PSİKOLOJİ KULÜBÜ BÜLTENİ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "PSİKOLOJİ KULÜBÜ BÜLTENİ"

Transkript

1 PSİKOLOJİ KULÜBÜ BÜLTENİ Sayı: 5 İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Yrd. Doç. Dr. Özge SOYSAL EDİTÖR Yrd. Doç. Dr. Özge SOYSAL YAYIN KURULU Samet Hakan UZUNLAR Umur Yiğit NURAL Sevinç Beyza TOKTAY Berker GONCA Taner TÜRKER Kapak Görseli: Jacques LACAN Kapak Tasarımı ve Sayfa Düzeni: Sultan ÖZER Yayın Türü : Yerel Süreli Basıldığı Yer : G.M Matbaacılık ve Tic. A.Ş Yıl Mah. MAS-SİT 1. Cad. No: 88 Bağcılar - İstanbul Tel: 0(212) Faks: 0(212) Basıldığı Tarih : Nisan 2015 ISSN : Yönetim Yeri : İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümü Ataköy Yerleşkesi, Bakırköy / İSTANBUL Tel: 0(212) Faks: 0(212) e-posta: o.soysal@iku.edu.tr 1

2 İÇİNDEKİLER Jacques Lacan ın Öğretisinin, Mantıki Zaman Diyalektiği İ çerisinde Topolojisinin Üçlü Düzeneğinden Geçerek Anlaşılmasi Üzerine Umur Yiğit NURAL / 4 Jacques Lacan nın Kuramında Dilin Önemi Tuğçe EVİRGEN / 10 Türkçe de Lacan Enes BİLGİ / 18 Sinemada Bakışın Gerçeği: Todd Mcgowan la Arzu, Zevk ve Özneye Dair Zeynep ÖZEN BARKOT / 20 Kültürlerarası Çalışmalar II: Postmodernite ve Öznellik Uluslararası Etkinliğinden İzlenimler Enes BİLGİ, Saime BİRCAN SAK / 33 Üniversite Öğrencilerinin Stres Düzeylerinin Nevrotik Eğilim, Yaşam Yeri, Üniversite Türü, Bölüm ve Şehir Memnuniyeti Bakımıdan İncelenmesi Ayşegül ÇELİK & Kevser ADEMHAN / 38 Engellilerin Psikolojisinin ve Derin Sanat Algısının, Engelliliğin Terminolojik ve Sosyokültürel Boyutlarıyla Ele Alınması Kevser ADEMHAN / 42 Müziği Takiben, Müziği Aracı Kılarak: Adnan Çoban İle Müzik Terapisi Üzerine Melike ADLI / 46 Elektronik Psikoterapist Samet Hakan UZUNLAR / 48 Patty Wooten İle Hastane Palyaçoluğu Üzerine Gizem ÖNEN, Tuba AKTÜRK / 51 Duyurular / 53 Aşkta Eksikli Olmak (Dilara ELİTAŞ) 25 Anne Çocuk Arasındaki Ayrışmaya İzin Vermeyen Simbiyotik Bağ Üzerine Bir Bakış (Sevinç Beyza TOKTAY & Aslı YÜKÇÜ) 13 Türkiye de Lacancı Kuram ve Pratiği (Enes BİLGİ, Özge SOYSAL Pınar ARSLANTÜRK, Umur Yiğit NURAL) 28 Yangın Alarmı Yangından Kötü müdür? (Ece Naz ERMİŞ) 35 2

3 Editörün Gözünden Dergimizin 5. Sayısını çıkarmaktan ve bu sayının Lacancı psikanalize ve Türkiye deki yansımalarına ayrılmasından ayrı bir mutluluk duyuyoruz. Yazıların çoğunluğu yine öğrencilerimize ait. Ve gururlandırıcı biçimde cesur ve nitelikli yazılar. Kendi düşüncelerinin gelişimini bazen çok da çetrefilli olabilecek konulara cesaretle eğilerek yazıya dökmek günümüzün akademik ortamında ne kendiliğinden ne de kolay. Kurama dair merak, kavramları anlamak, birbirleriyle bağlamak, farklı yorumlarla karşılaşmak, okumalarda derinleşmek, yeni bir dil öğrenmek (hem kuramsal dil hem de yabancı dil anlamında) ve bunların her biri için süreğen bir çaba sarf etmek Çok emek. Adım adım ve temkinlilikle alınan uzun bir yol. Acele etmeden, çalışarak ve bekleyerek Umur Yiğit Nural ın yazısı Lacan ın mantıki zamanlarının içinden geçerek, öznel bir söz söyleyebilmenin bekleyebilme kapasitesi olmadan olası olmadığını gösteriyor adeta. Günümüz kurumsal ve akademik yaşantılarında, klinik uygulamada en çok zorluk çekilen aşama bu olsa gerek. Bekleyebilmek. Kestirmeden gitmenin, türlü olmak lar telaşının ve bunların hepsini destekleyen, hiçbir derinliği, inceliği, sistemi, üslubu bulunmayan çiğ bir toplumsal söylemin içine düşmemeye çalışmak hayli enerji gerektiriyor. Zira hangi mecra olursa olsun giderek değersizleştirilen, mekanik prosedürlere indirgenen uzun soluklu, düşünsel ve kavramsal çalışmalar bu işlerle uğraşanları akıntıya karşı kürek çekilen bir yalnızlığa da itiyor. Görünen köyün kılavuz istemediği böylesi bir ortamda yine de yazmaya ve okumaya gönül vermek, hele ki yaygınlaşmak adına giderek daha da kolaycı popülist bir söyleme ve öğretiye bürünen psikoloji camiasında psikanalize, Lacan ın kuramına ve kliniğine merak sarmak ancak alkışlanıp, desteklenebilir. Bu sayının ve dosya konusunun bizim için önemi yaklaşık altı senedir Üniversitemizde psikanaliz, özellikle de Lacancı psikanaliz alanında yaptığımız çalışmaların meyvesini özgün bir çalışmayla alabiliyor olmak ve dahası bunun ancak hatırı sayılır süreğen bir emek karşılığında alınan bir ürün/ ürünlerden biri olduğunu hatırlatmanın etik sorumluluğunu taşıyabilmek. Dergimizde yer alan Türkiye de Lacancı kuram ve pratik konulu söyleşi daha geniş kapsamlı olarak hem Türkiye ye has birtakım zorlukları, hem de yine yaklaşık yedi senedir bu özel alanda yapılan çalışmaları ve nasıl ilerleyebileceğini ele alıyor. Dergimize yazılarıyla katkı sağlayan, aktarmanın önemine inanan yazarlarımıza ve hazırlık aşamasında emeği geçen öğrencilerimize, YABA birimine, psikoloji bölümü çalışanlarına içten teşekkürlerimi sunarım. Özge SOYSAL Editör 3

4 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları JACQUES LACAN IN ÖĞRETİSİNİN, MANTIKİ ZAMAN DİYALEKTİĞİ İÇERİSİNDE, TOPOLOJİSİNİN ÜÇLÜ DÜZENEĞİNDEN GEÇEREK ANLAŞILMASI ÜZERİNE Umur Yiğit NURAL * u anda sizlere açıklayamayacağım Şnedenlerden dolayı içinizden birini serbest bırakmalıyım. Eğer kabul ederseniz, seçim yapmak için bir test yapacağım. Şu anda burada üç kişisiniz. Elimde renkleri bakımından birbirinden farklı, üçü beyaz ve ikisi siyah olmak üzere toplamda beş adet disk var. Her birinizin omuzlarının arasına bir disk sabitleyeceğim ve bu diskin rengini bilmiyor olacaksınız. Sizin dışınızdaki iki mahkûm sahip olduğunuz diski görebilecek ama kendi diskinizi görmek size yasaklı olacak. Sahip olduğu diskin rengini bilen kişi bu kapıdan çıkıp gidebilecek. Ayrıca verdiğiniz kararı mantıki bir temele dayandırmalı ve olasılık düzeyinde kalmadan açıklamalısınız. Koşullar üç mahkûm tarafından da kabul edilir ve tüm mahkûmlara beyaz disk takılır, siyah diskler kullanılmaz. Mahkûmlar bu problemi nasıl çözerler? 1 Jacques Lacan, 1945 yılında üç mahkûmun yazgılarını değiştiren bu mantıki oyunu kuramına dâhil eder ve yine bu oyundan yola çıkarak kendi mantıki zamanının diyalektiğini geliştirir. Lacan, öznelerin kendi sırtlarındaki renkleri nasıl bir düşünce tarzıyla bilebildiklerini incelediği makalesinde, üç farklı an ya da zaman belirler: Görmenin anı, anlamanın zamanı ve kararın anı. Biz bu metinde, Lacan ın bizzat belirlediği an ve zamanları nasıl açıkladığını anlatmadan önce, soracağımız şu soruyla bakışımızı farklı bir yöne çevirmeye çalışacağız: Lacan ın mantıki zaman(lar)ı, * Psikolog onun tüm yapıtını kat etmekte midir? Lacan, 1963 yılında Baba-nın-Adları Seminerine henüz başlamışken, Uluslararası Psikanaliz Birliği nin sansür ve yasaklarına maruz kalmış, bir sonraki Seminerinin ilk bölümüne de adını verdiği gibi aforoza uğradığını dile getirmiştir 2 : Dolayısıyla burada bana yapılan, başka bir kurumda büyük aforoz adı verilen cezaya benzetilebilir. (...) ve Spinoza da aynen böyle aforoza uğramıştır. Aforozdan bir yıl sonra, Baba-nın-Adları seminerinin bir yerine geçeni olarak Freud un dört temel kavramını (bilinçdışı, tekrarlama, aktarım, dürtü) işlediği Psikanalizin Dört Temel Kavramı Semineriyle birlikte Lacan ın dümenini farklı sulara çevirdiğini görürüz. Ünlü psikanalistin yapıtının bir bükülmeye uğradığı bu dönemin öznenin içinden geçmeye yazgılı olduğu ergenlik dönemine benzetilmesi pek de yanlış olmayacaktır; üstelik tam da Baba-nın-Adları ndan bahsediyorken... Lacan, bir yandan Freudcu kuramın ana hatlarını yeniden belirginleştirmeye çalışırken, bir yandan da 60 lardan bu yana üzerine eğildiği Gerçek sorusuyla uğraşmaktadır 3. Ergenin bir zamanlar üzerini imgeyle kaplamış olduğuyla, yani zevkle ** ve kadınsıyla *** yeniden karşılaşması gibi, Lacan da bu dönemden itibaren Gerçek sorusu üzerine yoğunlaşacaktır. Otuz yıllık Lacan öğretisini belirli enstanslara ayırarak incelemek ne kadar doğrudur bilinmez ancak biz onun kuramının bükülme yaşadığı önemli anları, kuramına ve psikanalize damgasını vurmuş kavram- ** Bu kavram (jouissance) haz (plaisir) kavramından tamamen farklıdır. İlgili okumalar için referans kitaplar: J. -D. Nasio, Psikanalizin Yedi Temel Kavramı (2006) ve Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders (2007), İmge Yayınları. *** Bilinçdışında yalnızca bir delik olarak varsaydığımız, kökensel olarak bastırılan ve fallik sınırın da ötesinde oluşan ruhsal kısım. 4

5 ları daha iyi anlayabilmek için Lacan ın öğretisini mantıki zamanın diyalektiği içerisine yerleştirmeye çalışacağız. J. D. Nasio, Lacan öğretisinin ilk on senesinin İmgesel, sonraki on senesinin Simgesel ve son on senesinin de Gerçek alanına yazılabileceğini öne sürer 4. Burada bizim için önemli olan nokta, Eric Porge un da dile getirdiği gibi, Lacan ın yapıtının aforozdan sonra başlangıcına geri döndüğüdür 5 (Şekil 1). Lacan ın gerçekleştirdiği bu geri dönüş, Gerçek sorusunu başlangıca yerleştirmemize de olanak tanımaktadır. Lacan ın geri dönüşüyle birlikte, ilk 12 seneye yayılan çalışmalarının üzerine katlanan yeni bir dönemin başladığını görürüz. Bu nedenlerden dolayı, mantıki zamanın ilk anı olan ve Gerçeğin alanına yerleştirebileceğimiz görme anını, Lacan ın öğretisinin de ilk enstansı olarak ele almaya çalışacağız. Şekil 1 Şekilde de görebildiğimiz gibi Lacan ın öğretisini enstanslara ayırmaya çalışmak zordur; çünkü seminerleri ve metinleri iç içe geçmiş, birbirine bağlı, bütün bir yapı halinde bulunmaktadır: Neredeyse bir Möbius bandı gibi 1. Görme Anı, Lacan da Gerçek Mantıki zamanın bu ilk anında, her mahkûm karşısında beyaz diske sahip olan diğer mahkûmları görür. Bahsedilen ilk an, yani görmenin anı, herhangi bir anlamdan muaf ve aslında betimlenemez olan andır da. Görme anını tanımlamak için Lacan ın 1949 yılında kaleme aldığı Benin **** (Je) İşlevinin Kurucusu Olarak Ayna Evresi 6 metninde yer alan, ideal-benin oluşumunun öncesindeki zamana denk gelen ve kaçak bir an (un moment fugitif) olarak tarif edebileceğimiz duruma göz atmamız gerekecektir. Bebeğin aynada gördüğü, henüz sınırlandırılmamış ve bastırılmamış olan bedenin Gerçeğidir. Aynada beliren imge, radikal olarak farklı olan ve öznenin kendisine dair algılamadığı soğuk bir imgedir. Bebeğin aynada karşı karşıya geldiği, Freud tarafından itki kuramı ile **** Öteki [Autre] özneyi belirleyen, ona dışsal olan ve simgesel Büyük Öteki. ortaya atılan (das Ding), daha sonra Lacan tarafından la Chose olarak adlandırılandır 7. Görme anının, öznel bir sözcelemenin (énonciation) değerini taşımayan edimin anına denk düştüğünü belirtelim 8. Mantıki zamanın bu ilk perdesinde, gösterenin Simgesel işlevinin etken olmadığını söyleyebiliriz; çünkü bu aşamada henüz gösterenler zincirine yazılmış bir özneden bahsetmiyoruz. Zaten görme anını Gerçeğin alanına yazma sebebimiz de budur: Gerçek simgeselleştirilemeyen ve gösterilemeyendir. Lacan ın Ayna Evresi nin ikinci aşamasında, aynanın karşısında yansımasına bakan ve şaşıran bebeğin yanında annesinin olduğunu ve annenin şaşıran bebeğine eşlik ettiğini eklememiz gerekir. İşte tam da bu anda görme anı ile anlama anının çarpıştığını ve iç içe geçtiğini dile getireceğiz. Bebek, annesinin arzu dolu bakışı altında, parçalanmış bedeninin yerine bütünlüklü beden imgesini bir anlığına olsa da görür. Annenin arzu dolu bakışı eksikliği dâhil edecek ve bebek annesinin arzusu ile karşılaşacaktır şimdi. Bebeğin ilk Ötekisi ***** olan annenin bebek tarafından eksikli bir varlık olarak tanınması İmgeselde bir delik açar ve biz bu deliğin Gerçeğin kendisi olduğunu söyleyeceğiz. Aynadan yansıyan görüntü annenin arzusuyla aktarılan ve bebeğin de olmak istediği görüntüdür. Tam da bu aşamada çocuk annenin imgesel fallusuna özdeşleşmiştir. Lacan, Bilinçdışının Oluşumları adlı eserinde yer verdiği R Şeması nda imgesel fallus kavramına değinir. İmgesel fallus, imgedeki deliktir ve imge daima gerçek bir parça içerir 9. Bu gerçek parça, bilmeye muktedir olamayacağımız, temel olarak bastırılmak durumunda olan ve bilinçdışının da dışına atılan bedenin Gerçeğidir. İmgede açılan bu delikte, Lacan ın meşhur nesnesi, arzunun kayıp nesnesi olan nesne a yer alır. Çocuğun annesinin imgesel fallusu konumunda var olduğu bu dönemde, çocuk bahsedilen eksikliğe özdeşleşmiştir ve henüz kayıp deneyimini yaşantılamamıştır. 2. Anlamanın Zamanı, Lacan da İmgesel İkinci zaman, yani anlamanın zamanı, Lacan ın kendi deyişiyle meditasyonun anı dır. Öznenin, bir önceki anda kendi varlığıyla ilgili çıkarsayabileceği hiçbir şey yoktur. Ardından varlığına dair bir şüpheyle karşılaşır ve üç mahkûm örneğinde de olduğu gibi ***** Öteki [Autre] özneyi belirleyen, ona dışsal olan ve simgesel Büyük Öteki. 5

6 kendisinin hangi renge sahip olduğunu düşünmeye başlar. Anlamanın zamanında imgesel bir özdeşimden ve öznenin Ötekide tanınmasından bahsedebiliriz. Anlamanın zamanı Ayna Evresi nin paralelinde işler gibi görünmektedir. Ayna Evresi nin ikinci etabında, çocuk ben olmayan ben ile karşılaşır. Özne bu sırada benzer bir ötekinin varlığını tanır. Çocuğun sevinçle (jubilation) aynadaki imgeye baktığını görürüz. Ayna Evresi nin üçüncü aşamasında, çocuğun ilk Ötekisinin aynadaki yansımayı işaret ederek Bu sensin! adlandırmasını yapmasıyla birlikte, iki öznenin konumlarında bir farklılık gerçekleşir. Lacan makalesinde şöyle yazar: Ben (Je), ötekiyle özdeşleşmenin diyalektiğinde kendini henüz nesnelleştirmeden ve öznellik işlevini dil yoluyla evrensel düzeyde yeniden kazanmadan önce, özünü ilk biçimiyle simgesel dölyatağında çökeltmekle oluşturmaktadır... Sözü edilen bu ilk biçim idealben dir ve bu aynı zamanda ikincil özdeşimlerin de kökenidir 10. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, imgeyle karşılaşma ve benliğin (je) oluşması bir kayıp pahasına olacaktır; bu kayıp kaybedilen anneye dair zevktir. Bir önceki bölümde, Gerçeği anlatırken, onun imgede açılmış bir delik olduğunu söylemiştik. İşte kayıp bu deliğin karşısında verilir; kaybedilen hem annenin hem de çocuğun arasına düşen, ikisi için de eksikli kalacak olan, arzunun kayıp nesnesidir. Lacan, Ayna Evresi nin tümünün bir dram olduğunu yazar. Dram, bedenin parçalarına ayrılmış imgesiyle başlayan bu görüntülerin giderek ortopedik bir hal almasıyla, yani bir bütünlük kazanmasıyla birlikte son bulur. Bundan böyle zevk bütünüyle kaybedilecek ve bedenin Gerçeği bastırılacaktır. Ayrıca kaybedilen nesnenin, başka bir ifadeyle arzunun kayıp nesnesinin üzerinin imgeyle kaplandığını ve bundan böyle öznenin Ötekiyle ilişkilerini belirleyen temel özdeşimin Lacan ın öğretisinde i(a) şeklinde temsil edildiğini belirtelim. Bebeğin aynada gördüğü beden, Ötekinin bakışının ve sesinin ürettiği, onun arzusundan geçerek oluşturulmuş imgesel bir bütünlüğe sahiptir. Anlatılanları daha iyi anlamak için Lacan ın Optik Şema yı örnek olarak gösterdiğini belirtelim (Şekil 2). Şekil 2 Bu bölümde benin ve İmgeselin kesiştiği yerin altını çizmek istiyoruz. Nasio, imgelerin parça parça bir yapıda bulunduklarını (yani bir bütün imgeden bahsedemeyeceğimizi) ve bu parçaların soğanın kabukları gibi katman katman olduklarını dile getirir. Ruhsal enerjinin, Lacan daki zevkin itici gücünün, bu imgelerden geçerek ruhsal bütünlüğü, yani beni oluşturduğunu da ekleyecektir. Arzunun kayıp nesnesini de katman katman örten imge i(a), nesne yatırımında itici bir güç olarak rol oynayacaktır. Mantıki zamanın ikinci etabında, her mahkûm öteki mahkûmların davranışlarını ve hareketlerini gözler, onların sergiledikleri davranışlara göre de kendi konumunu belirler. Lacan bu etabı karşılıklılık seviyesinde görür. Buradaki mantık şudur: Eğer ben siyahsam, diğerleri hiç beklemeden çıkacaklardır! ****** Çünkü bir siyah ve iki beyaz olasılığı karşısında, beyaz diske sahip iki mahkûmun karşılarında bulunabilecek siyah diske sahip mahkûmdan yola çıkarak yapacakları mantıki çıkarım şöyle olacaktır: Karşımdaki mahkûmda siyah disk var, diğerinde ise beyaz disk, peki ya bendeki? Eğer bende de siyah disk olsaydı, beyaz diske sahip olan mahkûm hiç beklemeden çıkardı. Beyaz diske sahip olan mahkûm odadan çıkmadığına göre bendeki diskin rengi de beyazdır. Öyleyse ben beyaz diske sahip olduğumu söyleyerek odadan ayrılabilirim! Her mahkûm, beyaz diske sahip iki mahkûm karşısında Acaba ben siyah diske mi sahibim? korkusunu yaşar. Sonuçta her mahkûm, bilinçdışı olarak siyah diske sahip olma korkusu ile odadan ilk ayrılan olma arzusu arasında bir bölünme yaşar. Burada benin (je) oluşumuna dair bir bilgi yakalarız. Zaten Lacan da bu bilgi ile Ayna Evresi arasında bir bağ kurar. Annenin Bu sensin! adlandırmasının simgesel bir işlevinin olduğunu eklememiz gerekmekte. Bu ****** Mantıki oyunda, disklerin yerleştirilme düzeneğinde mümkün olan üç olasılık bulunmaktadır: 6

7 adlandırmanın çocuğu fallik mantığın içerisine yazdığını söyleyebiliriz. Bahsettiğimiz bu mantık, arzu diyalektiğinin mantığıdır aynı zamanda. Lacan a göre bu, ideal-benin benlik-idealine (je) dönüşmesidir. Farklılaşmanın aynı zamanda Oidipus i hazırlama işlevinin olduğunu da eklememiz gerekiyor. Sonuç olarak Ayna Evresi nin sonunda zevk bedenin haz bedene evrildiğini, bedenin gerçeğinin bastırıldığını, ideal-benin oluştuğunu, benin (je) simgesel kontürlerinin çizildiğini ve arzu dinamiğinin temellerinin atıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca bu bölümle ilgili dile getirmemiz gereken bir başka önemli şey, anlama zamanının olmadığı bir mantıki zaman diyalektiğinde, karar anına ulaşmanın imkânsız oluşudur. Lacan ın İmgesel dediği düzey ile örtüştürdüğümüz bu zamanın, benin (je) kurucusu olarak Ayna Evresi ile de yakından ilişkili olduğunu gördük ve öznenin içine yerleşebileceği simgesel bir çerçeve olmaksızın sonuncu evrenin işlevsel olması mümkün değildir. 3. Karar Anı, Lacan da Simgesel Görme anını Gerçek düzeyine, anlama zamanını da İmgesel düzeye yerleştirerek mantıki zaman diyalektiğini açıklamaya çalıştık. Şimdi de bu iki düzeye ek olarak üçüncü ve sonuçlandıran, düğümleyen düzeyi ele almamız gerekiyor; yani Simgesel düzeyi. Simgesel düzey üçlünün en temel olanıdır. Gerçek artık sadece Simgeselin söylenemezinin bir ötesi ve İmgesel de, İmgeselin bütün belirimlerinin Simgesel tarafından açıklanabilir ve belirlenebilir olmaları anlamında Simgeselin sadece berisi olacaktır 11. Yani aslında bu üçlünün iki düzeyini de ancak Simgeseli referans alarak okuyabilmekteyiz. Mantıki zaman diyalektiğinin son anı olarak açıklayacağımız karar anını, psikolojik bir öznenin doğuşu olarak da betimleyebiliriz. Ayna Evresi nin, Oidipus karmaşasını hazırlayıcı bir işlevinin olduğunu dile getirmiştik. Oidipus karmaşasının dilsel bir operasyon olduğunu ve karmaşanın sonucunda da bilinçdışı öznesinin kurulduğunu söyleyebiliriz 12. Buradan yola çıkarak, öznenin Simgeselin ürünü olduğunu, eksikliğin etkisi olarak oluştuğunu ve eksikliğin üç biçiminden geçerek kurulduğunu da eklememiz gerekiyor: Hayal kırıklığı (frustration), yoksunluk (privation) ve kastrasyon (castration). Ayrıca bilinçdışının koşulunun öznenin kuruluşu olduğunu ve öznenin gösterenler zincirinde yer aldığını dile getirelim. Oidipus karmaşası, Freud un kuramında anne, baba ve çocuk arasında cereyan etmektedir. Lacan, bu üçlüye fallus kavramını da ekleyecektir. Böylece Lacan ın kuramında Oidipus karmaşası anne, çocuk, fallus ve baba arasında gerçekleşir. Oidipus in birinci zamanı, anne - çocuk füzyonu olarak adlandırılabilir. Görmenin anı ve anlamanın zamanı bölümlerinde anne - çocuk arasındaki İmgesel ilişkinin önemine daha önce değinmiştik. Bahsettiğimiz evrenin ideal-bene yani birincil narsisizme denk geldiğinin altını çizmemiz gerekmektedir. Bu evrede babanın işlevi örtüktür ve süreç anne, çocuk ve fallus arasında geçer. Ötekinin (yani annenin) eksikliğine özdeşim kuran çocuk, annenin fallusu olma ya da olmama evresindedir. Çocuk, talep etmeksizin tüm ihtiyaçları karşılanandır. Oidipus in ilk zamanına damgasını vuran hayal kırıklığıdır (frustration) ve hayal kırıklığının eksikliğinin İmgesel, nesnesinin de Gerçek olduğunu söyleyelim. Lacan, bu dönemde çocuğun kendi iyiliğini sağlamak için annenin egemenliği altına girdiğini dile getirir. İhtiyacı giderilemeyen çocuk, bundan böyle ihtiyaçları için anneden talepte bulunmak zorunda kalacaktır. Ayrıca çocuk Annem benden ne ister? sorusunu soracak ve arzu diyalektiğinin içine yazılmaya başlayacaktır. İşte biz burada annenin yokluğunun bir sonraki zamana geçişte büyük önem taşıdığını vurgulamak istiyoruz. Oidipus in ikinci zamanı babanın, yasanın temsilcisi olarak ortaya çıkışı olarak adlandırılabilir. Bu yasa evrensel ensest yasağıdır. Annenin, sözü ve bakışıyla birlikte babayı imgesel ilişkiye dâhil etmesinden itibaren, Lacan ın deyişiyle babanın çocuğa Annenle yatamazsın! 13 mesajını ilettiğini söyleyebiliriz. Çocuğun burada karşılaştığı eksikliğin Gerçek, nesnesinin de Simgesel olduğunu ve yoksunlukla (privation) yüz yüze geldiğini belirtelim. Burada babanın bir rakip olarak ortaya çıktığını, ardından Simgesel bir fail olarak anne - çocuk arasındaki İmgesel ilişkiyi kestiğini söyleyebiliriz. Çocuk annenin arzusunun nedeni olan babayı keşfedecektir şimdi. Bundan böyle çocuk, annesiyle arasındaki İmgesel bağı koparan babanın Simgesel işlevinin altında ezilir. Biz bu işlevi Baba-nın-Adı göstereninin metaforik işlevi olarak adlandıracağız. Oidipus in üçüncü ve son zamanında, baba fallusa sahip olan olarak belirir. Bu evrede çocuk, fallus olmaktan fallusa sahip olmaya doğru bir geçiş yapacaktır. Biz Oidipus in üçüncü zamanını bir çıkış ve bilinçdışı öznesinin doğuşu olarak görüyoruz. Simgesel düzeyden yola çıkarak, bu evrede Oidipus karma- 7

8 şasının temelinde yatanın kastrasyon karmaşası olduğunu söyleyeceğiz. Bu evreyi bir örnekle açıklayalım. Burada, Freud un Haz İlkesinin Ötesinde adlı makalesinde, torununa dair gözlemlerinin yer aldığı bölüme dikkat çekilebilir. Annesinin yokluğunda onu makaraya sarılı bir iple temsil eden çocuk, makara perdenin arkasında yok olduğunda fort (gitti) sesi çıkarmakta ve makarayı yeniden görünür hale getirdiğinde ise da (orada) sesi çıkararak bu ortadan kaybolma ve geri gelme oyununu gerçekleştirmektedir. Freud, bu gözlemin ardından ilk olarak bu oyunun çocuğun büyük kültürel başarısıyla -karşı çıkmaksızın annesinin gidişine izin vermekle gerçekleştirdiği dürtüsel vazgeçme (yani, dürtüsel doyumdan vazgeçme)- ile ilgili 14 olduğunu dile getirir. Bu oyunda, çocuğun annenin yokluğunu tasarladığını görebiliriz. Tam da burada, Lacan ın bir formülüne gönderimde bulunacağız: Bir şey temsil edilmek üzere kaybedilmelidir 15. Böylece annenin arzusunun göstereni, yani G1, kökensel bir bastırmayla birlikte bilinçdışına bastırılacak ve bundan böyle gösterenlerin bilinçdışı işleyişinde belirleyici olacaktır. Bu işlem, failinin Gerçek baba olduğu metaforik bir işlemdir. Kastrasyon karmaşası burada kendini gösterir: Kastrasyonla deneyimlenen eksiklik Simgesel, nesnesi de İmgeseldir. Fort - da oyununda olduğu gibi, metaforik sürecin yeni bir gösteren ortaya çıkardığını (G2) söyleyebiliriz. G2 nin G1 in yerine geçmesi, konuşan ve bölünmüş özneyi (Ø) açığa çıkaracaktır. Öznenin burada, fort ve da temsilleri arasında bölündüğünü söyleyebiliriz. Bölünmenin nedeninin, sürekli kaybedilen ve kaybedilmek zorunda olan, Lacan ın nesne a sı olduğunu belirtelim. Bu son evrede, çocuğun ideal-benden benlik-idealine geçiş yaptığını söyleyebiliriz. İnsanlığın tümünün tabi olduğu eksikliğin göstereni olarak dile getirdiğimiz Simgesel fallus, çocuğun özdeşim kuracağı yer olacaktır artık. Ayrıca Simgesel fallusun bilinçdışında temsil edilebilmesinin koşulunun, Baba-nın-Adı göstereni ile karşılaşılması olduğunu yeniden hatırlatalım. Lacan ın Fallus un Anlamı adlı metninde dile getirdiği gibi, fallusun gösteren olması, öznenin ona ancak Öteki nin yerinde ulaşabileceğini ortaya koyar 16. Ötekinden gelen öznellik, eksikliğin ve Simgesel düzeyin tarafındadır. Üç mahkûm oyununa geri dönersek eğer; bilinçdışı bölünmüş öznenin kurulduğu ve Simgesel düzeyin tarafına yazdığımız zamanın, öznel bir kararın anı olması bizi artık şaşırtmayacaktır. Bilinçdışı öznesinin gösteren tarafından belirlendiğini ve aslında Ne söylediğimi bilmediğim yerde özneyim. formülünün de Hangi renge sahip olduğumu bilmediğim yerde özneyim. şeklinde formüle edilebileceğini düşünüyoruz. Her bir mahkûm, siyah diske sahip olma ya da olmama durumu içerisinde öznel bir konum almakta ve kendisiyle ilgili kesin bir karara varmaktadır. Ayrıca sahip olduğu rengi belirleme sürecindeki her bir öznenin, benzerinden geçtiğini ve aslında gösterenler arasındaki eklemlenmenin (yani Simgesel düzeyin) de özne ve ötekiler arasındaki ilişkiyi kurduğunu belirtelim. Sonuç Mantıki zaman evrelerinin incelenmesiyle birlikte, başlangıçta sorduğumuz soruya geri dönebiliriz: Lacan ın mantıki zaman(lar)ı, onun tüm yapıtını kat etmekte midir? Bu soruya yanıt verebilmek için, Lacan ın öğretisinin tümünün okunması gerektiğini söyleyeceğiz ama eklememiz gereken şey şudur: Lacan ın mantıki zaman(lar)ı, öğretisinin temel kavram ve süreçlerini baştan sona kat etmektedir. İncelememizin odak noktasına oturttuğumuz üçlü topolojinin, Gerçek, İmgesel ve Simgesel düzeylerin, Lacancı kuramın ana hatlarını çizdiğini belirtmek isteriz. Ayrıca öznenin oluşum sürecinde içinden geçmek durumunda kaldığı süreç ve karmaşaların, Lacan ın belirlediği mantıki zaman diyalektiğinde açıklanabilir oluşunun önemli olduğunu düşünüyoruz. Özellikle klinik alanda ıstırabını duyurmaya çalışan özneyle çalışırken, mantıki zaman diyalektiğinin klinisyenin yolunu aydınlatıcı bir işlevinin olduğunu söyleyebiliriz. Tüm bunların yanı sıra, belirlenen mantıki zamanlarda açıklamaya çalıştığımız kavramların kronolojik zamanın düzenini aşarak, geriye dönüşler ve yinelemelerle karşımıza çıktığını gözlemledik. Daha öncesinde de belirttiğimiz gibi, Lacancı kuramın kavramlarıyla çalışmak adeta bir Möbius bandı üzerinde gezinmek gibi... Sonuç olarak, önemli kırılma noktalarından geçtikten sonra ortaya çıkmış olan ve psikanalizin gölgede kalmış kavramlarına açıklama getirmeye çalışan Lacancı kuramın, geçmişten günümüze klinisyenlere, klinisyen adaylarına, öğrencilere, kısacası insan ruhsallığıyla ilgilenen herkese açımlayıcı bir alan sunduğunu söyleyebiliriz. 8

9 Kaynakça 1. Lacan, J. (1945), Le temps logique et l assertion de certitude anticipée: Un nouveau sophisme, Ècrits I içinde, Seuil Yayınları, 1999, s Lacan, J. (1964), Psikanalizin Dört Temel Kavramı, Metis Yayınları, 2013, çev. Nilüfer Erdem. 3. Soysal, Ö. (2009), Başlangıçta zevk vardı..., Monokl Lacan Özel Sayısı içinde, Monokl Yayınları, 2009, s Nasio, J. -D., Jacques Lacan kuramının genel kavramları, Monokl Lacan Özel Sayısı içinde, Monokl Yayınları, 2009, s Porge, E., Les noms du père chez Jacques Lacan, Érès Yayınları, Lacan, J. (1949), Le stade du miroir comme formateur de la fonction du je telle qu elle nous est révélée dans l expérience psychanalytique Ècrits I içinde, Seuil Yayınları, 1999, s Cléro, J. -P. (2002), Lacan Sözlüğü, Say Yayınları, 2011, çev. Özge Soysal. 8. Soysal, Ö. (2010), Une condition de la construction du féminin: La prise en charge de la nostalgie mélancolique de la mère par le discours social, Pr. Serge Lesourd yönt. doktora tezi, Université de Strasbourg/ Öznellik, Bilgiler, Sosyal Bağ Araştırma Ekibi. 9. Nasio, J. -D. (1988), Psikanalizin yedi temel kavramı, İmge Kitabevi Yayınları, 2006, çev. Özge Erşen ve Murat Erşen. 10.Lacan, J. (1949), Psikanaliz deneyiminin ortaya koyduğu biçimiyle özne-ben in işlevinin oluşturucusu olarak ayna evresi Yazko Felsefe Yazıları içinde, 1982, çev. Nilüfer Kuyaş. 11. Cléro, J. -P. (2002), Lacan Sözlüğü, Say Yayınları, 2011, çev. Özge Soysal. 12. Lanneval, M. N., L Œdipe et la castration chez Lacan, 2011 ( uploads/2011/12/mnl-ooidipus-et-castration.pdf) 13. Lacan, J. ( ), Le Séminaire livre V: Les formations de l inconscient, Seuil Yayınları, Freud, S. (1920), Haz ilkesinin ötesinde, Metapsikoloji içinde, Payel Yayınları, 2013, s Dor, J. (1985), Introduction to the reading of Lacan: The unconscious structured like a language, Other Yayınları, Lacan, J. (1966), Fallusun Anlamı, AltıKırkbeş Yayınları, 2013, çev. Saffet Murat Tura. İletişim: u.nural@windowslive.com 9

10 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları JACQUES LACAN NIN KURAMINDA DİLİN ÖNEMİ Tuğçe EVİRGEN * Psikoloji biliminde dilin önemi, Freud ve Breuer in histeri vakalarındaki çalışmalarıyla ön plana çıktı ve psikanalizin doğuşuna zemin hazırladı. Freud un keşfettiği şey, histeriklerin konuştuklarında semptomlarının azaldığı ya da yok olduğuydu. Hastaların akıllarından geçenleri herhangi bir sansüre uğratmadan olduğu gibi aktarmaları, Freud un serbest çağrışım tekniğini bulmasını sağladı. Buradan itibaren psikolojide konuşmak ve dilin önemi üzerinde durulmaya başlandı. Özellikle Freud un Günlük Yaşamın Psikopatolojisi ve Rüyaların Yorumu adlı çalışmalarında dilin insan ruhsallığı üzerindeki etkilerini görmek mümkündür. Lacan, Freud un metinlerinin yeni bir okumasını yaparak ve burada aslında diğer psikanalistler tarafından üzerinde durulmayan, çalışılmayan konu ve kavramları tekrar ele alarak kendi kuramını oluşturmuştur. Lacan kuramıyla ilgili Gerçekten de, benim öğretim basitçe söylersek dildir, kesinlikle başka bir şey değil. 1 diye ifade eder. İnsanların psikoterapiye gelme nedeni, şikâyet ettikleri semptomlarıdır. Semptomu kişinin kendi iradesi dışında ona dayatılan hoşnutsuzluk olarak tanımlayabiliriz. Semptom bir belirti, çözülmeyi bekleyen bir şifredir. 2 Bilinçdışının bilgisine semptomlar aracılığıyla ulaşırız. Kişinin semptomlarını anlatışı ve kendi hikâyesini anlatmaya başladığı andan itibaren meydana gelen bazı beklenmedik durumlarsa deneyim olarak adlandırılan özel anları oluşturur. * Psikolog Deneyim, tam zamanında ortaya çıkan bir olgudur 3. Psikanalist tarafından bir an görülüp kaybolan, hastanın söylediği ama ne söylediğini bilmediği o anlar deneyimi oluşturur. Deneyim bir kem küm etme anıdır, hastanın kekelediği, duraksadığı, sözünün tükendiği anlardır 4. İşte bu anlarda bilinçdışının bilgisine ulaşabiliriz. Psikanalist bu anları takip ederek bilinçdışının bilgisine ulaşır. Bilinçdışının bilgisi ise konuşmalardaki başarısızlıklar sayesinde bulunur. Dil sürçmeleri, sakarlıklar, unutulan sözcükler vs. özneyle ilgili hem en bariz hem de en gizli bilinçdışı bilgileri ele verirler. Lacan, bilinçdışının bir dil gibi yapılandığını 5 bu bilinçdışı oluşumlara dayanarak öne sürmüştür. Freud un Günlük Yaşamın Psikopatolojisi kitabında verdiği Signorelli örneğinde bilinçdışının dil ile olan yapısal benzerliğini görebiliriz. Burada Signorelli sözcüğü unutulmuş, yerine Botticelli ve Boltraffio sözcükleri gelmiştir. Freud un asıl anımsamak istemediği ölüm ve cinsellik üzerine olan düşünceleriyken, başarısız bir bastırma -Freud a göre başarılı bir bastırma, herhangi bir işlevsel rahatsızlık, semptom yaratmayan bastırmadır- sonucunda Orvieto Katedralindeki freskleri yapan ressamın adı olan Signorelli yi unutmuştur. Freud, yol arkadaşlarıyla freskleri konuşmadan önce Bosna Hersek te yaşayan Türklerin ölüm ve cinsellikle ilgili tutumlarından, doktorlarına olan güven ve teslimiyetlerinden bahsediyorlardı. Doktorların hastayla ilgili yapacak bir şey olmadığını söylediklerinde Türklerin cevabı Ne diyelim Herr (beyefendi)? Kurtaracak olsaydınız kurtarırdınız, biliyorum. Bu tümcelerde ilk kez Signorelli ve Botti- 10

11 Luca Signorelli nin Orvieto Katedralinindeki freski celli- Boltraffio ile çağrışımlar dizisine yerleştirilmesi olanaklı olan Bosna Hersek ve Herr sözcük adlarıyla karşılaşıyoruz 6. Ayrıca kısa bir süre önce Freud, Trafio dayken cinsel rahatsızlıklarının düzelmemesi nedeniyle intihar eden bir hastasının haberini almıştır. Freud un deyişiyle Anımsama eğiliminde olmama durumu bir içeriği hedef almıştı; anımsama yetersizliği bir başka içerikte ortaya çıktı. Elbette anımsama eğilimi ile anımsama yetersizliği aynı içerikte bağlantılı olsaydı çok daha yalın bir olguyla karşı karşıya bulunacaktık 7. Buradan itibaren bilinçdışı arzuyu gösteren bastırılmış sözcüğün silindiğini; fakat yok olmadığını; onun yerine geçen sözcük artıklarında yoğunlaşıp, yer değiştirdiğini söyleyebiliriz 8. Bilinçdışı, Lacan ın deyimiyle zayıf bir mantığa sahiptir. Zayıf bir mantık olmasının nedeni bilinçdışının anlamsal olarak yani neden sonuç ilişkisine bağlı olarak işlememesi, sözcüklerin biçimsel benzerliklerine göre işlemesinden kaynaklanır. Bilinçdışı adeta düşünen, ölçen ve yargılayan bir işleyişle çalışır. Signorelli unutuşu bize bilinçdışının dil ile olan ilişkisini göstermesi açısından iyi bir örnektir. Psikanalize gelen kişiler, semptomlarını anlattıklarında, psikanalist sözcüklerin ne anlama (gösterge) geldiğinden çok semptomun biçimsel yanı olan gösteren tarafıyla ilgilendiğinde, görünen içerikten gizil içeriğe doğru yol alınabilir. Heidegger, İnsan dilde ikamet eder. 9 diye ifade eder. Bunun anlamı dilin insandan önce orada olduğudur, bu apaçıktır. İnsan aynı dünyaya doğduğu gibi, dilin içine doğmakla kalmaz, ama dil yoluyla doğar 10. O halde, öznelliğin dille sağlandığını söyleyebiliriz. Psikanalizde bizi ilgilendiren özne nasıl bir öznedir? Burada sözce ve sözcelemenin öznesinden bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Ben ben diyen yani dediği anda fiilen konuşmakta olan kişidir. Bizi ilgilendiren özne, söylemi yaratıyor olarak özne değil, ama söylem tarafından yaratılıyor olarak özne ve fare gibi kapana kısılan, sözcelemenin öznesidir 11. Son olarak Lacancı Psikanalizin kendine özgü diline girme sürecinde yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum. Lacan a dair kavramların yerli yerine oturtulması zordur. Üniversitede aldığım dersler sırasında çeşitli makaleler ve kitapları okuyarak derslerde gördüklerimi pekiştirmeye çalışmıştım. Çeşitli okumalar yapmak ve bunlar üzerinde düşünerek bu dile giriş 11

12 yaptığımı söyleyebilirim. Bu süreçte günlük yaşamdaki olayları kuramla bağdaştırarak kavramları daha iyi özümsediğimi fark ettim. Mesela kendi deneyimlerimden yola çıkarak, karşılaştığım otistik bir vakada onların aslında dile giremediklerini fark ettim. Göz kontağı kuramama, adı söylendiğinde bakmaması, kendisinin kim olduğunu bilmemesi aslında en temel gösterenlerden biri olan adın çocuğun ruhsallığında yer alamadığını, çocuğun kendi adına ve imgesine özdeşim kuramadığını bana düşündürttü. Doğumdan önce anne ve babanın düşleminde var olan çocuk, doğumdan sonra artık gerçeklikte ve dilin simgesel düzleminde de var olmaya başlıyor. Hem simgesel hem de imgesel varoluş, çocuğa adın konulmasıyla başlar. Daha sonra bebeğin çevresiyle ilk ilişkiye girişinin annesiyle olduğunu görüyoruz. Bebeğin ağlaması, annenin onu kucağına aldığında annenin bedeniyle olan temas, bebeğin Ötekiyle olan ilk iletişimidir. İlerleyen zamanlarda bu iletişim biçiminin daha yüksek bir basamağa yani dile geçmesini bekleriz. Dile geçiş, konuşma yetisinin kazanımı ruhsallıkta özne olmaya, özne olabilmeye dair bir geçişin habercisidir. Öğrenme sürecinde fark ettiğim şeylerden bir diğeri de kavramların birbirine eklenerek ilerlediğiydi. Derslerde gördüğüm kavramlar arttıkça, kuramın genelini anlamamın daha da kolaylaştığını söyleyebilirim. Bu yüzden kuramı öğrenmek isteyenlere tavsiyem, başlangıçta anlaması çok zor olsa da, kuramdaki konularla ilgili bol bol okuma yapmaları ve bunun bir süreç içinde geliştiğini hatırlayarak sabır ve emek göstermek gerektirdiğidir. Kaynakça 1. Lacan, J., Benim Öğrettiklerim (1968), Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, Murat Erşen (çev.). 2. Soysal, Ö., Psikoterapi Yöntemleri Yayınlanmamış Ders Notları, Nasio, J.D., Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders (1992), İmge Kitabevi, Ankara, 2007, Özge Erşen - Murat Erşen (çev.). 4. Nasio, J.D., Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders (1992), İmge Kitabevi, Ankara, 2007, Özge Erşen - Murat Erşen (çev.). 5. Nasio, J.D., Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders (1992), İmge Kitabevi, Ankara, 2007, Özge Erşen - Murat Erşen (çev.). 6. Freud, S., Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1904), Payel Yayınları, İstanbul, 2003, Şemsa Yeğin (çev.). 7. Freud, S., Günlük Yaşamın Psikopatolojisi (1904), Payel Yayınları, İstanbul, 2003, Şemsa Yeğin (çev.). 8. Erşen, Ö., Günümüz Psikopatolojilerinde Günümüz Söylemi Bağlamında Lacancı Bir Bakış Psikanaliz yazıları 12, Bağlam Yayınları, İstanbul, Lacan, J., Benim Öğrettiklerim (1968), Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, Murat Erşen (çev.). 10. Lacan, J., Benim Öğrettiklerim (1968), Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, Murat Erşen (çev.). 11. Lacan, J., Benim Öğrettiklerim (1968), Monokl Yayınları, İstanbul, 2012, Murat Erşen (çev.). 12

13 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları ANNE ÇOCUK ARASINDAKİ AYRIŞMAYA İZİN VERMEYEN SİMBİYOTİK BAĞ ÜZERİNE BİR BAKIŞ Sevinç Beyza TOKTAY * Aslı YÜKÇÜ ** [ ]Bu ülkenin hiçbir yerinde rastlantıya yer yoktur; üzüntü, açlık, susuzluk da yoktur; çünkü gördüğün her şeyi ölümsüz yasa düzenler, yasaya uygundur her şey, yüzüğün parmağa uzanması gibi; bu nedenle bu ruhların gerçek yaşama vaktinden önce gelip de, kiminin iyi kiminin kötü bir yer bulmasını sine causa (nedensiz) sanma Dante, Cennet, XXXII (52) İnsan yavrusu, doğumundan önce kendisiyle ilgili kurgulanan bir takım imgelerin, hayallerin, dilin ve toplumsal kuralların yani simgesel bir ağın içerisine doğar. Ayna birlikteliğine kadar, parçalı, ruhsallığın kırıntılı imgelerini barındıran, beden imgesinin henüz oluşmadığı, bütünsellikten yoksun, aynı zamanda bakışın, sesin ve sözcüklerin varlığıyla da iç içe olduğu bir toz halindedir. Bebeğin ilksel uyarılma-doyum evresinde olduğu, annenin ruhsallığında yıkandığı, imgesel fallusu konumuna yerleştiği, ilk aşkın tüm güçlülük yanılsamasıyla beslenen, henüz özne ve nesnenin ayrışmadığı, dil öncesi, herhangi bir yasanın bu arkaik zevki sınırlamadığı dolayımsız bir bağın içerisindedir. * Psikolog ** Psikolog Bebek, yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmek için anneye bağımlı bir haldedir ve yaşamla olan ilk bağını annenin imgesel fallusuna özdeşim kurarak oluşturur. Yaşamın ilk aylarında bebek için anne, her yerde olan, onun tüm ihtiyaçlarına cevap veren, bebeği için sürekli hazır bulunduğu, her zaman ilgi gösteren ve gözeten dolaysız bir ağın öznesidir. Bebek kendisini annesinin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir; adeta annesinin bir uzantısıdır (ilerleyen satırlarda bu konu örneklendirilecektir). Her ikisini birbirinden ayrı düşünmek olası değildir; anne-bebek bütünlüğü vardır. O halde diyebiliriz ki bebeğin ilk ilişki kurduğu anne, kendi gerçek annesi değil, imgelenmiş, idealize edilmiş bir annedir. Bebeğin tüm taleplerini karşılayan, bütün eksiklikleri kapatan, tümgüçlü bir annedir. İlişkilerinde simgesel Üçüncü henüz örtük olarak bulunmaktadır. Annenin imgesel fallusuna yerleşen bebeğin, nesnelerle ilişki kurabilmesi için eksikliği deneyimlenmiş olması gerekmektedir. İlk etapta bebeğin anneye yönelttiği çağrı çığlığı, anne tarafından açlık, susuzluk, şefkat olarak yorumlanıp cevap bulacaktır. Daha sonrasında annenin bebeğinin isteklerine verdiği gecikmeli cevaplarla bebek, ilkel sözünü söyleyecek ve kendini duyuracaktır (Nasio, 2007; 31). Böylelikle anneye yöneltilen talebin her zaman yanıt bulmaması, ihtiyaç ve talep arasında bir yarık oluşturacak ve buradan bilinçdışı arzu doğacaktır. Bu arzu, bastırılmak zorunda olan annenin bütün bedenine sahip olma ensest arzusudur. Böylece annenin kendi gerçek varlığının da ötesinde, çocuk, annenin eksikli oluşuyla karşılaşır. Annenin imgesel doyum fallus- 13

14 dördüncü ve altıncı aylar ila sekizinci ve on ikinci aylar arasında görülmeye başladığını ve bunun kişiden kişiye göre değişebilecek bir zamansallığı barındırdığını vurgular (Winnicott, 2013; 22). Pablo Picasso, Rose Period gereksiniminin simgesi olan gerçek çocuk, fallusun yani olmayanın, hiçin yerine kurduğu ilk özdeşimden Baba-nın Adı simgesinden yararlanabildiği takdirde çıkacaktır (Soysal, 2012). Böylelikle baba tarafından kastre edilme kaygısıyla simgeselleşecek olan dışarısı, çocuğun ruhsal gerçekliğinin oluşmasına izin verecektir. Baba işlevi, çocuğu annenin arzusuna bağımlı olmaktan kurtarabilen tek varlık olarak belirecektir (Soysal, 2012). Burada özetle açımlamamız gereken Lacan ın önemli bir kavramı olan nesne a dır. Nesne a, bir zamanlar sanrılı bir şekilde sahip olunan ve ne anneye ne de çocuğa ait olan, bu sahip olma diyalektiğinden (sahip olmak ya da olmamak) gerçeklikte kopmak zorunda kalınan ve arzunun asıl adresi olan, yitirdiğimiz bir birlikteliğe ikamet eden bir zevk fazlası olarak düşünülebilir. Nesne a, J.D. Nasio nun ifadesiyle: Seçilmiş öteki beni sürdüren ve benden kaçan bedenimin düşlemsel ve zevklendirici kısmıdır (Nasio, 2004;121). Bu evrede yine Winnicott un geçiş nesneleri ve geçiş olguları kavramına göz atmak önemli bir yer teşkil ediyor; Winnicott Oyun ve Gerçeklik kitabında bu geçişin; yaklaşık Annenin memesinden dışsal olana, yani nesneye geçen çocukta, hem zihinsel aygıtta hem de duygulanımsal gelişim sürecinde bir olgunlaşma gerçekleşir (Ünsal, 2011). Geçiş olguları ve geçiş nesneleri, çocuğun kendi ininden çıkarak nesnelere yönelmesini içerir. Nesnenin kullanılması bu anlamda önemlidir. Winnicott un da tabiriyle geçiş olguları, ilk ben olmayan şeyi kullanma dır (Winnicott, 2013; 22). Zehra Karaburçak Ünsal, Winnicott un Kuramında Şiddet ve Suçluluk makalesinde Winnicott un temel önermesinden bahsederken şu ifadeleri kullanır: Doğal büyüme süreçlerinin ve bunların yeterince iyi bir çevre ile etkileşimlerinin sonucu ortaya çıkan nesneyi kullanabilme yeteneği çocuğa, yansıtma ve içe alma mekanizmalarından ve tüm güçlülük yanılsamasından oluşmuş içsel dünyanın çevreleyen sınırlarının ötesine geçebilmesine, bu sınırlardan kaçabilmesine olanak sağlar. (Ünsal, 2011;77). Yani nesnenin kullanılması, dışsallığını/beden-dışılığını kabul etmeyi gerektirir. Kendi tüm güçlülüğünün sınırlılığı ancak böyle tanınacaktır. Winnicott, Nesnenin kullanılması düşlemdeki nesnenin yok edilmesi ve nesnenin gerçeklikte hayatını sürdürmesi demekti r. (Winnicott tan aktaran Ünsal, 2011; 77). O halde psişik bir yatırım olan nesne yatırımı bebeğin birincil narsisizmden çıkıp, dışarıya açılabilmesinin ön koşuludur. Kurum Deneyimi: Vakalar Neyi Örneklendiriyor? 200 ün üzerinde kişinin hizmet gördüğü, çoğunluğunu psikotik vakaların oluşturduğu, 24 saat bakım hizmeti veren bir bakım merkezinde birlikte çalışıyoruz. Karşılaştığımız vakalardan ilki olan D.T yi burada örneklemek konuyu açımlamamıza yardımcı olabilir. D.T 20 yaşında, ortaokul mezunu, sosyal hayatı olmayan, annesi tarafından da uyum güçlüğü çektiği belirtilen, dış dünyayla olan ilişkisi yalnızca ötekinin talebiyle gerçekleşen ve annesine ulaşmanın dışında herhangi bir talebi olmayan, annesiyle birlikte yaşayan bir erkek hastadır. Anne, kendi sağlık sorunlarından, D.T nin kendine şid- 14

15 Anne, D.T ye herhangi bir ifade alanı yaratmaz; söylenmesi ve yapılması gereken her şeyi oğlu adına yapar. Anne ve D.T nin ötekiyle olan ilişkisi çatışmalı ve Ötekinin müdahalesine izin vermeyen kapalı arkaik bir ilişkidir. D.T adeta annesinin imgesel fallusu olmaktan, sahip olma diyalektiğine geçememiş ve annenin arzusunun içerisinde yutulmuştur. İlişkilerinde sembolik yasa bulanık olarak karşımıza çıkmaktadır. Kastrasyon bu ilişkinin neresinde ikamet etmektedir? Bilindiği gibi kastrasyon, anne ile çocuk imgesel bağında meydana gelen kopuşla gerçekleşir. Gözlemlendiği üzere, bu vakada imgesel tüm güçlülük yanılsaması kastre edilmemiş; anneyi ruhsal ve bedensel olarak ayırmamıştır: D.T annenin fiili varlığını arzulamaya kurumda kaldığı süre içerisinde devam etmiştir. D.T ve annesi, ensestüel ilişkiyi üstü örtülü bir şekilde yaşamaktadır. Pablo Picasso, Mother and Child det uygulamasından ve saldırgan davranışlarından dolayı çalıştığımız kuruma yatışını yapmıştır. D.T, ilk iş tecrübesinde çalışma arkadaşlarıyla kavga ettiği için işten ayrılmış ve bu konu annesi tarafından sık sık dile getirilmiştir. Anneyle yapılan görüşmede, annenin babaya karşı püskürtücü bir tavır sergilediği gözlenmiştir. D.T nin babasıyla ilgili soru sorulduğunda yaşayıp yaşamadığı bilmiyorum, öldü dendi şeklinde bir ifadede bulunmuştur: babanın adı siliktir. Kendisine sorulmadığı takdirde Baba-nın Adı görüşmelerde yer etmemiştir. D.T nin kuruma geldiği zamandan itibaren çevresiyle ilişki kurmayan, künt ve mekanik bir ifadeye sahip ve yapılan etkinliklere katılmayı, bir ötekiyle karşılaşmayı reddeden tutumlar sergilediği gözlenmiştir. Dil, özneyi her zaman bir kayba, bir eksikliğe gönderirken bu vakada eksikliğin reddi dilin öznesi olamayışı ve dil-sözcük ayrımına geçememesiyle kendini gösterir. Dilin sınırları, annenin D.T için çizdiği sınırlarda hapsolmuştur. Anne, D.T yi çocuk olarak kurgulayan ve imgesel bağı sürdüren, herhangi bir eksilik deneyimine izin vermeyen ve yakaladığı eksiklikleri her seferinde dolgulamaya çalışan tüm güçlü, hükmeden bir kadındır. Örnekleyeceğimiz ikinci vaka ise F.N dir. F.N, 32 yaşında, ilkokulu mezunu (ilkokulu tamamladıktan sonra eğitimi annesi tarafından devam ettirilen) bir erkek hastadır. D.T yle benzer kişilik özellikleri sergilemekte olup, D.T ye kıyasla ötekiyle olan ilişkisi yönlendirilebilen, sosyalleşmeye daha açık bir erkek hastadır. Anne, F.N nin öğrenim sürecini kuvvetlendirmek ve sosyal açıdan aktif kılabilmek için kuruma yatışını yapmıştır. Anneyle yapılan görüşmelerde, F.N nin zaman zaman yalnızca kendisine karşı saldırgan bir tavır sergilediği dile getirilmiştir. Yine bu vakada Baba-nın Adı etkisiz bir şekilde karşımıza çıkar ve yalnızca sorulduğu takdirde gizil bir perdenin arkasından cismi belirir ve kaybolur; yani babanın ne gerçekliğinden ne de ruhsal işlevselliğinden söz edemeyiz. Anne ile F.N, birbirlerinin aşkı olmuşlardır; her ziyarette birbirlerine Aşkım diye hitap edip, birbirlerinin içinde kayboldukları bir kavuşma anı gerçekleştirirler. Anne görüşmelerde F.N yi kendisinin bir uzvu olarak tanımlamıştır. Burada açımlamamız gereken bir nokta da annenin, F.N nin kurumda kalmak üzere fiili olarak kendisinden ayrılmasına ilişkin duyduğu ıstıraptır. Görüşmeler esnasında anne, sık sık F.N nin kuruma kolaylıkla adapte olduğundan, yalnız kendisini bu duruma alıştıramadığından şu serzenişle bahseder: O, benden daha çok alıştı. 15

16 Her iki vakada da gözlemlendiği üzere, anne tüm eksiklikleri kapatmak ve imgesel simbiyotik bağı sürdürme üzerine bilinçdışı bir birlik tahayyül etmiştir: imgesel fallus yerini eksikliğin göstereni olan simgesel fallusa bırakamamıştır. Kişilerin zihninde iki ayrı kendilik değil de silik bir sınırın bütününü kapsayan simbiyotik bir hal mevcuttur. Anne, sözel ve davranışsal ifadelerine babayı dâhil etmemektedir. Her iki vaka da, kelimelerin öznesi değillerdir; annenin dilinin içinde, salt annenin kelimelerine gömülmüş bir hal mevcuttur: sosyal alanın diline yerleşmemişlerdir. Kullanılan dilin öznesi olabilmeleri için baba metaforu gereklidir. Baba-nın Adı nın işlevselliği tam da burada belirir: Çocuğu dış dünyaya, anneyle füzyonel konumundan öznelliğine sürgün eden yasa, çocuğun nesneler aracılığıyla varlığını ortaya koymasının, bu dışsallığı saldırganlık-suçluluk ve onarımla keşfetmesinin yolunu açar. Bahsettiğimiz vakalardaki annelerin çocukları, oedipyen bir çocuk olmanın ötesinde, annelerin pre-oedipyen çocuğudur. Bu çocuklar, annenin ruhsallığında zamanında onun tarafından kendi annesine verilmiş pre-oedipyen/dürtüsel nesneler gibidirler. Bu durumda anne için çocuk nerede konumlanır? Nereye denk gelir? Annenin referansı, aşağıda anlatılacağı gibi, kendisinde eksikli olanın simgesel ikamesi olarak bir çocuk sahibi olma isteğinde değildir. Söz konusu kadınlar, arkaik annelerine çocuk vererek imgesel fallusunu dolgularlar ve bu imgesel bebek annenin kendi annesiyle ayrışmamışlığına yazılır. (Soysal, 2011). Annenin arzusunun, fallusa sahip olmak olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, anne, imgesel fallusunun yerine çocuğu koymuş; çocuk da annenin Oedipus a girdiği süreçten itibaren arzuladığı aynı fallusa özdeşim kurmuştur. Böylelikle çocuk annenin tatmin edilemez arzusunun eksikliğine yerleşmiştir. Bu şekilde fallusa sahip olduğuna inanan anne ile fallus olduğuna inanan çocuk arasında imgesel bir ilişki kurulmuştur (Nasio, 2006). Peki, oedipyen bir çocuğa sahip olan annenin ruhsallığıyla ilgili neler söyleyebiliriz? Freud un penis hasedi olarak bahsettiği, kız çocuğunun bu dönemde kendi iğdiş edilmişliğini görmesiyle birlikte babaya yönelmesi ve kendisine eksikli olanın simgesel bir ikamesi olarak beklediği çocuk sahibi olma isteğidir. Söz konusu olan artık anneye verilen pre-oedipyen bir bebek değil, babadan beklenilen, sevilir olduğunun göstergesi olan oedipyen bir simgesel bağıştır (Soysal, 2011). Bu durumda anne ile çocuğun bu ensestüel birliktelikten sürgün edilme süreci nasıl başlar? 6. ayla birlikte Lacan ın Ayna Evresi yle bu ilk ayrışmaya vurgu yaptığı, Mahler in de ayrılma-birleşme süreci kavramıyla ifade ettiği süreçte çocuk, annenin ondan ayrı olan varlığıyla tanışmasıyla simbiyozdan çıkar. Bu noktada Winnicott un yeteri kadar iyi anne kavramına başvurabiliriz. Anne, bebeğinin ne zaman ne istediğini hisseden ve bilen, bebeğiyle özdeşleşen; ne mahrum bırakarak ne de bütün ihtiyaçlarına eksiksiz bir şekilde cevap vererek bu ilişkiyi hayal kırıklıkları, yoksunluklarla dengeleyen bir konuma yerleşir. Böylelikle anne, bebeğin kendi kabuğundan çıkarak başka bir nesneye yatırım yapmasını olanaklı kılar (Soysal, 2012, ders notları). Ayna Evresi yle birlikte daha dolaylı bir ağın içerisine yerleşmeye başlayan bebek; bir mekânın ve zamanın, hareketin doğası ile şimdi sarsılmış, sonlu ve sınırlı bir bedenle imlenmiş ve böylelikle onu kapsayan mutlaklığı; annenin koşulsuz gücünü yitirmiştir. Bu evre, simgesel düzene çocuğu hazırlayan ve onu ilk kez kendi görüntüsüyle sınırlı olarak giydirdiği bir evredir (Çelebi, 2009, 239). Burada çocuk ve ayna arasındaki bir alandan, ortamdan söz etmek gerekiyor. Bu ortamda, dışsallığı koşullayan, hareketin olduğu ve bu harekete çocuğun müdahalesinin olmadığı bir beden-dışılıkla karşılaştığı, çevresini görebildiği bir yansımayla tanıştığı söylenebilir. Eş bir deyişle uzamın çocuğun kendisinin egemenliği altında olmadığına dair bir yorum da getirilebilir (Çelebi, 2009, 240). Zira ayna, salt yansıtan bir nesne olmaktan da öte, annenin bakışında ve sesinde arzusunu da ileten; çocuğun varlığını onaylayan, adlandıran ve bedenini cinselleştirip, kimlikleştiren ve çocuğu simgesel yasaya hazırlayan bir dolayımdır da. İmgesel olan böylelikle bir bölünmenin izini taşımaya ve çocuğu dilin simgesel koşullarına girmeye hazırlamaya başlamıştır. Özetle insan yavrusunun özneleşmesi, annesiyle olan dolaysız, imgesel ve ilksel birliğine ancak bu ikili ilişkiye dışsal bir üçüncünün müdahalesiyle gerçekleşebilir. Diğer bir deyişle, annenin bir kadın 16

17 olarak, babayı-erkeği arzulaması ve işaret etmesiyle Baba-nın Adı nın ruhsallıkta işlev kazanması mümkündür. Bu füzyonel alandan fallusa sahip olan olarak beliren baba, anneyi fallusa sahip olma yanılsamasından yoksun bırakırken; çocuğu da fallus olma özdeşiminden iğdiş eder. Bu noktada kastrasyon; babanın sözünün sembolik eylemidir (Nasio, 2006). Yani öznelliğin kuruluşu ancak arkaik zevkin sınırlandırılıp simgesel yasaya tabii olan arzunun sınırlı dünyasına girerek gerçekleşir (Soysal, 2011). Liberal Söylem Üzerinden Anneliği Okumak Annelikten, anne olmaktan söz ederken, yaşantılanan olguların hepsini bilinçdışı bir yapının yansıması olarak okumak gerekiyor. Toplumsal bağı düzenleyen söylem, bilinçdışı dinamiklerin çokça açığa çıktığı ve öznel bir deneyim olan anneliğe durmadan şekil vermeye çalışırken, kadını ve anne oluşu genelleyici ideal imgelere de hapseder. Günümüz Liberal Söyleminde çocuğun yeri ve anlamı nedir? Bizi tekrardan nesne a nın gerçeklikteki yanılsamalarına gönderen Liberal Söylem bağlamında anneliği bu genellemelere düşmeden nasıl okuyabiliriz? Kaynakça: Cléro, J.P. (2002), Lacan Sözlüğü, Say: İstanbul, 2011, çev. Özge Soysal. Çelebi, V. (2009), Dış Yakınlığın Çıkmazı ile Dışarının Sorumluluğu Arasında Lacan ve Levinas ta Başka, MonoKL, Lacan, Eecke, V.W. (2009), Lacan ın Kompleks Psikoz Kuramına Dair Kuramsal ve Terapötik Çıkmazlar, MonoKL, Lacan, çev. Berkay Ersöz. Nasio, J.D, (1992), Jacques Lacan ın Kuramı Hakkında Beş Ders, Ankara: İmge, 2007, çev. Özge Erşen, Murat Erşen. Nasio, J.D, (2001), Psikanalizin Yedi Temel Kavramı, Ankara: İmge, 2006, çev. Özge Erşen, Murat Erşen. Soysal, Ö. (2012), Cinsiyet Psikolojisi Yayımlanmamış Ders Notları, İstanbul Kültür Üniversitesi. Soysal, Ö. (2011), Ergenlik Psikolojisi Yayımlanmamış Ders Notları, İstanbul Kültür Üniversitesi. Soysal, Ö. (2012), Nesnenin de Ötesinde Nesnenin Oluşumuna Dair, Psikanaliz Yazıları, Sayı 25, Bahar Ünsal, Z.K, (2011), Winnicott un Kuramında Şiddet ve Suçluluk, Psikanaliz Yazıları, Sayı 23, Sonbahar Winnicott, D.W, (1971), Oyun ve Gerçeklik, İstanbul: Metis, 2013, çev. Tuncay Birkan. 17

18 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları TÜRKÇE DE LACAN Enes BİLGİ *. yy ın en büyük psikanalistlerinden biri 20 olan Jacques Lacan, kuramını oluştururken farklı disiplinlerden yararlandığı gibi kuramıyla başta felsefe ve sosyoloji olmak üzere sosyal bilimleri etkilemiştir. Bu etki günümüzde de devam etmektedir. Fakat bu etki her ne kadar Lacan ın öğretisinden kaynaklansa da biz Lacan ı Türkiye de şimdilik daha çok başkalarının dolayımıyla öğrenebiliyoruz. Üstelik Lacan yok denecek kadar az yazılı eser bırakmış, öğretisini yaptığı seminerler sayesinde dünyaya duyurmuştur. Ülkemizde Lacancı psikanalize dair kavramlar her ne kadar Zizek in popülerleşmesi sayesinde daha fazla duyulmuş olsa da, Zizek in metinleri Lacancı psikanalizin kavramlarını öğrenmek için yeterli adreslerdir diyemeyiz. Bu nedenle Lacancı psikanalize girişe dair Türkçe deki temel yapıtların tanıtımını yapmak istiyorum. Söz konusu temel eserler sayesinde ortak bir dil geliştirip, kavramlar doğru şekilde ve sınırları dâhilinde kullanılabilir. Ayrıca bu çeviri eserlerin benim kendi Lacancı psikanaliz öğreniminde önem teşkil ettiklerini düşünmekteyim. Ve ilk tanıtacağım eser de bu kavramları açıklayıcı nitelik taşıyan, Türkiye de 2011 yılın yayımlanmış Lacan Sözlüğü dür. Jean Pierre Clero nun yazdığı sözlük Özge Soysal tarafından Türkçe ye kazandırılmıştır. Sözlük felsefenin artık psikanalizi yok sayarak yol alamayacağı gerçeği ve Lacancı psikanaliz için de felsefenin önemli olduğu göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Bu duru- * Psikolog mu imkânlı hale getirense yazarın bir psikanalist değil felsefeci olmasıdır. Yazarın da ifade ettiği gibi her ne kadar Lacan bazen felsefeye karşı konuşmuşsa da hiçbir zaman felsefe olmaksızın konuşmamıştır. Ayrıca eserin kanımca en büyük özelliği ele aldığı kavramları Lacan ın ağzından/(seminerlerinden) anlatmakla beraber, söz konusu kavramı oluştururken Lacan ın yararlandığı kaynakları ve etkilendiği düşünürleri de bize göstermesidir. Bu nedenle Lacan Sözlüğü, Lacan la yeni tanışmış olanlar için okunabilecek temel kitaplardan biridir. Aynı zamanda diğer Lacancı psikanalizle ilgili kitapların okunmasında da yardımı olabilecek bir kit a p tı r. Lacan ın üç konferansından oluşan ve Jacques Alain Miller in kitaplaştırdığı Benim Öğrettiklerim i Türkçeye kazandıran Murat Erşen dir. Lacan, her konuşmasında olduğu gibi temel sorular üzerinden yeni açılımları mümkün kılar. Yine de Türkçedeki temel eserlerden biri olmasını sağlayan, kitabı oluşturan konferansların verildiği 18

19 dönemdeki psikanalize dair tartışmalara Lacan tarafından getirilen yorumdur. Bugün de bu tartışmaların sürmesi Lacan ın konferanslarında ele aldığı konuları ne kadar özenle seçtiğini gösterir. Bu tartışmalarda ve klinik uygulamada kavramların iyi kullanılamaması Lacan a söz hakkı tanıyan temel nedendir. Bu noktadan sonra Lacan öğretisinin yerini, bilinçdışının ne olduğunu, psikanalizin bir bilim olup olmadığını ve öğretiminin ereği gibi çok temel konuları tartışmaya açar. Bunu yaparken de dili bu tartışmalardan ayırmaz. Benim Öğrettiklerim le ilgili ayrıca bilmemiz gereken, kitabın uzmanlar için yazıldığıdır. Bununla ilgili olarak da Lacan, öğretisinin ereğinin kendileri de özne olabilen analistler yetiştirmek olduğunu ifade eder. Şimdi tanıtacağım iki kitap J.D Nasio nun birbirini tamamlayan iki eseridir. Bu eserler: Psikanalizin Yedi Temel Kavramı ve Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders dir. İki kitap da sadece uzmanlara yönelik değil, psikanalize meraklı okurlara da hitap etmektedir. Kitaplar Nasio nun da belirttiği gibi Nasio nun kendi Lacancı bakış açısını yansıtmaktadır. Jacques Lacan ın Kuramı Üzerine Beş Ders, bilinçdışı ve zevk (jouissance) arasındaki ilişkiyle başlar. Bu iki ilke (bilinçdışı bir dil gibi yapılanmıştır ve zevk imkânsızdır), psikanaliz kuramını ayakta tutan temel direklerdir. Ayrıca bu iki ilke psikanalizin etiğini de oluşturmaktadır. Kitabın sonraki bölümleri de bu iki ilkeye dönüş yapmadan cevaplanamayacak sorularla ilerlemektedir: nesne a, düşlem, bilinçdışı öznesi. Ayrıca Nasio nun yer yer kendi klinik deneyimlerinden kitapta bahsetmesi, kavramların kullanımının anlaşılması açısından önemlidir. Her iki kitabında da Nasio yalın bir dille doğrudan okuyucuya hitap eder. Kaynak olarak da hem Freud un hem de Lacan ın kavramlara yönelik anlayışını kullanır. Özellikle de Psikanalizin Yedi Temel Kavramı kitabında Lacan ın Freud dan ayrıldığı yerleri gösterir. Bu kitabın bir farkı da Türkçe önsöz yerine Nasio ile yapılan etkileyici röportajdır. Röportajda çeviriye dair sorulardan, Türkiye deki psikanalizin durumu gibi sorulara Nasio nun verdiği aydınlatıcı cevapları görebiliyoruz. Nasio nun bu iki kitabı her ne kadar okuması zaman zaman zorlaşan eserler olsalar da, Lacan Sözlüğü yardımıyla daha iyi okunabilir hale gelen temel eserlerdir. Lacancı psikanalize dair Türkçeye çevrilmiş bir diğer kitap ise 1964 yılında Uluslararası Psikanaliz Derneğinden ayrıldıktan sonra Lacan ın Psikanalizin dört temel kavramı üzerine verdiği derslerden oluşan bir Seminer kitabıdır. Bu dört temel kavram bilinçdışı, tekrarlama, aktarım ve dürtüdür. Fakat hepsinden önemlisi Lacan, Seminerlerinde psikanalizin bir bilim olup olmadığını ve modern bilimin öznesiyle psikanalizin öznesini karşılaştırır. Bunu da Freud un metinlerinden yola çıkarak tartışır. Fakat bu Seminerin önceki Seminerlerinden önemli bir farkı vardır. Çünkü Lacan, Babanın adları Seminerini verirken Uluslararası Psikanaliz Derneği tarafından öğretici konumundan indirilmeye çalışılmıştır. Lacan ın klinikte çalışmasında bir sakınca görmeyen dernek, Seminer vermemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu nedenle kitap aforoz başlığıyla başlar ve Lacan bize dernek tarafından aforoz edilme sürecini anlatır. Sonunda da derneğin psikanalizi bir din haline getirdiğini belirtir. Kitaba dönecek olursak, Lacan ın seminerlerinin ilk Türkçe çeviridir. Bu Seminer, Fransa da Jacques-Allan Miller tarafından düzenlenip kitap haline getirilmiştir. Kitap, Türkçe ye Nilüfer Güngörmüş Erdem tarafından çevrilmiştir. Psikanalizin dört temel kavramı Semineri bu yazıda ele aldığım diğer kitaplara göre Lacan ın kullandığı dil açısından daha karmaşık bir yapı sunar. Bu yüzden bu kitabı okumak isteyenlere tavsiyem, bunun Lacancı kurama dair bir giriş kitabı olmadığı ve kuramla ilgili bilgi sahibi olduktan sonra okunduğunda kitabı anlamanın daha kolay olduğu ve destekleyici giriş kitaplarıyla okunmasının faydalı olabileceğidir. 19

20 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları SİNEMADA BAKIŞIN GERÇEĞİ: Todd McGowan la Arzu, Zevk ve Özneye Dair* Zeynep ÖZEN BARKOT** Ülkemiz okuyucularının daha çok Gerçek Bakış: Lacan Sonrası Sinema Kuramı ve henüz yayıma hazırlanmakta olan Lacan ve Çağdaş Sinema (Lacan and Contemporary Film) kitaplarından tanıdığı Todd McGowan, Lacancı sinema kuramına yeni bir açılım getiren önemli çağdaş yazarlardan biri. Onun temeldeki kaygısı, geçmişte psikanaliz ve sinemayı birleştirmek adına aceleyle atılmış düğümleri çözmek ve bu defa onları doğru şekilde birbirine bağlamak. Bunun için bulduğu çözüm gayet basit: Lacan ın kuramını başka düşünürlerin merceğinden değil de, bizzat kendisine dönerek okumak. Biz de onun bu girişimini kendisinden dinlemek, psikanaliz ve sinemayı nasıl birbiriyle ilişkilendirdiğini sormak istedik. Sayın McGowan, anladığımız kadarıyla, ilk dönem psikanalitik sinema kuramıyla aranıza mesafe koyuyorsunuz. Amacınızın alternatif bir Lacancı sinema kuramı geliştirmek olduğunu söyleyebilir miyiz? Şayet projemin Lacan ın kendi düşüncelerini daha doğru ele alan alternatif bir Lacancı sinema kuramı geliştirmek olduğu söyleniyorsa, bu aynı zamanda politik olarak kalıplaşmış sinema yorumlarına daha az yer veren bir kuram geliştirmek anlamına da geliyor. Geleneksel Lacancı sinema kuramı Hollywood daki film yapım sürecine, bilhassa da onun izleyiciler üzerindeki ideolojik etkilerine oldukça eleştirel yaklaşıyordu. Bu kuramcılar için tek seçenek, avangart sinemaydı. Benim düşüncem ana akım sinemadaki politik içerimlerin her zaman açıkça ideolojik olmadığı, bundan kurtarıldığı yönünde. Bana göre, geleneksel Lacancı sinema kuramının tahrif ettiği Lacan dan, Lacan ın kendi düşüncelerine geri dönmek, Hollywood dan çıkan filmlerin politik çetrefilliğini görmenin yolunu sunuyor. Çok sayıda ideolojik film çekildiği muhakkak, ne var ki kimi Hollywood filmleri gözümüzden kaçan, es geçtiğimiz noktalarda ideolojiye meydan okuyorlar. Alternatif bir Lacancı sinema kuramının açıklık kazandırdığı da işte bu noktalar. Gerçek Bakış tan önce, geleneksel Lacancı sinema kuramına başka önemli eleştiriler de getirildi, bunların içinde ilk akla gelenler Joan Copjec ve Slavoj Zizek in eleştirileri. Ancak bu eleştirilerin seçenek oluşturma çabaları sistematikten yoksundu. Benim projem yorumlama için yeni olanaklar sunabilen * Bu yazı ilk olarak Bağlam Yayınları Psikanaliz Yazıları: Müzik ve Psikanaliz, Sayı 26, İlkbahar 2013, s içinde yayınlanmıştır. ** Yrd. Doç. Dr. Giresun Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV- Sinema Bölümü 20

21 sistematik bir Lacancı sinema kuramı geliştirmek, psikanaliz ile sinema arasındaki ilişkide alternatif bir anlayışın temellerini atmak. Gerçek Bakış ı yazarken, temel motivasyonum buydu. Lacan ın, özellikle sinema okumalarında yanlış ele alındığından, arzu, fantazi, bakış gibi kavramların uzun zaman ikinci plana atıldığından ve bu yanlışların sürdürüldüğünden bahsediyorsunuz. Size göre bu kavramlar, psikanalitik sinema okumalarında neden bu denli yanlış anlaşıldı? Joan Copjec, Lacan ın başlıca kavramlarının bir Foucaultlaştırılma sürecinden geçirildiğini söyler. Yani, bu kavramlar sürekli olarak Foucault nun merceğinden okunmuşlardır. Bunun isabetli bir analiz olduğunu düşünüyorum. Bu yanlış anlaşılmanın sebebi, bizim Lacan ın düşüncelerini daha rahat özümsemek için bilindik ve psikanalitik olmayan bir yaklaşımla kuramı çarpıtmamız ile ilgili. Foucault nun bir düşünür olarak radikalliği su götürmez ama onun güç anlayışının bizim yorumlamamızda oynadığı rol, adeta bir gelenek haline geldi. Bunu takiben, Nietszche de güç hakkındaki düşüncelerimize boyut ve incelik kazandırdı, ancak o güç istencinin kökensel insani dürtü olduğunu asla sorgulamıyordu. Bu tarz güç anlayışı, psikanalizin öznelliğin temeli olarak ele aldığı arzu anlayışına kesinlikle ters düşer. Arzu, güce duyulan arzu değildir, fakat neredeyse bunun tam tersidir; biz güce ulaşmamızı sınırlayan setlere ya da engellere karşı arzu duyarız. Psikanalize göre, mutlak bir hâkimiyeti arzulamayız, arzuya bizim hâkimiyetimize karşı çıkıldığı noktada sahip oluruz. Bu, Foucault nun güç kavramıyla ve gücün mikro-işleyişiyle tamamen çelişir. Foucault bizim güç hakkında farklı düşünmemizi sağlamış olsa da, her şeye rağmen güç onun düşüncesinde önceliğini kaybetmez. Onun çalışmalarında arzunun özsel yıkıcılığına yer verilmez. Bu nedenle, Lacan ın kavramlarının çarpıtılması, psikanalizin düşünce kiplerimizi açığa çıkarttığı mücadele alanından uzaklaşıldığı anlamına gelir. Mevcut yanlış anlaşılmalar içinde belki de en kötüsü, bakış kavramıyla ilgili olanı (dikiş suturekavramının da en az onun kadar yanlış anlaşıldığı tartışılabilecek olsa da) Burada arzu düşüncesinin bir güç fikrine nasıl dönüştürüldüğünü görebiliriz. Lacan a göre bakış, özne açısından bir başarısızlıktır, öznenin temsil alanında, bu alan üzerindeki hâkimiyetini alt üst eden bir boşlukla karşılaştığı noktadır. Bakışla karşılaşma, özneyi dengesini ve yönünü yitirmiş halde bırakır. Geleneksel Lacancı sinema kuramı için bakış, bunun tam tersi bir işleve sahipti: bakış, onlara göre, öznenin kendi gördükleri üzerindeki egemen bakışıydı ki, bu sinemada çoğu zaman kamera ya da ekrandaki erkek ana karakterle somutluk kazanıyordu. Bakış kavramının bu şekilde dönüştürülmesi, psikanalizi ve onun öznellik anlayışını bir ehlileştirme biçimiydi. Kitabınızın isminden de anlaşılacağı üzere, bakış psikanalizle sinemanın kucaklaştığı en önemli alan. Sinemayla psikanalizin kavuştuğu noktada, gerçek bakış nedir tam olarak? Ya da daha doğrusu bakışı gerçek kılan nedir? Bakış, temsil alanında sabitlenmediği ölçüde, gerçektir. O, bu alanın tamamlanmasındaki başarısızlığa, onun eksikliğine delalet eder. Lacan gerçeği imkânsız olarak tarif eder, ama yalnızca simgesel düzenin perspektifinden bir imkânsızlıktır bu. Sinemada izlediklerimiz, simgesel düzenin ve onun fantazilerinin sadece (düz anlamdaki) bir yansıması çoğu zaman. Fakat bizler sinemada bu düzene dâhil edilemeyen imkânsızlık noktasını, yani bakışı da görebiliriz. Bakışın gerçek niteliği, onun alt üst ediciliğinde yatar. Bence bunun sinemadaki en iyi örneklerinden biri, David Lynch in Mavi Kadife (Blue Velvet) filminde, diğer karakterler kavgaya tutuştuğu sırada, Dorothy Vallens in (Issabelle Rosselini) banliyö ortamında çıplak ve dövülmüş halde göründüğü sahnede gerçekleşir. Onun varlığı, mevcut olayı tümüyle bozar ve izleyicinin güvenli mesafesini ortadan kaldırır. Bu kesinti ve onun yarattığı rahatsızlık sayesinde, izlediklerimize yaptığımız yatırımların farkına varırız. Bu kesinti (alt üst edicilik), gerçektir, zira sinema ya da onun dışındaki dünyada vaktimizin çoğunu geçirdiğimiz simgesel yapıya tezat oluşturur. Bakışı bir tür imkânsızlık olarak ele alıyorsunuz, o zaman bakışla sinemada nasıl karşılaşabiliyoruz? Bu süreçte bilinçten ziyade, bilinçdışı mı rol oynuyor? Biz bakışla her şeyden önce bilinçdışı olarak karşılaşıyoruz. Bu karşılaşma, tıpkı her samimi karşılaşmada olduğu gibi, bize şaşkınlık verecek şekilde gerçekleşiyor. İzlediklerimizin bir parçası olarak kendi bakış açımızı, görsel alanı çarpıtma biçimimizi görüp bizim de filmde yer aldığımızı kavrayınca büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz. Bu durum, bilinçdışı olarak gerçekleşiyor, ne var ki, bilinçdışıyla karşılaşmanın olası sonuçlarından fiilen kaçınmaya yönelik bir çabaya girilmesiyle birlikte bu süreç 21

22 bizi farkındalığa zorluyor. Başka bir deyişle, bakışla karşılaşmada, bilinçdışı faaliyet bilinçli bir farkındalığa yol açıyor. Bilinçdışının olası sonuçlarından kaçınma O halde travmatik bir karşılaşma bu. Öyle değil mi? Bakışla karşılaşma, bizim izlediklerimizle aramıza koyduğumuz mesafeyi tasfiye ettiği için travmatik. Belirli bir mesafede kalmak her zaman için daha korunaklıdır ve izleyici filmde içerilmediğine inanır. Oysa psikanalizin en temel bahsi, gördüklerimizle aramıza koyduğumuz mesafenin asla korunamayacağına ilişkindir. Bizler, bu dünyayı onu çarpıtan bir bakış formuyla gördüğümüzden muhaf tutuluruz. Bakışı bir kez fark ettiğimizde, kendimizi gördüklerimizden geri çekebilmemiz artık mümkün değildir. Bakışla karşılaşmanın travması, dünyayla aramıza güvenli bir mesafe koyamayacağımızın travmasıdır. Sanırım bu süreç öznenin özgürleşmesi için de bir fırsat size göre. Bakışla karşılaşma, kendinde bir travma olarak deneyimlendiği sürece, özgürlük adına gerçekten yeterli olabilir mi? Ben özgürlüğü zorunlu olarak travmatik buluyorum. Özgürlük, liberal felsefede olduğu gibi, çoklu seçenekler genellikle de iki seçenek- arasında seçim yapabilmek değil. Aksine, o kararlarımız açısından herhangi bir zeminin yokluğudur. Özgürlük, kimi sabit otorite figürlerini dayanak almaksızın, kendi konumumuzun sorumluluğunu tamamen üstlenmek demektir. İşte bakışla karşılaşmanın bize sunduğu fırsat bu, çünkü mevcut otoritenin namevcudiyetini ifşa eder. Bana göre travma ve özgürlük arasındaki mutlak özdeşlik iyi anlaşılmalı. Özgürlük travmatik değilse, gerçekte o özgürlük değildir. Eğer bakış öznenin kendi sorumluluğunu üstlenmesine yardımcı oluyor ve onu bu sayede özgürleştiriyorsa, bir tür bakış etiği nden de bahsedebiliriz.. Bir bakış etiğinden söz etmek, bana son derece uygun gözüküyor ve bu etik benim için oldukça basit. Bakışın etkilerine dikkat edilmeye çalışıldığı ve onlara kucak açıldığı bir konum olabilir bu. Çoğu zaman dikkatimizi temsil alanına veriyor ve bakışı bastırıyoruz. Bakış etiği, bakışın önceliğinin kavranmasıyla bu odağı tersine çevirebilir. Bakış saklı görünmesine karşın, onun bozucu etkisi temsil alanının olanaklılık koşuludur. Bakışla karşılaşma etiktir, çünkü hâkimiyetimize sınır teşkil edermiş gibi görünen şeyler hakkında perspektifimizi tümüyle değiştirir. Bu sınırı yıkmaya ya da zapt etmeye çalışmak yerine, onu kabulleniriz. Bakışla karşılaşmayı sahiplenen birinin faşist olması imkânsızdır. Faşizm bakıştan geri çekilmek, onu yok etmek ister. Bu bahsettikleriniz bana günümüz toplumlarında yaşanan tıkanıklığı ve bundan çıkış arayışlarını anımsattı. Lacan a yapılan bu dönüşün, düşünürün kendisi kadar bir çıkış yolu olarak özneyi de yeniden keşfetmekle ilgili olduğu söylenebilir mi? Lacan, oldukça uzun bir zaman boyunca, öznenin ölümünü ilan eden diğer Fransız kuramcılarıyla birlikte ele alındı. Ancak bu durum, Lacan ın kendi seminerlerindeki düşüncelerinin çoğuyla hiçbir bağlantısı olmayan Anglosakson bir okuyucu kitlesi tarafından yapılmış açıkça ve tümüyle yanlış bir okumanın sonucudur. Onun seminerleri okunduğunda, Lacan ın özneyi koruduğu fazlasıyla açıktır, fakat o aynı zamanda bize özneyi yeni bir tarzda anlayabilme yolu sunar. Bu benim için Lacan ın kuramındaki en değerli özellik. Daha önceki özne fikri, onun edimci niteliğini temel alıyordu. Özne dünyada eyleyen bir faildi. Descartes in de ortaya koyduğu gibi, özne dünyanın efendisi ve sahibiydi. Ancak Lacan bize Kartezyen özneyi dünyaya hâkim olan bir fail değil de, bir yarık ya da bir kesik olarak görme imkânı verdi. Özne bölünmüştür ve bu bölünmüşlüğün üstesinden gelmek mümkün değildir, çünkü özneyi bu bölünmenin kendisi kurar. Bu özne mefhumu, onun edimci niteliğini yürürlükten kaldırmaz, ancak öznenin bu niteliği onun kendi bölünmüşlüğünü sahiplenmesinden ileri gelir, yoksa onu alt etmesinden değil. Öte yandan, Lacan ın özne modelini düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen kavramlardan biri de elbette arzu. Oysa bugün, modernist sinemada olduğu gibi kendi arzularının peşinden giden ve bunun trajedisini yaşayan karakterlere pek rastlayamıyoruz. Arzunun sinemasal anlatılarda artık eskisi kadar rol oynamadığını söylemek mümkün. Bunun nedeni ne olabilir sizce? Sorunuzun da doğru şekilde ifade ettiği gibi, arzulayan trajik karakterlerin sinemada gitgide gözden kaybolduğu kesinlikle bir gerçek. Bana kalırsa, bu durum kapitalist toplum düzenimizde yasağın zayıflaması ya da ortadan kalkması ile bağlantılı. Geçtiğimiz kırk yıl boyunca, toplumsal düzen derin 22

23 bir değişime uğradı, bugün Ingmar Bergman ın ya da Michelangelo Antonioni nin yapıtlarına benzer filmler çekmek neredeyse imkânsız hale geldi. Onlar için öznenin arzusunu sonuna kadar takip etmesi, nadir olmakla birlikte, gerçekçi bir durumdu. Fakat yasağın neredeyse tümüyle yok olmaya yüz tuttuğu günümüzde, arzunun kendisini nasıl sürdürdüğünü izlemek zor gözüküyor. Bunun yerine zevk yağmuruna tutulmuş ve zevkle haşır neşir olmaya zorlanan karakterler izliyoruz. Bergman ve Antonioni nin aynı gün (30 Ağustos 2007) vefat etmeleri tuhaf bir tesadüf, zira onların ölümü aşırı-mevcudiyetten ziyade namevcudiyetten beslenen özgül bir sinemanın ölümüne de işaret ediyor sanki. Örneğin, bugün bir yönetmen Cinayeti Gördüm (Blow-Up) filminin son sahnesini çekmeye cesaret edemez. Hatırlarsanız, filmin sonunda pantomim sanatçıları, var olmayan bir topla tenis oynarlar. Burada nesnenin namevcutluğu arzunun olanaklılık koşuludur. Bugün ise nesne her yerde ve aşırılaşmış durumda. Cinayeti Gördüm deki tenis sahnesinden Katil Doğanlar (Natural Born Killers) filmindeki herhangi bir sahneye geçiş yapın, burada aşırı-mevcudiyetten kaçmanın bir yolu yoktur. Zevkin hem karakterleri hem de izleme deneyimini bu denli şekillendirmesi, sizin başka bir çalışmanızda*** belirttiğiniz gibi, bir zevk toplumunun ortaya çıkışıyla da ilgili sanırım Evet, zevke yönelik buyruk, arzulayan öznenin konumunda kalmayı güçleştiriyor. Benim zevk toplumu olarak adlandırdığım olgu, herkesin zevk aldığı bir toplum değil, aslında bunun tam aksi. Zevk buyruğunun, zevk yasağının yerine geçtiği bir toplumdan söz ediyorum, ancak zevkle kuşatılmak zevkin daha da imkânsızlaşmasına yol açıyor. Şimdi yasağı ihlal ettiğimiz için değil, yeterince zevk almayı başaramadığımız için kendimizi suçluyoruz. Bu tüketim toplumuna ve son teknolojilere duyduğumuz ilgiye işlerlik kazandırıyor; bize yeni bir zevk biçimi vaat ediliyor, ama bu vaat asla yerine getirilmiyor. Zevke yönelik buyrukla ilgili sorun, kendi zevkimizin aslında nerede onun birikiminde değil, aslen bu birikimin yokluğunda - yattığını görmemizi zorlaştırıyor olması. Aslında bizler zevke konulmuş sınırdan zevk alıyoruz ki, bu bizi bakışa geri döndüren, eksiksiz bir görüşe konulmuş bir sınırlamadan başka bir şey değil. Zevk yaratıcı bir dönüşüme yol açtığı gibi, hem sizin hem de daha önce Lacan ın belirttiği gibi geçilmemesi tercih edilecek bir sınır. Onun sürekli gıdıklanması, tehlikeli değil mi? Bunun örneklerini son dönem Lars von Trier sinemasında görüyoruz sanki. Bana göre, zevkin jouissance ın- tehlikesini en iyi anlatan yönetmen, Lars von Trier dışında, Spike Lee. Lee, Malcolm X gibi kahramansı bir karakter yaratmak istediğinde bile, filmin büyük bölümünü, bu kahramansı karakterin aslında onu sürekli ezip geçen tehlikeli bir jouissance a nasıl yatırımda bulunduğunu göstermeye ayırır. Bununla birlikte, diğer Lee filmlerinde zevkin tehlikesini daha doğrudan görebiliyoruz. Lee nin sinemasında bunun en güzel örneği Summer of Sam, bu filmdeki karakterlerin hepsi, onları hem başkalarını hem de kendilerini yok etmeye sevk eden, kontrol edemedikleri saklı bir zevk tarafından harekete geçiriliyorlar. Örneğin filmdeki katil, Sam in oğlu, zevk için cinayet işliyor. Lee çoğu filminde, zevkin ırkçılığı nasıl beslediğini de gösteriyor. Lee ye göre zevkin patikasında ilerlediğimiz için ırkçı oluyoruz, aksi takdirde ırkçılık geçerliliğini yitirirdi. Yine de arzudan kaçmak mümkün görünmüyor. Bu bağlamda, günümüzde arzulayan özne problemini ele alan en yaratıcı yönetmen sinemasını sorsam? Bu, tüm sorularınız içinde beni en çok zorlayacak olanı. Sevdiğim birçok yönetmen var ve hâlihazırda David Lynch, Christopher Nolan ve Spike Lee hakkında kitaplar yazdım. (Son ikisi yayıma hazırlanıyor) Fakat sanırım burada başka bir ismi anacağım, o da Michael Mann. Kim Ki-duk ve Lee Chang-dong gibi Güney Koreli muhteşem yönetmenler de var, ama ben diğerlerinden ziyade bir Michael Mann filmini dört gözle bekliyorum. Mann her ne kadar arzularında ayak direten karakterler yaratmasa da, onların zevke etik bağlanımlarını ve bu bağlanımın bedelini tekrar tekrar gösteriyor. Sanırım onun kariyerindeki en parlak nokta Köstebek (The Insider) filmi, buradaki karakterinin etik adanmışlığı onun hayatını tamamen yıkıma uğratıyor ve Mann yine de bu sadakate yerleşmiş olan zevki vurguluyor. Psikanalitik sinema kuramcılarından Hilary Neroni, Mann in film yapımını, Andre Bazin tarafından geliştirilmiş bütüncül sinema kavramından esinlenerek ve elbette onun kullanım alanını değiştirerek ele alıyor. Neroni nin bu kavramla *** The End of Satisfaction?: Jacques Lacan and Emerging Society of Enjoyment, State University of New York Press, New York,

24 anlatmak istediği, Mann in zevkle dolu bir dünya yaratarak izleyiciyi sinemasal evrenin içine çekmesi. Ancak bu zevk, onun yarattığı karakterlerin etik konumunun ayrılmaz bir parçası, bu karakterler suçlulardan oluşsa bile. Zevkin arzulayan özne adına kullanılması çok ilginç. Çünkü zevk bugüne kadar, özellikle de sinema kuramında hep fantaziyle ilişkilendirildi. Uzun bir süre, sinemasal fantazilerin izleyicilere düşsel bir kaçış sunduğundan, verdikleri yanılsamalı zevkle onları arzularından uzaklaştırdığından söz edildi. Oysa siz sinemasal fantazi ve onun sunduğu zevkin arzu açısından kimi olanaklara sahip olduğunu düşünüyorsunuz. Galiba bu konuyu biraz açmanızı isteyeceğim Bence fantazi, tamamen yeniden düşünülmesi gereken bir kavram, özellikle de sinemada Elbette sinemasal fantazilerin ideolojik etkilere sahip olabildiklerini ve toplumsal gerçekliğin kasvetinden bir tür kaçış sağlayabildiklerini kabul ediyorum. Yine de bana öyle geliyor ki, kasvetli gerçeklikten ziyade, bu kaçışın kendisinde daha hakiki bir şeyler var. Kaçış, gündelik gerçekliğimizin gizlediği bir şeyleri açığa çıkarıyor - hatta gerçeklik onları bile saklıyor. Benim öncelikli odak noktam, kaçışın öznelliğimize ve zevkin nerede yattığına dair neleri açığa çıkardığı. Eleştirmenler sinemanın siyaseten ilişiksiz, rekabetçi özneler yarattığını tartışıp durdular. Oysa politik angajmanımıza bizi teşvik eden nedir? Bize ilham veren yine zevktir ve bu zevk sinemasal fantazilerde konumlanır. Bu nedenle kaçışı olumsuz etkilerinden çok, politik açıdan gizil bir güç olarak ele alıyorum. Bunu daha da ileri götürebilirim. Fantaziler, hatta ideolojik fantaziler dahi, başka türlü göremeyeceğimiz şeyleri görmemize olanak sağlarlar, çünkü öznenin gördüğü sahnede kendisinde yoksun olan imkânsız bir senaryo yaratırlar. Açıkçası bu senaryo olmayacak bir şey üzerine kuruludur, ancak fantaziler olanaksız olanı olanağa çevirirler. Özne bu senaryo içinde mevcut olmayanı görür. Fantaziler gündelik gerçekliğimizde bize neyin imkânsız göründüğünü görünür kılarlar. Onlar, en basit düzeyde dahi, toplumsal gerçeklikle ilgili tatminsizliği ve başka bir seçeneğin tahayyülünü kaydederler. Sinema eleştirilerinde ezberi bozacak bir ifade bu. Genel olarak film okumalarında farklı bir bakış açısına sahipsiniz. Galiba bu metodolojinizle de ilgili. Psikanalitik film okumasında sizin benimsediğiniz yöntem nedir? Öyle inanıyorum ki, psikanalitik bir okuma, bir filmin sizin ilginizi uyandırdığı, sizi çarptığı noktada başlıyor. Ben her zaman işe, filmde öne fırlayan şeylerle, örneğin belirli bir sahne, karakter, ayrıksı bir çekim, bir kurgu stratejisiyle başlıyorum, ardından yorumumu onun etrafında örüyorum. Filmi psikanalitik modelin içinde kalıplaştırmamaya ya da onun psikanalizini yapmamaya özen gösteriyorum. Bu her zaman ayartıcıdır, ama bundan sakınmak lazım. Filmin arzu ve zevkimi hangi noktada dahil ettiğini belirlemeye çabalıyor ve oradan hareketle çalışıyorum. Elbette benim sinemadan aldığım spesifik zevk genelleştirilemez, ama filmin belirli bir alımlamaya nasıl yol açtığı görülebilir. Bunu anlamak için, filme verilen belirli izleyici tepkilerini incelemekten daha iyi bir yol olabilir mi? Sanırım psikanalizin bir filme verilen en temel tepkileri nasıl yorumladığını da görmek lazım. Psikanalitik okuma filme empoze edilmemeli, yorum filmin kendisinden çıkmalı. Bu nedenle filmin izleyen açısından hangi noktada o denli önem kazandığına dikkat edilmeli. En sıradan izleyici bile psikanalitik kavramlarla yanıt verebilir. Benim görüşüme göre, izleyicinin tepkisindeki temel noktayı deşifre edebilmek, iyi bir psikanalitik okumanın anahtarını oluşturuyor. 24

25 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları AŞKTA EKSİKLİ OLMAK Dilara ELİTAŞ* B ir yakınlığı, bir ilişkiyi kurmaya iten şey muhakkak ki ihtiyaçtır. İhtiyaç duymak içinse bir eksiklikten bahsediyor olmalıyız. Özne, kendinde eksik olana sahip olan (veya olduğunu sandığı) başka bir özneye yakınlaşmak ister. Bu yakınlaşmada özneler, birbirlerinin sahip olduğunu sandıklarını kovalayıp dururlar. Bu talepler karşısındaki cevaplar aslında vaadlerden ibarettir. Böylece kayıplardan, eksikliklerden oluşan bir ilişki çıkar karşımıza. Cinsel aşkta heyecanı yaratan şey esasında, sanıldığı gibi bütün olmak * durumu değil ama bunun vaadinin kelime öncesi bir yeri hatırlatmasıdır. Bu yer, annenin simbiyotik bir parçası olunan yani benliğin ve eksikliğin olmadığı o düşlemsel sahnedir. Bunu; aşkın, kişinin kendisini ötekinde kaybetmesi olduğu yönünde, cinsel aşkı bir erdem biçiminde tanımlayan söylemlerden duymamız mümkün. Yani birinin ötekinde kaybolması demek; öznenin yok olması, tüm ihtiyaçların boşluksuz karşılanması, eksiklerin doldurulması anlamına gelirken bir yandan da talebin de ortadan kalkması anlamına gelir. Bu tıpkı bebeğin daha kendi açlığını farketmeden doyurulmasına benzer. Bu yüzden ek- Psikolog. 25

26 siği, sıkıntısı olmadıkça sesini dahi çıkarmayacaktır. Konuşmayı öğrenmesiyse eksiklikle başa çıkma yöntemi olacaktır. Yürümeyi öğrendiği, anneden uzaklaşabildiği, dünyasının iki kişilik olmaktan çıktığı bu dönemde kelimeler çocuk için, yeni ortaya çıkan yarıkları aşmakta köprü olacaktır. Daha sonra, dünyaya kelimelerle hep biraz eksik kalarak dokunabilirken bir cinsel aşk, ona söze ihtiyacın olmadığı vakitleri düşündürecektir. Konuşmadan anlaşmanın verdiği haz, ötekinin kendinden bir parça olduğuna dair bir şüphenin heyecanı olabilir böylece. Ancak yine de söze her ihtiyaç olduğunda bu düşlemler yara almaktadır veya alınan yara hatırlanmaktadır. Take This Waltz (Bu Dans Senin, Yönt. S. Polley, 2011) adlı filmde de bu mesaj işleniyor. Birbirlerinde merak edecek bir şeyleri kalmamış bir çiftten, erkeğin bunu kabullenip rutinle, eksiklikle mutlu olduğunu fakat kadının bununla baş edemediğini görüyoruz. Boşluktan ve korkmaktan korkması onu bir başka ilişkiyle tamamlanma hayaline itiyor. Fakat bu yeni ilişkide de yine tüm tüketilebilirler sona erdikten sonra, üstü düşlemle örtülen boşluk peyda oluyor. Böylece anlıyoruz ki boşluğu dolgulamaya çalışmak, daha sonra yeniden ona denk gelip tökezlemeye engel olamıyor. Diğer yandan, eksiksizlik hiç mümkün olmasa bile olduğunu varsaydığımızda aslında geriye arzunun ve talebin kalmayacağını tahmin edebiliriz. Film boyunca iki zıt yaşam görüyor gibiyizdir. Tıpkı Margot nun, Daniel tarafından yapılan resmi gibi: bir yan ölmek üzereyken, diğer yan umut dolu. Bir yandan Lou ile yaşadığı, artık cansız olan ilişki, diğer yandan tüm gizemi ve hayalciliğiyle Daniel la yaşadığı yenilikler vaad eden heyecan verici ilişki; Margot düşlemle gerçeklik arasında dalgalandırmaktadır. Fakat filmin sonunda fark ediyoruz ki bu zıtlık birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış olgular değil, aksine birbirini takip eden, birbirine dönüşen, birbirini içeren şekillerde yaşantılanıyorlar. Daniel ile yaşanılanlar Lou ile yaşanılanlara dönüşerek aslında bu sürecin ne kadar yaşamın olağanlığına dair olduğunu anlatıyor bizlere. Tıpkı filmde duyduğumuz bir replik gibi: yeni şeyler eskir. Yeni olanı seçmeyi başlatan süreçse şüphesiz, bir düşlemin harekete geçişidir. Margot bu süreçte düşlemle gerçeklik arasında pek çok gidiş geliş yaşıyor. Daniel la görüşmelerinden sonra Lou ya yakınlaşmaya çalışarak gerçeklikte bir cevap arıyor fakat karşılıktan tatmin olamadıkça arayışı diğer tarafa doğru kayıyor. Ayrılık evresinde ise ancak kocasının git demesiyle gidebiliyor. Gittiği yeni ilişkinin de durularak eski yaşantısı gibi olduğu dönemde Margot nun eski mahallesine dönüşüyle bir farkındalık dönemi başlıyor. Geraldine in, hayatta da insanlarda da boşlukların olduğunu ve bunları doldurmak için aklına eseni yapamayacağını söylemesi Margot için gerçekliğe dair çarpıcı bir yüzleştirme niteliği taşıyor. Ardından, eski kocası pişman olacağı bir şeyi zaten yapmayacağını söyleyerek Margot nun arzusunu 26

27 ona geri iletiyor. Böylece gerçekliğe ve düşleme dair çizgiler daha belirgin bir hal alarak sınırlar belirlenmiş oluyor. Bundan sonra Margot nun daha farkında olarak, fakat kadınsı düşlemini de dışlamadan yaşadığının ipuçlarını görüyoruz. Filmin başlangıcında ve sonunda aynı mutfak sahnesi varken, sonundakinde lunapark sahnelerinde duyduğumuz şarkı çalıyor. Daha önce Daniel la gittikleri bu lunapark sahnesi, düşlemsel bir sahneyi andırıyor. Birlikte gittiklerinde adeta başlarını döndüren bir oyuncaktan çok haz alırlarken, durup indiklerinde, (tıpkı biten diğer heyecanlarda olduğu gibi) gerçeklikle yeniden karşılaşmanın burukluğunu yaşar gibi şaşkın kalıyorlar. Kapanış sahnesinde ise Margot lunaparkta o alete tek başına binerek, artık düşlemin ve gerçekliğin anlamını daha iyi sezerek bundan keyif alabiliyor. Böylece düşlemin ve gerçekliğin tadını farkındalıkla birlikte daha farklı bir yerden deneyimleyebilmiş oluyor. Ayrıca anlam veremediğini söylediği melankoli anlarının artık adının konulmuş olması ve boşlukların hayatın olağanlığına dair olduğu bilgisi Margot için, bununla başa çıkması açısından önemli bir adım niteliğinde. 27

28 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları TÜRKİYE DE LACANCI KURAM VE PRATİĞİ Türkiye de psikanaliz ve özellikle de Lacancı psikanaliz çalışmaları hakkında tartışılabilecek birçok şey olduğu söylenilebilir. Bu nedenle Frankofon Lacan Okuma grubunun üç üyesi ile birlikte bir söyleşi yapmaya karar verdik. Genel anlamda Türkiye de psikanalizin durumuyla ilgili bir giriş yaptıktan sonra, kliniğini Lacancı kuramın ışığında yürüten ya da yürütmek isteyenlerin çalışmalarına değindik ve ülkemizin hâlihazırdaki koşullarında psikanalizin akıbetini sorguladık. Bu keyifli söyleşinin okuyucuda da merak uyandırmasını diliyoruz. Enes Bilgi: Türkiye de psikanalizin uygulama alanlarından bahsedebilir miyiz? Pınar Arslantürk: Nereden başlayalım? Üniversitedeki yerinden mi, klinikteki yerinden mi? Bir çok alandan ele alabiliriz; üniversitelerde bir araştırma-okuma yöntemi olarak, klinikte bir terapi yöntemi olarak ya da tüm buralardan yola çıkarak oluşmuş bir kuram olarak. Nereden başlayalım? E.B: Klinikteki yerinden olabilir, özellikle de Lacancı psikanalizin klinikte uygulanıp uygulanamadığından. P.A: Lacancı psikanalizin klinikteki yerini ele alacaksak, bunu uygulayabilecek yeterlilikte olan analistlerden, analitik yönelimli terapistlerden ve eğitimlerinden bahsetmeliyiz. Bu bağlamda bizim küçük bir grup olduğumuzun altı çizilebilir. Şu an içinde bulunduğumuz, ALI ye 1 bağlı gözüken bir okuma grubumuz var. Psikanalist formasyonunun dört temel aracı var: analiz süreci içinde olmak, süpervizyonlar, yazı ve kuramsal eğitim. Birçoğumuz analizinin bir kısmını, bazılarımızsa tamamını yurt dışında Lacancı çalışan analistlerle tamamlıyor ya da tamamladı. Her birimiz kendi kliniğimizde Lacan ın, Freud un metinlerinden yola çıkarak ortaya koyduğu kuramları kaynak olarak kullanıyoruz. Oralardan dinliyor ve duyuyoruz. Psikopatolojik okumayı bu şekilde yapıyoruz. Süpervizyonlarımızı bu şekilde çalışan analistlerden alıyoruz. Yazdıklarımız da -ki hiç az sayılmayacak bir yazınsal üretim olduğu ele alınabilir- bu referanslardan ilham alıyor diyebiliriz. Umur Yiğit Nural: Yani Lacancı psikanaliz üzerine Türkiye de bu şekilde çalışıyorsunuz... P.A: Klinikte(bu şekilde çalışıyoruz). Hastanelerde zaten terapinin kendisine bulabildiği yer tek Lacancı psikanalize dair değil tüm psikoterapi yöntemlerine dair çok kısıtlı. Özge Soysal: Fransa da Lacancı yaklaşım öncelikle psikiyatri servislerinde yer bulmuş kendisine. Lacan ın psikoz kuramına getirdiklerinden itibaren psikiyatri camiasında, özellikle de psikoz kliniğinde yaygınlaşmaya başlamış. Ama Türkiye ye baktığımızda, özellikle hastanelerde terapötik çalışma çok sınırlı. Hâlihazırdaki sağlık politikalarından dolayı da gittikçe zorlaşıyor. Yine de psikanalize ilgi duyan, psikanalitik formasyonu olan, bu alanda bir takım seminerler takip eden psikiyatristler de var. Türkiye de Lacan ın kuramına ilginin birçok farklı alandan, özellikle de sosyal bilimler alanından beslendiğini söyleyebiliriz. Aslında Lacan ın ismine dair hatırı sayılabilecek bir aktarım var. Ama bunun klinik yansıması henüz oldukça sınırlı. Lacancı psikanaliz eğitimi almış, süpervizyonlarını ve bireysel analizini bu yaklaşımla sürdürenler neredeyse bir elin beş parmağını geçmiyor. Bu insanlar da Fransa da bunun eğitimini almış, Türkiye ye dönmüş 28

29 ve Türkiye de bu referansla çalışmaya çabalayan insanlar. O yüzden başlangıç aşamasında olduğunu söyleyebiliriz. U.Y.N: Yavaş yavaş kendi kliniğini hazırlayan yeni mezun bir psikolog olarak ben de bir şeyler söyleyebilirim. Lisans programlarında Lacan ne kadar anlatılıyor (psikanaliz ne kadar konu ediliyor?) öncelikle bunu sorgulamak gerekir. Biz şanslı kişiler (İKÜ Psikoloji Bölümü öğrencileri) Lacan ın adını duyabildiğimiz bir lisans programında okuduk, bu anlamda gerçekten şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Lisans süresi boyunca Lacan ın kuramına dair birçok ders aldık, okuma yaptık ve buluşmalar düzenledik. Aynı zamanda onu okumaya da başladık. Üniversitede Lacan ın dilini öğrenip okumaya başladıktan sonra ve hocalarımın da desteğiyle birlikte söyleşinin yapılmakta olduğu grupta yer alabildim. Lacancı bir formasyondan geçerek akademik ve klinik çalışmalarımı bu yönde ilerletmek istiyorum. Lisans döneminde ve psikanalizi tanıma sürecinde farklı psikanaliz gruplarına da girdim çıktım... İçinde bulunduğum grubun diğerlerinden çok daha destekleyici ve motive edici olduğunu düşünüyorum. Bu konuda da, hali hazırda doktorasını tamamlamış ya da analizine devam eden kişilerin dışında yeni bir psikolog olarak Türkiye de Lacancı formasyonun ya da kliniğin olabileceğini düşünüyorum ve bu konuda umutluyum. Ö.S: Evet aslında ilginin olduğunu söyleyebiliriz. Böyle bir merak da var zaten fakat bu daha ziyade kavramsal, kuramsal bir alanda kalıyor. Ya da salt buna teşvik ediliyor diyelim. Lacan çok büyük bir kuramcı, birçok düşünürü etkilemiş, iz bırakmış bir psikanalist. O yüzden de onu bir entelektüel olarak yadsımak mümkün değil ama Lacan ı klinik uygulamadan arındırıp, sadece entelektüel bir takım okumalar yapabileceğimiz bir alanda sınırlandırmak da doğru değil. Bazen Türkiye de Lacancı klinik dediğimizde tüyler diken diken olabiliyor. U.Y.N: Bahsini ettiğiniz konuda ben de kendimden bir örnek vermek isterim: Stajımı psikiyatri hastanesinde yaparken, uzman psikiyatristin gelecekte nasıl bir çalışma yapmayı istiyorsun? sorusu üzerine, Fransa ya gitmek ve Lacancı formasyondan geçmek istediğimi dile getirmiştim. Dediğiniz gibi tüyler diken diken olmuştu. Yanıt gecikmedi tabi ve psikiyatrist şunları söyledi: Bu iş yapmaz, sen burada nasıl yapacaksın? Bu yaklaşımlar da eskidi artık... P.A: Evet, kimin nereden konuştuğu ve baktığı önemli. Psikoterapi alanı büyük yarıklarla (clivage) karşılaştığımız bir alan. Psikanalize ve Lacan a duyulan ilgiye geri dönecek olursak Lacan sinema, politika, sanat, edebiyat, felsefe, klinik gibi bir çok alanda tutku dolu tartışmalar başlatan ve yeni ufuklar açan bir kuramcı. Tüm psikanalitik psikoterapiler içinde psikiyatri alanında kendine yer edinebilecek sayılı uygulama olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Bunun içinse iki gerekçemiz var: Bir yandan hastane ortamında seans süresi hiçbir zaman belirli kuramların idealize ettiği şekilde yapılanmıyor. Standartlaştırılmış bir çerçeveyle çalışan ve kendi seansının süresine dair sorumluluğunu asla üzerine almayan bir analistin ve terapistin hastanedeki esneklikle uygulamada nasıl çalışabileceklerini bilememeleri doğal. Oysa ki Lacan ın o esneklik içerisinde bir standart oluşturmadan prensipler oluşturarak analiz ve analitik terapi sürecini inşa etmesi bir psikanalitik terapi olarak onu hastanede de yaşatıyor. Diğer yandansa psikozla çalışmalarda elde ettiği başarı açısından bakıldığında psikanalitik terapilerin içerisinde psikiyatride kendisine en kolay yer bulabilecek olan uygulama... E.B: Peki psikanalizin gelişmesi için belli bir toplumsal yapıya gereksinim olduğundan bahsedebilir miyiz? Ya da Türkiye de böyle bir toplumsal yapı var mı? Çünkü çok farklı karmaşık bir kültürel yapımız var. P.A: Bu soru bana Fransa da içinde olduğum C.N.P. diye adlandırılan, psikanalistler tarafından analizin elitist bir uygulama olarak kalmaması ve toplumun her tabakasına girebilmesi için inşa edilmiş, devlet hastanelerine bağlı olan klinikleri düşündürttü. Bu kliniklere başvuranların çoğu iki kuşaktır, Fransa da olan türk ve kürtlerdi. Onlarla çalışmak mümkündü ve çok verimli sonuçlar da elde ediliyordu. Sonuçta psikanaliz, entellektüalite ile ilgili bir uygulama, zihinsel bir performans değil, Lacan ın da dediği gibi psikanaliz cahiller için (hiç bir şeyi bilmek isteme ar- 29

30 zusu anlamında- bastırma anlamında) üretilmiş bir terapi yöntemi ve bastırma mekanizması işleyen hiç bir bireyi/söylemi dışlamıyor. Tabi ki bu alıp psikanalizi uygulamak değil ama bir okuma biçimiyle birlikte karşıdakinin söylemini okumak anlamına geliyor. Ö.S: Bu bir duyuş şekli aslında. Lacan ın dediği gibi kliniğini yapan, yani bundan sorumlu olan klinisyendir. Nereden duyduğumuz, dinlediğiniz ve nasıl bir perspektiften yaklaştığımız önemli olan. Bu bir banliyö de olabilir, göçmenlerle çalışılan bir kurum da. Keza Strasburg da kurulan Sınır tanımayan sözler grubu da benzer bir şey yapmaya çalışıyor. Psikanalizi salt elitist bir zümreye hapsetmeden, farklı kültürlerden, dillerden, ekonomik seviyelerden insanlarla analitik bir duyuşla çalışmak. Burada psikanalizin uygulandığı yerler henüz belli kesimlerle ve belirli yerlerle sınırlı. U.Y.N: Türkiye için görsel ve yazılı medyaya baktığımızda, psikolog ve psikoloji denildiğinde akıllara ilk olarak divanın, divana yatan analizanın ve analizanı dinleyen analistin geldiğini söyleyebiliriz. Keza psikoloji bölümünü seçen öğrencilere sorduğunuzda akıllarına düşen ilk imgenin analitik pratiğe dair şeyler olduğunu duyabilirsiniz. Ülkemizde insanların Fransa da olduğu gibi psikanalitik pratiğin içine girmesi yaygın değil ve ulaşabilmeleri de kolay gözükmüyor aslında. Türkiye için psikanaliz hala belirli bir zümrenin elinde gibi görünüyor. Başlangıçta da söylediğim gibi, psikanalize ulaşma sorununa rağmen, psikoloji ve psikiyatri denildiğinde insanlarda uyanan imgeler psikanalize dair oluyor çoğunlukla. Ö.S: Bu bir süreç meselesi. Fransa da bu gelişim uzun bir sürece yazışmış, kopuşlar, ayrılıklar, farklı ekoller, yeni pratikler doğmuş Türkiye ye baktığımızda henüz çok yakın bir tarihten, senelik bir kurumsallaşmadan bahsediyoruz. E.B: Peki Türkiye de Lacancı psikanalize yönelik bir formasyon alabilmemiz mümkün mü? Ö.S: Mümkün olmasını diliyoruz. Biraz önce Yiğit de söyledi. Buradaki akademik oluşuma baktığımızda psikoloji bölümlerinde Lacancı bir formasyon yoktu birkaç sene öncesine kadar. Daha ziyade Freud un kuramının ya da ego psikolojisi kuramlarının aktarıldığını biliyoruz. Ö.S: Mesela üniversitede Lacan sayılı bir dergi çıkarabiliyoruz. P.A: Monokl dan da bir tane Lacan özel sayısı çıktı. Ö.S: Evet ama üniversiteden, üniversitedeki akademik formasyondan bahsediyorum. Monokl artık bir yayınevi olmuş, birçok önemli filozof, düşünür üzerinde önemli sayılar çıkarmış bir dergi. Ama üniversitede öğrencilerin kendilerinin yazı yazdıkları bir dergi daha farklı bir yerde duruyor. Üstelik kendi inisiyatifleriyle oluşturdukları bir Lacan okuma grubu da var. Üç dört kuşak önce mezun olmuş öğrencilerimiz de geliyor, yeniler katılıyor U.Y.N: Üniversitedeki Lacan okuma grubuna kliniklerinden ve sınıflarından çıkıp gelenlerin olduğunu görüyoruz. Farklı çevrelerde kendilerine muhatap bulamayanların içlerini boşalttıkları bir yer aynı zamanda o grup. Çalışma içerisinde birbirimizi desteklediğimiz, ötekileri dinlediğimiz ve ardından kliniğe ya da sınıflara döndüğümüz bir buluşmadan bahsediyoruz. Bu grubun çok da formatif bir niteliğinin olduğunu söyleyemeyiz tabi ki... Ö.S: Didaktik bir yapı değil sonuçta. Hep birlikte toplanıp, kafa yorup, anlamaya çalışıyoruz. Hepimiz için aslında bir takım bağlantıları sürdürebilmek açısından da önemli. Sosyal bir tarafı da var. P.A: Mesela mart ayında klinisyenlere açık bir süpervizyon grubu başlayacak. O zaman da yeni mezunların, belki başka şekilde duymak isteyen klinisyenlerin de katılıp, duyduğu kuramları nasıl uygulamada çalıştırabileceğini düşünüp ele alabileceğini de söyleyebiliriz. E.B: Peki bunu küçük bir grup olduğunu söylediniz, gruba katılmak mümkün mü? Nasıl genişleyebilir grubunuz? P.A: Gruba genelde Fransızca bilen klinisyenler katılıyor çünkü Lacan ın seminerlerini Fransızca okuyoruz. İster Lacancı kurama, ister postfreudyen kurama yakın hissetsin, psikanalizde ya da psikanalitik psikopatolojide ilerlemek isteyen bir terapistin asıl hâkim olması gereken dil Fransızca ya da İspanyolca, belki Freud dan ötürü Almanca... Bu olmadan en fazla önce bahsi geçen nesne ilişkileri ya da benlik psikolojisi alanlarında İngilizce üzerinden ilerleyebilirler. Dolayısıyla bizim grubumuza da katılmak için gerekli olan en önemli koşul Fransızca bilmek oluyor. Ö.S: Birkaç farklı yapı düşünebiliriz. Üniversitedeki seminer grubu Fransızca bilmeyen ama Lacan okumaya meraklı öğrencilerin katılımıyla yürüyen bir grup. Orada kavramların Türkçe çevirisiyle ilgili konuları tartışıyoruz zaman zaman. Pınar ın bahsettiği gibi bir klinik süpervizyon grubu da var. 30

31 U.Y.N: Fazla olmasa bile, Lacan a dair kısa Fransızca metinlerin çevrilmeye çalışıldığı ve anlatıldığı bir grup Üniversite deki okuma grubu... P.A: Az önce de ele aldığımız bir psikanalistin formasyonunun dört temel bileşeni açısından toparlamak istersek (kendi analizi, süpervizyon, okumalar ve yazma) Lacancı analiz konusunda ilerlemek isteyen biri için: süpervizyon alabileceği bir mekân var, bunun haricinde bireysel süpervizyon alabileceği ve analize gidebileceği analistler mevcut. Katılabileceği okuma grupları var. Aynı şekilde yazabileceği ortamlar da mevcut. Henüz bir kurumsallaşma olmasa dahi daha esnek bir yapı içerisinde ilişkilenilebiliyor. Ö.S: Grubun bakış açısı da bu yönde. Formel bir yapıya girmek için aceleci davranmıyoruz ama adımlamaya da devam ediyoruz. P.A: Kesinlikle. Yapılan çalışmanın adını koymak, adresini belirtmek için kurumsallaşmak önemli olmakla beraber; bu metinlerle herkes kendi tarzında ilişkileniyor- klinisyen olsun, olmasın... Birçok derneğin kendini ittiği kapalılık ve alanda bir psikanalitik mafya gibi davranılmasını açıkçası uygun bulan bir yapıda değilim. Ö.S: Bir iktidar meselesi değil kurumsallaşmak. Her kurumsallaşma hem bir takım açılımlar getiriyor ama bir yanıyla da ister istemez bir kapanmayı da getiriyor beraberinde. Mesele sözün sahibi olmak değil, birlikte özgün bir söz üretebilmek ve bir adres sunabilmek. U.Y.N: Lacancı analist olmanın dört ayağı olduğundan bahsettiniz Pınar Hocam. Buna hizmet edebileceğini düşündüğüm, geçmişte iki tanesi yapılmış olan kolokyumlar mevcut (Ötekinin Sözü ve Postmodernite ve Öznellik) bence bunları da unutmamak gerekiyor. Bu tarz kolokyum ve buluşmalarda kişilerin birbirleriyle karşılaştıklarını ve paylaşımda bulunduklarını görüyoruz. İnsanlar duyduklarından itibaren merak ediyorlar aynı zamanda. Ö.S: Evet, çünkü şöyle bir algı da oluşabiliyor. Üniversitede psikanalizin yeri hayli sınırlı olduğundan, bir hoca bunu öğrencilerine aktardığı zaman, özellikle de Lacancı kavramlardan bahsettiğinde, Freud daha aşina oldukları bir psikanalist, bu yalıtılmış bir yerde ve imgesel bir düzlemde kalabiliyor. Ne zaman ki böyle kolokyumlar oluyor, farklı ülkelerden bununla ilgili çalışan insanlar geliyor, bu onlara farklı bir açılım da sunabiliyor. Öğrenciler mezun olduktan ve iş yaşamına atıldıktan sonra akademide öğrendiklerinin pratik alanda bir yansımasını bulamıyorlar. Hatta ilgilendikleri alanla ilgi bir yüksek lisans ya da doktora programı bulmakta da zorlanıyorlar. Birçok şey kesintiye uğruyor ve öğrenciler haliyle bunu bir hayal kırıklığı olarak yaşıyor. Yapılan bu süpervizyonlar ve okuma grupları o bağlantıları koruyabilmek adına da değerli. Bir nevi akıntıya karşı kürek çektiğimizi söyleyebilirim. Buna hem toplumsal koşullar, politik söylem hem de akademik geleneğin geldiği yer açısından bakabiliriz. Durumun hiç iç açıcı olmadığı gayet açık. Akademiden bahsediyoruz ama akademianın içini dolduran nitelikler boşalıyor, giderek bir hizmet sektörü haline geliyor, popülarize bir söylemin içinde boğuluyor ve bizler de orada kaybolmamaya çalışıyoruz. U.Y.N: Literatürümüze baktığımızda Lacan ın metinlerinin çevirilerini görebiliyoruz. Geçmişte Lacan a yönelik çalışmalar daha çok kuramsal alanda kalmış, kâğıt üzerinde sınırlandırılmış. Kliniğini Lacan ın kuramından yola çıkarak kuran kişilere rastlayamıyoruz. Şimdilerde eski çevirileri gördüğümüzde elimizde olmadan şaşırıyoruz da bir taraftan. Bir başka şaşırtıcı nokta da, 80 darbesinden sonra, İstanbul Psikanaliz Derneği nin de temellerinin atılmaya başlandığı bir okuma grubunda Lacan ın konuşulması ve çevrilmesidir. Bu okuma grubundaki Frankofon kişilerin Lacancı okumalar yaptıklarını biliyoruz. Okuma grubunun birçok üyesi Fransa ya gidip formasyon alarak ülkemizde ilk psikanaliz derneğini kurdular. Derneğin kuruluşundan sonra ise çalışmaların yöneliminin Lacancı olmaktan çok klasik Freudyen bir yapıda olduğunu söyleyebiliyoruz. P.A: Onlara aslında Post-Freudyen diyoruz çünkü Freud un metinlerini okuma şekilleri imgesel ve gerçek düzleminde mahsur kalıyor. Özellikle Ödipe karmaşasına dair okumaların bu yönde olduğuna dikkat çekmeliyiz. Bu okumalarda Freud un metinlerindeki simgesele, annelik-babalık işlevine yapılan tüm referansın bırakıldığını görüyoruz. Misal: Fransa da herkes için evlilik konusu ele alındığında bu derneklerin analistleri tarafından L.G.B.T. bireylerin çocuklarının ödip karmaşaları ne olacak, buna izin verilmemeli konu özetli makaleler yayınlandı... psikanalize bir dogma ve doğruluk-gerçeklik söylemi gibi yaklaşıyorlar. Konunun tabi ki tarihi de bir boyutu var. 1950lerde ufukta psikanalizin yok olması varken, bu dernekler nesne ilişkileri ve benlik psikolojisine odaklanmışken Lacan, Freud a geri dönüş hareketini başlatıyor. Bu 31

32 hareketin psikanaliz tarihindeki değeri tartışılmaz. Lacan ın aforozu diye adlandırılan ve dernek dışında seminerlerine devam etmesi ile sonuçlana sürecin bir sonucu olarak bölünme gerçekleşiyor. E.B: Peki Türkiye de Lacancı Psikanaliz Derneği ne zaman kurulabilir? U.Y.N: Bu soruya yanıt verirken Lacan ın mantıki zaman diyalektiğine değinmek istiyorum: İkinci zaman olan anlamanın zamanında olduğu gibi biz de şu an benzerlerle iletişim içindeyiz ve sürecin nasıl yürütüldüğünü anlamaya çalışıyoruz. Benzer derneklerin nasıl çalıştığını gözlemliyor, sorguluyor ve öğreniyoruz. Tabi ki son yani üçüncü zaman, kararın anı gelip çatacaktır; bir dernek kurulacak ve sürece de sıkı bir düğüm atılacaktır diye düşünmekteyim. Ö.S: Yani sürekli bir askıda bırakma hali ya da kendi haline bırakma durumunda değiliz. Tabi ki de somut adımlar atıyoruz, bir yanıyla çaba sarf ediyoruz, düşünüyoruz nasıllarıyla ilgili. Ama tabi nasıl ortaya çıkar onu kestirmek de mümkün değil bir taraftan. P.A: Bir yandan da benim aklıma takılan sorular içerisinde Türkiye de psikanaliz uygulamasına dair olan soru oldu. Henüz kültürel yapının elverişliliğine dair sorduğunuz soruyu ele almadık gibi hissediyorum. Lacancı klinik, bir kültüre özgü bir klinik ya da kuram değildir. Öznenin, bilinçdışının öznesinin söyleminin nasıl yapılandığını imgesel, gerçek ve simgesel düzlemleri üzerinden okumak ve bu okumaya dair çalışılabilecek düzlem sunmak üzerine kuruludur. Bunun üzerinden giden bir okuma ve analiz türüdür. U.Y.N: Bu duruma bir örnek verebilirim. Sosyal medya üzerinden iletişimde bulunduğum Fransız bir psikanalist, paylaştığım karikatürün açıklama kısmına yazdığım hahahaha ifadelerini çok ilginç bulmuş ve benimle diyaloga geçmişti. Siz böyle mi gülüyorsunuz? Dilin içinde bu şekilde mi gülme sesi çıkarıyorsunuz? gibi sorular sormuştu. Ardından Türkiye ile ilgili kısa bir sohbet etmiştik. Bence Türkiye nin de kültürü ilgileri çekiyor. Ayrıca Lacancı analistlerin Uzak Doğuya ve dillerine olan ilgilerini de biliyoruz. Bir başka örnek de Nasio nun bir söyleşisinde Türkiye yle ilgili dile getirdiği umut dolu sözledir. Ülkemizde Lacancı psikanalizin geleceğinin olduğunu söylüyor ve yayılacağını dile getiriyor. Çünkü ülkemizde kuramsal da olsa psikanalizin bir tarihinin olduğunu söylüyor. P.A: Diğer yandan Türkiye de psikanalizin son yıldır ciddi bir kurumsallaşma içinde olduğunu söylesek dahi psikanaliz alanında analistler ne tür bir okuma ve kuramla besleniyor olursa olsun- bu alana çok az değinildiğini de söyleyebiliriz. Buradaki simgeselin nasıl işlediğine dair kaliteli bir analize de henüz rastlamış değiliz. Ö.S: Evet daha ziyade politik ve Marksist birtakım okumalar söz konusu ya da iletişimsel. Lacan ın söylemler kuramından itibaren toplumsal bağ üzerine yapılan çalışmaların çok zenginleştirici olduğunu düşünüyorum. Belki biraz daha okuyucuya da dokunabilecek bir tarafı olabilir o okumaların. P.A: Ben daha dün şunu düşündüm. Okuduğum bir metin sıradan- olağan psikoz dediğimiz olguyu ele alıyordu ve artık ne kadar daha az extraordinaire (sıradışı) psikoz göründüğünü belirtiyordu. Yani eskiden görülen ben Napolyon um, ben İsa yım... gibi bir söylemle beliren hezeyanlı psikozların toplumdaki azalışını ele alıyordu. Bunu okuduktan sonra Fransa da bir sene psikiyatri kapalı bölgede kaldığımı ve psikozların en alevli olduğu bu serviste böyle bir psikozla karşılaşmamışlığım dikkatimi çekti... Kendisinin tanrı olduğunu düşünen, kendisinin İsa olduğunu düşünen kendisinin Sarkozy, xyz olduğunu düşünen biri yoktu. Ama İstanbul da, Çapa da lisans döneminde yaptığım 2 haftalık gözlem stajında dahi iki kişi kendisinin tanrı olduğunu ve birisi de tanrının karısı olduğunu düşünüyordu. Yazar bu azalmayı şu şekilde değerlendiriyordu: Avrupa da eskisi kadar baskın bir efendi söylemi artık yok ki böyle bir hezeyan geliştiren hasta olsun. Daha basit bir deyişle bir Napolyon yok ki Napolyon olduğunu düşünen olsun diyordu. Ya da dinin eskiden sahip olduğu otoriteyi yitirişini ele alıyordu. Ama Türkiye ye bakıyoruz tabiî ki devam eden ve baskın olan bir efendi söylemi ve dini söylem var. Bunun klinikteki etkisi de toplumdaki etkisi de ele almaya değer. Ö.S: Sanırım ilginç olan kullanımımıza sunulmuş ve bize büyük düşünsel pencereler açan bir kuramdan, onun diğer kuramlarla etkileşiminden itibaren kendi toplumsal gerçekliklerimizi de hesaba katarak özgün bir söz üretmek. Sadece Lacancı kuramdan bahsetmek değil ama Türkiye de Lacan dan ve Lacancı klinik uygulamadan bahsetmek. Hem evrensel hem de ülkemize has dinamiklerini görerek elbette. 32

33 DOSYA: Lacancı Psikanaliz ve Türkiye deki Yansımaları KÜLTÜRLERARASI ÇALIŞMALAR II: POSTMODERNİTE VE ÖZNELLİK ULUSLARARASI ETKİNLİĞİNDEN İZLENİMLER Kasım 2014 de İstanbul Kültür Üniversitesi nde gerçekleştirilen Postmodernite ve 21 Öznellik kolokyumundan, ama daha çok kolokyumdaki ilk konuşmacılardan Serge Lesourd un Liberalizm: Semptom(suz) Toplum adlı konuşmasından bahsedeceğim. Bu konuşmayı seçmemin nedeni diğer konuşmaların bu ilk konuşmaya bağlandığını düşünmemdir. Öznellik ve toplumsal bağ üzerine çalışması olan Serge Lesourd, özneyi merkeze alan konuşmasında öznelliğin tarihsel değişimiyle beraber toplumun öznesiz hale geldiğini bize aktarır. Bunun yanında günümüzde insanların DSM standartlarıyla ve yaşam koçlarıyla Normalleşmesi gerektiğini dayatan Neoliberal mantık kriterleri, Lesourd un gevezelik olarak adlandırdığı kapitalist gevezeliklerin işleyişiyle ilişkilendirilir. Dil, insanı kastrasyona tabi tuttuğundan (özne her zaman eksikli olacağından), konuşan özne kapitalist gevezelikte vaat edildiği gibi hiçbir zaman kendini tam olarak gerçekleştiremeyecektir. Fakat günümüz liberal toplumunun bu durumu dışladığının yani artık mutsuzluğun nedeninin insanı zevkten mahrum bırakan tanrılar değil, insanın kendisi olduğunun altı çizilir. Bu durumda imkânsız olan kendini gerçekleştirmek, artık birey in sorumluluğundadır. Ve bunda başarısız olmaya mahkûm olan öznenin şikâyetlerini iletebileceği bir muhatap da bulunmamaktadır. Dolayısıyla da öznel semptomu yaratan zevkin imkansızlığıyla karşılaşmayan bireyler, kendisi semptom olan toplumda öznelliklerini ifade edebilecekleri araçlardan da yoksun kalırlar. Etkinlikte yapılan sunumlar 2015 yılında kitaplaştırılacaktır. Serge Lesourd un Monokl yayınlarından kısa zaman içinde Özne Nasıl Susturulur? Söylemlerden Liberal Gevezeliklere adlı kitabının çıkacağının müjdesini de böylelikle verelim. Enes BİLGİ * Trajedi yaşanırken yazılmıyor. Kültürlerarası Çalışmaların ikincisinde de yararlı ve keyifli bir buluşma gerçekleşti. Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümünün düzenlediği Kolokyumun ardından başka düzlemlere taşındı düşüncelerimiz. Katılımcıların özgün sunumları yeni sorular oluşturdu kafamızda, bazı düşüncelerimizin de derinleşmesine, boyut kazanmasına yol açtı. Alanın dışından biri olarak ben daha çok yazınsal metinler üzerine düşündüm. Büyük Başka nın kaybı, Büyük Metinler in çaptan düşmesiyle, yan yana, birbirine değmeyen, tutunmayan, bir yandan aynı olmaya çalışan küçük başka ların oluşması; toplumsal, etik, dinsel kod ların yitişiyle sözün referansının bilgi yerine teknolojiye geçişi, ruhsal durumun ticari sisteme bağımlı hale gelişi ve metaforik olanın değer kaybetmesi üzerine kafa yordum. Doğum, Ölüm, Doğal afetler gibi olayların bile teknolojinin hızına eş bir biçimde yaşanması, her şeyin sanal âlemde yaşanmaya başlandığının da bir ispatı. Öyle hızlı değişiyor ki olaylar, üzerine düşünülmeye, yazıp çizilmeye zaman olmuyor sanki. Büyük trajediler yaşandığı halde Trajedi yazılamıyor dedi, konuşmacılardan Zeynep Özen Barkot. Gezi sonrasında yazılıp çizilenlerin mizah olduğunu vurguladı Benoit Fliche. Evet, trajedi içinde * Psikolog 33

34 yaşarken yazılamıyor trajedi. Ama trajik olanla; ironiyle, ince bir zekâ ürünü olan kara mizahla baş edebiliyor insan. Bizler Dede Korkut un, Nasrettin Hoca nın sözlü kültürünün, Yunus Emre nin özlü şiirinin, Mevlana nın evrensel sevgisinin içinden geçip geldik. Nazım ı ezberledi tüm direnç ustaları, Cemal Süreya yı, Ataol Behramoğlu nu aldı arkasına, onların sözüne söz ekleyerek oluşturdu resmini, şiirini, türküsünü. Unutulmuş şiirler, ezgiler hemen yeni metinlere kaynak oldu. Yığınların sesi olarak çıktı meydanlara. Küçük topluluklar, çeşitli gruplar bir puzzle ın parçaları gibi bir araya gelmeyi denedi. Yerleşecek, yapışacak süreğen, ortak bir zemin olmadığından yeniden bu kez daha da küçülerek ayrışıp, dağıldılar. Bir anda İstiklal caddesinde metrelerce uzayan yeryüzü sofraları oluştu. Nazım ı doğrularcasına Bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi kardeşçesine/ Bu hasret bizim. Bir anda gerçek oluyor sandık düşlerimiz. Saman alevi gibi sönüverdi. Saime BİRCAN SAK ** ** Emekli fransızca öğretmeni, yazar. 34

35 DOSYA ÖTESİ YANGIN ALARMI YANGINDAN KÖTÜ MÜDÜR? Yaşamımı ölüm kaygısıyla, ölümümü yaşam kaygısıyla bulandırdım. Cemil Meriç Ece Naz ERMİŞ * Freud, Tekinsiz (The Uncanny) başlıklı makalesinde (1919), tekinsiz i bilinmeyen, tanıdık gelmeyen, korkutucu olarak tarif eder. Alışılmışın dışında olan olan şeyleri tekinsiz bulmak için bunlara başka niteliklerin daha eklenmesi gerektiğinden bahseder [1]. Bu herhangi bir şeyin olması gereken yerde olup olmadığını bilememe halidir. Çevresi ile daha iyi özdeşleşmiş kimseler, bu ortamdaki nesneler ya da olaylarla ilgili tekinsizlik hissini daha az duyumsayacaklardır [1]. Yangın alarmı yangından daha kötüdür sözüne Talat Parman bir parça açıklık getirmiş gibidir: Korku algıya bağlıdır ve dikkatin de yardımıyla nesneyi yakalar [2]. Ancak korku, hiçbir tasarım olanağına sahip olmadığı gibi nesneyi bastırmanın ölçütlerine uygun değildir [2]. Nesneyi tanımak, özelliklerini bilmek ve nesnel olarak tehlikeli olmadığını anlamak, her zaman korkudan kurtulmayı sağlamaz. [2]. Buradan kaygı için belli bir yangının yani nesnenin olmadığı, sadece yangın beklentisinin varlığının söz konusu olduğu, korkuda ise bunun aksine yangının gerçek varlığının bulunduğu sonucuna ulaşabiliriz. * Arş.Gör., İstanbul Kültür Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Renata Salecl Kaygı Üzerine adlı kitabının açılışını bu iki kavramın ayrımları ve kesişimleri ile yapıyor. Öznenin bu iki duruma karşı geliştirdiği savunma biçimlerine de Melanie Klein ın savlarıyla değinirken, en köklü ve en yüzeyel olan kaygılar arasında bir yelpaze de sunuyor. Lacan a göre özne, içine doğduğu toplumsal simgesel ağ olan Büyük Öteki ile ilişkisinden ayrı ele alınamaz [3]. Dolayısıyla da kaygının dil ile olan ilişkisini irdelemek yerinde olur. Psikanalizin öznenin konuşan bir varlık haline gelmekle, sembolik olarak hadım edildiği iddiası, öznenin kendi başına bir hiç olduğu, tüm gücünü geçici olarak kuşandığı sembolik nişanlardan aldığı şeklinde anlaşılmalıdır. Örneğin, sembolik düzende bir güç elde eden üniformalı öznenin, geçici bir yer işgal ettiği, üniformalı hale gelene kadar sıkıcı ve bir hiç gibi hissedebileceği ve aslında içinde bu geçiciliğin kaygısını taşıdığı söylenebilir [3]. Yas ve intiharı da kaygı başlığı altında inceliyor yazar. Yas tutan özne ile melankolik özne arasında çok çarpıcı ve net bir ayrım olduğunu söyleyebiliriz. Melankolik özne kayıp ile eksikliği birbirine karıştırır [3]. Nesnenin eksikliğini, nesnenin kaybı olarak yorumlar, yani geçmişte bir yerde nesne bulunmuş ama şimdi kaybolmuş gibidir. Hatta dövünürken beni bırakıp gittin gibi aslında kendi eksikliğini dışarı vuran cümleleri çokça duyarız [3]. Bu tür söylemler ölüm gibi bir kaybın yanı sıra, sevgi ve aşk ilişkilerinin temelinde de mevcut olan kaygıdan kaynaklanan söylemlere 35

36 benzerdir. Fakat burada günümüz kültürü bize her aşkın bir seçim olduğunu ve aşk kaygısına stratejik çözümler bulunabileceğini empoze eder. Sürekli belirli tavsiye ve şablonlar üzerinden giden ilişki çözümleme kitap ve uzmanları çevremizi işgal etmeye başlamıştır bile. Kitapta sözü geçen tavsiyeleri hizmete dönüştüren oldukça ilgi çekici sitelerin varlığından söz edilmektedir. Bazı internet siteleri verdiğiniz bazı kişisel bilgileri eşleştirip sevgilinize aşk ve ayrılık mektupları gönderebilmektedir[3]. Böylesi bir pazar yüz yüze teması sanallaştırmanın çok da ötesinde, aşk ve ayrılık mektuplarının sağaltıcı etkisini de ortadan kaldırmaktadır. Aşkta beklenen kaybın kaygısına yönelik alınan stratejik çözümler de aynı şekilde... Aşk mektuplarının asıl muhattapları kişilerin kendileridir halbuki. Lacan, aşk mektubu yazan öznenin sevdiğine hitap etmediği, aslında kendi bilinmezliğine yaklaşma çabası olduğundan söz eder. Özne kendi arzuları, fantazileri ve narsisizmiyle meşguldür [3]. Annelik kaygısı ve suçluluk duygusu konularına yer veren bölümlerde Adam Phillips in Flört Üzerine kitabında tartıştığı yerden konuya yaklaşıldığını görüyoruz. Yazar, suçluluğun kökenini oluşturan iki temel kaygıdan; dünyadaki geçerli ahlak yasalarını çiğneyip reddedilme ve zarar verme potansiyelimizden duygduğumuz korkudan söz eder [4]. Aslında bize özünde şu soruyu sordurtan ve belki de uzunca yıllar cevap aradığımız bir kaygı bu: Suçluluk duygusuyla nasıl baş edebilirim? Freud a göre insanlar bir tür ceza olarak çaresizce semptomlarına ihtiyaç duyarlar (ceza ile suçluluk duygusunun kardeş olduğunu hatırlarsak). Yazar, suçluluğa ilişkin tartışmalarda hikayenin daha baştan yanlış olduğunu düşünenlerden. Çünkü cezanın olmadığı bir dünya pek de hayal edilebilir değil [4]. Bunun yerine sürekli bizi suçluluk duygusuna yönelten şeyin ne olduğu bulunmaya çalışılır. İlk günah doğuştan gelen yıkıcılık ve cinsellikse, bunların sebeplerine ilişkin hikayeler oluşturmak bizi o duygudan bir nebze koruyabiliyor. Bu duyguyla baş etme yöntemimiz, neden sonuç ilişkileri kurma çabalarımız, suçluluk denen şeyin ne olduğunu sormaktan alıkoymuş bizi. Öncelikle asıl soru suçluluk nedir? sorusudur. Aynı şekilde bir terapi seansı içinde bile, terapistle danışan arasında suçluluk kavramı hakkında sanki önceden ortaklığa varılmış ve hiç üzerine konuşulmadan kabul edilmiş gizli bir tanım varmışcasına kavramın kendisini irdelemek yerine, daha çok neden o hisle zihnimizin meşgul olduğu üzerinde duruluyor. Bu duygu ile baş edebilme hakkında çözümler etrafında dönülüyor. Suçluluk, kendi kaygılarımızdan ötürü kendimizi ve başkalarını denetim ve kontrolümüz altına almamızı sağlayan depresif bir duygudur. Bu kısa tanım bile tariften veya kavramı açıklamaktan ziyade, kendi içinde aslında bir neden sonuç ilişkisi gibi duruyor... Bahsedilen denetim ve kontrol, toplumun ve de Tanrı nın koyduğu bir takım kurallara tabi kalmak ve onların dışına çıkmanın bizim için zararlı olacağına inanmaktır. Dışına çıkılmadığında ise hayatımızın planlı, kontrollü ve daha iyiye gidiyor olduğunu görmek bir nevi komfor sunuyor bize. Sahip olduğunuz şeyler sonra size sahip olurlar, bu sebeple kaybedecek bir şeyin kalmaması özgürlüktür konulu filmlerin ve şarkı sözlerinin aksine, sözleşmelerin güven verici dünyasında kalmak, Eric From un Özgürlükten Kaçış ında da ayrıntılı bir şekilde anlattığı gibi vaatkardır birçok açıdan... 36

37 Kaynakça: [1] Zambak, F. (2013). Orhan Pamuk un Tekinsiz Bavul u. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6 (24). [2] Parman, T. (2003). Fobi, Korku, Kaygı, Tekinsiz ve Ergenlik. Psikanaliz Yazıları:Fobiler, 8. [3] Salecl, R. (2013). Kaygı Üzerine. Çev: Barış Engin Aksoy. İstanbul: Metis Yay. [4] Phillips, A. (2005). Flört Üzerine. Çev: Özden Arıkan. İstanbul: Ayrıntı Yay. 37

38 DOSYA ÖTESİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN STRES DÜZEYLERİNİN NEVROTİK EĞİLİM, YAŞAM YERİ, ÜNİVERSİTE TÜRÜ, BÖLÜM VE ŞEHİR MEMNUNİYETİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ Ayşegül ÇELİK * Kevser ADEMHAN ** ÖZET Araştırmanın amacı stres düzeyi değişkeni ile nevrotik eğilim düzeyi, üniversite türü, yaşanılan yer, yaşadığı şehirden (İstanbul dan) memnuniyet ve okuduğu alan değişkenleri arasındaki ilişkiler ve karşılaştırmalardır. Çalışmanın evreni İstanbul ilidir. Örneklem olarak, aynı ilde bulunan iki üniversiteden, İstanbul Kültür ve İstanbul Üniversitesi ndeki, 119 kadın ve erkek öğrenci gönüllülük ilkesi doğrultusunda seçilmiştir. Örneklemin stres düzeyini belirlemek için Algısal Stres Ölçeği (ASÖ), nevrotiklik düzeyini belirlemek için Eysenck Kişilik Envanteri nden ve demografik bilgileri almak için de araştırma çalışma sürecinde hazırlanan kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Çalışmada üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim düzeyleri ile stres düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Cinsiyet değişkeninin bu ilişkiyi istatistiksel açıdan anlamlı derecede etkilemediği; ancak kadınlar ve erkekler arasında belirgin bir fark olduğu görülmüştür. Araştırma örnekleminin sayıca az olmasının ve anket uygulamasının da sınav dönemine denk gelmesinin araştımanın sonuçları üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Anahtar sözcükler: Stres, Nevroz, Nevrotik eğilim, Üniversite öğrencileri, Kaygı. Giriş Gün geçtikçe yaşam koşullarının farklılaşması stresi yaşamın kaçınılmaz bir parçası haline getirmiştir. * İKÜ, Psikoloji Bölümü Lisans II. ** İKÜ, Psikoloji Bölümü Lisans II. Stres kaynakları ve etkileri incelendiği zaman, stresin oluşmasında yaşam olaylarının çok belirleyici olduğu görülmektedir (Ed.Uluğ, 2010 s.17). İş, okul ve aile gibi bağlamlardan kaynaklanan yaşam olaylarının, önemli stres alanlarını oluşturduğu düşünülmektedir. Ancak önemli yaşam olayları tek başına stres kavramını açıklayamamaktadır. Yaşam olaylarını stresli hale getiren bireylerin yorumlamaları ve tepkileridir. Literatüre bakıldığında stresin üç boyutta incelendiği görülmektedir: duygusal, davranışsal ve bilişsel stres. Duygusal stres, bireyin ruh durumunu etkileyen biyokimyasal ve psikofizyolojik süreçlerin stres tarafından etkilenmesidir. Davranışsal stres, bireyin dış dünyaya gösterdiği tüm duyuşsal, bilişsel ve psikomotor tepkilerin stres bünyesinde kalması durumudur. Bilişsel stres, stresin bireyin zihinsel yorumlama, çözümleme gibi faliyetler üzerinde etkili olması durumudur. Son yıllarda, üniversite öğrencilerinin stres düzeyini ve bu düzeyi etkilediği düşünülen değişkenlerin etkisini anlamaya yönelik yapılmış birçok araştırma görmek mümkündür. Özbay (1997) bu önemi, Yaşamın önemli bir parçasını oluşturan üniversite çağı, ergenlik dönemi gibi yaşam krizinin ardından başlamasıyla üzerinde özenle durmayı ve araştırmayı gerektirmektedir. Bir taraftan farklı bir ortama, diğer taraftan geçirmiş oldukları gelişim aşamasına bir de çevresel faktörler eklenince üniversite öğrenimi olgusu başlı başına ve değişim boyutları ile araştırma konusu haline gelmektedir. şeklinde ifade etmektedir (Akt. Avşaroğlu, Koç ve Sezer, 2004). Araştırmacılar tam da bu noktada stres olgusunu ele almakta ve öğrenci- stres ilişkisini tüm düzlemiyle araştırma ihtiyacı hissetmektedir. 38

39 Stres, 17. yüzyılın başlarında ortaya atılmış bir terim olmakla birlikte her geçen yıl anlamına yeni boyutlar ve kuramlar katarak kümülatif bir ilerleme kat etmiştir. Özellikle popüler kültürde sıklıkla bahsedilen bu kavram, ilk kez 1930 larda stres kavramını psikoloji biliminde akademik platforma taşıyan Selye tarafından şöyle açıklanır: (...) organizmanın fonksiyonunu bozan bir baskı, zorlama ve engellenme ya da psikolojik anlamda kişiye özgü ve tek olan bireysel bütünlüğü zorlayıcı ve bozucu her türlü etken stres yapıcı (stres yaratan kaynak) kavramı içerisinde ele alınır ve bu etkenlere karşı gösterdiğimiz psikolojik tepki stres kavramı ile açıklanır. (Ed. Uluğ, 2010, s.7). Gençlik ve Stres Özcan Köknal (1970) gençliği şöyle tanımlamaktadır: Gençlik çağı psikolojik, biyolojik, sosyolojik gelişme ve olgunlaşma çağı demektedir. Françoise Dolto ya göre de ergenlik ya da bir diğer deyişle gençlik kabuk değiştirme çağıdır (Soysal, 2014). Bu süreçte değişen ve gelişen genç, değişen ve gelişen dünyaya uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Üniversite hayatındaki bir çok başarısızlık öğrencinin zekasının yetersiz olması ya da yeteri kadar gayret göstermemesi gibi gerekçelerle açıklanamayıp, stres ve kaygı ile açıklanabilmektedir (Le Gall, 2006). Çalışmanın başat değişkenlerinden biri olan nevrotiklik, psikanalizin temel ilgi alanlarından biri olan nevroz dan türemiştir. Uluslararası Psikanaliz Sözlüğü nde nevrozun tanımı şöyle yapılmaktadır: Organik herhangi bir yapısı bulunmayan, Oedipal sorunsaldan doğup, iç ruhsal çatışmalarla bağlantılı olan ve bilinçdışı düşlemleri içeren semptomlara dayalı ruhsal sıkıntı (Uluslararası Psikanaliz Sözlüğü). Freud Benlik ve Alt-Benlik adlı makalesinde; benliğin, alt-benlik ile üst-benlik arasında ölçü koyucu bir işlevinin olduğunu dile getirir. Yine Nevroz ve Psikoz da, yeni bir formül geliştirir. Bu formüle göre nevroz, benlik ile alt-benlik arasındaki çatışmanın sonucudur. Alt-benliğin sonu gelmez isteklerinin, benlik tarafından bastırma mekanizması kullanılarak kısıtlanmasından ve ardından da bastırılan malzemenin mücadele ederek benliğin güçsüz olduğu yolaklardan kendine ikame bir semptom oluşturması söz konusudur. Oedipus karmaşası, kadın ve erkek kimliklerinin ve buna bağlı olarak da nevrotik sıkıntıların temelini açıklar (J.D. Nasio, 2012). Nevrozların çekirdeğinde çözümlenmemiş Oedipus karmaşası vardır. Oedipus karmaşası erkek çocukta kastrasyon karmaşası ile doğar ve sona erer. Kadında ise kastrasyon karmaşası ile doğar ancak onunla sona ermez (J.D. Nasio, 2006). Freud, 1908 de Hans ile yaptığı analizle kartrasyon kaygısı ve kastrasyon karmaşasını kuramsallaştırır. Araştırmanın değişkenlerinden biri olan stres, bu çalışmada psikanalizin ilgi alanı dahilinde olan kaygı kavramı ile açıklanmaktadır. Oedipus karmaşasının birinci etabında, çocuğun penis evrenselliği düşüncesini, keşfettiği kadın bedeniyle birlikte yıkan kastrasyon kaygısının, nevrozun ve Oedipus karmaşasının temellerini attığı söylenilebilir. Ayrıca kaygı kavramı teorisyenlerce, genel olarak gerek dürtülerin kabul göremeyecek yaptırımlarına, gerekse içselleştirilmiş nesnelerin bilinçdışında yarattığı tehditlerinin yol açtığı bir çeşit sinyal olarak ele alınmıştır (Köroğlu, 2009). Freud un torununda gözlemlediği fort/da oyunu nevrotiklik ve kaygı kavramlarına örnek teşkil eder (Freud, Haz İlkesinin Ötesinde, 1920). Çocuk, annesinin gidişinni (fort) ve gelişini (da) makara ile simgeselleştirir. Çocuğun bilinçdışı ayrılık kaygısı, nevrozların dinamiğinde görüldüğü gibi bastırılmış ve anneden ayrılma da fort ve da gösterenleri ile temsil edilmiştir. Kastrasyon kaygısının sonucu çocuk için yapıcıdır: eksiklik kabul edilir ve sınırlar ortaya koyulur (J.D. Nasio, 2006). Zaten buradaki Öteki nin (annenin) eksikliği, çocuğun kendi eksikliğine ve arzusuna gönderimde bulunur (Freud, 1915). Böylece kaygının ve nevrotikliğin, öznelliğin oluşumunda önemli bir yerinin olduğu söylenebilir. Üniversite hazırlık sürecinden henüz çıkmış üniversite öğrencisi için aileden kopmak, farklı bir yaşama ve sosyal çevreye girmek kaygı ve stres yaratıcı faktörledir. Bunların yanı sıra öğrencilerin bölümleriyle ilgili pişmanlıkları da sahip oldukları kaygı ve stres düzeyine etki etmektedir (Koç Avşaroğlu ve Sezer, bt.). Stres, yaşamın bir parçasıdır ve dolayısıyla onunla başa çıkabilmek onun yıkıcı etkilerini en aza indirmek gerekir. Özellikle üniversite öğrencilerine stres yönetimi ile ilgili eğitimler verilerek, bu konu üzerinde araştırma yapılarak öğrencilerin farkındalık düzeyleri arttırılmalıdır. Bu araştırmanın yapılması üniversite öğrencilerinin stres nedenlerini anlamasında ve stres nedenlerine çözüm üretmesinde yardımcı olacaktır. Araştırmada şu sorulara cevap aranmıştır: -Üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim düzeyleri ile stres düzeyleri arasında bir ilişki var mıdır? 39

40 - Üniversite öğrencilerinin yaşadıkları yerin stres düzeyi üzerinde etkisi var mıdır? - Devlet üniversitesindeki öğrenciler ile vakıf üniversitesindeki öğrenciler arasında stres düzeyi açısından fark var mıdır? Yöntem Araştırmada stres düzeyi değişkeni ile nevrotik eğilim düzeyi, üniversite türü, yaşanılan yer,yaşadığı şehirden memnuniyet ve okuduğu alan değişkenleri arasındaki ilişkiler ve karşılaştırmalar incelenmiştir. Çalışmanın evreni İstanbul ilidir. Örneklem olarak, aynı ilde bulunan iki üniversiteden, İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) ve istanbul Üniversitesi ndeki (İÜ) 119 kadın ve erkek öğrenci gönüllülük ilkesi doğrultusunda seçilmiştir. (İKÜ kadın:29, İKÜ erkek:30, İÜ kadın:31, İÜ erkek:29). Örneklemin stres düzeyini belirlemek için Algısal Stres Ölçeği (ASÖ), nevrotiklik düzeyini belirlemek için Eysenck Kişilik Envanteri nden ve demografik bilgileri almak için de araştırma çalışma sürecinde hazırlanan Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Algısal stres ölçeğinde bireylerin stres düzeyinin duygusal, davranışsal ya da bilişsel alt kategorilerinden hangisine dayandığını ölçmek amaçlanmış ve bu amaca yönelik sorular seçilmiştir. Ölçekteki sorular literatür taraması elde edilen bulgular ve kişilere sorulan stres olduğunuzda ne tür belirtiler gösterirsiniz? çekirdek sorusuna verilen cevaplar doğrultusunda belirlenmiştir. Verilerin Analizi ve Bulgular Anket uygulaması sonucu elde edilen bulgular IBM Statics 22 programından yararlanılarak değerlendirilmiştir. Hipotezlerin test edilmesi amacıyla bağımsız örneklemler t testi ve korelasyon testi kullanılmıştır. Hipotezlerden bazıları şunlardır: H1: Üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim dezeyleri ile stres düzeyleri ve alt boyutları arasında bir ilişki vardır. H2: Evde akrabalarıyla kalan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt bouyutları ile evde arkadaşları ile kalan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt boyutları arasında fark vardır. H3: Devlet üniversitesinde okuyan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt boyutları ile vakıf üniversitesinde okuyan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt boyutları arasında fark vardır. Hipotezlerin Analizi ve Bulgular Üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim düzeyleri ile stres düzeyleri ve bilişsel, davranışsal alt boyutları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. (Pb=,351-Pda=,266) Fakat üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim düzeyleri ile stresin duygusal alt boyutu arasında zayıf kabul edilebilecek, doğru orantılı istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki vardır.(h1) Evde akrabalarıyla kalan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt boyutları ile evde arkadaşlarıyla kalan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve alt boyutları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunamamıştır.(h2) Devlet üniversitesinde okuyan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve bilişsel, duygusal, alt boyutalrı ile vakıf üniversitesinde okuyan üniversite öğrencilerinin stres düzeyi ve bilişsel, duygusal, alt boyutları araında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunamamıştır. Fakat stresin alt boyutları incelendiğinde vakıf üniversitesindeki öğrencilerin davranışsal stres düzeyleri, devlet üniversitesindeki öğrencilerin davranışsal stres düzeyinden istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek çıkmıştır.(h3) Tartışma ve Sonuç Verilerin analizi sonucunda üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilim düzeyleri ile genel stres düzeyleri arasında bir ilişki bulunamamıştır. Metinde psikanalizce tanımlanmış nevroza eleştiri gelmiştir. Jung, bu nevrotikliğin hastalara genellenemeyeceğini ifade etmektedir. Yani, üniversite öğrencilerinin örneklem olduğu bir çalışmada hastalarca tanımlanmış nevrozdan yararlanmak yanlış ifadelere yol açabilmektedir. Keza sonuçlarda da nevrotik eğilim, genel stres düzeyini anlamlı derecede etkilememiştir. Literatürün aleyhine olan bu durumu; yapılan bir araştırmada çıkan (Avşaroğlu ve diğ., 2004) üniversite öğrencilerinin stres düzeyini önemli ölçüde etkileyen akademik başarı ile problem alanları arasındaki ilişkide nevrotik eğilimin anlamlı bir etki yaratmadığı sonucu da desteklemektedir. Fakat genel hipoteze ters bir bulgu olarak üniversite öğrencilerinin nevrotik eğilimleri ile duygusal stres düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Öğrencinin okuduğu bölüm, üniversite türü ve şehir memnuniyeti genel anlamda stres düzeyini literatürün lehinde etkilememiştir. Fakat vakıf üni- 40

41 versitesindeki öğrencilerin davranışsal stres düzeyi devlet üniversitesindeki öğrencilerinkine kıyasla anlamlı derecede yüksek çıkmıştır. Nitekim araştırma da, öğrencilerin akademik takviminde vize dönemine yakın bir zamanda gerçekleştirilmiştir. Cinsiyet, öğrencilerin nevrotik eğilimleri ile genel stres düzeyleri arasındaki ilişkiyi etkileyememiş olsa da kadın öğrencilerin nevrotik eğilim düzeyi ile duygusal stres düzeyi arasındaki ilişki anlamlı çıkmıştır. Literatürde de bunu destekleyen ifadeler yer almaktadır (Bkz. Otrar ve diğ., 2001). Genel anlamda hipotezleri desteklemeyen bulgulara ulaşılmıştır. Yapılan araştırmada vaka sayısının az olması, anket uygulamasının genellikle öğrencilerin sınav döneminde uygulanmış olması, uygulama sırasında çevrede çok sayıda uyaranın bulunmasıyla birlikte öğrencilerin uygulama esnasında anketin psikoloji öğrencileri tarafından yapıldığını öğrendiklerinde yanlı davranması gibi durumlar araştırmanın seyrini etkilemiştir. İleriki araştırmalar için birçok öneride bulunmak mümkündür. Bazı literatürler (Koç, Avşaroğlu ve Sezer, 2004) nevrotik eğilim ve stres arasındaki ilişki yönün değişmesi durumunun da söz konusu olabileceğini düşünmektedir. Ayrıca araştırmada kaygı ve genetik psikolojik rahatsızlık durumu bağımsız değişken olarak incelenebilir; fizyolojik rahatsızlık, ebeveyn kaybı ve yetiştirilen çevre değişkenlerinden biri veya hepsi şartlı değişken olarak araştırma modeline dahil edilebilir. Vaka sayısı arttırılıp üniversiteler çeşitlendirilebilir. Bunlarla birlikte, daha detaylı bir emik çalışma hazırlanabilir ve birçok ölçeğin kritiği yapılabilir. İlgili araştırmacıların şu sorulara cevap aramalarında fayda vardır: Söylem analizi, çıkan bulguları nasıl değiştirebilir? Bu araştırma, diğer psikoloji ekolleri kapsamında uygulandığında nasıl sonuçlanabilir? Ülkemizde geçerli bu akademik sorunsallar, dünyanın farklı bölgeleri için ne ölçüde geçerlidir? Kaynaklar: Koç, M., Avşaroğlu, S. ve Sezer, A. (2004). Üniversite Öğrencilerinin Akademik Başarıları ile Problem Alanları Arasındaki İlişki. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, I (11). 23 Kasım 2014, Uluğ,M.(Ed.).(2010).Stres. İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları Le Gall,A.(2006). Anksiyete ve Kaygı. Ankara: Dost Kitapevi Yayınları Freud,S.(2006).Psikopatoloji Üzerine.(S.Budak Çev.).Ankara: Öteki Yayın Evi. (1926) Nasio, J.D.(2006). Psikanalizin Yedi Temel Kavramı. ( Ö. Erşen ve M. Erşen Çev.).Ankara: Siren Yayınları Türkçapar, H.,Köroğlu, E.(2009). Psikoterapi Yöntemleri. Ankara: Hekimler Yayın Birliği Otrar, M., Ekşi, H., Dilmaç, B. ve Şirin, A. (Kasım 2002). Türkiye de Öğrenim Gören Türk ve Akraba Topluluk Öğrencilerinin Stres Kaynakları, Başaçıkma Tarzları ile Ruh Sağlığı Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma. 24 Kasım 2014, com.tr/kuyeb/tr/makale.asp?id=541&act=detay Nasio, J.D.(2012).Oedipus. İstanbul: Say Yayınları Freud, S. (2006). Psikanalize Giriş Dersleri. (3). (S. Budak, Çev.). Ankara: Öteki Yayınevi. (Orijinal çalışma basım tarihi 1917.) Soysal, Ö. (2012). Klinik Psikolojide Seçme Konular. (Yayınlanmamış Ders Notu) Freud, S.(2011). Metapsikoloji 2.(A. Yardımlı Çev.).İstanbul: İdea Yayınevi. 41

42 DOSYA ÖTESİ ENGELLİLERİN PSİKOLOJİSİNİN VE DERİN SANAT ALGISININ, ENGELLİLİĞİN TERMİNOLOJİK VE SOSYOKÜLTÜREL BOYUTLARIYLA ELE ALINMASI Kevser ADEMHAN * ültürel farklılık ve öteki hakkındaki tartış- insanlık tarihi kadar eski bir olgu olup Kmalar bebeğin vücudunu fark etmesiyle gelişen ben kavramının hemen ardından ötekinin algılanmasıyla gelişir. Ötekilik, farklılığın değişmeyen anımsatıcısıdır. (Uluç, 2009, s.33). Elbette yıllardır tüm kültürlerin kendilerine vazife saydıkları, henüz onlar kendi kimliğini bilmezken ya da onlar kendini henüz bir sınıfa dahil edemezken, anımsatıcılığını her şekilde üstlendiği bir konu vardır: Engelliler. Yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar engelliler, bir sosyo-kültürel yıkım unsuru olarak görülmüş ve bir şekilde infaz ya da imha edilmek istenmiştir. Bu tür örnekleri, yılları arasında yaşanmış kıtlıktan sonra Üçüncü Letarano Konsili nin kararları doğrultusunda yoksullar, aylaklar ile birlikte hasta ve engellilerin kentlerden uzaklara kovulması; XX. yüzyılda Nazi Almanyası nda engellinin ırk saflığını sağlamak için yok edilmesi gibi olaylarda net bir şekilde görmek mümkündür. Maslow un İhtiaçlar Hiyerarşisi nde (1943) belirtildiği üzere, temel basamak olan fizyolojik gereksinimler karşılanmadığı müddetçe üst basamak olan kendini gerçekleştirme olgusunun yaşanması söz konusu değildir. Fizyolojik, biyolojik ve psikolojik olarak risk altında yaşamış engellilerden günümüz engellilerine değin özellikle sanat konusun da bu durumu istisnalaştırmış örnekler söz konusudur. Fakat tüm bu bağlamları sentetik ve spesifik olarak incelemeden önce engelliliğin temelde ne anlama geldiğine ve özellikle ülkemizde nasıl algılandığına değinmek gerekmektedir. * İKÜ, Psikoloji Bölümü Lisans II Engelliliğin Terminolojisi ve Türkiye deki Tanımları F. Mcbee, engelliliğin birkaç ülkede bu tür anlamlara geldiğini bulmuştur: Çin de can fei, yararsız ve özürlü ; Danimarka da Krobling, sakat ; İspanya da menos valido, malul ; Almanya da lahme- krupel, topal-sakat (akt. Shapiro, 1999). Türkçede de topal, aksak, sakat, kötürüm gibi yürüme engeli olanlar, ahraz gibi işitme engeli olanlar için bu tabirler mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti (T.C) Başbakanlık Toplum Özürlülüğü Nasıl Anlıyor Araştırması nda (2008), tüm resmi kurumlarda kullanılan özürlülüğü Özürlü: Doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal, sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın gereklerine uyamayan kişilerdir. şeklinde tanımlamıştır. Burada, dikkat edilmesi gereken şeyin engelliliğin birçok sözcükle ifade ediliyor oluşudur. Özellikle engellilik, özürlülük ve bozukluk birbirleriyle en çok karıştırılan kavramlardır. Esra Burcu, ICIDH (International Classification of Impairments, Disabilities and Handicaps), WHO (Dünya Sağlık Örgütü) 2003 sınıflamasına göre her üç tanımın farklarını araştırmasının kavramsal ve kuramsal çerçevesinde açıklamıştır. Engellilik (handicapped), fonksiyon kaybı ve sınırlılığı ile hareketlerde kısıtlanma; özürlülük (disability), fonksiyon kaybı ve sınırlılık durumu; bozukluk da (impairment) ki zaman zaman dilimize sakatlık olarak da çevrilmiştir- ilgili uzuvdaki normal dışı durum olarak belirtilmiştir. (akt. Gürdal Ünal, 2011). Heiden (1996) engelliliği, Bedensel fonksiyonlardaki hasarlar nedeniyle meydana gelen kayıpların yarattığı sosyal dezavantajlardır. şeklinde tanımlamıştır. Metnin tümünde daha genel ve gerçekçi olması sebebiyle de engelli sözcüğü tercih edilmiştir. Bu bağlamda, 42

43 farklı türetmelerin ve simgelerin buluştuğu bir kuram olan engelliliğin, çeşitli perspektiflerce getirilmiş olan söylemlerine bakmakta fayda vardır. Engellilik Modelleri ve Türkiye de Engellilik 1-Tıbbi Model: Bu modele göre engellilik, bir sorun olarak görülür ve bu sorun sadece engelliye aittir. Yaşanabilecek psikolojik kayıplar tedavi edilerek giderilmelidir. Tüm sorumluluğun hasta olan engelliye düştüğü bu modelde, engellinin kimseyi rahatsız etmeden yaşayabilmesi için para ve zaman açısından her türlü yardımda bulunulabilir. Hastaneler ve özel rehabilitasyon kurumları bu amaçla açılmıştır. Michael Oliver ın (1996) kişisel trajedi teorisi ismini verdiği engellilik durumunu, modeli destekleyecek olan şu cümleleri ile ifade eder: Özürlülük, şanssızlık ve kader dolayısıyla şanssız bireylerin başına rastgele gelen bir durumdur. Bu kişiler trajik kaderleriyle yaşar. Enver Ertürk, Disability in Turkey (Özürlülüğün tarihi: Türkiye Örneği) tezinde Türkiye nin engelli algısını ve tüm engellilik sorunlarını sosyal kaygıdan uzak olan tıbbi servis ve olanaklarla çözmeye çalışmasının Tıbbi Modele daha yakın olmasıyla açıklanabileceğini ifade etmektedir. (akt. Gürdal Ünal, 2011) 2- Sosyal Model: Bu modelde engellilik, bir toplum sorunudur ve normal olmayan bedenlerin yükü topluma aittir. (Couser, 2009) Engellenmişlik, sosyal normların sonucudur. Çevresel engelleri kırarak- rampa, asansör, işaretlendiriciler ve uyarıcılar- tutumsal engelleri yok ederek -engelliden korkma, düşük beklenti, bilgisizlik- ve hukuksal engelleri değiştirerek -evlilik ve okula alınma- gerçek yaşantı sağlanabilir. Dünyada son yıllarda bu modelin oldukça önemsendiği birçok Avrupa ülkesi vardır. Her iki modelin kritiğini yapmış olan Corker ve Shakespeare (2006), modellerin tek başlarına yetersiz kaldığını ve insani bir bedenleme teorisinin gerektiğini savunmuşlardır. Türkiye de yapılan araştırmalara göre (Bkz. Gürdal Ünal, 2009, s.37-41; ESHID, 2011), insanların engellilere karşı tutumları olumlu yönde değişmektedir. Fakat aileler ve dış çevreler, engellilere genel olarak acıdıkları için engellilerin sosyalleşemedikleri, çoğu zaman istismar edildikleri hatta bazı kanun ve hükümlerce ötekileştirildikleri saptanmıştır. Ulaşım konusunda da yeterli toplu taşıma olanaklarının sağlanamamasından ve fiziki çevrenin büyük ölçüde hasarlı olmasından ötürü engelliler, zamanlarının çoğunu evlerinde geçirmektedirler. Ayrıca engelli okuryazar oranının kadınlarda oldukça düşük olduğu saptanmışır ve yükseköğrenimdeki engelli nüfus oldukça düşük çıkmıştır. Bu konu için alınan önlemlerin ve oluşturulan tasarıların ise henüz hazırlanma süre- 43

44 cinde olduğu söylenebilir. Peki, tüm bu hayatsal mekanizmalar düşünüldüğünde engellilerin psikolojileri hakkında neler söylenebilir? Bu sosyal dezavantajların yoğunluğunda yaşamak bir bireye neler kazandırabilir ya da neler kaybettirebilir? Engellilerin Psikolojisi ve Sanatla Buluşmaları Yukarıda anlatılmış engellilik modellerinden ve Türkiye deki engellilik durumunundan hareketle, engellilerin psikolojik durumları hakkında çıkarımlar yapmak hiç de zor değildir. Bununla birlikte, birkaç sözcükle nasıl ki tüm psikoloji biliminin anlatılamayacağı söz konusuysa engellilerin psikolojisini de enine boyuna anlatmak oldukça zordur. Engellilerin ruhsal durumunu derinden etkileyen iki büyük sosyokültürel kuram vardır. Bunların ilki Damga Kuramı dır. Bu kuramın sosyolojideki öncüsü olan Erving Goffman (1963) damgayı, sahip olunan nitelikler ve toplumda kabul edilmiş değerler arasındaki özel bir ilişki biçimi olarak tanımlamaktadır. Esasen, toplumun normaller değerleri ile sahip olunan nitelikler uyuşmadığında damga durumu ortaya çıkmaktadır. Goffman bu damgayı taşıyan bireylerin, toplumda daha az istenebilir olduğunu ve insan yerine konmadıklarını ifade etmektedir. Engelliler de fiziksel ve zihinsel damga grubunda yer alır. Genellikle engelli bireyler bu damga durumuna ilişkin birtakım başa çıkma stratejileri geliştirmektedir (Goffman, 1963). Kimileri damgayı bir lütuf olarak görür. Kimileri de fiziksel olarak damgayı yok etmeye çalışır. Örnek olarak babasından yediği dayaklardan sonra işitme engelli olan Beethoven, en güzel eserlerini hatta 9. Senfoni sini işitme yetisini kaybettikten sonra yaratmıştır. Bir başka örnek ise dünyada birçok ödüllü belgesele konu olan doğuştan görme engelli Eşref Armağan ın, görmediği halde nesnelere dokunarak hatta manzaraları hisssederek onları çok başarılı bir şekilde resmedebilmesidir. Bunların haricinde kimi engelli bireyler de normal kişilerle ilişkiyi keser ya da damgayı sempatiyle karşılayan bireylerle beraber olur. İkinci kuram ise Kir Kuramı dır. Antropolog Mary Douglas a (2007) göre, anormal tüm olgular ve durumlar, yerleşik varsayımların örüntüsüne dahil olamadığında bir kir olarak betimlenir ve ötekiler e dahil edilir. Bu duruma Afrikalı bir kabile olan Nuerlerin tüm engelli bebeklerini ırmağa bırakmaları, Nazi Almanyası nın engelliyi katletmesi, Foucault un sakınma ve kapatma durumu için üzerine çalıştığı akıl hastaneleri (akt. Gürdal Ünal, 2011) ve Christy Brown un otobiyografik romanı Sol Ayağım da bahsettiği dış çevrenin yorumları gibi birçok örnek vermek mümkündür. 44

45 İşte tam da bu noktalarda ötekileşen engelliler, bir dışavurum, bir ifade özgürlüğü ve belki de arketipal bir yönelime doğrulurlar: Sanat. Bilinç dışına atılmış engellenmişlik durumu, çoğu zaman ruh sağlığını korumak adına resme, sahne sanatlarına ya da müziğe yönelir. Çünkü bir semboller bileşimi olan sanat benlik algısı, kimlik ve de birçok psikolojik temelin en doğru ifade şekli olacaktır. Engelliler çoğunlukla zor yaşantılarından kaynaklı bir psikotik veya nevrotik eğilim içerisindedir. Nitekim Freud da kişisel çelişkinin yaratıcılığın başlangıcı olduğunu, nevroz ve diğer semptomların oluşmasında etkili olan gizli mekanizmaların, yaratıcı eylemlerle içsel çelişkilerini açıkladığını belirtmiştir. Ayrıca oğlu Ernst de gerçek ifade etme biçiminin sanat olduğundan söz etmiştir. Freud, hastalarının rüya analizlerinde çizme sanatının gerçekçi bir ifade olmasından ötürü çokça faydalanmıştır. Fakat engelliler tekrar bir engellenmişlikle karşılaşır ki o da sanatçı olamamaktır. Ülkemizce damga, kir ve de tıbbi bir hata olan engelliler; çirkin göründüğü iddaa edilen silüetlerinden ötürü, özellikle sahne sanatlarında yer alamamaktadır. Bu durumun yanlışlığını ve insanlardaki gerçekliğini Çakmak (2007), şu şekilde ifade eder:...oysa gerçekte kendi düşüncelerine göre bir ayağı olmayan kişi Hamlet i oynayamaz, protezli Dorabella göremezsiniz, tek gözlü Carmen ise asla olamaz. Kanaatimizce önemli olan Hamlet i oynamaktır, Hamlet i mükemmel bedenle sergilemek değil. Sahnedeki kişi Hamlet değil, o rolü oynayan kişidir... Engeli olan kişiler güzel değildir ve çekici değildir gibi bir sonuç çıkmaz. Engelliler de engelsizlerle eşit derece muamele görürler. Hatta çok güzel bir engelli bayan, engelsiz ama çirkin bir bayandan daha şanslı olabilir, daha kolay iş bulabilir... Engelli birisi baş rolde oynayabilir bu gayet doğaldır. Engelli olarak Carmen i oynayan sanatçı daha fazla alkışlanmamalıdır çünkü fazladan bir görev ifa etmemiştir, sadece rolünü oynamıştır. Sonuç olarak engelliler birçok bağlamda sorunlar yaşamaktadır. Bunlar engellerinden ziyade normal olarak nitelendirilen kimselerden kaynaklanmaktadır. Bu sorunları aşmakta çoğu zaman yalnız kalan engelliler, dışavurumsal bir yönelim olarak sanata yönelirler. Bu yönelim bir nevi ototerapi işlevindedir. Ancak sanat yapan kimsenin sanatçı olması beklenirken bu algı dış çevrelerce yadırganmakta hatta engellenmektedir. Bu algının yıkılabilmesi için zihinlerdeki engelli profilinin bir bellek formatından geçmesi gerekmektedir. Bunun için engellileri ayrıştırmayan, bütünle kaynaştıran, sanatın her dalından bir parçayı aksettirebilen sanatsal faaliyetler düzenlenebilir ya da bu aşamada fiziksel, sosyal ya da psikolojik engeller mümkün olduğunca yok edilmelidir. Ama bunun için normal halk kesimi bu duruma hazır mıdır? ya da normal halkın empati düzeyi hangi seviyededir? sorularıyla birlikte normal halk bu engelleri bilinçsizce mi yoksa bilinçli bir şekilde mi yaratmaktadır? sorularına cevap aranmalıdır. Kaynakça: Gürdal Ünal, A. (2011). Türk Çocuk Edebiyatında Engellilik ( ). İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Brown, C. (2004). Sol Ayağım. İstanbul: Nokta Kitap. Çakmak, N. M. (2007). Sahne Sanatları ve Engellilik. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11 (1-2), Keskinel, S. (bt). Resimle Nasıl Terapi Yapılır? , 2014 tarihinde com/?syf=26&syz= adresinden alındı. Uluç, G. (2009). Medya ve Oryantalizm/ Yabancı, Farklı ve Garip Öteki. İstanbul: Anahtar Kitaplar. s. 33. Ergin, H. ve Yıldız, S.A. (Ed.). (2014). Gelişim Psikolojisi (5.Basım). İstanbul: Nobel Yayıncılık. Eşit Haklar İçin İzleme Derneği ESHID. (2011). Türiye de Engellilere Yönelik Ayrımcılık ve Hak İhlalleri (2). İstanbul: Eşhid Yayınları. Burcu, E. (2007). Türkiye de Özürlü Birey Olma: Temel Sosyolojik Özellikleri ve Sorunları Üzerine Bir Araştırma. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları. s

46 DOSYA ÖTESİ MÜZİĞİ TAKİBEN, MÜZİĞİ ARACI KILARAK: ADNAN ÇOBAN İLE MÜZİK TERAPİSİ ÜZERİNE Röportaj: Melike ADLI * Başlangıç olarak bize Müzik Terapisi hakkında ne tür bilgiler verebilirsiniz? Müzik Terapisi kişilerin biyolojik, ruhsal, zihinsel, fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla müziği aracı kılan bir terapi yöntemidir. Burada klasik terapi yöntemlerinde nasıl kendi içinde bir takım enstrümanlar kullanılıyorsa, Müzik Terapisinde de müziğin enstrümanları kullanılıyor. Müziğin enstrümanları; aktif müzikal aktiviteler: saz çalma, şarkı söyleme, müzikle hareket yani dans, folklorik bir takım çalışmalar. Pasif müzikal aktiviteler: müziğin işitsel yolla etkisinden istifade ediyoruz yani müzik dinleme denilen faaliyetin kullanıldığı aktiviteler. Özetle müziğin tüm aktivitelerini müziğin burada kişinin ihtiyaçlarını karşılamak için aracı kılacak. Müzik Terapisi eğitimi hakkında bilgi verebilir misiniz? Müzik Terapisi yapacak olanların belli eğitimden geçmeleri gerekiyor. Bir insanın müzisyen olması Müzik Terapisi yapabileceği anlamına gelmiyor. Ya da psikolog olması müzik terapisi yapabileceği anlamına gelmiyor. Müzik Terapisi kendi içinde kuraları olan ayrı bir terapi yöntemidir. Müzik Terapisinin üç yıl süren bir terapi eğitimi vardır. Yüksek Okul düzeyinde. Ondan sonra iki yıl da klinik süpervizyon çalışması yapılır ve kişiler Müzik Terapisti olurlar. Hastanelerde, ruh sağlığı ile ilgili alanlarda veya sosyal rehabilitasyon çalışmalarında görev alınır. Yani Müzik Terapist olabilmek için tabi ki müziği bileceksiniz, tabi ki psikolojik nosyonunuz olacak ama kendi içinde ayrı özel * İKÜ, Psikoloji Bölümü Lisans II uygulamaları kullanabilecek aşamaya gelmiş olmanız gerekecek. Siz bu alanın Türkiye de gelişmiş olduğun düşünüyor musunuz? Hayır, Türkiye de gelişmiş değil. Türkiye nin tarihi bir temeli var. Bizim kültürümüzde Müzik Terapisi uygulaması çok görülür. Mesela eski Türklerde şaman ayinlerinin veya baksı denilen hala Orta Asya da uygulanmakta olan ayinler veya folklorik öğelerin incelendiği zaman Müzik Terapisi temeline sahip olduğunu görüyoruz. O zaman da bunlar kişinin ruh sağlığı veya fiziksel rahatsızlıklardan kurtulması için kullanıyor. Bunun çok daha bilimsel alt yapısının oluşturulması yine 9. ve 10.yy daki Türk hekimleri tarafından yapıldığı görülür. Farabi, El Kındi, İbn-i 46

47 Sina, Razi gibi hekimler aynı zamanda tedavide müziği de kullanmışlar. Daha sonra Selçuklu Darüşşifasında başlayıp Osmanlı Darüşşifaların da devam eden pratik dönem olmuş, Müzik Terapisinin iyi seviyede kullanıldığı Darüşşifalarda su ve müzik sesiyle hem ruhsal hem de fiziksel rahatsızlıkların tedavi edilmiş. Fakat bu 18.yy dan sonra Türkiye de terk edilmeye başlanmış. Osmanlı topraklarında maalesef o eski gelenek kaybolmuş. Müzik Terapisi de birçok değerimiz gibi zaman içerisinde uygulanmamaya başlamış. Cumhuriyet sonrasında hatta günümüzde de hala Müzik Terapisi Okulu yok. Kendi çapında Müzik Terapist olduğunu iddia eden arkadaşlarımız var ama hiç biri resmi veya fiili manada Müzik Terapisti değil, kendi uygulamalarında müzikal etkinliği kullanıyorlar. Maalesef Müzik Terapist Türkiye de yetişmiş değil. Bunun için çalışmalar oluyor, bilinçlenme söz konusu. Özellikle 90lı yılların başında Çapa Tıp Fakültesinde Prof. Ayhan Songar ın önderliğinde etnomüzikoloji merkezi kurulmuştur. Orada Oruç Güvenç ve arkadaşları bir takım seanslar uygulamak üzere Ayhan Songar tarafından görevlendirilmişlerdi. Fakat Ayhan Songar hocanın vefatı ile atıl kaldı, arzu edilen perspektifte ilerleyemedi ve kapandı yılında ben ve arkadaşlarım tekrar gündeme getirdik. Müzik Terapi kitap çalışması yapıldı. Kitap ile birlikte yarı seminer yarı konser niteliğinde bir takım programlar yaptık. Bu programlarla tekrar gündeme geldi. Hekim olmamdan da kaynaklı olarak tekrar gündem oluşturma şansım oldu. Çünkü daha önce uygulayan arkadaşlar hekimlik ya da psikolojik nosyonu olmayan arkadaşlardı. Ama bizim çalışmalarımız sonucunda tıp dünyasının dikkatini çekmeye başladı. Şu an çok daha iyi bakılıyor Müzik Terapisine, müzikle ilgili sosyal projeler daha fazla yapılıyor. Bu konuda tezler yapılmaya başlandı. Artık eğitim kurumuna dönüştürme aşamasına gelindi. Yakın bir zamanda Haliç Üniversitesinde Müzik Terapisi Okulu kurulacak. Bu alanın gelişmesi için neler yapılabilinir? Önce okulunu kurup uzman yetiştirmek lazım. Hastanelerde, sosyal kurumlarda, sağlık kuruluşlarında çalışacak uzmanlar yetiştirmek lazım. Uzman yetişmeden bu iş yaygınlaşamaz. Çünkü uygulayan insan uzman olmağında faaliyet kısıtlı oluyor. Sağlık bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bu uzmanların görevlendirilmesi, aktif olarak çalışmaları gerekiyor. Daha çok hangi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılıyor? Her türlü fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklarda kullanılabilir. Mesela zihinsel rahatsızlıklarda çok yoğun bir şekilde kullanılıyor. Zekâ geriliği, gelişim bozukluğu olan veya otistik çocuklarda, hiperaktif çocuklarda kullanılıyor. Yine ruhsal rahatsızlıklarda şizofreni başta olmak üzere depresyon, anksiyete bozuklukları, sosyal fobi, madde bağımlılığı Alzheimer hastalıklarında, demaslarda, bunamalarda Müzik Terapisi çok etkili bir yöntem olarak kullanılıyor. Bunun yanında, dünyada felç geçiren insanların rehabilitasyonunda, komadaki insanlarda, diyaliz hastalarında veya cerrahi bölümdeki hastalarda, kolonoskopi gibi girişimsel teşhis yöntemleri uygulanan birimlerde, onkoloji birimlerinde çok yaygın bir şekilde kullanılıyor. Müzik Terapisi seansı hangi aşamalardan oluşuyor? İlk seansta hasta gelir ailesi ile konuşursunuz, hasta ile karşılıklı birebir görüşmeniz iletişiminiz olur. Bir iki seans bilgi toplarsınız. Zihinde hastaya dair bir çerçeve oluşturulur. Bazı testler uygulanır. Hastanın ihtiyaç duyduğu şeyler tespit edilir. Daha sonra ölçekler, kendi gözlemlerin ile birlikte bir süreç başlar. Değerlendirme aşamasında hangi müzikal aktivitelerin daha iyi olacağı belirlenir. Kimi saz konusunda, kimi şarkı söyleme konusunda iyi olabiliyor. Kişinin eğilimine göre karar verilir ve bunun üzerinden ilerlenir. Bu ilerleme aşamasında belli aşamalarda tekrar gözlemler olur. Yavaş yavaş hedefe gidilir. En son aşamada istenilen noktaya gelindiğinde sonlandırılır. Diğer terapi yöntemlerinden süreç olarak farkı yok sadece kullanılan yöntemler müzik yöntemleri. Bilgi edinmek isteyenlere önerebileceğiniz kaynaklar nelerdir? Kitap olarak benim kitabım. Türkçe yazılmış başka kaynak yok ama merak edenler, internet üzerinden Amazon.com dan faydalanabilirler. Basit, başlangıç kitapları ile okumalar yapabilirler. 47

48 DOSYA ÖTESİ ELEKTRONİK PSİKOTERAPİST Samet Hakan UZUNLAR * ELIZA, bir Doğal Dil İşleme (Natural Language Processing) ** programı; yani ekran başındakine gerçek birisiyle konuşuyormuş hissi yaratmak için yazılmış bir program-cık (Chatterbot denilen sohbet robotlarının atası niteliğindedir) da MIT de Joseph Weizenbaum tarafından yaratılan program adını G.Bernard Shaw un Pygmalion adlı tiyatro eserindeki kadın karakterden almış. ELIZA nın spesifikleştiği yer konuşma simülasyonu olmasından öte bir terapisti taklit etmesi, hem de Rogerian ( Carl Rogers, Kişi-Odaklı ya da Danışan-Merkezli Terapi) bir psikoterapist olması. Joseph Weizenbaum ELIZA, Microsoft Office in sol alttan fırlayan Ataç ından bile 30 yıl önce, bir terapistin taklidini yapmasını nasıl becerdi acaba? Kesinlikle temel yapay zeka algoritmasına dahi sahip değildi, hatta insanlar internette yayıldığında fazla ciddiye alıp ELIZA nın aptal olduğundan yakınacak kadar doğal karşılıyorlardı onunla konuşmayı. Tabi ki bu şuan için * İKÜ, Psikoloji Bölümü Lisans II ** Buradaki NLP, psikoloji alanında sözdebilim sayılan Duyu-Dil Programlama diye adlandırılan kavram ile karıştırılmamalıdır. abartılı bir iddia ama o yıllarda etkileyici bir olaydı. Hele ki internetin dahi yeni kullanılmaya başlanıldığını düşünürsek. Aşağıda bir sohbetten kesit yer almaktadır, makine yanıtları büyük harflerle yazılmıştır *** : + Erkeklerin hepsi aynı. - NE ŞEKİLDE? + Şöyle ya da böyle hep canımızı sıkıyorlar. - SİZE ÖZEL BİR ÖRNEK VEREBİLİR MİSİNİZ? + Eh peki, buraya gelmemi erkek arkadaşım istedi. - BURAYA GELMENİ ERKEK ARKADAŞIN İSTEDİ? + O sürekli bunalımda olduğumu söylüyor. - BUNALIMDA OLDUĞUNU DUYDUĞUMA ÜZÜLDÜM + Bu doğru. Ben mutsuzum. - BURAYA GELMENİN MUTSUZ OLMAMANI SAĞLAYACAĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUN? + Biraz yardıma ihtiyacım var, bu kesin. - YARDIM ALMAK SANA NE GETİRECEK? + Belki de annemle iyi geçinmeyi öğrenebilirim. - BANA BİRAZ AİLENDEN BAHSET + Annem benimle ilgilenir. - AİLENDE BAŞKA KİM SENİNLE İLGİLENİR? + Babam. *** Weizenbaum, Joseph ELIZA A Computer Program For the Study of Natural Language Communication Between Man and Machine 48

49 - BABAN? + Sen de bazı yönlerden babama benziyorsun. - NASIL BİR BENZERLİK GÖRÜYORSUN? + Sen çok saldırgan değilsin, ama bunu söylememi istemiyorsun sanırım. - NEDEN BENİM ÇOK SALDIRGAN OLMADIĞIMI DÜŞÜNDÜN? + Benimle tartışmıyorsun. - NEDEN SENİNLE TARTIŞMADIĞIMI DÜŞÜNÜYORSUN? + Benden çekiniyorsun. - SENDEN ÇEKİNDİĞİME İNANMAK SENİ MEMNUN EDİYOR MU? + Babam herkesten çekinir. - BABANI DÜŞÜNDÜĞÜNDE AKLINA BAŞKA NELER GELİYOR? + Zorbalık. - ERKEK ARKADAŞININ SENİN BURAYA GELMENİ İSTEMESİNİN BUNUNLA BİR İLGİSİ VAR MI? İnsan-bilgisayar iletişiminin eski olmasına rağmen şaşırtıcı bir örneği denilebilir, daha sonra bilinçsiz bilgisayar davranışlarının insan davranışlarını andırmasına eliza effect (eliza etkisi) denilmeye başlanıyor. Bununla birlikte doğal dil kullanımı botlarının en çok zorlandıkları kısım semantiktir. Programlar gerekli kelime ayrıştırma metotları izleyerek kelime ve tümce öğelerini ayrıştırıp, sözdizimsel yapıya uygun halde karşılık olarak cevap oluşturabiliyor hatta yapısal bir kavrayışı varmış izlenimi uyandırabiliyorlar. ELIZA nın yaptığı şey salt sözdiziminden yararlanıp danışanının söylediği anahtar sözcükleri tanıyıp bunları uyarlanabilir bir soru formu havuzunda taratıp uygun cümle yapısını doğrudan minik bir değişiklikle diyaloğa yapıştırmak. Yani siz sevgi, hüzün, kavga gibi kelimeler kullandığınızda onun bunlar hakkında en ufak bir kavrayışı ya da fikri yoktur, tek yaptığı sizin için en olası cevabı bulmak. Unutmamak gerekli ki ELIZA aşırı ilkel bir yapıya sahip; sohbetin içeriği için daha derin bir cevap stoğu oluşturulabilir, konuşmanın her anında sizin kullandığınız kelimelerden geniş bir istatistik ağı hazırlanabilir ve bunlar da size verilmek için seçilen cevapları değiştirebilir. Siz sürekli kötümser duygularınızdan bahsettiğiniz zaman, birden program konuyu değiştirmek için zevk aldığınız etkinlikleri soru kalıbı şeklinde size yöneltebilir. Dil tasarımı konusunda başka bir şaşırtıcı program olan, Winograd ın SHRDLU su sözdiziminin de ötesinde semantik sorunları da hallediyor. Dünyası çok küçük, sadece bloklardan oluşuyor ama cisimlerin nitelikleri hakkında bilgileri somutlaştırabiliyor yani ne hakkında konuştuğunuzu az çok biliyor hatta anlıyor. Doğal olarak da çıkarımlarda bulunuyor ve gerçek ilişkileri sezebiliyor. Maalesef bu yeteneği bilgi dağarcığı bizim kadar geniş olmadığı için bloklardan öteye geçemiyor. Ayrıca MIT yapay zekâ laboratuvarındaki bir zamanların KISMET adlı sosyal robot projesine de bakılabilir. Bu noktada terapistimiz hakkında olumlu ve olumsuz iki yorum yapabiliriz. Öncelikle hatırlatmak gerekir ki ELIZA yla konuşanlar onun bir makine olduğunu konuşma sırasında kendini tekrar edene kadar anlayamamışlardı, hatta ilk anlarda danışmanlığını beğenenler dahi çıkmıştı. Yazılımın dönemine göre gerçekliğe dair başarısı bir yana model olarak seçilen psikoterapi modelinin yapısı dikkatimizi çekmeli. Belli ki komutlara indirgenmiş ve pratik şekilde yapılandırılmış bu konuşmalar insanların öznelliğine dokunuyor olsa gerek, onlara tedavinin basitliğine ve kolaylığına dair bir umut veriyordu, inançlarına dayanak sunuyordu belki de. Peki, bu kadar kolay mıdır terapide çözüme ulaşmak? Pozitivist paradigmanın güvenilirliğe ve geçerliliğe vurgu yapan katı kuralları; terapinin bel kemiğini oluşturan, sürpriz anlarla ilerleyen ve önceden öngörülmesi neredeyse imkânsız olan iletişimi es geçerek bir çözüm üretebilir mi? Terapi sürecinin bir program gibi nesnel ve mükemmel bir şekilde yapılandırılabileceği iddiası pek çok çağdaş psikoterapi yönteminde var. Bilimsellik çerçevesinin kırılmasını önlemek için gösterilen bu gayretin ne kadar makul olduğunu düşünsek bile, terapi gibi iki öznenin karşılaştığı bu sıra dışı etkinliği ele alırken sığ ve indirgeyici olmamak gerektiği genellikle klinik psikologlarca vurgulanır. Bu yüzden bu tür kalıp ve belirli istatistiklere göre kurgulanmış terapilerin son yıllarda sorgulanmaya başlamasını herhalde yadırgamamak gerekir. Öznellikten yoksun ve iletişimin doğasına aykırı bir belirlenmişlik altında nasıl bir terapötik ilişkiden bahsedilebilir ki? Ayrıca 49

50 bilişsel terapilerde aktarım ilişkileri her ne kadar odakta olmasa da, iletişim terapist-danışan bağının temel taşı sayılmaktadır. Danışanların bu süreçten beklentileri öncelikle çözüme yönelik olmakla birlikte, öznellik sorusu askıda kalmaktadır. Yine de tüm bu sorulara bir çırpıda yanıt vermek pek kolay gözükmüyor. Son olarak, 1972 yılında Amerikalı psikiyatrist Kenneth Colby yapay zekâyı alanına uygulamaya çalışırken ELIZA benzeri bir bot yaratıyor, adı PARRY ve bir paranoid şizofreni taklit ediyor. Terapistimiz ile hastamız ARPANET(ilk ağ bağlantısı örneği) üzerinden konuşturuluyorlar. Bu absürt konuşmanın bir kısmı aşağıda verip yazıyı sonlandırıyorum, şizofren(+) terapist(-) **** : - Beni anlamayı ister miydin? + Bu benim duygularıma ilgi göstermiş olmanla ilgili. - Hı? Senin duygularına ilgi göstermiş olmam derken? + Sana güvenirsem eğer yardımcı olmayı da isterim. - Bana güvenmeyi istiyor musun? + Belki evet, belki hayır. - Pek emin görünmüyorsun? + Sahi mi? - Lütfen devam et. + Bence bir konuyu tek yoldan düşünmeye takılmışsın. - Benim tek yoldan düşündüğümü, sana düşündüren nedir? + Bunu her hafta yola gitmek için kullanırım. - Bu senin için ne anlama geliyor? + Şuan koşu yollarından uzak duruyorum çünkü yarışlar önceden kararlaştırılmış. - Gerçekten sebebi bu mu? + Doğrusu bunu tartışmak istemiyorum. - Başka neyi tartışmak istersin? + O şeyin üzerine tartışmak istemiyorum. - Bu senin için sorun mu? + Ben yarışlara gittim. - Neden şimdi bunu dedin? + Bu seni alakadar etmez. - Neden beni ilgilendirmesi konusunda endişelisin? + Ben yabancılara güvenmem. - Yabancılara gerçekten güvenmez misin? + Hadi konuyu değiştirelim. - ELIZA ile konuşmak için: masswerk.at/eliza/(veya) fullerton.edu/mbirnbaum/psych101/eliza. htm - Yazıya esin kaynağı olan kaynak: Churchland, P. M. (1998), Madde ve Bilinç (1.Basım). İstanbul: Alfa Yayınları, 2012, çev. Berkay Ersöz. **** (PARRY ve ELIZA nın konuşmasının metni bulunabilir.) 50

51 DOSYA ÖTESİ PATTY WOOTEN İLE HASTANE PALYAÇOLUĞU ÜZERİNE Gizem ÖNEN *, Tuba AKTÜRK ** Mart Çarşamba günü Acıbadem 18 Üniversitesi nde Patty Wooten ile verdiği eğitim sonrasında bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisinden hastane palyaçoluğunun nasıl doğduğu, geliştiği ve şimdi hangi aşamada bulunduğuyla ilgili umut verici bilgiler aldık. İnternet sitenizi inceledik ve ardından Patch Adams filmini izledik. Patch Adams ve sizin aranızdaki ilişkiyi, benzerlikleri merak ettik. Hastane palyaçoluğunu yaratmanızda sizi cesaretlendiren temel nokta nedir? Çok benzer. O bir doktor, ben de bir hemşireyim. 20 sene önce bana bir yazı gönderdi ve şöyle diyordu : Ben bir palyaço doktorum, sen de palyaço hemşiresin, bir araya gelelim ve konuşalım. Dolayısıyla bir araya gelip, hasta insanlara neşe getirmenin ne kadar önemli olduğundan, bunun hastalar ve aynı zamanda da hemşireler ve doktorlar için de öneminden bahsettik. Bu yönden Patch Adams ile aynı felsefeyi, amacı paylaşıyoruz. Ortak özelliklerimiz olarak aynı yaşlardayız, kendisi şehrin doğu yakasında, ben batı yakasındayım. İnternet sitenizde bazı hastane palyaçoları karakterleri olduğunu gördük. Bu palyaçoların temel rolleri nelerdir? Her palyaço karakteri benzersiz bir kişiliğe sahip. Benim için, onlar hayatımdan doğdular. İlk palyaço * İKÜ Psikoloji Bölümü Lisans IV ** İKÜ Psikoloji Bölümü Lisans IV karakterim mutsuz bir palyaçoydu, çünkü çok mutsuz bir yerde palyaçoluk yapmaya gelmiştim ve dolayısıyla da o, benim nasıl hissettiğimin yansımasıydı. İkinci palyaço olan Nancy Nurse, hemşirelerin Bizim için bir palyaço yap, bizim komik, eğlenceli olduğumuzu göstersin demeleriyle çılgın,kızıl saçlı bir palyaço oluştu. Üçüncü palyaçom ise minyon, yaşlı, beyaz saçlı bir palyaçoydu. Bu palyaço karakteri ise hastanelere gidip, hastalara nazik, ılımlı davranması için oluşturuldu. Hastanelerde genellikle herkesin sahip olmayı istediği bir tipik hemşire modeliydi. Hastane palyaçoluğu ile ilgili birçok sunum yaptınız. Türkiye de yaptığınız sunumlarla ilgili nasıl geribildirimler aldınız? Sunumlarla birlikte çok iyi dönüşler aldığımı düşünüyorum. Eğitim alan hemşireler başka bir hemşireyle konuştuklarını biliyorlar, bu da dolayısıyla bir eşitlik ve saygı sağlıyor. Aynı zamanda palyaçolar hakkında öğrenmeye de meraklılar. Otelde palyaço kıyafetlerimle indiğimde bana tuhaf biriymişim gibi bakıp şaşırdılar. Çünkü bunu beklemiyorlardı. Ama eğitim için üniversiteye geldiğimde tüm herkes hazırdı. Bütün öğrenciler de hastane palyaçoluğunu öğrenmek için çok coşkuluydular. Hemen burunlarına verdiğimiz kırmızı yuvarlağı takıyorlardı ve bu benim için çok eğlenceliydi. Çünkü bazen bu coşkuyu alamadığın zaman zor oluyor, eğer oynamak istemiyorlarsa. Mizahın terapötik süreçteki rolü nedir? Birçok rolünden bahsedebiliriz. Hastalar açısından bakabiliyorsunuz. Hastalar için yapılan bir şey ve onlara denge veren şey. Onlar çok ciddi, durumları hakkında endişeli ve korkmuş oluyorlar ve sonunda palyaço geldiğinde veya hemşire biraz mizah kattı- 51

52 ğında onlar daha fazla pozitif duyguya sahip olabiliyorlar. Korku ve endişelerinden kurtuluyorlar. O anda neşelenip keyif alıyorlar ve gülüyorlar, böylece mizah hastalar için denge sağlıyor. Ayrıca hemşireler için de denge sağlar, çünkü hemşireler her gün ıstırapla karşılaşıyorlar, palyaçoluk bir çeşit mola vermek ya da durmaktır. Biz palyaçonun geldiğini gördüğümüzde ya da hastalarla beraber güldüğümüzde neşeli ve keyifli hissederiz ve yine stresi uzaklaştırmaya yardımcı olur. Hastane palyaçoluğunun geleceğiyle ilgili düşünceleriniz nelerdir? Bence palyaçoluk dünya çapında büyüyor. Ekim ayında bilimsel palyaço konferansı için İtalya daydım ve 17 ülkeden palyaçolar İtalya ya Palyaço hastanede nasıl yardım eder? üzerine araştırmalarını sunmak için gelmişlerdi. Yani görüyorum ki palyaçoluk her kıtada, her yerde gelişmekte ve bu konuda paylaşımda bulunulmakta. Palyaçoluğun hastanelerde iyi etkileri olduğunu gösteren bilimsel dayanaklar, kanıtlar saptıyoruz. Hastaneler çok ciddi yerlerdir. Ölüm ve yaşam arasında olan, acı ve ağrının olduğu yerler; bu yüzden palyaçolar buraya ait değillermiş gibi gözükür ama bu doğru değildir. Palyaçolar hastaneye aittirler, bizim sadece nasıl güvenli olacağını bilmeye ihtiyacımız var; enfeksiyon kontrolleri, gizlilik, kibar bir sunum ve doktor ve hemşirelerin güvenini sağlamak gibi 52

53 Jacques Lacan ın Yapıtını Okuma Seminerleri: Psikanalizin Dört Temel Kavramı İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümü Etkinliği Okumalar aylık olarak düzenlenmektedir. Seminerler Jacques Lacan ın 11. Semineri olan Psikanalizin Dört Temel Kavramı kitabı üzerinden yürütülmektedir. Okuma seminerlerinin tarihi ve daha fazla bilgi için lütfen iletişime geçiniz Umur Yiğit Nural: 53

54 İKÜ de ayda bir kez düzenlemekte olduğumuz film okuma grubu psikanalitik bir perspektifle, ayın moderatörünün de kendi tarzıyla eklektik bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Gelecek okumalarımıza sizin de perdeden payınıza düşen bakışı getirmeniz dileğiyle. Film okuma tarihleri ve daha fazla bilgi için lütfen iletişime geçiniz: S. Beyza Toktay - Aslı Yükçü - Umur Yiğit Nural 54

55 İstanbul Kültür Üniversitesi Psikoloji Bölümü nde okuyan öğrencilerle, Aileden Biri Bakımevi nin huzurevi bölümünde konaklayan yaşlıları bir araya getirecek olan ve kuşaklararası dayanışmayı artırmayı hedefleyen Kuşaklararası İlişki Programı (KİP) yeni dönem ile başlıyor. KİP e katılacak öğrenciler, program kapsamında belirlenecek sıklıkta huzurevinde konaklayan yaşlılarla bir araya gelecek ve tercih ettikleri ilgi alanlarında bilgi ve deneyim paylaşımında bulunacaklardır. Kuşaklararası farklılıkların renklendireceği paylaşımların tüm katılımcılar için hem eğlenceli hem de eğitici olması amaçlanıyor. İletişim: Psikolog Umur Yiğit Nural yigit@abbakimevi.com 55

56 KÜLTÜRLERARASI ÇALIŞMALAR: ÖTEKİNİN SÖZÜ YAYINA HAZIRLAYANLAR: Özge SOYSAL, Serra İÇELLİOĞLU 2012, 151s. Aynı dili konuşmadığımız ve psikolojik sağaltıma ihtiyacı olan göçmen ve sığınmacılarla çevirmen aracılığıyla yapılan görüşmelerin klinik ve etik boyutları nelerdir? Göçmen ve sığınmacılarla günlük yaşam pratiklerinde yaşanan karşılaşmaların politik ve sosyolojik çerçevesi nasıl çiziliyor? Kültürlerarası Çalışmalar: Ötekinin Sözü bu soruların yanıtlarını arıyor. UZUN ÖMÜR PROJESİ Howard S. FRIEDMAN Leslie R. MARTIN Çeviren: Zuhal BİLGİN Kimlerin niçin çok yaşadığı konusundaki yaygın düşüncelerin doğruluk derecesini bilimsel yoldan incelemek kolay değildi. Ömür uzunluğunun nedenlerini belirleyecek bir soruşturmanın ömür boyu sürmesi ve binlerce insanı kapsaması gerekiyordu. Uzun Ömür Projesi Amerika da sonuçlandırılan öyle bir dev araştırmanın hikâyesini ve açığa çıkardığı şaşırtıcı gerçekleri içeriyor. Dikkatle okursanız ömrünüz uzayabilir. WELLBEING ESENLİK Tom RATH, Jim HARTER Çeviren: Çağla YILMAZ Wellbeing Esenlik kitabında meslek, duygusal ilişkiler, para durumu, sağlık, çevre faktörlerinin etkisi ve ideal düzenlemeyi başaranların bunu nasıl yaptıkları matematik kesinlikle anlatılıyor. Bir kitap okudum, hayatım değişti cümlesi edebiyat sözüdür. Ama Wellbeing Esenlik öyle bir değişikliği sizin yaşantınızda somut gerçeğe dönüştürme olanağını sunuyor. İstanbul Kültür Üniversitesi Ataköy Yerleşkesi Bakırköy İstanbul e-posta: ikuyayinevi@iku.edu.tr.com/ikuyayinevi_edu

Jacques Lacan'ın Öğretisinin, Mantıki Zaman Diyalektiği İçerisinde, Topolojisinin Üçlü Düzeneğinden Geçerek Anlaşılması Üzerine

Jacques Lacan'ın Öğretisinin, Mantıki Zaman Diyalektiği İçerisinde, Topolojisinin Üçlü Düzeneğinden Geçerek Anlaşılması Üzerine 1 Jacques Lacan'ın Öğretisinin, Mantıki Zaman Diyalektiği İçerisinde, Topolojisinin Üçlü Düzeneğinden Geçerek Anlaşılması Üzerine Şu anda sizlere açıklayamayacağım nedenlerden dolayı içinizden birini serbest

Detaylı

OPHELIA: ARZU NESNESİ OLMAK YA DA OLMAMAK*

OPHELIA: ARZU NESNESİ OLMAK YA DA OLMAMAK* 1 Umur Yiğit Nural, 2014 OPHELIA: ARZU NESNESİ OLMAK YA DA OLMAMAK* Kadın bir yandan erkeğin olmadığı şey, yani cinsiyet farkı, diğer yandan erkeğin reddetmesi geren şey, yani zevk [jouissance]olarak kurgulanır**.

Detaylı

Psikanaliz Sigmund Freud

Psikanaliz Sigmund Freud Psikanaliz Sigmund Freud Sigmund Freud (1856 1939) 6 Mayıs 1856, Moravya (Çek Cumhuriyeti) 1881, Viyana Tıp Fakültesi mezunu Maartha Bernays ile evlilik, üç çocuk sahibi bir baba Ernst Brücke ile fizyoloji

Detaylı

Asistanlıkta Psikoterapi Eğitimi Neden Önemlidir? Doğan Şahin İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD Sosyal Psikiyatri Servisi

Asistanlıkta Psikoterapi Eğitimi Neden Önemlidir? Doğan Şahin İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD Sosyal Psikiyatri Servisi Asistanlıkta Psikoterapi Eğitimi Neden Önemlidir? Doğan Şahin İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri AD Sosyal Psikiyatri Servisi Başta ABD olmak üzere birçok ülkede tıp ve uzmanlık eğitiminde (psikiyatri dışı)temel

Detaylı

OYUN VE ÇOCUK. Oyunun Aşamaları:

OYUN VE ÇOCUK. Oyunun Aşamaları: OYUN VE ÇOCUK Çocuklar oyunla dünyayı keşfederler, diğer kişilerle kuracakları ilişkileri öğrenirler, kendi yeteneklerini ve güçlerini test ederler, yeni fikirleri denerler ve farklı aktiviteleri deneyecek

Detaylı

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ Psikoloji RPD 101 Not III Uz. Gizem ÖNERİ UZUN Kişilik Gelişimi Kişilik Nedir? *Kişilik, bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici,

Detaylı

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir?

Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir? Tanrı Tasavvuru Soru: Tanrı tasavvuru ne demektir? Peker e göre: Kişinin bebekliğinden itibaren, zeka gelişimine, edinmiş olduğu bilgi ve yaşantısına göre, Tanrı yı zihninde canlandırması, biçimlendirmesi

Detaylı

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR 1)ÖZELLİKLERİ 2)KARŞILAŞMA SIKLIĞI 3)TÜRKİYE VE DÜNYADA YAPILAN FAALİYETLER 4)EĞİTİMLERİ 5)AİLEYE VE ÖĞRETMENLERE ÖNERİLER ÖZELLİKLERİ MOTOR GELİŞİM ÖZELLİKLERİ ZİHİNSEL GELİŞİM

Detaylı

PSİKOLOJİK REHBERLİK BÖLÜMÜ DANIŞMANLIK VE. Gamze EREN Anaokulu Uzman Psikoloğu

PSİKOLOJİK REHBERLİK BÖLÜMÜ DANIŞMANLIK VE. Gamze EREN Anaokulu Uzman Psikoloğu PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BÖLÜMÜ Gamze EREN Anaokulu Uzman Psikoloğu İÇERİK Rehberlik Birimi Tanıtımı Gelişim Dönemleri ve Okula Uyum Süreçleri Öğrencilerimizin; Zihinsel, bedensel, sosyal ve

Detaylı

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül 2014 17 Ekim 2014 )

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül 2014 17 Ekim 2014 ) 3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (8 Eylül 2014 17 Ekim 2014 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her

Detaylı

OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ

OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ Oyun bir çocuğun en önemli işidir. Çocuklar oyun ortamında kendilerini serbestçe ifade edip, yaşantılarını yansıtırlar ve dış dünyaya farketmeden hazırlık yaparlar.

Detaylı

Aşık olduğumuz kişiyi neden unutamayız?

Aşık olduğumuz kişiyi neden unutamayız? sağlık (/saglik) Aşık olduğumuz kişiyi neden unutamayız? 04.10.2016 Salı 13:11 3 0 Uzman Psikolog Özge Genlik aşık olduğumuz kişiyi neden unutamadığımızı anlattı Aşık olduğumuz kişiyi unutmak yerine anlamlandırmamız

Detaylı

1. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ ( 18 Aralık 09 Şubat 2018 )

1. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ ( 18 Aralık 09 Şubat 2018 ) 1. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ ( 18 Aralık 09 Şubat 2018 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her

Detaylı

PSİKANALİZE GİRİŞ SEMİNERLERİ

PSİKANALİZE GİRİŞ SEMİNERLERİ ULUSLARARASI PSİKANALİZ BİRLİĞİ (IPA) ADAY DERNEĞİ PSİKANALİZE GİRİŞ SEMİNERLERİ 2017-2018 Derneğimiz tarafından bu sene onuncusu düzenlenen Psikanalize Giriş Seminerleri iki ayrı seviyede yapılmaktadır:

Detaylı

DARICA ANADOLU LİSESİ 9. SINIF REHBERLİK PLANI

DARICA ANADOLU LİSESİ 9. SINIF REHBERLİK PLANI OCAK ARALIK KASIM EKİM EYLÜL AY HAFTA DARICA ANADOLU LİSESİ 9. SINIF REHBERLİK PLANI ETKİNLİKLER YETERLİK ALANLARI KAZANIM NUMARASI VE KAZANIMLAR UYGULAMA Öğrencilerle tanışılması, okulun tanıtılması,

Detaylı

FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3)

FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3) DOĞRULUK / GERÇEKLİK FARKI Gerçeklik: En genel anlamı içinde, dış dünyada nesnel bir varoluşa sahip olan varlık, varolanların tümü, varolan şeylerin bütünü; bilinçten, bilen insan zihninden bağımsız olarak

Detaylı

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni SANAT FELSEFESİ Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni Estetik güzel üzerine düşünme, onun ne olduğunu araştırma sanatıdır. A.G. Baumgarten SANATA FELSEFE İLE BAKMAK ESTETİK Estetik; güzelin ne olduğunu sorgulayan

Detaylı

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (07 Aralık Ocak 2016)

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (07 Aralık Ocak 2016) 1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (07 Aralık 2015-15 Ocak 2016) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. ANKET SONUÇLARI Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. Bu anket, çoğunluğu Ankara Kemal Yurtbilir İşitme Engelliler Meslek Lisesi öğrencisi olmak üzere toplam 130 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya

Detaylı

EĞİTİM PSİKOLOJİSİ KISA ÖZET KOLAYAOF

EĞİTİM PSİKOLOJİSİ KISA ÖZET KOLAYAOF EĞİTİM PSİKOLOJİSİ KISA ÖZET KOLAYAOF 2 Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 2 İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE- EĞİTİM VE PSİKOLOJİ İLİŞKİSİ: EĞİTİM PSİKOLOJİSİ.... 4 2. ÜNİTE-GELİŞİMİN TEMELLERİ........7 3. ÜNİTE-FİZİKSEL

Detaylı

Toplumsal bağ kapsamında Öteki figürleri ve beden: Kimin bedeni, kimin kararı? 1

Toplumsal bağ kapsamında Öteki figürleri ve beden: Kimin bedeni, kimin kararı? 1 Toplumsal bağ kapsamında Öteki figürleri ve beden: Kimin bedeni, kimin kararı? 1 Özet: Günümüz kliniğinin öne çıkardığı sorunsallar, Öteki figürleriyle öznel bağ kurma biçimlerinde beden patolojilerinin

Detaylı

GEDİZ ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

GEDİZ ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI GEDİZ ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI I. YARIYIL PSI 501 İleri İstatistik Zorunlu 3 0 3 8 Seçmeli Seçmeli 3 0 3 8 II. YARIYIL Seçmeli Seçmeli 3 0 3 8 Seçmeli Seçmeli 3 0 3 8 III. YARIYIL

Detaylı

Medeniyet Okulları REHBERLİK SERVİSİ SUNAR..

Medeniyet Okulları REHBERLİK SERVİSİ SUNAR.. Medeniyet Okulları REHBERLİK SERVİSİ SUNAR.. ÖĞRENCİLERDE PERFORMANS, MOTİVASYON VE BAŞARI GELİŞTİRME TEKNİKLERİ Skeçler, Testler, Video çekimleri Başarıya Ulaşmak İçin HEDEF BELİRLEMEK PLAN OLUŞTURMAK

Detaylı

Ergenlikte Kimlik Gelişimi. Doç. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL Hasan Kalyoncu Üniversitesi

Ergenlikte Kimlik Gelişimi. Doç. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ergenlikte Kimlik Gelişimi Doç. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL Hasan Kalyoncu Üniversitesi Ergenlik ruhsal bir süreç olmasına karşın, bu süreci başlatan olgu bedensel, başka bir deyişle fizikseldir. Hipotalamustan

Detaylı

AKTARI-YORUM ÖYLEYSE VAR-IM 1

AKTARI-YORUM ÖYLEYSE VAR-IM 1 AKTARI-YORUM ÖYLEYSE VAR-IM 1 Özge Soysal «sevmek, ötekinin eşsiz olmasını istemekir. Ya da dahası: eşsiz ötekinin varoluşunu mümkün kılan sevgidir, bir başka deyişle aktarım/ karşı aktarımdır». Julia

Detaylı

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABA ve ÇOCUK

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABA ve ÇOCUK k İl u ok l ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI BABA ve ÇOCUK PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ - OCAK 2013 Tarihsel Süreç İçinde Baba Olma Kavramı Sosyo-ekonomik ve bilimsel gelişmeler, geleneksel aile

Detaylı

1. ÜNİTE İÇİNDEKİLER EĞİTİM PSİKOLOJİSİ / 1

1. ÜNİTE İÇİNDEKİLER EĞİTİM PSİKOLOJİSİ / 1 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... iii YAZARLAR HAKKINDA... iv 1. ÜNİTE EĞİTİM PSİKOLOJİSİ / 1 Giriş... 2 Eğitim Psikolojisi ve Öğretmen... 3 Eğitim Psikolojisi... 3 Bilim... 6 Psikoloji... 8 Davranış... 9 Eğitim...

Detaylı

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 )

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) 2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM ÖĞRETİM YILI REHBERLİK BÜLTENİ MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM ÖĞRETİM YILI REHBERLİK BÜLTENİ MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI 2016-2017 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI REHBERLİK BÜLTENİ MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ Değerli Velimiz; Meslek seçiminin öneminin anlatıldığı ve siz değerli velilerimize yönelik önerileri

Detaylı

Yapılandırmacı anlayışta bilgi, sadece dış dünyanın bir kopyası ya da bir kişiden diğerine geçen edilgen bir emilim değildir.

Yapılandırmacı anlayışta bilgi, sadece dış dünyanın bir kopyası ya da bir kişiden diğerine geçen edilgen bir emilim değildir. Yapılandırmacılık, pozitivist geleneği reddetmekte; bilgi ve öğrenmeyi Kant ve Wittgeinstein'nın savunduğu tezlerde olduğu gibi özneler arası kabul etmektedir. Bu bakış açısından yapılandırıcı öğrenme,

Detaylı

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI ANAOKULU PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK SERVİSİ EYLÜL 2012 VELİ BÜLTENİ ÇOCUKLARDA OKUL KORKUSU

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI ANAOKULU PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK SERVİSİ EYLÜL 2012 VELİ BÜLTENİ ÇOCUKLARDA OKUL KORKUSU ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI ANAOKULU PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK SERVİSİ EYLÜL 2012 VELİ BÜLTENİ ÇOCUKLARDA OKUL KORKUSU OKUL KORKUSU Her yıl milyonlarca çocuk okula başlayıp, neşeyle devam ederken

Detaylı

Kişilerarası İlişkiler

Kişilerarası İlişkiler Kişilerarası İlişkiler Kişilerarası İlişkilere Giriş Yaşamımızın ¾ ünü başkalarıyla birlikte geçiriyoruz (Learson ve ark., 1982) (anne, baba, kardeş, öğretmen, arkadaş, meslektaş vb) Hepimiz, kişilerarası

Detaylı

ANAOKULU 5 YAŞ 1. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Eğitim - Öğretim Yılı

ANAOKULU 5 YAŞ 1. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Eğitim - Öğretim Yılı ANAOKULU 5 YAŞ 1. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ 2017-2018 Eğitim - Öğretim Yılı DİSİPLİNLERÜSTÜ TEMA Kim Olduğumuz Bireyin kendi doğasını sorgulaması, inançlar ve değerler, kişisel, fiziksel,

Detaylı

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (10 Eylül-19 Ekim 2018)

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (10 Eylül-19 Ekim 2018) ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (10 Eylül-19 Ekim 2018) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her altı

Detaylı

İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU PDR BÖLÜMÜ 2013-2014 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU PDR BÖLÜMÜ 2013-2014 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU PDR BÖLÜMÜ 2013-2014 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU Yaş Dönem Özellikleri BÜYÜME VE GELİŞME Gelişme kavramı düzenli, sürekli ve uyumlu bir ilerlemeyi dile

Detaylı

KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ İÇİNDEKİLER BÖLÜM I GİRİŞ ------------------------------------------------------------------------------------------------- 1 KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ ------------------------------------------

Detaylı

BAĞLANMA ve TERAPİ DE BAĞLANMA YRD.DOÇ.DR.ESRA PORGALI ZAYMAN İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ AD

BAĞLANMA ve TERAPİ DE BAĞLANMA YRD.DOÇ.DR.ESRA PORGALI ZAYMAN İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ AD BAĞLANMA ve TERAPİ DE BAĞLANMA YRD.DOÇ.DR.ESRA PORGALI ZAYMAN İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ AD BAĞLANMA NEDİR? Çocuk ile bakım veren kişi arasında gelişen ilişkide, çocuğun bakım veren kişiyle

Detaylı

Rehabilitasyonda Sanatın Kullanımı. Doç.Dr.Aslı Sarandöl Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD

Rehabilitasyonda Sanatın Kullanımı. Doç.Dr.Aslı Sarandöl Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Rehabilitasyonda Sanatın Kullanımı Doç.Dr.Aslı Sarandöl Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD Açıklama 2012-2013 Araştırmacı: Yok Danışman: Yok Konuşmacı: Yok Şizofreni Hastaları

Detaylı

CİNSELLİĞİN ETİĞİ 1. Özge Soysal

CİNSELLİĞİN ETİĞİ 1. Özge Soysal CİNSELLİĞİN ETİĞİ 1 Özge Soysal Cinsellik, onu ele aldığımız alanı daraltsak bile, özneyle ve toplumla ilgili olan her konuyla o denli iç içe ki, böyle bir yazıyı yazarken hangi kavramları öncelemeliyim,

Detaylı

Tarihsel Süreç İçinde Baba Olma Kavramı

Tarihsel Süreç İçinde Baba Olma Kavramı Tarihsel Süreç İçinde Baba Olma Kavramı Sosyo-ekonomik ve bilimsel gelişmeler, geleneksel aile yapısının çekirdek aileye dönüşmesi, çalışan anne sayısının artması tarihsel süreç içinde baba olma kavramını

Detaylı

GÜNÜMÜZ PSİKOPATOLOJİLERİNE GÜNÜMÜZ SÖYLEMİ BAĞLAMINDA LACANCI BİR BAKIŞ 1. Özge Soysal

GÜNÜMÜZ PSİKOPATOLOJİLERİNE GÜNÜMÜZ SÖYLEMİ BAĞLAMINDA LACANCI BİR BAKIŞ 1. Özge Soysal GÜNÜMÜZ PSİKOPATOLOJİLERİNE GÜNÜMÜZ SÖYLEMİ BAĞLAMINDA LACANCI BİR BAKIŞ 1 Özge Soysal Ekonomik liberalizmin hakim söylemi psikanalizin ilk dersini iyi aklında tutmuştur : tatmin bütün insani yaşamın bencil

Detaylı

Duygu Düzenleme sorununun bir çok psikolojik belirtinin arka planında yer aldığı tespit edilmiştir.

Duygu Düzenleme sorununun bir çok psikolojik belirtinin arka planında yer aldığı tespit edilmiştir. Duygu Düzenleme sorununun bir çok psikolojik belirtinin arka planında yer aldığı tespit edilmiştir. Duygu düzenleme, başlangıçta duygulanımın düzenlenmesi YA DA kendiliğin düzenlenmesine bağlı olarak gelişen

Detaylı

Evde çalışırken yararlanabileceği bir yazı tahtası çok işe yarayabilir. Bu tahta, hem yapıcı bir oyuncak

Evde çalışırken yararlanabileceği bir yazı tahtası çok işe yarayabilir. Bu tahta, hem yapıcı bir oyuncak Evde çalışırken yararlanabileceği bir yazı tahtası çok işe yarayabilir. Bu tahta, hem yapıcı bir oyuncak (örneğin öğretmencilik oyununda) hem de kalem tutma ve yazı yazma becerisinin gelişimine katkıda

Detaylı

Sorgulama Hatları: Değerli Velilerimiz,

Sorgulama Hatları: Değerli Velilerimiz, Değerli Velilerimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her altı haftada bir iletilecektir. 10 Aralık - 18

Detaylı

BĠLĠŞSEL GELĠŞĠM. Jean Piaget ve Jerome Bruner. Dr. Halise Kader ZENGĠN

BĠLĠŞSEL GELĠŞĠM. Jean Piaget ve Jerome Bruner. Dr. Halise Kader ZENGĠN BĠLĠŞSEL GELĠŞĠM Jean Piaget ve Jerome Bruner Biliş ne demektir? Biliş; düşünme, öğrenme ve hatırlama süreçlerine denir. Bilişsel gelişim neleri kapsar? Bireydeki akıl yürütme, düşünme, bellek ve dildeki

Detaylı

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş

Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi. Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş Sosyal psikoloji bakış açısıyla İş Sağlığı ve Güvenliği İle İlgili Kurallara Uyma Durumunun İncelenmesi Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş Canlılar hayatta kalmak için güdülenmişlerdir İnsan hayatta kalabilmek

Detaylı

LİSE REHBERLİK SERVİSİ

LİSE REHBERLİK SERVİSİ LİSE REHBERLİK SERVİSİ Verimli Ders Çalışma Ders çalışma konusunda bir çoğunuz da çeşitli şikayetler vardır. Bir kısmınız ders çalışmaya başlamakta güçlük çekerken Bir kısmınız çalışma esnasında derse

Detaylı

HAZIRLIK SINIFLARI 3. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Eğitim - Öğretim Yılı

HAZIRLIK SINIFLARI 3. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Eğitim - Öğretim Yılı HAZIRLIK SINIFLARI 3. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ 2017-2018 Eğitim - Öğretim Yılı DİSİPLİNLERÜSTÜ TEMA: Düşünceleri, duyguları, doğayı, kültürü, inançları, değerleri keşfetme ve ifade

Detaylı

Nesnenin de Ötesinde Nesnenin Oluşumuna Dair 1

Nesnenin de Ötesinde Nesnenin Oluşumuna Dair 1 Nesnenin de Ötesinde Nesnenin Oluşumuna Dair 1 Özge Soysal Seni nereden kavrayabilirim sonsuz doğa Ya göğüslerin nerede, yaşamın kaynağı olan o göğüslerin... Kurumuş gönlümün özlemle yöneldiği. J. W. Goethe

Detaylı

MEB kitaplarının yanında kullanılacak bu kitap ve dijital kaynakların öğrencilerimize;

MEB kitaplarının yanında kullanılacak bu kitap ve dijital kaynakların öğrencilerimize; Sayın Veli, Yeni bir eğitim öğretim yılına başlarken, öğrencilerimizin yıl boyunca öğrenme ortamlarını destekleyecek, ders kitaplarını ve kaynak kitapları sizlerle paylaşmak istedik. Bu kaynakları belirlerken

Detaylı

Kendi sorumluluklarımızı taşımayı öğrendikçe de gelişiriz. Burada karşılıklı bir ilişki söz konusudur.

Kendi sorumluluklarımızı taşımayı öğrendikçe de gelişiriz. Burada karşılıklı bir ilişki söz konusudur. SAYIN VELİ; Okul olarak amacımız, ruhsal, duygusal, fiziksel, zihinsel ve sosyal yönden sağlıklı, kendine güvenen, sorumluluk sahibi, milli ve manevi değerlere sahip başarılı bireyler yetiştirmektir. Bu

Detaylı

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK 3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? 04 22 OCAK TÜRKÇE ÖĞRENME ALANI: DİNLEME 1. Dinleme Kurallarını Uygulama 1. Dinlemeye hazırlık yapar. 2. Dinleme amacını belirler. 3. Dinleme amacına uygun yöntem belirler.

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

Uzaktan Eğitim. Doç.Dr. Ali Haydar ŞAR

Uzaktan Eğitim. Doç.Dr. Ali Haydar ŞAR Uzaktan Eğitim Doç.Dr. Ali Haydar ŞAR Kurucuları: Max wertheimer, Wolfgang,Köhler, Kurt Koffka ve Kurt Lewin Gestalt kuramına göre bütün,parçaların toplamından daha fazladır ve birey, bütünü parçalarına

Detaylı

Çetin Özbey

Çetin Özbey Analitik psikoloji, Carl Gustav Jung tarafından geliştirilmiş bir psikoloji kuramıdır. Jung, 1907 yılında Sigmund Freud ile birlikte çalışarak, psikanaliz kurama birçok katkı sağlamıştır; daha sonra bazı

Detaylı

ÜNİTE PSİKOLOJİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER GELİŞİM PSİKOLOJİSİ I

ÜNİTE PSİKOLOJİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER GELİŞİM PSİKOLOJİSİ I HEDEFLER İÇİNDEKİLER GELİŞİM PSİKOLOJİSİ I Gelişim Psikolojisinin Alanı Gelişim Psikolojisinin Temel Kavramları Gelişimi Etkileyen Faktörler Gelişimin Temel İlkeleri Fiziksel Gelişim Alanı PSİKOLOJİ Bu

Detaylı

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD

Meslekte Ruh Sağlığı. A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD Meslekte Ruh Sağlığı A.Tamer Aker İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Ruh Sağlığı AD Çalışan Sağlığı Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından sağlık, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal bakımdan tam

Detaylı

Üçüncü baskıya ön söz Çeviri editörünün ön sözü Teşekkür. 1 Giriş 1

Üçüncü baskıya ön söz Çeviri editörünün ön sözü Teşekkür. 1 Giriş 1 XI İçindekiler Üçüncü baskıya ön söz Çeviri editörünün ön sözü Teşekkür Sayfa vii viii x 1 Giriş 1 Tanımlar: Kültürlerarası psikoloji nedir? 3 Tartışmalı konular 5 Konu 1: İçsel olarak ya da dışsal olarak

Detaylı

YÖNETİCİ DURUMUNDA OLANLARIN

YÖNETİCİ DURUMUNDA OLANLARIN EĞİTİM PSİKOLOJİSİ GİRİŞ En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün işyerleri belirli bir örgütlenme ile meydana gelip çalışmaktadır. bu örgütlenmenin temel unsuru olan insan o işyerinde yönetici, iş gören,

Detaylı

PSİKOLOJİ LİSANS PROGRAMINA İLİŞKİN BİLGİLER

PSİKOLOJİ LİSANS PROGRAMINA İLİŞKİN BİLGİLER Genel Bilgiler Programın Amacı Kazanılan Derece Kazanılan Derecenin Seviyesi Kazanılan Derecenin Gerekleri ve Kurallar Kayıt Kabul Koşulları Önceki Öğrenmenin Tanınması Sınavlar, Ölçme ve Değerlendirme

Detaylı

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz ve Özellikle Canım Annem 1 Üniversite tercihlerini yaptığımız zaman,

Detaylı

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ A u ok na lu ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ - MART 2014 ANAOKULLARI BÜLTENİ ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ Okul öncesi dönem, gelişimin hızlı olması ve

Detaylı

ÖZEL KAŞGARLI MAHMUT ORTAOKULU MART 2016

ÖZEL KAŞGARLI MAHMUT ORTAOKULU MART 2016 ÖZEL KAŞGARLI MAHMUT ORTAOKULU MART 2016 AİLE İÇİ İLETİŞİM VE SINAV KAYGISI PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK BÖLÜMÜ İçindekiler Motivasyonu Arttırma ve Hedef Belirleme Hedef Belirlerken Göz Önünde Bulundurulacak

Detaylı

1. BÖLÜM ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ

1. BÖLÜM ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ İÇİNDEKİLER 1. BÖLÜM ÇOCUK PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ ÇOCUK PSİKOLOJİSİNDE GELİŞİM MODELLERİ... 3 ÖĞRENME TEORİSİ MODELİ... 4 BİLİŞSEL GELİŞİM MODELİ... 5 İNSAN GELİŞİMİNİ VE PSİKOLOJİSİNİ AÇIKLAYAN TEMEL KURAMLAR...

Detaylı

PDR ÇALIŞMALARIMIZ. 1. Sayı / Ekim - Kasım 2016 EKİM AYI ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ KASIM AYI 3. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ. sayfa. 2 de. sayfa.

PDR ÇALIŞMALARIMIZ. 1. Sayı / Ekim - Kasım 2016 EKİM AYI ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ KASIM AYI 3. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ. sayfa. 2 de. sayfa. ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ sayfa 2 de PDR ÇALIŞMALARIMIZ 3. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ sayfa 5 te ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ Sınıflarımızda Psikolojik Danışmanımı Tanıyorum etkinliğini gerçekleştirdik. Etkinlikte

Detaylı

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Eylül-27 Ekim 2017)

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Eylül-27 Ekim 2017) ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (18 Eylül-27 Ekim 2017) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her altı

Detaylı

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi FELSEFE NEDİR? philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi Felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilir KANT Felsefe, insanın kendisi, yaşamı, içinde

Detaylı

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI. BABALAR ve ERGENLER rt O ku ao l ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI BABALAR ve ERGENLER PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ - OCAK 2013 Babalar ve Ergenler Evet, yanlış duymadınız! Bu ayki bültenimizde ergenlerin gizli kahramanlarından

Detaylı

ÖZEL ÇEKMEKÖY NEŞELİ ANAOKULU. PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK ve REHBERLİK BÜLTENİ ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ GELİŞİMİ

ÖZEL ÇEKMEKÖY NEŞELİ ANAOKULU. PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK ve REHBERLİK BÜLTENİ ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ GELİŞİMİ ÖZEL ÇEKMEKÖY NEŞELİ ANAOKULU PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK ve REHBERLİK BÜLTENİ ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ GELİŞİMİ Erken çocukluk dönemi fiziksel, duygusal, zihinsel, davranışsal ve iletişimsel temel becerilerin ve

Detaylı

5. MESLEKİ REHBERLİK. Abdullah ATLİ

5. MESLEKİ REHBERLİK. Abdullah ATLİ 5. MESLEKİ REHBERLİK Abdullah ATLİ Meslek seçimi neden önemlidir? İnsan, yaşamı boyunca çeşitli seçimler yapar. Mesleğini, yiyeceğini, giyeceğini, evini, eşini, arkadaşlarını vb. seçer. Meslek seçimi,

Detaylı

Veysi Acar Muhammed Fevzi PARMAKSIZ Murat Çiftçi Reşat şilen

Veysi Acar Muhammed Fevzi PARMAKSIZ Murat Çiftçi Reşat şilen Veysi Acar Muhammed Fevzi PARMAKSIZ Murat Çiftçi Reşat şilen Gelişimsel araştırma ontolojik ve epistemolojik olarak nitel araştırma yaklaşımına dayalı araştırma yöntemlerinden biridir. Nitel araştırmada

Detaylı

Toplumsal Cinsiyetle İlgili Kuramlar

Toplumsal Cinsiyetle İlgili Kuramlar Toplumsal Cinsiyetle İlgili Kuramlar Kuramlar neden önemlidir? Psikanalitik kuram Libido: «biyolojik ve toplumsal cinsiyeti organize eden, biyolojik temelli cinsel enerji» «yaşam içgüdüsünü (eros) çalıştıran

Detaylı

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler KAPSAYICI EĞİTİM Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler Sınıfında Yabancı Uyruklu Öğrenci Bulunan Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Eğitimi 1 Kapsayıcı Eğitim Eğitimde kapsayıcılık

Detaylı

BİLİŞSEL AÇIDAN ÇOCUK GELİŞİMİNİN BASAMAKLARI

BİLİŞSEL AÇIDAN ÇOCUK GELİŞİMİNİN BASAMAKLARI BİLİŞSEL AÇIDAN ÇOCUK GELİŞİMİNİN BASAMAKLARI REYHAN SAĞLAM ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ÖĞRETMENİ BILIŞ NE DEMEKTIR? Biliş; düşünme, öğrenme ve hatırlama süreçlerine denir. Bilişsel gelişim neleri kapsar?

Detaylı

İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR - Genç Gelişim Kişisel Gelişim SİVAS BELEDİYESİ İŞARET DİLİ EĞİTMENİ MUSTAFA EPİK. İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR. İŞBİRLİĞİ İÇİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR MUTLAKA BAŞARILI OLACAKTIR SORU- Bize kısaca kendinizi

Detaylı

Editörler Doç.Dr. Ahmet Akın & Yrd.Doç.Dr. Rukiye Şahin Psikolojik Danışma Kuramları ISBN: 978-605-5044-19-0

Editörler Doç.Dr. Ahmet Akın & Yrd.Doç.Dr. Rukiye Şahin Psikolojik Danışma Kuramları ISBN: 978-605-5044-19-0 Editörler Doç.Dr. Ahmet Akın & Yrd.Doç.Dr. Rukiye Şahin Psikolojik Danışma Kuramları ISBN: 978-605-5044-19-0 Kitapta yer alan bölümlerin sorumluluğu yazarlarına aittir 1.Baskı 2014 Bu kitabın basım,yayın

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Odabaş

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Odabaş Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Odabaş Bütün araştırmalar kendilerinden önce yapılan araştırmalara, bir başka deyişle, var olan bilgi birikimine dayanırlar. Bir araştırmaya başlarken yapılacak ilk iş, daha önce

Detaylı

İş Yerinde Ruh Sağlığı

İş Yerinde Ruh Sağlığı İş Yerinde Ruh Sağlığı Yeni bir Yaklaşım Freud a göre, bir insan sevebiliyor ve çalışabiliyorsa ruh sağlığı yerindedir. Dünya Sağlık Örgütü nün tanımına göre de ruh sağlığı, yalnızca ruhsal bir rahatsızlık

Detaylı

Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle denir. Şimdi birbirini tamamlayan öğeleri inceleyeceğiz.

Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle denir. Şimdi birbirini tamamlayan öğeleri inceleyeceğiz. CÜMLENİN ÖĞELERİ Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle denir. Şimdi birbirini tamamlayan öğeleri inceleyeceğiz. Bir cümlenin oluşması için en önemli şart,

Detaylı

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ ANAOKULUNA UYUM SÜRECİ EYLÜL 2017 ANAOKULUNA UYUM SÜRECİ Erken çocukluk dönemi yaşamın en kritik dönemlerinden biridir. Bu süreçte, kişiliğin

Detaylı

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden Kavrama 1 ECE KAVRAMA 21102516 TURK 101 Ali TURAN GÖRGÜ SEVGİNİN GÜCÜ 1918 yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden biridir. Şiirlerinde genellikle değişim içinde

Detaylı

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl Platon'un Devleti-2 Platon, adil devlet düzenine ve politikaya dair görüşlerine Devlet adlı eserinde yer vermiştir 01.08.2016 / 15:01 Devlet te yer alan tartışmalar sürerken, Sokrates varoluştan varolmayışa

Detaylı

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri ÜNİTE:4 Bilişsel Psikoloji 1 ÜNİTE:5 Çocuklukta Sosyal Gelişim ÜNİTE:6 Sosyal

Detaylı

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Çocuk Edebiyatı SNFS Ön Koşul Dersler

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Çocuk Edebiyatı SNFS Ön Koşul Dersler Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Çocuk Edebiyatı SNFS002 2 + 0 2 4 Ön Koşul Dersler Dersin Dili Türkçe Dersin Türü Dersin Koordinatörleri Dersi Veren Dersin Yardımcıları Dersin Amacı Dersin

Detaylı

ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI

ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI Bilgisayar ve internet kullanımı teknoloji çağı olarak adlandırabileceğimiz bu dönemde, artık hayatın önemli gereçleri haline gelmiştir. Bilgiye kolay, hızlı, ucuz ve güvenli

Detaylı

Düşüncenin gücü ile istediğimiz şeylere sahip olabiliriz.

Düşüncenin gücü ile istediğimiz şeylere sahip olabiliriz. Düşüncenin gücü ile istediğimiz şeylere sahip olabiliriz. Düşünce çok etkili bir güçtür. Eğer kişiler her günkü düşünce kalıplarını kontrol etmek için çaba harcamazlarsa yaşamlarında olumsuz birçok olay

Detaylı

İLETİŞİM BECERİLERİ. DOÇ. Dr. Bahar Baştuğ

İLETİŞİM BECERİLERİ. DOÇ. Dr. Bahar Baştuğ İLETİŞİM BECERİLERİ DOÇ. Dr. Bahar Baştuğ İşİTMEK VE DİNLEMEK İki ya da daha fazla kişi arasındaki iletişimin gerçek bir diyalog olabilmesinin bir koşulu: söz hakkının tanınması diğer koşulu: konuşanın

Detaylı

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (08 Aralık 2014 23 Ocak 2015 )

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (08 Aralık 2014 23 Ocak 2015 ) 1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (08 Aralık 2014 23 Ocak 2015 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

T.C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU AMELİYATHANE HİZMETLERİ PROGRAMI 2. SINIF 1. DÖNEM DERS İZLENCESİ

T.C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU AMELİYATHANE HİZMETLERİ PROGRAMI 2. SINIF 1. DÖNEM DERS İZLENCESİ T.C. İSTANBUL RUMELİ ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU AMELİYATHANE HİZMETLERİ PROGRAMI 2. SINIF 1. DÖNEM DERS İZLENCESİ Kodu: KİT201 Adı: Kişilerarası İletişim Teorik + Uygulama: 2+0 AKTS:

Detaylı

ÇOCUK İSTİSMARININ MEDYADA YER ALMA BİÇİMİNİN RUHSAL ETKİLERİ

ÇOCUK İSTİSMARININ MEDYADA YER ALMA BİÇİMİNİN RUHSAL ETKİLERİ ÇOCUK İSTİSMARININ MEDYADA YER ALMA BİÇİMİNİN RUHSAL ETKİLERİ Doç. Dr. Nusret Soylu İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD Öğretim Üyesi İKİ UÇTA, İKİ OLGU

Detaylı

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (07 Eylül-16 Ekim 2015 )

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (07 Eylül-16 Ekim 2015 ) 3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (07 Eylül-16 Ekim 2015 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her 6

Detaylı

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI Okulöncesi eğitim çevresini merak eden, öğrenmeye ve düşünmeye güdülenmiş çocuğun bu özelliklerini yönetme, teşvik etme ve geliştirme gibi çok önemli bir görevi üstlenmiştir.

Detaylı

Eğitimin Psikolojik Temelleri

Eğitimin Psikolojik Temelleri Eğitimin Psikolojik Temelleri Eğitim sürecinin daima iki boyutu olmuştur. Bunlardan birincisi yukarıda değindiğimiz toplumsal ya da sosyal boyut, diğeri ise bireysel boyuttur. Eğitim ne kadar sosyal amaçlarla

Detaylı

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (19 Aralık Şubat 2017)

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (19 Aralık Şubat 2017) 1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (19 Aralık 2016-17 Şubat 2017) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

PDR ÇALIŞMALARIMIZ. 3. Sayı / Şubat - Mart 2016 ŞUBAT AYI ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ ŞUBAT AYI. sayfa 2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ. 2 de. sayfa.

PDR ÇALIŞMALARIMIZ. 3. Sayı / Şubat - Mart 2016 ŞUBAT AYI ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ ŞUBAT AYI. sayfa 2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ. 2 de. sayfa. ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ sayfa 2 de PDR ÇALIŞMALARIMIZ 2. SINIF ETKİNLİKLERİMİZ sayfa 4 te ANA SINIFI ETKİNLİKLERİMİZ Sınıflarımızda Ben Yapabilirim etkinliğini uyguladık. Etkinlikte; öğrencilerimizin

Detaylı

STRES ATMAYA GELDİLER, DENİZ TEMİZLİĞİ YAPTILAR

STRES ATMAYA GELDİLER, DENİZ TEMİZLİĞİ YAPTILAR STRES ATMAYA GELDİLER, DENİZ TEMİZLİĞİ YAPTILAR Bodrum a 3 günlük şirket etkinliğine gelen çalışanlar deniz dibi temizliği gerçekleştirdi. Otomotiv sanayinin köklü firmalarından Farplas, çalışanları için

Detaylı

ÇOCUKLAR İÇİN OYUN TERAPİSİ BİLGİLENDİRİCİ EL KİTABI. Oyun Terapisi Nedir? Oyun Terapisti Kimdir?

ÇOCUKLAR İÇİN OYUN TERAPİSİ BİLGİLENDİRİCİ EL KİTABI. Oyun Terapisi Nedir? Oyun Terapisti Kimdir? ÇOCUKLAR İÇİN OYUN TERAPİSİ BİLGİLENDİRİCİ EL KİTABI Oyun Terapisi Nedir? Oyun Terapisti Kimdir? Ebeveynler için Notlar Bu kitapçık, yaklaşık 4 ila 12 yaş aralığındaki, psikoterapi düşünülmüş çocuklar

Detaylı

PYP VELİ MEKTUBU 1. SINIFLAR PRIMARY YEARS PROGRAMME EĞİTMEN KOLEJİ SORGULAMA HATLARI ÖĞRENEN PROFİLLERİ

PYP VELİ MEKTUBU 1. SINIFLAR PRIMARY YEARS PROGRAMME EĞİTMEN KOLEJİ SORGULAMA HATLARI ÖĞRENEN PROFİLLERİ PYP VELİ MEKTUBU EĞİTMEN KOLEJİ 1. SINIFLAR DİSİPLİNLERÜSTÜ TEMA : DÜNYANIN İŞLEYİŞİ ÜNİTENİN UYGULANMA SÜRESİ : 10 Aralık 2018 18 Ocak 2019 ANA FİKİR : DÜNYA MIZIN HAREKETLERİ CANLILARIN YAŞAMINI ETKİLER

Detaylı

Bodrum da Can Arif Semineri

Bodrum da Can Arif Semineri Bodrum da Can Arif Semineri Can Arif semineri 3 Mayıs Pazar günü saat 19.00 / 22.00 de Bodrum Maya Otel salonunda düzenleniyor. Etkinlik rezervasyonlarının, organizasyon sorumlusu Dilek Ayanoğlu tarafından

Detaylı