz? Dağlar gibi 5-6 kat kârgir binalar mı, cesim temür köprüler mi - Yer dibinden Femza nehri altından yapılmış temür yollarımı bin'amele işleyen fabrikalarımı- Hükümdar sarayları gibi olan mekteplerimi- 'Âleme umûr-ı siyâset ve 'adalet mümûnesi hesâb olunmuş meb'ûsân-ı divanhanesi parlementoyumu göreceğiz? Hayır. Yalnız bunlara, aşikâre âsâr-ı medeniyete dikkat eder isek, ve maişetinin içyüzüne dikkat etmez isek, bir şey anlayamayız. Ancak kudretlerine, akıllarına şaşıp kalacağız. Maişetinin içyüzüne dikkat edelim.işte beş yüz bin liralık bir kârgir bina. Yalnız içerisini ziynetlemiş mermer, ipek, billur, çini, fafûru akçeye tebdil olunur ise, şark ticaretine büyük bir sermâye olabilir. Bu bina bir adamındır.yer zemininden yukarısında bir familya ikâmet ediyor. Üç beş adamdan 'ibaret bu familyanın ahşam taamından sonra sofrasına naklolunan nâdir meyvenin ve müskiratın değeri olan akçe ile memâlik-i şarkiyede on familya on gün rahat geçirebilir! Servet böyle toplanmış; ma'şet böyle bollanmış. Bu medeniyete tâbi' olmamak müm-

4 künmü? Şu binanın yer zemininden aşağı katına dahi bir dikkat edelim. Üç beş ayak merdübar ile indik. Odaları insan dolu. Pencereler tavan dibinde. Duvar rutubetli yerden yine rutubet devam ediyor. Hava yok gibi... Kokudan insan terinden burnunuz varacak yer bulmaz. Sadâdan gürültüden kulaklar vazifesini terk eder. Gördüğünüz pislikten işittiğiniz edepsizlikten vicdan ayağa kalkar. Ufakça bir oda, sekiz on adam hapis olunmuş gibi kadın, kız, yaş, kart halsiz ve sarhoş ağlayan ve gülen hep bir yerde birbirini görmez ve işitmez gibi yaşamaktadırlar!... Bunların mekânları değil bir odası olmayıp bir odada ancak kiralanmış bir yatak yerleri vardır. Yatak dahi kendilerin değildir. Şöyle ki, oturdukları, yatıp turduklan yer icar iledir. Bir kazan bir çanağa malik olmayıp yedikleri lokantadan içtikleri tavernadan meyhanedendir. Alem yanar ise hakikaten bir hasırı yanmayacak bunlardır. Şu milyonluk binânm üç beş katı bir familyaya mekân olup yer aşağısı alt katı bir iki yüz inşâna mekân ve dârî istirâhattir! Yukarı katta oturan familya bir kaymakamlık kadar mülke, 5-10 milyonluk servete mâlik! Aşağı katta ebnâ-yı cinsin başını koymağa bir yastığı, örtünmeye bir yorganı su içmeyi bir bardağı yoktur! Mezkûr familya 100 sene bir iş etmeyip yatıp, yaşarsa hemen malı doymaz gibi, aşağı katta yüz adam iki üç gün hizmet bulmaz ise ne i'tibârı var ne aşayacağı! Buyrun darü'l-fününlarm birine girelim: Neler, tahsil olunmuyor: akıllardan hâriç gibi... Ne kemâlât, ne fehm, ne efkârlar bu? Fira'unlarm nizâmnâmelerinden 'asır-be-'asır Mösyö Gladıston'un ba'zı tekliflerine gelince 'ilm-i hukuku hıfz etmiş olan avukatlar. Bin atın kuvveti yetişmeyecek işi bir yük yer kömürine işleten makineciler. Beş on dirhem ecza ile koca dağı alt üst edecek kimyagerler. Deryalar üstüne köprü tutuşturacak mühendisler işbu fünunhânelerde yetişirler! Bu hanelere hayran olmamak mümkünmü? Evet! Avrupanın dârü'lfünunları ve gayrı, terbiye mahalleri bâis-i hayret ve şâyân-ı dikkatdir. Velâkin bunca ferden ve efkâr-ı 'âlemi muhit olup da inşân içün en gerekli ve fünunı mütenevvi'anm en şerefli olacak bir fenni daire-i mer'iyenin ve tahsilin hâricinde bırakılmasına daha ziyâde ta'accüb ederim! Bu fen ise bir kaç bir senelerden beri öteden beriden inkıraz bulup sürülüp gelmekde olan Avrupa ma'işet-i medeniyesine nâma'lüm "ahlâk ve tâm hakkaniyef'ten bahs eden fenn-i âlidir! Avrupanm her neresi olursa olsun zahir parlaklığı ile pek çok kimseyi aldatabilir. Zan edersinki edeb ü rahat safa ü nezâket 'adalet ve bahtiyarlık 'alemin her tarafından kalkmış da yalnız buraya toplanmış! Heyhat parlak parlak amma, parlayan eşyanın hepsi altun ve gümüş değildir. Bir mîzân alalımda Avrupa'da göreceğimizi çekelim: Hesaba ve çekiye gelirmi 'acaba? Raşild gibi on on beş adamın yüz milyonlarla servetinemi ta'acüb edelim. On on beş milyon ahalinin ölümlük iki arşun toprağı olmadığmamı şaşalım! Londralı bir ladinin, Pariz hanımının terbiye ve letafet ve nezâketinemi hayran olalım. Londra ve Pariz caddelerinde vücûd ve 'ırzını müzayede etmekte olan (defter mucibi) yüz elli bin fahişe hanımlara mı dikkat edelim! Bir inekleri bizim on inek kadar süt verdiğinimi tahsin kılalım! Yüzde doksan dokuzu bir ineğe sahip olamadıklarındanmı ibret alalım... Milyonlar sarf edip cihat-ı muhtelifede nasrâniyete da'vet ve tergibinemi bakalım. Avrupanın içinde kiliseye ve İncile imân kalmadığınamı hayran olalım! Güya hürriyet-i inşân için yaptıkları muharebelerimi seyr edelim. Bîçâre Alzas- Loron bakire kızları Pariz de elli franga kadar firûhat olduğunu mîzân-ı insafa çekelim?!... Velhâsıl bir bakdıkça Avrupa ma'îşeti ve medeniyeti gayet süslü ziynetli ve yakışıklı bir kadına benzetiliyor velâkin birazda dikkat olunur ise şu kadının dişleri uydurma. Saçları takma. O, dolu dolu göğüsleri kabartma pamuk... Ve birde o canfes elbiseler taşladılır ise yaralara koturlara tesadüf olunup çevrilmeden gayri mecal kalmaz. (Gaspırah, Avrupa'nın bu çirkin yüzüne karşı çıkanların sosyalistler olduğunu ve yeni bir nizam kurmak istediklerini; ancak, "sosyalizme dair ileri sürülen bu fikirlerin ahlak dışı birtakım hayallerden ibaret olduğunu" söyledikten sonra, Avrupa'nın bu çürümüş yapısı sebebiyle sosyalist ihtilallerle çalkalanacağını haber verir:) Avrupa'da ve belki cihanda bu mes'ele en büyük bir mes'eledir. İnkılâbât-ı müdhişe sosyalizm yüzünden gelecektir. Otuz yıllık muharebeler, Fransa İnkılâbat-ı Kebîri değilki Hun ve Moğol hareketleri sosyalizm inkılâbât-ı müdhişesi karşısında oyuncak derecesinde kalacaktır! Avrupa'nın istikbâline karşı toplanmakta olan belâyı kebîr budur. Ve medeniyeti ise sosyalizm dağlarında gark olunacaktır. Avrupanın müstemlekâta 'aşk ü muhabbeti bu derdin zorundan vahşilere ve nim medenilere hamiyetten olmadığı ma'lûmyok!

5 (Batt anlayışındaki faydacılığı da eleştiren Gaspırah, teklifini şöyle anlatır.) Cedid hüsn-i ma'îşet ne yüzden gelecek. Bu ma'îşeti te'sîs edecek â'lâ esas ve kaide ne olabilirki, meydân-ı tarakkiye çıkmış memâlik-i İslâmiye ve akvâm-ı müslime istikballerini te'min edebilsinler? Avrupanm peşinden gidip ba'de sosyalizm belâlarına uğrayacak isek yazık sa'y ü gayretimize. Okuya okuya sivilize olup Frenkler gibi olacağız diyecek isek ve mukaddes bir matlûb-ı marîşet kesb edemiyecek isek yazık bizlere!... İnsanların birbiriyle mu'âmelede fâ'ide ve faydadan evvel gözetecek bir şey yokmu imiş? Vardır! Bu da "hakkaniyet" dir. İnsanların yekdiğeri ile mu'âmelesinde hakkâniyetden evvel gözetilecek bir şey yoktur. Nev'-i beşerin ma'işetine esas olabilecek hakkaniyetten mânada bir şey olamaz! Hakkaniyet üzre te'sîs olu nan ma'îşet- eri pâk marîset olacaktır. Bu ma'îşetin dâ'iresinde olan insanlar rahat yaşayabileceklerdir. Çünkü insanların her hareketi hakkaniyete istinâdan olursa zulm ortadan kalktığı gibi mazlum dahi bulunmayacaktır. Nefs ve zulm meydandan çekildikleri ile hakka niyet yüzünden meydana gel miş ahvâl-ü maişete kangı insan 'aks ve düşman ola bilecek? Eski medeniyetlerin kusuru ancak oldur ki hakkaniyet ma'işetin haricinde kalmıştır. Tasavvur edelim ki bir cem'iyet-i medeniyeyi teşekkül edenler 'umûmen işlerini ve hareketlerini tâm hakkaniyete bağlamış olsunlar. Hakkaniyete sığmayan surette "faide"yi terk etsinler... İnsanlar birbirinden nâ-râzı. Birbirine hasûd, birbirine emniyetsiz. Birbirinin varlığına kasd edebilirini? Birbiri hakkında sû'-i zan ve sû-i kasda meyi kalırmı? Evet kalmaz! Kimse hukukum 'aleyhinde olmadığına kani' isem ve kimsenin hakkında değil isem kim benden nâ-hoş olacak ben kimden nâ-hoş olabilirim? Hiç! Fünûn, mehânika, teknîka sayesinde insanlar suhulet ile esbâb-ı ma'işeti toplayabilirler. Velakin hakkaniyet hâricinde bunlardan insanoğlu rahat rahat istifâde edemez. Çünki herkes hissesini arttırmağa gayret eder. Kuvveti ziyâde olan hissenin ziyâdesini zabt eder amma hakkı da ziyâdemi idi bakalım.!? Bilmem efkârımı anlata bilirmiyim? Velakin bu defa ziyâde bahs etmeye vak ; t kalmıyor. Gelelim bahsimizin neticesine: Medeniyet-i cedîde hakkaniyet üzre te'sîs olunan bir ma'îşetin semeresi olacaktır. Bu medeniyet-i cedîdeyi meydâna getirmeye İslamlardan ziyâde sermayedar bir millet görmüyorum. Bu sermâyemiz ise (Kelâm-ı kadimdir) ki icmâl-i hükmi "hakkaniyettir" Toprak ve mülk-sermâye ve fâ'iz-ferd ve cem'iyet-kesb ü kâr-sa'y ü gayret- hayr ü hayrat hak- kında 'öşür ve zekât kâ'ide-i külliyeleri insanları bahtiyar edecek hakikatlerdir! Sermâye-mülk-kesb ve kâr hakkındaki kavâid-i Kur'âniye Avrupaca esası hukuk ü ahlâk tutulabilmiş olsa idi, sosyalist efkâr-ı müdhişelerine hemân yer kalmaz idi. Çünkü azmi çokmı herkes Servete esir, fâ'ize 'ömrü bir hidmetçi olmuş idi ve bunca nâ-hoşluğa meydan açılmaz idi! Hukû-ı İslamiyenin derece-i â'lâlığmı diğer bir tasavvur ile daha ziyâde izhâr edelim: Meselâ on dokuzuncu 'asrın Avrupası maîşet-i beşer hakkında olan kavâ'id-i Kuraniye'yi kabul etmiş olsun. İbtidâ her sene hâsıl olan bunca varidatın zükût ya'ni kırkda biri ihtiyâclılara tahsîs olunacaktır. İstâtistikaya müraca'at edelim kaç milyona baliğ olacaktır. İkinci milyarlar ile nakd sermâyelerki milyonlar ile insanları esîr etmiştir. Fâ'izsiz işlemeleri lâzım gelecektir. Ya'nı kuvve-i i'tibârî ile insanlara galebe edemeyip diğer surete tahvil edip bir sahibini değil pek çok efradı hissemend edecektir. Üçüncü, koca İngiltere dört beş bin, koca Fransa beş on bin adamın mülkü olamaz idi. Ve olmuş bulunduğu halde dahi memâlik-i mezbürenin toprağından umûmun istifâdesi umûm için yengilce olur idi. Artık Avrupa'yı bırakalım. Her ne kadar Avrupalılar kendi da'vâlarına kendileri mümeyiz olup medeniyetlerinin en a'lâ ve âhir medeniyet olduğunu hükm ederek cihanın her köşesine nakl etmeye cebre kadar varıyorlar ise de bu merhametin başlıca sebebi marş ile gelmekte olan haksızlık ve açlık inkılâbât-ı müdhişesidir. Bundan böyle te'mîni istikbâle muvâzene yolu ile çalışalım. Avrupa bir ihtiyardır. Tecrübesinden hisse alalım da hatâlarını tekrar etmeyelim: Mekteplerini darülfünunlarını bizler de te'sîs edelim velakin fünûn ile akıllarımızı ziyâlandırdığımız kadar hakkaniyet ile yürekleri doldurmağa çalışalım. Avrupa'da ne görsek çocuk gibi alıp çapmayalım. Baliğ gibi nedir neye varacak. Vicdan ve hakkaniyet hâricinde değilmi muvâzenesini etmeye dikkat edelim. Avrupa medeniyeti bilâ-muvâzene kabul olunacak bir şey olmuş olsa idi-bu medeniyete Avrupa'nın nısfı düşman olmaz idi. Bir daha tekrar ediyorum. Fünûn keşfiyât ve ihtirârât-ı cedîdenin hizmet-i müfîdesini inkâr etmiyorum. Ancak 'âlem-i İslâmiyetin ıslâhat ve terakkiyi hâcetli olduğu sırada bilâ-muvâzene Avrupa'yı taklîd etmesini akıl hesap etmiyorum. Rusya panslavistleri Rus 'âlemi için Avrupa medeniyeti matlûb olamayacağını da'vâ ederlerde 'âlem-i İslâmiyet müstakil bir tarîk-i terakki ve başlıca bir medeniyet araması lâzım gelmez mi? (Ceride-i Tercüman muharriri Bağçesarâylı îsmâ 'il Gaspırınski) Matba-iEbuziya

6 İzmir'de "İzmir" namında neşr olunan yeni ve güzel gazetenin bir nüshasında "umûm-ı üdebâmıza bir ihtar" ser-levhasıyla bir bent okuduk. "Türk, 'Arap, 'Acem lisân-ı edebîlerinin hey'et-i mecmu'asından mürekkep enmüzec-i bediî" olan Osmanlı lisânının kısm-ı edebîsini nazar-ı tedkîkden geçirecek olur isek en evvel nazar-ı dikkatimizi - tenâfür- bahsi celp eder ki o bahisde de üdebâmızın isti'mâllerini şiddetle men' etmekte oldukları "istasyon, konsültasyon, sikovastra, kart dö vizit, vapur, şimendöfer, kongre, konferans" gibi soğuk ve mütenâfir kelimeler; görür ve şu hâlin gitgide tekessür ederek lisânımızın teferrukuna bâ'is olacağını anlarız. Dünyâda insanların her türlü menâfi'ine mâni' olan şey'i neş'et-i lisân maddesinden 'ibaret olup bir kavmin bâ'is-i terakkisi olan şey'i de o kavmin efradının his ve lisânda ittihadlandır." demişler. Pek doğru söylemişler. Bugün 'Araplarda Fransız ve İngiliz ve sâ'ir lisânlardan kendi lisânlarına karışmak isteyen kelimeleri der-'akab yakalayıp mukabillerini bulup lisânlarından tard ediyorlar, "vapur"u görür görmez "bahre" nâmını veriyorlar. "Kart dö vizif'i işitir işitmez batakate'z-ziyâre nâmını çıkarıyorlar. Şimdi bunu biz de yapmalıyız. Hatta şimdiye kadar yapmadığımız kabahattir. İşte biz bugün üdebâmızı bu hizmet-i lisâniyeye da'vet ediyoruz. "Tercüman" j Bu da pek doğrudur ve da'vet de güzel da'vettir. 'Osmanlı lisânını sadeleştirmek aslı "Türkî" olan bu lisânı oldukça "Türkleştirmek" demektir; bundan matlap ise edebiyattan milleti ya'ni Türkleri müstefîd etmektir. Garp dillerinden dilimize karışmak isteyen kelimelerin mukabilini bulup kullanmak ve mukabilini bulamayıp kabul ettiklerimizi kavâ'id ve tabî'at-ı Türkîye tabîk edip kullanmak lâzım geldiği gibi 'Arap'tan, Fars'tan kabul ettiklerimizi dahi böyle etmelidir. Türkçesi bulunan bir kelime yerine diğer bir lisânın kelimesini isti'mâl etmek cinâyet-i edebiyedir. Lisân en ibtidâ' "kavmî" olmalıdır ki herkes anlayabilsin. Lisânın yaraşığını letafetini ikinci derecede tutmalıdır. Bu hakikati ben demiyorum hâl ile "Türkler" söylüyorlar. Mizân-ı edebiyeden beş paralık kıymeti olmayan bilmem nerede basılıp çıkan "Âşık Garip"ler, "Şah İsma'il"ler, "Köroğlu"lar, "Kerem"ler Edirne'den Bursa'dan başlayıp ta Azerbaycan, Horasan ve Kaşgar Türklerine kadar münteşir olduğu hâlde ma'lum edebîlerin yazdıkları eserler; o meşhur şâ'irlerin "idi" ile "dedi"den mâ'ada Türkçesi olmayan ateşli şiirleri Türklere kapalı kalıyor! Diyorlarki Türk lisânında nâzik ahvâl ve hissiyât-ı ruhaniye ifâdesine lâzım kelimeler bu- KIRIM TÜRK-TATAR EDEBİYATI LİSÂN MES'ELESİ lunmuyor; binâenaleyh terkîb-i 'Arabî ve Farisî olmadıkça lisân da lisân olmuyor. Belki böyledir, ama hâlâ bu zamana kadar Türk diline mahsûs bir lügatimiz olmadığı hâlde bu kadar kestirici bir hüküm etmeye hakkımız yoktur zann ederim; Türkçe'yi mükemmel bilen kimdir? Türkçesi bulunmadı da onun için mi "demir yola" "şimendöfer" denilmek 'âdet edildi? Türk dili aranılır ise; tahsîli lâzım görülür ise şimdi zann olunduğundan ziyâde zengin olduğu anlaşılır ümidindeyim. Türk dili Türkçe olmalıdır; 'Osmanlılar ise âl-i 'Osman devletine mensup akvama hâkim olan 'Osmanlı Türkleridir. "Servet-i Finûn" gazetesinin 680. inci numrasında 'A. Nadir beyin şâyân-ı dikkat musâhabe-i edebiyesi dere edilmiştir. "Ma'ârif-i edebiyemize hizmet için ne yapmalıyız?" su'alini edip cevâp vermeye çalışıyorlar, fakat yazdıkları güzel mülâhazalar "Ne yazmalıyız"dan ziyâde "Nasıl yazmalıyız" su'âline daha muvafıktır zannederiz. Ne yazmalıyız? su'âline cevaben akvâm-ı 'Osmaniye'nin ve ba-husûs 'Osmanlı Türklerinin ma'lûmâtmı tevesü', efkârını işlek ve 'âlî edecek şeyler yazmalıyız ve nasıl yazmalıyız? Su'âl ekseriyetin okup anlayabileceği bir tarzda ya'ni sade olarak yazmalıyız desek olmaz mı 'acaba? 'A. Nâdir bey böyle zannetmiyor. Lisân-ı 'Osmaniye'yi sadeleştirmek nerede kaldı ki öz Türkîye ile şiir söylemek mümkün olamaz... "Çünki lisânımız Türkçe değil, 'Osmânlıcadır." diyor. Hîç işitmediğimiz bir şey bu idi, işittik. Şinâsi'den evvel yazı yazan 'Osmanlı Türkleri bugün de herkesçe kullanılan "Osmânlıca"yı ve meselâ Şemseddin Sami beyin ve Ahmed Midhat efendinin "sade" dil ile yazdıkları edebî ve fennî makaleleri görseler 'Osmanlıca'dır demezler idi. Tamâm bunlar gibi zamanımızda dahi "kûre-i kalemiye"ye tâbi' olanların "Türkçe güzel şiir yazılmaz" "terkîb-i' Arabîsiz ve Farisîsiz lisanımız dönmez." zannettikleri tabî'îdir. Şîve-i 'Osmâniyeyi sadeleştirmek lisân-ı Türkî'yi ilerletmek mes'elesinin ehemmiyet-i edebîyesinden mâ'ada daha büyük ehemmiyet-i siyâsiyesi vardır. Yazının yalnız güzelliği aranılmamalı daha ziyâde "umûmî"liği matlap edilmelidir. En eski 'Osmanlı olan "Türklerden" mâ'ada devlet-i 'Osmâniyeye tâbi' bunca akvâm-ı sâ'ire vardır ki bunların lisân-ı hâkimeyi tahsilleri farzdır, halbuki bu farzın eda.sı için uzun senelerce 'Arabistan çöllerinde ve İran gül bağçelerinde dolanmak lâzım olur ise iş bozulur... UR. Ahir 1314 (11 Ağustos 1896) sayı: 31-1

7 Medreseleri yahşırak ve yani bir usûle getirmek için hâl-i hâzıralarına dikkat etmek lâzımdır. Medreselerde her bir hücre ve odanın talebesi ayrıca bir cem'iyet olarak aş su ve şâir levazımını özi tedârik eder bundan ötrü günün büyük bir kısmı ağaç kesmek aş ve nân bakmak semâver koymak gibi zarûr işler ile geçer. Ba'zı vilâyetlerde bir hücrede on beş talebe ikâmet eder; ba'zı yerlerde büyük bir bölme perdeler ile iki ya üç dâ'ire dilip her dâ'irede beş on tâlibü'l-'ilm ikâmet eder. Ekser hücreler sıhhat-i beden için lâzım mikdâr ziya ve hava almaz. Talebenin büyükleri müderris efendiden ders alırlar; mübtedîler büyüklerden okurlar. Müderris efendiler dersten mâ'ada hitabet ya imamet ile meşguldür; idareleri ya'ni ma'âşlıkları ekser azdır; yeterlik değildir. Vakfı olan medrese azdır. Bu hâlde medreselerde senevi ancak altı ay kadar ders olunuyor; altı ay talebe medrese hâricinde bulunup kışlık rızkını tedârik edip cürer. Bunları herkes 'öşürden sadakadan bakar. Güz ahiri ya kış başı bunlar medreselerine cem' olup her biri birer mikdâr un, et, may ve bir mikdâr akçe peyda edip gelirler. Bunun ile ma'îşet ederler. Talebenin hâl ve derslerine muntazam bir nezâret ve dikkat edilmiyor; bilip bilmediği imtihan ile ta'yîn olunmuyor; derece-i 'ilmi ve tahsili teftiş ve imtihan ile ölçenmeyip "sene" ile kararlanıyor. "Bu softa filân filân tenlerden ve kitaplardan imtihan berdi." denilmeyip "filân kadar sene medresede yattı" demek ile 'ilm ve kemâlât ta'yîn olunuyor. Tahsilde lisân-ı 'Arap, fıkıh ve 'akâ'id fenlerinden mâ'ada ders edilmiyor; ana dilinde, kitabet ve hüsn-i hatta cüz'î bir sa'y görülmüyor bunlara dikkat olunmuyor. Külli müşkilâta daha bir müşkilât olmak üzere ba'zı medreselerde ' Arabî dersleri lisân-ı Farisî ile beyân olunuyor. Ana dilimizde ders edildiği hâlde pek ağır olan 'Arabî dersleri Farisî ile söylenip daha müşkil bir tarza koyuluyor. Bu hâller le tahsîl-i 'ilm ve terakkî olur mu? Evet olamaz senede altı ay günde üç sâ'at bilâ-nezâret bilâimtihân bilâ-nizâm ve intizam tahsil evet on beş yirmi seneler 'ömür ister ve bunca 'ömrü aldıktan son ne lisân-ı 'Arabî bize mal eder, ne lisân-ı Türkîde kemâlât verir. Çok garip ve ta'accüptür ki bu hâller ile dahi üç beş 'ulemâ yetişiyor, lâkin ekserin yalnız nâmı ve kıyafeti "molla"dır. Şâyân-ı teessüf budur. Bu 'asrın ehl-i îslâmı tedennide bulunduğu; ekser insanların fehmsizliği nihayet derecelere bardığı medrese tahsîli derece-i lâzımede olmadığındandır. Fünûn ve kemâlât-ı cedîde tursun; bunlardan bahs etmiyoruz; fünûn ve edebiyât-i 'atika-i 'Arabî tahsil olunmuyor; eğer medreselerde fünûn ve edebiyât-ı 'Arabî lâzımınca tahsîl edilse; lisân-ı 'Arapta mevcut edebî fennî ve siyâsî asâr-ı mu'tebere göz- MEDRESE MESELESİ den geçirilse 'ulemâmızın hâli ve milletin fehm ve basireti ileride olur idi. Cümleden biri meselâ "Mukaddime-i Tarih-i İbn-i Haldun" mutâla'ası deryâlarca fehm ve fikr berir idi, lâkin İbn-i Haldun'ı okumak için lisân-ı 'Arabîyi bilmek gerek; bu lisân ise neçik bilinsin ki elifbası makamında olan "sarf ve nahv" tahsiline on sene 'ömür gidiyor. Bu hâlde evet Farabî'nin, İbn-i Sina'nın, Gazalî'nin, İbni Haldun'un ve sâ'ir meşâhirin 'asarı mütrek kalıyor. Meyl-i 'avam dünyâmızı berbâd ediyor. Çâre ne? Islâhat-ı mülâhaza ve gayrettir. Bugünde tahsîli arttırmak, meydânlaştırmak hîç mümkin değildir, lâkin bir hayli ıslâhat icra etmek mümkindir zannederiz. En ihtidasında dokuz ay tahsîl 'âdet edilmeli; ikinci, talebeyi aş, su, çay tedârikinden kurtarıp her gün sekiz dokuz sâ'at ders ile meşûl etmeli; üçüncü- medrese ve hücrelerin meydanlığı müsâ'ide ettiği kadar talebe cıyıp bunları rahat etmeli; Tatar oğlu çıdar deyi tuzlu balık şekilli dizip koymamalı; dördüncü- talebenin aşını, suyunu, çayını hazırlap bermeli. Sınıf smıf edip ders bakmak için iki üç mümeyyiz ve molla softalara emânet edip bunlar talebenin ve medresenin her hâline dikkat ve nezâret kılmalı ve derslerde medrese mu'âvin ve senede bir imtihan olmalı; beşinci- her medresede bir aşçı ve bir hizmetçi bulundurmalı; bunlar aş ve çay ve sâ'ir hizmet ile meşgul olmalı. Altıncı- müderris efendiler imamlık ve hatiplik gibi me'mûriyetlerden azâd olunup maişetlerine kâfi idare ta'yîn ya vakf edilmeli; yedinci- ders vermekte, usûl-i fikr ve mülâhaza olunup ana dilimizde okumak yazmak ve 'ilm-i hesaba biraz ziyâde yol vermeli. Haftada bir iki gün 'Arapça tekellüm olunacak günler medresede şâir dil ile söyleşmek memnu' edilmeli; sekizinci- cümle talebenin ders ve aş ve istirahat sâ'atleri ta'yîn olunup sınıf sınıf cümlesi birden derste ve aşta bulunmalı. Bu gibi ya buna uşar tertibat ile seneden "üç ay" ve günlerden "üçer" sâ'at kesb edilse on senelik dersler beş senede hâsıl olacağı der-kârdır. Daha ziyâde ıslâhat ba'de fikr olunur. Usûl-i hâzırada üç beş talebe bir olup bir kazan ve bir semâver isti'mâl ediyorlar. Medresede on hücre bar ise on kazan kaynıyor, yirmi talebe bun lara me'mûr oluycr. Medresede mevcûd meselâ elli altmış talebe koşulup bir kazan kaynatmaya ittifak etseler hâsıl olan bereketler hemen bir aşçı tutacak kadar fâ'ide hâsıl olur. Büyük talebeler nöbet ile ki lere ve aşhaneye nezâret edebilirler. Her hâlde elli altmış talebe koşulup bir aşçı ile bir hizmetçi tut maya çâre bulurlar. Ancak talebeye 'öşür, zükût ve sadaka berecek hamiyetmendân vereceğini kaaldırmayıp üç ayda yazda vermeli ki talebe sentabr başında medresede bulunsun. 25 FevraK Şubat) 1894, sayı: 8.

8 Medrese-i İslâmiyelerde 'ulûm-i dîniyeden mâ'ada fünûn-ı cedîde tahsîli 'âdet edilse fâ'ideden hâli olmayacağı geçen bir nüshamızda Trabzon vilâyetinden alınıp kısmen dere edilmiş bir mektupta arzu edilmiş idi. Bu mes'ele 'indimizde en büyük 'ad olunan bir mes'eledir senesi elimize ibtidâ kalem aldığımızda bu mes'eleye dâ'ir mahsûs bir risale neşr etmiş idik. Târîh-i İslama nazar edildikçe hilâfet-i Abbâsiye zamanında Azya, Afrika ve Endülüs medreselerinde 'ulûm-ı dîniyeden mâ'ada târîh, hendese, hikmet-i tabî'iye, felsefe ve hatta 'ilm-i tıp tedris ve tahsil edildiği görülür. Bu sayede 'ulûm ve ma'ârif en yukarı tabakalardan ta köylüler arasına kadar bir derecede intişâr olunmalta idi. Mezkûr medreselerde yetişen "ulemâ" münevverü'l-efkâr olup her cihette isti'dât ve kemâlât gösteriyor idi. Gazalîler, İbn-i Sinalar, îbn-i Rüşdler, Farabîler mezkûr medreselerin mahsulü idi. Moğol tahribatından biraz daha evvelce zarar 'ad edilip terk edilmiş fünûn ve 'akliyatın fıkdanı 'âlem-i İslâmiyeti en ziyâde kederlendirmiş hâllerdendir ve hâlâ pek çok kıt'aları hâb-ı gaflette bırakan 'ulemâ-yı İslâmın ma'lûmâtsızlığıdır ve bu da medrese-i İslâmiyelerin usulsüz bir hâlde devam ettiklerindendir. Bir düşünülsün: Meselâ Kaşgar'da ve yâki Afrika içi Burno'da medreseler de var, 'ulemâ da var; ancak ne okuyorlar ve ne biliyorlar su'âline en ağır bir cevâp vermek lâzım gelir. İslâm kaptanları bir direkli kayıklar ile bir taraftan bahr-i Atlantik'e kadar diğer tarafından Çin ve Muhît-i kebîr adalarına kadar gittikleri, dünyânın yolsuz zamanında tüccâr-ı İslâmm bilâtereddüt en uzak kıt'alara daldıkları, emti'a-i İslâmînin her tarafta mu'teber olduğu, seyyahlarımızın, vâ'izlerimizin cenubun en sıcak ve şimalin en soğuk yerlerine kadar vardıkları ve 'umûm ahâlide efkâr-ı terakkî ve dirilik görüldüğü medrese-i İslâmiyelerin vaktiyle kalb-i 'umûmîye saçtıkları ma'lûmât ve ziya sayesinde meydana gelmiş idi. Medrese-i İslâmiyelerde 'ulûm-ı dîniye ile beraber 'ulûm-ı 'akliye ve ma'îşiye tedris edildikte efkârlı ve malûmatlı 'ulemâ hükümet merkezleri olan şehirlerde bulunduğu gibi her köyde biri ikisi bulunuyor idi. Her mahallenin her karyenin bir imâmı olmak lâzım geldiği hâlde şu imâm gördüğü tahsilin neticesi olarak hem "bir 'âlim" hem MEDRESE MESELESİ bir "ehl-i kemâl" idi. Mahalle cemâ'atinin 'ibâdetine riyaset ettiğinden mâ'ada tevsî'-i ma'lûmâtma, ikdam ve terakkisine hadim olabiliyorlar idi... şimdi? Şimdi ne olduğunu söylemeye pek de hacet yoktur; daha iyisi ne yapmak lâzım olduğuna bakalım. Medrese-i İslâmiyelerin cedvel-i tahsilleri ve usûl-i idareleri ve talebenin sûret-i ma'îşeti ıslâh edilmek lüzumunu göstermek için Avrupa'nın ve hatta memâlik-i şarkiyede sakin Ermeni Rum, Bulgar ve sâ'irlerin bu yolda ettikleri ikdam ve tedâbirin beyânından sarf-ı nazar yalnız patrikhane mekteplerinin programına bir göz edilip yetiştirdikleri papazların ma'lûmâtma dikkat edilir ise mükemmel programlı mektep-i milliyenin ne kadar büyük iş gördüğü anlaşılmış olur. 1881'de neşr ettiğim risâlde yazdığım üzre 'umûm medreseler taht-ı nezârete alınıp talebe dilendirilmeyip senede on ay tahsîlde bulunmalıdır. Sarf ve nahv-i 'Arabî dersleri sühûletli bir tarza konulmalıdır; talebe sınıf sınıf edilip imtihansız aşağıdan yukarı derse geçirilmemelidir; her medresede iki ve mümkün olur ise üç müderris bulundurmalı ki bunların biri lisân ve edebiyât-ı Türkîden ve hesaptan ders vermeli. İbtidâ-yı hâlde her vilâyette bir "medrese-i 'âliye" te'sîs etmeli ki bu medreseye gelen talebe lisân ve kavâ'id-i 'Arabiyeyi ve Türkîyi bilip ve bir derece fıkıhtan, âkâ'id ve tefsirden ma'lûmâtı olmalı. Medrese-i 'âliyeden 'ulûm-ı 'Arabiyenin ilerisi, edebiyât-ı 'Arabiye, mantık, 'ilm-i hesap, coğrafya, târîh, hikmet-i tabî'iye, usûl-i tedris, nizâmât-ı mülkiye ve 'ilm-i servet tahsîl edilmeli. Huddâm, vâ'iz, nâ'ib, kadı, mu'allim-i mekteb-i sıbyân olmak isteyen efendiler "medrese-i 'âliye"den çıkma olmalı. Bu hâlde yavaş yavaş zıyâ-yı ma'ârif en çet karyelere kadar ve efkâr-ı terakkî en yüksek dağlara, en derin vadilere kadar gider. Yersiz ta'assup kalkar; görenek vebası köterilir; "neme lâzım" durgunluğu ikdama yer verir; milletin fikri ve eli ayağı harekete gelir ve eski terakkîmiz yeni tarzda teedîd eder. Medreseleri ıslâh ve her vilâyette b'rer medrese-i 'âliye etmek için pek büyük p w ıd lâzım olmaz. (7 R. Evvel 1314 (4 Ağustos 1896) sayı:30 'un ilâvesi)

9 MATBU'AT-I TÜRKI Türkiye matbû'âtına göz verenlere ma'lûmdur ki ba'zı büyükçe olan vilâyet merkezlerinde matbû'ât terakkiye yüz tutuyor, İzmir'de "hizmet" görüldü "..." zuhur etti, devam ediyor; Selanik'te "Mütâla'a" çıktı, Bursa'da mevcud iki gazeteye bir de "Gün Doğdu" koşulacaktır; belki de koşulmuştur; haberimiz olmadı. Kıbrıs adasında "Zaman" ile "Kıbrıs" gazeteleri mevcuttur. Nısfı ya tekmili Türkçe tertip olunan gazeteler ara sıra Mısır'da görünüyorlar; Filibe'de ibtidâ "Gayret" ba'de "Emniyet" ve ahirisi "Ma'lûmât" gazetesi meydana konuldu; Saraybosna'da çoktan beri "Vatan" devam ediyor... Binâenaleyh yazan da var, okuyanda. Vilâyetlerde görülen bu terakkiye karşı pây-ı tahtta daha büyük bir terakki görülmesi tabî'î olacak bir hâl ise de, pây-i taht matbû'âtı terakki ediyor demek haddimiz değildir. "Vakit" vardı, "Servet" vardı, "Sa'âdet" vardı, şimdi ise ortada "İkdam"dan gayri evrâk-ı siyâsiye yok gibidir, görülmüyor. "İkdam" güzel gazetedir; devam ve terakkisi arzu olunacak Türk gazetesidir, fakat "bir gül ile bahar olmaz" ve "yalnızlık yalnız Huda'ya yakışır" misâllerince dersa'âdette böyle birkaç gazetelerin intişârı lâzımeden olduğunu söylemeye bile hacet yoktur. Der-sa'âdet'in edebî mecmû'aları ve bâ-husûs musavver olanları nefasetçe pek ileridedir fakat bunların da lâyık oldukları derecede münteşir olamadıkları şâyân-ı te'essüf olacak hâllerdendir.. Binlerce senelik müşteriye lâyıktırdırlar. Vilâyet neşriyatı arasında Selânik'in "Mutâla'a"sı güzel tertip olunur. Dere ettiği maddeler okunası şeylerdir; lisânı da oldukça Türkçe'dir. Mösyö ile madmazel hikâyeleri sütunlarını doldurmuyor, (bizce burası da şâyân-ı işarettir.) ara sıra millî hikâyeler de dere edilirse müşterisi artacak bir gazete olacaktır. Bursa'dan aldığımız "Gün Doğdu" nâmında çıkacak haftalık edebî gazetenin numunelik nüshası şâyân-ı dikkattir. "Türk Türkçe söylemelidir." diyor. Bu hakikate bir diyecek yoktur ancak 'Osmanlıların nısfı temiz Türk olup ekser ahâli Türkçe tekellüm ettiğini hâlâ i'tibâra almak istemeyenlere söz anlatmalıdır. Eğer kavmiyet efkârı "görenek -i kalemeiye"ye galebe çalıp sâde yazmak, Türkçe yazmak kâ'ide-i edebiye sırasına geçer ise ve "Gün Doğdu"nun dediği gibi kucağına dört beş yaşında çocuğunu almış bir kadın resmi altına "bir levh-i pür-me'âli ar sağ mâder-âne" yerine "yavrucuğun bağrına basmış bir kadın" 'ibaresini yazmak yollu sadelik kabul edilir ise vâkı'a "Gün Doğdu" denilir; hem yalnız Bursa'da değil bütün Anadolu'da "Gün Doğdu" olmuş olur, çünkü sâde lisândan cümle Türkler istifâde edeceklerinden mâ'ada Anadolu'nun sâ'ir akvamı da Türkçe'yi yengil yengil tahsil edebilir. İstikbâl için en lâzım olan da budur. Bahsimizi vilâyet matbû'âtmdan açtığımız hâlde "vilâyet gazeteleri"ni sükût ile geçmek münâsip görülemez. Devlet-i 'âliye'de her vilâyetin bir resmî gazetesi vardır. Bunlar 'umûmen Türkçe neşr olunuyor, lâkin Suriye, Bağdat, Yemen vilâyetlerinde ekser ahâli Türkçe bilmediğinden mezkûr vilâyetlerde gazetenin nısfı 'Arapça ve Girit'te Rumca neşr olunmaktadır. Vilâyet gazeteleri resmî Hânlara, tebligata ve nizâmların intişârına mahsûs evraktan iseler de kısm-ı edebiyeleri olup ba'zı havadis, hikâye ve fennî maddeler dere ederler. Bunlar şimdilik haftada bir neşr olunan ufak kıt'a gazetelerdir, lâkin ileride postaların, mekteplerin terakkisi sayesinde büyük gazeteler olurlar ve matba'aları da güzel güzel kitapların neşri ile şöhret alır. Vilâyet gazetelerinin lisânlarına birer nümûne olmak üzere bir iki parça nakl ediyoruz. Ağustos 15'te neşr olunmuş Diyarbekir gazetesinde "Reji idaresinden şikâyet" vardır. Diyor ki- "Diyarbekir reji idaresi bir taraftan kaçakçılığın men'iyle tütün sarfiyatının ta'mîmi ve sâ'ilini taharri etmek teşebüsâtmda bulunduğunu beyân etmekte ise de te'essüf olunur ki reji tütünlerinin sarfında idâre-i merkuma göstereceği teshîlât yerine müşkilât ibraz etmekte ve geçende beş yüz sigara almak için idareye vuku' bulan müracaat üzerine bugün muhasebe me'mûn gelmediği anbâr henüz açılmamıştır gibi cevâplar verildiği matbu'amıza sûret-i mevsûkada haber verilmekte olduğundan bu hâl ve idare ile reji idâre-i 'umûmiyesinin hukuk ve menâfi'i nasıl muhafaza olunacağı cây-ı teemmül ve mülâhazadır." -Tercüman- Öyle ya, reji idaresine yazık değil mi? Muhasebe me'mûru kim bilir Diyarbekir'in nerelerini dolanıyor yâki kuzu gibi uyuyor, sigaralar ise bekli duruyor! Böyle şeyleri yazmalıdır; uyuyan me'- mûrlan uyandırmak matbû'âtm birinci vazifesidir, îfâsı için refikten refike tebrik; rejinin mâl müdîri yok mu? Bu efendi nişliyor 'acaba? "Ankara" gazetesinde hâl edeceğimiz bir "havâdis"e rast geldik. Düşündük ve taşındık bir

10 türlü anlayamadık. 1082'nr uumrosunda diyor ki- "Matbû'âtımız ser-mürettibi Emîn efendi ba'zı husûsât-ı zâtiyesinin tesviyesi zımnında çıkan Cumartesi günü treniyle Der-sa'âdet'e 'azîmet etmiştir." -Tercüman- Cenâb-ı Hakk selâmetlik versin! Ser-mürettib Emîn efendi (hurufat almaya değil) husûsât-ı zâtiyesinin tesviyesi için "Cumartesi" Der-sa'âdet'e yollanmış; eşittik, bildik, fakat Emîn efendinin İstanbul'a gittiği yâki geldiği gazete okuyanlara neden gerek oluyor? Der-sa'âdet kutb-i şimalîde değil ki Ankara'dan giden mürettibin seyahatinden haber vermeye lüzum görülsün. Belki bir hikmeti vardır ama uzaktayız; bize karanlık. "Trabzon" gazetesi güzelce tertîp olunan vilâyet gazetelerindendir. Bunun 22 Ağustos'ta çıkmış nüshasında: " 'An-asıl Kelkitli olup Trabzon'un 'İmaret mahallesinde Kundakçı Ruşen'in hanesinde müste'ciren ikâmet etmekte bulunan Yusuf bin Sa'dullah'm zevcesi iki başlı ve iki ayağa bedel bir kuyruklu ve etrâf-ı 'ulviyyesi temam bir 'ucîbe-i hilkat meyyite dığurmuş olduğu polis komiserliğinden tanzîm olunan jurnalden münf ehim olmuş." -Tercüman- olduğunu okuduk. 'Acayip şey; lâkin ara sıra olucudur. Daha fena şeyler bile oluyor. Polis jurnallerinde bunlar ve sâ'ir vukû'ât olduğu gibi namlı nişanlı mufassıl yazılması lâzımedendir ama 'umûma mahsûs evrakta ifâde başka türlü olmak gerektir. Filânın haremi filânca kadın yâki hânım "iki başlı ve iki ayak yerine bir kuyruklu" 'ucîbe doğurduğundan koca ve kadın ne kadar mahcup ve mükedder olduklarını bir Huda biliyor; bu hâlde bu bî-çârelerin isimlerini gazete sütununa mıhlayıp 'âleme karşı çağırmak lâzım gelmez. Mahalleyi ve isimleri setr etmek vaciptir; Trabzon'da böyle ve şöyle bir 'ucîbe doğdu demek kâfidir; anasının babasının ismi bize lâzım değil. Yine "Trabzon" gazetesinin Eylül beşte çıkmış nüshasında bizce garip görülen şu haberi okuduk: "Gazetemiz sene-i hâzıra ve sinîn-i sabıka bedellerinin tahsili zımnında ser-mürettib reşâdetlü Hacı 'Ali efendi Samsun'a gitmiştir ve merkeze tâbi'ba'zı kazalara da gelecektir. Uğrayacağı mahallelerde mazhar-ı teshîlât olmasını ta'alukı olan zevâd-ı kiramdan rica eyleriz. Aynen bu gibi bir ihtar da "san'â" gazetesinde gördük. -Tercüman- Ha! Müşteri efendiler, böyle olur mu ya? Hem yazsınlar, havadis versinler, kâğıt ve pul sarf etsinler de bir sene iki sene sonra "bedelât" tahsîli için dağdan aşırıp, sudan geçirip huzûr-ı 'âlîlerinize 'öşürcü talebe sıfatında bir de "tahsîldâr" mı göndersinler! Matbû'ât böyle yaşayamaz, eğer böyle mu'âmele ederseniz terakki nerede kaldı ki hatta Ankaralı Emîn efendinin İstanbul'a gidişinden bile haberiniz olamaz. * İşbu basiretimize nihayet vermezden evvel Fransızca neşr olunan "Monitör"e bir göz edelim. Biliriz: "Tercümân'ı yine çıbın dişledi" diyeceklerdir; desinler, haklan var, fakat çıbın dişlemiyor, kalem sançıyor. Lokomotif sızgırağı; medeniyet dumanı yeni yeni yetişen Ankara'da havâdis-i intihâb edebilmesinler de Emîn efendinin İstanbul'a gittiğini yazsınlar; Paris'in büyük mahallesi olan Beyoğlu'nda Türkçe değil Fransızca tertîp olan koca bir gazetede boş şeyler görüldükte okuyanı çıbın değil kocaman bir sivrisinek sançıyor. Gazetenin Eylül 25'te çıkmış nüshasında Üsküp'ten mktup dere edilmiştir. Baştan aşağı okuduk; üç beş dakika zaman, bir mikdar göz kuvveti ve gazete bedeli olarak bir iki para sarf ettik; kazandığımız nedir? "Afesteriya vis konsülü gitmiş, onun yerine diğer biri gelmiş; Ohri'da metropolidi gelmemiş bir haftaya kadar gelecek imiş.; vilâyet enspektörü Ahmet 'Arifî bey Selânik'e ve andan Manastır'a gitmişler... Üsküp'ten gelen bu haberler ne ise! Fakat "Binbaşı Galip bey iki gün halsiz olarak hanelerinden çıkmadılar. Şimdi sağlıkları geri geldiğini memnûnen işittik." Haberi bizi kemâlen kızdırdı. Ben meselâ Kırımlıyım, Odesalıyım, İs tanbulluyum... Üsküp şehrinde bulunan bin başının ve hatta paşanın bu gün başı ağrıdığı yâki ayağı sızladığı bana ne lâzım ki, bunları havadis suretinde göze sürüyorsunuz? Mezkûr mektupta okunacak ancak iki satır bulduk: Cenâb-ı vâlînin tedâbîr-i ciddiyesi sayesinde vilâyetin asayişi ve emniyeti kemâlinde olduğudur. Böyle haberi yazmalı: her ne kadar nâdir bir şey değil ise de koca bir vilâyete 'âid haberdir- okunur. (11 C. Evvel 1314 (6 Oktabr 1896) sayı: 39.)

11 DARÜ'R-RAHAT YAKİ ACAİB-İ DİYARI İSLAM (Gaspıralı İsmail Bey'in fantezi ve ütopik bir eseri olan Darü'r-rahat Müslümanları adlı bu romanı "Molla Abbas Fransevî" takma adıyla önceleri 1895'te Tercüman gazetesinde tefrika edildikten onra, 1906'da ufak tefek bazı farklılıklar ve ilâvelerle kitap hâlinde bastırılmıştır. Eser, Taşkentli Molla Abbas'ın Fransa sehayatinden sonra İspanya'ya gidip Endülüs müslümanlarınm tarihî yerlerini ziyaret etmesiyle başlar. Bir gece Gırnata'da iken, oralarda dolaşmakta olan İslam kıyafetli kızlarla karşılaşır, sonra onlar Molla Abbas'ı da alarak gizli geçitlerden "Darü'r-rahat adlı ülkeye giderler. Burası İspanyol'ların Endülüs'ü istilası sırasında, bazı müslümanlarm kaçarak sığındıkları, dağlarda geçit vermeyen gizli bir vadiden ibarettir. Dar'r-rahat'ta dünyadan gizli olarak yaşayan Endülüslü müslümanlar, bilimde ve medeniyette Avrupalılardan daha ileri gitmişlerdir. Molla Abbas, bu üstün İslam medeniyetinde gördüklerini hayranlık ve şaşkınlıkla hikâye eder.) Karyenin 1 imam efendisi ile hoş, beş, hâl ve hatır soraştıktan son, Taşkent, Buhara ve Türkistan ahvâlinden sual buyurdu: Buhara ülkesi ulûm ile müşerref bir ülke ve ulema bahçesi olduğunu rivayet ediyorlar... Acaba medreseleri ne gibi tertipte ve fünûnun cem'i tahsil olunuyor mu? Buhara'mn ve Türkistan'ın umur ve usûl-i tedrisiyyesi hususunda, her ne bilir idim, beyan ettim. Bu hâlde kart imam başını sallap: - Sizin deryalarda tabib, kimyager, mimar ve mühendis gerek olmuyor mu? Sizin hanlar ve hükümetler idare-i mülk ve devlet için umûr-ı ida reye, fünûn-ı maliyyeye, mahir memura hacet gör müyorlar mı? Senin sözüne göre medreselerde ulûm-ı diniyyeden mâda başka bir fen tahsil olunmayıp, tıp, hendese, kimya, hikmet-i tabiiyye, ilm-i servet ve gayri... Bu gibi fünûndan ders olunmayıp, ehl-i ruhanîden mâda erkan-ı mülk ve millet ye tişmiyor, böyle mi?", dedi. - Evet efendim, din ve şeriatten mâda gayri fen ve ulûm tahsil olunmuyor. - Huda'ya şükürler olsun, ulûm-ı diniyyeden mahrum kalmamışsız! Lâkin fünûn-ı mütenevvia ve kemalâttan bî-behre olup, dünyada niçik idare, niçik muhafaza oluyorlar? Ulûm-ı mütenevvia tah sili, fünûn ve kemalât ne için terk olunmuş, eski islâmlarda buna büyük dikkat, büyük gayret var idi. - Kemalât va fünûnun fesata ba'is olduğu ri vayet olunuyor, efendim. - Ne ayanç 2, ne korkunç gaflettir bu! Yahu oğlum, gözü bağlı kişi yürür mü? Toprağı bilmez saban ekersiz, suyu bilmez su içersiz, dünyayı bil mez ömür ve gün edersiz... Vah, ne yazık, vah ne gaflet! Cenab-ı Hak ıslah eyleye!.. Bu hâlinizden zi yade mükedder oldum. Sıra ahâli 3 bilmesin; ricâl-i kibar ve türezadeler 4 de bilmemişler mi ki, fenn-i feraizin gerek mahalli vardır, ama ilm-i feraiz ile asker göçürmek, daru, deva tertip etmek mümkün değildir. Mülk idare etmek için daha başka fünûn ve kemalât gerektir. İlim var din için, ilim var gün için, ilim var ruh için, ilim var beden için... Vah vah oğlum; zamanımızda müslümanlar mertebe-i ûlâdaki gibi 5 değil imişler. Bizim ülkede görecek hâlin böyle değildir. - Darü'r-rahat'ta göreceğim maişet ve terakki Avrupa'nın fevkinde ve ilerisinde olacaktır zan nederim, deyü cevapladığımda. - Sana ağırlık gelmesin oğlum, inşallah, za manı gelir, ehl-i Türkistan dahi fünûn ve kemalât aşinası olup, tarık-ı terakkiye biner... Gaflet ne kadar büyük ve zor ise de, gelip geçer bir hâldir: Tashil-i kemalât olmasa da, sizlerde tahsil-i ûlâ yani okumak ve yazmak umûmîdir, çünkü ulûmun birinci baskıcı okumak ve yazmaktır. - Hayır efendim, ahâlinin belki yarısı (nısfı) okumak bilir. Yazı bilen ancak yüzde on kişi bu lunur. - Böyle şey olur mu? Yanlış mı dedin, ey oğul? - Hayır efendim, hâlimiz budur! Böyle ise gayet harap imişsiz. Ulûm-ı diniyye tahsil olunuyor dedin. Okumak, yazmak ve dahi ilim cümle müslim ve müslimeye farz olduğu sizlere malûm değil mi? Malûm ise icrasında kusur neden? Buna benim aklım yetişmedi! Kemalât babında inkâr; tahsil ise görülmez kâr. Ne garip imiş sizin şu diyar! Hayli fikirlenip badehu müteessir ses ile - Oğlum, ayıp buyurma, her ne dedi isem, canım ağırıp söyledim; din kardaşlarımm bu pe rişan hâllerine yazıklandım, ayançlandım 6, deyü imam efendi elimden tutup, - Gel oğlum, sana bizim karyenin sübyan mek tebini göstereyim, teklifi ile beni bölmeden alıp çıkdı. Cami-i şerifin on 7 tarafında büyük ve ziynetli bir taş binaya vardık. 1 köyün 2 ne ayıp, ne utanılacak duğugibi 6 utandım 7 sağ 3 sıradan kimseler, halk 4 asilzadeler, soylular, ileri gelenler 5 önceki seviyelerinde ol-

12 - Bu mekteptir, dedi. İçeri girdik. Büyük büyük bölmeler. Birinden kütüphane ve toprak işleri ve sanat için gerek olan her türlü âlât mevcut idi. - Sekizden oniki yaşmaçak ne kadar sübyan var ise,cümlesi mektebe gelir, er ve kız balalar ayrı okurlar. Tahsil-i ûlâ 4 senedir. Er balalar bu mek tepte okumak, yazmak, hesap ve din öğrenirler. Ba dehu fen-i ziraat ve buna dair kısm-ı kimya ve hik met okurlar. Karyelik ve maişet için gerek olan hüner ve sanatları talim ederler. Kızlar ise okuyup yazmak, badehu fen-i idare-i beytiyye, dikiş, ve nakış ve analık için gerek miktarı ilm-i tıp ve ilm-i sıhhat tahsil ederler... İmam Efendi bunları beyan ederken, Şeyh Celal Efendi gerü gelip makine gelmekte olduğunu ve şehre gitmeye vakit olduğunu haber verdi. Mektepten çıkıp meclishane yanma vardık. Re fikalarımız kızlar da başlarını yapıp yola ha zırlanmışlar idi. Ben daha dikkate almamış idim, meğer meydan içinde Avrupa demir yollarında ol duğu gibi demir hatlar dizilmiş, lâkin başkaca! Bir de baktım ki, arabalar geliyor, lakin Frengistan'da olduğu gibi, ateşli, tütünlü 8 araba yok. Arabalar öz leri gürüldep keleler; ne at var ne ateş! İmam ile vedalaşrp cümlemiz bindik. Ülkenin merkezi olan Darü's-saadet şehrine yollandık. Ateşsiz, atsız demir yol ile Darü'r-rahat'm merkez şehri olan Darü's-saadet şehrine doğru uçuyor idik. Yolumuz bağlar ve behçeler içinden olup beyan ettiğim karye gibi iki karye daha geçtik. Yolumuzu kestirip geçen bir iki demir yol hatları gördük. Şeyh Celal'in tarifine göre, Darü'r-rahat' ta cümle karyeler birbiri ve şehir ile kuvve-i elektrikiyye ile hareket eden demir yollar ve telgraf misilli telefon ile bağlı imişler. Darü's-saadet'e yetişip vagzala düştüğümüzde 9 tamam akşam olup, minarelerde müezzinler ezan-ı Muhammedi'ye çağırmakta idiler. Vagzal yani demir yol mevkii Endülüs usûlü hafifliği kadar güzel ve hoş, güzelliği kadar mükemmel taş bina idi. Vagzal şehir içinde olduğundan mı, başka sebepten mi, bilemem; Avrupa'da gördüğümüz gibi bunda araba ve faytonlar yok idi... Herkes gidecek yerine cürüp 10 gitmesi lâzım olduğu anlaşıldı. Refikalarımız kızların anaları ya ağalan karşılap çıkmışlar idi. Hemen hoş beş edip, El-hamra'da gördüklerini ve Kızlar kulesinden Gırnata'ya baktıkta aldıkları hissiyattan bunlara haber verip Türkistan'dan seyyah rast getirip, beraberce alıp geldiklerini beyan etmeleri ile halklar bendenize selam verip iltifat kıldılar. Her ne kadar cümlesi setr etmeye 11 murat etmişler iseler de, taaccüb ettikleri malûmum idi. Badehu kızlar bendeniz ile bir bir vedalaşıp ve daha görüşmek arzusunda olduklarını nazikâne ifade edip, yerlerine yollandılar. Şeyh Celal dahi - Buyrun oğul, deyü beni şehre alıp gitti. Cürdüğümüz 12 cadde 40 adım genliğinde olup, siment 13 ya asfalt mislli bir şey ile döşenmiş idi! Yol içinde bir taş, bir çöp, bir pislik yok idi. Yolun iki tarafında selvi ağaçlan ve altı, yedi arşın genişliğinde meydan kaldırımları var idi ki ufak ve renkli taşlar ile nakışlanmışlar idi! Kaldırımlar boyunca hoş örnek demir parmaklıklar ve bunların arkasında gül bahçeler içinde yurtlar ve haneler görünüyor idi. Şaşıp, taaccüblenip gidiyordum! Vâkıân bu şehir ne Avrupa'da gördüğüm dağlar gibi binaları olan şehirlere ve ne Türkistan'da bildiğim yartı yurtu, eski müskü binalı şehirlere benziyordu, bambaşka bir şey idi! Böylece bir karar temiz ve yakışıklı bir iki yollardan geçip, Pazar meydanına çıktık. Bunda vâki misafirhaneye ülkeye misafir olmak üzere geliyorduk. Karangı ola 14 başladı. Şehrin nizam ve usulüne göre yollarda fener görmeyip, - Şehrinizde fenerler yanmıyor mu?, deyü Şeyh Celal'dan sorduğumda, -Evet Avrupaca fenerler yanmıyor oğlum, ama şehir karangıda kalmaz, görürsün, dedi. Pazar meydanının bir tarafında bulunan misafirhaneye yetiştik. Gayet süslü ve döşemeli iki bölme gösterip ve -Rahat ol oğlum, deyü Şeyh Celal, Kadı Efendiye gitti. Benim hikâyemi bildirip, Darü'r-rahat'a nasıl düştüğümü resmen ifade etmek gerek imiş. Yalnız kaldığım hâlde fikir ve kaygıya daldım. Gerçi bu diyarın âlim ve ziyalı islâmlarından bir türlü zor ve zulüm olmayacağını bilir isem de, ahiri ne olacağını ve neler göreceğimi bilmeyip rahatsız oluyor idim. Fikirlenip karalgıca 1^ bölmede durduğum hâlde, gözlerime şiddetli bir ziya geldi. Bölme öz özüne münevver oldu. Baktım ki, tavanda asılmış bir kandil yanmaya başladı, ama içinde ne çırağ var idi, ve may! 16 Bölmenin penceresinden şehre ve meydana göz attığımda gördüm ki, bütün şehir güneş ziyasından yengilce 17 ve ay ziyasından keskince bir ziya ile münevver olmuş!. Ne acaib! Sonra anladım ki, şehir ve ülke karangı gecelerde elektrik ile tenvir olunuyor imiş. Yâ ilm, yâ akıl! Sayenizde neler olmaz! Hâlimi fikir edip hayli mazlumlanmış isem de, islamların derece-i âliyyede olan medeniyyetlerinin bu eseri ile ferahlanıp, maişetleri Avrupa'dan ilerü olduğunu ve biz Türkistanlılar'm ne çok geride kaldığımızı fehm ettim. Ben gördüm, naklediyorum, sizler belki inanmıyorsuz, ama bu diyarın ehl-i islâmı bu uluğ derece hüner ve rahata 8 dumanlı 9 garda indiğimizde 10 yürüyüp, yürüyerek 11 saklamaya, belli etmemeye 12 yürüdüğümüz 13çimcnto 14olmaya 15 karanlık oluncaya kadar 16yağ 17yiingülce, daha hafif

13 kani olmayıp, daha ilerü varmağa gayret ediyorlar. Bizlere nisbeten ne kadar tefavüt bu!? Yarım saat olur olmaz Şeyh Celal Efendi kaytıpi8 gelip yanıma atalık (rehber) nasp olunduğunu ve sabah erte huzur-ı Kadıya varacağımızı beyan etti. Badehu hizmetçiye her gereğim için hazır bulunmasını emredip, öz yurtuna 19 gitti. Darü'ssaadet'te oğlu ve kızı var imiş. Bulunduğum bölmeden çıkmayıp, alet-i elektrike ile hizmetçi çağırmak yaki çağırmayıp muradımı ifade etmek mümkün idi. Bu nasıl alet deseniz beyanından acizim ve beyan edebilmem dahi hikmete aşina olmayan belki hiç anlamayacak bir şeydir. Her nasıl ise çağırmaya dahi hacet kalmayıp, hizmetçi akşamlık aşlar, badehu şerbetler ve meyveler getirip buyurmamı teklif etti. Biraz çorba ve kazan kızartması ve pilav yiyip çekildim. Yine başıma türlü türlü fikirler gelip, gâh Taşkend, gâh Paris ve Fransa gözüm önüne gelip başımın yazıları ile meşgul kaldım. Sabah erte durup, bölmemin penceresinden baktıkta, pazar meydanını ve meydanda olan halkları 20 temaşa ettim. Bunlar hep Araplar idiler. Aralarına düşüp, görüşüp anlaşmak istiyor idiysem de, Şeyh Celal ile Kadı Efendi'yi beklep 21 durduğumdan ve daha halkları ile tanış biliş olmadığımdan, bölmeden çıkmayı münasip görmedim, bahusus ki, Şeyh Celal ile Kadı Efendi'ye varmak gerek idi, Kadıda nişleyeceğim acaba? Pazar yeri temiz, tandır gibi döşelmiş dört köşe (murabba) bir meydan idi. Etrafı birer kat olarak büyük ve güzel binalar ile çevrilmiş idi. Kervansaray kaşısmda Pazar mescidi olup, yüksek ve nazik minare-i şerifi selvi gibi gökyüzüne köterilip, manevî bekçi ve karakol gibi duruyor idi. Sabahlık çay ya kahve yerine kervansaray hizmetçisi ekmek, may 22 ve süt getirdi; meğer bu ülkede çay ve kahve yok imiş, keza içki ve müskirattan dahi bir türlüsü bulunmuyor imiş. Sabahlık aşımı aşamakta 23 olduğum hâlde, Şeyh Celal Efendi geldi. Elinde büyük bir kap olup, içinde temiz gölmekler 24 ve giyimler var idi. - Bunları sana getirdim. Oğlum, dedi. Vâkıân, pek münasip hediye idi, çünkü üstümdeki gölmekten ve Frenk giyiminden mâda cümle şeylerim Gırnata'da kaldığından, ziyade kirlenmiş idim. - Teşekkür ederim Şeyh baba, ziyade dikkatli ve merhametlisiz, dedim. - Bunları Kadı Efendi selam buyurdu, cüm lemize misafirsiz, inşallah rahat ederiz. Ülkenizden bizim diyara düştüğünüz ve beraberinizde lâzım eşya olmadığı malumdur. - Ne büyük insaf bu? Maşallah bizim ülkelerde olmuş, Frengistan'da olmuş, garibü't-diyara böyle dikkat hiç olunmuyor! Darü'r-rahat'ın her hâline taaccüb ediyorum: ülkenin yolunda acaipten, bu böl memin ve içinde gördüğüm kandilde garaibten, akşam özü yanar, sabah oldukta özü söner... Artık, şeyh baba bu gördüğüm şeylerden aklım şaşmaz ise yahşi olur idi! - İnşallah, bir şey olmaz oğlum; vâkıâ, bizim ül kede daha çok şeyler görürsün... Kadı Efendiye var mak gerek. Eğer ister isen, kervansarayda hamam vardır. Var, giyimleri giyin de badehu gideriz. Kemal-i hoşnudî ile hamama gittim; Şeyh Celal bölmede kaldı. Mermer taştandan yasalmış 25 hamamda yahşi cuvunup 26, temizlenip ve ülkenin âdetince kokulu (ıslı) sular ve maylar 27 ile silinüp, giyinip çıktım. Bu hâlde yerli islâmlara benzedim. Yarım saat kadar bölmemde rahatlanıp, badehu Şeyh Celal ile Kadı Efendiye yollandık. Kervansaraydan doğru pazara çıktık. Dükkânların ekserisi aşalacak nerse 28 ile ve bir iki dükkân kızıl mal 29 ve ziynet eşyası ile satuv ediyorlar idi. Sade maden akçaları tögirlik tögirlik 30 (müdevver) kızıl feriden 31 imiş. Akçaların üstünde ülkenin mühürü ve 3 hazinedarın imzası var idi. Akçalar 3 cins olup bir dinar, yarım dinar ve çeyrek dinar itibar olunur idi. Darü'r-rahat islamlarmın gayri bir ülke ile bir türlü alış-verişi olmadığından ötürü ticaretleri için bu teri (sade) akçalar kâfi oluyor imiş. Pazar meydanından çıkıp, Tarık İbn Ziyad aldı yola ve caddeye düştük. Endülüs'e ibtida ayak basıp, fethine mübaşeret eden zât-ı âli bu adlı olduğundan, yadigâr olarak caddeyi bunun adı ile müşerref etmişler. Bu yolun bir başı pazar meydanında olduğu gibi, ikinci başı Abdurrahman-ı Salis meydanında idi. Endülüs'ün meşhur hâlifesinin adıdır. Meydan onun nâmına yadigâr olmuş. İşte bu meydanın etrafında olan büyük binaların birinin önüne vardık, mermer taştan nakış ile işlenmiş kapısı üstünde altın yazı ve hatt-ı kûfî ile "Babü'l-hukuk" ibaresi var idi. Meğer bu bina mahkeme ve kadıhane imiş. İçeri girdik. Bilmem neden korkuyor idim. Divanhanede yüksek minder üstünde Kadı Efendi ve bunun ön tarafında kâtip efendi ve kapıda hizmetçi duruyor idi. Bizler huzurda. - Efendim, El-hamra'da rast gelmiş Molla Abbas Türkistanî bu adamdır, deyü Şeyh beni gös terdi. - Hoş geldiniz, misafir; Cenab-ı Hak rahatlık versin, deyü Kadı Efendi bizleri oturmaya davet 18 geri dönüp 19 hanesine, evine 20 insanları, ahaliyi 21 bekleyip 22 yağ 23 yemeğimi yemekte 24 gömlekler 25 yapılmış 26 yıkanıp 27 kremler 28 yenilecekşey, yiyecekler 29 altın eşya 30 yuvarlak yuvarlak 31 altın pul (?(

14 kıldı. Karşısında oturduk. Badehu Kadı dedi: - Darü'r-rahat'ta oturup alışmcaya kadar biz lere misafirsiz, inşallah rahat olursuz, lâkin size ata lık tayin olunmuş Şeyh Celal Efendi'nin ifadâtına dikkat buyurmalısız, size karındaşlık hem atalık eder; âdetlerimize açık taaccüp etmeyip, rağbet göstermelisiz ki, ahâlimiz size taaccüplenmesin... Ey Türkistan!, sizden bazı suallerim var ve ümidvârım ki, cevabınız hakikat olacaktır. Dikkat buyurun, ül kemizce en büyük kabahat ve cinayet yalan söy lemektir. Cezası dahi pek ağırdır. Yalancı hapis olu nuyor, ama hapishanemiz açık turar. Efrafında bin kişi olsa da sözleşmeye bir kişi tapılmaz '(bu lunmaz)... Kadı Efendi tatlı, tatlı söylüyor idi ise de, bilmem neden saçlarım dimdik durdu, içime korku düştü. - Sual edin, efendim bildiğim şeyler ise tamam söylerim dedim. - Kaysı dindesiz?, dedi. Kâtip yazmaya ha zırlandı. - Elhamdülillah, müslümanım, dedim. - Kaç yaşındasız? Ne yerlisiz? - Şehr-i Taşkentli. - Atanız var mı? - Merhumdur. - Taşkent'ten ne vakit çıktınız? - 2 sene oldu. - Taşkent' te bildik ve tanış kişileriniz var mı? Adları nedir? - Celaleddin İbn Tacettin, Ahad İbn Ali, Muh sin İbn Latif, Şerifcan İbn Ahundcan, Muhammed Muhyiddin Hoca, Molla Gulam Yalçıbay, Şerif Hoca... - Oldu. Bunlar sizi biliyorlar mı? - Bilseler gerek, deyü cevaplandığımda, Kadı Hazretleri kâtibe aylanıp 32 Taşkent'e varıp ge lenlerden sual olunsun, dedi. Bu emri kâtip yazıp koydu. Havf ve korkum daha ziyade oldu. Kadı Efendi bana çevirilip: - Siz nerede ilim tahsil kıldınız?, dedi. - Taşkent' te, medresede 12 sene ders baktım, dedim. - Nice fen tahsil ettiniz? - Arabî, Farsî, sarf, nahiv, beyan, bedi, lügat, mantık ve tefsir. - Daha ne okudunuz? - Artık okuduğum yok. Bizim medreselerde ulûm-ı edebiyye ve şer'iyyeden mâda fünûn tedris olunmuyor. - Acaib! 12 yıl tahsilde kalıp hesap, hendese, hikmet-i tabbiiyye, tarih ve bu misilli fünûn gör mediniz mi? - Hayır, efendim, görmedim. -Belki ulûm-ı sanayiden, tıp, mühendislik, kimya ve mimarlık tahsil etmişdirsiz?... - Hayır, efendim, ancak Fransız ülkesinde bir nice fünûndan ders aldım... - Fransızlardan ne tahsil ettiniz? - Muhtasar tarih-i umûmî, cihânnâme, ilm-i hayvanât, hikmet ve bir miktar hesap ve sıhhat dersleri aldım... - Sizi kim terbiye etti? n - 10 yaşıma gelinceye kadar merhume anam elinde idim,sonra medreseye düştüm. Terbiyem ve bildiğim bu yüzdendir, efendim. - Hoş, terbiyeniz neden ibarettir? - Hazret... Vatanımız âdetince sübyana aş ve rirler, giyim verirler, bazı söğerler, bazı horlar ve döğerler, bazı okşar ve severler, eğlendirir naz landırırlar... Terbiyemiz böyle hâsıl olur. Bu cevabıma Kadı Efendi hayran oldu hem benden korkar gibi Şeyh Celal'in gözüne baktı. Bir söz söylemedi, ama söylemiş ise,mutlak "Böyle hayvan gibi vahşi ve kiyik insanı bizim ülkeye ne için alıp geldi" deyü öpke eder idi! Şeyh Celal Kadı'nm fikrini anlayıp: - Efendim, vâkıân, şarkiyyun ve garbiyyun arasında terbiye nâ-malûm derecede ise de,molla Abbas Efendi gayet güzel ahlâklı bir adamdır. Şöyle ki, islâmlara ziyanı olmaz zannederim, dedi. Bu ifadeden Kadı Efendi hayli salî ve rahatlık kesb edip, vatanınızı ne için terk ettiniz, Frengistan'a ne için geldiniz?... Türkistanîler Frengistan'a seyahati ve ziyareti âdet etmedikleri malûmdur, dedi. - Frengistan'ın bazı mahallerinde zaman-ı İslâmdan kalmış evliyalar olduğunu anlap 33 bun ları ziyarete niyet etmiş idim, - Frengistan'da nice zaman kaldınız? - 2 sene - Ya! Frengistan'da evliyalar çok mudur?... - Hayır, lâkin Parij 34 şehrine geldiğim hâlde, Fransızlar'da pek çok hüner ve fünûn olduğunu görüp, bir miktar tahsil kılmayı niyet edip, 2 sene kaldım... - Hoş, Parij'de nasıl oturdunuz? Frenklerin usul-ı maişeti ile Türkistan maişeti beyninde büyük tefavüt vardır... İmtizaç edebildiniz mi? - Evet, efendim, şükürler olsun, günler hoş geçti. - Olabilir, oğlum, lâkin acaib ve garaibten ba şınıza bir şey vâki olmadı mı? Hakikati söy- 32 dönüp 33 anlayıp 34 Paris

15 lemelisiz... Kadı'nın bu sualinden buz buzladım. İçim soğuk su dolmuş gibi oldu! Parij'de başıma gelenleri ve Fransız kızma olan muhabbetimi biliyor mu nedir! Bîçare Margarita hemen hatırıma geldi... Ama Kadı buları nasıl bilsin? Bilse bile ne ziyan var? Zinâkârlık ettiğim yok... Fransız kızına muhabbet ise, nazar-ı Türkistanî'de olmuş, nazar-ı Efrencî'de olmuş, hilaf-ı ahlâk değildir... Her nasıl ise türlü fikirlere daldım, - Cevap vermiyorsuz, ne söyleyeceğinizi mi fikir edesiz?, dedi Kadı. - Evet efendim, Parij'de oturduğum vakit Mar garita adlı Fransız kızma muhabbet ettim, lâkin hilaf-ı ahlâk bir iş etmedim. - Bu nasıl oldu? sualine cevaben Margarita ile aramızda olan muhabbet vakasını beyan ettim. - Bu diyara gelmezden evvel hakkımızda malûmatınız var mı idi? - Hayır, efendim. - Nasıl oldu da bu ülkeye düştünüz?, dedikte, başıma geldikleri beyan ettim. Hikâyemi dinlep, - Hoş, Hûda'ya emanet olun. Bu hâlde münasip bir iş ve kesb peyda edinceye kadar misafir olursuz. Şeyh Celal size atalık ve muallim tayin olunuyor, her ne gereğinizi aytursuz, selamet-i hâl için Allah' tan korkar gibi yalandan korkmalı, cehennemden kaçar gibi bu fikirlerden kaçmalı, cennete olan mu habbet gibi insanlara muhabbet etmeli... Bunları din karındaşı gibi nasihat ve memur-ı şer'i sureti ile em rediyorum... Ülkemiz yalan ve haksızlıktan kur tulmuştur. Maişetimiz şark ve garb İslâmının sureti maişetinden başkacadır, Frengistan maişetinden alacadır... Görüp anlarsız. Kadı Efendi'ye temena ederek, sözlerini kabul ettiğimi işaret ettim. - Hayli hazırlandıktan sonra, Molla Abbas'ı medrese-i kebîre talebe yazarsız deyü Şeyh Celal'e emir verip, kayıtmaya 35 muhtar olduğumuzu beyan etti."" "Babü'l-hukuk" dairesinden çıkıp, misafirhaneye yol tuttuk. Her ne kadar havf ve korkuya açık sebep görünmüyor idise de, Kadı'nın teftiş ve sözleri bendenize ziyade tesir etmiş idi; nasıl tesir etmesin ki, Darü'r-rahat ahâlisi bizler gibi İslâmlar oldukları hâlde, Endülüs devleti inkırazından beri mestur ve nâ-malûm dağ arasında gizlenip, dünyanın hiç bir kavmi ve ülkesi ile münasebet etmeyip, husus-ı maişet ve medeniyetleri dairesinde bulunuyorlar ve bunların maişet ve medeniyetleri huzurunda Türkistan bedevî, Fren- gistan alçak derecelerde kaldığı görülüyor! Bu ülkede kadınların ahvali nasıldır acaba? Margarita'ya olan muhabbetime Kadı Efendi ne için ziyade dikkat buyurdu?... Pazar ve misafirhane meydanına yetişdikte, bir hâle ziyade taaccüp ettim: Arabm biri sıra sıra cümle adamlar ile selamlaşıyor idi. Bendeniz gibi bir misafir ve garibü't-diyârdır zannedip, Şeyh Celal Efendi'den sual ettim. - Bu adam yamandan rücu'edendir, dedi. - Yamanlığı ve cezası ne imiş? - Büyük kabahatte bulunmuş idi... Aşlık 36 satıcı olduğu hâlde, bir müşterisine yarım dinarlık hı yanet etmiş idi. - Bunun için ne ceza edildi? - Kadı tarafından vakıa teftiş ve tahkîk olunup, günahkârlığı resmen ilân olundu. - Hoş, badehu bu adamı hapse mi koydular yaki kamçı mı urdular? - Hayır, oğlum. Ülkemizde ne hapishane var dır, ne kamçı urmak. Bunlara hacet kalmıyor... - Barekallah, bu nasıl oluyor? - Nasıl olacak! Adamın hıyaneti malum olduğu ile cümle ülke ona ecnebî olur, kimse selam vermez; vebadan korkar gibi çet cürürler. 37 Cemaat ara sında olarak, hapishaneye düşmüşten ziyade tenha ve yalnız kalır, dahi kadını haram ve hıyanet ka rışmış aşa uzanmamak için, tâ rücu' edip pâk olun caya kadar böyle refiki terk edip, atasının hanesine kaytur. Ve'1-hasıl kabahatli tâ ıslah oluncaya kadar insanlıktan çıkmış olur, bu hâlde öz muradmca ül kenin çetinde 38 mahsus daireye çekilip, ibadet ve hizmet ve tahsil ile ıslahat-ı maneviyyeye gayret eder ve badehu geri gelir ve cemaatlığa kabul olu nur... İkinci defa nefs ve şeytana baş vermez, kuvve-i ahlâkiyye hep selamet yolunu gösterir. Gördüğün bu bîçare, yaşlık 39 zamanında ekser halsiz ve hasta bulunup, kemâl derece terbiye ve tahsil görmemiş idi. Bundan sebep günahkârlığı vâki oldu; bu son 4 senede bundan gayri ülkemizde bir kabahatli daha görülmedi... Şeyhin bu sözlerine ağzımı açıp, şaşıp kaldığım hâlde, misafirhaneye yetiştik. Ne taaccüblü, ne acaib usûller imiş! Garip başım, selamet kalır mı, ne olur? (...) Darü'r-rahat Yaki Diyâr-ı Acaib-i İslâm (Eser-i Abbas Fransevi) (Tercüman, 6 Safer 1313/16 Temmuz 1895, No:26, Sy:16,îlave-i Tercüman, 26/1) 35 geri dönmeye 36 yemek, aş 37 uzak dururlar, yanına yaklaşmazlar 38 dışında 39 gençlik

16

17

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

SELANİK KALE SURLARININ YIKILMASI

SELANİK KALE SURLARININ YIKILMASI SELANİK KALE SURLARININ YIKILMASI BAKİ SARISAKAL SELANİK KALE SURLARININ YIKILMASI Mümeyyiz 1 Kasım 1869 İzmir de Neşrolunan Empirasyon Gazetesinin Selanik ten Aldığı Tahriratın Sureti mütercimesidir:

Detaylı

Osmanlı, Titanic i böyle görmüştü

Osmanlı, Titanic i böyle görmüştü Osmanlı, Titanic i böyle görmüştü Titanic Faciası Osmanlı basınında da geniş yankı uyandırdı ve Osmanlı kamuoyunca da merakla takip edildi. 14.04.2017 / 10:47 Titanic Faciası Osmanlı basınında da geniş

Detaylı

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 BAKİ SARISAKAL SELANİK Selanik 26 Mayıs: Selanik Limanında Padişahın Gelişini Bekleyen Selanik Valisi İbrahim Bey ve Hükümet Erkânı Selanik Limanında Padişahı Bekleyen

Detaylı

YANYA MÜSLÜMAN MEZARLIKLARI NASIL YOK EDİLDİ? BAKİ SARISAKAL

YANYA MÜSLÜMAN MEZARLIKLARI NASIL YOK EDİLDİ? BAKİ SARISAKAL YANYA MÜSLÜMAN MEZARLIKLARI NASIL YOK EDİLDİ? BAKİ SARISAKAL YANYA MÜSLÜMAN MEZARLIKLARI NASIL YOK EDİLDİ? Yanya Yanya daki mescit, makber ve evkafı İslamiyeye vuku bulan tecavüzden dolayı mebuslarımıza

Detaylı

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ Bu Beldede İlim Ölmüştür Rivayet edildiğine göre Süfyan es-sevrî (k.s) Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikamet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında

Detaylı

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 8

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 8 SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 8 BAKİ SARISAKAL SEYAHAT PROGRAMI Padişahımızın Seyahat Programı: Padişahımızın gerek Selanik teki ikamet ve gerek Kosova, Piriştina ve Manastır a seyahatlerinde

Detaylı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Dünyayı Değiştiren İnsanlar Dünyayı Değiştiren İnsanlar Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim,

Detaylı

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır. 4.MEKTUP MEVZUU : a) Mübarek ramazan ayının faziletleri. b) Hakikat-ı Muhammediye'nin (kabiliyet-i ulâ) beyanı.. Ona ve âline salât, selâm ve saygılar.. c) Kutbiyet makamı, ferdiyet mertebesi.. NOT : İMAM-I

Detaylı

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. BÜYÜKLERİN HİKMETLİDEN SÖZLERİ Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. Buyruldu ki; Faziletli kimseler için (hiçbir yer) gurbet sayılmaz. Cahilin ise

Detaylı

İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871

İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871 İBRAHİM ŞİNASİ 1826-1871 Hayatı ve Edebi Kişiliği İbrahim Şinasi 5 Ağustos 1826 da İstanbulda doğdu. 13 Eylül 1871 de aynı kentte öldü. Topçu yüzbaşısı olan babası Mehmed Ağa 1829 da Osmanlı Rus savaşı

Detaylı

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik KISKANÇLIK KRİZİ > > ADAM - Kiminle konuşuyordun? > > KADIN - Tanımazsın. > > ADAM - Tanısam sormam zaten. > > KADIN - Tanımadığın birini neden soruyorsun? > > ADAM - Tanımak için. > > KADIN - Peki...

Detaylı

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu. Türk İslam Bilginleri: İslam dini insanların sadece inanç dünyalarını etkilemekle kalmamış, siyaset, ekonomi, sanat, bilim ve düşünce gibi hayatın tüm alanlarını da etkilemiş ve geliştirmiştir Tabiatı

Detaylı

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar.

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar. Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar. Bu bakışla yola çıkarsak biz dilimizi ne kadar koruyoruz bir bakalım Yıl: 1965 "Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle

Detaylı

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış; Yemek Temel, Almanya'dan gelen arkadaşı Dursun'u lokantaya götürür. Garsona: - Baa bi kuru fasulye, pilav, üstüne de et! der. Dursun: - Baa da aynısından... Ama üstüne etme!.. Ölçüm Bir asker herkesin

Detaylı

Herkes bir arayış içinde

Herkes bir arayış içinde Euzubillahimineşşeytananirracim Bismillahirrahmanirrahim Herkes bir arayış içinde Ayberk Efendi Berlin 2oo8 La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil Azim. Meded ya Sultanul Evliya, meded ya Şeyh Nazım

Detaylı

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu -KAPANIŞ KONUŞMASI- M. Recai KUTAN 7 Kasım 2014 I. DÜNYA SAVAŞININ 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI

Detaylı

135 yýlý geride býrakan köklü bir mizah dergisi geleneðine sahibiz, ama mizah dergilerimiz

135 yýlý geride býrakan köklü bir mizah dergisi geleneðine sahibiz, ama mizah dergilerimiz Cihan Demirci Damdaki Mizahçý Mizah Dergilerimizde Yazýnýn Serüveni 135 yýlý geride býrakan köklü bir mizah dergisi geleneðine sahibiz, ama mizah dergilerimiz epeyce bir süredir dergilerinde mizah öyküsü

Detaylı

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? EVLENİRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ? Peygamber (sav) Efendimiz den Abdullah ibn-i Ömer RA ın bir hadisini bu münasebetle hatırlayalım, duymuşsunuzdur: (Lâ tenkihun-nisâe

Detaylı

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP: SORU : Yediemin deposu açmak için karar aldım. Lakin bu işin içinde olan birilerinden bu hususta fikir almak isterim. Bana bu konuda vereceğiniz değerli bilgiler için şimdiden teşekkür ederim. Öncelikle

Detaylı

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım.

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım. ABUZER KARA 1.Kendinizi tanıtırımsınız. Ben Abuzer Kara 1961 Samsat doğumluyum.ilk ve orta öğrenimimi Samsat ta bitirdim.19 82 yılında evlendim.1983-1984 Yılları arasında askerlik görevimi ifa ettim.1987

Detaylı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

1933 Üniversite Reformu. ve «Tematik Üniversite» İhtiyacı. Durmuş Demir. İYTE Fizik Bölümü

1933 Üniversite Reformu. ve «Tematik Üniversite» İhtiyacı. Durmuş Demir. İYTE Fizik Bölümü 1933 Üniversite Reformu ve «Tematik Üniversite» İhtiyacı Durmuş Demir İYTE Fizik Bölümü 1 Haziran 1453: Sultan Mehmed, Ayasofya ve Pontokrator manastırlarını medreseye çevirtir; önde gelen bilim insanları

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri 19. yy da Osmanlı ve Bizans hakkındaki araştırmalar ilerledikçe benzerlikler dikkat çekmeye başladı. Gibbons a göre Osm. Hukuk sahasında

Detaylı

BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM

BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM Prof. Dr. Cazim HADZİMEJLİS* BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM Osmanlıların Balkanlarda çok büyük bir rolü var. Bosna Hersek te Osmanlıların çok büyük mirası

Detaylı

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67) KOCAER 1 Tuğba KOCAER 20902063 KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA... Hepsi için teşekkür ederim hanımefendi. Benden korkmadığınız için de. Biz ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya...

Detaylı

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi BÝRÝNCÝ BÖLÜM 1 Dünya döndü Son ders zili çalýnca tüm öðrenciler sevinç çýðlýklarý atarak okulu terk etti. Ýkili öðretim yapýlýyordu. Sabahçýlar okulu boþaltýrken, öðleci grup okula girmeye hazýrlanýrdý.

Detaylı

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!.. BABAN GELİRSE ÇAĞIR BENİ OĞUL.. Çanakkale destanının 99. yıl dönümünü yaşadığımız günlere saatler kala yine bir Çanakkale k ahramanının hikayesiyle karşınızdayım.. Değerli okuyucular; Hak için, Hakikat

Detaylı

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar Samed Behrengi Sevgi Masalı Çeviren: Songül Bakar Samed BEHRENGİ Azeri asıllı İranlı yazar Samed Behrengi, 1939 da Tebriz de doğdu. Öğretmen okullarında öğrenim gördükten sonra Tebriz Üniversitesi İngiliz

Detaylı

Murabaha Nedir? Murabahalı Satış Ne Demek?

Murabaha Nedir? Murabahalı Satış Ne Demek? Murabaha Nedir? Murabahalı Satış Ne Demek? Murabaha Nedir sorusuna lügâvi manasında cevap çok kısa olabilir ama burada daha çok günümüzdeki fiilî durumunu ele almak faydalı olacak. Bahse konu yöntemden,

Detaylı

NAFAKA. Nafakasının yiyecek sınıfları ekmek veya un, tuz, yağ, sabun, odun ve her ihtiyaçta kullanılmak üzere laz

NAFAKA. Nafakasının yiyecek sınıfları ekmek veya un, tuz, yağ, sabun, odun ve her ihtiyaçta kullanılmak üzere laz NAFAKA 1 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Hind, kendisini boşayan kocasından hamile olduğunu ifade edip, gebelik Açıklama: Kadın ister fakir isterse zengin olsun, ister Müslüman isterse ehl-i kitaptan bulunsun,

Detaylı

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders Dr. İsmail BAYTAK HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları Hristiyanlarca kutsal sayılan Hz. İsa nın doğum yeri Kudüs ve dolayları, VII. yüzyıldan beri Müslümanlar ın elinde

Detaylı

İstanbul Teknik Üniversitesi hakkında kanun : Kanun No: 4619 Kabul tarihi: 12/7/1944

İstanbul Teknik Üniversitesi hakkında kanun : Kanun No: 4619 Kabul tarihi: 12/7/1944 hakkında kanun : Kanun No: 4619 Kabul tarihi: 12/7/1944 Madde 1 - İstanbul Yüksek Mühendis Okulu, bütün hak ve vecibeleriyle birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi olarak bu kanun hükümlerine göre teşkilatlandırılmıştır.

Detaylı

Sultanım, müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini dolaşıp, mevcut suları bir inceleyeyim!.

Sultanım, müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini dolaşıp, mevcut suları bir inceleyeyim!. HEY GİDİ KOCA SİNAN.. MEKANIN CENNET OLSUN!.. Kanuni Sultan Süleyman devri.. O vakitler İstanbul da su sıkıntısı var.. Problemi çözmek için Sultan Süleyman, Mimar Sinan ı makama çağırır ve Mimarbaşı, milletin

Detaylı

MehMet Kaan Çalen, 07.04.1981 tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı. 2004 yılında Trakya

MehMet Kaan Çalen, 07.04.1981 tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı. 2004 yılında Trakya ÖTÜKEN MehMet Kaan Çalen, 07.04.1981 tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı. 2004 yılında Trakya Üniversitesi, Tarih Bölümü nden mezun oldu. 2008 yılında

Detaylı

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Meskenlerin Haiz Olacakları Sağlık Şartlarına Ait Talimatta bu şartlarla ilgili hususlar belirtilmiştir.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Meskenlerin Haiz Olacakları Sağlık Şartlarına Ait Talimatta bu şartlarla ilgili hususlar belirtilmiştir. Meskenler ve Umuma Mahsus Binalar Sağlığı Hakkında Genelge Tarihi:01.05.2000 Sayısı:5844-2000/33 T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü SAYI : B100TSH0100005-5844 KONU : Meskenler

Detaylı

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır Tevafuk birbirine denk gelmek, birbiriyle uygun vaziyet almak demektir. Tevafuklu Kur anda tam 2806 Allah lafzı pek az müstesnalar

Detaylı

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük YURDUMUZUN İŞGALİNE TEPKİLER YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 19.yy.sonlarına doğru Osmanlı parçalanma sürecine girmişti. Bu dönemde

Detaylı

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17 İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ... 15 MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17 SAFAHAT TA DEĞERLERİMİZ... 41 Adâlet... 43 Adamlık... 47 Ahlâk... 50 Azim... 42 Birleştiricilik...

Detaylı

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ. EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ www.almuwahhid.com 1 Müellif: Şeyhu'l-İslam İbni Teymiyye (661/728) Eser: Mecmua el-feteva, cilt 4 بسم هللا الرحمن الرحيم Selefin, kendilerinden sonra gelenlerden daha alim, daha

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri İstanbul un fethinden sonra Osm. İmp nun çeşitli kurumları üzerinde Bizans ın etkileri olduğu kabul edilmektedir. Rambaud, Osm. Dev.

Detaylı

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri) ARAŞTIRMA ALANLARI 1 Kur an İlimleri ve Tefsir Kur an ilimleri, Kur an tarihi, tefsir gibi Kur an araştırmalarının farklı alanlarına dair araştırmaları kapsar. 1. Kur an tarihi 2. Kıraat 3. Memlükler ve

Detaylı

Devre : X. îçtima: 3 S. SAYISI :

Devre : X. îçtima: 3 S. SAYISI : Devre : X. îçtima: 3 S. SAYISI : 225 Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Cumhuriyeti arasında imzalanan Kültür Mukavelesinin tasdiki hakkında kanun lâyihası ve Hariciye ve Maarif encümenleri mazbataları (1 /678)

Detaylı

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Maruf Vakfı Genel Merkezinin Açılışına Katıldı. Maruf Vakfı Genel Merkez açılışı, Vakfımızın Zeytinburnu ndaki merkezinde

Detaylı

Umûr-ı mâliyede cüz î bir şüpheyi bile ta yîb eder. Askerî muhârebeye davet eyler.

Umûr-ı mâliyede cüz î bir şüpheyi bile ta yîb eder. Askerî muhârebeye davet eyler. 208 209 Metin 3 Nâmûs: Nâmûs, hoş-bû çiçeklerin özü gibi fazîletlerin esâsıdır. O mertebe nâziktir ki en hafif en ufak bir leke bile parlaklığını izâle edebilir. Hayat, cism-i insana nasıl lâzım ise rûh

Detaylı

Asr-ı Saadette İçtihat

Asr-ı Saadette İçtihat Mehmedkirkinci.com Asr-ı Saadette İçtihat Sual: Hazret-i Peygamber zamanında içtihat yapılmış mıdır? Her güzel şey, her hayır Nebi ler eliyle meydana geldiği gibi, küllî bir hayır olan içtihadı da ilk

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı Haziran 17, 2016-1:22:00 Başbakan Yıldırım, "Terör örgütünün telkinlerine gençlerimiz asla ve asla itibar etmesinler. Onlar bizim

Detaylı

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri, MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI 09.09.2017, LONDRA Sayın Büyükelçim Abdurrahman Bilgiç, Değerli Yönetim Kurulu Üyelerimiz İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri, Değerli MÜSİAD Üyeleri

Detaylı

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMİ BİR DERS Genç adam evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı

Server Dede. - Server baba şu Bektaşilerin bir sırrı varmış nedir? Diye takılır, sula sorarlardı.

Server Dede. - Server baba şu Bektaşilerin bir sırrı varmış nedir? Diye takılır, sula sorarlardı. Server Dede Sultanahmet Meydanı nda Tapu ve Kadastro Müdürlük binasının arka tarafına geçerseniz, bir incir ağacının altında 1748 tarihli enteresan bir mezar görürsünüz. Mezarın baş kitabede buradan yatan

Detaylı

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A. 2012-2013 Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A. 2012-2013 Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı 2012-2013 Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı AÇIKLAMALAR 1. Soruların cevaplarını kitapçıkla birlikte verilecek optik forma işaretleyiniz. 2. Cevaplarınızı koyu siyah ve yumuşak bir kurşun kalemle

Detaylı

AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK.

AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK. VE İMTİSALİN HÜLASASI BASİRET TESLİM OLUP İTAAT ETMEK. ANLAYIŞ İMTİSAL: AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK. UYMAK. MUVAFAKAT VE MUTABAKAT ETME.KENDİ KANUNİYETİNİ ORTADAN KALDIRARAK ONUN SURETİNE GİRMEK.YANİ:

Detaylı

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ BAKİ SARISAKAL SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ 1880 yılının başında Samsun da açıldı. Üçüncü Ordu nun sorumluluğu altındaydı. Okulun öğretmenleri subay ve sivillerdi. Bu okula öğrenciler

Detaylı

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com Acele karar vermeyin Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanıyormuş. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını

Detaylı

Ali Rıza Malkoç. - şiirler - Yayın Tarihi: 6.8.2005. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ali Rıza Malkoç. - şiirler - Yayın Tarihi: 6.8.2005. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 6.8.2005 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir. Şiirlerin

Detaylı

Program. AÇILIŞ 15 EKİM 2014 10:00-12:00 İstanbul Üniversitesi Cemil Bilsel Konferans Salonu

Program. AÇILIŞ 15 EKİM 2014 10:00-12:00 İstanbul Üniversitesi Cemil Bilsel Konferans Salonu Program AÇILIŞ 15 EKİM 2014 10:00-12:00 İstanbul Üniversitesi Cemil Bilsel Konferans Salonu TEBLİĞLER 15-17 EKİM 2014 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Konferans Salonları KAPANIŞ OTURUMU 17 Ekim

Detaylı

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Yusuf Yeşilkaya www.yusufyesilkaya.com yusufyesilkaya@gmail.com 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul Çemberlitaş ta dünyaya gelen Necip Fazıl, hem kültürlü hem de varlıklı bir ailenin çocuğudur. Dört-beş yaşında

Detaylı

Ticaret Tabi Maddeler ve Bu Maddelerin

Ticaret Tabi Maddeler ve Bu Maddelerin Ticaret Tabi Maddeler ve Bu Maddelerin veya Tescili Yönetmelik 8.1.2005 25694 SAYILI GAZETE BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Amaç Madde 1 Bu hangi maddelerin ticaret ve zorunlu en az tespitine ve borsaya

Detaylı

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( ) (1874-1931) Servet-i Fünun akımının önemli romancılarından biri olan Mehmet Rauf, 1875 de İstanbul da doğdu. Babası Hacı Ahmet Efendi, bir sağlık kurumunda çalışan bir memurdu. Önce Balat ta ki Defterdar

Detaylı

SELANİK SEREZ 1913 BAKİ SARISAKAL

SELANİK SEREZ 1913 BAKİ SARISAKAL SELANİK SEREZ 1913 BAKİ SARISAKAL SELANİK SEREZ 1913 Yunanlıların, Bulgarlar karşı icra etmekte oldukları hareketi askeriye neticesinde duçar oldukları kuvvetli zayiat ve binlere baliğ olan mecruhları

Detaylı

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Otur, hanım otur. Allah aşkına bir otur. Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun. Ahmet: Allah aşkına bir otur hanım. Sabahtan beri dolaşmaktan ayaklarımın

Detaylı

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti Mektub-u Attar Muhammed İlyas Kadiri Razavi tarafından tüm İslami Erkek Kardeşlerine ve İslami Kız Kardeşlerine, Medaris El Medine ve Camiat El Medine nin erkek öğretmenler, erkek öğrenciler, kadın öğretmenler

Detaylı

20 Derste Eski Türkçe

20 Derste Eski Türkçe !! 20 Derste Eski Türkçe Ders Notları!!!!!! Cüneyt Ölçer! !!! ÖNSÖZ Türk Nümismatik Derneği olarak Osmanlı ve İslam paraları koleksiyoncularına faydalı olmak arzu ve isteği île bu özel sayımızı çıkartmış

Detaylı

Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831)

Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831) Takvim-i Vekayi Gazetesi (1831) Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde 1831 de yayınlanmaya başlanan ilk Osmanlı Türk gazetesidir. Haftalık olarak yayınlanan ve Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Ermenice,

Detaylı

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son 10-11 senesinde bizim de katkılarımızın olması bizi her zaman çok mutlu ediyor çünkü Avrupa da yaşayan

Detaylı

AKTAY TURİZM YATIRIMLARI VE İŞLETMELERİ A.Ş. ANASÖZLEŞME TADİL TASARISI

AKTAY TURİZM YATIRIMLARI VE İŞLETMELERİ A.Ş. ANASÖZLEŞME TADİL TASARISI AKTAY TURİZM YATIRIMLARI VE İŞLETMELERİ A.Ş. ANASÖZLEŞME TADİL TASARISI ESKİ METİN YÖNETİM KURULU VE SÜRESİ: Madde 7: Şirket işlerinin idaresi, genel kurul tarafından, hissedarlar arasından en çok üç yıl

Detaylı

NECİP FAZIL KISAKÜREK

NECİP FAZIL KISAKÜREK NECİP FAZIL KISAKÜREK NECİP FAZIL KISAKÜREK kimdir? Necip fazıl kısakürekin ailesi ve çocukluk yılları. 1934e kadar yaşamı 1934-1943 yılları hayatı Büyük doğu cemiyeti 1960tan sonra yaşamı Siyasi fikirleri

Detaylı

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir. 1- Ramazan ayının birinci gecesi kılınacak namaz: Bu gecede bir kimse 2 rekat namaz kılsa, her rekatta da KADİR SÜRESİNİ okursa; ALLAHÜ Teâlâ ( cc ) o kişiye 3 türlü kolaylık verir. Bu ay içinde orucu

Detaylı

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf) Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf) Her uzun yol bir adımla başlar. Olmasını istediğimiz her şey uzun

Detaylı

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır. 16.MEKTUP MEVZUU : Uruc, (yükselme) nüzul (iniş) ve diğer hallerin beyanı.. NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır. Taleb babında en az duranlardan birinin arzuhalidir.

Detaylı

HARUN REŞİT İLE BEHLÜL DÂNA Cuma, 18 Haziran :37

HARUN REŞİT İLE BEHLÜL DÂNA Cuma, 18 Haziran :37 Her dinin ve inancın kendine has milli ve manevi değerler vardır. Bu milli ve manevi değerler çeşitlilik arz eder. Bu değerlerden bir tanesi de şahıslardır. Her din ve inanç sistemi varlığını devam ettirebilmek

Detaylı

Sami Paþazade Sezai Kedi Öykülerinin En Güzelini Yazdý

Sami Paþazade Sezai Kedi Öykülerinin En Güzelini Yazdý Ö m e r A y h a n Sami Paþazade Sezai Kedi Öykülerinin En Güzelini Yazdý Tanzimat edebiyatýnýn düzyazý yazarlarý, öyküden çok romana eðilmiþ, öykü türündeki verimleri, neredeyse romana yaklaþan oylumlarýyla

Detaylı

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN 2011 PAZARTESĐ SAAT- 07:42 Sahne - 1 OTOBÜS DURAĞI Otobüs durağında bekleyen birkaç kişi ve elinde defter, kitap olan genç bir üniversite öğrencisi göze çarpar. Otobüs gelir

Detaylı

İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular.

İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular. Müminlerin annesi... İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular. Hazret-i Meymune, Hazret-i Abbas ın hanımı Ümm-i Fadl ın kızkardeşi idi. İlk

Detaylı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz. Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır. Ataullah İskenderî Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarf edilirse fayda veriri; gerektiğinden fazlası ise zarara neden olur. Amr bin As Sadece

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÎLE FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARASINDA 16 ŞU BAT 1952 TARİHÎNDE ANKARA'DA AKDEDİLMİŞ OLAN TİCARET ANLAŞMASINA EK PROTOKOL

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÎLE FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARASINDA 16 ŞU BAT 1952 TARİHÎNDE ANKARA'DA AKDEDİLMİŞ OLAN TİCARET ANLAŞMASINA EK PROTOKOL -. '. ' J ı 156 16 Şubat 1952 tarihli Türkiye Batı - Almanya Ticaret ve ödeme Anlaşmalarına Ek 21 Aralık 1954 tarihli Protokollerle Ekleri Mektupların Tasdikine dair Kanun (Resmî Gazete ile ilâm.- 2.II.

Detaylı

Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları Videosu Pazartesi, 29 Haziran :54 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :12

Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları Videosu Pazartesi, 29 Haziran :54 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :12 TÜRK EDEBİYATINDAN ŞİİRLER Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları Videosu Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları MEHMET AKİF VE ÇAĞDAŞ BİLİM Bilim, hayat ve kainatın uyduğu kanunları araştırıp

Detaylı

Fotobiyografi AHMET MİTHAT EFENDİ. AHMET MİTHAT (İstanbul, 1844-28 Aralık 1912)

Fotobiyografi AHMET MİTHAT EFENDİ. AHMET MİTHAT (İstanbul, 1844-28 Aralık 1912) AHMET MİTHAT (İstanbul, 1844-28 Aralık 1912) Coşkun ve Mehmet Cevdet imzalarını da kullandı. Annesi Nefise Hanım 1829'da Kafkasya'dan göç etmek zorunda kalmış bir Çerkez ailenin kızıdır. Babası Anadolu'dan

Detaylı

KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN

KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN 3287 KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN Kanun Numarası : 7478 Kabul Tarihi : 9/5/1960 Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 16/5/1960 Sayı : 10506 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 3 Cilt : 41 Sayfa : 1019 Kanunun

Detaylı

UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders

UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders XIX. YÜZYIL ISLAHATLARI VE SEBEPLERİ 1-İmparatorluğu çöküntüden kurtarmak 2-Avrupa Devletlerinin, Osmanlı nın içişlerine karışmalarını

Detaylı

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun olduktan (1972) sonra bir süre aynı bölümde kütüphane memurluğu yaptı (1974-1978). 1976 da Türk

Detaylı

7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET. 1. A: Adın ne? B:... a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex

7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET. 1. A: Adın ne? B:... a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex 7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET ADI SOYADI: SINIF: TARIH:.. 1. A: Adın ne? B:. a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex 2. Senin adın ne? a) Benim adım Sana b) Senin adım Sana

Detaylı

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΣΧΟΛΙΚΗ ΧΡΟΝΙΑ: 2013-2014 Μάθημα: Τουρκικά Επίπεδο: Ε3 Διάρκεια: 2 ώρες Ημερομηνία:

Detaylı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu Hayallere inanmam, insan çok çalışırsa başarır Pelin Tüzün, Bebek te üç ay önce hizmete giren Şef makbul Ev Yemekleri nin

Detaylı

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam SÖZCÜKTE ANLAM 1 Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam BADEM AÐACI Ýlkbahar gelmiþti. Hava bazen çok güzel oluyordu. Güneþ

Detaylı

MADDE sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ilk fıkrası aşağıdaki şekilde

MADDE sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ilk fıkrası aşağıdaki şekilde 9 - Maliye Vekâleti kuruluş ve görevleri hakkındaki 99 sayılı Kanunun bâzı maddelerinin değiştirilmesine ve bu kanuna bâzı maddeler eklenmesine dair sayılı Kanunla sayılı Kanunun nci maddesinde ve sayılı

Detaylı

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan 2010 16:15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 4075. 1 / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan 2010 16:15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 4075. 1 / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden, Çemberlitaş taki dedesinin konağında büyüyen şair, Amerikan ve Fransız kolejlerinde başladığı ilk ve lise öğrenimini Deniz Lisesi nde tamamladı. İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü nü 1924 te bitirince

Detaylı

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý. Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý. Üstüne, günlerin yorgunluðu çökmüþtü. Bunu ancak oyunla atabilirdi. Caný oyundan

Detaylı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır. İslam çok yüce bir dindir. Onun yüceliği ve büyüklüğü Kur an-ı Kerim in tam ve mükemmel talimatları ile Hazret-i Resûlüllah (S.A.V.) in bu talimatları kendi yaşamında bizzat uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Detaylı

80 NOLU SÖZLEŞME. Bu tekliflerin, bir milletlerarası Sözleşme şeklini alması lazım geldiği mütalaasında bulunarak;

80 NOLU SÖZLEŞME. Bu tekliflerin, bir milletlerarası Sözleşme şeklini alması lazım geldiği mütalaasında bulunarak; 80 NOLU SÖZLEŞME MİLLETLERARASI ÇALIŞMA TEŞKİLATININ 1946 YILINDA MONTREAL DE AKDETTİĞİ 29 UNCU TOPLANTISINDA KABUL EDİLEN SON MADDELERİN DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA SÖZLEŞME ILO Kabul Tarihi: 19 Eylül 1946

Detaylı

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir. Hastalık ve Yolculukta: Eğer bir insan hasta ise ve yolcu ise onun için oruç tutmak Kur an-ı Kerim de yasaktır. Bazı insanlar ben hastayım ama oruç tutabilirim diyor veya yolcuyum ama tutabilirim diyor.

Detaylı

ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu.

ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu. PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu. 1976 da Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi nin yayın kurulunda görev aldı. 1981 de doktorasını

Detaylı

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin AŞKIN ACABA HÂLİ Varoluştan bu yana herhangi bir metoda uydurulup bu doğrultuda devam edilemeyen belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin hatlarla

Detaylı

İŞ MAHKEMELERİ KANUNU

İŞ MAHKEMELERİ KANUNU 2243 İŞ MAHKEMELERİ KANUNU Kanun Numarası : 5521 Kabul Tarihi : 30/1/1950 Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 4/2/1950 Sayı : 7424 Yayımlandığı Düstur : Tertip : 3 Cilt : 31 Sayfa : 753 Madde 1 İş Kanununa

Detaylı

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı On5yirmi5.com Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı Türkiye ve İstanbul çapında verilecek olan Yaz Kur an Kursu eğitimlerini İstanbul Müftü Yardımcısı Mehmet Yaman ile konuştuk Yayın Tarihi : 15

Detaylı