-Evladi Kervelayme, Be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto. (Evlad-i Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.)

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "-Evladi Kervelayme, Be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto. (Evlad-i Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.)"

Transkript

1 kızılbaş kasım 2011 sayı 8 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! -Evladi Kervelayme, Be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto. (Evlad-i Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.)

2 kızılbaş veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan av. birliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan adres: bergheimer str 51 D duisburg almanya tel: +49 (0) teknik dizayin: sakine polat kızılbaş ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğusahiplerine aittir. kızılbaş ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz. yayın tarihi: 15 kasım 2011 sayı: 8 yeni web sayfamız: kızılbaş ın eski sayılarını bize vereceğiniz adresinize pdf dosya olarak gönderebiliriz. kizilbas@gmx.net gönüllü katkı formu adı soyadı :... adres :... & tel :... ali ülger konto: BLZ: Sparkasse Duisburg 6 sayı sayı 50

3 kızılbaş - sayfa 3 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) PKK- MİT görüşmeleri sonrası taraflar arasında ki şiddetin yükselmesi görüşmede varılan uzlaşmanın ya da tersi durumun aynasıdır. Görüşen taraflar, yaptıkları müzakereleri kamuoyundan gizli tutmaları güven verici olmaktan da uzak. Çözüme, uzlaşmaya niyeti olan gizliliğe değil açıklığa, şeffaflığa ve katılıma kapıyı açık tutmalıdır. Keşke; PKK- MİT görüşmesinin tamamının tv ler yayınlasaydı. Çok hayırlı olur, çözüm yolunun kısalmasına da hayırlı katkıları olurdu kanısındayız. *** İngiliz cetveliyle çizilmiş Orta-Doğunun Müslüman aşiret diktatörlükleri sahipleri tarafından teker teker tasfiye ediliyor. ABD in başını çektiği yenilenme ve yeniden dizayna uymayan Orta- Doğu Müslüman diktatörlüklerinin tasfiyesi hayırlıdır. Mevcut aşiret diktatörlükleri, hükmettikleri coğrafyada demokratik muhtevadaki muhalefetlerin tümünü kanla ve şiddetle yok etmişlerdir. Yerli muhalif kaynakların tümünü kökünden kurutmuşlardır. Yeni bir bilinçle yeni muhaliflerin, yeni alternatiflerin oluşturulması gereklidir. ABD ve müttefik batılılar bu aşiret diktatörlüklerini kurdurdular, kullandılar ve ihtiyaç olmaktan çıkınca da tasfiye ettiler. Yeni oluşturulan geçiş hükümetlerinin geleceği pek açık görülmüyor!.. Orta-Doğu yerleşik halklarının hızla kendini yenileyip siyasette yerlerini almanın yollarını ve örgütlenmelerini üretmelidir. Demokratikleşmeye fiilen katılarak kendilerini ifade etmelidirler. Aksi takdirde kan ve gözyaşı hayatlarından hiç eksilmeyecektir. *** İsrail in İran a askeri müdahale önerisi tartışılıyor. İran ın nükleer silah üretme potansiyeli, hem İsrail e hem de dünyaya tehlike arz ediyor gerekçesiyle. Buraya kadar tamam da. Peki! Nükleer silahlara sahip olanlar var ve atom bombası kullanmış olan ABD var! Bunlar neden gündeme getirilmiyor ve bunlara neden karşı can cana ali ülger çıkılmıyor? Atom silahlarına sahip olanların atom bombasını kullanmayacaklarının garantisi ne? İran ın Atom silahı üretimine karşı çıkalım bu insanlık görevidir. Yalnız nükleer gücü olanların nükleer silahı üretimini durdurulması ve var olanların da imhası için ne yapılıyor? Atom silahlarının imhası ve üretiminin durdurulması için açık öneriler ve yaptırımlara ile yeni politikalar geliştirilmelidir!.. **** İsrail in İran a olası askeri müdahalesi çok geniş kapsamlı yeni bir savaşın başlangıcı olacaktır. TC böylesi bir durumda İsrail in yanında yer alabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Kürdistan ın çeperine füze kalkanı tesislerinin kurulması boşuna değildir. Yeni durumda at izinin it izine karıştığı ortamda TC Kürtlere karşı savaş kural dışı yöntemler ile Kürtlerin topyekun imhasına kalkışabilir. Aynen 1915 ve 1938 deki gibi!... Aklımızı başımıza almanın ve birazda kendimiz için düşünüp davranmamızın zamanı gelmedi mi? *** Kızılbaş kökenli Alevilerin, 20 yıllık dernek, federasyon ve vakıf örgütlenmelerinin açık muhasebesini yapmalarının zamanı geldi de geçiyor bile!... Dernek, federasyon ve vakıflar ile Kızılbaş kökenli Alevi meselemiz, ekonomik, demokratik ve siyasal sorunlarımız çözülemez!... Biz Kızılbaş-Alevilerin, var olan sorunlarımızın bilince çıkartılıp, çözümlerine filen katılmadan çözümün olmayacağının anlaşılması gerekir. Biz Kızılbaş-Aleviler, kendi öz örgütlenmemizi, kendi partimizi kurarak siyaset alanına çıkmalıyız. Bir taraf olarak, geleceğimiz için karar, yetki ve söz sahibi olmalıyız!... Nüfusumuz milyon olduğumuz tahmin ediliyor! milyon bile olsak ciddi bir sayı bu; Demokratik olan bir gazetemiz bile yok! Demokratik bir tv. yok! Demokratik olan bir radyomuz yok! Tek bir demokrat vekilimiz yok! Basit bir kütüphanemiz, arşivimiz, yayınevimiz yok iken Kızılbaş-Alevilik adına siyaset yürüten aydınlarımız(!) bu acı durumumuzdan rahatsız olmuyorlarsa ortada vahim bir şey olmalı!... Koçgiri - Dersim Soykırımlarının, fiili bedensel kırımların, binlercekatı asimilasyonun ürettiği tahribatların, kendimize yabancılaştırmaların derinliğinde aramalıyız bu durumun nedenlerini!... Koçgiri Desim soykırımını anlayabilmek için 1915 Ermeni Soykırımını olduğu gibi doğru algılamakta yatar siyaset!.. Bugünü anlamakta!.. Kızılbaşlığımızın, milli kimliğimizden önce binlerce yıllık tarihsel kökleri var. Kızılbaşlığımızı Milli kimliğimizi tabi kılmadan, milli kimliğimizi de Kızılbaşlığımıza tabi kılmadan, her tür farklılıklarımız ile barış içinde dayanışarak siyasallaştırıp geliştirebilirsek geleceğimizi paylaşabilir ve başarıya ulaşabilir ve demokratik toplumun önemli bir parçası haline gelebiliriz... - Kızılbaşlığımız Zaza olmamızın önünde engel değildir! - Kızılbaşlığımız Türkmen olamızın önünde engel değildir! - Kızılbaşlığımız Kürt olmamızın önünde engel değildir! - Zazalığımız Kızılbaş olmamızın önünde engel değildir! - Türkmen olmaamız Kızılbaş olmamızın önünde engel değildir! - Kürt olmaamız Kızılbaş olmamızın önünde engel değildir! Ne milli kimliğimizi, ne de Kızılbaş kimliğimizi bir birine dayatmadan siyaset yapmayı başarmalıyız! /38 soykırımlarında ve direnişlerinde hayatlarını kayıpeden tüm canlarımızın anıları önünde sayğıyla egiliyoruz. Can Cana!

4 kızılbaş - sayfa 4 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Evladı Kervelayme, be gunayime, Ayvo Zulumo, Cinayeto (Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zülümdür, cinayettir) Atatürk gelmeden Seyit Rıza idam edilecekti T. Cılızoğlu Ben sizin yalan ve hilelerinizle başedemedim bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde egilmedim bu da size dert olsun İhsan Sabri Çaglayangilin Anıları: Yıl 1937 Şükrü Sökmensüer, Atatürk döneminin ünlü emniyet müdürlerinden, birgün beni çağırdı: Atatürk Diyarbakırda, Singeç köprüsünü açmaya gidecek dedi. O tarihte Seyit Rıza, Dersimin Kürt lideri. Aynı zamanda Peygamber sülalesinden geliyor kendisi. Seyit Rıza nın bir de dini vasfı var. Fırat, Şeytan köprüsü (1) denen mevkide dört metreye kadar daralır. Derinliği de deniz gibidir. 17 metre olur. Burada bir köprü yapmışlar, Köprünün başında bir karakol, Karakolda da 33 askerimiz var. Askerlerin başında İsmail Haki adinda bir yedek tegmen. Yani ihtiyat Mulazim. Köprüye Dersimliler bir baskın düzenliyor. Baskında karakol yakılıyor ve 33 askerimizde şehit ediliyor. İşte bu olay Dersim isyanının başlamasıdır. Atatürk olayla ilgileniyor ve ilgililere kesin talimat veriyor. bu meseleyi kökünden hallediniz diye. Elazığ da o dönem Muffetişi Umum-i Abdurahman Doğan paşa var.(2) Malatya Emniyet müdürlüğünden bir buçuk ay kadar önce Ankara ya tayin edilmiştim. Vali İbrahim Etem Akıncı, şovalye çeteci bir adam. Demirci efe ile birlikte kurtulus savaşında çete kurmuş biri. Vali vekalete şifre çekmiş. emniyet müdürüm Ankara ya tayin edildi, biz Elazığa gidip Dersim harekatını birlikte görmek istiyoruz diye. O zaman bu isyan olayı ile ilgili türlü rivayetler var. Uzatmayalım biz Ankara dan müsaade istihsal, vali Akıncı ile birlikte Elazığ a varıyoruz. Müffetişi umumi Abdurrahman paşanın misafiri oluyoruz. İsteğimizi kendisine anlatıyoruz! Dersim harekatını incelemek istiyoruz. Paşa bize iyi ki geldiniz, bende yarin orada bir mevkiye gideceğim. Onbeş gün once tercüman aracılığıyla aşiretlerle konuştum. Kendilerine aşiretlerin başı olan kişileri teslim ederseniz harekatı durduracağız, barış yapacağız dedim. Yarın da son gün. Gideceğimiz mevki biraz tehlikeli. Ne olacağı belli olmaz. İsterseniz sizide alabilirim dedi. Yemek yedik. Zeytinyağlı sıcak bir yemek. Ben alışkın değildim. Hastalandım. Ateşim 38. Ama olayı kaçırmak istemiyorum. Hasta hasta önceden belirlenen harekat sahasına varmak için yola çıktık. Önümüzde ve arkamızda birer kamyon. Biz ortadayız. Kamyonun birinde askerler var. Diğerinde fırından yeni çıkmış sıcak ekmekler. Yollar devriye dolu. Devriyeler mevzilenmiş. Bu arada devriyeler bize ateş açtı. Önlendi. Gelecegimiz yere geldik. Yüksek bir yerden asağıya indik. İndigimiz yere silahlı askerler dizildi. Abdurrahman Paşa muhtemel bir pusuya karşı önlemler aldırmıştı. Benim yanımda fotoğraf makinası var. Bir süre bekledik. Ortalarda kimseler yok. Bağırıp çağırdık bir tercüman çıktı ortaya. Abdurrahman Paşa: -Geldiniz mi, dedi. -Geldik, dediler. Ortaya göğsü bağrı açık, uzun boylu levent adamlar çıktı. Abdurrahman paşa gelenlere çuvallarla ekmeği dağıttı. Açtılar. Hemen ekmekleri kırıp yemeğe başladılar. Kalanları koyunlarina soktular. Paşa onlara sordu: -Listede yazılı olanları getirecek misiniz? -Uç kişi hariç on iki kişiyi getireceğiz dediler. Abdurrahman Paşa: olmaz dedi. Onlar da son derece kararlı bir biçimde: -Paşam ne edek, olmazsa olmaz dediler. Asiler dağlara sığınmışlar. Bir mavzerle bir alayı durdurur. Paşa onlara biraz sert: Devletle baş edemezsiniz! dedi. Ve ekledi. -Niçin teslim etmiyorsunuz? İçlerinden en uzun boylu olanı öne çıktı: -Bir kadının tek kocası olur. Şimdi siz hükümetsiniz. Askeriniz var. Bugün buradasınız. Şunları size veririz, alır gidersiniz Biz yarin yine onların eline kalırız. Bunlar, bu ağalar bizim kulumuzu aittirler. Siz Dersim e giremiyorsunuz. Jandarmanızı sokamıyorsunuz Abdurrahman Paşa durdu. Düşündu. Sonra tercümana şunları söyledi: -Ben Kastamonuluyum. Kastamonu - nun tarihini bilir misiniz? Şehrin ortasında bir nehir akar. Etraf birdenbire dağ gibi meyillenir. Vaktiyle bir tarafında Kastlar, öte tarafında tumanlar varmış. Şehri bunlar kurmuş. Bunun için KASTUMAN demişler. Kelime zamanla Kastamonu olmuş. Sizin aşiretinizde bu gun DEMENAN. Siz benim akrabamsınız. Atalarımız bir yerde buluşurlar. Yapmayın. Size onbeş gün daha izin vereyim. Gidin ve onbeşgün sonra bu listedekileri getirin dedi O listede Seyit Rıza da var. Ve teslim etmeyecekleri üç kisiden biri de Seyit Rıza. Bende bu olayın resimlerini çektim. Erkan-i Harp, Kurmay Albay Neşet bey, Çanakkale valisi olduğumda, bu zatı Çanakkale gornizon kumandanı olarak buldum. Asilerle

5 kızılbaş - sayfa 5 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) konuşmaktan döndüğümüzde Neşat Albay bize: Bu işleri hep Seyit Rıza yapıyor, Seyit Rıza Peygamber sülalesinden değil. Kendisine Kuçükken hastalık gelmis. Ailesine demişler ki, bunu kundağıyla kiliseye götürün bırakın, sabahleyin alın bir şeyi kalmaz. (3) Denileni yapmışlar. Bırakıp sabahleyin almışlar. Rivayete gore çocuklar değişmiş. Neşat Paşa iddia ediyorki Seyit Rıza peygamber sülalesinden değil. Seyit Rıza büyümüş. Şeytan köprüsünu yıkmış. Dini lider olmuş. Kürtlerin başına geçmiş. Dersim isyanını idare ediyormuş. Bu olaylardan sonra Ankara ya döndüm. Onbes günlük ikinci müddet bitmiş, Abdurrahman Paşaya listedekileri teslim etmemişler. Aradan aylar gecti. Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İste bu sırada Ataturk Diyarbakır daki yeni yapılan Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Elazığ a da gelecek karayoluyla Singeç köprüsüne geçecek. Emniyet genel müdürü Şükrü Sökmensuer bey bana diyordu ki Atatürk Singeç Köprüsünü açmaya gidecek. Dersim harekati bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığa dolmuş. Atatürk ten Seyit Rıza nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Buna meydan vermeyelim yılında resmi tatil günü cumartesi öğleden sonra, Atatürk pazartesi günü Elazığ a gelecek. Bizden istenilen asılacak asılsın ve Atatürk ün karşısına beyaz donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ valisi Şefik Bey, Savcı Hatemi Senihi bey, Emniyet Müdürü Serezli İbrahim bey, Savcı yardımcısı arkadaşım, Şükrü Sökmensuer, Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden, sivillerden istediğini yanına al. Atatürk ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığa vardım. Emniyet Müdürü İbrahim beye gittim. Savcı için kuraldışı bir şey yapmaz, mümkun değil dedi. Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bana bu konuda hükümetten de şifre aldığını, ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu, tatilde sonuç almanın mümkün olmadığını bildirdi. Ve ekledi. ben de mahkemeleri etkileyemem. Oysaki biz Atatürk gelmeden önce mahkemenin kararını vermesini ve gereğinin yapılmasını, Atatürk geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için hükümet tarafından buraya gönderilmiştim. Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana sen valiye söyle, savcı gitsin, rapor alsın. Ben senin istediğini yaparım dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hakiminin evine gittim. Gittiğimde hakim mahkemenin aldığı kararı evinde yazıyordu. Hakimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldu. Devir CHP devri. Herkes çekiniyor. Hakim bana: Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak pazartesi günü mahkemeyi toplar kararı veririz. Salı günü de idam hukümlerini yerine getiririz dedi. O zaman dördüncü bölgede temyiz hakkı yoktu. Abdurrahman paşa sıkı yönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek kişi idi. O da Yukarıdaki karar tasdik olunur demiş basmış boş kağıda imzasını. Yukarıya Abdurrahman Paşanın idami diye yazsanız kendisi idam edilirdi. Hakime dedi ki: Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hasil olmuyor ki. Hakim Başkaca bir şey yapılamaz diyerek kestirdi attı. Bende kendisine sordum: -Sizin saat beşten sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu? -Oooo, çok oluyor cevabını verdi. -Eee sonradan beş saat ihlal ediyorsunuz da, baştan beş saat ihlal etseniz olmuyor mu? Yani pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. -Elektrikler kesiliyor dedi, hakim. Ona çare bulduk. Otomobil farlarıyla hapishaneyi aydınlatırız. Halkevine lüksler koyarız. Hakim bu defa : Samiin yok, dedi Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. -Kaç kişi asılacak? -Onu karardan önce soyleyemem dedi. Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. -Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? -Bilmem dedi. Ceza infazi kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12:00 de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık Mahkemenin 72 sanığı vardı. Sey Rizanin babasi Sey Ibrahim,Wusif Aga ve oglu BENİ ASMAYA MI GELDİNİZ? Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi Peki dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıkladı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çesitli hapis cezalarına çarptırılmıştı. Kararlar okununca sanıklar ilk anda anlamadılar. İdam tunne diye bir velvele koptu. Biz Seyit Rıza yı aldık. Otomobilde benimle polis müdürü İbrahim in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza Sehpaları görunce durumu anladı. -Asacaksınız; dedi ve bana döndü. Sen Ankara dan beni asmak için mi geldin? Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. -Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi. Bu sırada Fındık Hafız asılırken görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız ın idami bitti. Seyit Rıza yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi, sessizliğe ve boşluğa

6 kızılbaş - sayfa 6 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Sabiha Göksenin Anlatimi: hitabetti. -Evladi Kerbelayimi, Be gunayimi, Ayibo Zulimo, Cinayeto. (Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir.) dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu.infazini kendisi yaptı. Hayatı Hakkında Kısaca: Seyid Rıza (1862 ) de Dersim de Lirtik koyunde doğdu ancak doğum tarihi kesin bilinmiyor de idam edildiğinde, yetmisbes yaşından küçük olmadığı seksenin üzerinde olduğu söylenir. İlerlemiş yaşı, yasalara göre idamına engeldir. Yaşı küçültülür ve öyle idam edilir. Seyit Rıza nın bu yaş küçültme davasında şöyle bir olay yaşanır: Muhundulu Sey Uşen (Hüseyin Doğan), Seyit Rıza nın yaşını belirleme davasında tanık olur. Tanık Seyit Rıza nın yaşının küçük olduğunu söyler. Dava yargıcı, yaşı küçültülen Seyit Rıza ya, tanık beyanına bir itirazının olup olmadığını sorunca, Seyit Rıza, işlemin bir formalite olduğunu anlar, yargıca şu düşündürücü yanıtı verir: -Tanık, benim büyük oğlumdan iki yıl küçüktür. Oğlumdan küçük biri yaşımı belirler ve yasa da bunu kabul ediyorsa, benim itirazım olmaz. Seyit Riza Dersim in ileri gelenlerinden Seyit İbrahim in oğludur. Seyit İbrahim eğitimini Nuri Dersimi nin atalarından Mehmet Ali Efendi den gördü. Seyit Rıza, Seyit İbrahim in dört erkek çocuğunun en küçüğü idi. Babasınin ölümünden sonra asiretin basina gecer. Seyit Rıza Şix Hesenu aşiretinin Yukari Abbasan koluna mensupdu. İki arkadaşı ile birlikte Erzincan yoluna düşen Seyid Rıza Fırat nehri üzerindeki köprüden geçtikten sonra köprünün karşı tarafında kurulu olan asker çadırındaki askerler tarafından iki arkadaşıyla beraber 5 Eylül 1937 de tutuklanır. Daha sonra beraberinde tutuklanan Rizê Berti ve Sekina nın çobanı, Seyid Rıza nın yanındaki arkadaşlarını kurtarmak için onların köylerinin çobanları olduğunu söyler,arkadaşlarınında aynı doğrultuda ifade vermeleri yüzünden her ikiside serbest bırakılırlar. Seyid Rıza ve 71 yurtsever Elazığ da yargılandı. Mahkeme heyeti 11 kişi hakkında idam kararı verdi ama çok yaşlı oldukları gerekçesiyle 4 ünün cezası 30 yıla indirildi. Seyid Rıza, Seyid Rıza nın oğlu Resik Hüseyin, Şeyhan aşireti reisi Seyid Hüsen, Yusufan aşireti reisi Kamer in oğlu Fındık, Demenan aşireti reisi Cebrail in oğlu Hasan, Kureyşan aşiretinden Ulkiye oğlu Hasan, Mirza Ali nin oğlu Ali hakkında verilen idam kararları 15 Kasım da apar topar infaz edildi. Seyid Rıza ile isyanın önderi konumundaki 11 kişi 18 Kasım 1937 de Elazığ ın Buğday Meydanı nda asıldılar. Kizinin resmi olmayan yerlerden aldığı bir duyuma göre cenaze; infazın ardından Elazığ merkezdeki Holfenk Köyü civarında bulunan Kireçocağı Mevkii ne defnedildi. Başka bir duyuma göre ise defin yeri, Elazığ merkezdeki Tren İstasyonu yakınında bulunan Yolçatı Mevkii. çağlayangilin desim kırımıyla ilgili seskayıtının adresi: izle/ihsan-sabri-caglayangil-inses-kaydi Daha çok Atatürk ün manevi kızı ve ilk kadın pilot olarak bilinen Sabiha Gökçen, Dersim isyanı ile doğrudan bağlantılı bir şahıstır. En önemli marifeti ise dersimin, köylerinin kadın, çocuk demeden bombalanmasıdır. Günümüzde bir havaalanına da adı verilen Sabiha Gökçen, Dersim in bombalanması ile ilgili olarak, Eskişehir de Tayyare Alayı nda staj gördüğüm günlerden birinde uçuştan indiğimde bölükteki fevkaladelik dikkatimi çekti. Hemen sordum. Bizim bölüğün Dersim Harekatı na katılma emrinin geldiğini söylediler. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı. ( ) Bu bakımdan ben daha birşey söylemeden Atatürk konuşmaya başladı. ( ) Bak Gökçen, seni çok takdir ederim. Orada da görevini başaracağına inancım tam. Ancak çarpışacağın insanların eline düşersen, sana fena muamele etmelerinden korkarım. Buna çok üzüleceğimi bilirsin. Ben, Emin olunuz, kendimi onlara diri diri teslim etmem dedim. ( ) Hedef doğrudan Dersim di. diyerek katliama katılışı ile ilgili anılarını büyük bir marifetmiş gibi anlatır. Karsli Asker A.Demirtasin Anlatimi: Dersim direnişine katılan bir askerin anlattıkları da tarihin aynası niteliğindedir. Anlatılanlardan Kars lı olduğunu öğrendiğimiz A. Demirtaş Köylüleri topluyorduk bir araya, Sizleri kurtaracağız diyerek uygun gördüğümüz yerlere götürüp makineli tüfeklerle tarıyorduk. Kadın, bebe, ihtiyar, genç demeden hepsini öldürüyorduk. Subaylar Hiçbir Alevi yi sağ koymayın öldürün diyorlardı. Daha sonra cesetlerin başına erler kurtlar gibi üşüşüyorlardı, kollarını sıvazlayıp altınları kapmak için hırsla bir yarış başlıyordu. kolları parçalayarak, keserek altınlar kapışılıyordu. Hatta altın dişler bile sökülüyordu. Velhasıl bu tür şeyler yapıldı. Bugün Kars ta Dersim zenginleri var. Bunların zenginlikleri oradan kalma. diyor. Kaynak:

7 kızılbaş - sayfa 7 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Demenu Derê Laçi de Hukumatê Kırmanciye İlam Kerd Qesêykerdoğ: Qemer Ağaê Cıvê Kheji (Demenıc) Qeyd: C. Taş & H. Ayrılmaz & H. Çiçek Nustene: Cemal Taş Serra 1936ine de, Mıstafa Ağaê Khalu, marê xeverê rusnê. Ma şime, lewê Mıstafa Ağay. Mıstafa Ağa Mêras de vınetêne dostê piyê mı bi. Yi marê vake: Bırazaê mı Usıv Ağa Erzıngan de eskêri vero, laqaba ho Ağa Bego. Yi marê temey kerdo, vato xevera sıma bıbo. Esker yêno ko, sıma qırr keno. Ma; mal serebırna, tıdarêke ho di, veciayme ko. Dormê bırrê dewe de ho dard we. Uza ra şime wertê Lolu, lewê Mursaê İlaşi. Mursay lacê ho Xıdır rusna lewê ma, Xıdıri marê vake: Piyê mı vano, ma besenêkeyme sıma de ho bıseveknime, mara düri vındêre. Sodır dewe ra şime, xêma de vınetime. Hesen Ağay ve Dursun Ağaya amay lewê ma. Yine marê vake: Ma kêy vatena Murti ra vecayme? Ma ameyme diyarê Xızıri de warey vıraşti, uza hata payız mendime. Payız vore est hard, ma hirê bıray ve piyê mı uza vınetime. Bado Bıraê mı Ali şi hukmat, teşmil bi. Ma ki şime mığara de vınetime. Êndi payız bi, tozıke est hard, Sılo Fiştan vecia ama. Piyê mı, vake: Niro Sılemanê mı, bırazaê mı bile hurendia mı nêzano, raê na lone ser niyano, to koti ra vecia ama? Sılê Fiştani, vake: Ez Hamilkan ra ama. Piyê mı vake: Yiyê ke şiyê Hamılkan, têdine bêqi werdê. Piyê mı zof qariya, vake: Ali se sono hurendia ma hukmatia salıx dano. Sılo Fiştan amo ke ma bero teşmil kêro? Piyê mı mırê vat: Cemal Taş So lewê Hemêdi, bêro şime, teşmil bime. Bakê Lacê Xıdê Xece ki lewê mıde ro, ma piya şime, şime lewê Hemedê ma. Mı ke qesa piyê ho cırê vate, hem zof sas kot ve cı, hem ki zof heredia. Çhêka ho mı de vurnê, cera ve Baki eve hêrsa vake: Bako! To yêna mı bena teşmil kena? Kamici raêro ama, anca a raê ro so. Na rey ki ver çarna mı, eve vengê de nermia mırê vake: Qemer! Bıraê m, gos nina mene, teşmil-meşmil meve. Bao ke nia vano, va vaco, o hêrsa ra hêni vano. To so kara hode niade. No kozıkê domano niyo, karê cüamerdano. Bado, Haqi ra biye. Aşira bêbeğtiye kerde. Tıfongê Usıvu ve Alu, waxtê Demena de erjia. Bado hukmati ma cevısnayme, yi şi teşmil bi. Heyderu ra qırçımê teşmil bibi, qırçımê ho sana bi ko. Demenu taê şi Merga Çeqere, taê şi pê İksore. Dêwi kêrdi thal, cini u cüamerd, domoni têde gureti veciay ko. Ma ve hukmatia tê qarşi de qesey nêkerd hama, xefiyaê ho amêne, vatêne, bêre teşmil bê, hukmat dêwa dano sıma. Ağlera aqıl têsere nêkerd. Ma kotim Derê Laçi. Tıfongê ma senık bi. Des u hêşti çhêke ma bi. Ma cüamerdi bare biyêne, jubin ra bıriyêne ra, hêşt mordemê ma şiyêne Zımê Anavare, Koê Suri de dênepêro. Hêşt teni ki Destê Pir Xatune ro şiyêne, Pulê Pir Xatune de dênepêro. Ma na hala dı serri uza dapêro, bado mara qulê de Haqi nêxeleşia. Ma uza zof esker qırr kerd, çhek u şuaxi ardi, mığarey, dar u ber, kemer u kuçê koy, kêrdi pırrê çebxani. Çı ke a waxt, tiyara nêamênê sarê ma, nêthawrênê. Zavzêçê ma, ceniyê ma, têde Derê Laçi de mığara de bi. Se ke biyênê sodır, ma cuamerdi mığara ra veciyênê biyênê tever. Derê Laçi; naver tırro, boverr tırro. Zuqarde esker mara cor mendêne. Ma sêrkerdêne ke esker uza kare dero, ma kıncê eskeri gurêtêne pıra, tıfongê ho zê eskeri eşkera kerdêne hermê hora, şiyenê. Waxto ke mejil guretêne, palte u saqpê eskeri ho serr ra estêne, kotêne qêwğa. Hata san kistêne estêne pêser. San ke bi, ma yi cêrda ra eve vırandiana çhêkê eskeri top kerdêne ardêne, kerdêne qausanê dar u bêri, dardêne we. Tayê kerdêne bınê wele. Yiê ke werte de rındêk bi, ma dı hirê teni ardêne mığara. Fisêg ki ma jubin ra bare kerdêne. Aqıl u têrtif Hemedê Bırayê mı dênê ma. Hesê Gewe, İbısê Sêy Khali, Sılêmanê Phıti, Qemerê Usênê Çhuli, ni çısmê qêwğa de sewkanê maê xırti bi. Lacê Cıbrail Ağay Usên Ağa, Hesenê Mırzê Sıli, Hesenê Khali, o ki Usıva bêvextina kist, ni têde basqunci bi. İvısê Sey Khali; hona cênc bi, vist u dı serre bi. İvişi Hem Dênepêero, Hem Şuware Vatêne San ke biyêne, İvışi marê kılami vatêne, vêngê ho zof wes bi. Ma rocê Dolu Baba de İksorıca de dame pêro, İsanê İksore mara nêjdiyo, İvıs hem dano pêro, hem şuware vano. İksorıca yüzbaşi ra mınete kerda, vıneti dod ra vengda ma, vake: Lalao; sıma ke pir u rayverê ho nas kenê, saatê tıfong boncê, İvıs marê şuwarê vaco! Ma tıfong onti, İvışi şuwari vati. Rêy

8 kızılbaş - sayfa 8 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ki İvış ve Alê Mamudia piya şuwari vati. Rocê; hukmati ma dıme xêfay rusnay, yine veng da, vake: Lao! Lao, lao, sıma ke Haqi zanê vanê xefif makiney sıma dêre. Jü ki vanê mordemê xami ve Hermeniana lewê sıma dêre, na xevere rasta? Hemedê ma, eve bêçıka ho Sılê Phıti salıxê yina da, vake: Hermeni wertê made rê, Hermeniyê ma nao. Çhekanê ma ki nıka no vırazeno. İvıs bêters bi, rêw kişia. Rocê; olvozonê mara tayê hetê Anavare ro şi, taye ki hetê Pir Xatune ro şi. Kaso Luk vanê, uza de esker vecia, yine se ke ma dime, dot ra nay ve mara. Serê kaşi de top ronaiyo. Olvozê ma İvısê Sêykhali, cêro vecia ser şi, rest hurendia topi, cêro destê ho derkerd, bajiyê topçi de pêguret, xilkerd est. Na topçi ra, o uza kist, top ki thonda kas ro gındır kerd. Qêwxa dı saati dowam kerd, vengê tıfongi her ke şi hetê ma serr bi qalınd. Hetê mara ki tıfong ercino, hama tıfongê eskêri her ke şi hetê ma ser beno nêjdi. Zor do hetê ma. Hemedê Bırayê mı vake: Ero bıra, tıfongê olvozonê mara veng nêvecino, tıfonğê eskeri ki sılxet erjino, her ke şi na heti ser yêne. To vacê, esker pêy de ama alvozê ma, hêşir gureti? Ma İvıs şi top cêkerd, gındır kerd, beho ki caê de nêasenê, tıfongê ho nêerjino. Ez tibar nêkena, urzê rê ma şime. Ma tayê na ver ra, tayê bover ra ameyme cêr zerrê derêy, uza mığara esta, awe ki lewê de esta. Ma şime ke meyitê İvışi ardo uza, dest u paê ma bi serdın, nuğde fêkê mara nêveciye. Ma olvozo ra pers kerd, ma va: Se kişiya? Yine marê qesey kerd, hama fekê yina zor lewino. Têde hover de serkenê, jü vake: İvışi ke top gındır kerd, tayê esker tabure ra xeleşia, vecia sarê tumi. İvışi tıfongê ho lewê made na ro. Kas ro apur da, eve pencurkana vecia ser şi, sarê yi tum de dı eskêr vınetayi bi. Eke rest uza, duliyê tıfonganê eskera na heti ser radayi biye. Destê ho hurdimêna raday, destê jüya jü tıfong, destê binia ki tıfongo bin pêguret, na heti serr onti. Eskêro jü perra, o bin dest de nêama. Tayine ho dard bi we, xevera İvışi yine ra çine biye, jüê hover de napıra, uza kişia. Ma tıfongi nay pıra yi eskera vozda, bota remay şi. Ma şime meyit guret ameyme ita. Mıstafa Kamıl Derê Laçi de Destê Hemedi ra Gına cı Rocê ma Derê Laçi de esker qırr kerd, kes diyar nêşi. Hemêdê bıraê mı vake: Qemer, urze ma şime, eskêro ke koa de tek-tuk mendo nıka yêno awe beno. Ma sodır rêw ra şime dere, uza de ma esker di, dirê tıfongi nay pıra, ma uza pit, hona dı saati roce esta, Hêsê Gewe vake: Taburê esker nao, amo verê kemêri, raa ma gureta. Ma bese nêkeyme şime wertê mığara. Bêre ma şime vırniye, halê bıkime. Çhêke ke mı eskera sera dêare, mıdê rê, ez fetelnena, gıranê ez zof qefelia, dorğeşiya Sultan Babay, mı zêrri nêkerde. Mı vake: Ma hirê mordemi kata şime? Honde esker kişia, ma ki êndi qefeliayme. Şime se bıkime? Hemêdê ma vake: Qemer! Ez Hesêni de nia bota sona, to ni çheka bere, zerrê mığara de rone. Ma ki bado yeme. Ez şiya zerrê mığara. Vêyva ma, cinia Hemedi lewê made ra. Ayê mırê tenê werd pot, mı ke werd, mırê vake: Qemer Ağa, Hemed veng dano to. Ez usta ra şiya. Baê Sêyd Ağaê Khalıci raê ra rastê mı bi, des tıfongi pistê têra, estê hermê ho ser. Qayisê tıfonga ardê sênê ho ver de çip pêgurête. Eskêro ke gıno ve cı, şuwaxê yinanê serra dêarê, ardê. Qewğa jüvin gureto, vêngê tıfonga yêno, ez nêvıneta, ez vêrda pıra şiya, resta Hemêdê bıraê ho. Hemêdi mırê vake: Bıra, dormê ma de eskerê dırvetini estê, hadarê ho vınde, nanê tora. Ez tenê biya berz, mı sêrkerd ke dı teni eskeri haê gınê cı, mı tıfongê yine serra gureti, bêrdi bınê zu dare de dardi we. Jü ki dırvetıno, goni cıra sona, sarê ho zê sarê gayo. Taê mordemê ma amay rêşti ma. Ma, ağme bime, çhêki top kêrdi, jubin ra bare kêrdi. Çar tena eskera ki tersa ra ho kemer ro esto, çhêkê ho şikiye. Ma; uza tam sêşt u ses çhêki mordi. A roce destê mı ve destê bıraê mı Hemêdi ra hawtaê mordem ama kistene. Bado ez tenê serr ra ama, rastê meyitanê dı mordema biya, dı tên ki dırvetıne. Yi mordemê dırvetınên hêni sonê, cıra goni rêcena. Yi jü verr ra qama darde kerdaiya, yi mordemi a qama ho mırê este hard, mı gurete. Yi jü ki, mırê vake: Dur! Hemêdi veng da mı, vake: Yina de hona çhêki estê, ho bısevekne. Yi hurdemena zê eskere ke ma zanime, zê dine niye. Yi hurdemena zobina mordêmiye. Bıraê mı ke hêni va, ez dıma nêkota. Bado roca dıine, xevere amê, vake: Yi dı mordemi, Hesenê Dewrêscamalıci berdê Mamekiye. O teko jü, Mıstafa Kamıl biyo. Eskera ardo ke Heseni bikıse, Mıstafa Kamıli nêverdo. Ma inam nêkerd hama, mı rocê İsmail Ağaê Xıdırê Usıvıci ra pers kerd, mı va: İsmail Ağa, na senê xebera qesêy bena? To thaba bıngeşia na qesa gureta? Yi mırê vake: Na xevere de zure çina, her kêşi ra eskera wa. Rocê ki lacê apê mı Hesêni mırê vake: Qemer, rocê; ez Mamekiye de dukan verde ronistayi biya, san de mudurê mı mırê vake, Hesen Xoce! Êwro, çiyê de hukmati sıma ko de dawaro, say ke nême de hukmati şi. Mı ki vake; çıgê hukmati Derê Laçi de waregıno ke. Yanê na xevere yi vate, ez ser nêkota, hêni aseno ke no mordem, mordemo de pil biyo. Bado, bi eskera ke ney hurdemena mordemê ke ardê resnê Mamekiye, esker ardo Gazıke de sano têver, nêverdo çımê kêşi cıgıno. Sêyd Rıza ke biyamenê wertê de-

9 kızılbaş - sayfa 9 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) menu, ma sêyd rıza kerdêne qutia sêmıne, kerdêne serê zerria ho Ma hirê sêrri hukmati de dapêro, 38i de Derê Laçi de zof tenge nêdiye. Bıraê mı Hemêdi ve Aliyê Qıci, Serra çêwres u jü de amay kistene. Jü İvısê Sêy Khali gına cı. Yi bin têde hermet u cini bi. Ma hêni inamkerd ke; ma êndi eskerê hukmati qedêno. Çıke; xêylê waxt bi ke esker çımanê ma ver nêkot. Ma vake, ma eskerê dewlete qedeno, Dêsım xeleşiyo, ma; ser u payına ho ilam kerde. Hukmat êndi mabim. Aşira Khalu, Abasanê Lêrtigi, Boliyu, Asuru amay uza. Xorta kemaney cınıtêne, reqeşiêne. San ke bi mığara de themur cınêtêne, lawıki vatêne, çêf kerdêne. Rocê ma oncia dapêro, tufangê ve dı hirê visegana, mı dardi we. Hesê Gêwe şi, rêçê mı doz kêrdi, tıfong vet ard. Mıradia, vake: Aşire mıra tıfonga darena we. Ust ra şi, caê de dürr de nist ro. Mı vake: Ez gefelia, aye ra mı berdê dardê we, ağaê aşire rê vacê, va bêro çi bare kêro. Ez şiya, mı kılê ho pıra bırna, çiyo ke pıstınê mıde, o ki mı vet, da cı. Jübin ra bime hast. Jü çheke ve hirıs fisega mırê zêde vêti, jü ki horê vete. Ma çhek u fisegi guretêne, aşiri amêne mara hêrnêne. Sêyd Rızay xevere rusnê, wastêne ke bêro lewê ma, ma vake: Sêyd Rıza amo, xêr amo, ma yi keyme qutiya sêmıne keyme sarê zerria ho. Elçi şi ke Sêyd Rızay biyaro wertê Demenu, êlçi raê nêberde Sêyd Rızay ser, peyiser deste thol ama. Serra bine mı ve Hemedê bıraê ho şime Paxê Suro. Mısayivê Hemêdi vake: Aşiri amê na diyar, eskêri anê sıma serr de. Ma taine çê ho vurnay ra, taine ranêvurnay. Mığara wa ke mı ve Hemedia têyime, derga. Na het de mı adır kerdo we, a hetê doteni de ki Hemêdi adır kerdo we. Cirananê mara, Aliyê Qıci, Xıdê Memê Khêki, Hemedê Memê Xani, Hemedê Mırzê Sıli, amê lewê ma, piya sert kay kenê. Ma samia ho werde, sewe biyê nême. Hemêdê ma vera cı têrtif kerdo, her kes eve novete pesewe sono dormê mığara de pino. A roce, gereko Hemedê Mırzê Sılêmani ve dirê mordemana sêrê hadarê ho vındêre. Yi uşti ra şi, koti bertêng, bırazaê Hemedê Mırzê Sıli Cıbraili vake: Hemed Ağa, ma êwro diyarê ho nêsoyme, hewri amê ra, belkia voreno, esker çino. Yi ke hêni va, Hemed perra we, eve hêrsa ama ho serr, vake: Niro, ez sımarê vana, sêre diyarê ho, ez ita ağaine nêkena, ez ki roca ho sona diyarê ho. Eke hêniyo sêre na bover, vacê, na san de ma ita de qırr kêre. Ma sıma çaê amê kotê çê mı, diyarê ho nêsone? Yi ke terkıti şi, ma hêni zana êndi şiye diyarê ho. Waxto ke safaqi pêyi ra sana cı, ez usta ra, mı cığara piste têra, mı destê ho da ra ke adır bıcêri, tıfongi vake, teq, teq, teqq. Hemedê ma ki ama tever, tepia kot zerrê mığara, ho pist têra, çhêkê ho gureti. Mı ki cığara ho este, ez usta ra. Hemed ama ke çêverê mığara ra tever bo, mı destê ho est cı, çakit de pêguret, peyiser ont. Mı va: Bıra, eskêri dorme ma gureto, sêrê ma kemero, cêrê ma düyaro. Çıqa ke esker qarşiyê made ro, qersuni karê ma nêkenê, to çaê bena tever? Qersuni zê torge yêne çêvêsaê. Caê ma jindano, bombe u topi karê ma nêkenê, ita bıpime, ala se beno. Hemed vınet, kemeranê düyarê mığara ra dirê teni onti mızgala kerde cı. Meterisê ho guret, a deqqa de Hesê Khekê Borıci vostena kot zerrê mığara, baja ra dırvetıno, gon u gulasır de sur keno. Yi kerd qupurti, vake: Hemed! Çaê vıneta, çaê nêbena tever? Esker nıka her ke şi beno nêjdi. Hemêdi vake: Ez biya tever, Qemer Ağay nêverda. Hesê Khêki vake: Par ki niya bi, mara des u hêşti mordemi zerrê mığara de qırr kêrdi. Hemêd ve Hesê Khêkia bi tever, lacê Sêy Khali u Lacê Cıvrailê Ali Ağaya mara cêr jü ca de pêsero vındenê. Mı hohode va yi nıka yine pêcêne nêverdanê. Ma perê sêmıni dê cinia, perê xetıni kerdê sandıqa, mı phinê dê sandıqe ro dêmdê, a sıre mısayıvê Hemêdi kot zerrê mığara, vake: Anê, mısayıvê mı küyo? Aê vake: Bi tever şi. Yi, da horo, vake: Wiyyy, wiy, wiy! O çaye şi, çaê ita raşi? Ez çêver de biya tever, mı ho est pê kemera de qıckeke, pê mı rıcalo. Caê ma tırro. Dere de vore vora, her ca, mız u dumano. Nata-bota sêrkena Hemed nêaseno. Eskêri gılê tıfonga çarno ma serr, ma sero kerdo severese, çarê asmêni qılaşino ra. Esker pesêwe amo, şüya qarşiyê ma gureta. Mı dirê tıfongi nay a şüyê ra. Kemera ke ez kota pêy qıckeka, nêşikina ke sarê ho wadari, dot ra qersuna nanê mıra, gınê kemere, hermanê mı sero pızıngê kemeru vaydine. Gılê tıfongê ho nişkina wadari, çıke; hurendia mı doz kenê daa nêbeno. Mı pêho de veng da, mı vake: Fiseganê mısayıvê mı, zu pêsekêre berzê mı, fisêgê mı qêdiay. Êxro ke fisega kenê pêsê, gıre danê, danê Hêyderıce, a ana ke berzo mı, phızıngê kemera gınê pê vılê mı, goni rêcena, a vinena, peyiser cêrena ra sona. Ez şiya zerrê mığara ke têde zele-mela bervenê, mı va: Mısayıvi çıgo, sıma çaê bervenê? Aê vake: Hêyderıce amê vake, qersune gına sarê Qemer Ağay, sarê ho gıno tıfongi sero. Mı va: Mısayıvi, mısayıvi, qersune ke sarê mı gıno ez bese kena sıma ra fisega bıwaji? Yine mıra Hemed pers kerd, vake: Qemer Ağa Hemed kotio, to thaba di? Mı nêvake mı nêdiyo. Ez ke hêni vaci çhokê ho şikine. Bi verasan, mı veng da Usênê Sêy Khali, mı va: Bê şime na qula dotêne. To vacê bese nêkeyme ni eskerê qarşi têra bikime? Usên nêama. Mı dı destêy fisêgê ho gureti ez şiya, qula ke eskeri non u çantê ho uza caverdê vozdo. Lêl

10 kızılbaş - sayfa 10 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ke kot mı gordiye dêpıro, veng da Hemêdi, caê nêasa. Eskıtanê Phırtku esto bınê İksore de, uza ra cêra ra ama. Mı ve Usênê Sêy Khali roca bine şime paganê ma. Uza ro vorê ro rêçê Hemêdi sêr kêrdi, dere ro vêciayme şime. Ma; a dere de dendik ve ardana dardi ve we, şime lewê yine. Uza de mı pusala onte, esker ve milisana amay şi. Mara jü gıno cı, hama kamo nêzaneyme, şi yi sero vıneti. Jü kardia ho onta sare cıra kerd, lese ra gurfna, o sare gureti hode berd. Zerrê mı terseno, hama nêzanana ke kamo. Eke Hemed bo direga zerrê ma qurfina. O, roştia çımanê ma bi. Uza dirê mordemi rêşti ma, ma rêçi fetelnay. Tenê ca ke şime mara dot jü gıno cı, candeğê ho mara ke asa, taqe mıra bıriyê, olvoji vêrdi mıra şi, mı va: Lao, sıma sonê bıraê mı ke vinenê, demis mebê. Dest ke erzenê cı, mavacê ke nêvato, o waxt sıma bıraê mı kısto. Şi xêlê feteliyay, dot ra amay, Sılêmanê Sadıqe vake: Meterse, Qemer Ağa meterse, o mordem bıraê tı niyo, bıraê to ki hona weso, çıke rêçê ho naê amê, nia bota şiyê. Mı sêrkerd dot ra phêzna mordemê vore ro yêna, zuê vecia ama, pê piştoê mıde guret ke Hemedo. To hêni zana ke dina mı sero biye roşti. Cıra kınc u khol nêmendo. Ma ameyme mığara. Mara ravêr, Bırazaê Sêyd Rızay, Lacê Xıdıkê Rayveri, uca vato: Hemed ke yêno kistene, nêbo sıma milisonê Alu ve Usıvu rê vacê. Yi her jü mağê cı benê, candêğê yi ra, gos u bajia nêverdanê, her jü cıra tikê cırakenê benê cini u mordemanê hora bare kenê. Mulxutê çêyi re ki mevacê, kêşi de diyağ nêmano. Aşira ke Aqıl Têserekerdêne Ma ki Nıka Hukmatê Say Biyêne Bado, mıletê ma tayê teşmil bi, hêşt mordemi lewê mıde mêndi. Ma hawut serri ko de mendime. Bonê bınê hardi dabi vırastêne têy mendêne. Bado, mordemanê mı pê mı guret ke mı bıkısê. Cinia Qemêri amê dı gırmıki day mêrdê horo, vake: Lêyrê çınay, sıma hata na deqqa namê nina sondi werdêne, nıka çaê kısenê? Yine pê mı guret, ez berda pê mığara. Usênê Sêy Khali, Xıdê Memê Kheki, Qemerê Mamê Xali lewê mıde mendi. Bıraê mı Hemed ke hona nêkışia bi, bırazaê mı Cıvrail hona domon bi. Hemedi mırê vake: Beno ke roze ke ez kışino, coru hurendia peru Cıvrail rê mevace. Seveta pero bo ki Demeno to kısenê, hendo ke to hurendia peru laceki rê nêvata, yi to nêkısenê. Rast ki Hemed ke kışia, mordemanê ma yaxê ma nêverda ra. Mı ki hurendia peru Cıvrayıli rê vate. Çıke mı va; rocê ki ez yen kıstene domani hurendia peru bızanê. Endi Cıvrail Ağaê Arekiye yi ki esketo de Cıvrail ra pers kenê. Vanê to benime danime mekteb, to benime kou ra xelesnenime. Cıvrayıli qankenê, hurendia peru cıra musenê. Yine ki mısaw re kerdo ke, eke perey di, Gulase de laceki be mına bıkısê. Ciniya Qemerê murexani ez kerdo vırandia xo, nêverda ke mıranê. Bado taê şi teşmil bi. Cısnê pirê mara zu Khuresıc ama lewê ma, vake: Qemer bê şime, teşmil be. Olvozonê ma ki zêrri kerdêne ke teşmil bê, hama mı va: Ez nêna, sıma horê sonê, sêre. Yine vake: To çaê nêna, têşmil nêbena? Mı va: Bıraêne! Mı mêvacê, çê ma; zof mordemi kıste. Ez ke amo, vêyvê yine, ciniyê yine mırê qesa vanê, ez ho kısen, onca nên. Bado yine mırê vake: Eke hêniyo, ma ki teşmil nêbeyme. Bado, Memedê tornê Zêynê Murti ama. O xeyle wertê Hukmati de mend. Yi mırê vake: Usên Avdıla Pasa vano ke bêro teşmil bo, hirıs-çêwres çê sıma ra zu azê to mendo, eskerê hukmati ve aşiri biye milis toa feteline, eke to bıvêne, to kısenê. Bêro têşmil bo, efe vecia, kamici dewe ke wazeno ki dana cı. Ma Dewa Paxi, dewa hora say keyme. Zern u perê ma uza estê. Mı va: Paxê Suru wazena. Vake: Hay, hay. Memedê tornê Zêynê Murti, şi gına hukmat ro, tepia ama, mı ve yi piya şime. Ma ke qarşiyê qereqoli de veciayme, mudur ve çawuşia saji day pıro, verva ma amay. Ma berdime baxçe de vındarnayme, marê çay ard. Fosê ma day mara, şuax u çhêkênê ma wa, resmê ma onti. Olvozê mı rusnay hetê Qurrquriki de Logoko. Ez ki şiya Paxê Suro. Aşira ke made bıguretêne, ma ki dewlete nêne ro, ma ki nıka hukmatê say biyêne. Kaynak: dere-laci-de-hukumatekrmanciye.html

11 kızılbaş - sayfa 11 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) XIZIRO KHAL Yitiqatê Dêrsımi de Hazar Çêverê Serê Sodıri Anadoliye ra bicê hatanu Asya Düri yitiqatê zafine de Xızır esto. Xızıri, her mılet xorê eve çımê vêneno. Kami çım de mordemê sata tengewo, kami çım de sevekdarê dar u beri, kêwe u bostaniyo, kami çım de ki çiyo de bino. Ma wazenime ke naca de ero cı bıfetelime ke ala no sarê Dêrsımi Xızıri nas keno nêkeno? Eke nas keno yine çım de Xızır kamo? Şiya Xızıri yitiqat u kulturê dinede çutır asena, no çutır sewlê xo dano ra weşiya dine ser? Qe yitiqatê sıma ro cı bêro qe meêro, sarê Dêrsımi ke qeseykerdene musnê domanunê xo, tewr verende domani na qesa Xızır i musenê. Ni ke domanu cênê xo vırane vanê Xızır to mırê pil kero!, nanê ro vanê Xızır to mırê khal kero!, duwa u recay kenê vanê Xızır to wayırê emrê dergi kero! Eve na qeyde domani namê Xızıri musenê. Domani ke hurdi hurdi feteliyayi ki nafa hêkmeta Xızıri vênenê. Hard de lulık ke bivênê pi vano Namê ni Astorê Heqiyo, hes ke bivênê vano Xızıri no kerdo hes, dare ke bivênê vano Dara Xızıriya, gol ke bivênê vano Golê Xızıriyo, ko ke bivênê vano Mekenê Xızıriyo, nisange ke bivênê vano Nisangê Xızıriyo. Domanê sarê Dêrsımi iste nia benê pili. Eke heni ro sarê Dêrsımi çım de Xızır zobinao. Sarê Dêrsımi, Mıslımanê Tırki be Kurdu ra ke Xızıri kamci çım ra vênenê, yi na çım ra nêvênenê. Yitiqatê Dêrsımi de Xızır, têyna mordemê sata tenge niyo. Xızır, Yitiqatê Dêrsımi de Heqo. Heq, hazar u jü namunê Xızıri ra jükeko. Namê diyê jü Xızıro Khal o, jü Khalo Sıpe wo, jü Asparê Astorê Munzur CÖMERT Qıri yo, jü Wayır o, jü Xızırê Bonê Taseniye o, jü Xızırê Pırdê Suri yo, jü Meymanê Hewsê Qızılbeli yo, jü Meymanê Ana Yemise wo... ma nêşikinme ke nine eve mardene bıqedenime. Xızır, Yitiqatê Dêrsımi de Wayıro. Wayırı ki Yitiqatê Dêrsımi de jü niyo. Xızır, Yitiqatê Dêrsımi de Astarê Destê Sodıriyo. Yitiqatê sarê Dêrsımi de caê seri Xızıri dero. Xızır, Wayırê sarê Dêrsımiyo ama yitiqatê dinede tek Wayırı ki Xızır niyo. Wena Yitiqatê Dêrsımi de Wayırê Çêi esto ke no sarê çêi sevekneno; Wayırê Mali esto ke no mali sevekneno; Wayırê Jiar u Diaru be Wayırê Khuresu ra esto ke ni ki qomê Dêrsımi seveknenê. Yitiqatê Dêrsımi de çımê rındeni, roşteni be xêreni de Xızır, Khures, Duzgın, Wayırê Jiar u Diaru be Wayırê Çêi ra estê. Çımê xıraviye, tariye be gıraniye deki Mordemê Nêweşiye, Mılaketê Gıraniye be Mılaketê Xıraviye estê. Sarrê nine Evdıl Musao. Ni, eskerê Evdıl Musayê. Ni, qe jü xıraviye bêyizna di nêkenê. Evdıl Musa Sereskerê xıraviyeo. Tavi heto binde ki raa Evdıl Musay de eke bi tari loqme danê, cêrenê Evdıl Musay vero ke wo eskerê xo yine ser meerzo, yinerê xıraviye mekero. Xızır ke va, mordem gereke Astorê Qıri ki biaro xo viri. Yitiqatê Dêrsımi de Astoro Qır jê şiya Xızıri dira nêvısino. Xızır mordemo de ciamerdo, kokımo, herdisa xuya sıpiya de derge esta, kıncê xo sıpeyê, çüye ki dest dera. Mordemê kokımi rê tavi ke astor lazımo. Astoro Qırı ki jê Xızıri sıpeo. Coku sarê Dêrsımi namunê Xızıri ra jüki Sıpella no pa. Jiar u Diarê Dêrsımi pêy de jede namê Xızıri esto. Taê Jiar u Diarê Dêrsımi estê ke nine pêy de têyna namê Astorê Qıri esto. Sarê Dêrsımi Astoro Qır gol de diyo gol kerdo Jiare, kemer de diyo kemer kerdo Jiare. Astoro Qır Xızırê Khali ra nêbırrno ra, qırvani kerdê êştê lıngunê Qıri ver. Coku, cem u cematunê sarê Dêrsımi de ke bavay venga Heqi danê, kılama heqiye eve namê Xızıri, Astorê Qıri, Khuresi, Duzgıni kenê ra cı vanê eve nine ki xelesnenê. Xızır, Wayırê çerx u pewraziyo, Wayırê hard u asmeniyo, Wayırê ram u comerdiyewo. Xızır, têyna mordemê sata tenge niyo, verende mordemê sata wesewo. Kami ke weşiye de Xızır ardo ra xo viri, tengiye de ki Xızıri wo xo viri ra nêveto. Xızır albazê _Ğeribuno, piyê bêkêsuno, omedê feqiruno, xelasê xelasuno. Coku Xızır boina dılxê kokımu be feqiru dero. Xızıri de Cenet u Ceneme çino. Wo hesavê xo na dina de vêneno. Kuyno dılxê kokımê de feqiri yeno to keno yintam. Xora ke tı kokımu be feqiru rê wayır veciya, yine sero şiya, yine çık ke waşt to da cı, to yi seveknay Xızırı ki varneno toro, jüya to keno hazare. Nê eke to ke ri kokımu be feqiru nêda, yinerê wayır neveciya, yi neseveknay wo taw Xızırı ki adırê mordemê nianeni sayneno. Xızıri çım de ceni u ciamerd jüyo. Wo, Qızılbêl de ke Dewres Sılemani rê biyo meyman, Taseniye de ki Ana Yemise rê biyo meyman. Yitiqatê Dêrsımi de ceni

12 kızılbaş - sayfa 12 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) u ciamerdi jüvini ra nêbırrnenê ra, domanu ki nêerzenê hetê pêy. Raa heqiye de kês nêzano ke Heq kami dero; ceniye dero, ciamerdi dero, domani dero? Mıslımani bê, Isewi bê ni qe Heqê xo nêvênenê. Ama sarê Dêrsımi heni niyo. Xızır, Dêrsım de Kêmerê Duzgıni dero, Jele dero, Golê Buyer Bavay dero, Bağıra Sıpiye dero, Koê Qosani dero, Yıxır Gol dero, Taseniya dewa Bamasuru dero, Qızılbêlê dewa Khuresu dero... koti vacê uca dero. To ke zerê Xızırê xo vıraşto, koti ke vacê uca Qırê xo rameno verê to. Xızır, mordemo de zerehirao. Kami ke piştigê Xızırê xode mokêm pê gureto, yira nêxapiyo, mordemo nianen şikino ke Xızırê xode çiyê sero werêno ki. Dêrsımi ra Dewresê Xızıri ra vato Dêrsım ke qırr kerd tı koti biya? Qızılbêl de Dewres Sıleman cıra vato Eskerê Evdıl Musay ke erzeno ma ser çıra marê wayır nevecina? Kamci yitiqat de mordem Heqê xode nia jê dı bırau nano werê? Des u Dı asmu ra jü asme, sarê Dêrsımi Xızırê xorê bırrna ra. Naê ra Asma Xızıri vanê. Asma Xızıri, asma Gağandi ra dıme, ama asma Gucige ra raveri yena, wortê ni dı asmu de manena. Hesavê qeleme(miladi) ra ke 13 ê va (13,Ocak), hesavê Dêrsımi de(rumi) 1 ê asma Xızıri vano. Na asme de çhar hêşti Rocê Xızıriyo. Rocê Xızıri hirê rociyo. Sêseme, çharseme, poncseme roce cênê, yene qırvanu kenê. Sarê Dêrsımi pêro zerê jü hêşti de Rocê Xızıri nêcênê. Ca be ca,dewe be dewe, ucağe be ucağe, aşire be aşire herkês na çhar hêştu ra jü de cêno. Tavi, asma Xızıri de Xızır vecino meymaniye. Xızır ke dinerê kamci hêşt de biyo meyman, yiki Rocê Xızıri wo hêşt de cênê. Fikrê Xızıri be kerdena Xızırê Dêrsımi, ma no nusto khılm de şikinme ke nia hundê qalê cı bime. Xızırê Dêrsımi ke nia yeno meydan, eke heni ro no sewlê xo çutır dano ra weşiya sarê Dêrsımi ser? Verende kokımunê Dêrsımi ra bicêrime. Kokımê Dêrsımi ke herdise verdanê meqes pa nênanê. Çıra? Xızıro Khal meqes herdisa xora nênano coku. Yi ki wazenê ke jê Xızırê xo bıasê. Jü ke meqes na herdisa xora pê di kay kenê, vanê Herdiso kırrık! Verende herkêsi waştêne ke jü astoro de qır bonco bınê xo. Xızır, Astorê Qıri serowo coku. Sarê Dêrsımi verende kıncê sıpi kerdenê pay. Coku, İhsan Sabri Çağlayangil sarê Dêrsımi ra Beyaz donlular (tumanê sıpiyini) vano. (I.S.Çağlıyangil, Anılarım, Güneş Yayınları, s.45) Xızırê sarê Dêrsımi sıpe gureto xora, coku yine ki sıpe kerdo pay. Bêrime xort u çênekunê Dêrsımi. Xızır çutır ke tenganiye de reseno mordemi, gencê ma ki na qeydê Xızırê xo yemişê weşiya xo kenê. Xızır çutır ke koto dılxê kokımu be feqiru yi seveknê, gencê ma ki feqir u fıqaru seveknenê, dewucunê bê hardi seveknenê, proleterya seveknenê. Kam ke hetê ninede niyo yide danê pêro. Tavi, Xızırê mordemi ke isyankar bi, seveta kokımu be feqiru ra adırê mordemi sayna, qomê di ki vazeno ra seveta proleterya ra adırê sari sayneno. Ma kami ra se vacime? Xızıro ke ceni u ciamerd jü çım ra di, qomê di ki vazeno ra seveta heqa ceniyu lez keno. Wazeno ke ceni endi şiya ciamerdu ra veciyê, heqê ceniyu be ciamerdu ra çırpa jüvini de bê. Mordemo ke Xızırê xode na werê, vazeno ra dewlete de ki nano werê, hukumati de ki nano werê vano Sıma naca de nêheqeni kenê!, yaki Ma tam demoqırasi wazeme!, Ma adalet wazeme!, Ma zulım nêwazeme! Xızırê mordemi ke xıraviye de, tariye de, nêheqiye de da pêro; qomê di ki vazeno ra xıraviya cemati de, fikirunê tariyu de, nêheqiya hukımdaru de dano pêro. Şiya yitiqatê sarê Dêrsımi her dewır de êşto weşiya dine ser. No vijeri ki heni bi, ewro ki heni ro. Tavi ke yitiqatê dine ewro têyna Xızır niyo, Yitiqatê Dêrsımi niyo. Sarê Dêrsımi Yitiqatê Dêrsımi be Elewiyeni ra girena jüvini. Yitiqatê dine, sentezê ni dı yitiqatuno. Yi, naca de ki raa Xızırê xode şiyê. Qayt biyê ke Ehlibeyt rê nêheqeni biya, Hz. Eli rê nêheqeni biya, Des u Dı Yimamu rê nêheqeni biya coku hetê dine gureto. Ma Xızırı ki hetê kokımu be feqiru de nebi? Mordem gereke naê ki bızano ke Xızır zerê Elewiyeni ra nêveciyo. Koka ni çand hazar sere xori de sona. Kês nêzano ke Xızıri yitiqatê sarê Dêrsımi de çand hazar seriyo ke ca gureto. Xızıro ke sarê Dêrsımi cıra vano Heqo, yi Wayır vêneno yitiqatê jü dı hazar seri niyo. Çutır ke ma nusna, sarê Dêrsımi Xızıri eve na çım vêneno, wo ki sewlê xo nia dano ra weşiya dine ser. Sarê Dêrsımi têyna eve zonê Zazaki ra nê, eve yitiqatê Xızıri ra ki ğezna kulturê Anadoliye rê kifato de hewl kerdo. Anadoliye pê nine xo bıgoyno. Sarê Dêrsımi Elewiyeni rê zaf xızmete kerda. Anadoliye de ke Dêrsım va Elewiyeni, Qızılbaşeni yena ra mordemi viri. Dêrsım ra des u dı ucağê Elewi, hem sarê Dêrsım rê hemı ki sarê dormê Dêrsımrê xızmete danê. Qe Tırkki, qe Kırdaski, qe Zazaki qesey bıkerê pirê Elewiyunê şarqi jêde Dêrsım raê. Sarê Dêrsımi Zazaki qesey keno ama; sarê Elewi kam beno bıbo, qe Tırkki, qe Kırdaski qesey kero ni xo sero mardê. Mavenê nine jüvini de zaf gêrm biyo. Çêney dê jüvini, jüvini ra çêney guretê. Kamci zon qesey kenê bıkerê Elewi gereke bıêrê jü ca, jüvini de bicêrê ra. Anadoliye hardo de hirawo, kam beno bıbo ma hatan nıka naca pia vınetime, naêra têpia ki gereke pia vınderime. Anadoliye welatê ma pêruno. Düzeltme: Düzeltilmiş haliyle yeniden yayınlıyoruz Kızılbaş Dergisi

13 kızılbaş - sayfa 13 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) tarihe tanık belgeler!. Deniz Feneri'nde Herkes Serbest! Deniz Feneri davasında aralarında Zahit Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin de bulunduğu altı kişinin ardından cezaevinde bulunan son iki şüpheli de serbest bırakıldı. Böylece üç ay içinde davada tutuklu sanık kalmadı. Ankara - BİA Haber Merkezi31 Ekim 2011, Pazartesi Almanyada'ki Deniz Feneri e.v Derneği'nin Türkiye uzantısı ile ilgili düzenlenen operasyon sonucunda tutuklanan sekiz kişiden, cezaevinde kalan son iki kişinin de tahliye edilmesiyle birlikte davada tutuklu sanık kalmadı. İRAN DA KIZILBAŞ MURAT HAN IN KATLEDİLMESİ YAZI: 18 Muharrem sene 973 (Temmuz 1565), Padişah: Kanûni Süleyman dönemi, Sadrâzam: Sokollu Mehmet Paşa, İran da da Şâh I. Tahmasb tır. O yıl Türk donanması Malta adasını kuşattı. Kanuni nin 1520 den 1566 a kadar süren saltanat dönemi Osmanlı İmparatorluğu nun her bakımdan en güçlü ve yüksek dönemidir. KİMDEN: Padişah tan / KİME: Van Beylerbeyi ne HÜKÜM KONU: İran da KIZILBAŞ Murat Hân ın öldürülmesinden sonra oğlu bir miktar askerle Osmanlı toprağına saldırıp bazı yerleri yakıp yıktığı, Ona ilişkin ayrıntılı haber verilmesi istemektedir. BELGENİN MEÂLİ Divan da Kethüdâsı na virildi. Van Beğlerbeğisi ne HÜKÜMKİ, Mektub gönderüb bundan akdem (önce) KIZILBAŞ MURAD HÂN ı katl itdiği esnâda bir oğlu bir mikdar asker ile kaçub Gicebaşı na (?) varub hareketden hâli olmayub birkaç def a memleketi (Osmanlı toprağı) tahrîb idüb ziyade havfî (korkulu) oldığın bildürüb olbâbda her neki denilmiş ise ale t ta kîb (arkasına düşme) arz ı huzûrü l maal arz olınub ilm i şerîf i âlem i ârâm ı muhît ve şâmil olmışdır BUYURDIMKİ, min ba d (bundan sonra) dahi ol hâle nâzır olub vâkıf oldığın ihbâr ı sahihhayı (doğru sağlam haberi) ale ı tevâli) (sürekli) i lâmdan hâli olmayasın (ulaştırmaya çalışasın). BELGE: BOA Mühimme Defteri, cilt: 5, s. 39/94 11 Temmuz'da başlatılan operasyon sonrası tutuklanan şüphelilerden aralarında Zahit Akman ve Kanal 7 yöneticilerinin de bulundu altı kişi 21 Ekim'de "kaçma şüphesi yok" ve "tedbirin cezaya dönüşmesi" gerekçesiyle serbest bırakılmıştı. Kefaletle tahliye Altı kişinin tahliyesinin ardından tutuklu bulunan Muzaffer Şafak ve Harun Kapuyoldaş'ın da serbest bırakılmasıyla Deniz Feneri davasında tutuklu sanık kalmadı. T24'ün haberine göre, Kapuyoldaş ve Şafak'ın avukatlarının tahliye talebini yerinde bulan mahkeme, 28 Ekim Cuma günü Kapuyoldaş'ın 75 bin, Şafak'ın ise 50 bin lira kefaletle serbest bırakılmasına karar verdi. Kapuyoldaş ve Şafak'ın kefalet paralarının cumartesi günü ödenmesinin ardından Sincan F Tipi Cezaevi'nde bulunan iki şüpheli, aynı gün serbest bırakıldı. (EKN)

14 kızılbaş - sayfa 14 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Alevi-Bektaşi Halk Kültürü Ve İnançlarının Eski Anadolu Uygarlıklarındaki Kökenleri Y. Mimar Kemal SOYER Cumhuriyet Dönemi Alevi araştırmalarının çoğunda Alevi- Bektaşi Kimliği Türk-İslam, Kürt-İslam ve Alevi İslam veya Türk-Alevi, Kürt-Alevi ve Arap-Alevi gibi başlıklar altında değerlendirilmiş, Ortadoğu ya yerleşen emperyalist güçler kadim Alevi-Bektaşi Kimliği ni Ilımlı İslam projesi kapsamında daha çok Alevi İslam adıyla ifade etmeye başlamışlardır. Gerçekteyse; Anadolu Alevi- Bektaşi Halk Kültürü ve İnançları Anadolu neolitiğinden başlayarak Hatti-Luvilerle doruğa ulaşan Anadolu - Mezopotamya Uygarlıkları nın evrensel boyutlardaki kültürel birikiminin ürünü, Alevi- Bektaşi, Tahtacı (Ağaçeri), Çepni, Türkmen (Turukkuum) vb. adlarla anılan Anadolu Alevi ve Bektaşileri de söz konusu ürünün oluşturucusu ve taşıyıcısı olan otokton Anadolu Halkı nın torunları olup, Cumhuriyetin ilk döneminde Aleviler Eti Türkleri yani, Hitit Halkı olarak ifade edilmişlerdir. (E K-1) Anadolu Aleviliği Alevi-İslam ve Türk-İslam misyonunun iddia ettiği gibi İslam Dini nin mezhebi değildir ve adını da Arabistan lı Ebu Talip in oğlu Ali den almamaktadır. Siyasal İslam ın yayılmacı dönemlerinde Anadolu halkını Arap-İslam kültürüne asimile etmek amacıyla yapılandırılan Alevi Ocakları aracılığıyla halkın arasına yerleştirilen ve Arap asıllı olduklarını belirten bazı gurupların savunduğu bir Alevi İslam Misyonu nun varlığı bilinmektedir ancak, bu misyon Anadolu Uygarlıklarından kaynaklı özgün Anadolu Aleviliğini temsil etmemektedir. Alevilik evrenin varoluşu ile ilahi yaşam düzenini temel alan ve varlığını tanrı olarak andığı Ezel Ali-Hüda Eli ile ifade eden evrensel inanç kültü, Alevi adı da baba sanı Eli Ba. olan Hüda Eli nin adıyla Anadolu da evrensel ölçekte kültürel değerlere konu uygarlıkları oluşturan halkın adıdır. Günümüzde kısmen islamik bir dona büründürülmüş olsa da, Alevilik ve Bektaşilik yerli Anadolu halkının atalarına ait tarihi ve kültürel birikimi taşıyıp yaşatan Semavi dinler öncesinin köklü bir kurumudur. Alevilerin ataları olan Hatti Luviler Bin Tanrılı Halk sanıyla anılmaktadır. Aleviliğin tarih boyunca dillendirdiği Binbir ismin vardır biri de Ali, Ali diye; Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Ezel Ali, Ahir Ali deyimleri Bin Tanrılı Halk Hatti -Luvilerin (Sümer-Lulubi/Luvi, Guti (Hatti), Kassu ve Turukku) Gök Tanrısı Eli ile ilişkilidir. Gök Tanrısı Eli nin binlerce yıl öncesi yazılı kayıtlara geçen Hadat şeklindeki sanı Anadolu dan Hindistan a uzanan coğrafyanın eski halklarınca günümüzde bile Xweda, Xuda veya Hüda Eli şeklinde anılmaktadır. Çok eski bir halk resmi olan eli kalbindeki Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli tablosu da eski uygarlıklara ait resim yazı gelenekleriyle kültsel içeriklere konudur. Lol dilinde kalbe zeri-a bele, el e ise dest denilmektedir. Söz konusu resimde Hünkarın kalbinin üzerine bastırdığı el Zazaca veya Lolca resim yazısı olarak okunduğunda Zere Dest veya Zere Dost tan Zerdüşt-Zerdest sanını kavratmaktadır. Zeredest Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli, Pençe-i Ali Abba Geçmişte Zerdüşti olduğu bilinen Alevi, Kürt-Alevi ve Türkmen Halkıyla ilişkili Avesta adlı kitap da çok köklü bir Alevi-Bektaşi Dergahı olan İran Azerbaycanı Erdebil Dergahı ve kültsel bir dağ olan Sabalan Dağı nda Zaza dilinin eski bir diyalektiyle yazılmıştır. İran ın Hazar Denizi çevresi, Horasan, Erdebil, Astara, Taliş, Tebriz, Gur (Firuzabat), Ekbatana (Hemedan), Kirmanşah şehirleri ile Susa ve Elam Bölgesinin millattan önceki devirlerde de Hatti-Hitit Halkı yla (Guti/Hatti-Lulubi-Lolan, Turukku- Türkmen, Kassu-Kasıma) meskün olduğu bilinmektedir. Günümüz Alevilerinin ataları olan Hatti Luvi ve Hurri halkı ağırlıklı olarak merkezi Anadolu olmak üzere İran, Azerbaycan, Suriye ve Irak topraklarında yaşamıştır. Başkentleri Kayseri Kaniş, Çorum Hattuşa ile Yazılıkaya, Alacahöyük ve Gaziantep-Kargamış gibi Hatti kentlerinin anıtlarına yansıyan halife kral ile kraliçenin bizzat yönettiği dini törenlerde gözüken tanrı tanrıça çifti, ozan-

15 kızılbaş - sayfa 15 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) lar, müzisyenler, püsküllü bağlama, Babillilerin Enuma Eliş adlı yaratılış destanlarında tanrının yarattığı tar, güvercin donlu semazenler ve kurbanlık hayvanlarla yazılı metinlerde adı geçen şarkıcı, kurbancı, ilk insan da Enbilulu adıyla anıl- ilk insanın adı Lulu, yazıyı yazan sofracı ve saki gibi hizmetliler mıştır.luvi, Lulu, Lulubi, Dımili Anadolu da yaşayan Alevi-Bektaşi denilen halk adı ve dilin kaynağı inançları, ozanlık geleneği ve Cem da Sümer- Lulubi ce insanoğlu Ayinleri nin geçmişini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. LU ideogramıdır. Bu anlamına gelen DUMU LU ULU ideogram Bağlama çalan ozan ve karşısında semah dönen bir Hititli Bergama-Pergamon Müzesi Berlin Hatti dini kenti Alacahöyük ün giriş kapısında kulağında Bektaşi dervişleri gibi küpe bulunan Hitit kralı ve kraliçe Gök Tanrısı Taru nun önünde dua ederlerken. Gök Tanrısı Taru nun adı resim yazısıyla boğa sembolü kullanılarak Taru Ga şeklinde yazılmıştır. Çorum Alaca Höyük İ.Ö.1400 YY. günümüzde Lol ve ya Lulu adam anlamında Dımıli, Dumu Lulu veya Doman-e Lola şeklinde kullanılmaktadır. İnsanı, kadın ve erkeği tanımlayan Lulu veya Lulubi terimleri Dımıli, Lulu ve Kırmanç dillerinde Lo ve Le, Türkçe de loylum, leylim, İngilizce de ise Lord ve Leydi biçimleriyle kullanılmaktadır. Semavi dinlerin baskıları altında yüzeysel bazı değişimlere uğramış olsa da, günümüzde İslamik bir inanç, mezhep veya dini cemaat boyutuna indirgenmek istenen Alevi-Bektaşi Halk Kimliği ile Kültürü Anadolu yerli halkının neolitik dönemden bilinen belgeli tarihi, coğrafyası, anıtları,yazıtları, mimari ve etnoğrafik eserleri, giyimi, kuşamı, folkloru, efsaneleri, hikayeleri ve deyişleriyle binlerce yılda oluşan bir kült olarak, her dönemde evrensel boyutta kültürel değerler oluşturup taşıyarak uygarlıklara öncülük etmiştir. İnsanlığın ilk yerleşik düzene geçtiği Anadolu ve doğal parçası olan Mezopotamya topraklarının yerli halkıyla ilgili yaşayan kültürel değerler ve inanç motifleri, insanlığın evrensel yapı, doğa ve yaşam deneyimlerinden binlerce yıllık süreçlerde kavrayarak geliştirdiği kadim uygarlıklara, dolayısıyla; bilime ve akla dayalıdır.hitit krallarının yaşam eylemleri nedeniyle tanrılarına hesap verme geleneklerine benzeyen, insani yaşam eylemlerinin sorgu ve yargısının toplumsal katılımla gerçekleştirildiği Ayin-i Cem lerde yapılanıp yaşayan Aleviliğin semavi dinler öncesi belgeli gerçeği,hitit Devleti nin yıkılmasının ardından bu toprağa giren işgalci halklarca dağlarda yaşamağa mahküm edilen Anadolu halkından gizlenmeye çalışılmış, zamanla tarihi bellek kaybına uğratılan yerli halkın Anadolu yu sahiplenmesi ve olası yeni uygarlık atılımları engellenmiştir. Anadolu toprakları dünyanın en yüksek uygarlıklarına sahne olmuştur.çevresini kuşatan kıt aların gezgin avcı halkları on iki ırmağı, zengin florası, faunası ve köklü uygarlık birikimiyle binlerce yıldan beri Serçeşme Bir Yurt olan Anadolu yu ele geçirmeyi temel bir hedef haline getirmiş, dinleri tebliğ etme gerekçesiyle kamufle edilen işgaller Tanrıdan vaat edilmiş kutsal toprak söylemleriyle güçlendirilerek günümüze dek sürdü-

16 kızılbaş - sayfa 16 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) rülmüştür. Bu kapsamda Tevrat ta yer alan Rab Abramla O günde ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, bu diyarı Kennileri,Kennizileri, Kadmonileri ve HİTTİLERİ (Hititler) senin zürriyetine verdim. (Tevrat, Tekvin Bölümü, 15/18) gibi tanrıdan vaat edilmiş (!) kutsal toprak adı altında oluşturulan siyasi söylemler, Anadolu yu ve atalarımız olan Hititlerin topraklarını çöl kavimleri için ele geçirilmesi gereken Cennet olarak tanımlıyordu.eskiden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Hurri Ülkesi adıyla anıldığından Tanrıça Anat ın (Anatolia) adıyla anılan Anadolu toprakları ve Huri Halkı o dönemlerde Cennet ve Hurileri imgesiyle değerlendirilmiş olsa gerekir. Tanrının kendilerine vaad ettiği kutsal toprak(!) iddialarıyla Kudüs üssünden örgütlenerek Anadolu ya giren işgalci topluluklar tanrı emirlerini yayma adı altında Anadolu da tarihin en büyük kültürel, siyasal ve ekonomik yıkımlarını gerçekleştirmişlerdir.işgallerde sadece askeri yöntemler kullanılmamış, zamanla Anadolu halkının adlarıyla kültürel ve dini donlarına bürünme,bu külte has değerleri kavratan mitolojileri, devlete ait kurumlaşma modelini,inanç motifleri ve sembollerini de sahiplenerek asimile etme yöntemlerini geliştirmişlerdir. Anadolu nun Tanrı dan vaat edilmiş kutsal toprak adıyla işgali konusu Hiristiyanlığın İslamik yayılmayı durdurmasıyla birlikte batılı güçlerin gündemine alınmıştır. Fransız Devrimi nin ardından dünyaya yeni bir düzen vermek amacıyla bütünleşen ve Makedonyalı İskender in ulaştığı Hindistan sınırlarına kadar uzanan toprakları Avrupa Toprağı olarak benimseyen emperyalistlerce ilk önce Osmanlı Devleti ortadan kaldırılmış Hint-Avrupa Halkları, Dilleri ve Kültürleri ana başlığıyla oluşturulan ideolojik söylemle Avrupalıların etnik kökenleri Anadolu ya, yerli Anadolu halkının kökenleri de Anadolu dışı coğrafyalara oturtulmaya çalışılmıştır.batılı benzer söylemlerle tarih konusunda bellek kaybına uğratılan halkımız ana yurdunda işgalci konuma düşürülmüş, Anadolu halkının tarihi ve kültürel birikimi de Yunan Mucizesi adı altında batılılara mal edilmek istenmiştir.konu arkeolojik verilerin tanıklığıyla zaman, mekan ve kültürel süreklilik temelinde irdelendiğinde asıl kültürel mucizeleri ve uygarlıkları yaratanların Yunanlılar olmayıp, Alevi kimliği ve kültürünün temeli olan Hatti-Hitit Luvi halkı olduğu anlaşılmıştır. Anadolu-Mezopotamya nın İ.Ö 3.cü bin yazıtları ve Tevrat ta adı geçen ilk halkı Het Oğulları denilen Hatti-Luviler dir.hatti-luviler (Aleviler) Güneş Kültü nden kaynaklı evrensel düşünceye sahip aydınlanmacı bir halktır.vatanları Anadolu yu yetmiş iki millete bir nazarla bakan ırklar üstü bir anlayışla tanrının yurdu anlamında Hüda Ali nin ülkesi -Hatti Ülkesi (KUR URU HATTİ) adıyla, halkını da herhangi bir ırk kaygısı taşımayan Tanrının Halkı adıyla bütünleştirmiş, devletin egemenliği ve inançsal kimliği sancak ve bayraklarındaki kanatlı güneş kursuyla sembolize edilmiştir. Hititler de aynı halkın devamı olup çeşitli kaynaklarda iddia edildiği gibi Anadolu ya dışarıdan gelmemişlerdir.hititler ilk başkentleri olan Kayseri Neşa Şehri nden ve bayrakları güneşten kaynaklı olarak kendilerini Nesaumnili sıfatıyla tanımladıklarından günümüz Alevileri de Neşa lı halk anlamında Guruh-u Naci sıfatıyla anılmaktadır.hititlerin ilk başkenti Kaniş Pa, günümüzde Kanispi adlı yerleşmelerle anılmaktadır. Naci formuna giren nesu terimi ise sembolü aslan olan güneşi karşıladığından Hatti-Alevi Halkı Güneş veya Işık Halkı sanıyla anılmaktadır. Bu halk Bektaşi tarzı on iki dilimli külahlar takmış,bağlama, tar, gitar eşliğindeki dini törenlerde kurban kesip semah dönmüştür. Törenlerinde kutsal şarap veya bira türü içkiler içilmiş, saki, aşçı, sofracı, delilci,yer gösteren asa adamı, köçek,koruma görevlileri, müzisyen ve semazenlerden oluşan görevliler yer almıştır.kral ve kraliçenin rahip sıfatıyla yönettiği törenler, günümüz Bektaşi-Alevi Ayin-i Cemleri nden farksızdır.hatti veya Hititlerde Ayin-i Cem olgusunun varlığı Hattuşa- Yazılıkaya,Alacahöyük ve Kargamış Kenti eserleriyle belgelenmiştir. Hattiler den günümüze dek belgeleriyle kanıtlanmış oluşumunu sürdürerek yaşayan Alevi-Bektaşi kültürü, yayılmacı dinlerle başlayan işgal süreçlerinde tüm içerikleriyle ele geçirilmiş, zaman içinde yerli halkın inançlarındaki tanrı ve mitoslarından yararlanan işgal güçleri yerel kültleri ve kültsel kimlikleri örten, karartan ve yeni donlara uyarlayan asimilasyon politikalarıyla Anadolu Aydınlanması nı kesintiye uğratmışlardır. Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa, Kadıncık Ana ile bir çok makam türbeleriyle anılan Sarı Saltuk, Yunus ve Karacaoğlan gibi mitik kişilerle ilişkili menkıbelerle birlikte, Sarı Saltuk, Hz Ali ve Hiristiyan bazı azizlerin ejderha öldürme mitoslarının Hatti Ülkesinin Teşu Ba. veya Taru Baba adlı Fırtına Tanrısı ndan kaynaklandığı, Aleviliğin cansız duvar yürüten Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli si ile yılanı kamçı yapıp aslan yürüten Karacaahmet motiflerinin bu işlevlerle ilgili Hatti/Hitit Luvi tanrılarından güncellendiği tarafımızdan açığa çıkartılmış, Diyanetin bir hurafeler bütünü olarak tanımladığı bu kültün gerçekte Aleviliğe ve insanlığa saygınlık kazandıran evrensel boyutta kültürel değerlerleriyle geçmiş ve yaşayan bir çok dine esin kaynağı olduğu anlaşılmıştır.

17 kızılbaş - sayfa 17 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Cansız duvar ile arslan yürüten Hitit tanrıları İ.Ö.1275 HATTUŞA Cansız duvar (Tekke Kaya ) yürüten Hacı Bektaş-ı Veli ile arslan yürüten Karacaahmet Osmanlı Dönemi Halk Resmi Kadın-erkek eşitliğini yasalarla güvenceye alan, tek eşli gelişkin bir barış toplumu olan Hatti-Luvi Halkı nın inançları evrendeki zıt kuvvetleri karşılayan tanrı-tanrıça kültüne dayanmaktadır. Cemlerde er ve dişi diye ayırmadan insan haklarını can temelinde birleyen Alevilikteki kadın erkek eşitliğinin temeli de, söz konusu bu tanrı ve tanrıça kültüdür. Böylece Alevi-Bektaşi, Tahtacı (Ağaçeri), Türkmen (Taru Komana-Turukkuum) veya Çepni halk kültürü ile kimliğinin evrensel mirasıyla bir bütün olarak Anadolu luğu, tarihi belgeler, halkımızın yaşayan adları, inançlarımızdaki eren ve evliya (Evvel -Ezel Ali) adları, Hattiler döneminden beri kutsandığı bilinen kült ağaçları,doğal birer ziguratziyaret olan Goşkar Baba (Sümerce KASGAR),Hebi Baba (Hititçe Tanrıça Hepa-Hepatu),Qoli Baba (Hititçe d KAL Baba) Hazır Baba (Hititçe Hazzi Ura ) ve Düzgün Baba gibi kült dağları, Hamurpet ve Halil Rahman Gölü gibi kültsel su kaynakları ve dergahlarımızla şüphe götürmez bir gerçeklikle ortaya çıkmıştır.büyük Hitit İmparatorluğunun ve Geç Hitit Devletlerinin tarihe karışmasının ardından binlerce yıl süren işgal, sürgün ve katliamlar sonucunda dünyanın bir çok bölgesine göç ettirilen Aleviler günümüzde Arnavutluk tan başlayarak Balkanlar, Trakya, Kaz Dağları, Güney ve Doğu Toros Dağ yerleşmeleri, Karadeniz Dağları, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Tunceli, Muş, Erzurum, Bingöl, Kars, Ardahan, Gürcistan, Kafkaslar, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Afganistan, Türkmenistan, Tacikistan, Pakistan ve Hindistan gibi tarihsel kültürel ortak geçmişe sahip geniş bir coğrafya üzerinde semavi dinler öncesinin Anadolu ya özgü inanç ve kültürleriyle yoğrulup yapılanan bir halk veya millet kimliğiyle yaşamaya devam etmektedirler. Aleviler dünya siyası tarihinde kökleri binlerce yıl öncesine dayanan yüksek uygarlıklara konu devletler oluşturmuşlardır. Hurri- Mitanni, Hatti Hitit Geç Hitit-Luvi ve Binali (Urartu) devletleri Alevi kültürünün yarattığı yüksek uygarlıklara sahne olmuşlardır. Lulubi (Hatti-Lolan) Kralı Anu Banini nin günümüzden dört bin yıl önce yaptırdığı zafer kitabesi İran Sarı Pul-i Zohap Kasabası ndaki kayalıklarda durmaktadır.lolanlılar(kassi- Kassium Kasıma) beş yüz yılı aşkın süreyle Babil i yönetmişlerdir. Guti (Hatti) Lulubi Kralı Anu Banini. Boyunduruğu altına aldığı krallar ve karşısında kendisini kutsayan Tanrıça İştar İran Sarı Pul-i Zohap Kaya Anıtı İ.Ö :2000 Anadolu, Suriye, İran ve Irakta Alevilere ait binlerce yıllık anıtlar onların köklü geçmişlerine inkar edilemeyecek mükemmellikte şahitlik etmektedir. Hattiler döneminde sembolü arslan olan kanatlı güneş biçimli bayrakları Safevi ve Afşar Devleti nin bayraklarında güneş ve aslan sembolleriyle sürdürülmüş, benzer semboller İngiliz ve Rusların işbirliğiyle yönetime getirilen Rıza Şah Pehlevi Hanedanı öncesinde Lolanlı Muhammet Ali Qacar Şah Yönetimi boyunca İran bayrağında yer almıştır. Hitit Devleti Egemenlik Sembolleri Kanatlı, Güneş -Arslan Kanatlı güneş ve Semazen Tanrı Kral Muvatalli nin Mührü Hititler döneminin başında tanrıyı taşıyan kanatlı arslanı ile kanatlı güneş figürü en son Alevi devletlerinin bayraklarında sırtında güneş tanrısını taşıyan arslan şeklinde devam etmiştir. Alevi olan Lolanlı Qacar Hanedanının yönettiği İran ın bayrağı sonradan değiştirilerek, İran daki Alevi varlığı Şii-İslam la örtülmüştür.

18 kızılbaş - sayfa 18 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Yakın dönem Alevi Devletlerinin figürler güneşten gelen ışık seli ve bayraklarından örnekler: yaşam dalgası imgesindedir. Safevi Devleti Bayrağı Afşar Devleti Bayrağı Lolan-Qacar Dönemi İran Bayrağı Alevi ve Bektaşiler Hazar Denizi nin doğusundaki Horasan dan başlayarak İran Azerbaycanı, Kafkaslar, Azerbaycan, Sümer ve Babil Devletlerine ait topraklar ile Suriye ve Anadolu merkezinde Hazar, Kassu( Ko-e Kassu, Kafkaslar, Kasıma), Lulubi (Lolan), Guti (Hatti), Elam, Sümer, Hatti-Hitit, Hurri (Hormek), Luvi ve Binali (Urartu) gibi köklü devlet ve uygarlıklarda temel taş olarak rol oynamış, Hatti Hurri ve Geç Hitit Luvi (Alevi) devletlerinin tarihe karışmalarından sonra da Anadolu,İran,Irak ve Suriye de devam eden ortaçağ yönetimleri boyunca siyasal etkinliklerini sürdürmüş, yakın dönemdeki en büyük siyasi kırılmayı ise Kanlı Yavuz un Kürt İdris-i Bitlisi ile yaptığı Amasya Antlaşması sonucu Safevi Devleti nin yıkılması sürecindeki kitlesel katliamlar ile Cumhuriyet Dönemi ndeki Dersim Katliamı yla yaşamıştır. Aleviler dünyanın en yüksek medeniyetlerine ev sahipliği yapan ve jeopolitik konumuyla geçmişten günümüze dünya halklarının işgal hedefinde olan Anadolu ve Mezopotamya nın sahibi olmakla dünya halkları arasında hiçbir halkın ödemediği kadar ağır bedeller ödemiş, yakın dönemin Çorum, Kahramanmaraş,Sivas ve Gazi katliamlarıyla yeni bedeller ödemeye devam etmiş, buna karşın gericiliğe, kökten dinciliğe, zulme ve adaletsizliğe asla boyun eğmemiş, daima mazlumun yanında yer almış, halkların kardeşliğini, özgürlüğü ve ülkenin bağımsızlığı savunmuşlardır. Hititlerin On İki Donlu Eren Tanrısı ve Alevi-Bektaşi On iki İmam Motifi Hititlerin dünyada başka bir örneği bulunmayan Hattuşa daki Yazılıkaya Tapınağı İ.Ö yılları arasında Kral Tuthaliya tarafından yaptırılmıştır.hititlerin Bin Tanrılı Dini Panteonu nun Bektaşi külahlı tanrılarıyla güvercin donlu tanrıçalarının katıldığı Ayin Cem-i i kavratan tören rölyefleri arasında Atalar Galerisi denilen bölümde Gök Tanrısı nı evrendeki 12 aylık senkretik zaman döngüsüyle on iki tanrı şeklinde ifade eden kabartmalara yer verilmiştir.elinde dehre benzeri kılıç tutan tanrı, Bektaşi geleneğine uygun on iki dilimli keçe külah ve günümüzde mengüş denilen küpe ile görüntülenmiştir. Çorum Hattuşa- Bektaşi külahlı, küpeli ve kılıçlı on iki er donunda tanrı kabartması.insan boyunu aşan İ.Ö Hattuşa Hattuşa Yazılıkaya daki on iki er tanrıyı benzer içerikle anlatan bir Anadolu Alevi düvazı : Erenler şahtan gelirler, Ali derler pirimize On iki imam erleriyiz, münkir ermez sırrımıza Ateş yanar kazan coşar, dalga gelir boydan aşar Şulemiz aleme düşer, Bakın bizim nurumuza Alevilik ve Semah:

19 kızılbaş - sayfa 19 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Bazı Alevi dedeleri, Seyyit veya havaya kaldıran ve tennure giyen Seydalar ilk semahı kendi aileleri için özelleştirip dedeleri ola- Muhammed e dedim ki diye söze iki kişi var diyen Bakan Hazreti rak ilan ettikleri Hz.Muhammet başlayıp tövbe estağfurullah, özür ve Hz.Ali nin katıldığı Kırklar dilerim,özür dilerim,özür dilerim Meclisi nde cetlerimiz dönmüşler deyip bu eylemi Arap-İslama ki diye düzelterek bu anıt millattan dedikten sonra,yetkililere dedim oturtmaya çalışsalar da, semahın önce 2.ci bini işaret ediyor. Mevlana ne zaman millattan sonra binlerce yıl öncesinden günümüze Anadolu Alevilerince dönüldüğüne Semanın kökü çok önceye gidiyor. dair somut belgeleri Anadolu dadır. Bu semazen figürünün kökü bu Bu konu yirmi yılı aşkın süreyle tarafımızdan gündeme getirilmiş,son gidiyor.yani Arabistan Yarımada- topraklarda binlerce yıl önceye olarak 2008 Haziran Ocak sından değil,kendi kökümüzden ve ayları arasında YOL TV de yayınlanan YOLUN EZELİ adlı ğımızdan geliyor diyerek devletin kendi geleneğimizden kendi topra- programla geniş kitlelere sunulmuş kültür politikalarıyla örttüğü,benim ve nihayet 2011 yılında Kültür ve yıllardır savunduğum çok önemli turizm Bakanı Ertuğrul GÜNAY bir gerçeği açıklıkla ifade etmiştir. devletin bu konudaki suskunluğunu bozarak gerçeği ifade etmiştir. Bağlama çalan Hititli -Suriye Ebla HİTİT -LUVİ-A (Alevi) Dönemi- Hattuşa Yazılıkaya da Ayin-i Cem ve Semah Devletin semahın kökeniyle ilgili itirafı: AKP li Bakan Ertuğrul Günay sema nın binlerce yıllık Anadolu geleneği olduğunu açıkladı. Kültür ve Turizm Bakan Bakanı Ertuğrul Günay 16. Ocak 2011 gazetelere geçen haberde Muğla Milas taki bir anıt mezarda gördüğü semazen figürünü değerlendirmesi sırasında sema nın Arabistan dan gelen 600 yıllık bir gelenek olduğunun bilindiğini, ancak, bunun doğru olmadığını ve Anadolu daki izlere bakıldığında semanın millattan önce 2000 yıllarında bu topraklarda var olduğunun görüldüğünü dile getirdi.beyşehir Eflatunpınar anıtı fotoğraflarında köşelerde ellerini havaya kaldırmış işlemeleri gördüğünü belirtikten sonra ayakta ellerini Alevilere yönelik iffetsizce bir suçlama Mum Söndü Hikayesi Hatti Güneşi İ.Ö.2200 (Alaca Höyük) Kudret Kandili veya Hakkın Delili Versio:1.0 StartHTML: EndHTML: StartFra gment: endfragme nt: İşgalci-şerri toplulukların Hatti/ Hitit Luvi devletlerini yıkmalarıyla birlikte uygarlıkçı Anadolu halkının ufukları karartılmış, uygarlık delili veya mumu söndürülmüştür. Aleviler mumu söndürdüler söylemi, sembolik güneş kursuyla güneş tanrılarını (ESTAN-İSTANU, Güneş Anne Ma Arinna, Hepatu, Mama UTU- veya Ma-a Homete) bayrağında taşıyan Hitit Alevi Devleti nin yıkılışıyla ilişkilendirildiğinde tarihi bir anlam kazanmaktadır ve böyle düşünüldüğünde gerçekte söz konusu uygarlık delilinin Anadolu yu işgal eden şer topluluklarınca söndürüldüğü anlaşılmaktadır. Hattilerin güneş, ay ve yıldızlardan oluşan Kudret Kandili ni başlarına kofileriyle taç eden Anadolu-Mezopotamya kadınları geçmişte daima uygarlık atılımcısı aydınlık nesiller yetiştirmiştir. Buna karşın günümüzde kadınlarımızın alnı kara peçelerle örtülmeye çalışılmaktadır.alevilere kastedilen manada mumun gerçekte kimlerce söndürüldüğüne yönelik bir sorgulama yapılacaksa bu güruhun adresi binlerce yıldan beri uygarlıkçı ışık halkı olarak bilinen Aleviler değil aksine, bilime, aydınlanmaya ve uygarlığa düşman olup, halkımızın belleğini karartan yabancı- bozguncu kültür ve ideolojileri Anadolu ya taşıyıp yapılandıran mihraklar ve onların yandaşlarıdır.anadolu da kadını cemiyetten ve Hakk ın eşitlik terazisinden dışlayarak insan halkalarında bölücülük yapan gerici aklın hakim oluşuyla Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı Kadınlarını okutmayan millet karanlıkta kalır, Eline (yurduna), Beline (nesline-ekonomine) ve Diline (ana diline-kadim kelama ve tarihine) sahip çık mesajlarını vermiştir.bu temelde geçmişten günümüze birlik ve bütünlüğü yok edilmek istenen, topraklarına ve ekonomik kaynaklarına göz dikilen halkımız bir bütün olarak emperyalist kökten dinci ve ırkçı akımların söndürdükleri Uygarlık Delili ni yeniden uyararak bilimin ışığı, evrensel insan halkları,sevgi ve barış temelinde bütünleşmek zorundadır. Şimdi, benliğimizi,birlik ve beraberliğimizi yok ederek ana yurdumuzu ve yaşam kaynaklarımızı işgal etme amacına hizmet eden her türden yabancı kültür, inanç ve ideolojilerden arınarak Anadolu nun

20 kızılbaş - sayfa 20 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) evrensel boyutlara ulaşmış kültürel birikimi ve tarihi gerçekleri temelinde uygarlık delilini yeniden uyararak büyük oranda parçalanmış tarihi kültürel coğrafyamız üzerinde bütünleşerek yeniden Birlik Postuna oturma zamanıdır. Hünkarın emrettiği şekilde bilimi esas alarak Bir, İri ve Diri olabilmek için Ele Bele ve Dile (yurda,kültüre, kültürel ve doğal mirasaekonomi ve nesile, Anadolu Mezopotamya halklarının ana dillerine,tarih ve uygarlıklarına ) bilimsel temelde sahip çıkarak gereken kültür politikalarını ve uygulamacı kurumları oluşturma zamanıdır. Adı, sanı ve nitelikleri ne olursa olsun kökleri Anadolu nun dışında,gövdesi Anadolu da olan bir ağacın kuruyup yok olacağının artık idrak edilmesi gerekir. Halkımız tarihi ve kültürel köklerini üzerinde yaşadığı Anadolu-Mezopotamya topraklarına ve onun uygarlıklarına dayadığı ölçüde daha sağlıklı ve daha sağlam bir yaşam kaynağına kavuşacaktır. Çünkü insanlığa ait uygarlık çınarının kökü ve gövdesi Anadolu dadır. Günümüzde kültürel,siyasi ve ekonomik boyutlarıyla emperyalizme hizmet eden yabancı-bozguncu tezlerle Anadolu-Mezopotamya uygarlık birikiminden yararlanması engellenen halkımızın kendi topraklarında kendi emeği ve üretimiyle bir-iri ve diri olarak sevgi barış ve mutluluk içinde yaşayabilmesi için; Anadolu nun insan yapısı, kültürel ve doğal mirasıyla bir bütün olarak ezeli ve ebedi yurt olarak sahiplenilmesi, Toplumsal-kültürel belleğimizin Anadolu-Mezopotamya Uygarlıklarına,bilime ve çağdaş kültürel birikime oturtulması, Halkımızın Anadolu topraklarına ve bünyesindeki tarihi-kültürel mirasa konu binlerce yıllık sahipliliğini 1071 Malazgirt Savaşıyla bin yıla daraltan tezler yerine ezelden buralı olduğumuza ilişkin bilimsel-arkeolojik verilerin açıklanıp sergilenmesi, Halkımızın uygarlık atılımcısı, laik ve demokrat insan kimliğinin oluşmasını engelleyen veya yok eden gerici, ırkçı ve bozguncu kimlikler yerine, Anadolu nun evrensel değerler oluşturup taşıyan kültürel birikimden kaynaklı olarak insan ve doğasının Varlığın Birliği veya çeşitlilik içinde birlik ilkesinde yaşam hakkını güvenceye alan toplumsal bir kimlik yapısına kavuşturulması gerekir. Çünkü:kültür ve uygarlık değerleri genetik değil,edinimseldir.kültürler farklı coğrafyalarda insanın insanla,insanın doğayla birlikte oluşturdukları ürünleri ve yaşam biçimlerini kapsarlar.bu nedenle ırkçı toplulukların uygarlıkları,barışı, adaleti ve mutluluğu yoktur. Irkçılık çağlar boyunca uyarlıkları, insanlık ve doğayı yok eden anlayışların temel kaynağı olmuştur. Aynı nedenlerle insanlık evrensel ilahi düzene uyarak doğasıyla uyumlu bir yaşam biçimi ve uygarlıklar geliştiren Anadolu ya koşmuş ve kendisini varlığın birliğine konu Ayin-i Cemleri ve yaşam biçimiyle birleştiren Bektaşilikle Aleviliğe sarılmıştır. Unutulmamalıdır ki; Alevilik farklı kesimlerden insanlığı gök kubbedeki ilahi cem imgesiyle birleştirip yücelten evrensel bir kültür ve inancın adı ve sonsuza dek yaşayacak olan bir birlik kurumudur. Varlığımıza,birliğimize ve özgürlüğe giden yolda bir,iri ve diri olma dileklerimle. EK: 1: 7 Haziran 1938 tarihli Ulus Gazetesi nin ilk sayfasında yer alan haberde Ankara ya gelen Hatay Alevileri Reisi El Hıyyat ve ekibi Eti Türkleri adıyla yani Hitit Heyeti olarak duyurulmuştur Kemel Soyer (Kültür Bakanlığı Emekli Genel Müdürü) CHP, İP ve EMEP li kadın siyasetçilerden oluşan 40 kişilik bir heyetin, Esad yönetimine destek vermek amacıyla Suriye ye gittiği bildirildi.taraf gazetesinin üst manşetten verdiği haberde şunlar kaydedildi: Suriye Kadın Kolları Derneklerinin davetlisi olarak aralarında CHP Kadın Kollarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Birgül Ayman Güler, CHP Kadın Kolları Genel Sekreteri S. Nazik Işık, CHP Kadın Kolları MYK üyesi Saadet Şener, CHP Tekirdağ Milletvekili Canan Yüceer, CHP İzmir Milletvekili Hülya Güven ile CHP PM üyesi Sema Kendirci nin de bulunduğu kadın grubu, 29 ekimde Suriye ye gittiler. Kadın derneklerinin, bazı emperyalist ülkeler tarafından Türkiye ile Suriye arasında gerginlik yaratılmak istendiğini söyleyerek bu daveti gerçekleştirdiği öğrenildi. Davet edilen gruba gelin burada birkaç gün gezin, dolaşın ve yaşananları, halkın yaşamını, kadınların durumunu kendi Kemalistler de Baas ı seviyor gözlerinizle görerek bir yargıya varın dendiği belirtildi. Grubun yarın yurda döneceği öğrenildi. Emperyalist çıkarlar Grup Suriye ye düzenledikleri ziyaret çerçevesinde dün Halep e ulaştı. Türk heyet üyelerinden Gazeteci Yazar Gönül Akkuş; Suriyelilerden gördüğü misafirperverlik ve iyi karşılama için teşekkürlerini sunarak Suriye-Türkiye halkları arasındaki derin dostluk ilişkilerine ve ortak çıkarlarına dikkat çekti. CHP Kadın Kolları Genel Sekreteri Nazik Işık bölgenin maruz kaldığı ve ABD nin emperyalist çıkarları doğrultusunda bölgeyi parçalamayı hedefleyen saldırılar karşısında iki dost halk arasındaki dostluk ilişkilerinin pekiştirilmesinin önemine işaret etti. Bölücü projeler Emek Partisi Üyesi Şükran Doğan; Türkiye halkının Suriye ye uygulanan komplonun ve uzantılarının hacmini idrak ettiğine işaret ederek iki halk arasındaki ilişkilerin derinleştirmeye verilen özenin Suriye yi hedef alan planların hezimete uğratılmasındaki önemini vurguladı. Ayrıca Cumhuriyet Müftüsü Ahmet Bedir Hassun Türk Kadınlar Birliği ile bir araya gelerek iki halk arasındaki tarihi güçlü dostluk kardeşlik bağlarının düşman güçler tarafından zedelenmeye ve iki halk arasına ayrılık tohumları ekmeye çalışıldığını ifade etti. Sömürgeci amaçlara hizmet eden ve bölgeyi parçalamayı amaçlayan projelere dikkat çeken Hassun; Suriye nin maruz kaldığı komplonun ulusal tutumlarını hedef aldığını belirterek Suriye yi etkileyecek her şeyin Türkiye yi de etkileyeceğini vurguladı. RO/Zilan Dersim

21 kızılbaş - sayfa 21 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Uluslararası Ortodoks Kurumu (I.A.O.), Ermeni, Süryani ve Rum Soykırımını tanıdı Bir Türk olarak Soykırımdan dolayı özür dilerim Parlamentolar arasında görev işleyen Uluslarası Ortodoks Kurumu, The Interparliamentary Assembly on Orthodoxy (I.A.O.) adına Mkrtich Minasyan, 29 Haziran tarihinde Paris te bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısında, 28 ülkeden temsilcilerin olduğunu, Haziran tarihinde Paris te gerçekleşen, 18. ci dönem, yıllık Genel Kurul toplantısında önemli bir karar aldıklarını ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Süryani lere karşı bir soykırım gerçekleştiğini ve bunu kınadıklarını dile getirdi. Minasyan, Ermeni, Rum ve Süryani lere karşı Osmanlı İmparatorluğu nda bir soykırım gerçekleştiğini ve almış oldukları bu kararı, bütün kurum delegelerinin ortak kararıyla kabul ettiklerini söyledi. Kararın okunmasından sonra da tüm delegelere, Ermenistan ve Ermeni halkı adına teşekür ettikten sonra Türkiye ye de soykırımı kabul etme çağrısı yaptı. Süryani Soykırım Araştırmalar Merkezi, Seyfo Center Başkanı Sabri Atman, yaptığı açıklamada alınan kararı büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını ve bu karardan dolayı kuruma bir kutlama gönderdiğini söyledi. Atman açıklamasına devamla, Yunan Parlamentosu nun insiyatifiyle, Uluslararası Ortodoks Kurumu (I.A.O) oluşturulduğunu ve 28 ayrı ülke ve farklı kıtalardan temsilcileri bulunan ve Birleşmiş Milletler ile yakın ilişkisi ve çalışması olan bu kurumun aldığı kararın önemli bir başarı olduğunu ve uluslararası alanda etkilerinin olacağını ilave etti. Ayrıca bu kararın tesadufi olmadığını, son senelerde soykırım kurbanı halk temsilcilerinin ortak hareket ettiğini ve en son 23 Eylül 2010 tarihinde Atina da Three Genocide, One Strategy Üç Soykırım, Bir Strateji adı altında buluştuklarını belirtti. Seyfo Center adına yapılan açıklamada, önümüzdeki dönemde Uluslararası başka kurum ve ülkelerin de Süryani Soykırımının kabul tasarılarının gerçekleşeceği ve bunun için çalışmaların sürdürüldüğü vurgulandı. Stockholm, 1 Temmuz 2011 İstanbul Rum Azınlığı İstanbul Greek Minority Mart C.tesi günü, Almanya nın Gütersloh şehrindeki Asur Mezopotamya Derneği, tanınmış bir Türk yazarını davet etti. Değişik dillerde yayınlanan bir çok kitaba imza atan Kemal Yalçın, 100 kişinin üzerinde bir katılımın olduğu ve çok canlı geçen, üç saatlik sorulu-cevaplı bir konferans verdi. Konferansa yüksek katılımın yanısıra, Gütersloh Alevi Dernek temsilcileri ve Die Linke Sol Partisi Milletvekili Ali Katalanın da katılması zenginlik kazandırdı. Dernek Başkanı Aziz Yousef ilk sözü, Seyfo Center temsilcisi Sabri Atman a bıraktı. Atman, yaptığı kısa konuşmada Seyfo konusundaki son gelişmeleri ve çalışmaları anlattıktan sonra Kemal Yalçın ı selamlayarak sözü kendisine bıraktı. Yalçın, konuşmasına başlamadan önce, dinleyicileri, Seyfo da olmak üzere son günlerde Japonya daki depremde yaşamını yitirenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşuna davet etti. Yalçın, daha sonra konuşmasına devamla, Birinci Dünya Savaşı'nda Süryani, Ermeni, Alevi ve Ezidi'lerin yaşadığı, kelime anlamıyla bir Soykırımdı dedi. Bu arada Seyfo nun unutulmamasını ve tarihten dersler çıkarılması gerektiğini, söyledi. Süryaniler in Türkiye yi sebebsiz bir yere terk etmediğini, bunun çok bilinçli bir politika sonucu gerçekleştiğini, ayrıntılarıyla anlatan Yalçın, Birinci Dünya Savaşı nda Süryani halkının yaşadığı soykırımdan dolayı, Bir Türk bireyi olarak, hem kendim hem de ulusum adına özür dilerim, dedi. Türkçe dilinden süryaniceye tercümanlığını Juhan Roumee nin yaptığı çok verimli geçen konferansın ardından, Yalçın, kitaplarını okuyucularına imzaladı.

22 kızılbaş - sayfa 22 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Türkiyede gayri müslim olanların askerlik anıları Birkaç gündür değerli ağabeyim, Turabdin"in kalbinden olan aziz hemşerim Süryani assılı yazar Fehmi Bargello nun askerlik anılarını içeren GABRO, bir hain kutsal görev emrinde adlı kitabının, Isveç ten Türkçeye çevirisi üzerinde yoğunlaşıyorum. Çevirdiğim bölümden bir pasaji sizinle paylaşmak istiyorum: Asteğmen beni karşısına almıştı, bakışlarından nefret okunuyordu. Keskin bakışlar altında, bakıp sordu: Adını bir daha söyle, bir defa daha duymak istiyorum? Gavriye. Bu kadar mı? Gabro, diye çağırırlar beni. Gavriye nin kısaltılmışı oluyor. Başka ismin yok mu?! Hayır, yok. Türkçe bir ismin yok mu? Normalde, sizin Türkçe ve bir de Şeytansı gavur isminiz olmakta. Adım Gabro. Bunun dışında başka bir ismim yok. Gavriye, Gabro, Gavuro. İsmin Gavur tanımına çok yakın olduğunu biliyor musun? Bundan daha kötü bir isim hayatımda duymadım. Herhalde kafasından sakat birisi sana bu ismi koymuş olacak. Bir gavur ismi, şeytani bir isimle vatanın koruması için buradaki binlerce insan arasında askerlik yapmak olacak bir iş değil.' Turabdin den olan birisi bunu duyup okuduğu zaman, hem gülmekten kırılır. Hem de vatandaşına güvenmeyen, fakat o nu kullanan, hakkaret eden politikalardan ne kadar yorulduğunu ve üzüldüğü görülecektir. UMARIZ İNSANLIKTAN NASİBINİ ALMAMIŞ BU POLİ- TIKALARA SON VERİLİR VE ÜLKEDEKİ RENKLERE SAYGI DUYULUR... Fransa da yeni bir Seyfo (Asur Süryani Keldani) soykırımı anıtı dikildi 20 binin üzerinde Asur-Keldani-Süryani nin yaşadığı Fransa da Seyfo soykırımı anısına yeni bir anıt dikildi da, ilk resmi anıtın dikildiği ve Asuri-Keldani- Süryani lerin «başkenti» olarak bilinen Sarcelles den sonra, Saint-Brice belediyesi de tarihi bir karar alarak, 1915 soykırımında hayatını kaybeden Asuri-Keldani-Süryani lerin anısına bir anıt dikme kararı aldı. Belediye Başkanı Sayın Alain Lorand ın Fransa da faal olan Fransa Asur-Keldani Derneği (AACF) ve Fransa Asur-Keldani Birligi (UACF) ile gerçekleştirdiği görüşmeler sonucu Saint-Brice belediye binasının bulunduğu parkta bir anma ve açılış töreni gerçekleştirildi. Erivan da İfade özgürlüğü konusuna adanmış seminer gerçekleştirilecek Erivan da 1 Kasım tarihinde İfade özgürlüğü konusuna adanmış 3 günlük bir seminer gerçekleştirilecek. 20 hakim ile 30 avukatın katılacağı seminer Hukukun Avrupa birliği sivil toplum örgütünün Erivan ofisi, ABD Erivan büyükelçiliği ve AGİT temsilcisi tarafından organize edilmiş. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkiletının Erivan Ofisi haklar projesi başkanı Vladimir Çuntulov, ABD büyükelçiliği temsilcisi, Ermenistan Avukatlar Birliği başkan yardımcisi Ara Zohrabyan, ve Hukukun Avrupa birliği sivili toplum örgütünün başkanı Lusine Hakobyan konuşmalarda bulunacak.

23 kızılbaş - sayfa 23 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Rutkay Aziz'in 2011 Altın Portakal konuşması Ben biraz değişik konuşacağım, izninizle... Ben biraz değişik konuşacağım, izninizle... Öncelikle 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali nin, başta başkanı olmak üzere, tüm yaratıcılarını, tüm emekçilerini, Çağdaş Sinema Oyuncular Derneği adına en içten duygularımla selamlıyorum. Ayrıca bu festivalde yarışan arkadaşlarımızı, onların tüm yaratıcılarını, emekçilerini yürekten selamlıyorum. Ama asıl önemli olan bir olay da, sayın başkanın da (Anlatya Büyükşehir Belediye Başkanı) değindiği gibi, yılında yaşanılan sansür ve darbe döneminde ödüllerine ulaşmamış arkadaşlarımızın 30 yıl sonra bu ödülleriyle buluşmalarıdır. Bu çok ciddi, tarihî, örnek alınacak bir adımdır. Dilerim bu dönen dünyamızda; faşizm ve darbe sürecinden geçmiş ülkelerin sinemacıları da bunu örnek alarak bu tarihi adımı onlar da kendi ülkelerinde paylaşırlar. Laurence Jourdan nın 2004 yapımı 52 dakikalık belgeseli Osmanlı İmparatorluğu nda görev yapan Batılı diplomatların raporlarına ve soykırımın ardından hayatta kalan tanıklarla yapılan röportajlara dayanıyor. Türken Gegen Armenier-Der erste Völkermord des 20. Jahrhunderts (20. yüzyılın ilk soykırımı) adlı belgeselde Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa nın amaçları ve aldıkları kararları içeren Osmanlı arşivlerinden çıkan belgelerin yanı sıra dönemin Halep Alman Konsolosu Walter Rössler, Harput Amerikan Konsolosu Leslie Davis, Almanya İstanbul Büyükelçisi Konrad von Wangenheim ve selefi Wolf Metternich, İstanbul Amerikan Büyükelçisi Henri Morgenthau`nun tanıklıkları da yer alıyor. Onun için de, o ödül sahibi arkadaşlarımı... Ne yazık ki aramızda Ömer Kavur yok, Zeki Ökten yok. Onlar da ışıklar içinde yatsınlar. Bu anlamda da -dernek olarak- tekrar yürekten kutluyorum. Bana verdiğiniz ödüle gelince... Lütfettiniz, teşekkür ederim. Dilerim hak etmişimdir; dilerim yaşadığım sürece de hak etmeye çalışırım. Ola ki, moda deyimle, bir döneklik ya da sapma olursa bu verdiğiniz ödülü özgürce geri alma hakkına da sahipsiniz! Gerçek sanatçılar, ülkesinin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür. Benim Türkiye min gerçeklerine tanık olduğum olay; hukukun üstünlüğünün yittiği, adaletsiz bir kalkınma gidişinin hızla yol aldığı, parasız eğitim diye pankart açan genç arkadaşımın 16 ay tutuklu kalması ama Şili de o çocukların devrim yapması... (Burada, yaklaşık 45 saniyelik uzun bir alkış tufanı kopuyor.) Burada festival KADIN ı tema alyor; dünyanın hiçbir yerinde kadın, çocuk, bu kadar cinayete, tacize maruz kalmıyor. Goethe nin dediği gibi, Dünyanın en tehlikeli hali, cehaletin örgütlü eyleme geçme halidir. Bu da benim üklemin bir gerçeğidir. Dünyanın gerçeğine dönüyorsunuz: savaş çığlıkları, açlık, işgal, sömürü! İşte gerçek sanatçılar bunlara tanık olmakla yükümlüdürler... Ve şuna inanıyorum ki, sinema -Şarlo nun (Charlie Chaplin in) dediği gibi- gerçek anlamıyla bir barış sanatıdır. Ve sinema kendi içindeki o barış içeriğini koruyarak, hem Türkiye ye, hem de dünyaya demokrasi, özgürlük, barış ve insanlığa katkı sağlayacaktır. Bu festivalin de bu katkıyı sağlamasını diliyor, hepinizi bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. pontus koçgiri desim soykırımları!?.

24 kızılbaş - sayfa 24 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) BİR ARŞİV YAĞMASININ HİKAYESİ Hayrullah GÖK / Mesut UYAR Birinci Dünya Savaşı'ndaki Alman Askeri Yardım Heyeti'nin Bilinmeyen Bir Yönü. Liman von Sanders başkanlığındaki Alman Askeri Yardım Heyeti ve bu heyetin Birinci Dünya Savaşı sırasındaki faaliyetleri, yakın dönem Türk tarihinin hiç şüphesiz en önemli konularından birini teşkil eder. Bu dönemle ilgili son zamanlarda ciddi araştırmalar yapılmış olmasına rağmen hala aydınlatılması ve cevaplanması gereken birçok giz ve karanlık hususlar mevcuttur. Kanaatimizce bu çok önemli devreyi aydınlatmak için Türk ve Alman arşivlerine dayanan kapsamlı ve ciddi çalışmalara şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Türk askeri tarihi ile ilgili olarak sürdürdüğümüz araştırmalar sırasında saygıdeğer hocamız Ord.Prof.Dr. Vakur Versan ve Doç.Dr. Rauf Versan ın yardımları ve hoşgörüleri sayesinde kendilerinin aile arşivlerinde bulunan bir belgeye ulaştık. Aşağıda muhteviyatını ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz bu belge, 1. Dünya Savaşı nın sonunda Alman Generali Hans von Seeckt in Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti nden (Genelkurmay Başkanlığı) çok önemli belgeleri Almanya ya götürdüğünü kanıtlamaktadır. Bu makalemizde öncelikle Alman subaylarının 1. Dünya Savaşı nın başlangıcında Osmanlı Genelkurmayı nı denetimleri altına almaları ve savaş boyunca Osmanlı harekat planlarının hazırlanmasındaki rolleri ortaya konacaktır. Müteakiben tamamı çok önemli belgelerin savaş sonunda Almanya ya kaçırılması hususu açıklanacaktır Liman von Sanders Alman Askeri Yardım Heyeti Kasım 1835 te Türkiye ye gelen Helmuth von Moltke ile beraber neredeyse aralıksız olarak Osmanlı İmparatorluğu nda görev yapan Alman Askeri Yardım Heyetleri nin amacı, ordunun yeni baştan ıslahı ve teşkilatlandırılmasıydı. Bu heyetler, salt modern askeri sistemi Osmanlı ordusuna kazandırmak maksadıyla sayıca az, daha çok eğitim kurum ve birliklerinde görev yapan danışmanöğretmen misyonu ile çalışmaktaydı. Herhangi komuta görev ve sorumlulukları olmadığı gibi danışmanlık ve öğretmenlikleri de yaptırımlarla güçlendirilmemişti. Etkinlikleri ise tamamen Osmanlı ordusuna mensup diğer komutanlarla kurdukları ilişkiye bağlıydı(1). Ancak, Liman von Sanders başkanlığındaki heyet, seleflerinden çok farklı olacaktı Balkan Savaşı ve uğranılan ağır yenilgi imparatorluktaki bütün dengeleri bozdu. Sadece Rumeli gibi çok önemli bir bölge kaybedilmedi, Osmanlı devleti ve ordusu her bakımdan ciddi bir şekilde sarsıldı. Bu sarsıcı dönemi, İttihat ve Terakki Partisi nin iktidarı ele geçirerek siyasi ve askeri kadroları tasfiye etmesiyle birlikte yoğun bir güç mücadelesinin yaşandığı ara dönem izledi(2). Bu dönemde, 3. Selim iktidarından beri kafaları kurcalayan ve birçok ıslahat girişimine konu olan Osmanlı Ordusu nu modernize etme sorunu da hiç olmadığı kadar önem kazandı. Ordu acilen modernize edilmeli, ona yepyeni bir ruh ve canlılık verilmeliydi(3). Liman von Sanders Aksi takdirde imparatorluğun geride kalan topraklarını bile elde tutmak mümkün görünmüyordu. Harbiye Nezareti ve Genelkurmay Başkanlığı bu sorunun öncekilerden çok daha kapsamlı ıslahatlar yapılmasıyla çözülebileceğini, bunun da ancak Alman subaylarının fiili komuta ve rehberliğiyle gerçekleştirilebileceğini düşünmekteydi. Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa döneminde ortaya atılan bu fikir, Sadrazam Said Halim Paşa ve Harbiye Nazırı Ahmed İzzet Paşa döneminde uygulamaya konuldu. General Liman von Sanders komutasındaki Alman Askeri Yardım Heyeti nin Hizmet Sözleşmesi 27 Ekim 1913 tarihinde, Bahriye Nazırı ve Harbiye Nazırı Vekili Çürüksulu Mahmud Paşa tarafından 5 yıllık bir süreyi kapsayacak şekilde imzalandı(4) Hizmet Sözleşmesi yle Liman von Sanders ve emrindeki heyete, seleflerinden farklı olarak, bütün kritik birlik, kurum ve okulların komuta ve kurucu başkanlıkları terk edildi. Von Sanders ve heyeti, Türk subaylarının atanması ve Almanya ya eğitime gönderilmesinde tek söz sahibi haline geliyordu. Liman von Sanders in ordunun ikinci veya üçüncü kıdemli komutanı olması kararlaştırıldı ve böylelikle Alman denetiminde yeni bir ordu kurulması için ilk adım atıldı(5). Genelkurmay Başkanlığının Yeniden Yapılandırılması Bronsart von Schellendorf Alman Genelkurmay Başkanlığı, yeni Osmanlı ordusunun teşkili safhasında asıl önemi, doğal olarak, Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı na (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi) verdi. Çünkü, Alman-Prusya askeri sisteminde ordunun can

25 kızılbaş - sayfa 25 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) damarı, asıl karar verici, denetim organı genelkurmaydı(6) ve bu sebeple Alman Genelkurmayı nın bir benzerinin kurulması düşünülmekteydi. Bu amaçla, başlangıçta tümen komutanı olması planlanan Prusya Albayı Bronsart von Schellendorf(7), Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi Erkan-ı Harbiye Reis-i Saniliği (Genelkurmay Birinci Yarbaşkanlığı: Genelkurmay Karargahı Kıdemli Başkanlığı) görevine getirildi(8). Genelkurmay reformunda asıl önemli adım, Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanı Ahmed İzzet Paşa nın istifa ettirilip yerine 3 Ocak 1914 tarihinde Enver paşa nın atanması ile atıldı. Bronsart von Schellendorf ismi değişse de makamını korudu ve onun önderliğinde genç ve yetenekli kurmay subaylardan oluşan yepyeni bir Genelkurmay teşkil edildi(9). Yeni Genelkurmay ın ilk görevi, Balkan Savaşı nda yokluğu büyük sorun yaratan seferberlik planlarını hazırlamaktı. Ancak planlar, Türk kurmay subaylar dışlanarak, Bronsart von Schellendorf ve 1.nci Şube Müdürü (Harekat, Eğitim, Harp Tarihi) Yarbay Kress von Kressenstein tarafından hazırlandı. Söz konusu hazırlık sırasında Alman Genelkurmayı ile yoğun yazışmalar yapılarak koordinasyon sağlandı. Ayrıca, bu planların hazırlanması esnasında yepyeni bir uygulama başlatılarak bütün hazırlık çalışmaları (taslak ve müsveddeler), onay belgeleri (üst komutanlık ve koordine makamların parafları) ve Alman Genelkurmayı ile yapılan yazışmalar, von Schellendorf un Alman Başyaveri tarafından diğer evraklardan ayrı olarak arşivlenmeye başlandı. Türk subayların bu belgelere nüfuz etmesi önlendi ve bu uygulamaya savaş boyunca devam edildi(10). Bnb. Abdürrauf Bey (sol başta) ve Bronsart Paşa (ortada) 3 Ağustos 1914 tarihli irade ile hazırlanan Seferberlik planları doğrultusunda 1. Dünya Savaşı seferberliği uygulanmaya başlandı. Harbiye Nezareti ise Başkomutanlık Vekaleti ne dönüştürüldü. Bu son düzenleme ile von Schellendorf fiilen Genelkurmay Başkanlığı görevine getirildi(11). Böylelikle orduda Enver Paşa nın sınırlı etkinliği de sona erdi. Hatta bu tarihten sonra bazı belgelerde von Schellendorf tan Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi şeklinde bahsedilmeye başlandı. Aynı iradeyle Genelkurmay teşkilatı yeniden değiştirildi ve Kritik Merkez Şube Müdürlüğü doğrudan von Schellendorf a bağlandı. Artık bütün önemli yazışmalar Almanlar ın denetiminde yapılacaktı. Tabii ki, bu evrakların asılları ve taslaklarının ayrı olarak Almanlar ın denetiminde arşivlenmesi işlemine devam edildi. 20 Ağustos 1914 tarihinden itibaren von Schellendorf olası savaş durumunda açılacak cephelerle ilgili planları hazırlamaya başladı. Bu planlama çalışmasıyla ilgili elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Kanal Seferi hazırlıklarını von Kressenstein ın, Doğu Cephesi hazırlıklarını ise Yarbay Hafız Hakkı nın von Schellendorf ile beraber hazırladığı anlaşılmaktadır(12). Von Schellendorf un Osmanlı Genelkurmayı nı idare tarzı ve Enver Paşa nın Almanlar a desteği Türk subaylarında yavaş yavaş infiale ve muhalefete yol açmaya başladı. Artık rahatsızlık ve tepkiler açıkça ifade edilmekte, Alman planları eleştirilmekteydi (13). Bu gelişmeler üzerine muhalif görülen subaylar birer birer tayin edilerek Genelkurmay dan uzaklaştırıldı veya pasif görevlere atandı. Hatta, şube sayısı arttırılarak önemli şubeler etkisizleştirildi(14). Savaş başladığında artık denetim mutlak olarak von Schellendorf un, dolayısıyla Alman Genelkurmayı nın elindeydi. Enver Paşa Faktörü Enver Paşa, Cemal Paşa ve Bronsart von Schellendorf, Kudüs'te, Selahaddin Eyyubi Medresesi'nin açılışında... Liman von Sanders başkanlığındaki Alman Askeri Yardım Heyeti nin ülkeye gelişinde, Berlin Askeri Ataşesi olarak önemli rolü olan Enver Paşa, savaş öncesi ve sırasında da Almanlar la ilişkileri asıl belirleyen kişi oldu. Enver Paşa, Osmanlı İmparatorluğu ve ordusunun kurtuluşunu Alman askeri yardımı ve ittifakında görerek, özellikle Osmanlı Genelkurmayı nın Alman denetimine bırakılması için var gücüyle çalıştı. Harbiye Nezareti (müteakiben Başkomutanlık Vekaleti) ve Genelkurmay Başkanlığı nı üzerine alması, onun bu konudaki ilk önemli adımı oldu. Ancak siyasi meseleler ve İttihat Terakki nin iş yükü onun Genelkurmay Başkanlığı ile ilgilenmesini engelledi. Zaman içinde von Schellendorf a duyduğu güvenin artması ve eskiden beri Alman sistemine hayranlığı, Genelkurmay ı tamamen von Schellendorf a bırakmasına yol açtı(15). Savaşın başlaması ve büyük umutlarla çıkılan Sarıkamış Seferi nin büyük bir felaketle sonuçlanması, Enver Paşa nın ordu ve savaşın denetimini gittikçe artan düzeyde Alman subaylarına terk etmesine sebep oldu(16). Osmanlı İmparatorluğu ise artık büyük Avrupa savaşının bir yan cephesi olarak görülmekteydi. Osmanlı Ordusu, Alman Yüksek Komutanlığı na bağlı bir ordu, Osmanlı Genelkurmayı ise Alman Genelkurmayı na bağlı bir ordu karargahı olarak(17) muamele görüyordu. von Schellendorf un Alman Genelkurmay Başkanlığı na yazdığı 15 Aralık 1917 tarihli raporu bunun kanıtıdır: "Türkiye, coğrafi durumu, askeri ve ekonomik kudreti itibariyle bu savaşta ancak ikinci derecedeki bir cephe önemindedir; aynı zamanda Türkiye esas neticenin alınacağı esas savaş cephesinin (yani Avrupa daki cephenin) yükünü hafifletmek gibi fedakarlıklarla dolu bir görevi de üzerine çekmeli idi..."(18). Ayrıca Türkiye nin Alman Genelkurmayı, Osmanlı İmparatorluğu nun bazı cephelere kuvvet ayırmadığının ve bu bölgelerin kaybedileceğinin de bilincindeydi. Ancak, her şeye rağmen Alman Genelkurmayı nın plan ve emirlerine sadık kalınmalıydı:

26 kızılbaş - sayfa 26 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) "Kullanılması mümkün görülen kuvvetlerden bazıları esas muharebe cephelerine gönderilmiş ve orada kat i neticeleri alınan savaşlarda çarpışmışlardır (Galiçya kastolunuyor). Bu yapılırken Türk sınır bölgesinin bazı kısımları ve orada bulunan, fakat askeri bakımdan önemli olmayan, mukaddes yerler in bırakılması pahasına olsa dahi böyle hareket edilmiştir. Şayet Avrupa da kat i netice alınırsa, elden giden ülkelerin geri alınması mümkün olacaktır (.) Benim bütün isteğim, Yüksek Kumandanlığın arzularını burada (Türkiye de) tatbik etmektir..."(19). İşin ilginç tarafı, Enver Paşa nın da aynı fikri paylaşmasıydı ve tam bir işbirliği mevcuttu. Bu işbirlikçi tutuma en iyi örnek ise Sadrazam Said Halim Paşa ile Enver Paşa ve Kabine üyelerinin imzasını taşıyan ve Padişah tarafından da onaylanan 29 Ekim 1916 tarihli Harekat-ı Harbiye-i Umumiye başlıklı iradedir. Bu iradeyle açık bir şekilde zafere ulaşmanın yolunun askeri komuta ve savaş idaresinin Almanya ya terk edilmesi gereği kabul edilmektedir: "Bugünkü harpte işbirliği ettiğimiz, emel ve kaderimizi bağladığımız müttefiklerimizle fikir ve harekat bakımından anlaşmış olmamız bir zorunluluktur. En son ve kesin başarının elde edilmesi için, fikir ve harekatta birleşik olma ve yardımlaşma lazımdır. (.) Muharebenin cereyan ettiği alanların tek cephe sayılması ve önemli askeri harekat için genel karargahlar arasında müzakere yapılması lazımdır. Harp harekatının genel sevk ve idaresinin birleştirilmesi ile bunun Alman İmparatoru tarafından deruhte edilmesi, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan hükümetlerince kabul olunduğu, Alman Genel Karargahı Kurmay Başkanlığı nın yazılarında da anlaşılmıştır. Osmanlı Devleti nin de bu kararlara uyarak hareket etmesi istenmekte olduğundan ve bu hususta düzenlenen esaslar Devlet-i Aliyelerine sunulmuştur. Vekiller Heyetimizce de uygun görülen bu esasların İrade-i Seniyyeleriyle onaylanmasını arz ederiz..."(20). Alman denetimindeki Osmanlı Genelkurmayı bütün önemli kararları, sefer planlarını ve her tür yığınağı zaten Alman Genelkurmayı nın emir ve denetimi altında yapmaktaydı. Bu irade ile yapılanlara yasallık kazandırılmış ve son engeller de ortadan kaldırılmış oldu. Bütün bu önemli yazışmalar ve hazırlık çalışmalarının Alman subaylar denetiminde ayrı bir şekilde arşivlenmesi işlemine de devam edildi. En üst düzey komutanlar dahil, hiçbir Türk subayı plan ve yazışmalara ulaşamıyordu (21).Bu uygulama savaşın son dönemine kadar titizlikle devam ettirildi(22).. Savaşın ilk dönemindeki yoğun tempo ve Genelkurmay dan Türk subayların uzaklaştırılması nedeniyle Alman denetimine yönelik muhalefet zayıflamıştı. Ancak uğranılan yenilgiler ve bunda Genelkurmay ın yanlış değerlendirme ve emirlerin etkisi Alman komutanlara karşı muhalefeti şiddetlendirdi. Bu konuda en dikkat çekici tavır ve uyarı 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa dan geldi. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa ve Talat Paşa ya gönderdiği 20 Eylül 1917 tarihli raporda, Suriye-Filistin cephesindeki kötü durumu vurgulayarak acilen Almanlar dan bağımsız, milli çıkarlara uygun davranılması gerektiğini belirtiyor, aksi takdirde ise çok büyük bir felaketin kaçınılmaz olduğunu yazıyordu: "İçinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlar la beraber bulunarak kurtulmak zaruri ise de, Almanlar ın bu zaruretten imdadı ve harpten istifade ederek bizi müstemleke şekline sokmak ve memleketimizin bütün menabiini (kaynaklarını) kendi ellerine almak siyasetine muarızım (karşıyım) ve rical-i devletin bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar müstakil ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm..."(23). Liman von Sanders, Yıldırım Orduları komutanlığını Mustafa Kemal Paşa'ya bıraktığı günlerde... Liman von Sanders, Yıldırım Orduları komutanlığını Mustafa Kemal Paşa'ya bıraktığı günlerde... Aslında kıt alarda görev yapan Alman subayların büyük bir kısmı da Alman denetim ve güdümündeki Osmanlı Genelkurmayı ndan rahatsızdı. Alman Askeri Yardım Heyeti Başkanı Liman von Sanders, oldukça ağır eleştirilerle dolu raporlar yazarak Alman Genelkurmayı nı ikaz etmeye çalıştı. Özellikle savaşın sonunda yazdığı 27 Mart 1919 tarihli rapor konumuz açısından oldukça anlamlıdır: "Enver, Almanya için çok elverişli biri idi; fakat bu hal ise Almanya nın aleyhine oldu. Çünkü Enver, askeri hareketler hakkında umumi görüş ve sarahat sahibi değildi ve zararlı Alman tesirlerine kendini kaptırmıştı. Daha az uysal, fakat kendi vatanının menfaatlerini candan benimsemiş olan (başka bir) Türk Harbiye Nazırı, Türkiye ve bununla birlikte Almanya için çok daha başka türlü faydalı olabilecekti. Bu husus Almanya da bir türlü anlaşılmak istenmemiştir..."(24) Hans von Seeckt in Osmanlı Ordusu nda görevlendirilmesi Genelkurmayın harbin idaresine yönelik olarak aldığı ağır eleştiriler ve Liman ile Bronsart arasındaki anlaşmazlık(25) sonucu von Schellendorf un Almanya ya geri çağrılmasına karar verildi(26. Von Schellendorf un yerine uzun görüşme ve araştırmalar sonrasında Tuğgeneral Hans von Seeckt atandı(27). Hans von Seeckt Aralık 1917 tarihinde İstanbul a gelen(28) Hans von Seeckt in ilk izlenimleri pek olumlu değildi. Alman subaylarını Türkleşmiş olmakla suçladı, karargahın işleyişini yozlaşmış ve amaçsız buldu. Ancak, bir süre sonra kendisi de eleştirdiği sisteme uydu. Çünkü, Genelkurmay Başkanlığı nı fiilen üstlenmesinin yolunun Enver Paşa ile iyi geçinmekten geçtiğini anlamıştı. Görev süresi

27 kızılbaş - sayfa 27 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) boyunca da Enver Paşa ile çok iyi ilişkiler kurdu. Von Seeckt, selefi von Schellendorf gibi Alman ordusunun yükünü Osmanlı ordusunun hafifletmesi gerektiğine inanıyor ve bu işlevin sürmesi gerektiğini düşünüyordu. Genelkurmay ı da bu anlayışla idare etti(29). Üstelik selefinden farklı olarak von Seeckt, şahsi karargahına uzak ve soğuk duran bir yapıdaydı(30). Enver Paşa, von Seeckt in Genelkurmay ı idare tarzından çok hoşnuttu ve onu tamamen bağımsız bıraktı. Hatta Enver Paşa o derece memnundu ki, savaş sonrasında yapılacak yeniden teşkilatlanmada von Seeckt in göreve devam etmesini istiyordu: "Harpten sonra da ben Harbiye Nazırı ve Erkan-ı Harbiye Umumiye Reisi vazifelerini deruhte edeceğim. Bana Erkan-ı Harbiye işlerinde müstakilen yardım etmek üzere Erkan-ı Harbiye İkinci Reisliği için gene beş sene müddetle Alman Erkan-ı Harbiye ümerasından birisini istiyorum. Bunun için de ordumuzu yakından tanıyan ve halihazırda Erkan-ı Harbiyem Reisliğinde bulunan Zekt Paşa olması, bence en muvafıktır. ( ) Hindenburg ve Ludendorf un da muvafakat edeceklerine emin isem de, alelusul görüşülerek bu tayinden, gerek Zat-ı Şahane, gerek benim pek ziyade memnun kalacağımı bildirmenizi rica eder ve muvafık cevap beklerim..."(31) Ancak Liman von Sanders, Enver Paşa ile aynı fikirde değildi ve Osmanlı Genelkurmayı ndaki Alman subayları uğranılan yenilginin asıl sorumluları olarak görmekteydi: "Türk Başkarargahında Türkiye yi ve Türk ordusunu yeter derecede tanımayan Alman subayları iş görmekte idiler; tecrübeli ve denenmiş Türk kurmay subaylarının işbirliği temini yerine öyle kararlar alınmış ve öyle hareketlere girişilmişti ki, bunların başarısızlığı ta baştan aşikardı..."(32) Mondros Anlaşması ve Alman Heyeti nin Türkiye den ayrılması.. Enver Paşa ile Alman karargahının beklentileri ve gelecek için yaptıkları planlara rağmen 1. Dünya Savaşı ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Bulgaristan ın ayrı bir anlaşma yapıp savaştan ayrılması ve Suriye-Irak cephelerinin çökmesi yenilginin kabullenilerek acilen ateşkes antlaşmasını yapılmasını zorunlu kıldı. Limni adasındaki Mondros limanında yapılan görüşmelerde Osmanlı İmparatorluğu nda bulunan Alman subay ve birliklerin Müttefiklerce tutuklanmaması için Osmanlı heyeti birçok müzakere yapmak durumunda kaldı. Sonuç olarak Alman ve Avusturya-Macaristan askeri personeli ile ilgili 19. madde değiştirilerek kabul edildi. Tahliye merkezlerine yakın personelin bir ay içinde, uzak olanların ise bir aydan sonra en kısa zamanda imparatorluğu terk etmesi kararlaştırıldı(33) Antlaşma öncesi başlayan panik, antlaşmanın imzalanmasına rağmen daha da büyüdü. Enver Paşa ve İttihat Terakki nin önde gelen liderleri kaçış hazırlıklarına ve yurda tekrar dönüşleri için uygun girişimleri şimdiden yapmaya, Osmanlı Genelkurmayı nda görevli Alman subaylar ise Askeri Heyet ten bağımsız olarak gidiş hazırlıklarına başladılar. Bu olağanüstü karmaşa ortamından istifade ile von Seeckt, 1915 yılından bu yana Alman subaylarının denetiminde ayrı olarak arşivlenmiş olan seferberlik, sefer cepheleri, savaş ve sonrasıyla ilgili önemli planların asılları ve hazırlık çalışmaları ile Alman Genelkurmay Başkanlığı yla yapılmış önemli yazışma evraklarını içeren sandıkları kendilerine tahsis edilen gemilere yükletmeye başlattı. Oysa 31 Ekim 1918 gün ve 6083 sayılı tamim gereğince bu evrakların Merkez Şubesi nde veya Riyaset Yaverliği makamında bulundurulması gerekiyordu. Üstelik von Seeckt, Genelkurmay ile ilgili bütün sorumluluğunu 1 Kasım 1918 tarihinde devretmişti(34). Bnb. Abdürrauf Bey'in konu hakkında yaptığı tutanak... Von Schellendorf un Genelkurmay da görevlendirilmesinden bu yana Genelkurmay Karargahı Kıdemli Başkanı Türk Başyaveri olarak görev yapan ve von Seeckt in, emirler hilafına, Genelkurmay arşivini Almanya ya götürme çabasını fark eden Binbaşı Abdürrauf Bey(35) aynı zamanda Merkez Şube Müdürlüğü ne de vekalet ettiğinden önce kendi yetkisi dahilinde arşivi taşımakla görevlendirilmiş olan Alman Başyaver Binbaşı Rohrscheidt ı(36) durdurmaya çalıştı. Başarılı olamayınca durumu sadrazama ve Genelkurmay Başkanlığı na yeni atanan Cevad Paşa ya bildirmesi için yaver Binbaşı Muzaffer Bey e iletti. Ancak, herhangi bir müdahale gelmedi. Bunun üzerine resmi bir tutanakla durumu Genelkurmay Başkanlığı na bildirdi. Alman personeli taşıyacak geminin 5 Kasım 1918 günü sabah saatlerinde İstanbul dan ayrılacağını öğrenmesi üzerine Binbaşı Abdürrauf Bey aynı gün, saat dan önce bizzat Genelkurmay Başkanı Cevad Paşa nın huzuruna çıkarak durumu arz etti. Ancak, yine herhangi bir işlem yapılmadı veya yapılamadı. Gemiler, çok değerli yükü ile İstanbul dan ayrıldı(37). Liman von Sanders, 4 Kasım 1918 günü İstanbul a geldiğinde ilk grup Alman subay ve birlikler von Seeckt komutasında çoktan ayrılmıştı. Gemiler Odessa limanına vardıktan sonra bu grup Ukrayna üzerinden Almanya ya varacaktı. Liman von Sanders ise, son grupla beraber Ocak 1919 da İstanbul dan ayrıldı(38).

28 kızılbaş - sayfa 28 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Herkesin kendini kurtarmaya çalıştığı bu karmaşa ve anarşinin hakim olduğu günlerde, Bnb. Abdürrauf Bey in Genelkurmay arşivini kurtarma çabası ancak gecikmeli olarak etkisini gösterdi. Yeni Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Berlin Büyükelçisi Rifat Paşa ya 5 Kasım 1918 tarihinde çektiği telgrafla General von Seeckt in önemli belgeleri kaçırdığını belirterek derhal Alman Hükümeti nezdinde girişimde bulunmasını istedi(39). Ancak bir sonuç alınamadı. Osmanlı Genelkurmayı nı Alman subaylara bırakan, burada Almanlar tarafından ayrı bir arşiv tutulmasına ve bunun da yurt dışına kaçırılmasına uygun koşullar yaratan Enver Paşa bir kısım İttihat Terakki ileri gelenleriyle birlikte, 8/9 Kasım 1918 gecesi U-67 numaralı Alman denizatlısı ile İstanbul dan kaçtı. İşin ilginç tarafı, bu grubun Türkiye den kaçmadan önce İttihat Terakki arşivinin önemli bir kısmını yok etmesidir(40). Sonuç Kress von Kressenstein Genelkurmay Başkanlığı arşivinin İstanbul dan götürüldükten sonraki akibetini bilmiyoruz. Bu konudan bahseden tek kişi, Türkiye de görev yapmış olan ve makalemizde adı geçen Alman subayı Kress von Kressenstein dır. Von Kressenstein, anılarını yazarken Genelkurmay dosyalarından istifade etmek istediğini, ancak bu dosyalara ulaşamadığını belirtmekte ve bu vak alara ait dosyaların hemen kaffesi Alman Heyet-i İslahiyesi nin İstanbul dan göçü esnasında kaybolmuştu demektedir(41). Arşivler, bir milletin hafızasıdır. Mondros Ateşkes Antlaşması ndan sonra Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti ne (Genelkurmay Başkanlığı) ait sandıklar dolusu plan ve yazışmaların Almanya ya götürülmesiyle birlikte milli hafızamızın çok önemli bir kısmı yok edilmiştir. Bu makaleden amaç, Alman subaylar denetiminde ayrı bir şekilde arşivlenen ve en üst düzey komutanlar dahil hiçbir Türk subayının ulaşmasına izin verilmeyen Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti ne ait sandıklar dolusu plan ve yazışmaların 1. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ya götürülmesi konusuna dikkat çekmektir. Biz, Ord.Prof. Vakur Versan ve Doç. Dr. Rauf Versan ın yardımları ve yol göstermeleri sayesinde bu önemli hadiseyi gün ışığına çıkarmakla tarihi bir görevi az da olsa yerine getirdiğimize inanıyoruz. Bu arşivin akibeti araştırılmalı ve tekrar gerçek sahibine, yani Türkiye Cumhuriyeti ne kazandırılmalıdır. Belgelerin asılları kazanılamazsa birer suretinin sağlanmasının askeri tarih araştırmaları açısından taşıdığı önem stratejik boyuttadır. Böylelikle, Bnb. Abdürrauf Bey in en kötü koşullar altında başlattığı çaba da sonuçlandırılmış olacaktır Hayrullah GÖK Kara Harp Okulu, Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Dersi Öğretim Elemanı Mesut UYAR Kara Harp Okulu Uluslararası İlişkiler Dersi Öğretim Elemanı KAYNAKLAR 1- Alman-Prusya Askeri Heyetleri nin görevlendirilmesi ve faaliyetleri hakkında bilgi için bkz. Jehuda E. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, (çev) F. Çeliker, (Ank.Gnkur. Basımevi, 1977, s Askeri kadrolardaki asıl tasfiye 25 Temmuz 1325 (1909) tarihli Tasfiye-i Rüteb-i Askeriye Kanunu ile gerçekleştirildi. Bu kanun için bkz. Düstur, c.1, 2. tertip, Dersaadet, 1329 (1913), s.421 vd.; Hayrullah Gök, Mareşal Fevzi Çakmak ın Askeri ve Siyasi Faaliyetleri ( ), (Ankara: Gnkur. Basımevi, 1997), s Selahattin Karatamu, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, c.iii, Kb.6, (Ankara: Gnkur. Basımevi, 1971), s age, s ; Wallach, age, s Liman von Sanders, beraberinde 10 subayla birlikte 14 Aralık 1913 tarihinde İstanbul a geldi. Daha önce İstanbul a gelmiş olan subaylarla birlikte heyetin mevcudu 41 oldu. Kendisine verilen yetkiyi kullanan Sanders, Alman subay sayısını 70 e yükseltti. Karatamu, age, s , 197; Wallach, age, s , Alman-Prusya Genelkurmay sistemi hakkında özet bilgi için bkz. Jack D. Hoschouer, von Moltke and the General Staff, Military Review, c.67, no.3, Mart Oldukça saygın ve başarılı bir subay olan Bronsart von Schellendorf, 119. Humbaracı Alay Komutanı iken Mirliva rütbesi ile Osmanlı Ordusu nda görevlendirildi yılında Almanya ya geri çağrıldı yılında korgeneral rütbesindeyken emekli oldu. Türkiye de Alman Askeri Misyonu Subaylar-Generaller-Heyetler, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı:24, Şubat 1987, s Karatamu, age, s.197, dipnot: Şube Müdür Yardımcısı Bnb. Ali İhsan (Sabis), 2. Şube Müdürü (İstihbarat) Bnb. Kazım (Karabekir), 3. Şube Müdür Yardımcısı (Eğitim) Bnb. İsmet (İnönü), 4. Şube Müdür Yardımcısı (Şimendifer-Ulaştırma) Bnb. Refik, Merkez Şube Müdürü Ysb. Kazım (Orbay) bu yetenekli subaylardan bazılarıdır. Age, s Bkz. Bnb. Abdürrauf Bey imzalı belge. Seferberlik planları ile ilgili olarak von Schellendorf un kanaati için bkz. Akdes Nimet Kurat, Birinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye de Bulunan Alman Generallerinin Raporları, (Ankara: TKAE Yayınları, 1966), s.26-27; Karatamu, age, s von Kressenstein ın anılarında Seferberlik planı hazırlanmasına Alman seferberlik nizamnamelerinin Türkiye deki hal ve şartlara göre değiştirilmesiyle başlamıştık demektedir. Kress von Kressenstein, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, (çev) M.B. Özalpsan, (İstanbul. Askeri Matbaa, 1943), s.7. von Schellendorf ve von Kressenstein ın beraber gizlice çalışmalarını Ali İhsan Sabis anılarında şu şekilde ifade etmektedir: Karargah-ı Umumi Harekat Şubesi nin Alman şefi olan Albay von Kress bizimle gayet az temas eden bir adam idi. ( ) Kendisi ayrı bir odada sade General Bronsart tan aldığı emirlerin teferruatını hazırlamakla meşgul olurdu. Ne emir alır ve ne düşünür, hazırlardı, hiç haberimiz yok idi Ali İhsan sabis, Harp Hatıralarım: Birinci Cihan Harbi, c.1, (İstanbul. Nehir Yayınları, 1990), s Karatamu, age, s Karatamu, age, s.295; Sabis, age, s.257; Kressenstein, age 13- Kazım Karabekir İstihbarat Şubesi nin zayıflatılma çalışmalarına karşı derhal Enver Paşa ya giderek tepkisini belirtip kararı değiştirmeye çalışmıştır. Kendi ifadesine göre Enver Paşa ya, beni asıl endişeye düşüren Erkan-ı Harbiye Reisi nin Alman

29 kızılbaş - sayfa 29 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) olmasıdır diyerek düşüncelerini aktarmıştır. Mazım Karabekir, Birinci Cihan Harbine Nasıl Girdik?, c.2 (İstanbul, Emre Yayınları, 1994), s ; İsmet İnönü anılarında Almanların kendisi ile Enver Paşa arasındaki yakınlıktan dolayı gocunduklarını ve yanından ayırmak istediklerini, bu yüzden 2. Ordu ya tayin edildiğini ifade etmektedir. İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap, haz. S. Selek, (Ankara. Bilgi Yayınevi, 1985), s Başlangıçta 5 şube müdürlüğü varken bu sayı 5 Ağustos 1914 te 7 ye, 9 Eylül 1914 te 10 a, 1917 de ise 27 ye ulaşacaktı. Karatamu, age, s ; Ali İhsan Sabis anılarında: (Enver_Almanlar) bizleri de, yani Hafız Hakkı yı, beni, Kazım Karabekir i Karargah-ı Umumi din birer bahaneyle çıkarıp etrafa dağıttı demektedir. Sabis, age, s Sabis, age, s.180; Ahmet İzzet, Feryadım, c.1, (İstanbul, Nehir Yayınları, 1992), s. 215; İsmet İnönü, anılarında Enver Paşa nın Alman ordularının kudret ve kıymetine sarsılmaz bir hayranlık beslediğini ifade etmektedir. İnönü, age, s.99; Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya dan Orta Asya ya Enver Paşa, c.3, (İstanbul, Remzi Kitabevi, 1985), s Bu durum İnönü nün anılarında açıkça görülmektedir: Enver Paşa nın Alman Askeri Heyeti yle münasebetlerinde Almanlar a tamamıyla tabi olduğu söylenemez. Bilakis Almanlar, ondan daima çekinir ve onu memnun etmeye çalışırlardı. Ancak, kendisi zayıfladıkça, askeri kabiliyetlerinin ve vasıflarının mahdut olduğunu anlamaya, öğrenmeye başladıktan sonra, nihayet Alman sevk ve idaresinin bir vasıtası haline gelmesi zaruri olmuştur İnönü, age, s İzzet, age, s Kurat, age, s Age,s Von Schellendorf Enver Paşa nın Alman komutasına inancını şöyle die getirmektedir: ( ) Enver Paşa nın memleketin içinde maruz kaldığı ağır siyasi muhalefetlere karşı koyarak Alman Erkan-ı Harbiyesi nin ileriye matuf tedbirlerini gerçekleştirmek hususundaki dur bilmeyen faaliyeti ve gayreti sayesindedir ki Türk ordusunun yıkılmasının şimdiye kadar önü alınmıştır, age, s.28; von Kressenstein da bu konuda aynı fikirdedir: Enver herkesten evvel merkez devletleri harekat-ı harbiyelerinin idaresinde müttehit bir başkomutanlık lüzumunu çok açık olarak takdir etmiş ve kendi arzusu ile Alman sevk ve idaresinin emri altına girmişti; O, cihan harbi neticesinin Türk harp sahnelerinde değil, fakat Fransa savaş meydanlarında kazanılacağını takdir ettiğinden Alman Başkomutanlığı nın arzularını öyle vasi mikyasta yerine getiriyordu ki, bazen Türk harp idaresinin menfaat ve ihtiyaçlarını kafi derecede hesaba katmıyor ve bundan dolayı Türk politikacıları ve subayları muhitinde şiddetli tenkitlere ve ciddi bir muhalefete çığır açmış oluyordu Kressenstein, age, s Ahmet İzzet Paşa nın şikayetleri için bkz. İzzet, age, s Bkz. Bnb.Abdürrauf Bey imzalı belge 23- Atatürk ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1991), s.6-7; Atatürk ün Bütün Eserleri, c.2, (İstanbul. Kaynak Yayınları, 1999) s.124; Benzeri bir değerlendirme için bkz. İnönü, age. S Kurat, age, s Liman von Sanders, Türkiye de 5 Yıl, çev. M.Z.Yazman, (İstanbul, Burçak Yayınları, 1968) s Von Schellendorf un geri çağırılmasındaki en önemli etken Enver Paşa ile olan yakınlığıdır. Von Schellendorf, bir bakıma Enver Paşa-Liman von Sanders çekişmesine kurban olmuştur. Wallach, age, s , Hans von Seeckt, 22 Nisan 1866 da doğdu. Prusya ordusuna katıldı. Uzun yıllar çeşitli karargahlarda kurmay subay olarak çalıştı. Dünya savaşından önce Mackensen Ordu Grubu Kurmay Başkanlığı ve sonrasında Avusturya-Macaristan Joseph Ordusu Kurmay Başkanlığı yaptı yılları arasında Osmanlı Genelkurmayı Karargahı Kıdemli Başkanlığı (Gnkur. 1. Yarbaşkanlığı) görevini yürüttü. Kasım 1919 da yeni kurulan Alman Savunma Bakanlığı (Reichswehrministerium) Karargah Komutanlığı (Chef des Truppenamtes) ve müteakiben Alman Kara Kuvvetleri Komutanlığı na atandı. 2. Dünya Savaşı nın başarılı Alman Ordusu nun gerçek kurucusudur yılına kadar bu görevini sürdürdü yılında vefat etti. vonseeckt Hans, Encyclopedia Britannica, vol Wallach, age, s Age, s Alman Genelkurmayı ile von Seeckt in doğrudan yazışmaları ile ilgili örnekler için bkz. Aydemir, age, s.382, ; vo Seeckt in mesafeli ve soğuk davranması, şahsi karargahı ile iletişim kopukluğu Bnb. Abdürrauf Bey in gözlemleridir. 31- Enver Paşa nın Brest-Litovsk ta Askeri Murahhas Zeki Paşa ya 15 Mart 1918 de yazdığı yazı, Aydemir, age, s Kurat, age, s maddenin eski ve değiştirilmiş hali için bkz. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, c.1, (Ankara, TTK Basımevi, 1955), s Wallach, age, s.240; bkz. Bnb Abdürrauf Bey imzalı belge; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkilabı Tarihi, c.3, Ks.4 (Ankara, TTK Basımevi, 1985), s Aralarında Şıpka kahramanı Veysel Paşa nın da bulunduğu köklü bir aileye mensup olan Abdürrauf Bey, aslen Manastırlı olup, Şehit Üsteğmen Osman Efendi nin oğludur. Atatürk ün Harp Okulu devre arkadaşı Abdürrauf bey 10 Şubat 1902 de Piyade Mülazım-ı Sani (Teğmen) rütbesi ve sicil numarası ile Kara Harp Okulu ndan mezun olmuştur. Liman von Sanders Alman Askeri Yardım Heyeti ne yardımcı olunması maksadıyla sınavla seçilen subaylardan biri olarak Almanya da eğitim görmüş olan Bnb. Abdürrauf Bey, 1. Dünya Savaşı boyunca önce von Schellendorf un, daha sonra da von Seeckt in Türk Başyaveri olarak görev yapmıştır. Sağlık sorunları ve ailevi nedenlerden dolayı Kurtuluş Savaşı na katılamadığı için emekli edilmiş olan Abdürrauf Bey, Kule Kaynak: bir-arsiv-yagmasinin-hikayesi/

30 kızılbaş - sayfa 30 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) SENİ AFFETMİYEM ULAN! Sarkis HATSPANİAN İnsanların haksız yere çektikleri acılara şahitlik edenler, şahit oldukları acıların utançlarını da taşırlar J. M. COETZEE yılları arasında Dikranagert Surp Giragos Ermeni Kilisesi papazlığı döneminde halkının ruhani çobanı olmayı başarabilmiş temiz yürekli BÜYÜK insan DER GIRAGOS un kutsal anısına!... Yıl 1980, Garbis aylardan beri polisler tarafından arandığını bildiği halde memleketinden, Khençepek ten (1) uzaklara düşmeye niyetli değildi. Yoldaşları onu sağ-selamet Suriye ye ulaştırmayı ona defalarca önermiş olsalar da, usulca reddetmişti. Bir keresinde hatta Istanbul daki örgüt arkadaşlarının yollamış olduğu önemli bir emaneti almak için dokunsan elinin sınıra değeceği Urfa-Suruç ta bulunuyorken dahi yapılan ısrarlı teklifleri geri çevirmiş, kalmasının tehlikeli olduğunu bile bile Dikranagert ine (2) geri dönmeyi yeğlemişti. Dikranagert dersen aslında doğup-büyüdüğü şehrin artık elle tutulur bir Dikranagert liği de kalmamıştı ya, ne de olsa Allah vekil-diyarbekir hesabı yine de memleketiydi işte! Atatoprağında oturan eloğlu da olsa, toprak el toprağı değildi ya, sonuçta üzerinde yaşadığı öz be öz babasının toprağı değil miydi? Mardin Kapı mevkiinde küçücük bir avlusu olan evin genişçe duvarlarından birinde üstü Erzurum Ermeni işi kocaman bir halıyla örtülü iç bölmesi bulunan minnacık bir odanın ancak bir mumluk ışık giren ufak penceresinden hep yolu gözleyen Dersimli yoldaşının dışarıyı gözleme nöbetini ondan devralmasının hemen ardından yorgunluktan mest olmuş halde yer yatağına düşüp ölü gibi uyurken aynı rüyayı bu da Allahbilir kaçıncı kez görmeye alışmıştı sanki... Son günlerde, hemen her uykuda hep aynı rüyayı görmesini anlayamıyor ve «ne bu hikmet, bu işte bir alamet var da, ben anlamıyorum herhal, sonumuz kherli ola» diye arada kendi kendine söylendiği de oluyordu. Rüyasında, çocukluğunda ilkokula giderken Türk ve Kürt çocuklarının Ermeni çocuklarının ardından ölesi-öldüresiye görülmemiş bir kovalamacayla koşmaları sonucu, her yakalandığında linç edilircesine dövüldüğü zamanları görüyor, parmaklarını biri biri üstüne getirip de haç yapan müslüman çocuklarının parmaklarıyla yaptıkları haçlara küfür-kafir, lapayla tükürdükleri yetmezmiş gibi, kutsal ibadet merkezleri Surp Giragos larına bile olmadık hakaretler edişleriyle, tüm sevdiklerine ana-avrat düz gidişlerini sıkça gördüğü kâbuslardan bazen sıçrayarak ve kan-ter içinde uyanıyordu. Son zamanlarda, aynı rüyayı tekrar ve yeniden görüyor olması da çok acaibine gidiyordu! Küçüklüğünün Dikranagert inde her Ermeni çocuğunun okula gidişgeliş anıları herşeyiyle aynıydı, olmaya ki onlar Türk ya da Kürt çocuklarına yakalansınlar, grup halinde saldırılara maruz kalıp telef ediliyor, binbir hakaret ve baskıya uğruyorlardı. Babadan oğula geçen bu alınyazısında kendi döneminin anlatılması pek zor bu ahlâksızedepsizliklerine öncülük yapan şahıssa Şeyhmus Ziya Kartal (3) adlı belki de diğer çocuklardan bir-iki yaş büyük, zayıfça, kemik torbası bir oğlandı. Kürt çocuklarının elebaşılığını yapan bu oğlan tüm Ermeni çocukların nefretini kazanmış olmaktan ayrı bir haz duyardı. Haftanın hemen her günü saatler boyu haylazca sokaklarda sürtüp masum Ermeni avına çıkması sanki azmış gibi, Pazar günleri kilise ayininden sonra yemeğe davetli olduğu mümin evlerine yollanan Ermeni papazı Der Giragos un (4) arkasına düştüğü beş-on kişilik çetesiyle Allah ın o zavallı kulunu Er-meni ke-şiş, gö-tü-ne bir şiş diye hakarete maruz bırakarak taşlamak ve o tertemiz insanın onurunu kırıp, dini mevkiini taciz etmekten bambaşka bir zevk duyardı. Garbis küçükken yıllar yılı şahsen yaşadığı o iğrenç davranış ve işkencelerin bilfiil elebaşılığını yapan bu sadistten birgün mutlaka intikam almaya yemin etmişti etmesine de, ondan-bundan o soysuzun Istanbul da okumaya gittiğini

31 kızılbaş - sayfa 31 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) duymuş, bunca zaman zarfında da Diyarbakır da ne adını duymuş, ne de gölgesine rastlamıştı. * * * Bulundukları mahallede polisler tarafından ev-ev arama yapılacağı haberi onlara yoldaşlarınca geç ulaştırılmış olduğundan, Garbis le arkadaşı yanlarında bulunan biri ondörtlü iki tabancayı bellerine, otuzüçlük iki şarjörüyle kabzası katlanır otomatik silahı da büyükçe bir torbaya koyup sırtlayarak kaldıkları evden çıktıklarında saat sabahın yedisi gibiydi. Giderek uzaklaşan polis arabalarının siren seslerine karışan köpek havlamalarının da ancak duyulur olmasına paralel, koşu atletlerini kıskandıracak rekor bir hızla, 5-6 metrelik mesafelerde biribirlerini kollayaraktan, sayılı dakikalar içinde koşar adımlarla tehlikeli bölgeyi terketmeyi başarıp, Khençepek e yönelmişlerdi bile!... Garbis, hâlâ Surp Giragos un avlusunda yaşayan Ermeni hısımları Anto Dayılara (5) sığınabileceklerini, kendileri orada kalamasalar bile en azından yanlarındaki silahları onlara güvenip bir müddet saklamalarını rica edebileceğini umut ediyordu. Surp Giragos un iki sokak arkasında köşede bulunan Süryani bakkal Ibo nun oğlu Şmun dükkan darabasını açarken, uzaktan karşı taraftan kiliseye doğru yürüyen şahsın kim olduğunu gören Garbis in vücudunun tüm hücrelerinin birden nasıl titrediğini ve beyin kapağının yerinden aniden fırladığını nereden farkedecekti ki! Garbis ten toputopu on-onbeş metre kadar uzaklıkta, endişesiz, rahat adımlarla, gezinerekten yürüyen bu vatandaşsa, kimbilir ne kadar Ermeni çocuğunun en masum senelerini onlara zehir eden, o güzelim çocukluk yıllarının korkulu rüyası, o yaştaki günahsız melekler dünyasında akılalmaz ruhsal bunalım ve travmalar yaratmış, her Ermeni çocuğunca yaşanmış ortak bütün acıların sembolü haline gelmiş Şeyhmus Ziya Kartal dı işte! Doğa üstü bir gücün o soysuzu bugünlerde karşısına çıkaracağının sanki önceden haberini verircesine son zamanlarda o yaratığı habire rüyasına getirip-sokuşturması ne kadar anlaşılmaz ise, çok ama çok uzun zamandan beri beklenmiş bu karşılaşmanın bugün, burada, tam da Diyarbakır Ermeni mahallesi Khençepek te, hem de Surp Giragos Ermeni kilisesine üç adımlık bir yerde olması hiç de tesadüfi bir raslantı sayılmaz, sayılamazdı! Hani olağanüstü hal ve durum diye bir laf edilir ya, şimdiki hal de, durum da bu sözlerin insana üstüne bastın kaldır ayağını dedirtecek cinsten olanı, ta kendisiydi işte!... An, çok beklenmiş bir adaletin yerini bulacağı andı ve Garbis de bu anı hep düşlemişti ama kaderin bu cilveyi ona şimdi, polisten kaçmakta olduğu böylesi bir ortamda bahşedeceğini düşünemezdi elbet... bu da yaygın bir halk sözünde Ermeni bahtı diye adlandırılan ve Ermeni alınyazısına eşanlamlı gerçeğin varoluşunun ispatıydı herhalde! * * * Birlikte olduğu arkadaşa karşıda yürüyen tipin kollanıp takip edilmesi gerektiğini bildirerek adımlarını avına doğru hızlandırırken bir yandan da elini beline götürerek tabancasını yoklamayı ihmal etmedi. Kaderin cilvesi onu bir anda avcı, avlanmakta olduğundan bihaber hemen önünden yürüyen yaratığı da izi sürülen ava dönüştürmüştü. Kilise sokağına girdiklerinde avıyla neredeyse aynı hizaya gelmiş olduğunu görünce, silahını belinden çıkarıp ceketinin içine gizleyerek eliyle göğsüne bastırmışken, kalp atışlarına paralel hızda yürüdüğünün hiç farkında değildi. Köşeyi dönmelerinden hemen sonra takip edildiğini hissedercesine rahatsızlanıp, yanıbaşına varmış olan Garbis e bakmayı denerken kendine yönelen bir tabanca namlusuyla karşılaşan kişiyse neye uğradığını şaşırmıştı. Afallayan avıyla yüzyüze gelen Garbis in, elindeki silahıyla ona Surp Giragos un büyükçe kapısını gösterip «Gir ulan kiliseye!» demesiyle, birlikte olduğu Dersimli yoldaşının atik bir şekilde elinde tuttuğu torbada bulunan tüfeğin namlusunu avlarının sırtına dayayarak görülmedik bir hızla içeri soktuğunu görmesine şaşakalması da bir olmuştu. * * * Garbis in içeriye girer-girmez henüz neye uğradığını anlamakta zorlanan avını yakasından tutup, ite-kaka sürükleyerekten, siyah

32 kızılbaş - sayfa 32 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) volkanik taş duvarlarla örülü kilisenin ortasındaki devasa tavanı tutan onlarca dikili sütun arasından hızla nasıl geçirerek, her santimetre karesini ezbere bildiği bu kutsal mekanın Ermeni ruhbanların ayin öncesi dini tören elbiselerini giydikleri en dipteki papaz odasına sokmasını görüp de şaşırma sırası şimdi Dersimli yoldaşınındı artık! Olduğu yerde hareketsiz duran ve ödünün bokuna karıştığı korkusundan nefes nefese solurken, bakışlarını yerden ayırıp da başını kaldırmaya cesaret edemeyen avına bakıp «Dünya sandığindan da küçikmiş Şeymus Ziya Kartal, bağh seni çok sevdigin Ermeni keşiş-götüne bir şiş diye yıllar yıli hakaret ettigin Der Giragos umızin odasinda ağirlama şerefine de nail oliyem ya ölsem de gam yemem artığh!» diyen Garbis in de aslında içten içe titrediği boğuk çıkan sesinin titremesinden anlaşılıyordu. Nefret dolu bakışlarla avını yukarıdan aşağıya süzüp, içindeki intikam duyguları kabardığı halde onun yüzü yerine öfkeyle ancak yere tüküren Garbis «Beni tanıdin degil mi itoğlisi, tanımaz olur musun ulan, tabii tanıdın, benim, Cumhuriyet Ilkokulindan Garbis, Lice Sarnısköylü demirci Kevork la, Bışerili Khatun oğlu Garbis im ulan, aha burda, mehellemiz Khençepek in hemi de bu havuşunda (6) doğma-büyüme yani, tanıdın degil? Okila giderken hergün peşimize düşip ana-avrat düz giden, dinimize, peygamberimize, namusimiza, anamiza-bacımiza sögen, başımızi taşlan yaran puştoğli... bağh gene karşilaştığh ulan... Dinınizde eger günakh çığharma varsa günakh çığhar da son duani et, çünki senle ben aynı dünyada yaşamayacağız artığh... bu dünyadan göç edecağsan ulan, çocuklığimdan yemin etmişam, seni vuracağam...» deyip ondörtlü tabancasının mermisini namlusuna sürdü. Hiç beklenmedik bir şekilde kendiliğinden dize gelen Şeyhmus Ziya Kartal, bakışlarını Garbis e doğrultarak «Yerden göge hağhlisan Gerbis, ben size çoğh puştlığh, insafsizlığh, ehlaksizlığh, edepsızliğh etmişam doğrisan. Çocuğdığh, bilmiyem ne tesir altinda bu şehrin eni çalişğan, eni namusli insani Ermenilere Allah vekil doğrisin, çoğh namussizlığh etmişam, bilirem... amma sene sene üstine eni soni böyiyip Istanbul a okimağa gidınca, orada solci-devrımçi olmişam, yaptığim her bişeydan inan çoğh utanmiş, ben baha yerin dibine girmiş girdığim yerden çığmamişam, inan... Geceleri yatağimda ben baha yalanız çociğhlar kimi ağlamiş ha ağlamiş, kan kusmişam ve Allahim-Peyğemberime birgün sizlerlen karşi karşiya gelip, aha böyle sizin kiliseyizde diz çökip dua edenler kimi dize gelıp özir dilemağh, yaptığhım kötilikler için af dilemağh istemışim. O gün meger bugünmiş Gerbis bıremın, bağh bu kutsal yerihızde, papazlarıhızin ayin ettiğhlari yerde diz çökiyem ve senden, ve Allah vekil kötilığ ettigim bütin Ermenilerden af diliyem. Vur beni Gerbis bıremın, Allahina kadar hağhlisan buni yapmağhta, ama bir ricam var, evveli beni affet sona vur. Affet beni, yaptığhlarimdan utaniram vallah, ben saha solci-devrımçi olmişam çoğdan ve senden, sizden, hepihizden, Ermeni milletinden işte özir diliyem bağh...» demesini şaşırarak dinleyen Garbis in duyduklarından afalladığı görülüyorsa da, kendini zorlayarak «Senden ne solci, ne devrımçi olur ulan... puşt, kıbrak, alçak ve soysizdan devrımçi oldıği heç duyılmıştir ulan köpoğlısi, sen beni eşşek yerine alirsan yoğsam... leşıni yere sermedan bu kilisemızin papazı, o temiz yürekli insan Der Giragos lan onin zürriyetinden her kim olirsa her amma herkestan şimdi bin kerem özir dileyecağsan ulan» derken elindeki tabancayı beline sokuşturup az ötede tüm bunların sessiz şahitliğini yapmakta olan yoldaşına «kalaşı baha ver» dedi. Az önce esir ettiği yaratığın ağzından duyduklarına çok şaşıran Garbis e bulundukları küçük yerin havasının az geldiği her halinden belliydi ama yıllar önce etmiş olduğu yeminden de vazgeçmemeye kararlı görünüyordu. Refakatındaki arkadaşına «Bu bizim hesabımiz yoldaş, bizi başbaşa bırakip dışarida beklesen daha iyi olur» dedi. Dışarı çıkan arkadaşının ardından tekrar avına dönüp, «Devrımçi olmişsan demağh ha... demağh Istanbul lara gidip solci olmişsan, şimdi de yalandan özir dilisen ki ben sana aciyam da affedem ha!» diye çıkışmasına «Yalan degilem Gerbis, eger baha inanmisan gidip Ziya Gökalp Lisesi nin yan sokağinda eczakhana üstindeki (...) (7) dernegimiza git de hakkimda sor istesen, ben saha doğrıyi söyledım bıremın» cevabını alınca, elindeki otomatik tüfeğinin katlanan demir kabzasını sinirinden birkaç kez yan duvarına vurdu-durdu. Papaz odasını birden anlatılmaz soğuklukta bir sessizlik doldurdu, dizleri üstünde iki büklüm durmaktan yorulan Şeyhmus Ziya Kartal ın esaretine aldırış bile etmeksizin, pozisyonunu değiştirip sırtını duvara yaslayarak yere oturmasını sinirinden tir-tir titrediği halde öylece hareketsiz ve sessizce izleyen Garbis in Dersimli yoldaşının kendilerini yalnız bırakıp da dışarı çıkma teklifine hiç sesini çıkarmadan aynı anda çekip-çıkmasından şimdi ne kadar pişmanlık duyduğu biri bin parça duran yüzünden hemen okunuyordu. Içinden «ondan bizi yalnız bırakmasını istemeseydim keşke» diye geçirdi, akabinde «arkadaşı burada olsa, daha da doğru olurdu belki» diye düşündü. Kafası karmakarışıktı, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmez, biçare haldeydi. «Vay itoğli, ula puştoğlipuşta bağh, kıbrağh gidip Istanbul a devrımçi olmişım diye şımdi benden özir diliysen ha, ula... ben sehin özirınin içine edeyim, köpoğli baha beni affet deyisen ha, ula seni affedenin ula» diye kendi kendini yiyor, kısa kısa adımlarla odada anlamsızca gidipdönüp-turlarken, kalp atışlarının da giderek daha da hızla çarptığını

33 kızılbaş - sayfa 33 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) hissediyordu. Durdu birden, elindeki silahı sol koltuğunun altına sıkıştırdı, sonra dışarı çıkarken, ne papaz odasından gelen Şeymus Ziya Kartal ın inlemeleriyle, hıçkırıklara boğuluşunun 9.Haziran.1997 de hayata gözlerini kapayan bir din adamımızdır. Batı Ermenistan da hemen-hemen ayak giderek gayr-ı insani korkunç basmamış olduğu Ermeni yerleşim yeri esirine yönelerek ellerinin iki işaret parmağını biri öbürünün üzerine bir çığlığa dönüşmesini duyuyor, bırakmayan, özellikle de Diyarbakır, gelecek şekilde haça benzeten şekle ne de o seslerin kilise duvarlarına Siirt, Urfa, Mardin, Adıyaman, Malatya, Elazığ, Dersim, Bingöl, Van, Muş sokarak «Tükürsene ulan, haçımıza çarpıp gerisin geri o vahşi çığlıkların sahibine dönerek, onu ölmekten tükürsene itoğlu, devrımçilar haça ve Bitlis te ezilerek yaşamaya çalışan halkımızın tüm son Mohikanlarınca tükürmez degil? Solcilar khristiyanliğha düşman degil deseler de, Yerevan, Ekim.2011 beter etmesini umursuyordu artık! TAŞRA ERMENILERININ BABASI olarak çok sevilmiş ve sayılmıştır. tükür de hiç olmasa o zaman tükürdügini yalamadığıni göreyim ulan Dipnotlar: (5): Asıl adı Antranik Zor olan Anto Dayı, Dikranagert i en son terkeden!» diye bağırmasına karşılık onun insanlardan biri olup, yazar Şeyhmus «Sen beni aslinda çoğ eyi anlisan (1): Khençepek şimdiki adı Diyarbakır olan şehrin öbür adı nam-ı diğer Diken in kaleme aldığı son denemesine Gerbis, çunki şımdi sen de devrımçi olmişsan... ben hatami çoğdan Gâvur Mahallesi de olan Ermeni adını veren GITTILER IŞTE söyleminin de herkes tarafından mutlaka bilinmesi gereken gerçek sahibidir. Kapısı anlamişam, kusurumu bağışliyasan mahallesidir. isterem, beni affet ki vicdanım rehetlesin artığh, sona ister vur, ister (2): Dikranagert şimdi Diyarbakır diye ve pencerelerinin olmadığı zamanlarda bile, virane halindeki Surp Giragos adlandırılan şehre Ermenice verilen addır. kır amma evveli beni affet, suçımi kilisesinin anahtarını cebinde dolaştıran Anto Dayı son söyleşilerinden (3): O zaman olduğu gibi şimdi de bir affet bavemın, tek rıcam budir» Kürt örgütüne üye olan sözkonusu nakarat halini alan cevabını duyunca daha da küplere bindi ve «Yokh tek ben kaldım geriye. Sahibi de, bek- birinde Gittiler işte, hepsi gitti, bir şahsın gerçek kimliğini kamuoyuna bildirmekten kaçınmak için kullanılan ulan...seni affetmiyecağam, git çisi de benim bu kilisenin diyerek acı addır. geber... cehennema keder yolin var, gerçeğimizi dile getiren Diyarbakır da (4): Der Giragos, 1919 yılında seni vurmağhtan da beter edecağam ulan...affetmiyam seni puştoğ- HIKANLARDANDIR! Ermeni kimliğiyle yaşayan SON MO- Istanbul da doğan, 5.mayıs.1963 de Ermeni Patriği Şnorhk Kalustyan tarafından Üsküdar Surp Khaç Kilisesinde li, defol git buradan ve eyle et ki (6): Havuş, yerel lehçede avlu anlamında kullanılmaktadır. bir dıha bu dünyada karşilaşmiyağ papaz olarak takdis edilmesinin hemen (7): (...) işareti o zamanlar varolan bir senlen... çığh ulan kilisemizden, ardından, 25.Haziran.1963 de görev Kürt örgütlenmesinin adını kamuoyuna bildirmekten kaçınmak için kulla- yeter oni kirlettığin alçağh herif, yeri olan Diyarbakır ın kendi adını taşıyan Surp Giragos kilisesine giden ve çıkh burdan... Khençepek ten de nılmıştır. siktir ol git, isterem Diyarbakır dan 15 yıllık dini bir hizmetten sonra artık da gidesen ulan, git işte Istanbul a, toplumu kalmayan bir kilisenin işlevini (*) MAKALE YAZARININ NOTU: orada senin kimi devrımçi, solci yitirmesi nedeniyle, 20.Ocak.1978 tarihinde geri İstanbul a dönmek zorunda Dikranagerd Surp Giragos Ermeni olanlarla sarılin birbirihize güninizi gün edin ulan... ben seni kalması sonrası, Narlıkapı ve Yenikapı Kilisesinin uzun yıllar kapalı kalmasından sonra onarılarak ibadete affetmiyem, bilesen...bu benim son kiliselerinde görevine devam eden ve yeniden açılışına atfen tarafımdan sözimdir» diyerek otomatik silahının otuzüç kurşun alan şarjörünü sanki onun vücuduna ardı ardına kaleme alınan bu yazıda anlatılanların gerçekten yaşanmış olduğunu belirtmek boynumun borcudur. boşaltıyormuşçasına içini boşaltıp, rahatlattı. Rahatlamış, sakinleşmişti gerçekten... az önce sinirinden bas-bas bağırması üzerine odaya gelen yoldaşını karşısında görünce çok Anlatımımın kahramanı, çocukluktan okul arkadaşım GARBIS ise, uzun yıllar Diyarbakır mahpusanesinin 5 No lu zindanında zincirlenerek, en ağır işkence tezgâhlarından geçirildiği halde, düşmana ser verip, sır sevindi ve ona keyifle «Vurdim delikdeşiğh ettım puştoğlini, dahasi vermeyen bir yiğit olarak faşizme karşı direniş bayrağını en yükseklerde vurmağhtan da beter ettım oni, gitsın kendi eceliyle gebersin itoğlisi, tutabilmeyi başaran o ÇOK AZLARIN en azlarından biri olduğu için de tüm ona SENI AFFETMIYEM ULAN, ilerici-devrimci insan ve örgütlerin bu benim SON SÖZIMDIR, defol sevgi ve saygısına layık olmuş çok git dedim!» değerli bir Ermeni devrimcidir. Hafiflemiş yüreğiyle Surp Giragos kilisesinin koca sütunları arasından Tarihe ve bilginize sunulur...

34 kızılbaş - sayfa 34 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) AİHM - Avrupa dan 301 e karşı tarihî karar 301'inci madde AİHM ye takıldı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, TCK nın 301 inci maddesi ile ilgili ilk somut kararında, yapılan değişiklikleri yeterli bulmadı. Taner Akçam ın açtığı davada Mahkeme, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetti. Türk Ceza Kanunu nun 301 inci maddesi (TCK 301) Avrupa-Türkiye diyaloğunda önemli bir yere sahip. Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği tarafından ifade özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle yıllardır eleştirilen madde 29 Nisan 2008 tarihinde değiştirilmişti. Ancak değişiklik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından tatmin edici bulunmadı. AİHM, Ermeni soykırımı konusundaki araştırmalarıyla tanınan Prof. Dr. Taner Akçam tarafından TCK 301 hedef alınarak açılan davada, Ankara nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10 uncu maddesini ihlal ettiğine hükmetti. Taner Akçam ın TCK 301 i AİHM gündemine taşımasına, 6 Ekim 2006 tarihinde AGOS gazetesinde yayımlanan ve kendi imzasını taşıyan Hrant Dink, 301 ve bir Suç Duyurusu başlıklı makale neden olmuş, makale nedeniyle Akçam hakkında Türklüğü aşağıladığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştu. Bu suç duyurusu sonuçsuz kalsa da 11 Ekim 2007 ve 26 Kasım 2007 tarihlerinde Akçam hakkında iki suç duyurusunda daha bulunulmuş, daha önce de aynı gerekçeyle 2005 yılında suç duyurusunda bulunulduğu ortaya çıkmıştı. 301'inci madde mercek altında Tüm bu suç duyuruları üzerine konuyu 2007 yılında AİHM gündemine taşıyan Taner Akçam, Strasbourg Mahkemesi nde TCK 301 i mercek altına almasını istedi. Akçam, TCK 301 in ifade özgürlüğü önünde engel oluşturduğunu, Ermeni meselesi konusundaki çalışmaları nedeniyle söz konusu madde temelinde hakkında her an soruşturma başlatılabileceğini, bunun da kendisinde stres, kaygı ve korku yarattığını savunmuştu. Türkiye de çok sayıda birey hakkında Ermenilere yönelik katliamları soykırım olarak tanımladıkları için TCK 301 temelinde dava açıldığını anımsatan Akçam, örnek olarak Hrant Dink, Ragıp Zarakolu ve Temel Demirer i göstermişti. Türk hükümetinin savunması ikna etmedi Türk hükümeti ise AİHM önünde kendisini Taner Akçam hakkında başlatılan soruşturmaların davalaşmadan sonuçlandığını belirterek savunmaya çalıştı. Ankara, TCK 301 de yapılan son değişiklikler sayesinde Taner Akçam gibi kişilerin ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı tezini de işledi. Türk hükümeti AİHM ye ilettiği belgelerde, yılları arasında TCK 301 (eski TCK 159/1) temelinde başlatılan soruşturma sayısının 1894 olduğunu, bunlardan 744 ünün mahkumiyet, 1142 sinin ise beraatla sonuçlandığını bildirdi. Hükümet, AİHM ye 30 Ekim 2009 tarihinde sunduğu ikinci bir belgede de TCK 301 temelinde Adalet Bakanlığı na 8 Mayıs Eylül 2009 tarihleri arasında 955 soruşturma izni başvurusu geldiğini, Bakanlığın bunlardan 878 ini reddettiğini, 77 sine ise izin verdiğini kaydetti. Ancak AİHM, Türk hükümetinin bu tezlerini ve sunduğu belgeleri ifade özgürlüğünün korunması açısından yeterli bulmadı. Akçam ı 1915 olayları konusundaki araştırmaları nedeniyle Türkiye de düşüncelerinden ötürü kolaylıkla hedef gösterilebilecek ve TCK 301 temelinde haklarında soruşturma başlatılabilecek insanlar grubu mensubu olarak tanımlayan AİHM, hakkında dava açılmamış olsa bile Akçam ın sürekli risk grubunda yer aldığı sonucuna vardı. Değişiklikler yeterli değil AİHM, bir adım daha öteye giderek, TCK 301 de yapılan son değişiklikleri de yorumladı. Strasbourg Mahkemesi, TCK 301 temelinde soruşturma başlatma yetkisinin Adalet Bakanlığı nda olmasının ifade özgürlüğü açısından yeterli bir güvence olmadığına hükmetti. AİHM, bu kararına gerekçe olarak, mevcut hükümetin veya başka bir hükümetin politika değişikliğiyle TCK 301 e getirilen yorumun her an değişebilecek olmasını gösterdi. AİHM, eski TCK 301 deki Türklük teriminin yeni versiyonda Türk Milleti olarak değiştirilmesinin Yargıtay ın ifade özgürlüğünün korunması anlayışında değişikliğe neden olmadığına da vurguda bulundu. Tüm bu tespitlerden yola çıkan AİHM, yürürlükteki TCK 301 in olağanüstü geniş bir alanı kapsadığı, yoruma açık olduğu ve itici görüş ve her türlü fikir hakkında savcılıklar tarafından soruşturma başlatılmasına neden olabileceği sonucuna vardı. Yeni TCK 301 in suistimal edilmesini önlemek için öngörülen Adalet Bakanlığı filtresinin ise ifade özgürlüğü açısından yeterli güvence oluşturmadığına kanaat getiren AİHM, politik bir değişikliğin yasanın yorumunu doğrudan etkileyebileceği ve keyfi uygulamalara yol açabileceği vurgusunda bulundu. Tazminat talebine ret Mevcut TCK 301 in AİHM içtihadını karşılamadığını belirten AİHM, Taner Akçam davasında Ankara nın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin ifade özgürlüğüyle ilgili 10 uncu maddesini ihlâl ettiğine hükmetti. AİHM, Taner Akçam ın yaklaşık 86 bin Euro tutarındaki tazminat talebi-

35 kızılbaş - sayfa 35 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ni ise davayla ilgili ihlal hükmünün yeterli olduğunu belirterek reddetti. Karar, yeni TCK 301 hakkında AİHM den çıkan ilk somut yorum olması bakımından önem taşıyor. Ankara nın karara itiraz için 3 aylık süresi bulunuyor. Ankara bu süre içinde itiraz etmediği takdirde karar kesinleşecek ve AİHM kararlarının uygulanışını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önüne gelecek. Ankara bu süreçte Bakanlar Komitesi ne TCK 301 i AİHM kararıyla uyumlu hale getirmek için alacağı yeni önlemler hakkında bilgi verecek. dw-world.de, Avrupa dan 301 e karşı tarihî karar AİHM, Taner Akçam a 301. maddeden yapılan suç duyurusunu gö rüştüğü davada maddenin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), tarihçi Taner Akçam ın Ermeni soykırımı üzerindeki çalışmaları nedeniyle Türkiye deki yargı tarafından hakkında suç duyurusu bulunulmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin ifade özgürlüğünü kapsayan 10. maddesini ihlal ettiğine hükmetti. Agos gazetesinin 6 Ekim 2006 tarihli sayısında yayımlanan Hrant Dink, 301 ve bir Suç Duyurusu başlıklı makalesinde Soykırım demek Türklüğe hakaret değil görüşünü savunması üzerine, Akçam hakkında o çok eleştirdiği Türk Ceza Kanunu nun 301. maddesi uyarınca suç duyurusunda bulunulmuştu. Soykırımı yazmayı bıraktı Suç duyurusu takipsizlik kararı ile sonuçlanmış, ancak Akçam hükümetin fikirlerini savunmayı sürdürdüğü takdirde hakkında adli soruşturma açılmamasını garanti edememesi üzerine, AİHM de Türkiye aleyhine dava açmıştı. Başvurusunda 301. maddenin her türlü yoruma açık olduğunu ve ifade özgürlüğünü kısıtladığını savunan Akçam, maddede yapılan değişikliğe rağmen Ermeni soykırımı ile ilgili devletin resmi tezleri dışında bir görüş savunanlara yönelik yeni soruşturmalar açıldığına dikkat çekmişti. Mahkemeye bu baskılar yüzünden Ermeni soykırımı üzerine yazmayı bıraktığını belirten Akçam, 75 bin avroluk maddi, 11 bin 200 avroluk da manevi tazminat talebinde bulunmuştu. İfadeler değişti, yorum aynı AİHM dün yayınladığı kararında, 301. madde üzerinde 2008 yılında yapılan değişikliklerle Türklük ile Cumhuriyet ibareleri yerine Türk ulusu ile Türkiye Cumhuriyeti terimlerinin kullanılmasını ve soruşturma açılmasını bakanlık iznine bağlı bırakılmasını meşru kararları engelleme çabası olarak nitelerken, bunların yeterli olmadığını savundu. Türklük terimi yerine Türk ulusu teriminin kullanılmasına rağmen Yargıtay ın bu kavramları aynı şekilde yorumladığına işaret eden AİHM yargıçları, bunun sonucu olarak ifade özgürlüğünün genişlemediği kanısına vardı. Fazla geniş ve muğlak Kararda kanunu hazırlayanların devlet ve kurumlarını koruma gayretinin bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğu belirtilirken, 301. Maddenin içerdiği terimlerin kapsamı fazla geniş ve muğlak, bu nedenle söz konusu düzenleme ifade özgürlüğüne sürekli bir tehdit oluşturuyor ifadeleri kullanıldı. Kararda, 301. maddenin kişilere eylemlerinin yol açabileceği sonuçları öngörme imkânı vermediği için ifade özgürlüğünün tehdit altında olduğunun altı çizildi madde uyarınca açılan soruşturmalar ışığında da açıktır ki rahatsız veya şok edici diye nitelendirilen her türlü düşüncenin nedeniyle devlet savcıları tarafından cezai bir soruşturma açılabileceğini belirten AİHM, 10. maddenin çok net bir şekilde ihlal edildiğine hükmetti. Keyfi soruşturmalara zemin AİHM yargıçları, soruşturmaların Adalet Bakanlığı nın iznine hükmünün de yeterli olmamasını, bakanlık nezdinden yorumların keyfi olmayacağı konusunda bir garanti olmadığı gerekçesiyle yeterli bulmadı. Kararda Akçam ın tazminat talepleri mağduriyet saptanmadığı gerekçesiyle olumlu yanıt vermedi madde uzun süredir ilerleme raporlarında AB tarafından eleştiri yağmuruna tutulmasına rağmen, karar yürürlükteki TCK 301 hakkında AİHM den çıkan ilk yorum olması bakımından önem taşıyor. Taraf, Türkiye'den Perinçek'e destek 1 Kasım 2011 İsviçre aleyhine AİHM'de açtığı davada Doğu Perinçek'e destek Türkiye hükümetinden geldi. Sözde Ermeni soykırımını inkar etmenin suç olduğu İsviçre de "Ermeni Soykırımı emperyalist bir yalandır. 1915'te soykırım yapmadık vatanımızı savunduk" dediği için yargılanıp para cezasına çarptırılan Doğu Perinçek in AİHM e açtığı davada ilginç bir gelişme yaşandı. İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek in İsviçre aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne açtığı davada mahkeme Türkiye den de görüş bildirmesini istedi. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de AİHM deki davaya Perinçek in lehine görüş bildirerek katıldı. Talât Paşa Komitesi nin duyurduğu habere göre Türkiye nin Perinçek lehindeki görüşünün AİHM tarafından nasıl değerlendirileceği merak ediliyor. Doğu Perinçek halen Ergenekon davasında yargılanıyor ve Silivri Cezaevi nde tutuklu bulunuyor.

36 kızılbaş - sayfa 36 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Bir İttifak ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 2 TÜRKİYE DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLER 2 Bölüm TİP ve ALEVİLER: GELİN CANLAR BİR OLALIM Murat Küçük Türkiye İşçi Partisi Cumhuriyet in kuruluşundan itibaren Kemalizme büyük ölçüde destek verdiği kabul edilen Alevileri, yeniden muhalif bir kesim olarak tanımlanmalarına yol açacak biçimde mobilize etti. Çok partili döneme geçiş yıllarında DP yi destekleyen Aleviler, DP nin 1957 seçimlerinden sonra CHP ye karşı taşradaki gücünü koruyabilmek amacıyla Sünni tarikat önderleriyle ittifaka yönelmesiyle ondan uzaklaşacaklar, buradaki etkinlik ve konumlarını Sünni muhafazakarlara terkedip yine CHP ye döneceklerdi.(23) 1960 ihtilali sonrasında kabul edilen anayasanın sağladığı demokratik olanaklarla kurulan TİP, bu ehven-i şer dönüş sırasında, DP çizgisini sürdüren AP nin gerici politikalarına karşı sürdürdüğü mücadele ve özgürlük vaadeden tutumuyla Alevi seçmenlerin de ilgisini çekmiş olmalı seçimlerinde Adıyaman, Malatya ve Yozgat`da üç milletvekilini açık alevi desteği (24) ile çıkartan parti, seçim propagandalarında sıkça başvurduğu Alevi nefesleriyle, Sünni muhafazakarlıkla tarihsel rekabeti 1950 li yıllardan itibaren tekrar nüksetmiş Alevi seçmenlerin önemli bir bölümünü, haklarını savunacak bir siyasal oluşumun doğmakta olduğuna ikna etmiş ve onları ilk kez modern anlamda sol düşünceyle tanıştırarak kendi saflarına kazanmış görünüyor. TİP in halka ulaşmada kullandığı söylem içerisinde Alevi şiirinin önemli bir yer kapladığı ilk bakışta farkedilmektedir. Ruhi Su nun söylediği deyiş ve semahlar partinin örgütlenme ve propaganda çalışmalarında sıkça başvurduğu popüler malzeme arasındadır. TİP gelişim sürecinde alevi aşıklarla birlikte alevi geceleri düzenlemiş ve bundan kitleselleşebilmek için faydalanmıştır.(25) Sonraları partiye üye olan aşıklar da bu malzemeyi epeyce çoğaltmış ve yaygınlaştırmıştır. Aziz Nesin, özellikle 1965 seçimleri öncesi düzenlenen toplantı ve mitinglerde sık sık Pir Sultan Abdal dan şiirler okunduğunu vurgular ve Meclis e 15 milletvekili gönderildiği yükseliş döneminde seçim atmosferinin karakteristiği olarak belirtir.(26) Ancak ne 1965 seçimlerinde ne de Alevi partisi olarak nitelendirilecek Türkiye Birlik Partisi nin (TBP) dolaylı bir biçimde dahi olsa sol siyasal kulvarda yarıştığı 1969 seçimlerinde, TİP li yöneticiler Alevilere yönelik açık veya örtük bir söyleme, ya da alevilerin inanç özgürlüğü ve eşitlik taleplerinin karşılanmasına yönelik örtülü bir formülasyona başvurmuş değildirler. Bu açıdan bakıldığında TİP sosyalist bir kitle partisi olarak emekçilerin iktidarını hedeflemiştir ve partinin ilkesel tutumu dinsel azınlıkların hakları konusunda epey düzleştiricidir. Sosyalist bir iktidarın, özgürlük ve eşitlik taleplerini kendiliğinden karşılayacağı söylemi meselelere hakimdir ve bu sadece Aleviler için değil, özgül taleplerini sonraki yıllarda TİP ve onun çevresinde oluşmuş Devrimci Doğu Kültür Ocakları nda (DDKO) dile getiren Kürtlerin taleplerini tartışırken de başvurulan bir izah tarzıdır. Parti mitinglerinde Pir Sultan Abdal dan şiirler okunması ise yaşanan sorunların sınıfsal nedenlerini halka, halk edebiyatının kaynaklarına başvurarak izah etme pragmatizminden doğmuştur ve yoksulluğa, toplumsal haksızlıklara isyan duygularıyla halk şiirinden medet umulduğunda -eşkiya türküleriyle, modern Türk şiirinin o yıllardaki yasaklı şairi Nazım Hikmet in Şeyh Bedreddin Destanı nı saymazsak- Alevi şiirinden daha uygun bir kaynağa rastgelinmemektedir. Alevilerin Osmanlı döneminde Sünnilikle giriştiği kavganın ürünleri, dini muhtevanın mümkün olduğunca toplumsal kavramlarla revize edilmesiyle, sosyalist bir muhalefet için işe yarar epeyce malzeme sunmaktadır ki sosyalist aydınlar bu kaynağı TİP in kuruluşundan yıllar evvel Pertev Naili Boratav ve İlhan Başgöz ün bilimsel çalışmalarının Ruhi Su nun sesi ve sazında dile gelen popüler yankısıyla keşfetmişlerdi. Cumhuriyet sonrası öztürkçeci Kemalist laik aydınların övgüsünü Aşık Veysel ve Ali İzzet Özkan gibi çağdaş ulusçu ozanlarıyla kazanmış Alevi aşık geleneği, bu övgünün de hızlandırdığı bir yönelimle son yirmi yıldır Türkiye aydınının gündemindeydi ve sol popülizmin kaynaklarının oluşumu yönünde başlayan birikimi haber veriyordu. TİP in yaptığı ilk bakışta bu dağarcığı örgütlenme çalışmalarında kullanmaktan ibarettir. Öte yandan

37 kızılbaş - sayfa 37 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Alevi şiirinin seçilmiş ürünlerinin yasal bir sosyalist partinin sloganı olarak meydanlara inişi, o güne dek görülmemiş bir popülerliği ve güncelleşmeyi beraberinde getirmekteydi. Bu güncelleşme, onları dolaşıma sokan partili aydınların muradı ne olursa olsun, ilk elde itiraz etmeyecekleri bir Alevi iltifatını -Sünni muhafazakarlığın sola yönelik öteden beri mevcut, dolayısıyla göze alınmış olduğunu tahmin ettiğimiz tepkisiyle birlikte- beraberinde getirmekteydi. Bu iltifatın kitlesel bir desteğe dönüşmesinde, TİP in aydınlanmacı sosyalist fikirleriyle sünni muhafazakarlığın karşısında yer almış olması ise asıl belirleyici etkiyi yaratmıştır. Zira TİP le yükselen sol düşünce nazarında din, özellikle MDD cephesinde anti emperyalist söylemin bir parçası olarak, emperyalizmin yerli işbirlikçisi komprador ağalarca, cahil ve yobaz dinadamlarıyla kullanılan bir sömürü aracından başka bir şey değildi. Sosyalistlerin aydınlanma adına: Allah var mı, yokmu? sorusuna bilimsel sosyalizm in gerektirdiği yanıtı takiyyesiz vermeleri, meselenin sınıflı toplumlardaki nüksedişine değinip dini sömürü aracı olarak tanımlamaları, sünni muhafazakarlıkla diyalog kanallarını tıkarken, Alevilerle diyaloğun yollarını açıyordu. Zira emperyalizmin yerli işbirlikçilerinin sömürü aracı olarak kullandıkları dinin siyasete yansıyan karşı devrimci etkinliği Aleviler için Sünni muhafazakarlığın modernleşme karşısında gösterdiği reflekslerin toplamından başka bir şey değildi ve onunla mücadele etmeye çağıran herhangi bir perspektif Alevileri yakından ilgilendiriyordu. TİP meydanlarda AP sini eleştirirken onun Sünni muhafazakarlık ile elele veren gerici politikalarını da eleştiriyorlardı. Buna karşılık AP sinin teşvik ettiği anti-komünist rüzgarlarla TİP e saldırılar yoğunlaştığında kitleleri gayrete getiren temel duygu TİP lilerin ve sonraları Dev-Genç te örgütlenen öğrenci gençliğin (Alevilere de isnad edilen) dinsiz komünistliğiydi. Çetin Altan anılarında taşra toplantılarında yerel teşkilat üyelerinin dile getirdiği yakınmalardan birini şöylece ifade eder: Bizlere komünist diyorlar. Biz de Sizsiniz Komünist diyoruz. Yarın ki toplantıda mutlaka açın bu konuyu. Hatta biçimine getirip Allah ın da adını şöyle bir geçiriverin! (27) Komünizm taşradaki ortalama insan için aile ve namus kavramlarına yer vermeyen, mukaddesat düşmanı sapık bir ideolojiydi. Bu algının ortalama sünni insanın zihninde yarattığı dehşete dair ilginç bir anlatımı Mustafa Çalık, 1960 lı yıllarda Gümüşhane gibi bir taşra şehrinde lise öğrencilerinin solcu öğretmenler iyle yaptığı tartışmalara değinirken, ahlaken durumları mum söndü söylentileriyle öteden beri şüpheli Alevilere benzeyen komünistlerin, dini alaya alma huyları ve bıyıklarının şekli itibariyle de bu kadim sapkınlıkla özdeşleştiriliverdiğini görüştüğü kişilerin ağzından aktarmaktadır: Ders dışında dini bir konudan söz edilse dinle ve dini inançlarla alay edercesine konuşur veya küçümseyici, hafife alıcı tavırlarla geçiştirirlerdi. (...) Sol görüşlü öğretmenlerimizin yalnız sözleri değil kılık kıyafetleri de onlara antipati duymamız için yeterliydi. İçlerinde bir ikisi hariç hemen tamamı uzun favoriliydi. Kimisinin bıyıkları ağzına dolar, kimisinin saçları ensesinden aşağı inerdi. Bizim için bunlar hiç alışılmamış ve çok olumsuz şeylerdi. Bizim bildiğimiz sadece alevilerin bıyıkları ağzına dolardı ve bu da bizim gibi sünni yörelerde hiç hoş görülmez ve hatta tiksinti derecesinde bir nefretle karşılanırdı.(28) Alay ve küçümseme bahsinde öteden beri sabıkalı, üstelik 1950 li yıllardan itibaren yazıyla da Sünni İslam a dil uzatalıberi sayısız cürümün sahibi olarak ehl-i din in sabrını çoktan tüketmiş Kızılbaşların şimdi de yasal bir sosyalist parti aracılığı ile modern siyaset sahnesine ilk kez kendi sözlerini çıkarmaları, bu iki marjinal kesimin allahsız komünistler ile kestiği yenmez kızılbaşların kaderbirliği anlamına geliyordu. Böylece kendilerine CHP ile beraber modernleşmeci bir başka partner daha bulacak ve onlar vasıtasıyla, sağ partilerde mevzilenmiş Sünni muhafazakarlığın tahakkümüne direnmeye çalışacaklardı. Sosyalis fikirlerin kamuoyunda yarattığı hareketlenmenin cezbesiyle TİP e gelen genç Alevi aşıklar ise, bu buluşmada kanaat oluşturucu ve yönlendirici bir rol oynamışlardır. Aşık Ihsani, Aşık Mahsuni, Aşık Nesimi, Kul Hasan, Kul Ahmet, Meluli ve hatta 1950 li yıllardan beri Sünni dinadamlarıyla girdiği polemiklerle tanınan Halil Öztoprak o yıllarda TİP in üyeleri arasındadırlar. Bütün bu aşıkların yarattığı hacimli literatüre bakılarak rahatlıkla denilebilir ki; TİP böylece geleneksel Alevi şiirine çok da fazla bağımlı ya da onunla sınırlı kalmadı. TİP in Türkiye de siyasal hayata getirdiği hareketliliğin sol popüler kültürün gelişimi bakımından dikkate alınması gereken açılımı buradan gerçekleşti. Bir anlamda aşı tuttu ve TİP li aşıklar, devraldıkları geleneği sosyalist bir kitle partisinin siyasal anlayışına uygun biçimde, gönüllü olarak dönüştürüp yarattıkları yeni bir muhteva ile Alevilerin dışına taşırarak yaygınlaştırdılar. Aşıklar, sosyalist mesajların çok daha net iletildiği, Muhyi veya Pir Sultan gibi geleneksel alevi ozanların şiirlerinde kimi zaman başedilemeyen dini mistifikasyonlardan arındırılmış eserlerini toplumsal uyanışın hizmetine sunmaktaydılar. Böylece halk ozanlığı geleneğini yeniden üreten zamane aşıkları ile tevekkeltü taalallah gibi sol camiada aslında pek de canı gönülden terennüm edilmeyen nakaratların yinelenmesine gerek kalmıyordu. Bunu yaparken savundukları toplumcu düşüncenin kendilerine yüklediği misyonun önemi ve ağırlığından

38 kızılbaş - sayfa 38 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) emin, aşık geleneğinin cumhuriyete ve milli devlete övgüler dizen konformist yanını - onu terkedip yeniden karşı tarafa geçtiklerinin farkında olarak- eleştirme hakkını da kendilerinde bulacaklardı. Bu güvenle Aşık Zamani, Aleviler arasında büyük hürmetle anılan Aşık Veysel i: Çok dokundu mızrap ile tellere/bozuk perdeleri görmedi Veysel/Name yazdı bülbül ile güllere/dikene elini sürmedi Veysel dizeleriyle eleştirmeye cesaret etmiş olsa gerek. TİP in halk şiirinin muhalif kaynaklarına yönelmesi Alevileri kısmi olarak CHP nin solunda bir mevziye taşımakla birlikte, Aleviliğin siyaset meydanlarında alenen çalınıp söylenmesi, sonraki günlerde Alevilerin özgül talepleriyle ayrı bir siyasi teşekkülde biraraya gelişlerini başka gelişmelerle birlikte hızlandıracaktı. Bu olgu TİP in öncelikli sınıf politikasından kaynaklanıyordu zira Aleviler de tıpkı Kürtler gibi sınıf meselesinden evvel biriktirdikleri dertleriyle yaşıyorlardı. O nedenle de türkülerin siyasal bir araç olarak işlevselliğini farkettiklerinde, TİP in yarattığı coşkunun kendi dertlerine de derman olmasını beklemekteydiler. TİP içerisinde aşıkların böyle bir gruplaşması ve açıklanmış talepleri varmıydı? Can Yücel bir söyleşide Malatya kongresi sırasında aşıkların sahneye çıkmalarının kongre yöneticilerince engellenmesinin tepkilere yol açtığını belirtmekte ve TBP nin kuruluşunu bu olaydan sonra Alevi aşıklarla parti arasındaki başlayan kopukluk ile ilişkilendirmektedir.(29) Aşıklara saz çaldırılmaması ve bunun bir küskünlüğe yol açması bir vaka olarak simgesel bir öneme sahip olmakla beraber, partinin o dönemde boğuştuğu sorunların yanında herhalde oldukça önemsiz kalıyordu. Sosyalist Devrim ve Milli Demokratik Devrim tezlerinin kıyasıya çarpıştığı 1966 Malatya Kongresi dir sözü edilen ve TİP sonraki günlerde gelen tasfiyelerin çalkantısıyla büyük güç kaybedecektir. İki yıl sonra Avrupa da gelişen 68 olaylarının Türkiye ye yansımaları, TİP in FKF aracılığıyla yönlendirdiği üniversite gençliğinin dizginlenemeyen radikalleşmesi, FKF nin Dev-Genç e dönüşümü, parlamenter sosyalizm in inandırıcılığını hayli sarsacak, MDD saflarında doğup gelişen gerillacılığı öne çıkartacaktı. Aşıkların açtığı yoldan ilerleyen pek çok Alevi gencin devrimci mücadeleye kanalize olduğu o yıllarda asıl gövde kapalı bir evrenden kamuya açılma denemelerinin sıkıntılarını yaşamaktaydı. 68 kuşağının devrimci önderlerinden Hüseyin İnan ın babası o yıllarda Pınarbaşı nda küçük esnaf idi ve yüzlerce yıldır adet olduğu üzere çerçilikle iktifa etmeyip köyden şehirlere taşınan pek çok Alevinin yaşadığı sıkıntılarla yüzyüzeydi. (30) Sünni cemaat tarafından dışlanma ve izolasyon. Bir süre sonra yükselen anti-komünist siyaset bu dışlanmanın da etkilediği karmaşık bir gelişim yolu izleyerek TİP lilerle birlikte Alevilere yöneldi. TİP in Alevi şiirini sosyalist düşünceyi halka ulaştırmada bir taşıyıcı olarak kullanma eğilimi, Sünni muhafazakar taşranın gözünde Alevilerin komünistliğini perçinleyen bir işaret idi ve 1966 Muğla Ortaca olayları, Elbistan da Alevilere ait işyerlerinin yağmalanması, Kırıkhan ve İslahi yede gerçekleşen saldırıların ardından Diyanet İşleri Başkanı nın Alevilik meselesi çoktan sönmüştür açıklaması Ankara ve İstanbul da okuyan Yüksel tahsil Alevi gençliği nin protestolarıyla karşılanmış, Türkiye de Laiklik ve Uygulaması konulu panellerde Diyanet ten Aleviler için de pay ayırılması talepleri öne sürülmüştü. Bütün bu gelişmeler Alevilerin, yetişmiş tahsilli gençleriyle siyasetin kapılarına dayandığını göstermekteydi. İlk partileşme deneyimi de bu gençler arasından çıkacaktı. TİP in sosyalist fikirlerle kamuoyunda ilgi uyandırdığı yıllarda Alevi camiada gözlenen talepler onların da demokrasinin nimetlerinden yararlanma yolunda heveslerini göstermektedir. Ve TİP le gelişen sosyalist muhalefetin devrimci hareketlere dönüştüğü 60 lı yılların sonlarında alevilerin haleti ruhiyesini anlayabilmek bakımından önemlidir. Tepkiler inanç eşitliği taleplerini üstü örtük bir biçimde dile getiren Türkiye Birlik Partisi nin (1966) kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Allah ın Arslanı ve çevresinde imamları simgeleyen oniki yıldızlı amblemiyle TBP özellikle Tokat, Amasya, Çorum, Sivas gibi Orta Anadolu illerinde etkili bir siyasal çalışma yürütecek, aynı yıl İstanbul da yayınlanmaya başlayan Cem Dergisi partinin yarı resmi yayın organı işlevini üstlenecek, bütün bu faaliyetler sonunda TBP 1969 yılında katıldığı ilk genel seçimde TİP in 1965 teki başarısına çok yakın bir sonuçla (% 2.8) Meclis e 8 milletvekili göndermeyi başaracaktı. TBP, Demirel hükümetine güven oyu veren yedi milletvekilinin kamuoyunda yarattığı yoğun tepkilerin yanısıra Alevilerin sola, yetmişli yıllarda itibaren Ecevit in ortanın solu çizgisiyle CHP ye yönelişi karşısında etkisizleşecek, oy oranı 1973 te %1.1, 1977 de ise %0.4 e düşecekti.(31) Bu düşüşe karşın 1969 seçimlerinde TİP in oylarının gerilemesinde başka faktörlerle birlikte etkili olmuş görünmektedir. YETMİŞLİ YILLAR: YERYÜZÜNÜ KIZIL TACLAR BÜRÜYE! Köyden şehirlere göç ve siyasal katılım imkanlarındaki artışla beraber 60 lı yıllarda Aleviler, anadolu şehirlerinde hem demografik hem de ekonomik anlamda belirli bir seviyeye gelmişlerdi. Siyasal katılım olanaklarının genişleyerek alt toplumsal katmanlara yayılmasından olumlu manada etkilendiler.

39 kızılbaş - sayfa 39 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Bu gelişme 1960 ların ilk yarısında alevi örgütlenmeleriyle kendisini açığa vurur ve 1950 lerden beri süren birikimin sonucu olarak ortaya çıkar. Ancak büyük şehirlerde kurulan Hacı Bektaş derneklerine ve nihayet Türkiye Birlik Partisi ile siyasete alevi talepleriyle nüfuz etme girişimine rağmen, 60 lı yılların ikinci yarısından itibaren alevilerin siyasal katılımında alevi özgül taleplerinin ağırlığı giderek azalacaktır. Azalma siyasete katılımda değil, kendi tabii endişelerini dolaysız yansıtabilme gücündedir. Bu dönemden sonra Alevilik tüm dünyadaki genel eğilimlere paralel biçimde etkinleşen sol düşünce içerisine evrilir. Onun eşitlikçi fikirlerinden olduğu kadar din karşıtı aydınlanmacı tutumundan da etkilenir. Bu dönüşüme paralel olarak alevi gençlerin öğrenci hareketlerinin aktif unsurları arasında yer aldıkları sır değildir lı yıllarda devrimci fikirlerin filizlendiği sosyo-kültürel ortam, modern çevrelerde büyümüş şehirli memur, bürokrat çocuklarıyla, onlarla aynı üniversitelerde okuma şansını yakalayabilmiş -din karşıtı fikirlere reaksiyoner olmayan- kırsal kökenli öğrencilerden oluşmaktaydı ki kanımızca bu nedenle aleviler bu karışımda nüfuslarına oranla ortalamanın üzerinde bir temsil bulmuşlardır. Küba Devrimi sonrası tüm dünyada yaygınlaşan gerilla hareketlerinin Türkiye de ilk etkilenmeleri ortaya çıkıp, bellli bir olgunlaşma aşamasından sonra eyleme geçildiğinde bu gençlerin kendi yöreleriyle teması belirleyici bir rol oynamıştır. Türkiye de gerilla savaşının, sözünü ettiğimiz sosyo-kültürel ortamın ilk grubuna dahil en önemli teorisyenine göre, yarı sömürge konumundaki başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye de de devrim, işçi sınıfının gelişmiş kapitalist ülkelere göre zayıflığı ve şehirlerde emperyalist denetimin güçlü olması nedeniyle, kırlardan şehirlere doğru ilerleyecektir. Emperyalist denetimin zayıf olduğu kırsal alanlarda halk savaşı, elde olanı koruma, gerilla üsleri oluşturma, düzenli orduya geçiş ve karşı saldırı aşamalarıyla başarıya ulaşılacağından şehirler ikincil konumdadır.(32) İlk devrimci örgütlenmeler THKO (1969), THKP-C (1970) ve TKP/ ML (1972) halk savaşının ilk adımlarını atmak üzere kırlara yöneldiklerinde, Alevilerin yoğun yaşadığı bölgeleri kendilerine eylem alanı olarak belirlediler ve ilk bağlantılar ikinci gruba dahil gençlik önderlerinin akraba-tanıdık çevreleriyle kuruldu. Ulaş Bardakçı ve Deniz Gezmiş 1969 yılında Hüseyin İnan ın çevresi aracılığıyla Maraş ve Kayserinin alevi yerleşimlerinde ilk keşif gezilerini gerçekleştirmişlerdi. Oniki Mart onları hazırlıksız yakaladığında mümkün olduğunca hızlı şehirleri terkedip kırlara çekilmek zorundaydılar. THKO önderlerinden Sinan Cemgil gizlice gönderdiği mesajla arkadaşlarını, Maraş ın kuzeydoğusunda Alevilerle meskun, görece tenha ve ulaşım olanaklarının bugün dahi oldukça sınırlı olduğu Nurhak Dağı nda toplanmaya çağırdı. Çağrıya uyup Ankara dan Nurhaka ulaşmaya çalışan Deniz Gezmiş ve Yusuf Arslan Sivas ın Gemerek ilçesi yakınlarında, Hüseyin İnan ise Kayseri Pınarbaşı ndaki akrabalarının evinde, harekete geçemeden yakalandı. Onların serbest bırakılması için Ünye Radar Üssü nde görevli Batılı teknisyenleri kaçırıp sığındıkları Tokat ın -yine yoğun olarak Alevilerle meskun- Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kuşatılan THKP-C önder kadrosundan ise Ertuğrul Kürkçü dışında kurtulan olmayacaktı.(30 Mart 1972) Nurhak a ulaşabilenlerin gerilla faaliyetleri 2.5 ay sürdü. Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan la birlikte yirmi kişilik grup Mayıs 1971 de çıkan çatışmada öldürüldü. Ertesi yıl gerilla faaliyeti için bir başka adım TKP/ ML nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya tarafından atıldı. Sinan Cemgil ve arkadaşlarının kitle temelinin zayıf olduğu bir yerde işe başlamakla hata ettiklerini düşünüyordu (33) Daha evvel 1971 de memleketi Çorum un kırsal alanlarında dolaşıp Çorum da sınıfların tahlili adlı bir inceleme kaleme alan Kaypakkaya sonuçta kitle desteğinin daha sağlam olduğuna inandığı -nüfusunun tamamına yakın bölümü Alevi- Tunceli ilini gerilla faaliyetleri için merkez olarak seçti yılı boyunca Tunceli, Elazığ, Malatya ve Antep te örgütlenme çalışmaları yürüttükten sonra kışı geçirmek üzere Tunceli ye döndü Ocak ayı sonlarında jandarmayla girilen çatışmada örgütün kurucularından Ali Haydar Yıldız öldü. Yaralı olarak kurtulan Kaypakkaya gizlendiği köyde bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı ve Diyarbakır da işkencede öldürüldü. THKO, THKP-C ve TKPML nin ilk gerilla kadrolarını oluşturma girişimleri büyük bir şiddetle bastırıldı. Buna karşın çatışmaların gerçekleştiği dört mekan Gemerek, Kızıldere, Nurhak, Vartinik ve buralarda öldürülen devrimci önderlerin anısı, çoğu Alevi aşıklarca yakılmış ağıtlarla, şehirlerde öğrenci gençlikle beraber kırlarda ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı yörelerde sahiplenildi ve ilk eylemcilerin devlet tarafından engellenmeye çalışılan kırlara hurucu böylece bir anlamda tamamlanmış oldu. Müzik devrimci önderlerle duygusal bağın Alevi bir hassasiyetle kurulmasını besliyordu. Albümlerin yapısı bu hassasiyeti devrimciler için yakılan ağıtlarla Alevi deyişlerini yanyana getirerek gerçekleştirmekteydi. Aşık İhsani nin Kızıldere ağıtı Selda nın sesinden bütün bir devrimci hareketi etkileyecekti. Nurhak ve İbrahim Kaypakkaya için yaktığı ağıtlarla Aşık Mahsuni de. Dönemin Alevi olmayan en popüler ismi ise Nurhak, Şarkışla ve Ulaş gibi eserleriyle Zülfü Livaneli dir ve Alevi dedeleri gibi akord ettiği sazıyla aynı iklime dahildir. Bir söyleşisinde müzik hayatın-

40 kızılbaş - sayfa 40 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) da önemli değişimlerden birinin Çorum un Mecitözü ilçesinde bir Alevi dedesini dinledikten sonra gerçekleştiğini ifade eden sanatçı (34), belki de bu iklimin etkisiyle ilk adını (Ömer) albümlerinde hiç bir zaman kullanmadı. Livaneli nin 1973 yılında yayınlanan ilk albümü, öldürülen devrimcilere yakılan ağıtların Alevi bir hassasiyetle özdeşleşmesi için en uygun sıralamayla sunulmaktadır. Ulaş Bardakçı için yakılan ağıtı, çağdaş bir aşığın deyişi ve Deniz Gezmiş ile Yusuf Arslan ın yakalanışlarını anlatan Şarkışla izler. Sonra Pir Sultan Abdal ın Mehdi önderliğinde girişilecek son savaş ı anlatan nefesi gelir. Bu nefes Alevi inancındaki Mehdi misyonunu devrimcilere yükleyen ikinci bir okunuşa sahiptir ve halk savaşı sonunda iktidarı ele geçirme perspektifiyle bütünleştirilmiştir: Rehberim Ali nin devri yürüye/ali kim olduğun bilinmelidir/alay alay gelen gaziler ile/şehitlerin öcü alınmalıdır//yeryüzünü kızıl taclar bürüye/ Münafik olanın bağrı eriye/bizim erenlerin emri yürüye/sultan kim olduğun bilinmelidir//abdal Pir Sultan ım ey dede himmet/kendine cevretme aleme rahmet/istanbul şehrinde ol sahib devlet/tacı devlet ile salınmalıdır Öcü alınması gereken şehitler şüphesiz, nefesin öncesinde ve sonrasındaki ağıtlara konu edilen önderlerdir. Yeryüzünü bürümesi arzu edilen kızıl taclar Mehdi nin, Şah İsmail in veya Şah-ı Velayet in kızıl imameleri değil, devrimcilerin kızıl bayrağıdır. Takib eden ağıt Kızıldere de ölen THKP-C önder kadrosuna adanmıştır: Hayın tuzaklarda kan uykularda/ Vurulduk ey halkım unutma bizi/ İşkenceler için tahta çarmıha/ Gerildik ey halkım unutma bizi// Zulüm sığmaz iken köye şehire/ Bize mezar oldu kan Kızıldere/ Yavuklu yerine çıplak mavzere/sarıldık ey halkım unutma bizi//her seher vaktinde tan atışında/kızıl güller açar dağlar başında/faşist namluların her kurşununda/dirildik ey halkım unutma bizi Albüm daha sonra Nurhak ağıtı ve Pir Sultan Abdal dan iki nefesle devam eder: Bize de Banaz da Pir Sultan derler ve Haydar Haydar yılında çıkan af sonrası oniki martın ağırlığı ortadan kalkmaya başladığında, kırsal alanlarda benzer ağıtlarla mayalanan devrimci duygusallık, kendisini ilk eylemcilerin anısı üzerine inşa edecekti. Alevi dini müziğiyle devrimci mücadeleye yüklenen trajik ağırlık, Alevi gençler için mücadelenin kendisini, inancın sunabileceği türden bir ruhsal derinliği karşılayan bir bağlanmanın nesnesine dönüştürecekti. Bir yandan, dünyanın evveline ve gidişatına dair bütün meseleleri diyalektik materyalizm gibi sihirli bir anahtarla kavrama çabasının sağladığı, doğanın ve insanlık tarihinin sırrına ermiş olma duygusu, diğer yandan birer kült haline gelmiş önderlerin ser verip sır vermeyen temiz hatıraları, bu bağlanmayı bir din gibi sadakatle yaşamayı teşvik ediyordu. Bu ilk gerilla eylemcilerinin Aleviler arasında, dinsel figürlerle özdeşleştirildiğine dair tasvirlere doksanlı yıllardan buyana sıkça rastlanmaktadır. Cemal Şener, 1993 yılında Tunceli Kültür Derneği nin İstanbul da düzenlediği geceden söz açan bir makalede salonu dolduranların Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Kerbela gibi Alevi inancıyla ilgili sembolik kavramlara gösterdikleri coşkulu ilgiyi 1968 kuşağının Alevi kökenli devrimci önderi İbrahim Kaypakkaya için de yinelediklerini belirtmektedir.(35) Makalenin yer aldığı kitabın kapağında Hz. Hüseyin, Seyit Rıza ve İbrahim Kaypakkaya semah dönen iki insan figürünün hemen üzerinde yanyana resmedilmektedir. Gerçekten de böyle bir özdeşleştirmeye ilişkin benzer ifadeler Deniz Gezmiş ve Hüseyin Cevahir gibi ilk eylemciler için zaman zaman dile getirilmektedir. Büyük şehirlerin varoşlarında veya kırsal alanlarda Alevi hanelerinde duvarlara asılı geleneksel dini resimlerle yanyana duran Che veya Deniz Gezmiş portreleri (tıpkı Atatürk, İnönü resimleri gibi) alışıldık bir görünüm oluşturmaktadır. Müzisyen Metin ve Kemal Kahraman İstanbul Kartal da bir Alevi hane sahibinin Oniki İmamlar ile yanyana asılı Che den O ki bir peygamber diyerek sözettiğini aktarmakta (36) son yıllarda çeşitli fraksiyonların yayınlarında yeralan yazılarda da benzer özdeşleştirmelere rastlanmaktadır. Buna rağmen böyle bir sentezin veya özdeşleşmenin 90 lı yıllarda tezahürü bunun devrimci hareketin yükseliş yıllarında da böyle gerçekleştiği anlamına gelmez. Burada daha çok bir ikame söz konusudur. 70 li yıllarda kendilerini devrimci olarak tanımlayan Alevi gençler, Alevilik tarihini de devrimci olarak görüyor ancak bir inanç olarak Aleviliği reddediyorlardı. Pir Sultan Abdal bu tarih içerisinde zaten namzetti. Hacı Bektaş Veli için de aynı şeyleri söylemek zor değildi çünkü sonuçta o da Babai isyanının halifesi Baba İshak ın müridiydi ve isyanda öldürülen Menteş in kardeşiydi yılında Hacıbektaş Turizm Derneği nce anma törenleri kapsamında düzenlenen Hacı Bektaş Velinin yaşamı, devrimci, toplumcu ve halkçı yönü konulu düzyazı yarışmasına sunulan denemeler böyle bir ikame edişin örneklerini bol bol vermektedir.(37) Kamuya açık olmakla beraber, çoğu alevi gençlerce kaleme alındığı aşikar denemeler, yetmişli yıllarda sosyalist ideolojinin Alevilik üzerindeki etkisi hakkında epeyce fikir vermektedir. Alevilik, bu denemelerde egemen güçler e, sömürgeci Selçuklu ve Osmanlı burjuvazisi ve bürokrasisi ne karşı ezilen halk ın umudu olarak sınıf çelişkilerinin üzerine oturtulabildiği ölçüde anlam ve değer kazanmaktadır. Hacı Bektaş Veli halkı uyuşturan bu dinsel taassuba savaş açmıştır. Mallarda ortaklaşacılık güden toplumcu yanıyla inanca ekonomik

41 kızılbaş - sayfa 41 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) maya katmıştır(38). Hacı Bektaş Veli nin içinde yeraldığı Babai İsyanı, Anadolu halkının, kesin neticeler alınamamış olsa da devrimci eylemidir ve bu ekonomik maya esasen onun düşüncesinin altyapısını oluşturmaktadır. Öğretisindeki dinsel motifler bu altyapıya uygun biçimde, egemenlerin dinsel düşünceleriyle savaşabilecek bir üstyapı ya duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. O nun Baba İshak İsyanı dolayısıyla tarih sahnesine çıkmasının bir rastlantı olmadığını vurgulayan bir denemede bu ihtiyacın getirdiği zorunluluk şöyle tanımlanır: Halk durumdan sızlanmakta ve değişiklik istemektedir. Yeni bir düzene geçmek ise hem ekonomik, hem de kültürel yeniliklerin birlikte yapılmasıyla mümkündür. Böyle durumlarda eylemi yönlendirenlerin karşısına çıkan en önemli sorun, getirmek istedikleri ekonomik değişime uygun düşen üst-yapıyı da önermek zorunluluğunda olmalarıdır. (39) İk felsefi tanımlamasını Hacı Bektaş Veli de bulan daha sonra Şeyh Bedrettin tarafından geliştirilen bu üstyapı, göçebe Türkmenlerin içinde bulunduğu üretim biçimi ne göre şekillenmiştir. İslamiyeti kendisine göre yorumlayan Bektaşilik ateizmin ifadesinden başka bir şey değildir ve yazar için bu onun en olumlu niteliğidir: Tanrı üzerine yürütülen görüşler, dolambaçlı yollardan da olsa işi Tanrı tanımazlığa kadar vardırır. Tabii bunun o çağda açıkça söylenmesi olanaksızdır. Bektaşilikte Tanrıyla insan arasında aynılaşma sağlanır (...) Ülkemizde bugün bile açıkça söylenmesi, tartışılması pek zor olan bu tür akıl yürütmenin zamanımızdan yüzlerce yıl önce kendini göstermesi küçümsenecek bir olay değildir. Yalnız bu düşünce teorik olarak kalmaz: İslamiyetteki, insanın varoluş nedeni olan yaşama amacına ters düşen ibadetler de kaldırılır. Yerine günlük yaşamı renklendirecek törenler getirilir. Bu törenlerin çoğu zaten eski Türkmen yaşamının vazgeçilmez unsurlarıdır. Namaz, oruç gibi insana külfetler yükleyen ibadetlerin yerini çalgılı-içkili sohbet toplantıları alır. Çalışma yaşamında ve üretilenin bölüşülmesinde İslamiyete nazaran daha adaletli davranılır. Her şeyden önce insan, en büyük değerdir. (40) Bektaşiliğin kültürel emperyalizme karşı Türk kimliğinin savunulmasında oynadığı hayati rol de onun aydınlanmacı tutumuyla bütünleştirilmiştir. Yüzlerce yıl süren karanlık tarihimizde bir aydınlatma aracı (41) olarak Bektaşilik, Bağnaz Arap ve İran kültür emperyalizmine karşı ezilen Türk köylülerinin Öztürkçesini savunmuştur. Bektaşi Tekkeleri köy enstitüleri gibi çalışmış, birer halk üniversitesi olarak halkı eğitmişlerdir. Bektaşiliğin bir zamanlar sahib olduğu ilerici tutum ve değerleri vurgulayan benzer bütün tesbitlere rağmen sosyalizm tarafından aşılmış bulunduğunu teslim etmek de bütün bu makalelerde bilimsel bir zorunluluk olarak kabul edilmektedir. Ne kadar ilerici, toplumcu, eşitlikçi, ateist vb. olursa olsun üzerindeki dinsel cila onu en nihayetinde bir üstyapı olarak mahkum etmeyi gerektirmektedir. Bektaşiliğin içerisinde varolan ateist özü göstermeye sarfedilecek enerji bu görevi biraz geciktirebilir ama sonucu değiştiremez. Yarışmada ikincilikle ödüllendirilmiş bir deneme beklenen nihai darbeyi indirmekte, Bektaşiliğin, günümüz toplumunda geçersiz hale gelip yerini sosyalist mücadeleye bıraktığı, yıllar sonra Alevilik Bildirgesi ni (1990) kaleme alıp din derslerinde Aleviliğin de anlatılmasını, devlet televizyonlarında aleviliğe ilişkin inanç programlarına yer verilmesini talep edecek genç bir yazar tarafından ifade edilmektedir: Feodal toplumda kurtuluş savaşı veren Bektaşiliğin yerine, günümüz burjuva toplumunda sosyalist mücadele geçmiş, kültürel ve bilimsel basamaklar bularak Bektaşiliğin içeriğini hem çok aşmış, hem de yepyeni içerikler getirmiştir insanlığa. Ekonomik temeli yok olan Bektaşilik de geçerliliğini yitirmiştir. O, geçmişte yalnız Türk halkı için değil, Yahudi, Kürt, Ermeni, Hıristiyan halklara, kısacası 72 millete bir gözle bakan, barış ve kardeşlik düşüncesinin, eşitliğin ve emeğe değer vermenin temelini attığı için önemli ve büyüktür. Halkımınızın demokratik ve devrimci kültürünün temel kaynağıdır. Sosyalizm bize barış, özgürlük, eşitlik mücadelesinin genel koşullarını verir ise, Bektaşilik de bu mücadelenin özgülünü belirlemektedir. Bektaşiliğin içine sızan egemen feodal öğretinin temizlenmesiyle, geriye devrimci tavır belirlemede yararlı şeyler kalacaktır. Bu yüzden bu irdelemede şu vurgulanmak istenmiştir: Geriye bakışımız bu öğretiyi canlandırmak için değil, olumlu yönlerini belirleyerek, yarını kurmak için ondan gerekli dersleri çıkarma ereğini gütmüştür... (42) Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri nde bu denli açık ifade edilebilen bilimsel sosyalist tutum devrimcilerin güçlü oldukları bölgelerde köylülerin dinsel inanışlarına açıkça cephe alıp gerekli gördüğü durumlarda ona müdahale edecektir. Feodalitenin sömürücü zihniyetinin bir kurumu olarak kabul ettiği dini toplumsal hayattan dışlamaya çalışan devrimci aksiyonerler, Alevi köylerinde propagandalarının önemli bir kısmını dinin taşıyıcısı dedelere ve onların temsil ettiği dinsel sembollere karşı yürütmüşlerdir. İstisnai bir mesel olarak Hz. Hüseyin in temkinli bir eleştiriye uğradığı öne sürülebilirse de imamların, özellikle Hz. Ali ve Hz. Hasan ın devrimci gençlerce pasifist olmakla, mücadeleden kaçmakla suçlanması dönemin tartışmalarında hatırlanan temalar arasındadır. Köy halkının gündelik hayatında karşılığı olan, beşeri ilişkilerinde işlevsel kolaylaştırıcı, anlamlı bir yer edinmiş dinsel adetlerin, pozitivist bir

42 kızılbaş - sayfa 42 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) tutkuyla mahkum edilen söylencelerin, kişisel metafizik tecrübelerin hali içler acısıdır ve en basitinden bir rüya tabiri olarak hayra yorulup hikmetinden dem vurulması dahi epey bir cesaret işidir. Şüphesiz sadece sosyalist düşüncenin dine karşı eleştirel tutumu ile açıklanmaması gereken bu olgu, Kemalizmin hakimiyetiyle Anadolu nun derinliklerinde başlayan modernleşmeci sürecin bir uzantısıdır li yıllarda yetişen genç kuşaklar geleneksel değerlerin taşıyıcılarıyla benzer tartışmalara girmişlerdir ve Aleviler de modernite ile onun bir hali olarak sol düşünceyle buluştuklarında- zaten bu değişim sürecinin içindeydiler. Sadece solun iradesi değil Kemalist reformların etkisi de Alevi inanç ve ritüelleri için baskı, küçümseme ve yok saymayı beraberinde getirmekteydi. Genç kuşaklar yeni cumhuriyetin inkılaplarına uyum sağlamanın Alevilikten soyunmak anlamına geldiğine inanmış durumdaydılar. Ancak 1940 lı 50 li ve hatta aya ayak basılmasıyla bir Alevi tabusunun mizaha konu edildiği- 60 lı atfetmesinde en önemli etken bu geleneğin dengeleyici varlığı değil, sosyalist doktrinin en başından beri dini bir sömürü aracı olarak ilan etmiş olmasıdır. Modernleşme sürecinde ikna edici delillerle cemcemaat yürütüp cemaati birarada tutabilecek kudrete sahip dedelerin azlığı, cemaate bir şey veremez hale gelmiş açgözlü dedelerin varlığı bir yana, inanç sisteminin teorik olarak işleyebilmesi dinsel önderlerin mürşidin cemaatden belli bir pay almayı sürdürmesiyle mümkündü. Ama dünyada olup bitenler karşısında dedenin kendilerine artık bir şey veremez hale geldiğini düşünen, o nedenle ona artık çıralık sunmanın anlamsızlığına hükmeden topluluğun çözülmesiyle dedeler, devrimci gençlerin müdahaleleri karşısında savunmasız kalacaklardı. Çoğu kez uğradıkları köylerden kovulmalarıyla ifa olunan bu müdahale hemen her yerde dedelerin etki alanlarının önemli ölçüde sınırlanması, taliplerin gözünde değerlerinin düşmesi ve Aleviliğe dair tüm değerlerin gericilik olarak mahkum edilmesiyle sonuçlandı. önerilen ittifak yetmişli yıllarda sessiz bir uzlaşmayla döneme özgü mekanizmalarını kurmuştu. Aleviliğin içerisindeki her türlü dinsel sembol, söylence, inanış Alevilerce engellenecekti. Buna karşılık Pir Sultan Abdal ın kimi şiirleri gibi, devrimci tavır belirlemede yararlı şeyler, halk kültürünün devrimci kaynakları olarak sosyalist kültür dünyasında ilerleyebilirdi. Gerektiğinde bu kaynağı sosyalist ideolojiye daha uygun düşecek biçimde yorumlamak koşuluyla. Böylece Mansur un Enel Hak sözü, emek hak a dönüştürülebilir, Tanrının adlarından biri olarak Alevilerin tercih ettiği Hak ile halk arasındaki fonetik yakınlıktan istifade edilebilirdi. Yakın bir gelecekte kurulacak sosyalist toplum ki bu yetmişli yıllarda elle tutulabilecek kadar somut görünen samimi bir inanç idi- dini ortadan kaldıracağından, kendilerini tarih boyunca baskı altında tutmuş Sünnilerin tahakkümünden de kurtaracaktı. Bunu karşılığında onlar daha şimdiden dinden vazgeçebilirlerdi! (devamı gelecek sayıda)... yıllarda bu tartışma, medeniyetin Buna karşılık Aleviliğin devrimci 23-Şerif Mardin, Türkiye de Din ve icapları bağlamında yürütülürken, 70 li yılların retoriği ateist haleye verilebilmiş yanıtın izlerini 1991, s:125. türkülere sinmiş kokusu bu müda- Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul, vurgu etrafında şekillenmektedir. sürebilmek için epey karmaşık bir 24-Yüz Soruda Alevilik, Haz.: Reha Birçoğu bizatihi dede çocuğu çözümleme sahası olarak önümüzde durmaktadır. Üsluba sızma ve Kültür Birliği Yayını, 1994, s.174. Çamuroğlu, Cemal Şener, Fuat Bozkurt, Hamburg Anadolu Alevileri olan gençlerin dedelerle karşı karşıya gelmesi, içine doğdukları öylece kendisini gerçekleştirme li yıllarda Ankara da kurulan ve TİP le yakın dirsek temasında geleneksel çevrenin değerleriyle hali, yaşadığı sıkıntıları, bir özgürleşme ve aydınlanma hareketi çalışan Devrimci Ozanlar Derneği nin hesaplaşma eğilimindeki gençliğin o dönemdeki başkanı Osman Dağlı, Feyzullah Çınar, Aşık Mahsuni, olağan kuşak çatışmasından ziyade olduğu iddiasındaki solun değerler devrimci bir «görev dir. Görgü dünyasında ifade etme olanağı bulamayan Aleviliğin, bizzat kendi- sözkonusu gecelerde sahneye çıkan Mahmut Erdal ve Nesimi Çimen in zamanı hanesinden ayrılıp aylarca at sırtında talip köylerini sine asi genç kuşaklar aracılığıyla, sanatçılar arasında yeraldığını hatırlıyor. Ağustos 1999 tarihli görüşme dolaşan dedelerin cem hizmetine devrimci hareketi nasıl alevileştirmiş (dolayısıyla köylüleştirmiş) 26- Aziz Nesin in Pir Sultan Abdal kaydından. karşılık cemaatten aldığı geçimlik para, tahıl vb. (çıralık - hakkullah) olabileceğine dair sorulacak soruyu Şenlikleri nde yaptığı konuşmadan düşünmede bir adım olabilir. aktaran Haydar Gölbaşı, Aleviler ve onların sömürücülüklerini vurgulamak için önemli bir unsur olarak Alevi olmaktan kaynaklanan sıkıntıları dile getirme ihtiyacı, derdini 27- Çetin Altan, Ben Milletvekili İken. Sivas Olayları, Ant Yayınları, İstanbul, 1997, s.18. kullanılmıştır. Esasen bu olgu, talibin hüsnüniyetini suistimal daha derin denizlere dökmenin Afa Yayınları, İstanbul, 1996, Sayfa: eden dede tiplemeleriyle Aleviler getirdiği bir rahatlamayla karşılanmış görünüyordu. Bu nedenle 28-Mustafa Çalık, MHP Hareketi, 136. arasında yüzlerce fıkraya konu Kaynakları ve Gelişimi, Cedit Neşriyat, Ankara, 1995, sayfa:138. edilmiş apayrı bir hiciv geleneğine Aleviler sosyalistler tarafından öteden beri sahiptir. Ama sosyalist gençlerin ona sömürücülük teydi ve 1990 lı yıllarda resmen dan Sökün Eyledik, Söyleşiler, daha az zararsız addedilmek- 29-Mesut Gerçek, Kalktık Horasan- Ant

43 kızılbaş - sayfa 43 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Yayınları, 1995, s Hüseyin İnan, Yusuf Arslan ve Deniz Gezmiş i Kayseri nin Sarız ilçesine bağlı Dallıkavak köyünde üç gün barındıran Aşık Ali Keleş ile 8 Haziran 1998 tarihli görüşme kaydından. 31-Harald Schüler, Türkiye de Sosyal Demokrasi: Particilik, Hemşehrilik, Alevilik, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s Mahir Çayan, Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine, adlı yazısından. Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cephesi, Dava Dosyası, Yazılı Belgeler, Yar Yayınları, İstanbul, 1976, s Muzaffer Oruçoğlu nun anılarından aktaran Emrah Cilasun, Devrimci Demokrasi, Sayı 31, Mayıs Zülfü Livaneli ile Alevi Müziği Üzerine Söyleşi, Mesut Gerçek, Nefes Dergisi, İstanbul, Mart 1995, sayı:17, sayfa: Cemal Şener, Bihatayık Evladı Kerbelayık, Ant Yayınları, İstanbul s Metin-Kemal Kahraman ile Söyleşi, Ulaş Özdemir, Roll Dergisi, İstanbul, Kasım 1997, sayı: 13, s: Hacı Bektaş Veli, Bildiriler, Denemeler, Açıkoturum, Hacıbektaş Turizm Derneği Yayını, Ankara, A.g.e. içerisinde Adil Gülvahaboğlu, Anadoluda Devrimci ve Toplumcu Bir Ses: Hacı Bektaş, s A.g.e. içerisinde Behlül Ablak; Hacı Bektaş Veli, s A.g.e. icerisinde Behlül Ablak, s A.g.e. içerisinde Behlül Ablak, s A.g.e. içerisinde Rıza Zelyut; Hacı Bektaş Veli ve Bektaşiliğin Tarihsel Konumu. s.105. Kaynak: Modern Türkiye`de Siyasi Düşünce, Sekizinci Cilt: Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, TUNCELİ TENKİL HAREKÂTINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARI Başvekâlet Kararlar Müdürlüğü 4 Mayıs 1937 Son günlerde Tunceli de vukua gelen hadiselere dair raporlar tarihinde Atatürk ve Mareşal in huzurları ile tetkik ve mütalâa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır. 1.) Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçikezen (Aşağı Bor) Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit (şiddetli) ve müessir (etkin)bir taarruz (saldırı) hareketi ile varılacaktır. 2.) Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka bir yere nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesinde köylere baskın edilerek hem silâh toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik (2.000) kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır. MÜLÂHAZA: Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe (yetindikçe) isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silâh kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. NOT: Malatya dan ve Ankarada dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır dan gelecek taburun tavzifi (vazifelendirilmesi), bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani 12 Mayıs ta ileri harekâta başlanabileceği anlaşılmaktadır. "Dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa o'da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan işbu yarayı,bu korkunc çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması icin, hükümete tam ve geniş selahiyetler verilmelidir". mustafa kemal atatürk

44 kızılbaş - sayfa 44 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Emir Bedirhan ın Cizre-Bothan Direnişini Doğru Okumak -2 Sait Çetinoğlu Bu yazı dizimizde Kürtlerin siyasi oluşumuna dikkat çekmek istediğimizden Bu sorunlu ilişki sürecine biraz daha odaklanmamız gerekir. Amasya antlaşması sonrası sürece bakarsak doğası gereği süreç Kürtlerin aleyhine gelişir. Amasya antlaşması dolayısıyla Osmanlı-Kürt ilişkinin pragmatik ve Kürtler açısından sorunlu olduğuna Kardam da katılmakta antlaşma sonucunu şu sözlerle yorumlamaktadır: Amasya anlaşmasının ürünü olan bu idari düzenleme, tam ve kısmen özerk olan Kürt beylikleri konusunda Osmanlıya iki im kân sunuyordu. Bunlardan birincisi, Kürdistan'ı geleneksel yöne tici aileleri güçlendirerek kontrol etme imkânıydı, ikincisi ise, Kürdistan'ın yönetici ailelerini böylece kendisine bağımlı hale geti rip, onlar eliyle tanımış olduğu özerkliği her fırsatta alabildiğine tırpanlayabilme imkânıydı. [1] Ayrıca bu antlaşma Kürtler arasında yıllara sari ve günümüze kadar gelen bir bağımlılık ilişkisi yaratmış ve bağımsız bir iradenin gelişmesini önlemiştir: Kürt mirleri Yavuz ve Kanuni döneminde yapılan antlaşmalar gereği pek çok sorunu kendi aralarında çözebilecek iken dahili husumetlerin çözümünü dahi Dersaadet e taşımışlardır [2] Ehmedé Xani nin Mem u Zin deki feryadı boşuna değildir: "Ez mame di hikmeta Xwede da Kurmanc di dewleta dine da Aya bi çi weche mane mehrum Bilcimle ji bo çi mane mehkum Ben Allah'ın hikmetine şaşakaldım Kürtler dünya devletinden Acep ne sebeple kalmışlar mahrum Hepsi birden niçin olmuş mahkûm Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki bu antlaşmayı zorlayan Osmanlıdır ve egemen kendine uygun koşulları oluşturmanın peşindedir. Koşulları üstün güçler dikte ettirmiştir. Karşılıklı iki eşit tarafın eşit iradesinden doğan bir antlaşma değildir. Hatta antlaşma bile sayılmamak gerekir. Üstün güç sorumlulukları belirlemiştir. Bu bakımdan bu özerkliği abartmamak ve yüceltmemek gerekir. Aslında gerçekte olanın Kürdistan ın birinci fethi gerçekleştiği anlaşılmalıdır: Zaman zaman, Osmanlının Kürt beyliklerine tanıdığı özerkli ğin 19. yüzyıla kadar pürüzsüz işleyen bir devr-i saadet dönemi gibi sunulduğu oluyor ki, olgular bu yargıyı tekzip etmektedir. Özerklikleri bazen bağımsızlık sınırına varan büyük ve güçlü Kürt beyliklerinin varlığı Osmanlının arzulayabileceği bir durum ola mazdı. Ama buna başlıca iki nedenle katlanmak zorundaydı. Bu nedenlerden birincisi, bölgenin İran'la sınırdaş olmasıydı. Kendile rini güvende hissetmeyen Kürt beyleri her zaman aşiretleriyle bir likte İran'a geçebilirler, hatta Osmanlıya baş kaldırarak yörelerinin İran toprağı olduğunu ilan edebilirlerdi. İkinci nedene ise, bölge nin o günkü teknolojiyle doğrudan yönetilmeye imkân vermeye cek kadar sarp dağlarla kaplı olmasıydı. [3] Bu özerklik özellikle arası yoğun direniş ve savaş dönemi ve Osmanlı Devletinin Tanzi mat'ın ilanıyla yürürlüğe koyduğu yeni politikalar neti cesinde tamamen ortadan kalkmış, etkileri ise 1847'de bastırılan direniş sonrasında "Kürdistan ın yeniden fet hi" anısına ku rulan Kürdistan Eyaletinin 1867'de Diyarbekir Eyaletine çevrilmesi ile bu dönem resmen son bulacaktır. Bu bağımlı ilişki ve sürecin, Kürtlerin siyasi yaşamının olgunlaşmasını engellediğini rahatlıkla söylemek mümkündür. Siyasi birliğin ve olgunluğun olamayışı kolay yutulmasına ve istenildiğişekilde yoğrulmasına sebep olmuştur. Hagop Şahbazyan bu olguyu şu kelimelerle ifade eder: Osmanlı İmparatorluğu fetihlerine adım adım başladı. İlk önce Erzurum'a, oradan da diğer bölgelere, kaleleri ve Alaatin'in evini de yıkarak Kürt prensliklerine son verdi. Onlar artık soylarını suikast ve gizlilik içinde devam ettirdiler. Or tam müsait olduğu zaman ortaya çıktılar. Yani Kürtler, hükümranlıkları bir yerde silinse dahi, bir başka yerde ufak ufak, birbirinden ayrı, olarak ortaya çıkıyorlardı. [4] Ve Hagopyan ekler: Sayısız akıncı beyleri Kürt soyları içinde türer. Birbirlerinin işini baltalamak işini ve çalışan halkın elinden kazancını almak için varlar. [5] Osmanlı idaresinde Kürtlere tetikçilik görevi düşmüştür. Bu Hamidi dönemde Hamidiye alaylarıyla daha belirgin bir hal alacak, İT döneminde aşiret alaylarına,kimi yerde el-hamsin milis alaylarına dönüşerek Ermeni soykırımının tetikçiliğine yerine getireceklerdir.

45 kızılbaş - sayfa 45 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Osmanlı-Kürt antlaşmasının sonuçları bölgenin otokton hakları için ölümcüldür: Kürtler Anadolu yüksek platosu ile Toroslar'ın güneydeki etekleri arasındaki uzun kuzey-güney göçlerini yeniden başlatmışlar ve nihayetinde Ermenileri bu bölgelerden çıkartmakta anahtar rol oynamışlardı[r]. [6] Ayrıca bu olgunun uluslararası arenadaki siyasi sonucu da Kürtlerin tecridi ve parçalanmasıdır. Müslüman Kürtlerin Ezidilere, Nasturilere[7] ve Ermenilere karşı savaşları bu süreç boyunca Kürtlerin uluslararası destekten yoksun kalmalarına neden olduğu gibi Bedirhan Bey in Nasturi soykırımı, 1920 lerde yeni dünya düzeni kurulurken, Kürtlerin dikkate alınmayarak Kürdistan ın parçalanmasıyla sonuçlanmasına neden olacaktır. Burada bir parantez açarak Bedirhan Bey in Nasturi Soykırımına değinelim;kürtlerin ve Kürdistan ın kaderinde etkili nedenlerinden bir olan bu katliam biraz daha açılmasında yarar vardır. Katliam Süryani kaynaklarında şu satırlarla özetlenir[8]: Özellikle 19. yüzyılda orta ve kuzey Mezopotamya'nın büyük bir bölümünde, mirlikler yönetimi geliştirildi. Osmanlı İmparatorluğu'nun vali ve askeri komutanlarına bağlı Kürt ve Süryani nüfusunu yöneten bu mirler, devlet için vergi ve asker toplamakla görevliydiler. Çünkü imparatorluğun memurları kırsal alanlara dağılmış aşiretlerden direkt vergi toplayamıyor, vergiler mir ve aşiret reisleri tarafından toplanıp devlete aktarılıyordu. 1820'lerde mir yönetim biçimi giderek kurumlaştı ve belli bir yerel-iktidar niteliğini kazandı. Değişik aşiret reisleri arasında ittifaklar kuruldu. Diyarbakır vilayetinde Cizre sancak beyi Bedirhan Bey önderliğinde Kürt aşiretlerinden bir yönetim gelişirken, Hakkari dağlarında Mar Şemun önderliğinde Süryani aşiretlerinin de otoritesi ve gücü gelişti. Bedirhan Bey'in ailesinin Osmanlı sultanlarıyla ilişkileri geçmişten beri çok iyiydi. Partik Mar Şemun ise son dönemlerde cizye vermemekle, sultanlara karşı itaatsizlikle itham ediliyordu yılına kadar Hakkari ve etrafında yaşayan Doğu Süryaniler ile Kürt aşiretleri arasındaki ilişkiler iyiydi yazında Amerikalı misyoner Dr. Grant, Doğu Süryanilerin Tiyari bölgesinde yer alan Aşita'da büyük bir misyoner merkezinin yapımına girişince, bölgedeki Kürt ağaları bu gelişmelerden rahatsız oldular. Bu yüzden Doğu Süryani aşireti Tiyari ile Hakkari Kürt Beyi Nurullah Bey arasındaki ilişkiler bozuldu. Tiyari aşireti Nurullah Bey'e itaat etmeyi reddederek, bir Kürt köyüne saldırdı ve onlarca insanını öldürdü. Bunun üzerine Nurullah Bey, Cizre beyi Bedirhan Bey'den yardım istedi. Bedirhan Bey durumu padişaha bildirdikten sonra denetimindeki Han Mahmud, Artuşi kabilesi, İsmail Paşa, Tatar Ağa ve Hakkari emirinin desteklerini alarak, onbin kişilik bir güçle Doğu Süryanilere yöneldi baharında Bedirhan Bey'in güçleri ilk başta Diz bölgesini ele geçirdiler. Burada Patrik Mar Şemun'un kız kardeşini kaçırarak annesini öldürdüler. Mar Şemun'da Musul'a kaçarak İngiliz konsolosluğuna sığındı. İki buçuk gün süren bir çatışma sonucunda, Bedirhan Bey Doğu Süryanilerin gücünü dağıtarak, birçoğunu öldürdükten sonra, bölgedeki denetimi eline geçirdi. Doğu Süryanilerin bazıları Musul'a kaçarken geriye kalanları da Bedirhan Bey'e cizye ödemeyi ve itaat etmeyi kabul ettiler. Cizre'ye dönen Bedirhan Bey beraberinde birçok esir ve ganimet götürdü. Bedirhan Bey'in bu harekatı karşısında İngiltere ve Fransa elçi ve konsolosları aracılığıyla Osmanlı hükümetine memnuniyetsizliklerini bildirerek, özellikle esir alma olayını ayıpladılar ve Doğu Süryanilerin korunması konusunda baskı yaptılar. Osmanlı ise Bedirhan Bey'in devlete yaptığı hizmetlerinden dolayı Diyarbakır, Erzurum, Şam ve Musul valilerine emirler göndererek, Bedirhan Bey'e güvenlik desteği verilmesini istedi. Osmanlı yönetiminin aldığı esirleri geri vermesini istemesi üzerine Bedirhan Bey, Eylül 1843'te hemen hemen bütün esirleri serbest bıraktı. 19 Eylül 1846 tarihinde Bedirhan Bey tekrar etrafında topladığı birçok Kürt beyiyle ittifak yaparak. Doğu Süryanilerin Thuma ve Tiyari bölgelerine karşı saldırıya geçti. Osmanlılar Bedirhan Bey'in bu saldırısına da göz yumdular. Çal, Sinyancı ve Çobi kazaları savaş meydanına dönüştü yılınkinden çok daha şiddetli olan bu saldırıda yaklaşık Süryani öldürüldü. Patrik Mar Şemun Urmiye'ye kaçmak zorunda kaldı. Amerika, İngiltere ve Fransa bu katliamı protesto ederek, Osmanlılardan Bedirhan Bey'in cezalandırılmasını istediler. Bunun üzerine Osmanlı güçleri Bedirhan Bey'in üzerine giderek, onu esir aldılar ve Girit adasına sürgün ettiler. Bedirhan Bey'den sonra Hakkari bölgesinin yönetimi izzettin Şer'e verildi. Osmanlı yönetimi duyduğu güvensizlikten dolayı, beylikten aldığı İzzettin Şer, Kırım Savaşı esnasında Rusların tarafını tuttu. Kırımda Türk-Rus savaşı başlayınca İzzettin Şer 1854 yılında ayaklandı. Bu ayaklanmada Doğu Süryanilerle işbirliği sağlayan İzzettin Şer, Musul ve Bitlis'i ele geçirdi. İzzettin Şer ile birlikte hareket eden Doğu Süryaniler, 1877 yılına kadar önemli bir olayla karşılaşmadılar. Ayaklanmayı bastıran Osmanlı yetkilileri, Doğu Süryaniler ile ilişkilerini düzeltmek için yoğun olarak yaşadıkları bölgede bir kaza merkezini oluşturarak, kaymakamlık görevine de Patrik Mar Şemun'un yeğeni Davut'u getirdiler. Bu durum Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla değişti. Nasturi Soykırımı Batı güçlerinin bölgedeki temsilcilerinin gözleri önünde cereyan etmiştir. Olayları günü gününe rapor ederler. Bu raporları yazanlardan bölgede kazılar yapan daha sonra elçi olarak gönderilen arkeolog Layard Katliamı Aşita'nın üzerine ansızın çö ken baskınla gelmişti ölüm. Orada yaşayanların büyük bir bölümü, köyün en küçük izini bile silmeyi kafasına koyan Kürt öfke sinin kurbanı olmuştu [9] sözleriyle özetler.

46 kızılbaş - sayfa 46 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Layard ın raporları da değerli ve ünlüdür: "Burada, Bedirhan'ın 1843 yılında Tiyari bölgesine baskın ya parak, soğukkanlılıkla bölge sakinlerinden kişiyi aşiretine öldürttüğünü ve çok sayıda kadın ve çocuğu köle olarak satılmak üzere götürdüğünü, eklemem gerekiyor. Ama belki bu esirlerin büyük bir kısmının Sir Stratford Canning'in insan dostu olması ve soyluluğu sayesinde kurtulduğu herkes tarafından bilinmiyor. Can-ning Babiâli'ye başvurarak, hükümetin Kürdistan'a bir müfettiş göndermesini sağladı. Müfettiş, Bedirhan'ın ve diğer Kürt aşiret re islerinin alıp götürdükleri esirlerin serbest bırakılmasını sağlamak için onlarla görüştü. Ayrıca Canning de bu Kürt beylerine önemli miktarda para verdi. (...) Bu köydeki perişanlığı ve ıssızlığı, hiçbir yeşertisi olmayan bir çöle benzediğini anlatarak okuyucuyu yormak istemiyorum. Köyde yeniden yapılan ilk bina olan ve enkazların arasından yavaş yavaş yükselen damsız bir kilisenin avlusundan atlarımızla geçtik (1846). Mezarların arasında halılarımızı yaydık. Malik ve diğer katliamdan kurtulanlar gündüzleri ağaçların altında otu ruyorlar, geceleri ise Zab'ın kıyısında ağaçtan yaptıkları, içi kurumuş ot ve samanla döşenmiş yataklarında geçiriyorlardı. [10] Katiama tanık olaningiliz misyoneri G.P. Badger de raporlarında Bedirhan Bey in sebep olduğu yıkımı nakleder: Patrik'in ikinci bir saldırıdan korkması doğruydu ve bu saldırı çok geçmeden gerçekleşti. Müttefik Kürt aşiretleri Tiyari'nin Diz yöresini bastılar. Zab suyunu geçerlerken kuvvetli bir savunmayla karşılaştılar, ama sayıları Kürtlerden az olan Nasturiler çok geç meden geri çekildiler ve vahşi saldırganlar köyleri yaktılar, köy sakinlerini öldürdüler ve her tarafı yakıp yıktılar. Kürtlerin ne kadar barbar olduğunu aşağıda verdiğim gaddarlık örneği gös termektedir: Mar Şamun'un yatalak annesi Diz'de esir edildi. En ağır işkencelerden geçirildikten sonra, gövdesi iki parçaya ay rılarak Zab suyuna atıldı ve Kürtler "Oğluna onu nasıl bir kaderin beklediğini söyle" diye bağırıp, çığlıklar atıyorlardı.bu ikinci saldırıda çok sayıda kadın ve çocuk esir alındı ve Ce zire bin Ömer'de satılmak üzere gönderildi. Yollanan kadınların ve çocukların bir kısmı esir pazarında satıldı, bir kısmı da hatırı sa yılır Müslümanlara armağan edildi. Erkeklere hiç acınmadı, ba zıları kaçarak hayatlarını kurtarabildiler. Çoğu, geçit vermez dağ lara kaçtılar, diğerleri Aşağı Pervari'ye kaçtı, ama onları kaçtıkları yerlerde de aynı akıbet bekliyordu. [11] Kardam da soykırım olduğundan kuşku duymadığı Katliamlara dikkat çeker, özellikle ikinci katliamı Sonun Başlangıcı başlığı altında inceler. İkinci Katliam her ne kadar Bedirhan Bey in, Osmanlıya gözdağı vermek istemesinde kabak Asuri/Nasturi lerin başına patladıysa da Osmanlı nın Bedirhan üzerindeki hareketini hızlandır bu bakımdan ikinci katliam Bedirhan Bey in sonunun başlangıcıdır. Bedirhan Bey 1843 haziranının sonunda, kendi ifadesiyle, 9 bin kadar Kürt askeriyle Nasturilere karşı bir katliam düzenler. Bugü nün kıstaslarıyla eksiksiz bir soykırım olan bu saldırıda, İngiliz kaynaklarına göre, yaklaşık 10 bin Nasturi katledilir, sağ kalanlar arasından esirler alınır. Binlerce Nasturi canlarını kurtarmak için yığınlar halinde Musul'a sığınır. O tarihte, 1839'daki Nizip savaşında uğradığı bozgunun yara larını henüz saramamış olduğundan, Osmanlının bu katliamı ön leyebilecek gücü yoktu. O koşullarda, kontrol edemediği iki gücün-kürtler ile Nasturilerin-birbirlerini kırmaları işine bile geliyordu Nasturi katliamı kısa erimde, Bedirhan Bey'e Osmanlı karşı sında önemli bir avantaj sağlar. Bu saldırıyla elde ettiği "başarı" ona Kürdistan'da, belki kendisinin bile beklemediği kadar büyük bir prestij kazandırır; diğer Kürt beyleri ve ulema üzerindeki otori tesini pekiştirip perçinler. Ünü Osmanlı sınırlarının ötesine taşar. Osmanlının yüzyıllardır egemenliği altına alamadığı ve bulundu ğu bölgede önemli bir güç odağı olan Nasturileri ezip itaat ettir mesi, Erzurum valisi Halil Kâmili Paşa'nın işaret ettiği gibi, özel likle İran nezdindeki ağırlığını artırır. Ama bunlar kalıcı, yürüte geldiği mücadeleyi başarıya ulaştırıcı kazanımlar değildir. Tersine, önce 1843'teki bu birinci katliam, ardından 1846 sonbaharında dü zenlediği ikinci katliam 1847 yılındaki yenilgisinin belirleyici vesi lesi olur. Hem birinci ve hem de ikinci katliamın ardından İngiltere ile Fransa'nın Bedirhan Bey'in derhal tasfiye edilmesi konusunda Osmanlı üzerindeki ağır baskıları Bâb-ı Âli'yi tersi durumda belki de çok daha uzun bir süre göze alamayacağı bir askeri operasyona girişmek zorunda bırakır. Nasturi katliamlarının sonucunda, Bedirhan Bey'in liderliğinde yürüyen Kürt direnişi bütün Hıristi yan dünyasının hedef tahtası haline gelir. Bu durum, Lazarev'in deyimiyle, Kürt hareketinin zayıflatılması açısından, Bâb-ı Âli'nin eline arayıp da bulamadığı fırsatı verir. [12] Layard ın ikinci Katliam ile ilgili satırları şöyledir. Ben Musul'a döndükten birkaç gün sonra, Tayyar Paşa'nın felaketi önleme girişimlerine karşın, Bedirhan Bey Tiyari dağlarından geçe rek yaptığı seferde, önüne gelen aşireti haraca bağlayarak, talan ede rek Thuma'ya girdi. Meliklerin öncülüğünde savaşan Thuma bir süre direniş gösterdi ama sayıca üstünlük karşısında sonunda düştü. Kimse ayırt edilmeksizin yeni bir katliam daha yapıldı. Kadmlar şe fin önüne getirildi ve büyük bir soğukkanlılıkla öldürüldüler. Kaç maya çalışanların kafaları uçuruldu. Sayıları üç yüzü bulan kadın ve çocuklar, Baz'a kaçmaya çalışırken acımaksızın kılıçtan geçirildiler. En güzel köyler, bahçeleri ile birlikte yakılıp yıkıldı, kiliseler yerle bir edildi. Hemen hemen nüfusun yarısı bu çılgın Kürt beyinin Öfkesinin kurbanı oldu. Bunların arasında meliklerden birisi ve Kaşa Bodaka da vardı. Bu iyi yürekli papazla birlikte Nasturi ruhban sınıfının en bilgili adamı Kaşa Oraha ve bir zamanlar Keldani Papazlığı içinde hep varolan coşku ve ilimden pay almış son kişi olan Kaşa Kana

47 kızılbaş - sayfa 47 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) da öldürülenler arasındaydı. (...) Bedirhan Bey Thuma'dan çekildikten sora, nasılsa sağ kalmış olan birkaç köylü harap olmuş köylerine döndüler ama bu sefer de onların seferden önce gizlenmiş para ve al tınların yerini bildiklerini düşünen Nurullah Bey çöktü üzerlerine. Birçoğu uygulanan işkenceler altında can verdi [13] Musul valisi Tayyar Paşa'nın bildirdiğine göre, Bedirhan Bey'in askerlerinin sayısı, 1843 katliamındaki kadar, yani civarın dadır. Fransa'nın Musul konsolosluğunun Dersaadet'e ulaşan bir yazısına göre, "Bedirhan Bey erkek, kadın ve çocuk 'den faz la insan katletmiştir."17 Bu rakam üç yıl önceki katliamda öldürü lenlerin iki katıdır. Katliamın hemen ilk günlerinde, 29 Eylül 1846 günü, Mar Şamun valiliğe haber vermeden Musul'dan kaçar ve iki hafta ka dar sonra, "Amediye kazası dağlarında bulunan Bervvari aşireti ta rafına firar ederken orada bulunan zaptiye askeri tarafından görü lüp yakalanarak" Musul'a getirilir. [14] Kürdistan bu trajediyi yaşarken diğer mir aileleri gibi Bedirhan Bey ailesi de bundan nasibini alacaktır[15]. Ancak Osmanlı nın Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa nın oğlu İbrahim Paşa ile Nizip te tutuştuğu savaşın sonunda aldığı yenilgiyle Kürdistan ın Fethi kesintiye uğrar. Osmanlı Kendini topladığında kaldığı yerden başlayacak, Kürdistan da mir ailelerinin tamamını tepeleyip her şeylerine el konarak sürgüne gönderecektir. Mir aileleri için artık Kürdistan a dönmek hayaldir. Bir kısmı rütbe alarak Osmanlıya hizmet ederler. Bu durumu Bedirhan Bey in torunu nakleder: Kürdistan'a dönmenin tüm imkanları, Bedirhan aile fert lerinin elinden alınmış, tüm yollar kesilmiş, başlarına gelen lerden sonra sürgün oldukları İstanbul'da eğitimlerini tamam layıp Osmanlının devlet işlerinde memur ya da çeşitli kade melerde yönetici olarak çalışmak durumunda kaldılar. [16] Burada şunu unutmamak gerekir ki bu fetih sürecinin en sadık yardımcıları Kürt mirlerinin bizzat kendileridir. Bedirhan Bey de bunlardan biridir. Osmanlı askeri danışmanı Moltke mektuplarında bunları ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Said Bey Kalesinin kuşatmasında Bedirhan Bey De yer almaktadır: Yanıma Kürt kılavuzlar alarak bu tepeye tırmandım. Ancak akşam geç ve son derece yorgun bir durumda Bedirhan Bey'in yanma döndüm. Bu beyin kara keçi kılından çadırı, köpürerek akan bir dağ deresinin kıyısına kurulmuştu. Büyük bir ateşte, küçük küçük doğranmış koyun eti parçaları kebap yapıldı.karşımızda kadar Kürt, uzun tüfekleri, kamaları, ta bancaları ve bıçaklarıyla, üstlerinde kendilerine özgü ve çok ya kışan ulusal giysileriyle ayakta duruyorlardı. İleri gelenleri yer de bağdaş kurmuş oturuyordu. Çevremizde nöbet ateşleri alev alev yanıyordu. [17] Kürtlerin bu fetihe yardımcı olmaları kendilerine bir şey kazandırmamaktadır. Moltke bu aşağılamayı şu kelimelerle resmeder: Kale kapısının altında yaralı kardeşini taşıyan bir Kürde rastladık. Zavallı bacağından vurulmuştu. Onu taşı yan kardeşi gözleri dolu dolu olarak, kardeşinin yedi gündür bu acıyı çektiğini anlattı. Cerrahı çağırttım. Anlamsız bir şey istedi ğini anlamıyor musun der gibi, her gelişinde sesini daha da yük selterek Evet ama Kürt bu! dedi durdu. [18] Osmanlı Güçlü mirleri yanlarına alarak diğerlerini tepelemektedir. Bunu yaparken yanındaki mirin birsonraki merhalede sıranın kendisine gelip gelmediğini düşündüğünü bilmiyoruz: En önemli beyler, Reşit Paşa'nın yenilgiye uğrattığı Ravenduz Bey. Şimdi bizim yanımızda çarpışan Bedirhan Bey. Az ön ce kalesi alev alev yanan Sait Bey. Babıâli'nin paşalığa yükseltti ği, fakat bağlılığı kuşkulu olan Akkâlı İsmail Bey. [19] Kürt güçleriyle Kürtler tepelenmektedir ve Kürtlerin kıymeti harbiyesi yoktur. Sait Bey tepelendikten sonra Moltke sayım yapar: Yaralı pek azdı, bunların büyük bir bölümü de Kürtlerdendi, bunlar da kayıptan sayılmıyordu. Şimdi bir yıkıntı yığınından başka yanı kalmayan küçük bir dağ hisarının ele geçirilmesi, padişah için önem verilecek bir şey değildir. Ama burası Babıâli'ye karşı direnme eyleminin merkez noktalarından biriydi. Sait Bey'in yola getirilmesinin bu bakımdan ne kadar önemli olduğu, şimdi hiç zaman geçirme den, iki tam Redif taburu oluşturmak için asker toplamaya giri lişi göstermektedir. [20] Moltke, Garzan Harekatını da ayrıntılı anlatır. Osmanlı nın önderliğinde Kürtler Ezidilerin üzerine köyleri yaka yaka Allah, Allah sesleriyle saldırmaktadırlar: Köy hemen tutuşturuldu Yürüyüşte birkaç köy daha tutuşturuldu askerler oradan ganimetlerle döndüler Kürtlerin sessiz acısı, kadınların umutsuz çığlıkları yürekleri parçalıyordu inanılmayacak kadar tutak alındı ganimet hırsları onların cesaretlerini kamçılayan büyük bir etken olmuştu. Çünkü düşmanları yezidiler yani şeytana tapanlardı. [21] Dış talan olanakları kalmayan Osmanlının iç fethi olarak anlaşılması gerekli bu merkeziyet adı altında Kürdistan ın fethi ile Kürdistan a istenilen koşullar oluşturulmuştur. Bu koşullar altında ikmal tamamen Kürdistan'a yüklendi ği için asker toplama, devlet güçleri tarafından köylere baskın yapmak biçiminde olmaktadır. Öyle köyler vardır ki, içinde genç ve çalışabilir insan kalmamıştır. İnsan bu adam avcılığını görme li, bu elleri bağlı ve öfke dolu [B]u halkın ruhunda nasıl kendine karşı tam bir nefret uyan dırdığını anlayabilsin. Günümüzdeki bu dertlere, gelecekte, ger çekte çok olmayan Müslüman nüfusunun azalması, ulusal ser vetin tükenmesi ve onların geldiği kaynakların tamamen kuru ması da katılacaktır. [22] Kürdistan herhangi bir batı sömürgesinden farksızdır. Moltke durumu ayrıntılı bir şekilde resmeder.

48 kızılbaş - sayfa 48 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Kürdistan da av vaktidir: Nizamiye askerlerinin yarısını da yeni askerler oluşturuyordu. Ölüm oranı o kadar yüksekti ki, burada bulunduğumuz süre içinde piyadenin yarısını toprağa gömmüştük: Bütün bunların yerini doldurma işi şimdi Kürdistan'a yükleniyordu. Köylerde halk dağlara kaçıyordu. Yakala nanlar, çoğu zaman çocuklar ve sakatlardı. Bunlar da elleri bağ lı olarak getiriliyorlardı. Subayların dillerini bilmeyen bu Kürt askerler, tutsak işlemi görüyorlardı. [23] Bu bölüm sonunda rahatlıkla kısaca Tarihi Ermenistan veya bugünkü Kürdistan Kürtlerin eliyle fethedilmiştir diyebiliriz. Ancak bu fetih de yıllara sari olacak Kemalist rejime uzanacaktır Hans-Lukas Kieser, sürecin acılı kanlı yanına vurgu yaparak günümüze uzatır: İslahat, yeniden düzenleme ve reformlar, 1830lu yıllardan beri Osmanlı İmparatorluğu'nun Kürt ve Ermeni bölgelerinde yaşadığı sorunlarla ilgili olarak hem Osmanlı Devleti, hem de Avrupa devletler topluluğu tarafından dile getirilen temel kavramlardı. Ancak barış gerçekleşmekten çok uzak tı: Savaşlar, pogromlar, kültürel yıkım ve soykırım, bu bölge ye uzun vadeli olarak damgasını vurmuştu. Barışı inşa etme İnşatları birkaç kez elden kaçırılmıştı. Katılımcı bir düzeni sağlamak için yapılan kaynaştırıcı girişimler, merkezî devlet İle yerel söz sahiplerinin iktidar paylaşımına gösterdikleri di renişten, bölgedeki dinî ve ulusal toplulukların yüksek beklentilerinden ve genel emperyalist havadan ötürü başarısızlığa uğradı. Barışı sağlama ve uygarlaştırma adı altında Dersim bölgesindeki son Kürt-Alevi özerkliğinin kanlı bir şekilde or tadan kaldırılması, Ermenistan'ın ve Kürdistan'ın yüz yıl önce başlatılan iç fethine 1938'de konulan son nokta oldu. Bu ta rihten sonra Türkiye'nin başkenti doğrudan bu bölgeler üze rinde hüküm sürmeye ve her türden etnik-kültürel çoğulculuğu baskı altında tutmaya başladı. Eski Yugoslavya için 2000 yılında harcanan uluslararası barış çabalarında geçerli olan et nik birlikte yaşam kriterlerine göre, söz konusu iç fetih yüzyılı çok fazla kurban alan ve hiçbir şekilde refah getirmeyen bir başarısızlık tarihidir. Savaşlar arası dönemin otoriter dev let, önderlik ve ulusal homojenlik gibi fikirlerini yansıtan ve bugüne kadar Türk tarihinin tablosuna damgasını vuran kri terlere göre, 1938 yılında Kürdistan'ın askerî ve idari olarak tüm bölgeyi kapsayacak şekilde boyunduruk altına alınması uzun süreli, ama başarıyla sonuçlandırılmış devlet girişimi görünümü sunmaktadır. [24] Newroz/12 Ekim 2011 sayı 189 [1] Ahmet kardam,56 [2] Sinan Hakan, Osmanlı arşiv Belgelerinde Kürtler ve Kürt Direnişleri, Doz Y. 2007, s 20 [3] Ahmet Kardam 57 [4] Hagop Şahbazyan, Kürt-Ermeni Tarihi, çev. Ferit M. Yüksel, Kalan Y. 2002, s 65 [5] Hagop Şahbazyan, Kürt-Ermeni Tarihi, s 66 [6] Reşat Kasaba, dünya, İmparatorluk ve Toplum, çev. Banu büyükal, kitap y. 2005,s 171 [7] [B]u dağlar 1843'te, Bedir Han Bey'in yaptığı eziyetler sıra sında, onların çocuklarının kanlarıyla boyandı Yaşamda kalabilen az sayıda Nasturi, dünyaya misyoner ler göndererek etkinliklerini sürdürdüler. 1490'da, Patrik Şamun, Çin'e bir metropolit gönderdi. Patrik Eliya, 1502'de, Turna, Yab-Alaha, Denha ve Yakub adlı dört piskoposu Hindistan ve Çin'e gönderdi ve yine bu dö nemde bunlar tek bir metropolitlik altında birleştiler.1842 ve 1843 yıllarında, Hakkari Emiri olan Bedir Han Bey, Kürt güçleriyle birlikte, Timurlenk tarafından Kürdistan dağlarına sürülen Nasturiler'in torunlarına sal dırdılar. Niyetleri yakıp yıkmak ve öldürmek ve hatta ola naklı ise Hıristiyan halkı dağlardan kazımaktı. Vahşi istila cılar, ulaşabildikleri her yeri yakıp yıktılar. Rastgele zulümler yapıldı. Kadınlar Emir'in önüne çıkarıldılar ve so ğukkanlılıkla öldürüldüler. Kaçmaya çalışan 300 kadın ve çocuk yakalanıp öldürüldü. Şu olay, iğrenç barbarlığı göz önüne sermeye yetiyor. Patrik Mar Şamun'un yaşlı annesi onlar tarafından yakalandı. Üzerinde en iğrenç vahşeti uyguladıktan sonra vücudunu ikiye ayırıp Zab nehrine attılar, bir yandan bağırıyorlardı; "Git o uğursuz oğluna söyle, aynı yazgı onu da bekliyor. Yaklaşık 10 bin kişi katledildi. Çok sayıda kadın ve çocuk esir alındı ve bunların çoğu köle olarak satılmak ya da nüfuzlu Müslü manlara armağan edilmek üzere Cizre'ye gönderildi. (Abraham Yohannan, Mezopotamyanın Kayıp Halkı Nasturiler, çev Meltem Deniz Beybun y. 2006, s 74-75) [8] Mezopotamya Uygarlığında Süryani Halkı,Bethilbokörlag, Södertalje- Sweden 2008, s [9] Austin Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, Avesta Y. 2000,s 135 [10] Gabrielle Yonan Asur Soykırımı, Unutulan Soykırım, Çev Erol Sever, Pencere Y. 1999, s [11] Gabrielle Yonan Asur Soykırımı, Unutulan Soykırım, s44-45 [12] Ahmet Kardam s [13] Austin Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, çev. Zafer Avşar, Avesta Y. 2000,s [14] Ahmet Kardam s 291 [15] dönemine damgasını vu ran Kürt Miri Han Mahmud 1866 yılında. Hakkârili Nurullah Bey ise 1861'de vefat etmiştir. Bedirhan Bey 1857'de affedilip Paşalık unvanı alımış, Cizreli Ezdin Şer Bey ise 1865 te affedilmiş, daha sonra o da Pa şalık unvanı almıştır. Bu şekilde Han Mahmud gibi Kürt Mirlerinin ve fatı ve diğerlerinin ise affedilip Osmanlı Ordusunun resmi yetkilileri haline gelmeleri ve bunun yanında 1847 direnişinin sonucu olarak ku rulan Kürdistan Eyaletinin 1867'de Divarbekir Eyaletine çevrilmesi ile bu dönem resmen son bulmuştur. [16] Abdurrezzak Bedirhan, Otobiyografya, s 22 [17] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından, 342 [18] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından, 342 [19] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından,356 [20] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından, [21] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından, [22] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından, ed. Ö.Andaç Uğurlu, çev E. Karahan-N. Uğurlu, Örgün Y.2010, s [23] Helmut von Moltke, Kürdistan Dağlarından,s 488 [24] Hans-Lukas Kieser Iskalanmış Barış çev. Atilla Dirim, İletişim Y.2005, s 21-22

49 kızılbaş - sayfa 49 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ALEVİLER AZINLIK MI? Son yıllarda Alevilik ve Alevilerle ilgili hemen hemen her şey ortaya döküldü ve enine boyuna tartışıldı. Ancak Türkiye de Alevilerin toplumsal ve hukuki konumları büyük ölçüde görmezden gelindi. Hatta yükselen Kürt hareketi nedeniyle Alevilerin toplumsal yapıda nerede durdukları üzerine pek konuşulmadı ve bu konu tabu kabul edilerek büyük ölçüde ihmal edildi. Oysa bir hareketi veya bir toplumsal tabakayı ele alırken mümkün olduğunca objektif olmaya çalışarak, bütün yönleriyle incelemek ve bazı şeylerin adı neyse koymak gerekiyor. Adı konul(a)mayan bu mesele, Türkiye deki Alevilerin bir inanç topluluğu olarak, genel toplum içinde azınlık konumunda mı yoksa diğer vatandaşlar gibi birinci sınıf ve eşit kabul görüp görmediklerinin tespit edilmesidir. Bu soruya verilecek cevap elbette tek seçenekli ve kesin değil. O nedenle Alevilerin bugünkü konumlarının netleştirilebilmesi ve toplumda nerede durduklarının açıkça ortaya konulabilmesi için tarihe dönmek ve ta Selçuklular dönemindeki Babai Ayaklanması ndan başlayarak, Osmanlı da biraz duraklayıp, Cumhuriyet in kuruluşunu dönüm noktası olarak alıp, bugüne kadar yaşanan konum değişiklikleri ve dalgalanmalar üzerinde durmak gerekiyor. Kuşkusuz tarihe dönük bir inceleme, Alevi-devlet ilişkilerini ve bunun tarihi süreçte aldığı değişik yüzleri, uzaklaşma-yakınlaşma evreleri üzerinde durmayı gerektirir. Çünkü bir topluluğun başka inanç ve milli topluluklarla ilişkileri, onların o anda çatısı altında yaşadıkları devletin uyguladığı politikalardan bağımsız olarak ele alınamaz. hüseyin demirtaş ALEVİ-DEVLET İLİŞKİSİ İNİŞLİ ÇIKIŞLI Alevi konar-göçer Türkmen kitlelerinin iktidar gücünü elinde tutan devletle olan ilişkileri Türkiye tarihinde genelde inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Gerek Selçuklular gerekse Osmanlıların kuruluş aşamasında ve doğal olarak bu sırada sıkça yapılan savaşlarda, Alevi-Türkmen topluluklarından dinamik ve savaşçı yapıları nedeniyle geniş ölçüde yararlanılmıştır. Ancak daha sonra merkeze oturan ve iktidarını korumaktan başka bir şey düşünmez hale gelen o zamanın egemenleri, vergi alma ve kontrollerinden çıkmalarını engellemek için gerekli gördüklerinden, bu konar-göçer kitleleri iskâna, yani belli bir yerde sürekli oturmaya zorlayınca; Alevi Türkmen-devlet ilişkileri sık sık gerginleşmiş, dolayısıyla da çok kısa aralıklarla dozu kaçırılan şiddet nedeniyle ilişkiler zamanla kopmuştur. Yani başlarda devlet erkinde söz sahibi olan bu kitleler, sonraları merkezileşmenin ve sosyal konumları dolayısıyla iktidarla doku uyumsuzluklarının etkisiyle, bu çevreden dışlanmışlar ve adeta istenmeyen ilan edilerek kenara itilmişlerdir. OSMANLI DAN ALEVİYE KÜPLER DOLUSU ŞARAP Bu durum hem Selçuklular hem de Osmanlılar döneminde tekrarlanmış, Osmanlı nın kuruluş evresinde Orhan Gazi Bursa dan Alevi şeyhi Geyikli Baba ya küpler dolusu rakı ve şarap dâhil sık sık hediyeler gönderirken, Fatih döneminden itibaren bu kitleler ve önderleri ile devlet arasındaki ilişkiler soğumaya başlamış, Yavuz dönemindeyse aradaki köprüler tamamen atılarak düşmanca bir sürece girilmiştir. Böyle bir ayrışmayı, daha çok Alevi-Türkmen kitlelerin iktidara yabancı toplumsal konumlanışları ve konar-göçer nitelikleri nedeniyle, onların bir yerde ikamet etmeye pek istekli olmamaları yanında, adı geçen devletlerin kurucularının başlangıçta içinden geldikleri bu Alevi veya Sünni Türkmen kitlelere iktidar sürecinde yabancılaşmaları, sonraları onları hakir görmeleri ve yönetim kademesinde bulunanları da aşama aşama tasfiye etmeleri tetiklemiştir. Hemen belirtelim ki, Osmanlı nın yükselme ve gerileme dönemlerinde sadece Alevi Türkmenler değil Sünni Türkmenler de büyük ölçüde zulüm görmüş ve saray çevresinden dışlanmışlardır. Bu nedenle Türkmenler hep küçümsenmiş, Etrak bî İdrak yani akılsız, anlayıştan yoksun Türkler denilerek hakir görülmüşlerdir. Yine uzun yıllar süren Celali İsyanları sırasında, ayaklanmalara katılanlar sadece Aleviler olmamış; o dönemdeki ekonomik durum ve gidişattan memnun olmayan Sünni konar-göçer ve köylü Türkmenler de sık sık baş kaldırmışlardır. Bunun sonucu da gaddarlığıyla ünlü Kuyucu Murat Paşa nın emriyle aynı konumda olan başta Aleviler olmak üzere

50 kızılbaş - sayfa 50 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Sünni Türkmenlerin cesetleriyle kuyular doldurulmuştur. Başta ağır vergiler olmak üzere Türkmenler Osmanlı nın ekonomik zulmünden de çok çekmiştir. O nedenle Osmanlı, aşağıdaki dörtlükte olduğu gibi hiçbir katkısı olmadığı halde ellerindeki ürünlere el koymasından dolayı Türkmenlerce çoğunlukla sömürgeci olarak algılanmıştır: Eğeri kaltak Osmanlı Şalvarı şaltak Osmanlı Ekende yok, biçende yok Yiyende ortak Osmanlı ALEVİLİK EGEMENLERE MALZEME SUNMAZ Bunun yanında Alevilik zaten tarihinde genelde muhalefette kaldığı için Sünnilik gibi fıkıh (İslam hukuku) ve devlet yönetimi gibi alanlarda bütünlüklü bir birikime sahip olmadığı gibi, muhalif kimliği ve belli bir üretim biçiminin üstyapısı da olduğundan başka bir üretim biçimi ve iktidar ideolojisini temsil eden bu devletleri yönetmeye de uygun malzeme sunmuyordu. Nitekim bu yapısı nedeniyle Alevilik, İran da Safavi Devleti ni kuranların bizzat inancı olduğu halde, daha Şah İsmail hayattayken iktidardan dışlanmış ve Ortodoks İslam ın bir başka versiyonu olan Şiilik devletin resmi mezhebi ve referans kaynağı ilan edilmiştir. Bununla da kalınmamış bu devletin kurucu asli unsurları olan Türkmen aşiretleri ve onların iktidardaki temsilcileri aşama aşama tasfiye edilmiştir. Ek olarak heteredoks Türkmen kitleler ve bunların öncüleri, Osmanlı nın kuruluş aşamasında olduğu gibi, Aleviliğin yumuşak ve kesin kurallı olmayan yapısının etkisiyle fethedilen ülkelerdeki Hıristiyanların Müslümanlaşmasını kolaylaştırıyor ve devletin batıya yayılmasına hizmet ediyordu. Bu avantaj başlangıçta Alevileri devlet aygıtı veya iktidarda söz sahibi yaptığından Alevi önderlerine sınır boylarında araziler verilmiş, tekke ve zaviyeler kurma hakkı tanınmıştı. Ama sonra bu dönemin kapanmasıyla söz konusu devletler kurumsallaşmasını tamamlayıp, gerçek anlamda devlet hüviyetine büründükçe, karşılarına çıkması muhtemel iktidar odaklarına taban desteği sunabilecek bu türden başıbozuk kitlelere sistem açısından ihtiyaç kalmamıştır. Tabii buna karşı önlem olarak, Türkmenlerin gördüğü işlevi devam ettirebilecek türden, örneğin içinden geldikleri toplumla ilişkileri koparılmış gayri müslim çocuklarından oluşturulan devşirme Yeniçeri Ocağı gibi başka güçler oluşturulduktan sonra, bu seyir tersine dönmüştür. Arkasından Alevi-Türkmen toplulukları, merkezden kenara itildikleri yetmezmiş gibi Yavuz dönemi ve sonrasında olduğu gibi kitlesel denilebilecek katliamlara tâbi tutulmuşlardır. Kısaca özetlersek, Aleviler devletler kurarlar ama onların bu devletleri yönetmesine izin verilmez. ALEVİLER OSMANLI NIN STATÜSÜZLERİ Osmanlı döneminde Alevilerin hukuki statüleri söz konusu olunca da, Aleviler Osmanlı nın her döneminde olmamakla birlikte, Yavuz sonrası kelimenin tam anlamıyla rahat yüzü görmemişler; ne tam olarak tebaadan kabul edilmişler ne de gayri müslimler gibi millet sistemine dâhil edilerek, bugünkü anlamıyla azınlık statüsüne alınmışlardır. Özellikle Şah İsmail le yapılan Çaldıran Savaşı nın Osmanlılarca kazanılmasından sonra Aleviler, bu savaşın öncesi ve sonrasındaki en az 100 yıllık dönemde statü yönünden tam bir belirsizlik içine sokulmuş, bu süreç içinde her türlü zulüm ve baskıya maruz kalmışlardır. Yani kâfir ve dinsiz olarak nitelendirilmişler; görüldükleri yerde katledilmeleri için Kızılbaşların canları, malları ve karıları helaldir şeklinde Şeyhülislam elinden çıkan fetvalar yayınlanmıştır. Artık bu dönemden itibaren Alevilere Anadolu nun ücra köşelerine çekilerek devlet kontrolünden hatta katliamlarından uzaklaşmak dışında bir seçenek bırakılmadığından, dağlık ve ormanlık alanlara çekilmişler ve izlerini kaybettirmeye çalışmışlardır. Aleviler tabii ki Safavilerle ilişkilerini de bu saklanma sürecinde kaybetmişler ve daha da kapalı bir topluluk halini alarak, öğretilerini sözlü olarak nesilden nesile aktararak, bugüne kadar inançlarının yaşamasını dedeleri ve rehberleri aracılığıyla sağlamışlardır. Çünkü devletin elini uzanabildiği her yer Aleviler için tehlike demekti. O nedenle katliamlardan kurtulabilenler can havliyle dağ başlarına sığındı. İşte bu kitleler hemen hemen Cumhuriyet kuruluncaya kadar yerleştikleri dağlık ve ormanlık alanlarda yaşam mücadelesi vererek kalmayı başararak, Alevi inancını da günümüze taşıdılar. Böyle bir yol seçilmese Aleviliğin yaşaması neredeyse imkânsızdı denilebilir. Elbette bu arada, Alevilerin görüldüğü yerde öldürülmesini emreden fetvaların verdiği şevkle uygulanan tarifsiz zulüm ve katliamlar sonucunda Alevilerden bazıları da zorla veya can korkusundan gönüllü olarak Sünniliği seçerek yerlerinde kalabildi. Günümüzde bu nedenle olsa gerek ormanlık ve dağlık bölgelerde bulunan ve Sünni olan köyler genellikle Alevi-Türkmen kökenlidir. BEKTAŞİLER DE ZULÜMDEN NASİBİNİ ALDI Şehir Alevileri de denilen Bektaşiler ise 600 yıllık Osmanlı tarihinde çoğunlukla devletle yumuşak denebilecek bir ilişki içinde oldularsa da, onlar için de 1826 da Yeniçeri Ocağı nın on binlerce Yeniçeri katledilerek kaldırılmasından sonra

51 kızılbaş - sayfa 51 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) kara günler başladı. Bektaşilik, Yeniçerilerin tarikatı olduğundan, Yeniçeri Ocağı nın kaldırılması ile Bektaşi tekkeleri de ülke genelinde yasaklanıp kapatılırken, çok sayıda Bektaşi öldürüldü ve sadece Hacı Bektaş Dergâhı açık bırakıldı. Ancak buranın başına da bir Nakşibendî şeyhi tayin edildi. Hacıbektaş taki 1836 tarihinde yapılan camii işte bu Nakşî şeyhlerinin eseridir. Burası şimdilerde malum Alevileri Sünnileştirmek isteyenlerce, Sizin yol önderinizin de namaz kıldığının delili işte Hacıbektaş taki bu camidir diye kafa karıştırmak amacıyla kullanılıyor. Bektaşiler bu tarihten sonra Cumhuriyet kuruluncaya kadar saraya hep muhalif olmuşlar; daima başta Masonlar, Jön Türkler ve İttihat Terakki olmak üzere diğer muhaliflerle ittifaklar içine girmişlerdir. Bilindiği gibi yine Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlı Devleti nin İstanbul Hükümeti yerine Mustafa Kemal in kurduğu Ankara Hükümeti ni ve TBMM yi desteklemişlerdir. Savaş kazanılıp Cumhuriyet ilan edilince de bu destek, 1928 de Bektaşi tekkelerinin yeniden kapatılmasına ve Hacı Bektaş Dergâhı nın müze haline getirilmesine rağmen sürdürülmüştür. Zira Bektaşiler, biraz naifçe Cumhuriyet in yaratmayı tasarladığı toplum hedefiyle kendilerinin yüzyıllardır hayalini kurdukları ideal toplum mücadelesinde yolların birleştiğini düşünmüşler, Bektaşi tekke ile dergâhlarına işlevlerini Cumhuriyet e devrettiği için gerek kalmadığı inancına kapılarak, yapılanlara seslerini pek çıkarmamışlardır. Belki de bugün Alevi ve Bektaşiler bu yanılgının veya gerçekçi olmayan beklentinin acılarını çekiyorlar. Çünkü o gün müze yapılan Hacı Bektaş Dergâhı halen müzedir ve Alevi-Bektaşiler kendi inanç önderlerinin ebedi makamını para ödeyerek, sadece mesai saatleri içinde ziyaret edebilmektedirler. CUMHURİYET DE MAKÛS TALİHİ YENEMEDİ Alevilerin Osmanlı dönemindeki konumlarının belirsizliği Cumhuriyet in kurulması sonrasında da, Atatürk e ve Cumhuriyet e büyük umutlar bağlanmasına rağmen değişmedi. Aleviler kapalı bir toplum olmaları nedeniyle fazla olmamakla birlikte bu dönemde de tanınıyordu. Atatürk de Alevilik ve Bektaşiliği kesinlikle çok iyi biliyordu ve Alevilerin önemini kavramıştı. Malum Selanik gibi Bektaşilerin çok etkili olduğu bir şehirde doğmuştu. Bundan dolayı olsa gerek Kurtuluş Savaşı öncesi Hacı Bektaş Dergâhı nı ziyaret etmiş, destek istemiş ve bunu da fazlasıyla almıştı. Buna rağmen daha sonra Aleviliğe ve Alevilere belli bir hukuksal çerçeve sunulmadığı gibi inançlarının resmi olarak tanınması da gerçekleşmedi. Nihayetinde Aleviler unutulmaya terk edilerek, belki de inançlarını ve yüzyıllardır sürdürdükleri geleneklerini zamanla terk edecekleri umuldu... Tabii ki Aleviler Cumhuriyet le Osmanlı daki karanlık dönemlerin bittiğini ve kendilerinin Sünni vatandaşlarla eşit statüde yaşayacakları yeni bir sayfanın açıldığını düşünmekte haklı idiler. Nitekim de 1923 ten 1950 lere kadar Türkiye de, Dersim ve Koçgiri isyanlarında yaşananlar hariç, ki her iki ayaklanma da geniş ölçüde yerel; kısmen de etnik karakterli ve Alevi kimliği ön planda olmayan bir yapı sergiler, Alevilerin beklentilerinin tersine olumsuz bir gelişme yaşanmadı. Dolayısıyla bu dönemde Aleviler kısmen rahat ettiler ve kendilerini Cumhuriyet in eşit yurttaşları olarak algılama fırsatını yakaladılar. Ancak bu Alevi kimliği ve geleneğinin yaşatılması, geliştirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması için garantiler verildiği anlamına gelmiyor. Zaten bugün anlaşılamayan da bu... Alevilerin Atatürk ü ve Cumhuriyet i sevmesine kimsenin bir itirazı olamaz ama bu gerçekler de bilinmeli! ARASI ALEVİNİN YALANCI BAHARI Çünkü bu dönemdeki Aleviler lehine oluşan olumlu ortam, Alevilere verilen güvencelerden çok radikal laiklik önlemleriyle Sünni İslamî kimliğin bastırılması, şeriat devletinin tüm kurum ve uygulamalarıyla ortadan kaldırılması, dinin kamu alanından uzaklaştırılması ve dolayısıyla İslamî taleplerin yeraltına inmeye zorlanmasından kaynaklanıyordu. Yani Sünni ye ses çıkarmasına izin verilmediği için Alevi kendini rahata erdim zannediyordu. Bu açıkça Aleviler için bir çeşit yalancı bahar dan ibaretti. Nitekim Sünni İslamî kimliğe getirilen yasakların çok partili yaşama geçişle birlikte tavsamasıyla, bu kimliğe duyarlı çoğunluk kitle ve onun önderleri hemen hiçbir şey olmamış gibi ortaya çıkmış ve her geçen gün artan bir hızla ve yüksek sesle taleplerini dillendirmeye başlamıştır. Sünni İslamî bir kimliğe sahip politikacılar da, bugün gelinen noktada net bir şekilde görebildiğimiz gibi, bu türden taleplerin sahibi tabanlarını ziyadesiyle memnun etmişler; aynı kitle de kendilerini bugünlere getirenlere teşekkür borcunu, onları tek başına iktidara getirerek ödeme yoluna gitmiştir. ALEVİ DEĞNEKSİZ KÖRE DÖNDÜ Sonuçta Aleviler için bir şey değişmemiş ve yine başa dönülmüştür. Çünkü kabul etmeliyiz ki, Cumhuriyet Alevi ye kendini koruyacak ve çoğunluk Sünni toplumla kendini eşit hissedeceği bir donanım ve güvenceleri ver(e) memiştir. Hatta tekke ve zaviyeleri kapatarak, Alevi-Bektaşilerin elinde olan geleneksel kanalları da tıkama yoluna gidip, onları değneksiz kör durumuna sokmuşken, Sünnilere böylesine ağır bir yaptırım reva görülmemiştir. Gerçi tekke ve zaviyeler daha çok Sünni tarikatlara ait olanlar düşünülerek kapatılmıştır ama Alevi-Bektaşile-

52 Bu iç karartıcı tespitlerden sonra yöneltilecek Öyleyse Alevileri memnun etmek için neler yapılmalı? sorusuna şu cevaplar verilebikızılbaş - sayfa 52 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) rin Cumhuriyet e olan aşırı güveni nedeniyle bundan Sünnilerden çok Alevi-Bektaşi kanat zarar görmüştür. Aleviler bu tarihten sonra yine Osmanlı döneminde olduğu gibi cemlerini gizlice yapmaya başlamışlardır. Buna karşılık Sünni tarikatlar ise Cumhuriyet e ve onun önderine zaten inanıp güvenmediğinden sadece yeraltına inmiş ve yıldırım hızıyla yürütülen devrim dalgasının yatışmasını beklemek üzere pusuya yatmışlardır. mış; bazılarında okul bile olmayan hemen her köy, mezra ve mahallede birer temsilci (imam) bulundurur bir düzeye erişmiştir. ALEVİLİĞE VE ALEVİYE HAKARETE SON! Yahudiler gibi azınlıklar kapsamına mı alınmak istiyorlar? Veya bir zamanlar Diyanet in Alevilerden sorumlu komiseri (!) Dr. Abdulkadir Sezgin in öne sürdüğü şekilde Alevistan kurma gibi ayrılıkçı hedeflerin peşinde mi koşuyorlar? Doğal olarak Alevilerin yukarıdaki türden uçuk ve realiteden uzak talepleri yok ama bu, onların hâlihazırdaki durumlarından memnun oldukları anlamını da taşımıyor. SÜNNİLİK HER TÜRLÜ DONANIMINI KORUDU Diğer yandan yine Sünni İslam ın en önemli kurumu olan camilere de dokunulmadığı ve açık kalmalarına izin verildiği gibi, buralardaki devamlılığın sağlanabilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) kurulmuş, din adamı yetiştirilmesi için belli sayıda okulun açık kalmasına ve üniversite bünyesinde de bir İlahiyat Fakültesi tesisine imkân verilmiştir. Görüldüğü gibi Cumhuriyet bugünün İslamcıları beğenmeseler de Sünni İslam ın yaşaması için temel kurum ve kuruluşlara dokunmamış; sadece özünü ve gelişme kapasitesini engellemeyecek bazı sınırlamalar ve küçük müdahalelerle yetinmiştir. Bunun en bariz kanıtı da, başta atılan temelin sağlamlığı nedeniyle bugün Türkiye de 75 bini aşkın cami vardır. Bu sayıda cami yarı şeriat düzeniyle yönetilen ve üzerinde otuzu aşkın devlet kurulan Osmanlı topraklarında bile yoktu. Aynı şekilde bugün yine şeriat devleti olan ve Türkiye nin iki katı toprak büyüklüğüne sahip İran da da bizdeki kadar camii ve Kuran kursu bulunmadığı biliniyor. Ayrıca temel donanımının sağlamlığı ve geleneğin devamını sağlayacak kurumlarının varlığı nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı, bugün beş bakanlığa ayrılandan daha fazla olan bütçesiyle adeta bir ordu büyüklüğü ve gücüne ulaş- Buna karşılık bugün Alevilik ve Bektaşiliğin durumu malum pek iç açıcı değil. Zira ne Alevilik bir inanç olarak resmi düzeyde tanınıyor ne de cemevleri ibadethane statüsüne sokuluyor. Hatta bu kutsal mekânlar cümbüş yeri diye hakarete uğruyor ve bir türlü camii ile eşit tutulmak istenmiyor. Her türden resmi platformda Alevilik yok sayılıyor. Alevilerin toplum içindeki ve devlet karşısındaki statülerine ise değinmeye pek gerek yok. Çünkü bu konuda çok sayıda olumsuzluğu bir çırpıda saymak mümkün. Alevilerin Türkiye de her istedikleri devlet makamına, memurluğa ve üst düzey bürokratik görevlere yetenekleri elverse bile gelemedikleri de herkesin malumu. Laf başı geldiğinde politikacıların ve devlet yöneticilerinin gözünde Aleviler sözde eşit yurttaşlar ve bu ülkenin has evlatları. Ama iş ciddiye bindiğinde ve bu kitlenin inançlarının gerektirdiği yasal bir çerçevenin oluşturulması söz konusu olduğunda, bu sözler hemen yutuluyor ve Alevi üvey evlat statüsüne geri gönderiliyor. Sözler havada kalıyor. ALEVİLER AZINLIK MI OLMAK İSTİYOR? Sözün kısası Aleviler bugün Türkiye de devlet, hükümet, bürokrasi ve Sünni toplumun kendilerine layık gördüğü muameleden memnun değiller. Bunu aklıselim sahibi hiç kimse inkâr edemez. Peki, o zaman ne istiyor bu Aleviler? Bazı talepleriyle çok fazla mı olmaya başladılar? Diğer bir ifadeyle Aleviler Rum, Ermeni ve Aleviler kendilerine hukuki olarak azınlık hakları verilmesinden yana değillerse de resmi olmasa bile her türden dışlayıcı gayri resmi ve fiili azınlık muamelesinden kurtulmayı ve gerçek anlamıyla eşit yurttaşlar olmayı bekliyorlar. Öteden beri hep iddia edilir ama gerçek payı da büyüktür; Türkiye de Cumhuriyet tarihinde rahat etmenin, adam yerine konulmanın ve devletin tüm nimetlerinden yararlanmanın yegâne formülü Müslüman Türk milletinden ve Sünniliğin Hanefi mezhebinden olmaktı. Bir vatandaşta bunlardan birinin ve bir kaçının eksik olması, otomatikman çeşitli belalara, takibatlara ve devlet nimetlerinin bazılarından mahrum edilmeye açık davetiye çıkarmak demekti. Çoğunluk olarak Türk kökenli oldukları ve genelde Müslüman kategorisinde değerlendirildikleri halde Sünni-Hanefi olmadıkları için Alevilerin başlarına gelenlere tarih şahittir. Bu durum çıkarılan Avrupa Birliği ne uyum yasaları nedeniyle gün geçtikçe azalıyor ama devlet bürokrasisinde kemikleşen yukarıdaki zihniyetin yok olması daha uzun yıllar alacağa benziyor. TALEPLER LAİKLİĞE AYKIRI DEĞİL

53 - Alevilerin kendilerini dışlanmış hissetmeyecekleri bir ortamın oluşması için devlet, görsel, işitsel ve yazılı medya organları aracılıkızılbaş - sayfa 53 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) lir: İhtiyaç duyulan yerlerde yapılacak - Alevilere devlet ve hükümet cemevleri için devlet camiye nasıl nezdinde yapılan her türlü ayrımcı arsa ayırıyorsa cemevine de ayırmalı ve gerekirse inşaatına parasal muameleye son verilmelidir. destek sunmalıdır. - Aleviler azınlık gibi değil bu ülkenin eşit ve özgür yurttaşları olarak görülmelidir. - Devlete memur alımı ve memuriyette yükselmelerde Sünni olanları kayırmalara son verecek liyakate dayalı bir atama sistemi oluşturulmalı. - Laiklik ilkesi tanımı gereğince uygulanmalı ve Alevilik dâhil başka din, mezhep ve inançları dışlayan, Sünni-Hanefi mezhebine tanınan tüm ayrıcalıklar kaldırılmalıdır. Buna Diyanet in devlet kurumu olmaktan çıkarılması da dâhildir. - Diyanet kaldırılınca veya ilgili cemaate devredilince, bütün toplumun dini ihtiyaçlarının yürütülebilmesi için devlet bir fon oluşturmalı. Arkasından yapılacak din ve mezhep sorularının da yer alacağı bir nüfus sayımından sonra her inanç grubunun oluşturacağı resmiyet dışı bağımsız kurumlara temsil ettikleri nüfus oranında mali destek verilmelidir. Söz konusu kurumlar aldıkları bu maddi destekle hem ibadethanelerin giderlerini karşılayacaklar hem de din görevlilerinin maaşlarını ödeyeceklerdir. Doğal olarak bu uygulamaya gayri müslimler de katılmalıdır. Zira bugüne kadar laik Türkiye de (!) Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerine tek kuruş devlet desteği verilmedi. - Oluşturulacak din hizmetleri fonuna ayrılacak kaynak genel bütçeden değil her çalışandan isteğe bağlı olarak gelirinin brüt yüzde 1 veya 3 oranında alınacak Almanya daki Kilise Vergisi ne benzer vergiden sağlanmalıdır. - Alevilerin ibadethaneleri olan cemevleri resmen tanınmalı ve cami ile eşit statüye getirilmelidir. - Nüfusunun tamamı Alevi olan köylere eğer bir cami zorla yapıldıysa, buraya gidip ibadet eden hiç kimse yoksa, mimari açıdan mümkünse ve Sünni çevre köylerden büyük tepki çekmeyecekse köy halkının camiyi cemevine çevirmesine izin verilmelidir. - İmam-hatip okulları devlet okulu olmaktan çıkarılmalı ve işletmesi devlet denetimi baki kalmak ve sadece din görevlisi yetiştirecek bir yapıda faaliyet yürütmesi koşuluyla Sünni cemaate bırakılmalıdır. - Eğer Aleviler dedelerin soydan gelme şartı problemini aşar ve dede yetiştirecek orta dereceli okullar açmaya kalkarlarsa, devlet pozitif ayrımcılık ilkesi gereğince belli bir süre bu okulların yapımına ve faaliyetlerini sürdürmesine mali destek vermelidir. - İlahiyat fakültelerinin müfredat programı da yeniden düzenlenmeli ve bu kurumlarda Türkiye de mevcut tüm din ve mezheplerin teolojilerinin okutulacağı akademik bir sistem oluşturulmalıdır. - İlk ve orta dereceli okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan derhal çıkarılmalı. Seçmeli hale getirilip diğer dinler yanında İslam ın bütün mezhepleri ve Aleviliğin de esaslarının öğretileceği kombine bir ders programı ile öğrencilerin başka inançları ve bu inançlardan olan sınıf arkadaşlarını tanıması ve önyargıların giderilmesi açısından aynı sınıfta, bu amaca uygun olarak hizmet içi eğitim kurslarıyla yetiştirilmiş öğretmenlerce verilmelidir. - Özellikle tarih ders kitaplarında bulunan, Alevileri ve onların geçmişini ve saygı duydukları tarihsel kişilikleri, devletleri (Örneğin Safaviler ve Şah İsmail, Pir Sultan Abdal) aşağılayıcı ifadeler çıkarılmalıdır. Yine tarih, edebiyat ve felsefe derslerinde Hacı Bektaş, Yunus Emre, Mevlana gibi Sünni toplumun da saygı duyduğu ortak şahsiyetlere yer verilmeli ve onların insan ve inanç ayrımı yapmayan felsefelerine daha fazla vurgu yapılmalıdır. - Devlet büyükleri Muharrem ayı gibi Alevilerin kutsal günlerinde de mesajlar yayınlamalı, TRT de aynı Ramazan da olduğu gibi ayın anlam ve önemine uygun yayınlar yapmalıdır. - TRT nin bir kanalı dini yayınlara ayrılmalı ve burada her inanç grubuna nüfus büyüklüklerine göre belirli bir süre verilerek mensuplarını aydınlatacak programlar yapmalarına imkân sağlanmalıdır. - Devlet büyükleri, örneğin Başbakan R. Tayyip Erdoğan ın yaptığı gibi Aleviliğin tanımını yapmaya, ona kendi Sünni anlayışı dâhilinde bir çerçeve çizme cüretinde ve dayatmada bulunmamalıdırlar. Bir Alevi Aleviliğe nasıl inanıyorsa ve Alevilik, Alevilerce yüzyıllarca nasıl algılanmış ve yaşanmışsa; buna saygı gösterilmeli ve devlet bu topluma yönelik atacağı adımlarda Alevi kimlik algısını göz önünde bulundurmalıdır. Kendi subjektif algı ve tespitini değil! - Her laik ülkede olduğu gibi Türkiye de de din ve dince kutsal sayılan değerlere yapılan hakaret ve küfürü yasaklayan, buna aykırı hareket edenleri cezalandıracak bir yasa maddesi var. Bu madde Sünni İslam a karşı işlenen hakaret suçlarına uygulandığı gibi Alevilik ve Alevilere uluorta hakaret ve küfür edenlere de uygulanacak şekilde değiştirilmelidir.

54 çıkacağı kesin. Ayrıca bu talepler dikkat edilirse, Türkiye de sistemi kökten değiştirecek türden ve neredeyse bir manifesto niteliğinde... O nedenle bu taleplerinin mücadelesini yürüten hem Alevi örgüt ve kişiliklerine hem de devlet ve hükümet erkânına, toplumsal huzurun bozulmaması ve çıkabilecek kargaşa ve provokasyonların önlenebilmesi açısından büyük görevler düşüyor. Atılacak adımlarda bu hususlar özellikle dikkate alınmalıdır. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarma gafletine düşülür. Diğer taraftan Aleviler şu şu taleplerle ortaya çıkmış ve bunların yerine getirilmesini istiyorlar. Haydi, toparlanın da elimizden geleni yapalım diye kimse hazır olda beklemiyor. Aksine bir manifestoyu andıran bu talepler, Türkiye de çoklarının rahatını kaçırtacak cinsten olduğundan, karşı önlem bağlamında devlet içinde bazı kesimler de dâhil Alevileri bu istemlerinden vazgeçirtecek veya bölüp parçalayıp, işi özünden saptırarak bunların dillendirilmesine mecal bıraktırmayacak bir ortam yaratmak için pek çok yerde sayısız komplo senaryokızılbaş - sayfa 54 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ğıyla farklı inançlara rağmen tüm sunun hazırlandığını tahmin etmek toplumda birlik, beraberlik ve kardeşlik havası yaratılmasına hizmet pek güç olmasa gerektir. edecek bir kampanya açılmasını Bundan dolayı Alevilerin her ferdi maddi ve manevi yönden teşvik uyanık ve olası tehlikelerin farkında olmalıdır. Alevi örgütleri de etmelidir. - Devlet Alevi ve Sünnilerin karşılıklı önyargılarını giderici ve birnen mayınlara basmamaya azami şu kritik dönemde önlerine döşebirlerini daha sağlıklı tanımalarına gayret ve dikkat göstererek, Alevi hizmet edecek yöntem ve uygulamalar geliştirilmesi için bilimsel yukarıdaki türden talepleri sıkılmış kitlenin birlik ve mutabakat içinde araştırma birimleri oluşturmalıdır. bir yumrukçasına sahiplenmesini birincil hedef kabul edip, bu yolda SONUÇ VE DEĞERLENDİRME daha aktif çalışmalıdırlar. Umarım yukarıda Alevilerin devletten ve dolayısıyla Türkiye Sünni toplumundan beklentilerini genel hatlarıyla ortaya koyduk. Bu talepler görüldüğü gibi Türkiye de demokrasi, eşitlik, özgürlük ve gerçek anlamda laiklikten yana olan hiç kimseyi yaralayıcı ve rahatsız edici bir nitelik taşımıyor. Burada her kesimi memnun edecek talepler dillendirildi ama doğal olarak devletten bugüne kadar ele geçirdiği imtiyazlara alışmış olan muhafazakâr ve milliyetçi Sünni çevrelerin bunlara şiddetle karşı Aksi takdirde Alevi kimliği ve Aleviler, Avrupa Birliği ne ve Türkiye deki bütün demokratikleşme çabalarına rağmen resmen azınlık olmadıkları halde, devlet ve Sünni toplum nezdinde fiilen azınlık konumunda yaşamaya daha uzun yıllar mahkûm olurlar. Unutulmasın, böyle bir tehlike çok uzakta değil. Hemen bir adım ötede! Dikkat ve gayret ise bunun en etkili panzehiri. Daima uykuda olanlara ve ayakta uyuyanlara duyurulur! Bad Nauheim, 19 Mayıs 2004

55 kızılbaş - sayfa 55 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Bir Müslüman Kemalist eğitim tornasından geçerse nasıl olur? Markar Esayan malzeme bu başlığı koymuş Taraf taki dünkü yazısına.oldukça önemli bulduğum bu yazısında özeten; AKP nin alternatifsizliğinden, bu sebeple de yarın seçim olsa gene bu partiye gene oy vereceğinden, bununla birlikte ötekine bakışta hükümetin problemlerinden, yanlışlarından dem vuruyor.,, Bizler, hepimiz bu Kemalist eğitim tornasından geçtik, böyle eğitildik. İslami kesim de bu eğitim tornasından geçti. Üzerindeki hipnozu henüz atamadı. Onun için AKP nin bu kafa karışıklığı aslında çok normal... Yazımın başında bir Müslüman, Kemalist eğitim tornasından geçerse nasıl olur diye sormuştum. İşte böyle olur. Yaşadığı trajediler ve mevcut eğitim tornası sonucunda en iyisinin bile kafası karışık olur. Dedesinden dolayı torununu suçlar, yahu ben isyan etmedim, dedem de isyan etmemişti, üstelik kurtuluş savaşında canını vermişti dese bile, hayır sen de suçlusun, değil mi ki sen Ermenisin bu ülkede yaşam hakkın yok diye bakar, toptancı bir düşünceye sahiptir, insanları yaptıklarına göre değil ırklarına göre yargılar, kendisini de ötekileştiren sistemin diğer ötekilere bakışını hiç sorgulamadan kabul eder olaylarında çoluk çocuk demeden yapılan eziyetleri görmemezlikten gelir. Markar yazdıklarım Müslüman Türklere bakan yönü ile özeleştirilerim. Tamamı bu tarz Ermeniler için de geçerli. Markar Esayan malzeme bu başlığı koymuş Taraf taki dünkü yazısına. Oldukça önemli bulduğum bu yazısında özeten; AKP nin alternatifsizliğinden, bu sebeple de yarın seçim olsa gene bu partiye gene oy vereceğinden, bununla birlikte ötekine bakışta hükümetin problemlerinden, yanlışlarından dem vuruyor. Erkam Tufan Aytav Yazısının sonunda da AKP için ümitsiz bir ifade ile ne yapalım malzeme böyle diyerek mevcut kadrodan bundan ötesi olamaz demeye getiriyor. Ohannes amcasının unutamadığı bir de sözüne yer vermiş; oğlum bu malzemeden baklava hamuru açılmaz, olsa olsa tandır pişer. Markar ın yazısında yer verdiği gayrimüslim ötekine bakışta AKP nin yaşadığı gitgeller, Başbakan ın çok afedersiniz ne Rumluğumuz kaldı ifadesi bence de üzücü. Hele Avrupa Parlamentosunda kullandığı şu cümle tam anlamı ile ibretlikti; Van daki Akdamar kilisesini kendi paramızla tamir ettirdik. Tabii ki kendi paramızla tamir edecektik. Kendi vatandaşının, kendi ülke sınırları içerisindeki kilisesini başkasının parası ile mi tamir edecektik. Ama Ermenileri öteki görüyorsanız bunu söylersiniz. Bununla birlikte gayrimüslim vatandaşların el konulan mallarının iadesi gibi, Heybeli Ada Ruhban okulu gibi tabulaşmış konulara AKP nin el atması da söz konusu. Meselenin bir de bu yanı var. AKP nin bu konularda bir gaz bir fren politikası bize gösteriyor ki bu konularda kafası epey karışık. Ama en azından karışık, konuya Türkiye nin geçmişi ve diğer partiler açısından baktığımızda bu da iyi bir şey.kafasının olumsuz anlamda net olmaması, pek çok kişi açısından AKP yi bu konuda da hala bir ümit olarak kalmasını netice veriyor. Evet Markar; malzeme bu ama peki neden böyle? İşte bunu cevabını iyi analiz etmemiz lazım. Türkiye de İslami hassasiyeti olan kesimlerin zihinsel anlamda dönüşmediği sürece ülkemizin demokratikleşmesi mümkün değildir. Bu dönüşümün veya dönüşememenin en önemli göstergelerinden biri de ötekiye bakıştır. Bu da öyle kolay bir şey değildir. Markar sen de kabul edersin ki sistemin temelleri Laik yaşam tarzlı Sünni Türk dışındakileri ötekileştirerek atılmıştır. Dindarlar, gayrimüslimler, ırken Türk olmayanlar makbul vatandaş olmamakla başlayıp yer yer iç düşmana kadar giden bir yelpazede kendilerini bulmuşlardır. Sistem ötekilerinin en başında da gayrimüslimler gelir. Üstelik sistemin gayrimüslimlere olumsuz bakışının toplumda ciddi bir karşılığı da vardır. Bu bakışta Kemalist kesim ile İslami kesimin büyük oranda örtüştüğünü de görebiliriz. Peki, bu neden böyle? En baş etken yüzyılın başında bu topraklarda yaşanan trajedidir. Bu trajedi toplum sağlımızı ciddi oranda bozdu. Osmanlı nın dağılması sırasında yaşananlar belki de yüzyılın en büyük trajedisi olarak kabul edilebilir. Kurtuluş savaşında yedi düvele karşı savaşırken içimizdeki bazı gayrimüslimlerin Araplar ve balkan halkları gibi, kendi bağımsızlığını kazanmak adına fırsatı değerlendirip Osmanlıyı işgal eden kuvvetler ile iş birliği yapması Müslüman Türk milleti üzerinde ciddi tesir meydana getirmiştir. Mevcut psikolojiyi anlamak adına buna asla göz ardı etmememiz lazım. İki kulesi yıkılan Amerikalıların bütün Müslümanları düşman görmesi ve paranoyak davranışlar göstermesine bakacak olursak, koca bir cihan imparatorluğunun yakılması karşısında yaşanan toplumsal şok ve yaşanan ihanetlerin Müslüman Türk milletinde nasıl derin izler bırakabileceğini anlayabiliriz.

56 kızılbaş - sayfa 56 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Bu psikoloji ile kurulan cumhuriyet Tevhidi tedrisat üzerinden ısrarla ve özelikle başta Çanakkale olmak üzere Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaştığımız gayrimüslimleri göz ardı etmiş ve halka sürekli düşmanlık pompalamıştır. İsyan ve düşman ile işbirliğinde ayırt etmeksizin bütün gayrimüslimleri sorumlu tutmuştur, bununla da yetinmediği gibi günümüzün gayrimüslimlerine de yani onların çocuklarına, torunlarına da aynı faturayı çıkarmıştır. Bunu da topluma kabul ettirmiştir. Mantık şudur; madem deden isyan etti sen de suçlusun! Bizler, hepimiz bu Kemalist eğitim tornasından geçtik, böyle eğitildik. İslami kesim de bu eğitim tornasından geçti. Üzerindeki hipnozu henüz atamadı. Onun için AKP nin bu kafa karışıklığı aslında çok normal. Markar; mecliste gerçek partilere sahip değiliz diyorsun, hayır ötekine bakışta hepsi birer gerçek parti, çünkü oy verenlerin büyük bir çoğunluğu kendileri gibi düşünüyor, gerçek bir toplumsal bakışı temsil ediyorlar. Yazımın başında bir Müslüman, Kemalist eğitim tornasından geçerse nasıl olur diye sormuştum. İşte böyle olur. Yaşadığı trajediler ve mevcut eğitim tornası sonucunda en iyisinin bile kafası karışık olur. Dedesinden dolayı torununu suçlar, yahu ben isyan etmedim, dedem de isyan etmemişti, üstelik kurtuluş savaşında canını vermişti dese bile, hayır sen de suçlusun, değil mi ki sen Ermenisin bu ülkede yaşam hakkın yok diye bakar, toptancı bir düşünceye sahiptir, insanları yaptıklarına göre değil ırklarına göre yargılar, kendisini de ötekileştiren sistemin diğer ötekilere bakışını hiç sorgulamadan kabul eder olaylarında çoluk çocuk demeden yapılan eziyetleri görmemezlikten gelir. Markar bütün bu yazdıklarım Müslüman Türklere bakan yönü ile eleştirilerim daha doğrusu özeleştirilerim. Ancak gayrimüslimlere, Diyarbakır'da geçen yıl Kelime-i Şahadet getirmediği için öğretmenin dövdüğü Protestan Hıristiyan olan ilköğretim öğrencisi H.B.'nin okul değiştirme talebi Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından reddedildi. Okulda arkadaşları arasında "Gavur" muamelesi gördüğünü iddia eden H.B. milli eğitim müdürlüğün engeline rağmen 1.5. yılda 3. Kez okul değiştirdi. Habertürk'ün haberine göre Diyarbakır'da yaşayan H.B.'nin İlahiyat Fakültesi mezunu babası Abdulhekim B. 10 yıl önce din değiştirerek Hıristiyanlığı seçti. Annesi Müslüman olarak kalan H.B.'nin kimliğinde, din hanesi ise boş bırakıldı; Protestan olan babası "Büyüyünce kendi dinini seçsin" dedi. Eczacılar İlköğretim Okulu'na giden H.B., geçtiğimiz yıl Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde tüm sınıftan dua okumasını isteyen öğretmen Asım D.'nin dikkatini çekti. Dua okumayan H.B. öğretmeninden dayak yediği öne sürüldü. Abdulhekim B. oğlunun din derslerinden muaf tutulması için Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurdu. Ardından da oğlunun nüfus cüzdanındaki din hanesine "Hıristiyan" yazdırdı. Abdulhekim B. başvurusu sonuçlanmadan bu kez okul müdüründen "Din dersleri zorunlu" yanıtını aldı. İddiaya göre; Asım D., bu kez tüm sınıftan kelime-i şahadet getirmesini istedi. Kelime-i şahadet getirmeyen H.B., "Ben Hıristiyanım" cevabını verdi. Abdulhekim B., Asım D.'yi Bağlar İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'ne şikâyet etti. 7 ay süren soruşturma sonunda Milli Eğitim Müdürlüğü, Asım D.'ye ceza verilmesine gerek olmadığına karar verdi. Gerekçede ise "Suç sübut bulmamıştır" denildi. 1.5 yılda 3 okul değşitirdi Okul arkadaşları tarafından 'Gavur' diye anılmaya başlayan İlköğretim öğrencisi H.B., geçtiğimiz yıl okul değişikliği yaparak Kazım Karabekir İlköğretim Okuluna gitti. İddiaya göre H.B. Hıristiyan olduğu için yeni okulunda da arkadaşları tarafından dışlandı. Baba Abdulhakim B., İl Milli Eğitim Müdürlüğüne dilekçe ile başvurarak: "Hıristiyan olmamız sebebiyle oğlum H.B. okulda hakaret ve tehditlere maözelikle Kemalist boyası çalınmış Ermenilere yönelik de eleştirilerim olacak. İki yukarıda bold olarak yazdığım eleştirilerin tamamı bu tarz Ermeniler için de geçerli. Soykırım iddiası üzerinden Ermeni çetecilerin Müslüman sivil halka yönelik kadın çocuk demeden yaptıkları zulmünü görmemezlikten gelen, İttihatçıların yediği bu haltı bütün Müslüman Türk milletine mal eden, özeleştiri yapmayan, yapıcı olmaktan ziyade kanatan bu kafanın da ciddi bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Özellikle diaspora Ermenilerinde ve onların zihinsel olarak içimizdeki uzantılarında durum böyle. Gelelim eldeki malzemeye. Evet, senin de dediğin gibi eldeki malzeme bu, ama süreç iyi yönde, enseyi karartmayalım. Kaynak: ber/ /bir-musluman- Kemalist-egitim-tornasindangecerse-nasil-olur.php Hıristiyan öğrenciye Kelime-i Şahadet dayağı! ruz" kaldığını belirtip okul değişiklik için Yenişehir Mehmetcik İlköğretim Okuluna kayıt talebinde bulundu. Hıristiyan öğrencinin talebini inceleyen Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, "Yerleşim yeriniz ilçe sınırları içerisinde ve okul kayıt alanında olmadığını" gerekçesiyle reddetti. İkili ilişkilerini kullanan Baba Abdulhakim B., oğlunu merkez Bağlar İlçe sınırları içerisinde bir okula kaydını yaptırdı. Çocuğunun Hıristiyan olmasından ötürü büyük zorluklar içerisinde okuduğunu öne süren Abdulhakim B., "Oğulum din dersinde öğretmenden dayak yedikten sonra okulda problem yaşamaya başladı. Bir üst sınıf öğrencileri, 'Gavur okula gelme 'diye tehdit edince okul değişikliği yaptık. Ancak bu okulda da sorun yaşayınca mille eğitime özel durumumuzu belirtip ilçeden uzak başka okul talep ettikse de kabul görülmedi. İkili ilişkilerimizi kullanarak kaydını Nuriye Has İlköğretim Okuluna yaptırdık Umarım bu okulda da sıkıntı yaşamayız "dedi. kaynak:

57 kızılbaş - sayfa 57 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) YETTİ ARTIK! Adına KCK Operasyonu denilen garabet zirvesinde, oğlu Cihan Deniz den 24 gün sonra Ragıp ı da gözaltına aldılar. Ayşe yi gözaltına alamadılar. Çünkü Ayşe yi çoktan yitirdik. Ama öyle gözüküyor ki, mümkün olsa, onu da tutuklayacaklardı! Çünkü bu ülkenin sosyalistlerini sindirmeye yönelen Devrimci Karargâh, Kürtleri ve onların özgürlük talepleriyle dayanışma içerisinde olanları sindirmeye yönelen KCK harekâtları gösteriyor ki iktidar, bu ülkede haksızlıklara Hayır diyen herkesi er ya da geç demir parmaklıkların gerisine tıkarak ve mümkün olduğu kadar çok orada tutarak susturmaya, sindirmeye kararlı. Ragıp Zarakolu Yayıncı, yazar, insan hakları savunucusu, arkadaşımız, yoldaşımızdır Ve O, terör kavramı ve çağrıştırdıklarıyla ilintilendirilebilecek son kişidir Ragıp Zarakolu nu gözaltına aldılar Büşra Ersanlı Hoca nın hemen ardından Recep Tayyip Erdoğan ın cebinde 1400 kişilik bir tutuklanacaklar listenin bulunduğundan söz ediyor. Her bir şehit cenazesinin ardından, gerekçe dahi gösterilmeksizin gözaltına alınacak, tutuklanacak, uzatmalı bir yargılama süreci boyunca hücrelerde tutulacak 1400 kişi. İktidarın elinde 1400 rehin. Boynumuzun borcu olsun: İlan ediyoruz ki, sizler en sonuncumuzu tutuklayana dek bu meydanlarda baskılara, haksızlıklara, hak ihlallerine karşı tepkimizi haykırmaya devam edeceğiz En sonuncumuzu aldıktan sonra susturabileceksiniz bu sesi ancak. O zaman alın İleri demokrasi nizi, yakanıza iliştirin. Bütün muhalif seslerin susturulduğu bir ileri demokrasi, olsa olsa bakanlarınızın, bürokratlarınızın, müteahhitlerinizin, ideologlarınızın, yaka süsü olur ancak İşte bu kararlılıkla ve Cemal Süreya nın dizeleriyle avazımız çıktığınca haykırıyoruz: Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya anamız çay demliyor ya güzel günlere sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız bu, böyle gidecek demek değil bu işler biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz. TUTUKLAMA TERÖRÜNE SON! YA İNSAN AVINNA SON VERİN YA DA HEPİMİZİ TUTUKLA- YIN! RAGIP ZARAKOLU VE BÜŞ- RA ERSANLI İLE DİĞER TÜM TUTUKLANANLAR DERHÂL SERBEST BIRAKILMALIDIR! Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi... İsmail Beşikçi, Sibel Özbudun, Fatime Akalın, Pinar Ömeroğlu, Ulkü Uzun, Recep Maraşlı, Temel Demirer, Mahmut Konuk, Sait Çetinoğlu, Ramazan Gezgin,Attila Tuygan, Necmettin Salaz, Tayfun İşçi, Mehmet Özer, Ahmet Önal, Bülent Tekin, Fatin Kanat, Hüseyin Gevher, Hüseyin Taka, Mustafa Kahya, Bora Balcı, Serdar Koçman, Jan Beth-Sawoce, Sabri Atman, Racho Donef, Erol Özkoray, Jale Mildanoğlu, Murat Kuseyri, Doğan Özgüden, İnci Tuğsavul, Sungur Savran, Şiar Rişvanoğlu, Baskın Oran, Apo Torosyan, Necati Abay, Bilge Contepe, İbrahim Okçuoğlu, Özgür Uçkan, Sarkis Hatspanian, Raffi Hermon Araks, Şanar Yurdatapan, Pınar Sağ, Adil Okay,Kadir Cangızbay, Ayhan Bilgen, Ali Kılıç, Yücel Demirer, Cemil Gündoğan, Deniz Faruk Zeren, Hüseyin Aykol, Mesut Saganda, Silva Özyerli, Erdal Yıldırım, Adnan Yılmaz, M. Hakan Koçak, Esra Çiftçi, Hakan Tahmaz, Yalçın Ergündoğan, Nezahat Gündoğan, Kazım Gündoğan, Barış Ünlü, Cemalettin Cinlikiç, Deniz Türkali, Aygül Erce, Faysal Dağlı, Serge Avedikian, Fehmi Erbaş, Naci Kutlay, Mehmet Atak, Gülay Taşyar, Belgin Cengiz, Nevin Berktaş, Hüsnü Öndül, Reyhan Yıldız, Gül San, Ali İbrahim Tutu, Yılmaz Demiral, Elif Ergezen, Seydi Fırat, Esra Karataş, İkbal Kaynar, Zeynep Çiftçi, Saliha Şahin, Defne Asal, M.Ali Yıldırım, Hüseyin Habib Taşkın, Tarık Ziya Ekinci, Ceren Okur, Senih Özay, Mehmet Sait Demir, Yavuz Alogan, Zeynep Tanbay, Ali Ülger,...

58 kızılbaş - sayfa 58 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Ağır irtica kokan bir kelime: iki kez İslami referanslı, üstelik Güzel Türkçemizin fonetiğine kökten aykırı. Siz hiç Halaskârgazi kelimesini doğru telaffuz eden taksi şoförüne rastladınız mı? H kalın l ince s kalın k ince g kalın söylenecek, ilk a kısa, sonraki üç a uzun. Yok mudur milleti bu eziyetten kurtaracak bir çağdaş yaşam şeysi diye düşünüyor insan. Ulu Önder biliyorsunuz hayatı boyunca belli aralarla isim değiştirmeye meraklıydı. Önce Mustafa ydı, sonra Kemal oldu de Meclis kararıyla Gazi unvanını aldı. Bundan sonraki 13 yıl boyunca adı hemen her yerde Gazi Hazretleri diye geçer, diğer isimleri neredeyse hiç telaffuz edilmez de Halaskâr eklenir, olur Halaskâr Gazi Hazretleri. Sonra bilmediğim nedenlerle bu ad terkedilir. Halaskâr Gazi sevan nişanyan Şişli Caddesinin adı, cumhurreisinin İstanbul u ziyareti onuruna Temmuz 1927 de düzeltilmiştir; o kalır. Halâs Arapça. Esas anlamı arınma, temizlenme, aklanma, ikincil olarak bir kirden veya sıkıntıdan veya tehlikeden kurtulma. İhlas ın geçişsiz halidir, edilgen anlamlı bir masdardır. Yani halâs OLUNUR, biri veya bir şey halâs edilmez. Dolayısıyla buna Farsça kâr ( eden ) ekleyip kurtarıcı anlamını yüklemek dil hatasıdır, zorlamadır. Osmanlıcada halaskâr diye bir terkip olduğunu sanmıyorum ların başında ordu bünyesinde birdenbire zuhur eden bir siyasi neolojizmdir. 30 lar olsaydı kurtulgan derlerdi mutlaka. Kurtulgan Savaşman Anayolu mu dediniz? Aklı başında insanlar bir yıldan beri bu caddeye Hrant Dink Caddesi adını veriyor. Size de tavsiye ederim, öyle deyin. Mektup gönderecekseniz öyle gönderin; birkaç kez geri gelir sonra alışırlar. Taksiciye öyle söyleyin. Anlamazsa hayret edin, karşının şoförü müsün diye kılçık yapın. Telaffuzu da Türkçe fonetiğe nisbeten daha uygun. Bir-iki yıla tutmazsa şaşarım. Kaynak: satılık arsa: izmir dikili çandarlı arasında deniz manzaralı köşe başında bimeyko sitesinde imarlı frazlı %20 inşaat izinli altyapısı bitmiş iki kat müsadeli 378 m² müstakil tapulu tl. satılık tarla: istanbul silivri kurfallı - akören - fenerköy arasında 7800 m² mustakil tapulu satılık tarla tl. ev, arsa, tarla, dükkan işyeri alım satım ilanları için Ali Rıza Polat ya_hizir@web.de tel: (0)

59 kızılbaş - sayfa 59 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Müze tabelası kaldırıldı, ibadete açılıyor Vakıflar Genel Müdürlüğünün, Bursa nın İznik ilçesindeki Ayasofya Camisi nin ibadete açılması yönündeki kararının ardından başlatılan çalışmalarda son aşamaya gelindi.iznik merkezde Atatürk Caddesi ile Kılıçaslan Caddesi nin kesiştiği kavşakta yer alan tarihi yapının çevresi ve içinde hareketlilik göze çarpıyor. İlçe Müftüsü Vehbi Bardakçı nın bizzat kendisinin ilgilendiği çalışmalar kapsamında, Ayasofya nın içinde zemin döşemesi yapıldı, yere halılar serildi, minber yerine konuldu. Yıllardır yapının dışında bulunan Ayasofya Müzesi yazılı tabela bulunduğu yerden kaldırıldı. duisburgda yapılan yeni camii Çalışmaları uzaktan izleyen ve O tarihi anı yaşamak için bayram sabahını beklediklerini ifade eden İznikliler ise Çok mutluyuz, bizim için çok önemli bir gelişme oldu. Kurban Bayramı nda namazı burada kılacağız. Bunun heyecanı içindeyiz. Fakat dışarıdan gelen yabancılar Ayasofya yı gezebiliyor da bizler neden göremiyoruz? şeklinde konuştular. Bu arada, yapılan çalışmalarla ilgili basın mensuplarına görüntü almaları konusunda izin verilmezken, yerel yetkililer herhangi bir açıklama yapmadı. türkiyede kiliseleri hana hamama camiye çeviren tc. devletinin bu anti-laik asimilasyoncu kültür kırımıcı politikalarına. neden avrupa birliği susuyor? tc. devletinin bu uygulamalarına mükafat olarak mı duisburgta ve av. heryanında ırkçı kırımcı inkarcı camilere izin veriliyor? avrupa birliği tc. devletinin bu politikalarına pirim vererek suç ortaklığı olmuyor mu?!... Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem, İznik teki Ayasofya Camisi nin, Diyanet İşleri Başkanlığının tekrar cami olarak ibadete açılması yönündeki talebini uygun görerek, eserin ibadete açılmasına karar verdiklerini bildirmişti. Genel Müdürlükten dün yapılan yazılı açıklamada, Asli görevi Vakfedenlerin vakfiyelerinde belirtilen iradelerini eksiksiz olarak yerine getirmek olan Genel Müdürlüğümüz, hem vakfiyesinde hem de tapu kaydında cami olarak tescil edilen Ayasofya Camisi nin, Diyanet İşleri Başkanlığının tekrar cami olarak ibadete açılması yönündeki talebini uygun görerek, eserin ibadete açılmasına karar vermiştir denilmişti. Kaynak: Hürriyet Antik kiliseyi cami yaptılar Ulaş ÖZDEMİR - Ümit UZUN SA- BAH Artvin'in Yusufeli ilçesine bağlı 300 haneli Altıparmak köyünde, Gürcü Kralı David Magistros tarafından 973 yılında yaptırılan kiliseye kuzey, güney ve batı duvarı ortasındaki üç kapı açıklığından giriliyordu. Ancak köylüler 1959'da camiye çevirdikleri kilisenin kuzey ve güneydeki kapılarını duvar örerek kapattı. Kilisedeki freskleri kireçle boyayan köylüler bir de portatif minber koydu. Diyanet İşleri Başkanlığı 3 yıl öncesine kadar buraya imam atadı. Ancak köyün merkezinde yeni bir cami yapılınca imam ataması durdu. Bunun üzerine köylüler bir yıl önce Selahattin Topuz'u (36) imam yaparak maaşa bağladı. İmam Topuz, "Gözümü açtığımda burası camiydi. O yüzden kilise gözüyle hiç bakamadım. Sonuçta kilise ama Hıristiyanlar da, biz de aynı Allah'a inanıyoruz. Sadece dinimiz farklı" diyor. Topuz, cuma namazlarında bu yapıyı köye kazandıranlara dua ettirdiğini" dediğini söylüyor.

60 kızılbaş - sayfa 60 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) Ama hangi Kuran ı esas alacağız Kuran, İslam inancına göre Allah ın sözü kabul edilir. Yine İslam inancına göre Allah, Cebrail adlı bir melek aracılığıyla kendi sözlerini Muhammed e iletir. Muhammed ise vahiy kâtipleri adı verilen kişilere tanrı vahiylerini yazdırtır. Neden Peygamber kendisi yazmıyordu diye soranlara İslam âlimlerinin bir bölümü Peygamber ümmi (okuma-yazma bilmez) idi diye cevap veriyor, bir bölümü, vahiylerin Peygamber in ölümünden çok kısa zaman öncesine kadar gelmeye devam ettiği, dolayısıyla henüz görev tamamlanmadığı için kayda geçmediği şeklinde açıklama getiriyor. Vahiy kâtiplerinin etnik veya dinî kökeni ile sayısı konusunda da bir uzlaşma yok. Ancak sayıları 40 a kadar çıkarılan bu kâtiplerden İslami kaynaklarda adı en çok tekrarlananlar Yunanlı Bel am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman (Selman-ı Farisi), Yahudi Bahira, Verka, Abdullah İbn-i Selam. Taşlar, deriler, ağaç kabukları Ayetler Lihaf (küçük yassı taşlar), Rıka (deri, ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), Ektaf (deve ve koyun kemikleri), Ektab (ağaç parçası) gibi nesnelere yazılmıştı. İbn el-nadim ve Buhari gibi güvenilir kaynaklara bakılırsa, Peygamber e vahyedilmiş bazı ayetler (Şeytan Ayetleri gibi) Allah ın dilemesi ile Peygamber in hafızasından silinmişti. Nitekim Bakara Suresi nin 106. ayetinde Biz herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin? diyordu.) Böylece bazı ayetler bu malzemelere hiç yazılmamış ya da yazıldıktan sonra ortadan kaldırılmıştı. Yine bazı kaynaklara göre bazı ayetleri keçi yemişti. Geriye kalanların tümü Peygamber in evinde iple bağlı olarak birarada duruyordu, diyen kaynak varsa da ağaç kabuğunun ya da yaprağın, derinin birbirine bağlanması mümkünse de, taşın, kemiğin bağlanması imkânsız olduğundan bunun İslami bir efsane olduğu anlaşılıyor. Yemame Savaşı nın zayiatı Nitekim Peygamber in ölümünden sonra dinden dönmelerin (ridde) artması ve 633 yılında, İlk Halife Ebubekir in ordularıyla Yalancı Peygamber Müseylimet ül-kezzap ın orduları arasında Ayşe Hür yapılan Yemame Savaşı nda 70 kadar hafızın ölmesi üzerine, (Ebubekir in ölümünden sonra İkinci Halife olacak) Ömer in ayetleri derleme işine önce Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilir? diye itiraz eden ancak sonra bunun gerekli olduğunu kabul eden Ebubekir in bu işle görevlendirdiği Zeyd bin Sabit Ebubekir bana Sen akıllı bir gençsin. Peygamber e vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini dedi. Allah a ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran ı derlemek kadar... demiş. Ebubekir in derlemesi Derleme işinde hafızasına başvurulacak kişilerin sayısı konusunda İslami kaynaklarda ufak tefek farklılıklar vardır ancak en iyimser tahminde bu kişilerin yediyi aşmadığı anlaşılır. Örneğin Buhari nin E s-sahih adlı eserinde geçen dört hadisten ilki şöyledir: Amr İbnü l-ass anlatıyor: Peygamber in Kuran ı dört kişiden alın, Abdullah İbn-i Mes ud dan, Salim den, Muaz dan (Muaz İbn-i Cebel) ve Übeyy İbn-i Ka b den dediğini işittim. İkinci hadiste Peygamber in hizmetkârı Enes anlatır: Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu d-derda, Muaz İbn-i Cebel, Zeyd İbn-i Sabit ve Ebu Zeyd. Üçüncü hadis sahabeden olmayan ilahiyatçı Katade den aktarılır: Malik oğlu Enes e; Peygamber döneminde, Kuran ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir diye sordum. Şu karşılığı verdi: Dört kişi. Tümü de Medineli. Übeyy İbn-i Ka b, Muaz İbn-i Cebel, Zeyd İbn-i Sabit ve Ebu Zeyd... Ayeti nerede buldu? Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi (İbn-i Mesud, Salim, Muaz bin Cebel, Übeyy bin Ka b, Ebu d-derda, Zeyd bin Sabit ve Ebu Zeyd) idi demek mümkün. Hafızlar heyeti oluşturulduktan sonra Ömer ile Zeyd, herkesin elindeki ayetleri getirmesini istemişlerdi. Zeyd, herhangi bir ayeti yazıya geçirmek için, iki şahidi şart koşmuştu. Ancak sonunda bir şahitle Mushaf a koymak zorunda kaldığı ayetler de oldu. Örneğin Tevbe Suresi nin son iki ayeti böyleydi. Zeyd şöyle demişti bu konuda: Tevbe Suresi nin son iki ayetini Ebu Huzeyme de buldum, ki başkasında bulamamıştım bu parçayı. (İslam âlimlerinin bu sapmayı meşrulaştırma cümlelerinden biri şu: İki şahit derken, birinci şahit ayetin yazılı olduğu nesne, ikinci şahit ise hafızlardan biriydi. Bu açıklamanın doğru olup olmadığını konunun uzmanlarına bırakıp devam edelim.) Özel Mushaflar Ancak, bu işler yapılırken, hafızlar grubundan bazı kişiler kendi Mushaflarını oluşturuyorlardı. Böylece ortaya Ibni Mesud un Mushafı, Übeyy Ibni Ka b ın Mushafı, Abdullah Ibni Abbas ın Mushafı, (Peygamber in eşlerinden) Aişe nin Mushafı, (daha sonra Dördüncü Halife olacak) Ali nin Mushafı gibi değişik Mushaflar çıkmıştı. 15. yüzyıl ilahiyatçısı Suyuti, El İtkan- Fi Ulumil Kuran (kısaca İtkan, Kuran İlimleri Ansiklopedisi) adlı eserinde bu Mushaflar arasındaki farkları gösteren bir liste yayımlamıştı. Buna göre Ibni Mesud un Mushafı nda Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure ile Felak ve Nas Sureleri yoktu. Ali nin Mushafı nda surelerin sırası bugünkünden farklıydı. (Ayrıca Suyuti kitabında, Bakara Suresi nin orijinalinde Ahzab Suresi

61 kızılbaş - sayfa 61 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ile aynı uzunlukta olduğunu belirtiyor. Oysa bugün, eldeki resmî Kuran da, Bakara Suresi 286 ayet iken, Ahzab Suresi 73 ayet.) Kuran ın çoğu yok olup gitmiştir. Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin yalnızca. İmam Mushaf bugün nerde? Sonuçta Zeyd başkanlığındaki heyetin Kuran ı derleme ve yazma işi bir yıl sürdü. Derlenip parşömene geçirilen ancak indiriliş sırasına bakmadan iki kapak arasına konan ayetlerden oluşan bu ilk Kuran ölene kadar Ebubekir in uhdesinde kaldı, sonra İkinci Halife Ömer e geçti. O da ölünce, Ömer in kızı, Peygamber in eşi Hafsa ya emanet edildi. Osman ın Mushafı Ancak mesele hallolmamıştı. Buhari - nin naklettiğine göre, 650 yılına gelindiğinde, Sahabe den Huzeyfe İbn-i Yeman, Üçüncü Halife Osman a Müslümanların Kuran ı değişik şekilde okumalarından dolayı, ümmetin Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi birbirine düştüğünden yakınmıştı. Bunun üzerine Osman, Ebubekir in derlediği ilk Kuran ı emanetçisi Hafsa dan istedi. Bu Mushaf, Zeyd in başkanlığındaki dört kişilik bir heyet tarafından yeniden işleme tabi tutuldu. Bu sefer sureler ve ayetler indiriliş sırasına göre dizilecek, kabilelerin Kuran ı okuma şeklinde çıkan farklar, anlaşmazlıklar ise Kureyş şivesinin esas alınmasıyla çözülecekti. Bugün bazı Batılı ilim adamları, o tarihte Hicaz da yazı dilinin Arapça değil Aramice ya da İbranice olduğunu söylüyor, bazı Batılı ve İslami ilim adamları da Arapçada ünsüz harflere ünlü karakteri kazandıran hareke denen işaretlerin veya bugünkü noktalı harflerin olmaması yüzünden Kuran ın tek bir şivede yazılmasının imkânsız olduğunu söylüyorsa da, bugün yaygın kabul gören inanışa göre bu iş (Arapçanın Kureyş şivesine göre Kuran ı yeniden yazmak) başarılmıştı. Ancak ilk derleme sırasında çıkan sorunlar bu sefer de çıkmıştı. Örneğin Suyuti nin Itkan ına göre Zeyd İbn-i Sabit şöyle demişti: Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresi nin sonundan bir ayeti kaybettim. Ki, Peygamber in onu Kuran dan bir parça olarak okuduğunu işitmiştim. Aradık bu ayeti. Ve Huzeyme bin Sabit de bulduk, [Ahzab Suresi ne 23. Ayet olarak] ekledik o Mushaf a. Bunun gibi başka olaylar da olmalı çünkü Suyuti ye göre bu ikinci derlemeden sonra Ömer in oğlu Abdullah (İbn-i Ömer) demişti ki: Hiçbiriniz, Kuran ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Mushaf Yakıcı Mervan Bu ikinci derleme işi tamamlandıktan sonra, Ebubekir in Mushafı söz verildiği gibi Hafsa ya iade edildi. Osman ın hazırlattığı İmam (asıl) Mushaf Osman da kaldı. Bazı kaynaklara göre bundan dört nüsha hazırlandı ve Kahire ye, Kûfe ye, Basra ya (ikisi de bugünkü Irak ta) ve Şam a gönderildi. Bazı kaynaklara göre yedi nüsha hazırlandı ve bu şehirlere ilaveten Mekke ye, Yemen e ve Bahreyn e gönderildi. Bazı kaynaklara göre ise bunların dışında bazı kişilerin kendileri için hazırladığı özel Mushaflar vardı. O yıllarda henüz aynı şekilde yazılan harfleri ses olarak birbirinden ayıran noktalar olmadığından bazı kelimeler farklı okunmuş, dolayısıyla farklı yazılmıştı. Ama daha önemli farklar da vardı. Bazı İslami kaynaklarca Kur ân-ı Kerim in tercümanı diye nitelenen Peygamber in amcasının oğlu Abdullah İbn-i Abbas, kelimelerin eş anlamlılarını kullanırdı. Ebubekir dönemindeki heyetin üyesi Enes İbn-i Malik, Halife Ömer in oğlu Abdullah ın da tercih ettiği eş anlamlılar vardı. Ebubekir in Mushafı ile Osman ın Mushafı arasında ne gibi farklar olduğunu ise bilmiyoruz çünkü, Ebubekir in Mushafı emanetçisi Hafsa nın ölümünden sonra Emevi Halifesi Mervan İbn-i Hakem tarafından yakılmıştı. Önemli İslam kaynaklarına göre adı o yıllarda Mushaf Yakıcı ya çıkan Mervan ın gerekçesi şuydu: Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmişti. Artık ona gerek kalmamıştı. Yakılıp yok edilmezse, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım. 692 de yapılan Kudüs teki Kubbetü s- Sahra daki kitabede bile bugünkü ünsüz harflerin ünlü okunmasını sağlayan işaretlerin bulunmamasından hareket edenler, bu işaretlerin (harekelerin) arasında Irak Valisi olan Haccac tarafından Kuran a eklendiği rivayetine inanma eğiliminde (Haccac güya Kuran a bin tane elif eklettim demişti) ancak bu rivayet sahih görünmüyor. Ancak günümüzdeki metinlerde, eski yazılı Arapçada olmayan sesli harflerin ve noktalama işaretlerinin ne zaman ve kim tarafından konduğu meselesi cevap bekliyor. Ebubekir in Mushafı nın akıbetini aşağı yukarı öğrendik. Peki, Osman ın Mushafı şimdi nerede? Bu konuda rivayet muhtelif. Bazılarına göre İstanbul da Topkapı Sarayı nda, bazılarına göre Özbekistan ın başkenti Taşkent te. Her iki Mushaf ın da iddiasının temelini, bu Kuran ların (daha doğrusu Bakara Suresi nin 137. ayeti) üzerindeki kan lekesi oluşturuyor. Çünkü geleneğe göre, Osman öldürülürken bu Kuran ı kıraat ediyordu ve kanı sayfaya sıçramıştı. Kan izi iki ayrı Kuran da olmayacağına göre iddialardan biri doğru değildi ama hangisi? Yoksa ikisi de mi yanlıştı? Gelin konuya biraz daha yakından bakalım: Semerkand Kuranı Bilimsel literatürde Taşkent in tarihsel adından dolayı Semarkand Kuranı rivayete göre Osman ın öldürülmesinden sonra, Halife Ali tarafından Küfe ye getirilmiş, 1402 de bölgeyi talan eden Timur un eline geçmiş, 1485 te Semerkand da ortaya çıkmıştı de Semerkand Rus ordularının eline geçince, Kuran Rus Çarlığı nın başkenti St. Petersburg daki İmparatorluk Kütüphanesi ne konmuştu de Bolşevik Devrimi nden sonra Britanya ya karşı Müslümanları yanına çekmek isteyen Lenin tarafından Başkırdistan ın başkenti Ufa ya gönderilmiş, ama Taşkentli Müslümanların ısrarlı talepleri uyarınca, 1924 te Taşkent e dönmüştü. O günden sonra da bazı kaynaklara göre Özbek Müslümanları tarafından gizli bir yerde, bazı kaynaklara göre ise Özbekistan Sovyeti Kütüphanesi nde saklanmıştı.) Semerkand Kuranı hakkındaki diğer bilgilerimiz ise daha da sınırlı. Çünkü bu Kuran üzerindeki nadir bilimsel çalışmalar Rus şarkiyatçıları A. Shebunin (1891) ve S. Pissareff (1905) ile Batılı şarkiyatçılar A. Jeffery & I. Mendelsohn un (1942) ve F. Deroché nin (1999) makaleleri ile sınırlı. Çünkü Özbek makamları Kuran üzerinde çalışma yapmaya izin vermiyorlarmış. Son olarak Diyanet İşleri eski başkanlarından Tayyar Altıkulaç mikrofilmler üzerinden çalışıyor ama henüz nihai raporunu vermemiş. Önce en çok merak edilen soruya cevap verelim: Biraz önce adını andığım araştırmacıların hepsi de Semerkand Kuranı nın Osman ın Mushafı olmadığında anlaşıyor. Bu kanıya bazı sayfalarda yapılan radyokarbon testleri ve metinlerin paleografi

62 kızılbaş - sayfa 62 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) (yazı çeşitlerini inceleyen bilim dalı), ortografi (yazı sistemlerini inceleyen bilim dalı) konulu analizlerden sonra vardıkları anlaşılıyor. Orijinalinin 360 yaprak (varak) olduğu sanılan ancak halen, 353 yaprağı Taşkent te olan Semerkand Kuranı radyo-karbon testlerine göre yüzde 95 ihtimalle 8. yüzyıla ait. Paleografik ve ortografik analizlere göre ise 8. yüzyılın sonu ile 9. yüzyılın başına ait. Bu konuda en önemli ipucu Kuran da kullanılan Kufi yazının bu yüzyıllarda tekâmül etmesi. Gerçekten de hatta adını veren Kufe şehri 638 yılında kurulmuştu ancak bazı dilbilimcilere göre Kufi yazı, Kufe den önce de biliniyordu ancak adını hattı resmî yazışmalarda kullanıldığı Kufe den almıştı. Dolayısıyla sadece Kufi yazıdan hareket etmek doğru değildi. Ama söz konusu araştırmacılar, hatadaki başka özelliklerden ve süslemelerden hareketle kendilerinden emin görünüyorlar. Topkapı Sarayı Kuranı Osman ın Kuranı diye ünlenen Topkapı Sarayı ndaki Kuran ise Tayyar Altıkulaç tarafından incelenmiş ve raporlanmış. Altıkulaç a göre, bu Kuran Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından 1811 yılında Sultan II. Mahmud a hediye edilmiş. 408 varaktan oluşan Kuran ın sadece iki varağı eksik. Baş taraftan birkaç varak zarar gördüğü veya zayi olduğu için Mushaf ın yazılışından yıl sonra yeniden yazılmış. Her ne kadar Topkapı Kuranı nın üzerinde Bu Kuran Halife Osman öldürüldüğünde okuduğu Kuran dır. Üzerindeki kan lekeleri hâlâ görülebilmektedir yazılıysa da Altıkulaç a göre Topkapı Kuranı da Osman ın Kuranı değil. En büyük ihtimalle Emevi Dönemi nde kullanılan tarzda Kufi yazıyla fakat farklı katiplerce kaleme alınmış. Ancak üzerine daha sonraki yıllarda noktalar eklenmiş. Ancak bu noktalar, Arapçada noktalama usulünü ilk bulan Ebu el Asvad (ö. 688) tarzında imiş. Kahire Kuranı Osman ın Kuranı nı bulamadık ama Kahire de, İstanbul da ve St. Petersburg da Hicret in ilk iki yüzyılına tarihlenen başka Kuran lar var. Bunlardan Kahire deki Hüseyin Camii deki (El Meşhedü l-hüseynî) Kuran üzerine çalışan Tayyar Altıkulaç ve Selahaddin Müneccid in vardıkları sonuç, bu Kuran ın bugüne dek sanıldığı gibi Osman döneminde kaleme alınan nüshalardan biri olmadığı yolunda. Bu iki ilahiyatçıya göre Kahire Kuranı, Emevi Halifesi Mervan ın Kahire Valisi olan kardeşi diğer Mervan tarafından yazdırılan bir nüsha. TİEM Kuranı Bu iki ilahiyatçının üzerinde çalıştığı bir diğer Kuran ise İstanbul daki Türk İslam Eserleri Müzesi ndeki Kuran. İlk sayfasında Sultan I. Mahmud un ( ) mührünün olduğu bu eser 1912 de Aya İrini den Müze ye intikal etmiş. 439 yapraktan oluşan bu Kuran ın 17 yaprağının kayıp olduğu sanılıyor. Kuran ın 14 yaprağı da 1437 tarihinde onarım görmüş. Kufi yazıyla yazılmış Kuran ın son yaprağında Hicri 30 yılında Osman bin Affan yazdı ibaresi görülüyorsa da, Altıkulaç a ve Müneccid e göre paleografik ve ortografik özellikler ve süsleme unsurlarından hareketle bu ibarenin daha sonra (8. veya 9. yüzyılda) konduğu düşünülüyor. Ancak Gerek Altıkulaç, gerekse Müneccid, bu Kuran ın günümüze dek ulaşan en eski Kuran olduğunda hemfikir. Darü l-kütüp Kuranı Mısır Milli Kütüphanesi nde (Dar Al- Kutub Al-Mısrıyya) bulunan Kuran ın özel kişilerin elinde olan varakları üzerinde yapılan radyo-karbon testine göre, yüzde 95 ihtimalle yılları arasında yazıldığı düşünülüyor. Paleografik ve ortografik incelemeler de aşağı yukarı aynı tarihlere işaret ediyormuş. Metnin incelenebilen kısımları Kufi yazıyla yazılmış ama 688 den sonra icat edildiği bilinen harekeler ve noktalama işaretleri yokmuş. Orijinal metninin 620 yaprak olduğu sanılan Dar ül-kütüp Kuranı nın 562 yaprağı bu kütüphanede, diğer yaprakları bazı Paris ve Gotha da koleksiyonerlerin elinde. Ancak Kahire deki 562 varaktan 248 i gerçek parşömen (papirüs), 34 ü varak sahte parşömen, 61 i başka bir Kuran a ait, 219 u 1830 tarihinde üretilmiş kâğıtlara modern metinlermiş. Kısacası bu Kuran ın da derleme olduğu anlaşılıyor. St. Petersburg Kuranı Son olarak büyük bir bölümü bugün Rusya da St. Petersburg daki Şarkiyat Enstitüsü nde saklanan St. Petersburg Kuranı ndan bahsetmek istiyorum yılında yaşlı bir kadın tarafından enstitüye bağışlanan bu Kuran ın, 19. yüzyılda Suriye de kıymetli eserlerden oluşan büyük bir kütüphanenin sahibi olan Hıristiyan Arap Nofal Ailesi nin haraç mezat satılan terekesinden kalma olduğu sanılıyor yılında Rus şarkiyatçı Efim Rezvan ın ve 1999 da Fransız şarkiyatçı François Déroche nin yayımladığı makalelere göre bu Kuran ın orijinali 97 yaprak olup, bunların 81 i St. Petersburg da, diğerleri Özbekistan da (biri Taşkent teki Biruni Enstitüsü nde, ikisi Buhara daki İbn-i Sina Bölge Kütüphanesi nde, biri Taşkent teki İslam İşleri İdaresi nde, 12 si Katta Langar da bir ailenin elinde) idi. Hicaz hattıyla yazılmış olan Kuran ı iki ayrı kâtibin yazdığı anlaşılıyordu, çünkü bazı harflerin yazımında bariz farklar vardı. Sana a Kuranı Son olarak 1972 de Yemen in başkenti Sana a daki Ulu Cami de bulunan Kuran var. Sana a Kuranı üzerinde Alman şarkiyatçı Dr. Gert Puin tarafından yapılan incelemeler aradan geçen 36 yılda tamamlanabilmiş değil. Bunun nedeni bu Kuran ile ilgili ilk değerlendirmeler olmalı. Puin e göre, bu Kuran ın yazıldığı parşömen Peygamber in doğumundan önceye tarihleniyor ama üzerindeki yazı daha sonraya ait. Daha ilginci üstteki metnin altında silinmiş bir eski metin var. (Bu tür metinlere literatürde palimpsestus deniyor.) Bu metin de Kuran metni. Puin in Batılı şarkiyatçılarca pek beğenilen ancak İslam çevrelerinde infiale neden olan iddiası ise şu: Kuran ın yazılışı Peygamber den çok önce başlamıştı. Çünkü Kuran, kendisinden önceki kutsal kitapların bir çeşit özeti olmaktan öteye gitmiyordu. Suudi Arabistan Hicaz da arkeolojik araştırmalara izin verinceye, İslam bilim adamları İslam ülkelerinin kütüphanelerinde saklı olan yüzlerce eser üzerinde bilimsel kriterlere uygun araştırmalar yapıp, sonuçlarını bizlerle paylaşıncaya kadar bu tür şarkiyatçı yorumlar gündemde kalacak gibi görünüyor. Daha anlatacak çok şey var ama yerim bittiği için burada noktalıyorum. Kalanını internet nüshasına eklemeye çalışacağım. Bu tarihçeye bakılırsa, bugün İslam ülkelerinde kullanılan Resmî (Standardize edilmiş) Kuran ın (ki 1920 de Kahire deki El Ezher Üniversitesi tarafından kaleme alındı) Osman ın Mushafı yla değil harfi harfine aynı olduğunu, bu tarihçeyi bilenlerin kabul etmeye razı olduğu gibi, ayetlerin sırası ve içeriği açısından aynı olduğunu iddia etmek, ancak iman la mümkün, yoksa bilimsel açıdan mümkün değil. Kaynak: Taraf Gazetesi

63 kızılbaş - sayfa 63 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) "BUGÜN TAŞLAR YARIN İNSANLAR YANACAK" Ailesinin tüm fertlerini 2. Dünya Savaşı sırasında Auschwitz toplama kampında yitiren Türk Yahudisi Isaak Behar, o dönemde Türk hükümetinin kendilerine sahip çıkmadığını belirtti. Türk Yahudisi Isaak Behar ın 88 yıllık ömrü, tam bir film senaryosu gibi... Ailesinin tüm fertleri, 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler rejimi tarafından Polonya daki Auschwitz toplama kampında katledildi. Behar, o dönemki Türk hükümetinin kendilerine sahip çıkmadığını belirtiyor. Berlin Teknik Üniversitesi nde kendisiyle görüştüğüm Isaak Behar da öfke, endişe ve acının son derece yoğunlaştığını görebilmek müm-kündü... Behar, kendi deyimiyle şans eseri henüz 19 yaşındayken birçok kez yakalanmaktan ve toplama kampına gönderilmekten kurtuluyor. Yıllarca Berlin de 2. Dünya Savaşı nın sonunu bekleyerek kaçak bir yaşam sürdüren Behar, o dönemde yaşadığı trajediyi kitaplaştırdı. Kitabın ismi Versprich Mir, Dass du am Leben Bleibst... (Bana Hayatta Kalacağına Dair Söz Ver). Anadolu dan Berlin e... Anadolu topraklarından, 1890 lı yıllarda çok sayıda Yahudi aile Berlin e göç etti yılında sayıları 500 ü geçen Türk vatandaşı Yahudi, 1940 larda kendilerini bekleyen felaketten habersizdi. Yakın bir gelecekte nasyonal sosyalizm olarak kendisini takdim eden Hitler faşizminin kendilerine yönelik çok kapsamlı bir soykırım uygulayacağını tahmin edemiyorlardı. Çok az sayıda Yahudi, Nazilerden kaçabildi ve hayatta kaldı. Bunlardan biri de Behar. 88 yaşındaki Behar, bugün Berlin in Zehlendorf semtinde eşi ve çocukları ile birlikte yaşıyor. İlk anda savaş sırasında yaşadıklarını kimseye anlatmama yönünde karar alan Behar, daha sonra yaşadıklarını yeni nesillere SERDAR AGIT BOZTEMUR anlatması gerektiğini düşünüyor yılından bu yana ise çeşitli okullarda öğrencilere, eğitim seminerleri kapsamında polislere ve askerlere Nazi rejimini anlatıyor. Bunun dışında Behar, Avrupa Parlamentosu tarafından da Demokrasi ve Hoşgörü Elçisi olarak onurlandırıldı. Behar, zor şartlar altında bir Alman komünistin evinde saklandı. Yakalandı ve cezaevinden sahte kimlikle çıktı. Tekrar yakalandı ve O na, ölümün bir diğer adı olan toplama kampının yolu göründü. Kendisini kampa götüren trenden atlayıp kaçmayı başardı. Ancak bu sadece bir başlangıçtı hayatta kalma yolunda... Behar için bazen bir bodrum katında, bazen bir kayıkta saklanmak, hayatta kalabilmenin tek yöntemiydi. Ancak fatura oldukça ağırdı. Nazi rejimi ondan annesini, babasını ve iki kız kardeşini almıştı. Türkiye ailemi kurtarabilirdi, ancak yapmadı Nazi rejimi öncesi İstanbul dan Almanya ya göç eden Behar ailesi, burada Yahudilerin durumu gittikçe zorlaşınca, Türk vatandaşı oldukları için fazla bir endişe duymazlar. Ancak Yahudiler toplama kamplarına götürülmeye başlayınca, Almanya yı terketmek istiyorlar. Tam bu esnada Türk Konsolosluğu ndan aldıkları bir mektupla Türk vatandaşlığından çıkarıldıklarını öğreniyorlar. Isaak Behar, Türkiye devleti isteseydi bizi kurtarabilirdi. Vatandaşlığımızı geri çekmeseydi, Almanya da yaşayan Yahudi vatandaşlarına sahip çıksaydı, annem, babam ve iki kız kardeşim şu anda yaşıyor olacaktı diyerek öfkeleniyor ve o anda gözleri doluyor. Behar devamla şunları söylüyor: Ben savaş bittikten sonra bazı akrabalarımızı ziyaret etmek için İstanbul a gittim. Burada uğradığım konsolosluk o kadar kolay bir şekilde bana vatandaşlığımı geri verdi ki... Bu durum beni çok öfkelendirdi. En zor zamanımızda bizi yalnız bırakan Türk devleti, şimdi bana Türk vatandaşlığını geri veriyordu. Almanya ya geri döndükten sonra Alman vatandaşlığına geçmeye karar verdim. Çünkü zor zamanlarımda az da olsa Bu onlardan değil dediğim insanlar vardı ve onların sayesinde hayatta kalmayı başarmıştım. Türk vatandaşı olmanın ise bize hiçbir yararı olmamıştı. Camdan yangını izlerken... Annesinin sinagoglar yanarken söylediklerini hatırlaması, Isaak Behar ın gözyaşlarının boşalmasına, benim de kanımın donmasına neden oluyor. Behar, evlerinin karşısında bir sinagog yanarken annesinin ağladığını söylüyor. Behar ın babası da annesine, Ne

64 kızılbaş - sayfa 64 - sayı 8 - kasım kizilbas@gmx.net - tel: (0) ağlıyorsun sadece taştır diyor. Annesinin cevabı ise hayli çarpıcı: Bugün taşlar yanıyorsa yarın insanlar yanacaktır. Bu sözler üzerinden tam 4 yıl geçiyor. Behar 1942 de toplama kampına götürülen ailesinin orada yakılarak katledildiğini öğreniyor. Annesi Lea, babası Nesim ve iki kız kardeşi... Kürdistan daki savaş bir trajedi Savaşın acısını görmüş biri olarak Behar, Kürdistan daki savaşı büyük bir trajedi olarak değerlendiyor. Hiçbir insanın ölmemesini istediğini dile getiren Behar, insan düşüncesini, kültürünü ve kimliğini yasaklayan zihniyetlerin çok güçlü bir dirençle karşı karşıya kalacağına da vurgu yapıyor yılında basılmış olan Bana Hayatta Kalacağına Dair Söz Ver adlı kitapta, Türkiye ye kabul edilmeyen ve bu nedenle faşizmin zulmünden korunmak için saklanan bir gencin an be an verdiği yaşam mücadelesini okuyacaksınız. Kitabın ismi nereden geliyor diyenler de olacaktır. Bana Hayatta Kalacağına Dair Söz Ver cümlesi, savaş devam ederken Isaak Behar ın evinde saklandığı Alman komüniste ait. Kim bilir? Belki de sözler, Auschwitz yolundaki Behar a büyük bir güç vermiştir. yeni çıktı - 2. baskı kizilbas@gmx.net / mamo.baran57@googl .com

kızılbaş dayanışma dosyası saresor

kızılbaş dayanışma dosyası saresor kızılbaş saresor Şubat 2014 - Sayı 35 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! dayanışma dosyası XIZIRO KHAL * * * sait kırmızıtoprak üzerine düşünceler * * * öcalan ın boğazımızdan

Detaylı

Namê zonê ma sero. Memed Karer Dêrsım, Marte 2008

Namê zonê ma sero. Memed Karer Dêrsım, Marte 2008 Namê zonê ma sero Memed Karer Dêrsım, Marte 2008 1. Ap Bego Demenız (73 ser i de). Ma, Mamekiya K'ane de (Kanoğlu Mahallesi), Ap Begê Demenıji de qesey kerd (21.06.2005, sate:13:02): M. K. Apo namê tuyo

Detaylı

kızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!

kızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! kızılbaş kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Mart 2012 sayı 12 * Kızılbaşlık ve Etnik Köken Sorunu * XIZIRO KAL

Detaylı

-UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKIN DOĞU SOYKIRIMLA YOK! NEDEN?

-UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKIN DOĞU SOYKIRIMLA YOK! NEDEN? kızılbaş Şubat 2012 sayı 11 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! -"3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü." -UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKIN DOĞU SOYKIRIMLA

Detaylı

Sanıka Muzur Bavayi Sere

Sanıka Muzur Bavayi Sere Sanıka Muzur Bavayi Sere Qesê-veri İngiliz L. Molyneux Seel, serra hazar u new se u des u zu de (1911), asmanê amnana wertiye, amnana pêyene u payıza vırene de, nêjdiyê dı asmi Dêsım de fetelino. Çıke

Detaylı

www.arsivakurd.org Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırınanc-Zaza

www.arsivakurd.org Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırınanc-Zaza Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırınanc-Zaza Dımıli-Kırmanc-Zaza Dili ve Kültürü Dergisi Zeitschrift der Dımıli-Kırmanc-Zaza-Sprache und Kultur Amor 11 Paiza Wertene 1997 Peseroka Zon u Kulture Ma:

Detaylı

Kampanyasına katıl, dilini yaşat!

Kampanyasına katıl, dilini yaşat! Kampanyasına katıl, dilini yaşat! Dili kaybolmuş bir halkın, kimliği de inancı da kayıptır. Hele ki o dil yazıyla kayıt altına alınmamışsa, o dil tarihten silinir gider. Kırmancki/Zazaca dili, yirmi yıl

Detaylı

Qesê aqıli, ya ki qesê verê feki?

Qesê aqıli, ya ki qesê verê feki? Qesê aqıli, ya ki qesê verê feki? Memed Karêr Memed Gülmeẓi nostê ho de (Niade, nostê Memed Gülmeẓi: Sarê Dêrsımi rê jê çeketu kamiye derzenê, 15ê Nisane 2008, Dersim Forum) qalê nostê Dr. Zılfi Selcani

Detaylı

RAUNÊ DÊSIM ĐRA. Hakkı Çimen. Çerênia ma eve zıncılu gireda Mırodê zerê ma roy verdero

RAUNÊ DÊSIM ĐRA. Hakkı Çimen. Çerênia ma eve zıncılu gireda Mırodê zerê ma roy verdero RAUNÊ DÊSIM ĐRA Hakkı Çimen Çerênia ma eve zıncılu gireda Mırodê zerê ma roy verdero Ez sera 1979 de amu Almanya. 1984 de şiu Tırkia. Roza ke mı wast peyser beri Almanya, polisê Tırkia meydanê tiyarude

Detaylı

+ Dr Ali KILIC SÎLEMANE YIVRAHÎME MÎRZALÎ E SÎLEMANÎ

+ Dr Ali KILIC SÎLEMANE YIVRAHÎME MÎRZALÎ E SÎLEMANÎ + Dr Ali KILIC SÎLEMANE YIVRAHÎME MÎRZALÎ E SÎLEMANÎ ŞÎ HAQÎA HU SER BARA SIMA KOSAVIE ADIR VO ŞOARÉ Paris 13 04-2010 Ax! bıra Tij esto gıle kou, merdéna ma wa. Ax! bıra Rézé rezu, çinéviaé çına re roştîa

Detaylı

ZEITZEUGE DER GENOZID IN DERSIM by

ZEITZEUGE DER GENOZID IN DERSIM by ZEITZEUGE DER GENOZID IN DERSIM 1938 by http://mamekiye.de/08/1455220766/1455960433/bild SAADÊ TERTELÊ DERSIM 1938 SÜLEYMAN KILIÇ - BIRAÊ DR ALİ KILIÇ SILEMANÊ İVRAIMÊ SILEMANÊ HEMEDI TERTELÊ 38i SERO

Detaylı

ZU SAADA QIRIMÊ DÊSIM-1938 QESEY KENA

ZU SAADA QIRIMÊ DÊSIM-1938 QESEY KENA ZU SAADA QIRIMÊ DÊSIM-1938 QESEY KENA Qesey kerdoẋe: Emina Sılemanê Gulini Ca u tarıx: Yalova, 2003 Qeyd kerdox: Hakkı Çimen Derdunê mı tê ra meke! Piyê mı raa haq de bari bi. Pir u dewrês bi. Piyê mı,

Detaylı

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ BAKİ SARISAKAL SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ 1880 yılının başında Samsun da açıldı. Üçüncü Ordu nun sorumluluğu altındaydı. Okulun öğretmenleri subay ve sivillerdi. Bu okula öğrenciler

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Zazaca nın sekizinci ünlüsü é (kapalı e), tarihsel ve sesbilimsel olarak Zaza dilinde önemli bir yere

Zazaca nın sekizinci ünlüsü é (kapalı e), tarihsel ve sesbilimsel olarak Zaza dilinde önemli bir yere É Harfinin Kullanımı Üzerine Açıklayıcı Bilgiler Zazaca nın sekizinci ünlüsü é (kapalı e), tarihsel ve sesbilimsel olarak Zaza dilinde önemli bir yere sahiptir. Onun içinde yazılı metinlerde bu harfi doğru

Detaylı

Peseroka Zon u Kul tur e Ma Zeitschrift für Zaza- Sprache und Kultur. www.arsivakurd.org

Peseroka Zon u Kul tur e Ma Zeitschrift für Zaza- Sprache und Kultur. www.arsivakurd.org Peseroka Zon u Kul tur e Ma Zeitschrift für Zaza- Sprache und Kultur 1 Amoı 5 Asma payiza vırene 1993 W5l~ Peseroka Zon u Kulture Ma Zaza Dili ve Kültürü Dergisi 1 Zeitschrift Jür Zaza-Sprache und Kultur

Detaylı

EDEBİYATÊ ZAZAY II. Zılfi Selcan. Çıme: Hêvi, 2 (Paris 1983), 109-124. Copyright: Z. Selcan

EDEBİYATÊ ZAZAY II. Zılfi Selcan. Çıme: Hêvi, 2 (Paris 1983), 109-124. Copyright: Z. Selcan EDEBİYATÊ ZAZAY II Zılfi Selcan Çıme: Hêvi, 2 (Paris 1983), 109-124. Copyright: Z. Selcan Not: Bu makale ilk olarak 1983 te Hêvi dergisinde yayınlandı. O tarihten günümüze kadar Zaza Halkının dili, tarihi

Detaylı

QESEYKERDENA DR. ZILFİ SELCANİ. Sewa Vengê Zazaistani Paris

QESEYKERDENA DR. ZILFİ SELCANİ. Sewa Vengê Zazaistani Paris QESEYKERDENA DR. ZILFİ SELCANİ Sewa Vengê Zazaistani Paris 31.03.2001 Mordemêne, Gosedarê delali, Vanê ke: Her t ayr ve zonê ho waneno. Zarance ve zonê ho qevnena, qılancıke ve zonê ho qıştnena. Hama zarance

Detaylı

Zaza u Zazaki sero gurenais ser Seydxan Kurıji rê jü cüabo mecburi

Zaza u Zazaki sero gurenais ser Seydxan Kurıji rê jü cüabo mecburi Zaza u Zazaki sero gurenais ser Seydxan Kurıji rê jü cüabo mecburi Mesut Keskin wendoğê delali, mı no nuştê xo mecburi name kerd, çıke ez xo polemiku ra düri finu. Coka ki ni nuştey qe be esq u kêf nênusnenu.

Detaylı

Serva Dakıla mı Meleka Hemedê Mirzaliyê Sılemani ve Serva ALİYÊ MİRZALİÊ SILEMANÊ HEMEDİ Destanê mınê DÊSIMİ ra zu pelga ZARNENE

Serva Dakıla mı Meleka Hemedê Mirzaliyê Sılemani ve Serva ALİYÊ MİRZALİÊ SILEMANÊ HEMEDİ Destanê mınê DÊSIMİ ra zu pelga ZARNENE Serva Dakıla mı Meleka Hemedê Mirzaliyê Sılemani ve Serva ALİYÊ MİRZALİÊ SILEMANÊ HEMEDİ Destanê mınê DÊSIMİ ra zu pelga ZARNENE by Dr Ali KILIÇ www.dralikilic.wordpress.com dralikilic@yahoo.fr Meleka

Detaylı

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di -gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di ne: Sen gü neş li so kak lar da do laşı yor sun, is

Detaylı

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 22 STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 406 A GRUBU STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI 22 A GRU BU STAJ ARA DÖ NEM DE ER LEN D R ME S AY RIN TI LI SI NAV KO NU LA

Detaylı

Berlin, aẋustose Not: Mı na noste seweta vetisê interneti kerd newe. Nostis eve alfabê Gramerê Zazaki kerd aktuel. Z. S.

Berlin, aẋustose Not: Mı na noste seweta vetisê interneti kerd newe. Nostis eve alfabê Gramerê Zazaki kerd aktuel. Z. S. Zeṙe Qesê veri Lawıkunê Pir Sultani sero Banaz de sar ma ra Kervane nêvındena Uşêni ser şime Mewane bılbıl mewane Qadi Serseri mekuye meydan Vıẓêri hewnê mı de Gula i dosti Se vana Dewrê Hezreti Eli Kermê

Detaylı

Dersim'i Kim Bombalattı?

Dersim'i Kim Bombalattı? On5yirmi5.com Dersim'i Kim Bombalattı? Araştırmacı yazar Nevzat Çiçek Dersim Katliamının gerçek faili ile ilgili önemli bir belgeyi kamuoyu ile paylaştı... Yayın Tarihi : 28 Kasım 2011 Pazartesi (oluşturma

Detaylı

Zazaki de kıtavê Hüseyin Aygüni u raştiye. Memed Karêr

Zazaki de kıtavê Hüseyin Aygüni u raştiye. Memed Karêr Zazaki de kıtavê Hüseyin Aygüni u raştiye Memed Karêr (Eve Tarıxê Ho Têri Amaene, Tij Yayınları, Birinci basım: Ocak 2007, Hüseyin Aygün) Uşêni (Hüseyin Aygün) kıtav de yemê zeṙi de seveta xanıma ho vato

Detaylı

BEKİR ŞENLİ DE ROPORTAẒ

BEKİR ŞENLİ DE ROPORTAẒ BEKİR ŞENLİ DE ROPORTAẒ Vırastẋê roportaẓi: Hakkı Çimen Tarıx: 27.03.2013 Ca: Estemol- İçereneköy BEKİR ŞENLİ KAMO? Bekir Şenli, Dêsim/ Nazmiya de dewa Hakıs rao. Vatena dey ra sera 1932 de Hakıs de mektevo

Detaylı

10. SINIF KONU ANLATIMLI. 2. ÜNİTE: ELEKTRİK VE MANYETİZMA 4. Konu MANYETİZMA ETKİNLİK ve TEST ÇÖZÜMLERİ

10. SINIF KONU ANLATIMLI. 2. ÜNİTE: ELEKTRİK VE MANYETİZMA 4. Konu MANYETİZMA ETKİNLİK ve TEST ÇÖZÜMLERİ 10. IIF KOU ALATIMLI 2. ÜİTE: ELEKTRİK VE MAYETİZMA 4. Konu MAYETİZMA ETKİLİK ve TET ÇÖZÜMLERİ 2 Ünite 2 Elektrik ve Manyetizma 2. Ünite 4. Konu (Manyetizma) A nın Çözümleri 3. 1. Man ye tik kuv vet ler,

Detaylı

TEMMUZ 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

TEMMUZ 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili TEMMUZ 2012 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Anamur CHP İlçe Örgütünü ziyaret ederek ilçe yöneticilerinden

Detaylı

Pes(lroka Zon u Kulture Ma: DBmlli-Kırmam:-Zaıa -Zeitsduift d(lr Damıli-Kırmc:mc-Zaıa-Sprache und Kultur

Pes(lroka Zon u Kulture Ma: DBmlli-Kırmam:-Zaıa -Zeitsduift d(lr Damıli-Kırmc:mc-Zaıa-Sprache und Kultur Pes(lroka Zon u Kulture Ma: DBmlli-Kırmam:-Zaıa Dtmeli-Kırmam:-Zaıa Dm ve Kültürü Dergisi -Zeitsduift d(lr Damıli-Kırmc:mc-Zaıa-Sprache und Kultur W are Pqsczroka Zon o Koltorq Ma: Dlmtli Kirmanc Zaza

Detaylı

Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der-dımıli-kırmanc-zaza-sprache und Kultur Amor6 Gulane, 1994 J

Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der-dımıli-kırmanc-zaza-sprache und Kultur Amor6 Gulane, 1994 J Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımıli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der-dımıli-kırmanc-zaza-sprache und Kultur Amor6 Gulane, 1994 J Pesero/([ı Zon u XJı.{turo Ma: rjjım:ıfi.-2\jmıanc-za.za tjjımıfi-x.trttıanc-za.za

Detaylı

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi al mak için ka fası nı sok tu. Ama içer de ki za rif

Detaylı

Konuşmacılar (eklenti yapılabilir):

Konuşmacılar (eklenti yapılabilir): Katılımcılar ile Katılımcılar ile yüzyıllardır ve günümüzde kaybolma tehlikesi altındaki dil konumunda olan kadim dilimiz Zonê Ma/Kırmancki için yapılmış olan, yapılan ve yapılacaklar üzerinde konuşmak,

Detaylı

Yer altı şehrine açılan kapı, Kayıp İncil, cinayet ve MİT : Tarsus taki gizemli evde ne oluyor?

Yer altı şehrine açılan kapı, Kayıp İncil, cinayet ve MİT : Tarsus taki gizemli evde ne oluyor? Yer altı şehrine açılan kapı, Kayıp İncil, cinayet ve MİT : Tarsus taki gizemli evde ne oluyor? HABER MERKEZİ- Mersin in Tarsus ilçesinde yaklaşık 1 yıldır devam eden kazı ile ilgili gizem her geçen gün

Detaylı

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ TÜRK HUKUK SİSTEMİ İdari Yargı Adli Yargı Askeri Yargı Sayıştay Anayasa Mahkemesi İDARİ YARGI SİSTEMİ İdarenin eylem ve işlemlerine karşı açılan davaların görüşüldüğü,

Detaylı

03-05 Ekim / October Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI

03-05 Ekim / October Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI 03-05 Ekim / October 2013 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI 2014 780 Hak Yolu inanç deviniminde, Alevi Ocak S kutsal mekan u konu için arz na d vam eder. dini merasimle tazelenmektedir. Eski tarihlerde bu iba-

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

CENTRE DE LA RECHERCHE SCIENTIFIQUE DU KURDISTAN (CRSK) MERKEZE DOSKERDİA ZANİSTA E DERSİM U QOÇGİRİ Dr Ali KILIC

CENTRE DE LA RECHERCHE SCIENTIFIQUE DU KURDISTAN (CRSK) MERKEZE DOSKERDİA ZANİSTA E DERSİM U QOÇGİRİ Dr Ali KILIC CENTRE DE LA RECHERCHE SCIENTIFIQUE DU KURDISTAN (CRSK) MERKEZE DOSKERDİA ZANİSTA E DERSİM U QOÇGİRİ Dr Ali KILIC ÇEKUNE HU RO MENE! PIRODE GERİLLA PIRODE PAŞA MAŞA ÇİNO! 1 Her çi ra avé, ma eve têde zereweşaié,

Detaylı

AYŞEGÜL ARSLAN IN KATİL ZANLISI MÜEBBET YEDİ

AYŞEGÜL ARSLAN IN KATİL ZANLISI MÜEBBET YEDİ AYŞEGÜL ARSLAN IN KATİL ZANLISI MÜEBBET YEDİ Geçtiğimiz 28 Mayıs ta kendisinden ayrılan iki çocuğunun annesi dini nikahlı eşi 29 yaşındaki Ayşegül Aslan ı çalıştığı işyerinde silahla öldüren, işyeri sahibini

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.sanliurfa.com Tarih: 10.02.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.sanliurfa.com Tarih: 10.02. Günlük Haber Bülteni 11.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.sanliurfa.com Tarih: 10.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.sanliurfa.com Tarih: 10.02.2015 İNTERNET HABERLERİ

Detaylı

MAYIS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

MAYIS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili MAYIS 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Aydıncık CHP İlçe Yönetim Kurulu ve Belediye

Detaylı

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) ESAS N0:2009/191 03.08.2012 TUTANAK 27.07.2012 tarihli oturumda saat 19.27 sıralarında Mahkeme Başkanı tarafından duruşmanın

Detaylı

Hüseyin Yıldırım Danıştay şemasına Aslı gibidir' imzası atmıştı.

Hüseyin Yıldırım Danıştay şemasına Aslı gibidir' imzası atmıştı. Sahte Danıştay suikastı şeması, kumpas olduğu ortaya çıkan İstanbul ve İzmir Askeri Casusluk davaları Bu üç davanın altında Genelkurmay eski Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse ve Deniz Binbaşı Hüseyin Yıldırım

Detaylı

Maya takvimi hurafe!..

Maya takvimi hurafe!.. Cübbeli tahliye edildi Karagümrük Çetesi'ne üye olmak ve kadın ticareti yapmaktan tutuklanan Cübbeli ahmet Tahliye oldu. Tahliye kararı Cübbeli'nin sevenlerini ve yakınlarını sevince boğarken tahliye sonrası

Detaylı

7. Sınıf MATEMATİK TAM SAYILARLA ÇARPMA VE BÖLME İŞLEMLERİ 1. I. ( 15) ( 1) 5. ( 125) : ( 25) 5 6. (+ 9) = (+ 14)

7. Sınıf MATEMATİK TAM SAYILARLA ÇARPMA VE BÖLME İŞLEMLERİ 1. I. ( 15) ( 1) 5. ( 125) : ( 25) 5 6. (+ 9) = (+ 14) 7. Sınıf MATEMATİK TAM SAYILARLA ÇARPMA VE BÖLME İŞLEMLERİ TEST 1 1. I. (15) (1) II. (1) (6) III. (+8) (1) IV. (10) (1) Yukarıda verilen işlemlerden kaç tanesinin sonucu pozitiftir? A) 4 B) 3 C) 2 D) 1

Detaylı

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi

www.besiktas.com.tr Günlük Kent Gazetesi 20 MAYIS 2013 0 212 260 23 60-0 212 260 52 29 %50 ye varan indirimler Federasyona katıldılar TÜRKİYE Spor Yazarları Derneği nde İstanbul Muhtarlar Federasyonu Yönetim Kurulu ve Beşiktaş Muhtarlar Derneği

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

Kuzey Irak'a harekat

Kuzey Irak'a harekat Kuzey Irak'a harekat Asker terörü engellemek için yeniden Irak'a girdi. Irak'ın kuzeyinde istihbarat uçuçu yapan insansız uçaklar bugün hareketli PKK gruplarını tespit etti. Türk Silahlı Kuvvetleri Zap

Detaylı

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Yorumluyorum Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış Ersan ŞEN Hukuk Kitapları Dizisi: 1062 ISBN 978 975 02 1394 6 Birinci Baskı: Ocak 2011

Detaylı

SES (HARF) BİLGİSİ. Türkçe alfabemizde (abecemizde) 29 harf vardır. Alfabetik sırası şöyledir.

SES (HARF) BİLGİSİ. Türkçe alfabemizde (abecemizde) 29 harf vardır. Alfabetik sırası şöyledir. İSMET ÖZCAN SES (HARF) BİLGİSİ Dili oluşturan sesleri göstermeye yarayan işaretlere (sembollere) harf denir. Türkçe alfabemizde (abecemizde) 29 harf vardır. Alfabetik sırası şöyledir. a, b, c, ç, d, e,

Detaylı

İşte ihanet yıllığı HIZLA YÜKSELDİLER

İşte ihanet yıllığı HIZLA YÜKSELDİLER İşte ihanet yıllığı Hava Harp Okulu nun 2006 yıllığı 15 Temmuz gecesi bomba yağdıran pilotlarla dolu. 16 hain yüzbaşı eğitimlerini Akın Öztürk ün komutan olduğu Çiğli 2. Ana Jet Üssü nde tamamladı. SABAH,

Detaylı

Diyarbakır ve Yüksekova da kayıplarının failleri soruldu

Diyarbakır ve Yüksekova da kayıplarının failleri soruldu Diyarbakır ve Yüksekova da kayıplarının failleri soruldu İHD ve kayıp yakınları, faile meçhul cinayetlere kurban giden ve kaybedilenlerin faillerini Diyarbakır ve Yüksekova da bu hafta da biraraya gelerek

Detaylı

Asmêno Bêwayir. Son güncelleme: 01.06.2006

Asmêno Bêwayir. Son güncelleme: 01.06.2006 Zazaca Dil Kursu (Kuzey Zazacası, Pülümür ağzı) Asmêno Bêwayir Son güncelleme: 01.06.2006 1 Zazaca-Alfabe (Kuzey)...5 Ders 1: Naskerdene - Tanışma...6 Ders 2: Tı çı kar kena? - Ne iş yaparsın?...8 Ders

Detaylı

FETÖ cü polisler onlar hakkında da istihbarat toplamış

FETÖ cü polisler onlar hakkında da istihbarat toplamış FETÖ cü polisler onlar hakkında da istihbarat toplamış FETÖ nün okullarına mülki amirlerin ricasıyla 200 ton demir gönderen fabrika müdürü, şirketini eleştiren esnaf hakkında FETÖ ü polislere istihbarat

Detaylı

Mesut Keskin. Son güncelleme: 22.07.2012

Mesut Keskin. Son güncelleme: 22.07.2012 Zazaca Dil Kursu (Kuzey Zazacası, Pülümür ağzı) Mesut Keskin Son güncelleme: 22.07.2012 1 Zazaca-Alfabe (Kuzey)...5 Ders 1: Naskerdene - Tanışma...6 Ders 2: Tı çı kar kena? - Ne iş yaparsın?...8 Ders 4:

Detaylı

Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımuli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der Dimıli-Klnnanc-Zaza-Sprache und Kultur. 1 Amor7 Paiza Wertene, 19941

Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımuli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der Dimıli-Klnnanc-Zaza-Sprache und Kultur. 1 Amor7 Paiza Wertene, 19941 Peseroka Zon u Kulture Ma: Dımuli-Kırmanc-Zaza Zeitschrift der Dimıli-Klnnanc-Zaza-Sprache und Kultur. il 1 Amor7 Paiza Wertene, 19941 'W are Peserof@ Zon u :I(ufture Ma: 'İiım:ıfi-:I(trttUınc-Zaza 'Dım:ıfi-:I(trttUınc-Zaza

Detaylı

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR Bilgi Notu-2: Cinsel Suç Mağduru Çocuklar Yazan: Didem Şalgam, MSc Katkılar: Prof. Dr. Münevver Bertan, Gülgün Müftü, MA, Adem ArkadaşThibert, MSc MA İçindekiler Grafik Listesi...

Detaylı

œ œ œ. œ œ œ œ œ œ œ œ

œ œ œ. œ œ œ œ œ œ œ œ A RI DA I NDAN UÇTUM & b 4 2 & b Ağ rı Da ğı'n Kış la nın ö Dağda hay la danuç tum nü pı r kurdu Ça yır çi me Hep kuşlatım r le o A Yöre: Ağrı ne di düştüko r durdu Ça yır çi Hep küş lar A tım r me o le

Detaylı

Dr Ali KILIÇ Paris ŞEĐKH ABDULMELĐK FIRAT BEG, ŞĐ HAQĐA HU SER

Dr Ali KILIÇ Paris ŞEĐKH ABDULMELĐK FIRAT BEG, ŞĐ HAQĐA HU SER Dr Ali KILIÇ Paris 2-10-2009 ŞEĐKH ABDULMELĐK FIRAT BEG, ŞĐ HAQĐA HU SER Xevera şaé ma re amé. Va khe, torné Şeikh Said Efendié Pirany, wérézaé şehidé Dersîmi Şeikh Abdurrehim Efendi, Şeikh Abdulmelik

Detaylı

Ergenekon'da 19 tahliye, işte tahliye olan isimler

Ergenekon'da 19 tahliye, işte tahliye olan isimler On5yirmi5.com Ergenekon'da 19 tahliye, işte tahliye olan isimler Ergenekon davasında tutuklu Tuncay Özkan, Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük'ün de aralarında bulunduğu 19 sanık hakkında tahliye kararı çıktı.

Detaylı

Asmêno Bêwayir. Son güncelleme: 12.11.2003

Asmêno Bêwayir. Son güncelleme: 12.11.2003 Zazaca Dil Kursu (Kuzey Zazacası, Pülümür ağzı) Asmêno Bêwayir Son güncelleme: 12.11.2003 1 Zazaca-Alfabe (Kuzey)...5 Ders 1: Naskerdene - Tanışma...6 Ders 2: Tı çı kar kena? - Ne iş yaparsın?...8 Ders

Detaylı

2018 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ

2018 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ 2018 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ 2018 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu nun 20.12.2017 gün ve 55/27 sayılı kararı ile kabul edilerek, meslektaşlarımıza

Detaylı

ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ. Tarih Aralığı: Haber Sayısı: 44

ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ. Tarih Aralığı: Haber Sayısı: 44 ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Tarih Aralığı: 20.3.2017-20.3.2017 Haber Sayısı: 44 İÇİNDEKİLER No Yayın Tarihi Yayın Adı Haber Başlığı Sayfa No 1 20.3.2017 AKDENİZ GERÇEK İBRAHİM AKKAYA 2 2 20.3.2017 AKDENİZ

Detaylı

2017 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ

2017 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ A. SULH HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLEN DAVA VE İŞLER 1 Mirasçılık Belgesinin Alınması 2.200,00 TL 2 Tahliye Davaları 3 Kat Mülkiyeti Kanunundan Kaynaklanan Uyuşmazlıklar 5.060,00 TL 4 Paydaşlığın Giderilmesi

Detaylı

30 Temmuz 2008 tarihinde Mahkeme başvuru sahiplerinin 3 Eylül 2008 e dek İran a sınır dışı edilmemeleri hakkında 39 sayılı Kuralı yayınladı.

30 Temmuz 2008 tarihinde Mahkeme başvuru sahiplerinin 3 Eylül 2008 e dek İran a sınır dışı edilmemeleri hakkında 39 sayılı Kuralı yayınladı. Aşağıdaki metin kararın resmi olmayan özetidir. M.B. ve Diğerleri / Türkiye (36009/08) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARI 15 Temmuz 2010 30 Temmuz 2008 tarihinde Mahkeme başvuru sahiplerinin 3 Eylül

Detaylı

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA 16.06.2017 Sayın Milletvekillerim, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım Sayın Mardin Şube Başkanım, Değerli MÜSİAD Üyeleri ve MÜSİAD Dostları, Değerli Basın Mensupları, Şanlıurfa

Detaylı

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonucu 241 yurttaşımız şehit oldu, 2bin 194 yurttaşımız yaralandı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 17 Ağustos 2016 tarihinde hükümetin

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA

36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA 36. AVRUPA BRİÇ ŞAMPİYONASI WIESBADEN / ALMANYA 1983 MİL Lİ TA IM SEÇ ME LE Rİ Al man ya, Wi es ba den 1983 Av ru pa Şam pi yo na sı için mil li ta kım seç me le ri, yi ne ba zı yö ne ti ci le rin is te

Detaylı

ASLI DEGİRMEN NİN SIRASI BOŞ SINIFINDA HÜZÜN

ASLI DEGİRMEN NİN SIRASI BOŞ SINIFINDA HÜZÜN ASLI DEGİRMEN NİN SIRASI BOŞ SINIFINDA HÜZÜN Bodrum da, okula giderken trafik kazası sonucu hayatını kaybeden lise öğrencisi Aslı Değirmen in sınıf arkadaşları sırasını çiçeklerle donattı. Bodrum da dün

Detaylı

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir. Sayın Yargıç, Ben bir yazarım. Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir. Siyasilerin, savcıların, yargıçların günün koşullarına göre değişip duran arzularına uyarak düşüncelerimi,

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 3 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU BİLANÇO 05 MAYIS 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ SAKARKÖY Uzun boy lu bir can lı ol ma yı ben is te me dim. Ben, doğ du ğum da da böy ley dim. Za man la da ha da uzadım üs te lik. Bü yü düm. Ben bü yü dük çe di ğer can lılar kı sal dı lar, kü çül dü

Detaylı

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5 BAKİ SARISAKAL SELANİK Selanik 26 Mayıs: Selanik Limanında Padişahın Gelişini Bekleyen Selanik Valisi İbrahim Bey ve Hükümet Erkânı Selanik Limanında Padişahı Bekleyen

Detaylı

İstanbul 13. Müebbet çıktı

İstanbul 13. Müebbet çıktı 19 MART 2013 www.reisgida.com.tr Müebbet çıktı ERGENEKON davasında Savcı Pekgüzel, mütalaasını mahkemeye sundu. İlker Başbuğ dahil 64 sanık için ağırlaştırılmış müebbet istendi. İstanbul 13. Ağır Ceza

Detaylı

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ İlahiyat Fakültesi, Manisa İl Müftülüğü ve İlim Yayma Cemiyeti Manisa Şubesi işbirliği ile düzenlenen; Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, Rektörümüz Prof. Dr. A. Kemal Çelebi, Rektör

Detaylı

Gülen'in Haki Cübbesi Darbe Sinyali Miydi?

Gülen'in Haki Cübbesi Darbe Sinyali Miydi? Gülen'in Haki Cübbesi Darbe Sinyali Miydi? Türk istihbarat kaynaklarına göre Fetullah Gülen ordudaki takipçilerine darbe girişiminin sinyalini aylar önce vermişti. 30.07.2016 / 13:18 ABD'nin en çok satan

Detaylı

5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 201 CEVAPLAR VE PARALEL OTURUM I SORULAR 201

5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 201 CEVAPLAR VE PARALEL OTURUM I SORULAR 201 4/28/11 12:14 PM Page 201 PARALEL OTURUM I SORULAR VE CEVAPLAR 5 soru-cevap:layout 1 201 5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 202 202 5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 203 IX. türkiye

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V ÜÇÜNCÜ BASKIYA SUNUŞ... VII İKİNCİ BASKIYA SUNUŞ... IX SUNUŞ... XI İÇİNDEKİLER... XIII KISALTMALAR...XIX

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V ÜÇÜNCÜ BASKIYA SUNUŞ... VII İKİNCİ BASKIYA SUNUŞ... IX SUNUŞ... XI İÇİNDEKİLER... XIII KISALTMALAR...XIX İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V ÜÇÜNCÜ BASKIYA SUNUŞ... VII İKİNCİ BASKIYA SUNUŞ... IX SUNUŞ... XI İÇİNDEKİLER... XIII KISALTMALAR...XIX BİRİNCİ BÖLÜM KOLLUK HUKUKU KAPSAMINDA KOLLUĞUN ÖNEMLİ GÖREV VE YETKİLERİ

Detaylı

NO ADI SOYADI AİDATLAR GÖZGÖZ 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 1 SEFER GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 2 ERCAN GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00

NO ADI SOYADI AİDATLAR GÖZGÖZ 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 1 SEFER GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 2 ERCAN GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 NO ADI SOYADI GÖZGÖZ 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 1 SEFER GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 2 ERCAN GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 60,00 60,00 60,00 3 SELMAN GÖZGÖZ 60,00 60,00 60,00 60,00 60,00

Detaylı

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir. AHMAK DOST Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir. İyilik zannıyla topluma,tüm değerlere,insanlığa karşı kötülük işlemektedir. İbrahim Peygamberden yana olduğunu

Detaylı

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi editörü: Özkan Öze iç düzen/kapak: Zafer Yayınları Kapak illustrasyonu: Murat Bingöl isbn: 978 605 5523 16 9 Sertifika

Detaylı

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 HAZİRAN 2012 Araştırmacılar Derneği üyesi olan GENAR, araştırmalarına olan güvenini her türlü denetime ve bilimsel sorgulamaya açık olduğunu gösteren Onur

Detaylı

Va te. Kovara Kulturi. Hfımar: 9. Payiz, 1999. Temsilkare Hollanda Ferhad Arnedi Delfzyl S tr. 81 6835 CM Arnhem/HOLLANDA Tel: + 26-323 26 95

Va te. Kovara Kulturi. Hfımar: 9. Payiz, 1999. Temsilkare Hollanda Ferhad Arnedi Delfzyl S tr. 81 6835 CM Arnhem/HOLLANDA Tel: + 26-323 26 95 Serredaktor: Malmisanij Redaksiyon: Haydar Diljen, J. İhsan Espar, Malmlsanij, Mehmet Uzun İnsiyatife destpekerdişi: Osman Aytar, Yildiray Beyazgul, Çeko, Mlınzur Çem, Memo Darn~~z. Nihat Eli, Cemi! Gundogan,

Detaylı

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar la da gi di le mez. Çün kü uçak lar çok ya kın dan geçi

Detaylı

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO-

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2017 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 01 KASIM 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ -AÇIKLAMA- Bu raporda yer alan veriler ve verilere

Detaylı

NOT:Yukarıdaki hece ve sözcükleri öğrencimize bol bol okutunuz.15 tanesini yazımına bakmadan deftere yazdırınız.

NOT:Yukarıdaki hece ve sözcükleri öğrencimize bol bol okutunuz.15 tanesini yazımına bakmadan deftere yazdırınız. eş aş iş oş uş ış öş üş şe şa koş şi şo şu şı şö şü ez az iz oz uz ız öz üz ze za zi zu zı zö zü eşi aşı kuş kış düş işe aşar eşik şık kuşu kaz tiz boz yaş buz tuz muz kız köz yüz meze zaza izi mış dış

Detaylı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI! İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI! Türkiye nin önemli toplumsal ve politik konularının tartışıldığı İstanbul Aydın Üniversitesi

Detaylı

CEZA USUL HUKUKU DERSİ (VİZE SINAVI)

CEZA USUL HUKUKU DERSİ (VİZE SINAVI) Sınav başlamadan önce Adınızı Soyadınızı T.C. HİTİT ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ Numaranızı okunaklı olarak yazınız. Sınav Talimatlarını okuyunuz. Dersin Adı : Ceza Usul Hukuku Adı

Detaylı

ÖZET : 353 Sayılı Kanunun 10/^ maddesi uyarınca asker kişi sayılan. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ CEZA BÖLtMÜ. sanıkların askerî cezaevinde işledikleri

ÖZET : 353 Sayılı Kanunun 10/^ maddesi uyarınca asker kişi sayılan. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ CEZA BÖLtMÜ. sanıkların askerî cezaevinde işledikleri T#'C. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ CEZA BÖLtMÜ ESAS NO î 1988/37 KARAR NO î 1988/38 ÖZET : 353 Sayılı Kanunun 10/^ maddesi uyarınca asker kişi sayılan sanıkların askerî cezaevinde işledikleri suça ait davanın,aynı

Detaylı

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı'na Kürtler Katıldı mı? Atatürk şehitlere ihanet etmiş! DTP'li Muş milletvekili Sırrı Sakık Çanakkale Şehitlikleri'ni gezmiş ve şu açıklamalarda bulunmus: "Bu ülkede burada

Detaylı

Bodrum-Datça Feribot Seferleri Başladı

Bodrum-Datça Feribot Seferleri Başladı Bodrum-Datça Feribot Seferleri Başladı Yasal düzenlemeler tamamlanmadığı için bir süredir aksayan Bodrum ile Datça arasındaki Feribot seferleri karşılıklı olarak başladı. Muğla Büyükşehir Belediyesi, Bodrum-Datça

Detaylı

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 19 EKİM 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi

Detaylı

ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ. Tarih Aralığı: 13.04.2016-15.04.2016. Haber Sayısı: 31

ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ. Tarih Aralığı: 13.04.2016-15.04.2016. Haber Sayısı: 31 ANTALYA İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Tarih Aralığı: 13.04.2016-15.04.2016 Haber Sayısı: 31 İÇİNDEKİLER No Yayın Tarihi Yayın Adı Haber Başlığı Sayfa No 1 15.04.2016 AKDENİZ GERÇEK GARİP BİR CİNAYET DAVASI 3 2

Detaylı

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili KASIM 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Akdeniz Karaduvar Mahallesinde muhtarları

Detaylı

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu

TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK'dan Sınır Ötesi IŞİD Operasyonu TSK Müşterek Özel Görev Kuvveti ve koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye'nin Cerablus bölgesinin IŞİD'ten geri alınması için operasyon başlatıldı 24.08.2016 /

Detaylı

T.C NEVŞEHİR VALİLİĞİ İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

T.C NEVŞEHİR VALİLİĞİ İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ ADI 1 2 3 2911 Sayılı Kanuna Göre Yapılan Kapalı Yer Toplantısı 2911 Sayılı Kanuna Göre Yapılan Açık Hava Toplantısı ve Gösteri Yürüyüşü Konferans, panel, tören, şenlik v.b toplantılar 13 Mart 2014 tarih

Detaylı

DİĞER NOKTALAMA İŞARETLERİ

DİĞER NOKTALAMA İŞARETLERİ DİĞER NOKTALAMA İŞARETLERİ 1. ÜÇ NOKTA 1. A latı olarak ta a la a ış ü leleri so u a ko ur: okaklarda kadı lar, eşeyle orada oraya koşuştura ço uklar, keyifli ge çler e i ir yakalarsa 2. Açık yazıl ak

Detaylı

HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU

HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU 6 6 HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU Kavramlar Tebligat Kanunu Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ Günlük Haber Bülteni 09.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.sondakika.com.tr Tarih: 08.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi :www.haberler.com.tr Tarih: 08.02.2015 İNTERNET

Detaylı