T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI"

Transkript

1 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI DIŞ SİYASETİN SÖZCÜLÜĞÜNDEN GÖZCÜLÜĞÜNE: BAŞBAKANLIK BASIN YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÖRNEĞİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Yücel Çağatay UZUN Ankara-2014

2 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI DIŞ SİYASETİN SÖZCÜLÜĞÜNDEN GÖZCÜLÜĞÜNE: BAŞBAKANLIK BASIN YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ÖRNEĞİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Yücel Çağatay UZUN Tez Danışmanı Prof. Dr. Nurcan TÖRENLİ Ankara-2014

3 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.( / /2014) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı İmzası

4 ÖZET Bilgi akışı toplumların altyapısal ve üstyapısal dönüşümleri içerisinde önemli bir yere sahip olmuştur ve Reform, Rönesans, Sanayi Devrimi gibi büyük değişimlerde belirleyici bir rol oynamıştır. Bireylerin siyaseten ve ekonomik olarak karar almalarına etki eden enformasyon araçları aynı zamanda, sınıf mücadelelerinde ve diğer siyasal mücadelelerde tarafların baskınlık kurmak için kullandıkları bir araç olmuştur. Batı'daki büyük dönüşüm, aynı zamanda ekonomik olarak Doğu'ya üstün gelmesi ile sonuçlanmıştır. Batı'daki bu büyük ilerleme Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı unsuru haline gelmiştir. Aynı zamanda toprak sisteminin bozulması ile ekonomik sıkıntı içerisine giren Osmanlı'nın çeşitli ırklardan oluşan halkı başka bir baskı unsuru olmuştur. Bu şartlar altında Osmanlı yönetimi Batı örneğinde yenileşme çabalarına girmiştir. Enformasyon araçlarının kamuoyu üzerindeki etkisinden faydalanmak üzere devlet bu araçlar mecrasında çalışacak kurumlar oluşturmuştur. Bugünkü ismi ile Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) de böyle bir teşkilattır. Kurum Osmanlı döneminde de cumhuriyet döneminde de siyasal otoritenin izlediği siyaseti destekleyecek şekilde enformasyon araçları mecrasında faaliyet göstermiştir. Kurum bu alanda devletin iki temel ihtiyacını gidermek üzere hizmet etmiştir: Birincisi devlet adına enformasyon akışını takip etmek (siyasetin gözcülüğü), ikincisi ise devlet siyasetinin propagandasını yapmaktır. Enformasyon akışının siyaset açısından önemi nedeniyle bu faaliyetlerden birincisi BYEGM'nin birincil görevi ve uzmanlık alanı haline gelmiştir. Anahtar Kelimeler: Tanıtım, propaganda, siyaset, devlet kurumu, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, BYEGM, gazete, bilgi akışı, basın, diplomasi, altyapı, üstyapı i

5 ABSTRACT Flow of information has had prime importance in infrastructural and superstructure transformation of the society and has played decisive role on big changes like Reform, Renaissance and Industrial Revolution. Information means, which have an effect on individual's political and economic decisions, have been a media to set off dominance in the class struggle and other political struggles, as well. The transformation of the West has end up with a superiority over the East. This advance in the West created a pressure on the Ottoman Empire. The public of the Empire, which had financial problems due to the failure in the country's ground was another pressure factor for the government. In these circumstances the Empire undertook steps towards renovation taking example of the West. The government has set up institutions to work at information field for making use of media's potency on the public. Directorate General of Press and Information (BYEGM) was such an institution. BYEGM has operated in information field to support government's policies during both Ottoman era and the Republic era. BYEGM has worked in information field for two basic requirements of the government: The first is monitoring flow of information (observing for politics), the second is propagandize for politics. Based on the importance of flow of information in terms of politics, the first duty has been prior mission and the profession of BYEGM. Keywords: Presentation, propaganda, politics, governmental institution, Directorate General of Press and Information, BYEGM, newspaper, flow of information, press, diplomatic, infrastructure, superstructure ii

6 İÇİNDEKİLER GİRİŞ... 1 I. BÖLÜM AVRUPA'NIN FEODALİTEDEN ULUS DEVLETE GEÇİŞ SÜRECİNDE TARİHSEL GELİŞİMİ 1.1. FEODAL YAPI - BURJUVAZİNİN DOĞUŞU SOSYAL YAŞAMDA BİLGİ BAĞLAMINDAKİ GELİŞMELER MATBAANIN DOĞUŞU VE HABER MEKTUPLARI YENİ COĞRAFİ KEŞİFLER VE EKONOMİK HAREKETLİLİK AVRUPA DA DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI "RÖNESANS VE REFORM" Rönesans ve Reform Kavramsal Çerçevesi ve Nedenleri Rönesans ve Reform Hareketlerinin Etkileri ve Sonuçları AVRUPA DA ULUS DEVLETE GEÇİŞ SÜRECİ BİLGİNİN HAKİMİYET ARACI OLMASI VE AVRUPA DAKİ İLK SÜRELİ YAYINLAR Bilginin Hakimiyet Aracı Olması Fransız Devrimine Kadar Batı Basınına Genel Bakış İngiliz Basını Fransız Basını AVRUPA SİYASAL YAPISININ BELİRLENMESİNDE ETKEN OLAN DEVRİMLER Devrim Kavramı Mutlak Monarşiye İlk Başkaldırı İngiliz Devrimi İnsanlık Tarihinin Büyük Dönüşümü Sanayi Devrimi Monarşinin Yıkılışı-Demokrasinin Ayak Sesleri Fransız Devrimi Devrimlere İlişkinin Değerlendirme YAKIN ÇAĞ BAŞLARINDA BATI BASININ GENEL DURUMU Fransız Basını İngiliz Basını Dünyada Haber Ajanslarının Doğuşu ve Telgraf iii

7 II. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞU NUN SON DÖNEMİNDE ENFORMASYON ARAÇLARINA YÖNELİK KONTROL ÇABASI 2.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN YAPISI VE BATI İLE KARŞILAŞTIRMA Osmanlı'nın Duraklamaya Kadarki Siyasal Durumu Osmanlı'nın Duraklamaya Kadarki Sosyal ve Ekonomik Durumu Osmanlı ve Batı Ülkelerinin Toplumsal, Siyasal ve Ekonomik Karşılaştırması OSMANLI İMPARATORLUĞU NDA BATI İLE İLİŞKİLER VE MATBUAT HAREKETLERİ BAĞLAMINDA REFORM VE YENİLEŞME ÇABALARI Matbaanın Osmanlı'ya Gelişi ve Gelişememesinin Nedenleri Sultan III. Selim Dönemi Sultan II. Mahmud Dönemi Mustafa Reşit Paşa'nın Avrupa'daki faaliyetleri Kendini Anlatmak İçin Yöntem Arayışı Takvim-i Vakayi Öncesi Yabancı Yayınlar Takvim-i Vakayi Sultan Abdülmecid Dönemi Osmanlı Devletini Yenileşme Yönünde Yasal Düzenlemelere Götüren Sebepler Tanzimat Fermanı İlk Gazeteler Genel Hatları İle Sultan Abdülmecid'in Islahat Hareketleri Islahat Fermanı Jön Türkler Sultan Abdulaziz Dönemi Matbuat İdaresi'nin kurulması ve Matbuat Nizamnamesi Matbuat İdaresinin Faaliyetleri ve Meşrutiyet Öncesi Sansür Sultan II. Abdülhamid Dönemi I.Meşrutiyetin İlanı İstibdat Devrindeki Gelişmeler, Basında Sansür ve Matbuat İdaresinin Rolü II.Meşrutiyet, Basın Özgürlüğü ve Matbuat Kanunu iv

8 III. BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ VE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA RESMİ ENFORMASYONUN ÖRGÜTLENMESİ 3.1. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ VE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİ POLİTİKASI Cumhuriyet Öncesi Ekonomi Politikası Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomi Politikası MİLLİ MÜCADELEDE ENFORMASYON ALANINDA ATILAN ADIMLAR Milli Mücadelede İstanbul ve Anadolu Basının Durumu Telgraf Şebekesine Hakimiyet Milli Mücadele Yanlısı Gazetelerin Kurulması Anadolu Ajansının Kurulması Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi'nin Kurulması GENEL MÜDÜRLÜĞÜN GEÇİRDİĞİ EVRELER VE ÇALIŞMALARI Genel Müdürlüğün Örgütlenmesi, Yayınları ve Haber Kaynakları Genel Müdürlüğün İlk Yıllarında Gazetelere Sağladığı Maddi Yardımlar Genel Müdürlüğün İlk Yıllarında Basın Üzerinde Kontrol Faaliyeti Kurumun Lağvedilmesi ve Matbuat Umum Müdürlüğü İsmi İle Tekrar Teşkili Genel Müdürlüğün Atatürk'lü Yıllardaki Bütçe Ödenekleri Basın Kurultayı (1935) Kurumun Başbakanlığa Bağlanarak Örgütünün Genişletilmesi 'lı Yıllarda Kurumun Faaliyet Alanının Genişlemesi ve Büyük Bir Teşkilatlanmaya Gidilmesi "Basın Yayın Genel Müdürlüğü" İsmiyle Başbakanlığa Bağlı Olarak Yeniden Teşkilatlanma Genel Müdürlüğün Radyo Yayıncılığı ( ) KHK SI VE KURUMUN SON DÖNEM FAALİYETLERİ 'LERLE GELEN DEĞİŞİM VE ENFORMASYON ALANINDA DOĞAN DİĞER RESMİ AKTÖRLER TANITIM FAALİYETİNİN GERİ PLANDA OLMASI SİYASETİN GÖZCÜLÜĞÜ SONUÇ EKLER KAYNAKÇA v

9 GİRİŞ Marx'a göre toplumsal yapının temelinde "üretici güçler" vardır. Doğal zenginlikler, teknik bilgi ve araçlar, toplumsal emeğin örgütlenmesi hep bu temelin öğeleridir. "Üretici güçler" ise "üretim ilişkileri"ni belirler. Toplumsal sınıfların üretim araçlarının mülkiyeti karşısındaki durumları, çeşitli toplumsal işlevlerin paylaşılması da "üretim ilişkileri"nin kapsamına girer. Üretici güçler ile üretim ilişkileri birlikte bir toplumun "altyapı"sını oluşturur. "Üstyapı"da ise dinsel inançlar, siyasi ideolojiler, çeşitli değer yargıları, toplumsal ve hukuksal kurumlar bulunur. Üstyapıyı ve bu arada siyasal kurumları belirleyen öğe altyapıdır; başka bir deyişle, ekonomik kurumlardır. Aslında altyapı ve üstyapı arasında bir etkileşim söz konusudur. Yani altyapı öncelikli olmak üzere her ikisi de birbirini belirleyicidir (Kışlalı, 2010:75-76). Altyapı ve üstyapının sürekli olarak etkileşim içerisinde olduğunu söylemek, aynı zamanda bu etkileşimi tarihsel olarak izlemeyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü ilk belirleyici olarak altyapısal unsurlarda meydana gelen gelişme üstyapısal unsurlarda değişimi gerektirir, bu değişim de tekrar altyapısal unsurları etkileyecek yeni bir gelişime neden olur ve bu etkileşim tekrarlayarak devam eder. Bu sebeple olayları anlamlı bir geçmişe kadar belirli bir çerçevede takip etmek gerekmektedir. Çalışmamızda da bu yöntem izlenmiştir. Bu kabul ile Türkiye'nin cumhuriyet döneminde izlediği siyasete baktığımızda bu siyasetin altyapısal unsurlar tarafından belirlendiğini söyleyebiliriz. Bu da bizi içinde bulunduğumuz neoliberal ekonominin gereklerine uyumlu bir siyasete götürmektedir. Tabii ki konu edindiğimiz Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) de dahil olmak üzere devletin tüm kurumlarının bu siyaseti 1

10 destekleyecek biçimde hareket eden birer araç oldukları muhakkaktır. Ancak sağlık, güvenlik, eğitim gibi devletin temel görevleri dışında, daha dolaylı bir hizmet olarak enformasyon alanında faaliyet yürüten BYEGM'nin kuruluş amacı ve faaliyet konusuna, devletin siyasetine bilimsel bir bakış açısı ile birlikte açıklama getirmek faydalı olacaktır. Bunun için devlet siyasetini destekleyici bir aracı ele alırken öncelikle mevcut siyasetin nasıl şekillendiğini açıklamak üzere söz konusu siyaseti oluşturan tarihsel sürece değinmek zorunludur. Kapitalizmin daha ileri bir aşaması olarak neoliberal bir ekonomide ulusların kendi başlarına, birbirlerinden bağımsız oldukları söylenemez. Kapitalist ekonomide kuralların belirleyicisi güçlü olan taraf olduğundan, biz de söz konusu siyasetin belirlenimini açıklamak için güçlü olan taraf, yani Batı'nın siyasetine ve dolayısıyla da bu siyaseti belirleyen ekonomik altyapısının oluşumuna öncelikle değinmek durumundayız. Çalışmanın ilk bölümünde Batı'nın altyapı-üstyapı etkileşimi içerisinde gelişimini incelerken çerçevemizi, konu edindiğimiz kurumun çalışma alanı olan enformasyon ile belirlemek durumundayız. Çünkü sözü edilen süreç çok geniş kapsamlı bir çerçevedir. Batının altyapı-üstyapı etkileşimi içerisindeki gelişiminde enformasyon ve enformasyon araçları büyük bir öneme sahiptir. Avrupa'daki sınıf mücadelesi içerisinde bilginin daha etkin kullanılması, işlenmesi, yayılması ve neticesinde kendi ekonomik gelişimi ile birlikte toplum tabanında meydana getirdiği değişim, Batı'da tüm üstyapıyı değiştirmiştir. Enformasyon araçlarının etkin olarak kullanıldığı bu süreç içerisinde Avrupa; Reform, Rönesans ve Sanayi Devrimi gibi değişimlerden 2

11 geçerek ekonomik, teknolojik, kültürel ve siyasal açılardan Doğu'dan daha ileri bir toplum haline gelmiştir. Bu süreç aynı zamanda dünyada kapitalist ekonominin doğuşunu temsil eder. Bu sebeple çevre ülkeler artık daha gelişmiş olan ülkelerin siyaseti ile uyumlu olmak durumundadırlar. Aksi halde ekonomileri daha zayıf olan bu siyasal yönetimler hem dış güçlerin hem de kendi halkının baskısı ile karşılaşacak ve yürüttükleri bağımsız siyaseti sürdüremeyeceklerdir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu da Batı'da bu ilerlemenin ve kendi altyapısal sorunlarının oluşturduğu baskılar karşısında XVIII. yüzyıldan itibaren zorunlu olarak yenileşme çabalarına girmiş, yani siyasetini değiştirmiştir. Ancak bu yenileşme çabaları Batı'dan farklı olarak altyapı öncül olarak gerçekleşmemiş, devlet yönetimi tarafından -üstyapı öncül- gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla ülkenin ekonomik tabanında bir gelişme olmadığından altyapı-üstyapı etkileşimi başlamamıştır. Osmanlı siyasal otoritesinde, tabi olunmak zorunda kalınan Batının onayını almak üzere girişilen yeniliklerin "gösterilmesi" ve atılan bu yenilikçi adımlar konusunda karşı tarafın algısının "öğrenilmesi" ihtiyacı doğmuştur. İmparatorluk bu dönemde, elçilerinin yanı sıra giderek daha yoğun biçimde enformasyon araçlarını kullanmaya başlamıştır. Amaç siyasal otorite için hem içte hem de dışta meşruiyet sağlamak, bir yenileşme hareketi içerisinde bulunulduğunu, hem Batıya hem de iç kamuoyuna göstermektir. Osmanlı idaresi söz konusu amaçlar doğrultusunda enformasyon araçlarından faydalanmak üzere önce bu araçlara doğrudan sahip olmayı, sonra dolaylı olarak kontrol etmeyi ve son olarak da sıkı şekilde denetlemeyi denemiştir. Tüm bunları yapmak için de Matbuat Müdürlüğü gibi enformasyon alanında çalışacak kurumlar 3

12 oluşturmuştur. Dönemin siyasal otoritesinin ihtiyacı enformasyon araçlarını kendi otoritesi için meşruiyet kazandıracak biçimde kullanmak ve aleyhte yayın yapan basını susturmaktır. Dolayısıyla kurum da bu siyaseti destekleyecek biçimde faaliyet göstermiştir. Ne var ki kapitalizme aykırı siyaset, dış ve iç baskılara karşı koyamamıştır ve yerini farklı bir siyaset izleyecek başka bir otoriteye bırakmak durumunda kalmıştır. Milli Mücadele ve cumhuriyet döneminde ise siyasal otorite hem kendisinin hem de ülkenin menfaatini kapitalist ekonomiye direnmemekte ve uyum sağlamakta görmüştür. Bu sebeple yeni siyasetin kurumları da bunu destekler biçimde faaliyet göstermiştir. Enformasyon araçlarının kamuoyu oluşturma konusundaki öneminin farkında olan dönemin siyasal otoritesi, bu mecrada faaliyet gösterecek araçlar edinmiştir. Bunlar dönemin biraz daha çeşitlenen enformasyon mecrasına uygun olarak çeşitlilik göstermiştir. Bu nedenle cumhuriyet yönetimi, çeşitli gazeteler, Anadolu Ajansı, Telgraf İdaresi ve Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi'ni kurmuştur. Dönemin koşullarına uygun olarak amaç Milli Mücadeleyi savunmak, siyasal otoriteye meşruiyet kazandırmak, Batıyı ve çevre ülkeleri yakından takip etmek, Batı'ya izlenen politikanın kendilerinin politikası ile uyumlu olduğunu anlatmak, ülke içinde halkı Mücadele dairesinde toplamaktır. Nitekim silahlı mücadele bir tarafa, siyasi olarak baktığımızda, izlenen politika kapitalist ekonomiye aykırılık taşımadığından ve enformasyon araçları etkin biçimde kullanıldığından başarı sağlanmıştır. Milli Mücadelenin bitiminden sonra da Türkiye'nin siyasal otoritesi yine kapitalist ekonominin gerekleri ile uyumlu bir politika izlemiştir. İzlenen politikanın tanıtılması, dış kamuoyunun takip edilerek ülke hakkındaki düşüncelerin belirlenerek 4

13 siyasete yön verilmesi için yine enformasyon araçları kullanılmıştır. Bu doğrultuda konu edindiğimiz kurum ülkenin günden güne değişen enformasyon alanındaki ihtiyaçlarına yönelik olarak faaliyet göstermiştir. İletişim araçlarının hızlı bir çeşitlenmeye uğradığı 1980'ler sonrasında enformasyon akışında da büyük bir yoğunluk hakim olmuştur. Bu sebeple siyasal otoritenin de bu alandaki ihtiyaçları yukarıda belirttiğimiz sebeplerle çeşitlilik ve yoğunluk göstermiştir. Buna paralel olarak devlet, enformasyonun her alanında çalışacak kurumlar oluşturmuştur. Bu sebeple BYEGM gibi enformasyon alanında çalışan benzer yapılanmalar ortaya çıkmıştır. PTT, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), TRT ve başta Başbakanlık olmak üzere birçok kurum çatısı altında kurulan basın müşavirlikleri gibi yapılanmalar bunlara örnektir. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı ülkenin yurtdışında temsilinde en yetkili makam olma özelliğini -başarısı ayrı bir tartışma konusu olsa da- enformasyon mecrasına da yayma eğiliminde olmuştur. Öte yandan konu edindiğimiz BYEGM gibi açık enformasyon alanında çalışan kurumların yanında gizli enformasyon alanında çalışacak Milli İstihbarat Teşkilatı gibi, turistik pazarlama alanında çalışacak Turizm Bakanlığı gibi faaliyet alanı farklılık gösteren kurumlar da teşkil edilmiştir. Bu kurumların birçoğu temelde enformasyon alanında faaliyet gösterdikleri için başlangıçta BYEGM'nin birer kolu olmuş, ancak devletin ilgili alandaki ihtiyacı büyüdükçe ayrı birer uzmanlık alanına bölünerek ayrı birer yapı haline getirilmişlerdir. Tüm bu kurumlar aslında mevcut siyasal otoritenin izlediği siyaseti, mevcut koşullar altındaki ihtiyaçları doğrultusunda desteklemeye yönelik olarak faaliyet göstermektedirler ve enformasyon mecrasının özellikleri değiştikçe söz konusu kurumlar da değişime uğramaktadır. 5

14 XVIII. ve XIX. yüzyıllarda siyasal otorite yazılı basını, yasama yetkisi ile açık biçimde kontrol altına alabilirken, bugün uyum gösterilen kapitalizmin kurallarına aykırı olacağından bunu yapamamaktadır. Gayri resmi olarak, medya sahibi-iktidar ilişkisine bağlı yollardan basının kontrolü konusunun çerçevemizin dışında olduğunu da hatırlatarak devletin yazılı basın üzerinde kontrol sağlayacak resmi bir mekanizmaya artık ihtiyacı olmadığını söyleyebiliriz. Bu örnekte olduğu gibi uluslararası konjonktür internetin ve/veya televizyonların da kontrolünü imkansız hale getirdiğinde -ki bu yönde baskı giderek artmaktadır- BTK ve RTÜK gibi teşkilatlar gelecekte görevsizleşebilir. Matbuat Müdürlüğü'nün devamı olarak BYEGM'nin ise yukarıda bahsettiğimiz sebepten artık sansür alanında faaliyet göstermesi gerekmemektedir. Kurum şu an tali görevlerini bir kenara bırakırsak temelde, dış basının takip edilerek devlete enformasyon sağlama ve izlenen siyasetin yurtdışında tanıtılmasında Dışişleri Bakanlığı'na destek olma gibi görevleri sürdürmektedir. BYEGM faaliyetlerini, enformasyon alanında çalışan diğer kurum veya alt birimlerle faaliyet çakışması içerisinde sürürken, dış basının takibi konusunda en etkin organ durumundadır. Gelişen teknolojiye paralel enformasyon akışındaki hız ve yoğunluğun artması, devletin bu alanı takip etmesini ayrı bir uzmanlık alanı haline getirmiştir ve enformasyon alanında devletin ihtiyaçlarını üstlenen diğer kurumlarla birlikte görev dağılımında, BYEGM'ye geçmişten gelen deneyimi nedeniyle siyasetin gözcülüğünü yapmak düşmüştür. Bu çalışma, BYEGM örneğinde siyasal otoritenin güncel ihtiyaçları doğrultusunda kurduğu teşkilatların, ekonomi-politik bakış açısı ile kuruluş amaçlarını ve faaliyet alanlarında yine bu kapsamda değişiklikler meydana gelebileceğini ortaya koyma amacında olduğundan, konu edindiğimiz kurumun bir tarihçesi niteliğinde değildir. 6

15 Çalışma devletin izlediği siyasetin yansımalarını izlemeye yönelik ihtiyacının nasıl belirdiğini ekonomi-politik bir bakış açısı ile saptamakta (bunun nedeniy kurumun günümüzdeki birincil faaliyeti olmasıdır) ve bu görevi ifa eden BYEGM'nin devletin siyaseti doğrultusunda çalışmalarının nasıl şekillendiğini ortaya koymaktadır. Kurumun geçmiş faaliyetlerine ilişkin az sayıda da olsa eser bulunmaktadır. Bunlar arasında kurumda görev yapmış ve Türk basın tarihine ilişkin önemli eserlere sahip olan yazarlardan Orhan Koloğlu ve Server İskit başta olmak üzere Fethi Kardeş'in de eserleri bulunmaktadır. Ayrıca BYEGM'nin geçmişini yine kurumda görev almış ve değerli fikirlerine doğrudan başvurduğumuz Orhan Koloğlu, Abdullah Uzun ve İsmail Yaşar Aktaş'tan da öğreniyoruz. Kurumun geçmiş faaliyetlerine ilişkin bir tarihçe hazırlamak mevcut eserlerin tekrarından öteye gidemeyecektir. Oysa bu çalışma kurumu, ekonomi-politik bir bakış açısı içerisinde devletin siyasetini destekleyici bir araç olarak ele almayı ön plana çıkarmaktadır ve bu bakış açısı ile kurumun temel faaliyetlerini, devletin bu alandaki ihtiyacının kökeni ile birlikte açıklayan başka bir çalışma bulunmamaktadır. 7

16 I. BÖLÜM AVRUPA'NIN FEODALİTEDEN ULUS DEVLETE GEÇİŞ SÜRECİNDE TARİHSEL GELİŞİMİ 1.1. FEODAL YAPI - BURJUVAZİNİN DOĞUŞU Feodalizmi anlatmadan önce, dönemin temel niteliği olarak toplumsal sınıf kavramını açıklamak gerekir. Toplumlar içindeki bireyler veya gruplar arasındaki hiyerarşik farklılık veya tabakalaşmaya toplumsal sınıf denmektedir. İnsanlık tarihi kadar eski olan toplumsal sınıflaşma ve sınıf farklılıkları günümüzde de görünmektedir. Genellikle bireyler toplumsal yapının içinde ekonomik durumlarına ve tabakalaşma sistemi içinde benzer siyasi ve ekonomik ilgilerine göre gruplaşmaktadırlar (Habermas, 2006:284). Toplumsal sınıf kavramını ayrıntılı olarak ele alan teorisyenlerden birisi bu alandaki en bilinen referans kaynak olarak kullanılan Karl Marx dır. Marx; bireylerin üretim gelirleriyle ilişkilerinin temeline göre toplumsal sınıflara ayrıldıklarını söylemektedir (Cockerham, 1995: 257). Ortaçağ aslında sanıldığı gibi boşluktan doğmamıştır. Antik dönemin bunalımlarının içinde bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. Ortaçağı en çok karakterize eden feodal sistem dir. Tarihe biraz yakından bakıldığında bir dönemden diğerine, bir toplum veya üretim tarzından bir başkasına bir geceden ertesi sabaha geçilmediği görülmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde feodal sistem, kökleri MÖ II. yüzyıla kadar geri giden, IX. ve X. yüzyıllara kadar uzayan çok uzun bir oluşum dönemine 8

17 sahiptir. Yaklaşık 12 yüzyıllık mayalanmanın uzunca bir bölümü Roma tarihinin içinde, yani Antikitenin tam göbeğinde yer almaktadır (Kılıçbay, 2005:70). Ortaçağın V. yüzyıldan IX. yüzyıla uzanan ilk dönemi boyunca, kendine ait toplum tipi ve değerler ölçeği olan, belirli bir üretim tarzına bağlı, yeni bir tarihsel sistem ortaya çıktı; bu, feodal sistemdir (Le Goff, 2005:45). Avrupa da feodalizmin yerleşmesi X. yüzyılda kara sabanın bulunması sayesinde tarımın gelişmesi, ürün fazlası elde edilmesi, elde edilen zenginlikle profesyonel bir ordunun kurulması (Sander, 2009:72), nihayetinde bu üretim sistemi içerisindeki aktörler arasında ekonomik ve toplumsal bir ilişkinin belirmesi şeklinde olmuştur. Giriş bölümünde değindiğimiz toplumun altyapısı ve üstyapısı arasındaki etkileşimin, artan iletişim nedeniyle hızlandığını göreceğiz. Öncelikle toplumun altyapısını oluşturan unsurları anlamamız gerekmektedir. Daha önce söylediğimiz gibi altyapı; üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin oluşturduğu üretim biçimiyle belirlenmektedir. Feodal sistemde üretim güçleri içerisinde yer alan emek ve toprağın bileşimi zamanla değişime uğrayacak ve bu güçler içerisine başka maddi güçler de eklenecektir. Aynı dönemin üretim ilişkileri kapsamında olan mülkiyet ilişkileri, üretim güçleri arasındaki ilişkiler ve bölüşüm ilişkileri de değişikliğe uğrayacaktır. Hem üretim güçleri hem de üretim ilişkilerinde meydana gelen bu değişimler toplumun üretim biçimini değiştirecektir. Bu da toplumun altyapısının değişmesi demektir. Toplumun maddi temeline dayanan altyapısı ile toplumun bilinçsel temeline dayanan (din, kültür, gelenek, edebiyat, sanat, bilim v.b.) üstyapısı arasında, altyapı öncül olmak üzere zorunlu bir etkileşim yaşanacaktır (Marx ve Engels 2010; Callinicos 2009; Eaton 1996; Selik 1982). Feodal dönemde toplum ekonomisi 9

18 ağırlıklı olarak tarıma dayandığından altyapısı da tarımsal üretime katılan güçlerden ve bu çerçevedeki ilişkilerden oluşur. Ortaçağ a baktığımızda feodal toplumun üç sınıftan oluştuğunu görebiliriz. Toplumun birinci sınıfında dua edenler, yani kilise mensupları, ikinci sınıfında savaşanlar, -lordlar ve şövalyeler- ve üçüncü sınıfında ise; çalışanlar (kilise mensupları ile savaşanları beslemek için mücadele edenler) yer almaktaydı. Toplumsal sınıflama içerisinde en altta olanlar elbette ki çalışanlardı. Gerek savaşanlar ve gerekse kilise mensupları çalışanların sırtından geçiniyorlardı (Huberman, 2011:12). Bu sınıfları altyapıda yerlerine koyarsak: Soylular sahip oldukları toprak ile, çiftçi ve işçiler emekleri ile, ruhban sınıfı ise yine sahip olduğu toprak ve diğer sınıflardan topladığı para ile yer almaktadır. Üretim ilişkileri bu üç sınıf arasındaki mülkiyet ilişkilerine, soylu ve onun toprağında çalışan işçi arasındaki ilişkiye ve tüm gelirin bu üç sınıf arasındaki paylaşımına dayanmaktadır. Tüm bu yapı ise din, eğitim düzeyi, kültür, gelenek, örf, adet gibi bilinçsel başka bir yapı ile sıkı bir bağlantı ve etkileşim içerisindedir. Feodal sistem iki temel prensibe dayanmaktaydı: toprak ve kişisel ilişkiler. Feodal ölçek içerisinde kişisel ilişkiler teorik olarak soyluların temsil ettiği toplumun üst kademelerinin korunmasıydı. Daha alt kademedeki bir senyör ya da vassal, yüksek kademedeki bir senyöre saygı ve sadakat yemini eder, yüksek kademeli senyör bunun karşılığında vassalını korumayı vaat ederek geniş bir toprak, fief 1 verirdi. (Le Goff, 2005:46). 1 Fee (ücret, tımar) bir lord tarafından, feodal hizmet ya da işbirliği karşılığında vassala verilen, miras olarak bırakılabilir bir mal ya da haktır. Bu tımar genellikle feodal kullanım hakkı çerçevesinde elde tutulan bir toprak ya da tarla şeklindedir ve fief veya fiefdom olarak bilinir. Kaynak: Vikipedi, son erişim:

19 Bu şekilde örgütlenmiş, bir devletin henüz bulunmadığı yerlerde çok miktarda toprağa sahip olan feodal lordlar; daha az toprak sahibi vassallar ve onların köylülerinin koruyuculuğunu üstlenirdi. Buna göre lord ve vassalları arasında karşılıklı hak ve görevler vardı. Bu kapsamda lord; vassal için güvenliği, adaleti, toprağını işlemesini ve ürününü toplamasını sağlardı. Vassal ise lorda savaşçı olarak yardım etmek ve bazı durumlarda vergi vermekle mükellefti. Karşılıklı bu ilişki bir mukaveleye bağlıydı ve hiç kimse tam anlamıyla hükümran değildi. 987 yılında Fransa daki lordlar aralarından bir kral seçerek onun vassalları oldular. Bu seçim gelecekteki güçlü merkezi devletlerin çıkış noktası oldu (Sander, 2009:70-72). Feodal dönemde her toprağın bir beyi vardı ve toprağı işleyen köylü bağlı bulunduğu bey için de çalışmak zorundaydı. Bu anlamda beyler için işin yapılması, işi yapan köylünün kendisinden daha önemliydi (Huberman, 2011:13-14). Feodalizmin daha ilk dönemlerinde toprağı işleyen köylüler köyünden kaçarak, daha iyi şartlar sunan Doğuya yerleşmiş beylere hizmet etme eğilimine girmişlerdi. Bunun önünü kesmek için Batıdaki beyler de tıpkı Doğuda olduğu gibi köylülere emekleri karşılığında toprak vermeye başladılar. Köylü artık işlediği topraktan hem kendisi hem de toprak sahibi için ürün toplamaya başladı. Beyler ile çalışanlar arasındaki ilişki böylece serflikten ekonomik bağımlılığa dönüştü (Fülberth, 2011:91). Feodal dönem öncesi ve bu dönemin ilk safhalarında ticaret yollarının gelişmemiş olması, ulaşım şartlarının çok sınırlı olması nedeniyle üretim ancak mahalli pazarlardaki talep seviyesinde seyrediyordu. Talep olmadığından üretim fazlasına da ihtiyaç yoktu. Bu dönemde toprak sahipleri ve kilisenin elinde servet birikti, ancak bu serveti kullanabilecekleri bir yer yoktu (Huberman, 2011:26-28). 11

20 Tarımsal tekniklerin ve yeni tarımsal arazilerin kullanılmaya başlanması ile üretim miktarında ciddi bir artış yaşanmıştı. Tarımsal üretimde artık ihtiyacın ötesinde ürün fazlası elde ediliyordu. Ancak ticaret yukarıda da belirtildiği gibi daha ziyade ulaşım güçlüğü nedeniyle henüz yeterli düzeyde değildi. Avrupa da söz konusu üretimden pay sahibi olan kesimler artan tarımsal üretimi pazarlamak istiyordu. Bunun için ticaret yollarının gelişmesi ve kontrolünün sağlanması gerekiyordu. Ticaret başta Venedik olmak üzere İtalyan şehirleri üzerinden Akdeniz vasıtasıyla yapılıyordu. Asya ticaretinin bir kapısı bu şehirlerse diğerleri Akdeniz e kıyısı olan Müslüman şehirlerdi. Bu şehirlerden ticari ayrıcalıklar alınması gerekiyordu. Bunun içinse Kutsal Ülke Kudüs ün zındık Müslümanlardan kurtarılması şarttı. Bu sebeple on binlerce Avrupalı, Kutsal Ülkeyi Müslümanlardan kurtarmak için Haçlı Seferleri ile Doğuya akın etti (Huberman, 2011:28). Bu akına katılanlar, söz konusu eylemden çıkarı olan kesimlerdi. Müslümanlara karşı mücadele Papalığa, Filistin deki kutsal toprakları geri almaya dair Hıristiyanları ortak bir hedefte birleştirme fırsatı sundu (Le Goff, 2005:42). Üst yapıya ait bir kurum olarak kilisenin bu niyeti, çabasını meşrulaştırıcı bir özellik taşıyordu. Ancak unutmamalı ki bu kurumun geniş topraklara sahip olduğu ve halktan topladığı paralar nedeniyle büyük miktarda servete sahip olduğu düşünülürse alt yapıyla yakından ilişkisi olduğunu söylemek zorundayız. Buradan yola çıkarak Haçlı Seferlerinin kilise açısından bile maddi temeli olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Çünkü sefer ile elde edilecek toprak ve ganimette payı olacağı kesindir. Bu akının elbette mali bir kaynağı da olması gerekiyordu ve doğal olarak bu mali kaynağı sağlayacak zenginlerin varlığı ve onları bu desteği vermeye razı edecek bir 12

21 sebebin olması gerekirdi. Huberman bu sebepleri şu şekilde aktarmaktadır (Huberman, 2011:26-32): Haçlı Seferleri gerçekte yağma ve toprak uğruna girişilmiş saldırılar olmasına rağmen Kilise tarafından İncil i yaymak ve Kutsal Ülkeyi kurtarmak gibi yüce bir gaye ile maskeleniyordu. Ancak Haçlı Seferlerinin asıl gücü ve enerjisi büyük ölçüde belirli grupların elde edeceği avantajlara dayanıyordu. Bu seferlere yaşam koşullarını düzeltmek isteyen ve bunu bir fırsat olarak gören birçok Avrupalı katıldı. Ancak avantaj sağlayacak grupların başında Roma Kilisesi vardı. Hıristiyan dünyası ne kadar genişlerse Kilisenin gücü ve serveti de o ölçüde artacaktı. İkinci olarak Müslümanlarla sınırdaş olan ve akınlarına bir dur demek isteyen Bizans Kilisesi geliyordu. Üçüncü sırada ganimet, toprak ve servet arayışındaki soylular geliyordu. Dördüncü aktör ise ticaretin gelişmesinden fayda sağlayacak olan İtalya nın ticari merkezleri, Venedik, Cenova ve Piza gibi şehirlerdi. Ticaretin yolu açılırsa Doğunun baharatlarının, ipeklerinin, uyuşturucularının Avrupa ya geçiş yolu bu kentler olacaktı. Nitekim Avrupa bu seferlerden fayda sağladı. Avrupalılar Doğu ile kurdukları bu kontak sayesinde daha önce bilmedikleri yeni malları gördüler ve öğrendiler. Böylece bu yeni mallara karşı bir talep, dolayısıyla da arz oluştu. Avrupalılar paralarını yatıracak, alıp-satacak yeni şeyler edinmişti. Ne var ki Haçlı Seferleri askeri açıdan başarısız oldu ve Hıristiyanlar Filistin in hiçbir yerini ellerinde tutamadılar (Le Goff, 2005:42). Kazanılan şey daha ziyade ekonomik ve kültürel bir alış-veriş yaşanmış olmasıydı ve bu da Avrupa nın gelişimine ivme kazandırmaya yetti. Haçlı Seferleri sonrasında Avrupa hızla ticarete ve tarım üretiminin daha da artırılmasına yöneldi. Şehirlerde ticaretin geliştirilmesi için önlemler alındı. Daha 13

22 önce ticaret için gerekli ulaşım imkânlarının ve talebin sınırlı düzeyde olması nedeniyle sürekliliğe sahip olmayan bu faaliyetin süreklilik ve istikrar kazanması için İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika ve İtalya da mevsimlik Champagne ismi verilen panayırlar düzenlenmeye başladı. Panayırlar haftalık mahalli pazarlardan farklı olarak tüm dünyadan gelen mallarla doluydu ve toptan da satış yapılıyordu (Huberman, 2011:32-34). Söz konusu panayırlar düşünüldüğünde sadece mal alış-verişi değil aynı zamanda daha önce bir araya gelmeyen insanların buluştukları, ilk kez serbestçe etkileşim içerisine girdikleri, serbestçe bilgi ve fikir alışverişi yaptıkları, kısacası merkezileşmeyi ve ortak çıkarlarını keşfettikleri alanları göz önünde canlandırmak mümkün. Ayrıca temel gayesi ekonomik olan bu etkileşim ile kültürel bir etkileşim de yaşanıyordu. Sözünü ettiğimiz bu etkileşim örneğinde olduğu gibi farklı kültürden insanların bir araya gelip iletişim içerisine girmelerinin, tarihsel süreç içerisinde toplumların üst yapısal değişimlerine katkı sağladığını söyleyebiliriz. Bu panayırlarda tüccarlar tüm dünyadan getirdikleri malları satıyorlardı. Bu panayırlar her yerde kralların özel izniyle gerçekleşiyordu. Ayrıca tüccarlar panayırlara ulaşımları için feodal lordların talep ettikleri yüksek geçiş ücretlerinden de muaf tutuluyordu (Huberman, 2011:35). Panayırlarda takas yöntemi yerine para kullanımı artmıştı. Artık her tüccar para karşılığı istediğine istediği malı satıyordu. Panayırların son günlerinde tüccarlar alacak-borç kapama işlerini ve para değiş tokuşu gibi mali işlerini görüyorlardı. Böylelikle XII. yüzyıldan sonra parasız (kapalı) ekonomi çok pazarlı bir ekonomiye dönüştü ve ticaretin gelişmesiyle, ortaçağ başlarının kendine yeterli malikanesinin 14

23 doğal ekonomisi, artan ticaret dünyasının para ekonomisine dönüştü (Huberman, 2011:36). Ticaretin ağırlık kazanması ile feodal sistemin geçirdiği evrim toplumun yaşamında ve idaresinde önemli değişikliklere neden oldu. Bu değişiklikler aniden değil zamanla kendini hissettirdi. Feodalleşme iki gösterge ile tamamlanmakta ve düzeltilmekteydi. Bunlardan ilki X. ve XIV. yüzyıllar arasındaki yeni kent gelişimiydi. Şehirler feodal sistemin yanı sıra çok geniş bir ticaret ağına bağlıydı ve nüfusları feodal sistemin vassal-senyör ilişkisi dışında duran yeni bir sosyal kategoriden oluşuyordu. Bunlar kendi değer yargılarını geliştiren şehir sakinleriydi (burjuvazi); kökleri özgürlük, özerklik ve hem kâr hem de okullarda yeni bilgi arayışına dayanıyordu. İkinci gösterge monarşinin yükselişi ve modern devletin aşamalı oluşumu sonucunda merkezi gücün yeniden doğuşuydu (Le Goff, 2005:45). Ticaret daha ziyade şehirlerde gerçekleştiğinden tüccarlar da şehirlere yerleşiyorlardı ve buraların kurallarına tabi oluyorlardı. Ancak acaba şehirlerin kuralları ticarete uygun muydu? Değilse ticaret nasıl gelişecekti? Huberman feodalizmin kuralları ile şehrin kurallarının birbirinden ayrışmasını ve şehirlerde tüccarın lorda galip gelmesini şu şekilde aktarmaktadır (Huberman, 2011:37-42): Şehirlerin kuralları feodal yapının kurallarından farklıydı. Feodalizm atmosferi tam bir hapishane atmosferi, şehirdeki ticari etkinliğinki ise tam bir özgürlük atmosferiydi. Tüccarlar feodal kısıtlamalarla karşılaşınca şehirlerde lonca adı verilen birlikler kurdular. Bunlarla şehirlerde gelişmeleri için gerekli özgürlük ortamını kazanmaya çalıştılar. İstekleri serbestçe ticaret yapmak, diledikleri gibi 15

24 seyahat etmek, mallarını istedikleri gibi alıp satmak ya da paraya ihtiyaç duydukları zaman ipotek ettirmekti. Atacakları her adımda feodal beylerden izin almak istemiyorlardı. Ayrıca feodal mahkemelerin pek de anlamadığı ticari anlaşmazlıklarını çözmek için kendi mahkemelerini istiyorlardı. Vergileri, cezaları, engellemeleri istemiyorlardı, iş yapmak istiyorlardı ve bunun için de ayak bağı olan her şeyden kurtulmak istiyorlardı. Tamamen kurtulamadılar, ama daha az sıkıntı verecek biçimde yeniden ayarladılar. Avrupa da şehirler ve şehirler çevresindeki ekonomik hareketlilik ve nüfus artışı, yerleşim yerleri arasında insanların seyahatlerini de artırdı ve Avrupa da yaşayan halklar içerisinde birbirleri ile ilgili bilgi edinme ihtiyacı doğmaya başladı (Ertuğ, 1970:19). Çünkü ticaretin işleyebilmesi için mal alıp satanların ilişkide oldukları taraflarla ilgili bilgiye sahip olmaları önemlidir. Bu aslında tıpkı günümüzün neoliberal ekonomisi içerisindeki devasa küresel şirketlerin yayılmaları ve ayakta kalabilmelerinin temel yapı taşlarından birisi olarak yoğun iletişime ihtiyaç duymalarına benzemektedir. Zanaat ve ticaretin artmasıyla kentlerde oluşmaya başlayan bu yeni sınıf, mevcut toplumsal sınıflandırmaya burjuvazi" olarak girdi. Ancak burjuvazi her ne kadar gelişse de soyluların yararlandıkları hukuki ayrıcalıklardan yararlanmamaktaydı. Burjuvazinin, soyluların ayrıcalıklarından yararlanması ve etkin bir sınıfa dönüşmesi ise oldukça uzun bir zaman almıştır (Pernoud, 1991:43-48). Sözünü ettiğimiz sınıf ortaçağın daha önceki dönemlerinde sayıları hayli fazla olan, ticaret ve tefeci sermayeyi ellerinde tutanlar değil, bir girişimci sınıfı, feodalizme zıt yeni bir üretim biçiminin taşıyıcılarıydı. Burjuvazi olarak nitelenen bu sınıf yerel 16

25 korporatif ayrıcalıkların karşısındaydı ve kralın, ulusal çapta kendisini korumasını istemekteydi (Tanilli, 2007a:28) SOSYAL YAŞAMDA BİLGİ BAĞLAMINDAKİ GELİŞMELER Artan üretimden elde edilen gelirin bölüşümündeki dağılım zamanla tüccar lehine değişmeye başladı. Çünkü ürünün üretildiği mahalli pazarlarda kalmasının bir anlamı yoktu. Ürün ancak satılırsa değerliydi ve onu alacak, talep gören pazarlara taşıyacak ve satacak olan tüccardı. Tüccar, bunu gelişen ulaşım olanakları, edindiği bilgi, kazanmaya başladığı ayrıcalıklar ve muafiyetler sayesinde yapabiliyordu. Arz ve talep birbirini doğurur. Bu nedenle tüccarın doyurduğu talep, arzı artırıyor; artan ve çeşitlenen arz ise talebi tırmandırıyordu. Bu da ekonomik hareketliliği gitgide alevlendiriyordu. Ticaretteki canlanma ve toplumsal yaşamdaki değişim daha ileriki yıllarda yaşanacak büyük atılımların öncülleri olarak şehir yaşamı, teknolojik buluşlar, eğitim, bilim, sanat ve edebiyata da yansıdı. X. ve XIV. yüzyıllar arasında yaşanan bu gelişmeleri Le Goff şu şekilde aktarmaktadır (Le Goff, 2005:49-51): Ortaçağ şehri, askeri, siyasi ve idari bir merkezden çok, ekonomik ve kültürel bir merkez olması nedeniyle selefinden önemli ölçüde ayrıldı. Yayılan ticaret ağı, kalabalıkları pazar ve fuarlara, sarraf ve para tüccarlarına itti. Şehir, etrafındaki kırsal alana hâkimdi ve beraberinde entelektüel uğraşlarla, dolayısıyla hukuki öğretim, bilgi, uygulama ile canlı ekonomik etkinliklere bağlı yeni bir toplum meydana getirdi. ( ) Kent yaşamının baskın aktörü tüccardı; özellikle, yabancı ve kimi zaman çok uzak ufuklara açılan, büyük ölçekli ticaretle uğraşan tüccar... XII. 17

26 yüzyıldan sonra şehirler kendi başlarına kültürel merkezler halini aldı. Ortaya çıkan kent okullarında verilen yeni öğretim artık nasıl okunacağını, yazılacağını ve hesap yapılacağını sıradan halka öğretiyordu. ( ) Görüldüğü üzere toplumun altyapısına ait bir kavram olarak ticari yaşam, kentleri geliştirdi; kentlerde daha yakın bir etkileşim içerisinde yaşayan toplumun bu altyapısal kurumları ile üstyapısal kurumları arasında daha hızlı bir etkileşim ortaya çıkmaya başladı. Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa hızlı bir değişim ve gelişme kaydetmeye başladı. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Avrupa nın gelişiminde en önemli faktörlerden birisi Haçlı Seferleri ile Avrupalı tüccarların Doğu nun zenginlik ve teknolojilerini tanımaları ve bunları Avrupa ya taşımalarıdır. Diğer bir ifade ile Avrupa Haçlı Seferleri sonrasında Doğu nun ekonomik, ticari, sanatsal, sosyal ve bilimsel akımlarından etkilenerek gelişme göstermeye başladı. Elde edilen yeni kazanımlar sonucunda gerçekleştirilen teknolojik buluşlar, yeni keşiflerin yanı sıra önceden bilinen yöntemlerin geliştirilmesi ile ekonomik büyümeyi de beraberinde getirdi. Ortaçağ Avrupa sında enerji kaynaklarının kullanımı yaygınlaşmaya başladı; su ve rüzgâr gücü, değirmenler aracılığı ile kullanılarak üretimi ve kazancı arttırdı. Bu sayede insana dayalı işgücünün yerini makineler almaya başladı. Su gücünden yararlanılarak tahıl öğütme, un elemeciliği, kumaş çırpma ve deri endüstriciliği geliştirildi. Kam mili, o zamana kadar elle yapılan birçok işin makine yoluyla yapılabilmesini sağladı (Gimpel, 2004:78). Bunlar ilk teknolojik gelişmelere örnekler olarak düşünülebilir. 18

27 Ortaçağ Avrupa sında ticaret, sanayi ve üretimin gelişmesi için bir ihtiyaç olarak öncelikle ulaşım gelişmeye başladı. Tüccarlar konvoylar halinde seyahat ederek güvenlik sorununa karşı ortak bir çözüm getirdiler. En önemli buluşlar denizcilik alanında yapıldı; gemilerin tonajı arttırıldı, yelkenliye sahip oldular. Pusulanın yayılması haritaların çok daha iyi şekilde çizilmesini sağladı. XV. yüzyılın sonlarında kurulan, hem savaş gemilerinin hem de ticari gemilerin yapıldığı ve tamir edildiği gerçek bir tersane olan Venedik Arsenali, Avrupa nın ilk çağdaş endüstriyel girişimi oldu. Avrupa XVI. yüzyılın sonunda bu sayede dünyayı keşfedecek ve fethedecek teknik araçlara sahip oldu (Le Goff, 2005:53). Tarım ve çiftçilikte yeni alet ve yöntemlerin kullanılması, daha rasyonel ve daha bilgili çiftçiliğe yönelme, bu alanda da gelişmelere yol açmıştır. Ayrıca askeri alandaki talep, ağaçtan yapılan kuşatma makineleri yerine, metalürjiyi körükleyen ağır silahlara yönelim sayesinde teknik ilerlemeyi teşvik etmiştir. Bu dönemde bilim ve sanat alanındaki gelişmelere paralel artan kitap talebi kâğıt üretimini hızlandırmıştır. Dokuma alanında çıkrığın keşfi, inşaat alanında manivela gücüyle çalışan araçların mükemmelleştirilmesi ve el arabasının bulunması, bu alanlarda da ilerlemelere neden olmuştur (Gimpel, 2004:81-85). XII. yüzyılın ihtişamlı zihinsel mayası, entelektüel hayatı manastır hayatından kent okullarına doğru kaydırmıştır. Yine aynı yüzyılda hukuk çalışmalarında önemli gelişmeler ve kazanımlar olmuştur. XII. yüzyılın kentli entelektüelleri meslek sahibi olmuştur. Öğretmen ve öğrencileri bir araya getiren loncalar, üniversiteleri meydana getirmişlerdir. Temel bilimler, tıp, Roma hukuku, Kilise hukuku ve teoloji fakültelerinden oluşan bu yeni üniversiteler, programlar hazırlamış ve otorite ile aklın, hem sözlü derslere hem de kitap araştırıp incelemeye başvurarak birleştirdiği 19

28 skolastik yönteme göre eğitim vermişlerdir. Aynı zamanda tüm Hıristiyan dünyasında geçerli mezuniyet ve doktora dereceleri vererek, günümüzdeki akademik çalışmaların ve unvanların temellerini atmışlardır. Yüzyılın ortalarına doğru sanat alanında yeni bir akım Paris te ortaya çıkmıştır. Gotik olarak adlandırılan bu yeni sanat akımı, mimari alanda önemli eserlerin yapılmasında etken olmuştur (Le Goff, 2005:55-59). Araştırma konumuzla ilgili olması nedeniyle bu dönemde bilgi üretimi ve akışına ivme kazandıran üniversite oluşumuna biraz daha açmak gerekiyor. Avrupa'da üniversiteler XII. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ortaçağ üniversiteleri insan unsurunun temel alındığı, çok uzun süre yerleşik binaları, kütüphaneleri olmayan, eğitmen, öğrenci ve şehir arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, eğitmen ve öğrencilerin haklarının korunması için kurulmuş loncalardı. Üniversitelerin bu dönemde ortaya çıkması; dış saldırıların azalması, ekonomik kalkınma, gelişme, şehirleşme ve doğudan gelen bilgi ile Avrupa'da oluşan öğrenme ve bilme isteği gibi bazı koşulların bir araya gelmesi sayesinde olmuştur (Erol, 2005:82). Daha önce Haçlı Seferlerinin, seferlere katılan Avrupalı kesime askeri bir zafer olmasa da bilgi alışverişi gibi bir fayda sağladığından bahsetmiştik. Doğu ile girilen bu etkileşim, Avrupa'daki girişimci kesimi Doğu'dan gördüğü ve öğrendiklerini ticarette kullanabileceği başka metalar haline dönüştürebilmenin yollarını aramaya sevk etmiştir. Bunun için de pozitif bilimlerde, edebiyat ve sanatta (eski zamanlarda sanatın pozitif bilimle iç içe olduğunu da göz önünde tutmalıyız) ilerleme kaydetmeleri gerekiyordu. Bu ilerlemeyi sağlayacak olan da bilginin toplanıp işlendiği üniversitelerdi. 20

29 Böylelikle altyapısal bir kurum olarak ticari etkinliğin, üstyapısal bir kurum olarak üniversitelerin gelişimine sebep olduğunu görüyoruz. Altyapının üstyapı üzerindeki belirleyici etkisinin tersini, yani üstyapının da altyapı üzerindeki belirleyici etkisini ise yine aynı örnekte; bu eğitim kurumlarının ürünü olan bilgi ile pozitif bilimlerde ilerleme sağlanması ve ortaya çıkacak yeni buluşlarla sanayinin gelişmesinde göreceğiz. Ortaçağ Avrupası, bilgisinin sınırlı olduğunun, antik Yunan ve Arap dünyasından edinebileceği çok şey olduğunun bilincindeydi. Doğu dan gelen bilgiyi kullanabilmek üzere, İspanya'da bir arada yaşayan Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman bilginler görüş alışverişinde bulunuyor, hızla harmanlanarak bir araya getirilen bu bilgileri bilimin ortak dili olan Latinceye çeviriyorlardı. Bu hummalı çalışma ve işbirliğinin neticesinde Aristoteles, Euclid, Batlamyus, İbn-i Sina, Hipokrat, Galen gibi önemli yazarların eserleri Avrupa'ya ulaşmıştır. Bu sayede üniversite eğitimini oluşturacak yeni bilgi ve birikim oluşmuştur (Erol, 2005:83). Üniversiteler, bulundukları şehirlerin ekonomilerine ve kalkınmalarına katkıları nedeniyle çok önemliydiler. Ancak Burjuvazinin kontrolü hep elinde tutma isteği nedeniyle üniversiteler şehirlerle sık sık ihtilaf yaşamışlardır (Le Goff'tan aktaran Erol, 2005:85). Üniversiteler, belirli mekânları bulunmadığından barınma ve ders mekânları için şehirli burjuva ile pazarlık yapıyorlardı ve ilk gelişen kurallar da bu konuda ortaya çıkmıştı. Şehirli burjuva, üniversite mensuplarına karşı tavır aldığında veya fiziki zarar verdiğinde en büyük tehdit üniversite hocalarının dersleri kesmesi ve başka bir şehre göç etmesiydi (Heer: 244;Coulton: 398'den aktaran Erol, 2005: 85). 21

30 Üniversitelere, okumaya, öğrenmeye en fazla ilgi gösterenler din adamları olmuştur. Bunun nedeni bu zümrenin bir ayrıcalığa sahip olmasıdır. Ortaçağda toplumsal yapıyı oluşturan sınıflar temelde soylular, din adamları ve onların dışında kalanlar "üçüncü düzen" (yani köylüler ve burjuva) şeklindeydi. Söz konusu bu sınıflar kendi içlerinde ast üst ayrımlara tabiydiler. Soylular ve üçüncü düzen mensupları sahip oldukları hukuksal yetki ve ayrıcalıkları babadan oğla devrediyorlardı. Din adamları ise bunun istisnasıydı. Din adamlarının mevkileri ve ayrıcalıkları babalarından gelmediğinden her zaman halktan kimselerin bu sınıfı oluşturma imkânı vardı. Dolayısıyla daha alt sınıftan, yani üçüncü düzenden kimseler iyi bir eğitim ile din adamı olarak sınıf atlayabiliyorlardı (Kışlalı, 1999:211). Bu nedenle din adamı olmaya, dolayısıyla iyi bir öğrenim görmeye istekli çok sayıda insan bulunuyordu. Bu da bilginin, eğitimin ve öğrenmenin yayılmasına katkı sağlıyordu. Ama unutmamalı ki bu insanların çoğu aslında üçüncü düzenden geliyordu ve soyluların sahip oldukları ayrıcalıklara hiçbir zaman sahip olmamışlardı. Ayrıca söz konusu sınıf atlama gerçeği, halen ruhbanlardan daha alt bir sınıfta bulunan burjuvazinin egemenliği ele geçirmeye çalışırken, en üst sınıf olan soylularla yaptığı kadar olmasa da belli ölçüde bu sınıfla da mücadele içerisinde olmasını açıklamaktadır. Nitekim burjuvazi sınıfsal sıralama içerisinde liderliğe geçtiğinde, neredeyse tamamen kilisenin denetiminde olan eğitim alanı, tüccarların kurduğu bağımsız okulların eline geçecektir ve buna paralel olarak da kilisenin egemen yasalarının yerini, ticari toplumun ihtiyaçlarına daha uygun olarak bu yeni okulların canlandıracağı Roma hukuku alacaktır (Huberman, 2011:97-98). Ortaçağ karanlığında üniversiteler özgürleşmenin geliştiği ve geliştirildiği yerler olmuşlardır, çünkü özellikle XIII. ve XIV. yüzyıllarda tartışma ortamını 22

31 yaratmışlardır (Heer:241 den aktaran Erol, 2005:94). Ortaçağ üniversitelerinin oluşum ve gelişme döneminde mensupları ruhban sınıfına dâhil olmalarına rağmen gelişmeleri lâiklik yönünde olmuştur (Erol, 2005:94). Bilginin sağladığı ilerleme potansiyeline Ortaçağda burjuvazi kayıtsız kalmadığı gibi ilerleyen dönemlerde hem Batı da hem de Doğu daki ulus devletler de kayıtsız kalmamışlardır. Üniversitelerin sanat ve bilim alanına yaptığı katkının yanı sıra yazı, yazılı metinlerin oluşturulması, ders kitaplarının üretimi ve kütüphanelerin oluşturulması gibi katkılar da sağlamışlardır. Üniversitelerin ortaya çıkması ile kitaplara ve metinlere talep yoğunlaşmış, buna paralel olarak kitap çoğaltma işiyle ilgili yöntemler de değişmiştir. Kitaba ve okumaya yönelik talebin artması okuma materyaline de çeşitlilik getirmiş ve kitap üretimini hızlandırmıştır (Erol, 2005: 93) MATBAANIN DOĞUŞU VE HABER MEKTUPLARI Avrupa daki ekonomik hareketlilik ve nüfus artışı yerleşim yerleri arasında insanların seyahatlerini de artırmış ve Avrupa da yaşayan halklar içerisinde birbirleri ile ilgili bilgi edinme ihtiyacı doğmaya başlamıştır (Ertuğ, 1970:19). Ayrıca yukarıda da bahsettiğimiz gibi üniversitelerin ortaya çıkışı okuma ve kitaba olan ilgi ve talebi artırmıştır. Artan talep basım konusundaki arzı da beraberinde getirecektir. Ancak önce bu dönem ve öncesinde Avrupa'da var olan iletişim ağlarından bahsetmek gerekir. Basımcılığın ortaya çıkmasından önce Avrupa'da birkaç düzenli iletişim ağı kurulmuştu. Bu ağlardan en az dördünü ayırt edebiliriz. Birincisi Kilise tarafından 23

32 kurulmuş olan Hıristiyan dünyası boyunca dağılmış, ruhban sınıfı ve siyasi seçkinlerle iletişimi sağlayan ağdır. İkincisi, siyasi devlet otoriteleri ve prenslikler tarafından kurulmuş olan iletişim ağıdır. Bu ağ devletlerin kendi bölgeleri içinde yönetimi desteklemek, huzuru sağlamak için ve diplomatik bir araç olarak kullanılıyordu. Üçüncüsü, ticari etkinlik arttıkça büyük ticaret merkezleri arasında gelişen iletişim ağıydı. Sonuncusu ise kasaba ve köylerde dolaşan tüccarlar, seyyar satıcılar, öykü anlatıcıları gibi kimselerin taşıdığı haberler nedeniyle oluşan kanaldı (Thompson, 2011:174). Bu iletişim ağları meydana gelen iki gelişmeden etkilendiler. Birincisi bazı devletler gün geçtikçe daha fazla genel kullanıma giren posta hizmetleri kurdular. Fransa Kralı XI. Louis 1464'te kraliyet postasını kurdu. Orta Avrupa'da I.Maximilian, Hasburg İmparatorluğunun merkezini Avrupa boyunca yayılmış kentlere bağlayan bir posta ağı kurdu. İngiltere'de ise VIII. Henry hükümdarlığının ilk yıllarında bir posta teşkilatı kurdu ve 1516'da bu teşkilata bir müdür atadı. İletişim ağlarını etkileyen ikinci gelişme birazdan daha detaylı değineceğimiz haber üretimi ve yayınlanmasında matbaanın kullanılmaya başlanmasıdır (Thompson, 2011:175). Posta hizmetlerinin kurulmuş olması, matbaanın bile kullanılmadığı o dönemde dahi hem otoritenin iletişime verdiği önemi göstermesi açısından hem de matbaanın ürünlerinin yayılmasını sağlayacağı için önem taşımaktadır. Bu dönemde basım sanatının beşiği olarak kabul edilen Almanya nın Mains şehrinde doğan Johann Gutenberg, bilgi paylaşımına yönelik olarak ortaya çıkan talebi görmüş ve yazılı metinleri çoğaltabileceği bir matbaa geliştirmeye girişmiştir. Üretimde alet ve makinelerin kullanılmaya başlandığı bu dönemde Gutenberg 1440 yılında önce tahta harflerden, sonra tahtanın mukavemetsizliği nedeniyle dökme 24

33 kurşun harflerden dizilmiş ilk matbaayı imal etmiştir. 2 Gutenberg işini genişletebilmek için icadını yaptığı Strazburg da yanına bazı ortaklar almıştır, ancak işlerinde başarılı olamamışlardır. Gutenberg daha sonra doğup büyüdüğü Mains e dönerek iş adamı Johann Faust ile ortak olmuş ve bir matbaa kurmuştur. Burada 1457 yılında ünlü Kitab-ı Mukaddes i basmışlardır. Ortaklığı yine bozulan Gutenberg daha sonra başka bir matbaa kurmuştur. İlerleyen yıllarda Almanya merkezli olmak üzere bu uğraş giderek yayılarak birçok matbaa ustası yetişmiştir (Ertuğ, 1970:30-32; Özbay, 2014:29-31; Baldini, 2000:60-61). Matbaa ile haberleşmenin gelişmesi, kitapların çoğaltılması yolu ile Reform ve Rönesans dönemlerindeki aydınlanmanın yayılması için ilk adımlar atılmıştır. Gutenberg'in buluşu iletişimde gerçek bir devrime neden olmuştur. Ünlü bilim tarihçisi George Sarton oynar başlı harfleri "Rönesans'ın en büyük buluşu" şeklinde tanımlamıştır. Baldini'ye göre basın tarihinin en güçlü isimlerinden biri olan S.H. Steinberg, matbaanın; bütün siyasal, yönetimsel, dinsel ve ekonomik olaylarda, sosyal, felsefi, edebi hareketlerde çok önemli etkiler yaptığını söylemiştir. Bu hareketlerin hiç birinin matbaanın yardımı olmadan başarılı olması mümkün değildir. McLuhan'a göre ise "basım kültürüne sahip bir insan ile yazı kültürüne sahip bir insan arasındaki fark okuma yazma bilen ve bilmeyen iki insan arasındaki fark kadar büyüktür."(baldini, 2000:59-60). Baskıcılık gezici Alman ustalar vasıtasıyla İtalya, Hollanda, Fransa ve İspanya da XV. yüzyılın ikinci yarısında hızla yayılmıştır. Dönemin matbaacıları Mains şehrinde 2 Matbaa olarak adlandırdığımız makine ve aletlerin icadından çok daha önce mekanik baskı ve çoğaltma usulleri zaten vardı. Bu yöntem, prensipte sert bir basım kalıbının izini, yumuşak ve düz yüzeyli bir maddenin üzerine çıkarmaktı. Bu yönetimin öncülleri M.Ö.5000 yılına kadar uzanmaktadır. Bunun dışında tahta blok kalıplar ile kâğıt üzerine ilk basım örneği, üzerindeki tarihe göre Çin de 868 yılında yapılmıştır. Kâğıt imalinin Batıda yaygınlaştığı XIII. yüzyıldan sonra, çoğaltılacak olan metinler ayrı ayrı tahta kalıplara oyularak kitap basımı gerçekleştirilmiştir. Ancak bu kitaplar yazı yerine daha ziyade resimden oluşuyordu. Tahta kalıplara basma ve çoğaltma yöntemini (Krilografi) matbaanın başlangıcı olarak kabul eden tarihçiler bulunsa da matbaanın icadı ile ilgili genel kabul yazılı metinlerin ağırlıklı olarak basıldığı Gutenberg in matbaasını işaret etmektedir (Ertuğ, 1970:27-32). 25

34 yetişip tüm Avrupa ya yayılmışlardır yılına kadar den fazla kitap basılmıştır. Önce Alman şehirlerinde kurulan matbaaları sonra İtalya, Fransa, İsviçre, İspanya, Macaristan, Hollanda ve İngiltere deki matbaalar izlemiştir (Ertuğ, 1970:33-36; Özbay, 2014:31-32). Burada basımcılığa kendi ekonomisi açısından da bakmamız gerekir. Çünkü bu uğraşın var olabilmesi için öncelikle ekonomik temelinin olması, kendi kendine ayakta kalabilmesi gerekir; yayılması içinse bu işle uğraşanların para kazanması gerekir ki başkaları da teşebbüs etsinler. Basımcılık daha başlangıçta bir kültür yayma aracı olarak değil, uluslararası ticaretin kurallarına uygun bir araç olarak gelişti. Basım öncelikle ne kültür merkezi sayılan üniversite kentlerinde ne de dini merkezlerde, uluslararası ticaretin güçlü merkezlerinde yuvalandı. Çünkü ticaret merkezlerinin dinamizmi hiçbir durdurucuyu kabul etmiyordu; peşin parayı getirecek her buluş uygulanıyordu. Basım yayılmaya Almanya'nın Mains kentinden çevresine doğru başladı. İlk yayıldığı bölgeler içerisinde üniversite ya da dini merkez özelliği olan yerler varsa da bunun nedeni o yerlerin aynı zamanda ticari merkezler olmasıdır. Böylece kitabı basan ve yayan mekanizma kendi mali bağımsızlığını kurmuş oluyordu. Üniversitedeki okuma, din alanındaki propaganda gereksinimlerini karşılama, olaya bu açıdan baktığımızda basımcılar için yeni bir iş alanıydı sadece. Bu iş alanının önemi daha sonra anlaşıldı. Ayrıca önemli başka bir özelliği de şudur: Basımcılık daha başında laiklik yanlılarının elindeydi. Bu sayede bir yandan kurulu düzenin arzuladığı yayınları yaparken bir yandan da Yunan ve Roma klasiklerini yayınlayarak Rönesans ve Reform hareketlerinin yaygınlaşması ve ivme kazanmasına büyük oranda katkıda bulundu (Koloğlu, 1987:10-11). 26

35 XV. yüzyılda basılan kitapların çoğu, halkın talebine paralel olarak din kitaplarıydı. Bunlar Kutsal Kitap İncil ve De Imitiatione Christi'dir. Her ikisi için de yılları arasında 99 baskı yapılmıştır. XVI. yüzyılda ise en fazla satılan kitaplar Erasmus, Luther ve Aristo'nun eserleriydi (Baldini, 2000:64). Almanya'da XV. yüzyıl sona ermeden çok sayıda İncil basıldı. Anadilde yazılmış kutsal kitaplara olan ilgi üniversitelerin yükselişinden sonra kilise ve bilim insanları arasında çatışmalara yol açtı (Innis, 2006:218). Kitapçılık alanının gelişmesi sırasında matbaacılar haber-bilgi akımının hızlanmasındaki rollerini fark ettiler ve bunun sistemleştirilmesi için kitabın dışında bir araç oluşturmaları gerektiğini anladılar. Matbaacılar bu bilgi akışının artmasından memnun olan ve buna talep gösteren bir kitle olduğunu fark ettiler. Zaten XVI. yüzyılın başlarından beri sermaye hareketleri ile ilgili şirketlerin merkezleri ve şubeleri arasında türlü politik ve ekonomik haberler içeren haber mektupları serbestçe dolaşmaktaydı. Büyük kuruluşlar bu haber mektuplarını, olayları ve akımları kendileri gibi görmelerini istedikleri yabancılara da dağıtıyorlardı; böylelikle ticari çıkar sağlamaya çalışıyorlardı. Matbaacılar bu sınırlı oyunu daha geniş bir kitleye yayarak ilgili çıkar çevrelerinin yararına kamuoyu oluşturmak için daha etkin bir yol tasarladılar. Haber mektupları önce haber kitapları (almanaklar) şeklinde basıldı. İngiltere 1513'ten başlayarak bu haber kitapları yayınlandı. Bu alışkanlık sürerken matbaacılar daha güncel ve sınırlı konulu haber yaprakları yayınlama yoluna gittiler. Böylece haber tüccarı sınıfı da doğdu (Koloğlu, 1987:12-13). Bu gelişme ileride gazetelerin ve gazetecilerin ortaya çıkışına temel oldu. Ancak gazetelerin basılması hemen gerçekleşmemiştir. Matbaanın ilk zamanlarında basit makinelerde baskı yapılması hem zor hem de maliyetli olduğundan basma 27

36 haber mektuplarından sadece zenginler faydalanmaktaydı. Bu nedenle matbaacılar haber mektuplarına herkesi ilgilendirecek ve meraklandıracak haberler koymaya başlamışlardır. Avrupa da ilgi uyandıran, okuyucu kitlesini genişleten dönemin başlıca olayları şunlardı: (Ertuğ, 1970:38-39, Özbay, 2014:35). Doğal afetler, yangınlar, büyük hırsızlıklar, Siyasi ve askeri haberler, Yeni başlayan coğrafi keşifler ile dünyanın yeni yerlerinin keşfi ile ilgili haberler, Martin Luther in dinde reform çabaları nedeniyle çeşitli mezhepler arasında çıkan çatışmalar, Osmanlı nın kıta içerisindeki istila hareketleri, Edebiyat ve güzel sanatlardaki Rönesans, Fen ve teknik alandaki büyük gelişmeler. Artık düzelen taşımacılık imkânları ve posta sayesinde bu haberler kolayca yayılmaya başlamıştır. (Ertuğ, 1970:38-39). Haber mektupları yaşanan hadiselere göre haber bulundukça basılmaktaydı. Yani henüz gazetenin esaslı niteliklerinden biri olan periyodiklik, haber mektuplarında mevcut değildi (Ertuğ, 1970:39). Matbaa nın keşfi ilerleyen yüzyılda dünyadaki iletişimin ve bilgi paylaşımının yeni bir yönteminin de başlangıcı olacaktır. Günümüzde basın olarak adlandırılan sektörün doğuşu matbaa ile başlayan bir süreçtir. Matbaa ile ilk önceleri sadece kitap, harita gibi eserler basılırken, ilerleyen süreçte toplumun gelişmelerden 28

37 haberdar olmasının en etkili yöntemi ve aracı olan gazetelerin de ortaya çıkmasına etken olacaktır. Öte yandan matbaa sözcükleri ticari bir mal haline getirmiştir. Daha önce el yazmalarında yazının sahibinin kim olduğuna çok önem verilmezdi ve yazıların çoğu imzasızdı. Matbaa ile sözler özel mülkiyete konu oldu. Tipografik kültürün yayılması ile yapıt hırsızlığı bir suç haline geldi ve kaynak göstermek bir zorunluluk oldu - bunun gibi- (Baldini, 2000:68-69). Matbaanın ortaya çıkardığı bu değişim iletişim alanında özel mülkiyeti doğurdu ve iletişim araçları; öncelikle üzerinden para kazanılabilecek bir "amaç" haline geldi, sonra siyasal ve ekonomik çıkarların savunulduğu "araçlar" oldular YENİ COĞRAFİ KEŞİFLER VE EKONOMİK HAREKETLİLİK Elde edilen bilimsel gelişmeler 3 ışığında çıkar sahibi Avrupalılar XV: yüzyılın sonlarında yeni coğrafi keşifler yaptılar. Tabi bu keşiflere yatırım yapıp, ne 3 XIV. yüzyıl a kadar Avrupa da dünyanın yuvarlak olduğu henüz tam olarak bilinmemekteydi. Dünyanın yuvarlak ve küre şeklinde olduğu fikrini geliştiren Paris Üniversitesi Rektörüdür. Dünyanın yuvarlak ve küre şeklinde olduğu düşüncesi Avrupa da coğrafi keşiflere giden süreci başlatmıştır. Ancak, uzun deniz seferlerine çıkabilmek için teknik gelişmelerin de sağlanması gerekliydi. Haçlı Seferleri sonrasında pusula ve usturlabın Avrupa ya gelmesi ve bunun yanında gemi tekniğindeki gelişmeler de keşiflerin önünü açmıştır. Denizcilikte kullanılan kadırga tipi gemiler ile uzak denizlere açılmak olası değildi. Gelişen teknoloji ile uzak denizlere açılmayı sağlayacak Caravel (Karevela) tipi gemiler yapılmıştır. Artık Avrupa nın uzak denizlere açılması için önünde hiçbir engel kalmamıştır (Şakiroğlu, 1991:79-84). Paris Üniversitesinin bilginin kaynağı olan üniversiteler arasında merkezi bir konuma sahip olması, söz konusu keşiflerin, kökeni XII. yüzyıla dayanan bilgi akışının başlamasına (üniversitelerin kuruluşu ve Doğu dan gelen bilginin Latinceye çevrilerek işlenmeye başlamasına) dayandığını göstermek açısından önemlidir. Ortaçağ Avrupa sında coğrafi keşiflerin hızlanmasında şüphesiz en önemli faktörlerden biri de matbaanın icadıdır. Ortaçağ da kitaplar ancak kâtipler tarafından yazılmak suretiyle kopyalanabiliyordu. Dolayısıyla bilgiye herkesin ulaşması mümkün değildi. Coğrafya kitapları ve haritalarda diğer kitaplar gibi kâtipler tarafından yazılarak çoğaltılmaktaydı. Kitap sayısının sınırlı olması, okuyucu sayısının da az olması demekti. Matbaa ile coğrafya kitaplarının ve haritalarında seri üretilmesi ile bu tür kitaplar en çok aranan kitaplar olmuştur. Bu sayede pek 29

38 bulacaklarını bile bilmeden keşiflere kalkışan gücün atılımcı burjuvazi olduğunu söylemek gerekir. Avrupa yı keşiflere iten en önemli nedenlerin başında ekonomik nedenler gelmektedir. Avrupa; Asya ve Afrika ya görece daha fakir konumdadır. Zengin Asya ve Afrika kıtalarından gelen ürünler Avrupa nın bu bölgeye olan ilgisini giderek arttırmaktadır (Arnold, 2001:22-27). Büyük coğrafya buluşlarının hem Batı Avrupa hem de dünya tarihi açısından büyük etkileri olmuştur. Ticaret açısından bakıldığında Akdeniz havzası ve özellikle de İtalyan kentleri eski önemini yitirdi. Uluslararası ticaretin yeni çekim merkezleri olan Amsterdam ve Londra gibi şehirler tüm dünya şehirleri arasında mal alışverişini sağlamaya başladı (Tanilli, 2007a:49). Coğrafi keşifler ve yeni seferlerin tek amacı altın ve baharatı Avrupa ya taşımak değildir. Avrupa nın Ortaçağ daki görünümü Asya ve Afrika ya görece oldukça geri ve fakirdir. Bu dönemde köle ticareti de oldukça yaygın ve kârlı bir iş olarak gerçekleştirilmektedir. İşgal edilen bölgelerdeki insanlar satın alınmak veya esir edilmek suretiyle köleleştirilerek, Avrupa ülkelerinde veya kolonilerde işgücü olarak kullanılmaktaydı. Avrupa ya taşınan hammadde ve işgücü sayesinde önemli bir üretim potansiyeli yakalanmıştır. Üretilen ürünler Avrupa nın her noktasına dağılırken, deniz yolu ile Afrika ve Amerika daki sömürgelere veya kolonilere taşınmakta, satılan ürünlerin bedelleri altın, baharat ve hammadde olarak tekrar Avrupa ya taşınmaktaydı. Sonuç olarak, coğrafi keşifler ile başlayan süreçte Avrupa çok kaşif ve denizcinin kullandığı coğrafya, gezi kitapları ve haritalar sayesinde coğrafi keşifler hızlanmıştır (Şakiroğlu, 1991:59-61). 30

39 geçmişte zorunlu ticaret yolu olarak kullandığı Baharat ve Altın Ticaret yollarını değiştirmiştir (Arnold, 2001:108). Sonuç olarak Avrupalı tacirlerin giriştiği coğrafi keşifleri sömürü ve yayılma aracı olarak kullandıklarını söyleyebiliriz. Keşifler ve sömürgeleştirme sürecine ilişkin göze çarpan unsurları şöyle sıralayabiliriz: Afrika daki altın kaynaklarını ele geçirerek bu değerli madene doğrudan sahip olmuşlardır, Ürettiklerini pazarlayacak hem yeni pazarlara ulaşmaları hem de eski pazarlara doğrudan ulaşarak aracıları ortadan kaldırmışlardır, Doğrudan yeni ve ayak basılmamış topraklara ve dolayısıyla doğal zenginliklere sahip olmuşlardır, Bu keşifler Avrupalı tacirler için daha önce doğrudan irtibat kurmadıkları birçok toplumu ve dolayısıyla onların tekniklerini, birikimlerini ve bilgilerini Avrupa ya taşıma fırsatı olmuştur, Artan üretim döngüsü için gerekli hammadde ve iş gücünün temini için kaynak bulunmuştur AVRUPA DA DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI "RÖNESANS VE REFORM" Rönesans ve Reform Kavramsal Çerçevesi ve Nedenleri Kavram olarak yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans, XV. yüzyılın sonlarında İtalya da başlayıp XVI. yüzyılın ortalarına kadar tüm Avrupa ya yayılan, edebiyat, sanat, felsefe ve bilim alanındaki değişim, yenilik ve gelişme hareketidir (McNeil, 31

40 2006:14). İtalya nın sahip olduğu jeopolitik konumu, ekonomik zenginliği, din ve İslam dan etkilenmesi ile başlayan Rönesans, ilk olarak edebiyat alanında ortaya çıkmıştır. İtalyan tüccarlar, din adamları ve İtalya ya gelenler ile Avrupa ya yayılan Rönesans ın, McNeil, 2006:15-18 tarafından sıralanan nedenlerini, her bir maddede altyapının üst yapıyı belirlediğine ilişkin kendi değerlemelerimizle birlikte şu şekilde sıralamamız mümkündür: Coğrafi keşifler ile hızlanan gelişim sürecinde Avrupa da kültür ve sanatta ciddi birikimlerin oluşması, Belirttiğimiz gibi coğrafi keşifler tüccarların çıkarları uğruna giriştikleri bir çabaydı ve ciddi kültürel etkileşimlere neden oldular. Matbaanın icadı ile birlikte geniş ve yaygın kullanılması sonucunda, yeni düşünce ve buluşların hızla yayılması, Matbaanın kendisi başlıca bir ekonomik girişimdir; yayılması ise yine bu yatırım alanından para kazanılması umuduyla ve ortaya çıkan talep sayesinde girişilmiş bir uğraştır. Sebep olduğu düşünsel gelişim daha sonra ortaya çıkmıştır ve aslında matbaacılar açısından bu sadece pazarlarının genişlemesi olarak algılanmıştır. Oysa üstyapısal bu değişim aynı zamanda altyapıda da büyük değişimlere neden olmuştur. Bu da altyapı ve üstyapının etkileşim özelliğindendir. İtalya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa da, kültür, sanat ve edebiyatı destekleyen, bilim adamları ve sanatçıları himaye eden zengin kişilerin ortaya çıkması, Zenginlik söylemeye gerek bile yok ki ekonomik faaliyete dayanır. Zengin kişilerin üstyapısal kurumlardaki değişimleri desteklemeleri ise altyapısal kurumların 32

41 bağımsız olarak ilerleyememesindendir. örnek vererek daha açık bir ifadeye kavuşturmak gerekirse; din gibi birçok kuralın ve kısıtlamanın bulunduğu düşünsel bir alanda değişiklik olmadan ekonomik faaliyetler rahatça hareket etme imkanı bulamaz. Ortaçağı kapatıp Yeniçağı açan İstanbul un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya ya göç ederek eski Yunancayı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları, İstanbul'un Fethine, Osmanlı'nın çıkarı doğrultusundaki bir çaba olarak bakarsak bu fethin sebebi de altyapısal bir özelliktedir. Dolayısıyla Bizanslı bilginlerin İtalya'ya durduk yere göç etmediklerini, kaybettikleri toprakların altyapısı içerisinde yer bulamayacaklarını düşündüklerini ve yine hayatın maddi temeline ilişkin kaygılarla göç ettiklerini söyleyebiliriz. Reform ve Rönesans hareketlerinin temelini dolduran en önemli etmen elbette bilginin artması ve yayılmasıdır. Gerek Haçlı Seferleri, gerekse coğrafi keşiflerle Doğu dan gelen bilgi, Avrupa nın atılımcı kesimi burjuvazi ve onun kontrolünde bulunan yeni bilim ve sanat çevreleri tarafından hızla işlenmekte ve kullanışlı bir hale dönüştürülmektedir. Ayrıca bilginin akışı, üniversitelerin sıradan halka da eğitim vermesi nedeniyle belirli bir kesimle sınırlı kalmamakta tabana da yayılmaktadır. Bu dönemde baskı sanatının gelişmesi sayesinde eski Yunan eserleri hızla basılıp incelenmiş, insan kişiliğine ve özgür araştırmaya değer veren antik ruh uyanmaya başlamıştır. Hümanizma dediğimiz bu ruh, Avrupa da Ortaçağın skolastik ve tutucu 33

42 düşüncesini, dogmatik dünya görüşünü yıkarak, pozitif bilimlerin gelişmesi için gerekli ortamı hazırlamıştır (Özbay, 2014:33). Ortaçağ da Katolik Kilisesinin hâkim din düşüncesi pozitif bilimlerle çelişmektedir. Halkın yayılan bilgi sayesinde insanı ön plana alan hümanizma ile tanışması ve onu benimsemesi, dinin katılığı üzerinde de etki gösterecektir. Kavramsal olarak Reform; yeniden düzenlemek, şekil vermek olarak ifade edilmektedir. Reform, Rönesans ın bir sonucu olarak din alanında ortaya çıkmıştır. Reform, Katolik Kilisesinin aşırı baskıcı tutumu, yozlaşması ve dini amaçlardan uzaklaşmasının ardından XVI. yüzyılda Almanya da başlayarak tüm Avrupa ya yayılan, dini alandaki yenilik ve değişimlerdir (Pirenne, 2005:79). Aslında kilisedeki bu bozulma söz konusu reformları meşrulaştırıcı bir unsur olmuştur. Reform burjuvazinin feodaliteye karşı ilk başkaldırı eylemi olmuştur. Tarihsel ilerlemeyi temsil eden sosyal sınıflar, artık geçerliliğini yitirmiş yerleşik düzenin kendilerine dayattığı engellerden kurtulmak için bu düzene yaptırım kazandıran ideolojiyi yıkmakla işe başladılar (Tanilli, 2007a:85). Katoliklik yükselen burjuvaziye uygun değildi ve onu felce uğratmaktaydı. Bir malın maliyetini akla uygun olarak artırmakla yetinilmesini isteyen Katolikliğin "kazanç kuramı" burjuvazinin kazancını da hissedilir biçimde kırpmaktaydı. Ayrıca burjuvazi, dinsel bayramlar ve törenlerde zamanlarını yitirmek, daha da önemlisi tanrısal görevlere yüklü miktarda paralar vermek istemiyorlardı. Burjuvazi, kilisenin rahatsız edici ve yıkıcı vesayetinden kurtulmadıkça, daha doğrusu onu kendi gereksinimlerine uydurmadıkça soylulara karşı siyasi bir zafer umamayacağı gibi iktisadi bir üstünlük de kuramazdı (Tanilli, 2007a:86). 34

43 Bu açıdan bakıldığında ortaya Reform hareketlerinin asıl sebeplerinin, dinin katı yapısının, burjuvazi açısından her türden ilerlemeye (öncelikle ekonomik ve siyasi) engel teşkil etmesi ve baskın hale gelmeye başlayan burjuvazinin bu engelleri ortadan kaldırmak istemesine dayandığını söylememiz gerekir. Yine altyapısal kaygıların üstyapısal bir kurumu değişime götürdüğünü görüyoruz. Unutulmamalı ki diğer sosyal sınıflar da Reform hareketinin uzağında kalmamıştır. Soylular bu hareketin özüne girmeden, doğacak sosyal hareketlerden kendi çıkarlarına faydalanmanın peşine düşmüşlerdir. Soylular kilisenin elindeki hesapsız servet ve toprağı ele geçirmek için bahane aramaktaydılar, Reform hareketi de bunun için bir fırsattı. Halkın aşağı tabakaları ise kiliseden burjuvazinin çektiği acıları çekiyordu ve kendileri için daha ucuza gelecek bir kilise, dertlerini büyük ölçüde hafifletecekti (Tanilli, 2007a:87-88). Reform sürecinin birincil sebebine belirli sınıfların ekonomik ve siyasi çıkar sağlama amaçlarını koyduktan sonra bu süreci meşrulaştıran görünürdeki sebeplerine de değinelim. Pirenne, Almanya da Katolik Kilisesinde Martin Luther isimli din adamının başlattığı Reform hareketinin sebeplerine, sadece dindeki yozlaşma açısından bakıldığında şöyle sıralamaktadır: (Pirenne, 2005:80-84): Katolik kilisesinin yozlaşması ve din alanında yenilik gerekliliği düşüncesinin yayılması, İncil in değişik dillere çevrilerek temel dini ilkelerin açıklanması, Hümanizm akımının gelişmesi ile Hıristiyanlığın kaynaklarına inilmesi, 35

44 Matbaanın yaygınlaşması ile okuma-yazma oranlarının artması sonucunda Katolik Mezhebi nin sorgulanmaya başlaması, Endüljans 4 sorununun ortaya çıkması, kilisenin para karşılığında günahları affetmesi, Rönesans hareketlerinin etkisi. Dikkat edilmelidir ki Pirenne nin sıraladığı Reformun nedenlerinin tümü aslında halk arasında bilginin yayılması ile ilişkilidir. Hümanizma birçok görünüş altında Reformu hızlandırmıştır. Basımcılığın yayılması kitapları geniş kitlelerin eline ulaştırmıştır. Kutsal kitap çevirileri, Hıristiyan kuralların bilimsel eleştirisine girişme olanağı vermiştir; gitgide daha fazla sayıda mümin İncil'i anlayabilir hale gelmiştir (Tanilli, 2007a:87-89). Hümanizmanın doruğa çıktığı bir sırada Kilisenin tiksinti uyandıran, haksız uygulamalarının halkın büyük bir bölümünde tepki uyandırması ve protestolara yol açması (Tanilli, 2007a:91), yine aynı dönemde enformasyon akışının artması sonucu halkın bilinçlenmesi neticesinde, XVI. yüzyılın başlarından itibaren akıl imanın karşısına çıkmıştır ve bu dünya ile ilgili işlerde bağımsızlığını ilan etmiştir (Tanilli, 2007a:91) Rönesans ve Reform Hareketlerinin Etkileri ve Sonuçları Rönesans ilk olarak edebiyatta Hümanizm ile başlamıştır. Hümanizmin temel felsefesine göre "her şey insan içindir". Klasik anlayışın aksine Hümanizma, insanların bu dünyada da mutlu olmaları ve rahat bir yaşam sürmeleri gerektiğini savunmaktadır. Rönesans ile birlikte İtalya da kurulan sanat okullarında Latince, 4 Günahlardan kurtulmak için kiliseden alınan belge (Pirenne, 2005) 36

45 Yunanca ve İbranice eserlerin çevirileri yapılarak incelenmeye başlamıştır. Böylece, dogmatik düşünce sarsılarak yerini rasyonel düşünceye bırakmıştır. İnsanlar inandıkları şeylerden şüphe duymaya başlamış ve var olan bilgiler sorgulanmıştır. Rönesans ile birlikte, resim ve heykel sanatında yeni akımlar ortaya çıkmış, insan anatomisi incelenmeye başlamıştır. Mimaride Roman ve Gotik tarzı eserler yerine, geometrik ve simetrik yapılar inşa edilmeye başlanmıştır. Tıp alanında önemli ilerlemeler kaydedilmiş, küçük kan dolaşımı bulunmuştur. Astronomide yaşanan gelişmeler sonucunda dünyanın güneşin etrafında döndüğü ispatlanmıştır (McNeil, 2006:20-25). Aslında önceki yüzyıllarda da dinde reform hareketlerine girişilmiş ancak başarısız olunmuştu. Martin Luther'in önderlik ettiği Reform hareketinin farkı ise dinden başka şeylerde de reforma kalkışma yanlışı yapmamasıydı. Luther ayrıcalık sahibi olanları yerlerinden etmeye kalkışmadı. Ayrıca Luther ve yandaşlarının kendilerini izleyenlere söyledikleri sözlerin gelişen ulusçuluk çağında ulusçu duygulara hitap eden sözler olmasıydı. Roma'ya karşı bu dini muhalefet gelişen ulusal devlet çıkarları ile paralellik içerdiği için başarı şansı büyüktü. Kilise yararlılığının azalması anlamında zaten nüfuzunu kaybetmişti. Eskiden kilise Tanrı barışını kabul ettirerek toplumu feodal savaşlardan kurtarabilecek kadar güçlüydü, ama artık kral bu kavgaları önlemekte daha başarılıydı; eskiden kilise eğitim alanını denetimi altında tutardı, oysa şimdi burjuvazinin kurduğu bağımsız okullar vardı; eskiden hukuk alanına kilise yasaları hakimken, şimdi ticari toplumun ihtiyaçlarına daha uygun olan Roma hukuku canlanmıştı; eskiden sadece kilise devlet işlerini yürütebilecek eğitimli kimseler yetiştirirken, şimdi hükûmdar ticari pratik içerisinde yetişmiş orta sınıftan yeni insanlara güveniyordu (Huberman, 2011:93-98). 37

46 Ele aldığımız konulardan Rönesans ve Reform süreçlerinin etkileri ve sonuçları ile ilgili şu değerlendirmeleri yapabiliriz: Rönesans ve Reform hareketlerini hızlandıran, tabana yayan temel güç enformasyon akışıdır. Bu süreçler içerisinde enformasyon akışı daha da hızlanmış, sıradan halk, başta kilisenin mevcut tutumunu eleştiren din kitapları olmak üzere yazıyla daha iç içe olmaya başlamıştır. Halk içerisinde bilmeye ve öğrenmeye olan bu istek kitapların yanı sıra haber mektuplarına ve hatta artık süreli yayınlara talebi artırmıştır. Dogmatik düşüncenin yerini rasyonel düşünce almıştır (McNeil, 2006:25). Okuyan, bilen kitleler artık pozitif bilimin somut olarak ispatladığına daha fazla inanır hale gelmiştir. Deneye, gözleme dayalı öğrenme ve söylenenden şüphe duyma eğilimi baskın olmuştur. Rasyonel düşünce pozitif bilimlerde atılım yapmayı beraberinde getirmiştir. Örnek olarak dinin yasakları bir tarafa konulup insan anatomisi incelenmeye başlanmış ve bu sayede tıp bilimi ve sektörü zamanla bugünkü konumuna gelmiştir. Dinin sorgulanmaya başlaması ile Katolik Kilisesinin Hıristiyanlar üzerindeki etkisi ve saygınlığı azalmaya başlamıştır (McNeil, 2006:26). Toplum artık dinin baskıcı ve katı kurallarını rahatça sorguladıklarından, koyduğu kuralları da kendi çıkarları doğrultusunda esnetmeye başlamıştır. Reform hareketlerinin en önemli sonuçlarından biri de Avrupa da Ulus Devlet e geçişi başlatmasıdır (Pirenne, 2005:84-88). Hümanizmin yarattığı etki sonucu insan artık kendisini ön plana almaya başlamış, dünya nimetlerinin kendisi için olduğunu düşünmeye başlamıştır. Kişi elindekini avucundakini paylaşmak veya rızası dışında 38

47 başkasına vermek zorunda kalmak yerine, mülkiyet hakkına, sahip olmaya ve tüketmeye yönelmiştir. İnsanı odak noktasına koyan görüş, bireyciliği yükseltmiştir. Bu da birey temelinde mülkiyet hakkını, toplum temelinde ise ulus sınırlarını koruma altına alma sonucunu çıkarmıştır. Çünkü Rönesans ve Reform hareketleri ile elde edilen serbestlik, özgürlük ancak korunursa kullanılabilir ve herkesin özgürlüğü başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biteceğinden 5 özgürlükler arasında sınırlar olmalıdır. Bunu bireyler arasındaki sınırlar olarak düşündüğümüzde yasalar (dolayısıyla bu yasaları uygulayacak meşru güçler), toplumlar arasında düşündüğümüzde ise ulus-devletler ortaya çıkar. Daha önce kilisenin egemen olduğu hukuk kuralları artık ticarete daha uygun olan Roma hukuku ile değiştirilmiştir. Ayrıca Reform sürecinin ulus devlete geçiş süreci ile örtüşen bir süreçtir ve bu yeni (aslında eski) hukuk kurallarının sadece mahalli olarak değil ulus çapında uygulanmaya başlamıştır (Huberman, 2011). Eğitimin alanı kilisenin egemenliğindeyken, yeni baskın sınıf olan burjuvazinin sözünün geçtiği bağımsız okulların egemenliğine geçmiştir. Çünkü buralarda yetişen bilgili insanlar toplumu yönetecek kademelere geleceklerinden baskın sınıf onların kendi kontrolü dışında olmalarına müsaade edemezdi. Buradan devleti yöneten kişilerin de artık burjuvazi içerisinden çıkarak bu eğitim kurumlarından geçip devlet kademelerine gelmeleri gerçeğine de ulaşıyoruz (Huberman, 2011). 5 Dünya çapında kullanılan bu alıntı, Quote Investigator isimli, deyişlerin kim tarafından söylendiğini araştıran internet sitesi tarafından, Yale Üniversitesi'nin yayını The Yale Book of Quotations a dayanarak şöyle açıklanmıştır: 1919 Haziranında Harward Law Review'da Hukuk düşünürü Zechariah Chafee tarafından kaleme alınmış "Freedom of Speech in War Time" isimli bir makale yayımlanmıştır. Makalede ismi belirtilmeyen bir yargıcın ilgili ifadeyi kullanışına yer verilmiştir: Mahkemede kolunu savurup bir başkasının burnuna vuran adamın tarafı hakime özgür bir ülkede kolunu istediği gibi savurma hakkı olup olmadığını sorar. "Kolunu savurma hakkın başkasının burnunun başladığı yerde biter. ( son erişim: Daha sonra bu alıntı kişinin özgürlüklerinin başka kişilerin özgürlüklerine tehdit oluşturduğu yerde sona ereceği anlamı ile farklı farklı biçimlerde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. 39

48 Kilisenin feodal dönemden gelen zenginliği ulus devlete, yani krala aktarılmaya başlanmıştır bu sürecin sonunda. Daha önce vergi vermeyen, halktan her fırsatla para toplayan ve tüm Avrupa'da toprakların üçte birinden fazlasına sahip olan kilisenin bu serveti kendisini aslında hedef haline getiren başka bir unsurdur. Çünkü kralların yürüttükleri savaşlar ve toplumsal düzeni korumak için mali kaynaklara ihtiyaçları vardı (Huberman, 2011). Katolik mezhebine yönelik sorgulama sonucunda yeni bir mezhep olarak Protestanlık ortaya çıkmıştır. Protestanlığın resmî Hıristiyan mezhebi olarak kabul edilmesinin ardından Avrupa da, Anklikanizm, Calvenizm gibi çeşitli mezheplerin de ortaya çıkmasında etken olmuştur (Pirenne, 2005:84-88) AVRUPA DA ULUS DEVLETE GEÇİŞ SÜRECİ Marksizme göre en önemli siyasal kurum olan devlet, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmanın bir ürünüdür. Devletin belirli geçiş dönemleri dışında yansız ve sınıflar üstü olmasına olanak yoktur. Devlet üretim araçlarının mülkiyetine sahip bulunan sınıfın baskı aracından başka bir şey değildir (Kışlalı, 1999:76). Toplumlar bir üretim biçiminden başka bir üretim biçimine geçerlerken (örneğin feodaliteden, kapitalizme) eski egemen sınıf güç yitirmeye ve yeni egemen sınıf ekonomik açıdan güç kazanmaya başlar. Egemen sınıfın değişmesi devlet biçiminin de değişmesini kaçınılmaz kılar. Örnek olarak feodalitenin sona erdiği zamanlarda ortaya çıkan teknik ilerleme sayesinde sermaye belli bir kesimde toplanmaya başlanmıştır ve bunun sonucunda ekonomik güç toprak soylulardan (aristokrasi) kent 40

49 soylulara (burjuvazi) geçmiştir. Feodal yapının yıkılıp anayasal krallıkların ya da cumhuriyetlerin doğuşu bu gelişmenin ürünüdür (Kışlalı, 1999:76-80). Avrupa'nın ulus devlete geçiş sürecinde feodal yapı içerisinde egemen olan aristokrasi güç kaybetmiştir. Bunun karşısında ticarette, sanayide, teknikte, bilgi üretiminde büyük ilerleme kaydeden burjuvazi, zaman içerisinde ekonomik üstünlüğü ele geçirmiş, yani altyapıya hakim konuma geçmiştir. Burjuvazi kendisini egemen sınıf olarak ilân etmesi için siyasal, toplumsal ve dini yapıları da (yani üst yapıyı) kendi çıkarlarına uygun biçimde şekillendirmesi gerekmektedir. Üst yapının şekillendirilişi, başta dinde Reform hareketi ile güçlü ve otoritede etkinlik gösteren ruhban sınıfının ekarte edilmesi, ikinci olarak da feodal düzenin egemen sınıfı olan soylulara karşı güç kullanabilecek başka bir otoriteye destek vermek ve onu kontrol altına almak şeklinde gerçekleşmiştir. Rönesans'ın bireyciliği, siyasette Avrupa'yı bir devletler sistemi halinde örgütleme biçiminde ortaya çıktı. Eğilim büyük devletlerin kurulması yönündeydi ve kurulan bu devletlerin çoğu mutlak monarşiye doğru geliştiler (Tanilli, 2007a: ). Reform hareketi başlamadan önce kilise evrenseldi ve herkes istese de istemese de kiliseye vergi verirdi. Dine karşı hiçbir devlet sınırı yoktu. Ancak Ortaçağın sonuna doğru, XV. yüzyıl içerisinde tüm bunlar değişti; uluslar oluştu ve ulusal endüstri kuralları mahalli kuralların yerini aldı. Ulusal yasalar, ulusal diller, hatta ulusal kiliseler ortaya çıktı. İnsanlar kendilerini artık yaşadıkları kentin değil, ülkenin yurttaşı olarak görüyordu. Lordun ya da feodal beyin değil, tüm ulusun efendisi krala bağlılık hissediyorlardı (Huberman, 2011:83-84). Ama tabi bu kendiliğinden gelişen bir hissiyat değildi. 41

50 Ortaya çıkan yurtseverlik duygusu, yabancılara karşı büyük mücadeleler, yeni iktisadi ilişkiler ve hümanistlerin saray çevreleri ve burjuvalar üzerindeki etkisiyle gelişti. Dönemin hümanist sanatçıları içinde bulundukları ulusların üstünlüğü, ülkelerinin birliği ve bağımsızlığı yönündeki fikirlerini eserlerinde göklere çıkardılar (Tanilli, 2007a:146). Ancak oluşan bu fikir birliğinin temelinde hümanizmanın insan aklına yerleştirdiği daha iyi bir yaşam arzusu vardı ve bu da maddi çıkarların korunması ve geliştirilmesi ile mümkündü. Dönemin refaha en hızlı yaklaşan sınıfı burjuvaziydi ve toplumca bu refaha ermek için burjuvazinin yolu açılmalıydı. Yaşayış biçimindeki değişiklikler burjuvazinin büyümesini kolaylaştırdı, bu sınıfın gelişimi de toplumun yaşayış biçimini değiştirdi. Eski düzende baskın olan sınıfın çıkarlarına hizmet eden kurumların yerini yeni düzende yeni baskın sınıfın çıkarlarına hizmet eden kurumlar aldı (Huberman, 2011:84-85). Bu döneme girinceye kadar zenginleşen ve gelişen burjuvazi yaptığı işi sürdürebilmek ve geliştirebilmek için düzen ve güvenlik istiyordu. Kargaşa, çatışma ve güvensiz bir ortam iş hayatı için iyi değildi. Üstelik bu güven ve düzen ortamı burjuvazinin iş yaptığı alanın tamamı için gerekliydi, sadece mahalli pazarlarla sınırlı olmamalıydı. Ticaretin kolunun uzandığı her yeri kapsamalıydı. Ayrıca yapılan coğrafi keşifler ve ticaretin coğrafi olarak yayılması toplumun ölçeğini genişletmişti. Bu globalleşme büyük ölçekte faaliyet gösterebilecek yetenekte örgütlenmeyi de gerektirmekteydi. Geniş alanlarda faaliyet, denizlerde etkinlik demekti. Denizlerde faaliyet göstermek pahalı olduğundan bu faaliyeti idare edenin düzenli vergi gelirine, gemi yapımı ve yedek parçası için bir endüstriye, iyi yetiştirilmiş bir iş gücüne ihtiyacı vardı. Öte yandan tüm bu unsurların iş bölümü içerisinde çalışmasını sağlayacak merkezi bir otorite gerekliydi (Sander, 2009:143). 42

51 Öte yandan oluşan yurtseverlik ve çatışan çıkarlar uluslar arasında mücadeleleri artırdı. Kapitalizmin doğuşu ve palazlanışıyla beraber iktisadi ve siyasi üstünlük için bir savaş başlamıştı. Savaş, güçlü iktidarı, hızla karar alacak ve kararları herkesçe ve her yerde hemen uygulanacak yönetimleri gerektiriyordu (Tanilli, 2007a:147). Eskiden düzeni ve güvenliği feodal lordlar sağlıyordu, ama şehirli burjuva bu kesimle çatışmıştı. Üstelik lordların askerleri şehirleri yağmalıyordu. Yani düzen ve güvenliğe karşı aslında tehdittiler. Sadece şehirde değil, ticaret yolları üzerindeki feodal lordların varlığı da ticareti tehdit ediyordu. Geniş bir alanda güvenliği ve düzeni sağlayacak merkezi bir otoriteye, ulusal bir devlete ihtiyaç vardı bu yüzden (Huberman, 2011:85). Lordlar toprak mülklerini ve serflerini kaybetmekteydi ve zayıflamışlardı. Kendi aralarında da savaşıyor ve daha da zayıflıyorlardı. Kral bu lordlara karşı savaşa tutuşan şehirlerin güçlü bir savunucusu olmuştu. Kral, lordlara karşı şehirli tüccarlara yaptığı yardım karşılığında onlardan borç para ve yardım alıyordu. Tüccarlar bunu isteyerek yapıyordu. Kral da aldığı bu para ile profesyonel ordu bulundurabiliyordu. İyi eğitilmiş bir ordu ile lordların eğitimsiz askerlerinden kolayca vazgeçebiliyordu. Kral bu orduyu elinde tutması için kaynak sağlayan ticari ve endüstriyel gruplara teşekkür borçluydu ve bunu çeşitli şekillerde ödüyordu (Huberman, 2011:85-86). Krallık iktidarı tacir burjuvalardan ödünç para alıyordu, onlara krallık mülklerini kiralıyordu, işletmeler üzerinde tekeller tanıyordu, kilisenin tefecilik üstüne olan yasaklarına karşı onları koruyordu, senyörlerin ticaretin önünde koydukları engelleri kaldırıyordu ve korporasyonlara karşı onları destekliyordu. Böylelikle kral burjuvazinin günden güne zenginleşmesini sağlıyordu (Tanilli, 2007a:148). 43

52 Huberman (2011:86-87) kralın giderlerini karşılamak için tüccar sınıfından para aldığı bir örneği vermiştir: XIV.yüzyılda İngiltere kralı Londra şehrinden yardım istemiştir. Kral katibini şehre göndermiş ve Şehremini Andrew Aubrey ve şehrin bütün ihtiyar meclisini kral ve konseyi ile görüşmeye çağırmıştır. Bu görüşmede kral sözlü olarak deniz aşırı savaşları için kaynağa ihtiyacı olduğunu ve kendisine sterlin borç vermelerini talep etmiştir. Grup oy birliği ile mark vermeyi kabul etmiş ancak kral öneriyi tamamen reddetmiş ve yaşadıkları sorunları bir kez daha düşünmelerini söylemiştir. Bunun üzerine Şehremini ve İhtiyarlar Meclisi aralarında sterlin toplamayı kabul etmiştir. Kral da bunu kabul etmiştir. Bu tüccar kesimi elbette söz konusu parayı vermekten hoşnut değildi ancak kraldan belli yararlar sağlıyorlardı. Örneğin şu yasanın çıkması işadamları için kesin bir avantajdı (1839): "Bütün İngiltere'de tek ölçü ve tek tartı kullanılması buyrulmuş ve kabul edilmiştir... Bundan başka ölçü ve tartı kullanan yarım yıl hapis cezasına çarptırılır." Görüldüğü üzere burjuvazinin iş hayatını sürdürmesi ve geliştirmesi için ihtiyaç duyduğu düzen ve güven ortamını sağlayabilecek tek güç merkezi otoriteydi. Karşılıklı olarak merkezi otoritenin de gücünü devam ettirmesini sağlayacak kaynak burjuvadan gelen gelirdi. Bu "al gülüm ver gülüm" durumunun zaman içerisinde pekişmesi ulus devletleri ortaya çıkaracaktır. Hükümdarlar güçlerinin mali kaynaklara bağlı olduğunu ve bu kaynakların da ticaret ve sanayi ilerledikçe hazinelerine aktığını keşfetmişlerdi. Dolayısıyla krallar, ticaret ve sanayinin gelişmesiyle ilgilenmeye başladılar. Her şehirde küçük bir grup için tekel yaratmak ve sürdürmek için kurulan lonca yönetmeliklerinin ticaret ve sanayinin kalkınması önünde ayak bağı olduğu anlaşılmaya başladı. Bir bütün olarak 44

53 ulus çerçevesi içerisinde düşünen herkes, aşırı ve çatışan mahalli kuralların bir yana atılıp, şehirler arasında kıskançlığa son verilmesi gerektiğini düşünmeye başladı. Ulusal kralların iktidarı sağlamlaştıkça mahalli tekellerle mücadele etmeye başladılar. 1436'da İngiltere'de çıkan bir yasa şöyleydi: "Loncaların, kardeşlerin ve başka şirketlerin ustaları, yönetici ve işçileri birleşiyor... kendilerine bit yığın yasa dışı ve akıl dışı tüzük yapıyorlar. Oysa her şeyin teşhisi, cezalandırılması ve düzeltilmesi yalnız krala aittir." (Huberman, 2011:88-89). Kudretli şehir tekellerine boyun eğdirmek azımsanmayacak bir başarıydı. Şehirlerin en güçlü olduğu Almanya ve İtalya'da bu süreç yüzyıllar aldı. İngiltere, Fransa, Hollanda ve İspanya'da ekonomik hayatın birimi olarak devlet şehrin yerini aldı. Birçok şehir ve lonca buna direndi, ancak ulus devlet sonunda otoritesini kabul ettirdi. Çünkü güçlü bir merkezi yönetimin ve ekonomik etkinlik için daha geniş bir alanın avantajları, bir bütün olarak orta sınıfın çıkarlarına daha uygundu. Ayrıca artık devletin yargıçları, bakanları, genel olarak memurları bu orta sınıftan geliyordu. XV. yüzyılda bir banker ve zamanın en zenginlerinden olan Jacques Coeur krala danışman oldu. Tudor çağı İngiltere'sinde bir dokumacı olan Thomas Gresham kralın bakanları arasındaydı. Görüldüğü üzere burjuvazi siyasi ve toplumsal etkilerini, zekâlarını ve servetlerinin kaynağını monarşik devletin hizmetine sundular. Buna karşılık devlet de onların iktisadi ve toplumsal ayrıcalıklarını artırdı. Ücretli işçileri emirlerine verdi, baş kaldırmalarını engelledi ve burjuvaziye boyun eğmeye zorladı (Huberman, 2011:90-91). Tarlasını sürmek isteyen köylü, zanaatına devam etmek isteyen esnaf ve ticaret yapmak isteyen tüccar bir sürü ve karmakarışık mahalli yönetmelikler yerine geniş 45

54 kapsamlık tek bir yönetmelik, kargaşa yerine düzen getirecek merkezi bir yönetimin kurulmasını istiyorlardı (Huberman, 2011:92). Öte yandan ulus devlete geçiş sürecinin Reform hareketi ile iç içe olduğunu daha önce de söylemiştik. Bu nedenle kilisenin devam ettirmeye çalıştığı ve merkezi yönetime ters düşen, feodal devirden kalma hukuk düzeninin ve vergi sisteminin de değişikliğe uğradığından bahsetmeliyiz. Kilise çok zengindi, toprakların büyük bir bölümüne sahipti ve devlete vergi vermediği gibi halen halktan para topluyordu. Kralın ise hazinesine girecek her paraya ihtiyacı vardı; hem kilisenin servetine hem de halkın ona boşa akıttığı paraya. Ayrıca anlaşmazlıkların merkezi yönetimin mahkemesinde mi yoksa kilisenin mahkemesinde mi çözüme vardırılacağı da ayrı bir çatışma konusuydu. Burada kilisenin uyguladığı dini yasaların ticari hayat için pek de uygun olmadığını hatırlamamız gerekir. Sonra bir de Papanın siyasete müdahil olması da kral ile politik bir rekabet doğuruyordu (Huberman, 2011:93-94). Tüm bu nedenlerden kilisenin hükümranlığına bir son verilmesi ve onun ulus devlet düşüncesi ve burjuvazinin çıkarları ile çatışmayacak biçimde dönüştürülmesi gerekiyordu. Bunun için tam da konumuzun odağında olan "bilgi" hem burjuvazi hem de merkezi otorite tarafından kullanılmaya başlandı. Reform ve Rönesans'ı incelediğimiz konu başlığında ele aldığımız gibi eğitim kurumları artık burjuvazinin desteğinde bulunan bağımsız okullardı. Okuma, öğrenme ve eğitim artık tabana yayılmıştı. Bu sayede din ile ilgili eleştirilerin yer aldığı kitaplar halk tarafından rahatça okunuyordu. Matbaalar; dini kitapları, haber mektuplarını ve artık yer yer süreli yayınları çoğaltıyordu. Martin Luther gibi ruhban sınıfının içinden gelmiş, dine karşı yenilikçi bir önderin fikirleri de bu hızlanan bilgi akışı sayesinde çok geniş 46

55 coğrafyalara yayıldı ve kabul gördü. Daha önce de söyledik, ancak kilit öneme sahip olması nedeniyle tekrarlamakta fayda var: Luther'in reform fikirleri ulus devlet düşüncesi ve burjuvazinin çıkarları ile çelişmediğinden yayılması da bu kesimler tarafından engellenmemiş, bilhassa desteklenmiştir. Sonuç itibariyle katı Katolik kilisesinin yerini dönemin baskın güçlerine engel teşkil etmeyecek daha ılımlı ve mütevazi Protestan "kiliseleri" almıştır. Ulus devlete geçiş süreci ve beraberinde yürüyen Reform hareketi özünde yükselen orta sınıfın ilk önemli savaşıydı ve zaferle sonuçlandı (Huberman, 2011:98). Almanya'da başlayan ve sonra tüm Avrupa'yı saran Otuz Yıl Savaşları nedeniyle Avrupa'nın bazı ülkeleri ulus devlete geçişi biraz ertelemiş olsalar da onlar da merkezi otoriteye geçiş yaptılar BİLGİNİN HAKİMİYET ARACI OLMASI VE AVRUPA DAKİ İLK SÜRELİ YAYINLAR Bilginin Hakimiyet Aracı Olması Orta Çağın içerisinde giderek artan bir hızla ve Yeni Çağda ise yoğunlukla enformasyon toplum yaşamının her alanında belirleyici rol oynamıştır. Paylaşılan bilgi katlanarak artmış ve yayılmıştır. Bilginin sahip olduğu bu önem, onu baskın sınıf için çıkarlarını savunmakta bir araç ve üzerinden kazanç sağlayabileceği bir amaç haline getirmiştir. Bilgi artışı ve paylaşımı daha önce değindiğimiz gibi basım ile ivme kazanmıştır. Tarihçi Elizabeth Eisenstein basımın; kapitalizmin doğuşuna, Protestan reformuna ve bilimsel devrime doğrudan etki ettiğini söylemektedir (Baldini, 2000:79-81): 47

56 Çağdaş toplumu oluşturan değişimlerin temel faktörlerinin en önemlilerinden birisi basımdır. Gutenberg devrimi birçok tarihçi tarafından -siyaset, düşünce, din ve ekonomi açılarından- dikkate alınmamıştır ve bu devrimin bütün yetenekleri ve getirdikleri çok seyrek anlaşılmıştır. Birincisi, (...) ekonomik bir bakış açısından "basımcı, el ürünlerinin yerine makine ürünlerini getirip, büyük borçlar ödemek ve parasal yardımlar sağlamak zorunda olan uygar bir iş adamıydı. Basımcı, ilk toplu üretimin yolunu açmış; ticareti, loncaların ve geç Orta Çağ kentlerinin ötesine taşımıştır. Ayrıca basımcı ilk grevleri de içeren iş sorunları ile karşılaşmış ve kâr sağlamak isteyen firmaların rekabetine karşı koymaya çalışmıştır." İkincisi, basım, Protestan Reformunun yerleşmesinde çok etkili olmuştur. (...) yılları arasında Martin Luther yapıtlarının üç yüz binden fazla kopyasını satmıştır. Arthur Geoffrey Dickens'e göre (...) Luther bu araç sayesinde Avrupa'nın kafasında açık, tek biçimli ve silinemez izler bırakmayı başarmıştır. Basımcılar Reform yolunu açmış ve yerleşmesini sağlamışlardır. Üçüncüsü, (...) Gutenberg'in baskı makineleri bilimsel devrime de büyük katkıda bulunmuştur. (...) El yazması bilim kitapları her kopya edildiklerinde hataları artmaktaydı. (...) Basımla birlikte bu durum tam tersi olmuştur. David Hume, "Basımın bize sağladığı en büyük olanak, kitaplarımızı yeni baskılarında düzeltip daha iyileştirmek gücüdür." demektedir. Basım verilerin derlenmesini yeni temellere oturtmuş, araştırmacılara giderek daha kusursuz çizelgeler, taslaklar, haritalar, şamalar sağlamış, bilim adamlarını kopya etmek zorluk ve sıkıntısından kurtarmıştır. (...) Bilgilerin bu biçimde yeniden yönlendirilmesi, bilim adamlarına, kendilerinden önce gelen araştırmacıların ellerinde olanlardan çok daha iyi kitaplıklar sağlamıştır. 48

57 Eisenstein'in öne sürdüğü düşüncesinden yola çıkarsak basımın daha ilk ortaya çıkışından itibaren meşru bir kazanç kapısı olduğunu, bu özelliğinin daha sonra siyasal ve ekonomik çıkarların müdafaasında bir araç olma özelliğinden önce geldiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Avrupa'daki toplumsal, siyasal, bilimsel, ekonomik gelişmelerin tümünde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Burada da bir araç olma özelliği ön plana çıkmaktadır. Araştırmamızın birinci bölümünde yer verdiğimiz, Avrupa'nın ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmesini tarihsel olarak kabaca incelediğimiz bu süreç, aynı zamanda bilginin bir hakimiyet aracı haline gelme sürecidir. Bilginin önemini vurguladıktan sonra bu önemli aracın en çok kimin kontrolünde olduğuna da değinmek gerekmektedir. Çünkü mantıksal olarak baskın olan sınıfın kullanacağı en temel araç en önemli olanıdır. Marshall Mcluhan "Gutenberg Galaksisi" adlı kitabında Innis'in şu görüşüne yer vermiştir: (Mcluhan, 2001: ) Matbaa, ulusal birörnekliği ve devlet merkeziyetçiliğini yarattı. Basım, ana dilleri kitle iletişim araçlarına dönüştürdü, onlar da merkezi otoritenin denetim aracı haline geldiler. (...) 1776 (Amerikan) Bağımsızlık Savaşı, merkez ile kenar arasındaki çatışmaydı. (...) Bu çatışma içerisinde uyumsuzlar basımın anlamını özel ve bireysel olarak yorumlayarak okuyucu ya da tüketici tarafına doğru bir eğilim gösterdiler. Uyumlular ise yazar-yayıncı, yani bu yepyeni gücün yöneticisi olma eğilimindeydiler. Innis Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nın (Amerikan Devrimi), uyumlular (yani üretim güçlerinin çoğunu ellerinde bulunduran, temel tüketim ürünlerini üreten baskın kesim) ile uyumsuzlar (yani zanaatkarlar, üretim güçlerinde kısıtlı hakimiyeti olan, baskın olmayan kesim) arasındaki bir mücadele olarak bakmıştır. Bu mücadele 49

58 içerisinde de baskın kesimin, yeni güç olarak nitelenen basımcılığın kontrolünü ele geçirmeye yöneldiğini belirtmiştir. Bu aslında günümüz medya sahipliği yapısının temeli niteliğindedir. Her alanda ticaret ve sanayi faaliyetleri ile meşgul olan kesim, basım alanına da hakim olmaya yönelmiştir. Rönesans, Reform ve ulus devlete geçiş süreçlerinde Avrupa'nın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hayatı köklü değişiklikler geçirmiştir. Bu değişimler yaşanırken bilginin yayılması büyük rol oynamıştır. Önceleri daha çok din kitaplarının yaygın biçimde okunması ile gelişen bu alan, daha sonra hukuk, sanat ve bilim konularında yazılanlara yönelik ilgiyi artırmıştır. Bununla beraber günlük olayların, siyasi ve ekonomik gelişmelerin halka duyurulduğu haber mektuplarının Avrupa'da yaygınlaştığını daha önce söylemiştik. Tüm bu kaynaklar aslında toplumun gelişmelere yönelik kavrayışını yapılandırmanın birer aracı olarak hizmet etmişlerdir. Ulus-devlet fikrinin yayılması, hümanizmin öğrenilmesi ve kabul görmesi, özgürlük, serbestlik fikirlerinin aşılanması hep bu araçlar sayesinde mümkün olmuştur. Aynı zamanda yükselen hümanizmaya, özgürlüklere aykırı hareketlerin, feodal yapıya ait otoritelerin, kilisenin haksız uygulamalarının ifşa edilmesi ve bunlara ilişkin günlük gelişmelerin hızla duyurulup gerekli toplumsal tepkinin sağlanması da yine bu araçlarla mümkün olmuştur. Tabi söz konusu araçların, baskın sınıf olan burjuvazinin ve yine onun kontrolünde olan devletin elinde olması ve yayılan bilginin sonuçlarını da burjuvazinin çıkarlarına uygun olmasını beraberinde getirmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki bu bahsettiğimiz sonuçlara örnek teşkil edecek siyasi yazılar ve ilânları ancak XVIII. yüzyılda görmeye başlıyoruz. Daha önceki yayınlar temelde ya yerel ve dış ülkelerde olup biten olaylara ilişkin haberler 50

59 ya da kamuoyunun zihninde feodal dönemden kalma inançları ve yargıları değiştirmeye yönelik içeriğe sahipti. Almanya, Otuz Yıl Savaşları nedeniyle küçük devletler halinde bölünmüştür. Savaşlar nedeniyle ekonomik koşullar aşırı derecede ağırlaşmış, geçim sıkıntısı çeken ve yarınından emin olmayan insanlar hem kendi ülkelerinde hem de komşu ülkelerde meydana gelen olayları öğrenmek ihtiyacını fazlasıyla hissetmişlerdir (Özbay, 2014:36). XVI. yüzyıldan başlayarak halkın haber alma ihtiyacını karşılayan haber mektupları yavaş yavaş gazeteleşme yoluna gitmişlerdi. Bu dönemde ilk periyodik basın ürünleri, yıllık almanaklar olarak görülmeye başlandı. Avrupa'da posta arabalarının şehirler arasında haftada bir defa gitmesi bu yayınların zamanla haftalık olmasını sağladı. Bu şekilde yayımlanan ticari nitelikte ilk haftalık bültene 1597'de Floransa'da rastlanmaktadır. Bu türden yayınlar, Avrupa'nın birçok şehrinde görülmüş ve XVII. yüzyılda da mevcudiyetini devam ettirmişlerdir. (Özbay, 2014:34) Fransız Devrimine Kadar Batı Basınına Genel Bakış XVII. yüzyılda çeşitli ülkelerde ilk gazeteler yayımlanmıştır. Değişik konulara ait bilgilerle beraber, düzenli, periyodik bir görünüme sahip ilk gerçek gazete diyebileceğimiz yayınlara yılları arasında rastlamak mümkündür. Bugünkü anlamda ilk gazete 1609'da Strazbourg'da haftalık olarak Almanca yayımlanan "Avisa, Relation oder Zeitung"dur. Bu gazete dönemin ihtiyaçları doğrultusunda dış haberler ve savaş haberleri vermekteydi. Bu yüzyılın gazetelerinde siyasi yazılar yoktu. Siyasi gazetecilik basın alanında daima önde olan İngiltere'de 51

60 XVIII. yüzyılda başında doğmuş, ilk siyasi başyazılar 1704 yılında yayına başlayan İngiliz günlük gazetelerinde görülmeye başlanmıştır (Ertuğ, 1970:41-43; Özbay, 2014:36-37). İlk İngiliz gazetesi "The Weekly News from Italy and Germany" adıyla Londra'da 1622 yılında yayınlanmaya başlamıştır. İlk Fransız gazetesi "Gazette" adıyla Paris'te 1631'de yayınlanmaya başlamıştır. Bunları Roma'da yayına başlayan "Gazetta Publica" izlemiştir. Amerika, İspanya ve Rusya'da ilk gazeteler ancak XVIII. yüzyılın başlarında yayına başlamıştır (Ertuğ, 1970:41-42). Avrupa'da Fransız Devrimine kadar olan devre basın açısından benzerlik göstermektedir (Ertuğ, 1970:52). Bu nedenle XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki basın hareketini, başta gelen ülkeler olarak İngiltere ve Fransa ile sınırlandırarak inceleyeceğiz İngiliz Basını Ekonomik gücü XVII. yüzyıldan itibaren artan burjuvazi, soyluların ayrıcalıklarına dayanan toplum düzenini değiştirmek için adımlar atmış ve bunun sonucunda İngiltere'de demokrasi hareketleri başlamıştır (Özbay, 2014:41). Bu kapsamda İngiltere'de iki ihtilal meydana gelmiştir. 1688'deki ikinci ihtilal ile anayasal monarşiye geçiş yaşanmıştır. Ayrıntılarını sonra ele alacağız. İngiltere'de 1620 yılından itibaren iç haberler yasaklandığından haber mektuplarında sadece dış haberlere yer verilmiştir. 1632'de Almanya'daki Otuz Yıl Savaşları sırasında dış haberler de yasaklanmış 1641'de ise bu yasaklar kaldırılmıştır yılları arasındaki iç savaşta gazeteler kral ve parlamentodan hak talep edenlerden yana tavır almıştır yılında Kral I. Charles, Oxford'ta kendisini 52

61 destekleyecek bir gazete çıkarmıştır. 1648'de İngiltere'de ihtilal olmuş ve Parlamento Partisi lideri Oliver Cromwell, İngiltere'ye egemen olmuştur. Cromwell, sansürleri biraz gevşetmiştir (Ertuğ, 1970:43; Özbay, 2014:41). Bu yıllarda görülmektedir ki İngiltere yönetimi basının ne denli büyük bir güç haline gelmeye başladığını fark etmiştir. Kendi menfaatlerine aykırı olabilecek yazıların halkı etkilemesinden çekinen kral önce iç haberleri sonra dış haberleri yasaklamıştır. Kendi çıkarları doğrultusunda yazacak bir gazete kurmuş olması başlı başına enformasyonun gücünü kabul etmiş olmasından ileri gelmektedir. 1660'da II. Charles tahta geçmiştir ve şiddetli bir istibdat kurmuştur. Krala göre siyasi haberleri yaymak ve bunları yorumlamak hakkı yalnızca kendine aittir. Bu kurallara uymayanları şiddetle cezalandırmıştır. II. Charles ayrıca devlet işlerini parlamentoya danışmadan yürütmeye başlamıştır. Ölümünden sonra tahta geçen II. James koyu bir Katolik olduğundan İngilizleri de zorla Katolik yapmaya çalışmıştır. Bunun üzerine İngiltere'de 1688'de tekrar ihtilal olmuştur. İhtilal ile II. James sürgün edilmiş, yerine III. Williams geçmiştir. Williams parlamento tarafından hazırlanan İnsan Hakları Bildirisini onaylamıştır. Meşruti bir krallık kurulmuş ve mezhep özgürlüğü sağlanmıştır. 1693'te gazeteler üzerindeki sansür de hafiflemiştir. Akabinde İngiltere'de hemen gazeteler yayına başlamış, 1695'te ilk günlük gazete Post-Boy kurulmuştur (Ertuğ, 1970:43-46). Reform hareketi ile dinin katı kurallarını bir kenara koyan, yine aynı dönemde özgürlükçü fikirleri benimseyen İngilizlerin II.James'in Katolikliği zorla kabul ettirmeye çalışması ve sıkı bir istibdat uygulaması neticesinde İngiliz Devrimini gerçekleştirdiklerini görüyoruz. 53

62 XVIII. yüzyılda gazeteciliğin geneli için önemli bir gelişme olarak, çok verimli bir gelir kaynağı haline gelecek olan ilânlar ilk defa İngiliz gazetelerinde yer bulmaya başlamıştır. Ticaretin gelişmesi ve tüccarların ürünlerini tanıtma konusundaki istekliliği ilânların gazetelerde yer bulmasında etkili olmuştur. İlânın önemi başlangıçta kavranmamış ve alay konusu olmuştur, ancak sonra etkileri hissedilmiştir (Ertuğ, 1970:53). Tüccar kesim de tıpkı kral gibi basının kitleler üzerindeki etkisini görmüş ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istemiştir. Bunu yapmanın bir yolu söz konusu kitle iletişim araçlarına sahip olmaksa (ki kimileri böyle yapmıştır) diğer yolu da meşru bir biçimde parası karşılığında bu araçlara ilân vermek suretiyle faydalanmaktır. Bu yüzyılda İngiltere'de Tory ve Whig isimlerinde iki siyasi parti kurulmuştur. Bu partiler halen Muhafazakar Parti ve Liberal Parti adlarıyla faaliyetlerine devam etmektedirler. Hanedan ve siyaset arasındaki mücadelenin şiddetlendiği bu dönemde gazetelerin önemi daha da artmıştır. Her iki siyasi parti de gazetecilerden, ilim ve edebiyat adamlarından kendi mücadelelerinde yardım sağlamaya çalışmışlardır (Ertuğ, 1970:54). Siyasi partilerin kurulması ve siyasal hayatın önem kazanması nedeniyle İngiltere'de ilk sürekli günlük gazete 11 Mart 1702'de The Daily Courant ismiyle yayıma başlamıştır. 1735'e kadar çıkan bu gazete daha çok dış haberlere yer vermiştir (Özbay, 2014:51-52). Kraliçe Anne'ın İngiltere'sinde tam bir özgürlük havası hakim olduğundan yetenekli gazeteciler yetişmiştir. Çeşitli yergi yazıları ve romanları ile ün yapan Daniel Defoe 54

63 tarafından 10 Şubat 1704'te The Review kurulmuştur. Gazete yerli ve yabancı siyasi olaylar hakkında kamuoyu oluşturmayı amaçlamıştır. Fikirlerinde gayet rahatça yön değiştirmeyi bilen ve çıkarının elverdiği tarafa yönelmekten çekinmeyen Daniel Defoe büyük İngiliz gazetecilerinin ilki sayılmaktadır. Defoe ayrıca The Tattler isimli başka bir gazete daha kurmuştur. Bu gazete daha sonra başka bir ünlü gazeteci ve aynı zamanda hükûmetin resmi gazetesinin müdürlüğünü yapmakta olan Sir Richard Steele yönetiminde yayına devam etmiştir (Özbay, 2014:52-53). Kraliçe Anne öldükten sonra Liberal partili iki yazar Steele ve Joseph Addison siyasi gazeteler yanında ılımlı bir basının kurulmasını sağlamışlar ve 1711 yılında The Spectator isimli gazeteyi çıkarmaya başlamışlardır. Ucuz olan bu gazete sosyal ve eğlendirici yönüyle büyük ilgi toplamışlardır. The Spectator belli yaş düzeyinin zevk ve davranışlarına biçim verme amacını gütmüştür (Özbay, 2014:53). Görülmektedir ki halk tarafından çok rağbet gören hem Defoe hem de Steele'in gazeteleri kamuoyunun taleplerini ve tercihlerini yönlendirme eğilimine girmişlerdir. The Tattler ve The Spectator halk üzerinde büyük bir etki yaratmıştır ve tirajları otuz binlere kadar çıkmıştır. Bu durumdan tedirgin olan hükûmet damga vergisi getirerek gazeteleri yok etmeyi hedeflemiştir. Bu dönemde gazeteler birer ikişer kapanmıştır (Özbay, 2014:54). İktidarın tedirginlik duyduğu basına karşı yasaklayıcı bir tutum yerine meşru olan vergi toplama hakkını kullanması bize aynı zamanda yasaklardan doğabilecek tepkilerden de çekindiğini göstermektedir. 55

64 Steele, 1713'te Liberal Parti yanlısı siyasi bir gazete olan Guardian'ı çıkarmıştır. Daha sonra milletvekili de seçilen Steele, yöneticilerin Katolik bir Stuart'ı tahta geçirme çabalarını açığa vurduğundan parlamentodan çıkarılmıştır (Özbay, 2014:54). Liberal Basın önemini kaybederken Muhafazakar Parti basını önem kazanmıştır. 1710'da Examiner ve 1726'da Craftsman gazeteleri kurulmuştur. Muhafazakar basının temsilcisi Jonathan Swift'tir. Swift, Examiner'daki yazılarında ilme karşı geleneği, burjuvalara karşı aristokrasiyi, liberallere karşı kralın ayrıcalıklarını, Protestanlara karşı kiliseyi savunmuştur (Özbay, 2014:54). İngiltere'de devam eden yıllarda Daily Adviser ve Public Adviser gibi reklam ağırlıklı gazeteler ile Morning Chronicle ve London Advertiser gibi haber gazeteleri de çıkmıştır (Özbay, 2014:54). İngiltere'nin en uzun ömürlü gazetelerinden Morning Post 1772'de çıkmıştır. Muhafazakar Parti'nin yayın organı olan gazete yüz elli yıl ülkenin en önemli gazetesi olmuş ve 1937'de The Daily Telegraph ile birleşmiştir (Özbay, 2014:55). 1 Ocak 1785'te John Walter tarafından The Daily Universal Register adıyla kurulan ve üç yıl sonra The Times olan İngiltere'nin en ünlü gazetesi de bu yüzyılın bir ürünüdür (Özbay, 2014:56). XVIII. yüzyıl ortalarında İngiltere'de damga vergisi iyice yükseltilmiş olsa da siyasi hayatın önem kazanması nedeniyle gazetelerin adedi ve tirajları süratle yükselmiştir. İngiliz gazetelerinin tamamının yıllık satışları 1753'de iken, 1760'ta 'a ve 1777'de 'e yükselmiştir (Ertuğ, 1970:55). İngiliz halkı artan fiyatlarına rağmen gazetelere büyük ilgi göstermiş ve bu da İngiliz basınına destek sağlamıştır. 56

65 Fransız Basını Ülkede gazeteciliği, asıl mesleği tıp doktorluğu olan Theophraste Renaudot başlatmıştır. Renaudot 1584'te doğmuş, Paris ve Montpelier'de tıp tahsilini tamamladıktan sonra doğduğu Loudon'a dönmüştür. Yaptığı hizmetler nedeniyle ün kazanmış ve dönemin Kardinali Richelieu tarafından Paris'e davet edilmiştir. Burada Avrupa'da Otuz Yıl Savaşlarının neden olduğu fakirlikle mücadele etmiş, işsizlere iş bulmak için çabalamış, ücretsiz muayene yerleri açmış ve az tahsil görmüşlere kurslar tertip etmiştir. Bu esnada Paris'e gelen tüccarları kaynaştırmak için Buluşma ve Adres Ajansı'nı kurmuştur. Ticari haberler, çeşitli havadisler ve birçok dedikodunun paylaşıldığı bu ofis Renaudot'ta bir gazete çıkarma fikri doğurmuştur. Renaudot 30 Mayıs 1631'de kraldan bir imtiyaz alarak La Gazette'yi çıkarmaya başlamıştır. Bu gazete haber ve fikir yayma niteliğine sahip olmuştur ve çok ilgi görmüştür. Buluşma ve Adres Ajansı'ndan tüccarlar gazeteye ilân koyulmasında etkili olmuşlardır (Ertuğ, 1970:48). Renaudot, Fransa'nın her tarafında istediği şekilde haber toplamak ve yaymak imtiyazını tekeline almış olduğundan çok sayıda düşman edinmiş olsa da Kral VIII. Louis ve Kardinal Richelieu'un desteği ile yoluna devam etmiştir. Kral VIII. Louis, bu gazetede bizzat kaleme aldığı makaleler yayımlamıştır. Kardinal Richelieu ise gazeteyi kendi çıkarına çok iyi kullanmıştır. Kral VIII. Louis ve Kardinal Richelieu'un ölümlerinin ardından Renaudot, sahip olduğu destekten mahrum kalsa da ömrünün sonuna geldiği 1653'e kadar gazeteyi çıkarmaya devam etmiştir. Renaudot'un ölümünden sonra çocukları ve torunları da gazeteyi çıkarmaya devam etmişlerdir. Gazete birkaç kez isim değiştirerek yayınına devam etmiş, 1792 yılına 57

66 gelindiğinde Fransa'nın resmi gazetesi haline gelmiştir (Ertuğ, 1970:48-49; Özbay, 2014:38). Fransa'da Renaudot'un imtiyazlarını kaybetmesinin ardından 1650 yılında Gazette yayıma başlamıştır. Bu gazete halkın sorunlarını dile getiren haberler çıkartmıştır yılında Kurulan Mercure, zaman içinde birçok kez el değiştirerek yayın hayatına uzun süre devam etmiştir. Mercure, hem sayfalarında ciddi bir haber ve makale kısmı hem de mizah kısmına yer vermiştir. Fransız Devriminden önce en muktedir kalem sahiplerinin yazıları bu gazetede yer almıştır. Gazetede bir dönem çok fazla satmıştır ve ödediği altın imtiyaz parası XV. Louis'in gözdesi Madam Pompadour tarafından, taraftar kazanmak için Fransız yazarlara dağıtılmıştır (Ertuğ, 1970:49-50). XVIII. yüzyılda Fransız basını Mercure hariç tutulursa oldukça sönüktür. Bunun nedeni hem siyasi yazı yazma imtiyazının sadece La Gazette'ye verilmiş olması hem de hükûmetin gazetelere yönelik çıkardığı zorluklar ve baskılardır. Fransa'da devrime kadar çok fazla ses getirmeyen birkaç gazete çıkmıştır. Onlar dışında Renaudot ailesinin elinde bulunan La Gazette yayımlanmaya devam etmiş ve Mercure abone sayısını çok fazla yükseltememiştir (Ertuğ, 1970:57-58; Özbay, 2014:56-57). Görülmektedir ki Fransa'da yönetim gazeteleri tehdit olarak görmüş ve sadece kendisine yakın olan La Gazette'nin siyasi haber yapmasına müsaade etmiştir. İngiltere'deki basın özgürlüğü ortamı bu dönemde Fransa'da mümkün olmamıştır. Ancak böyle baskı ve engellemeler artık aydınlanma çağına girmiş olan toplum için ne kadar yoğun olursa karşılığında gelecek olan tepkinin de o denli büyük olacağı 1789'da görülecektir. 58

67 1.8. AVRUPA SİYASAL YAPISININ BELİRLENMESİNDE ETKEN OLAN DEVRİMLER Devrim Kavramı TDK devrimi, belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik olarak tanımlamaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı gibi devrimi, mevcut olan bir durumun veya uygulamanın çeşitli faktörlere bağlı olarak ani ve köklü şekilde değiştirilmesi olarak ifade edebiliriz. Devrimin bir savaş olduğu, savaşın sonrasında kazanılan barış sayesinde elde edilen kazanımlara ise devrim dendiğini (Kıvılcımlı, 2005:2) savunan düşünceler de bulunmaktadır. Kıvılcımlının tanımını irdelediğimizde, devrimin gerçekleşmesinin savaşa ve savaşın kazanılmasına bağlı olduğunu görmekteyiz. Bu tanıma 1789 yılında Fransa da monarşiye karşı gerçekleştirilen halk ayaklanması verilebilecek en iyi örneklerden biridir. Bilindiği üzere tarihe Fransız Devrimi olarak geçen halk ayaklanması sonucunda ülkede monarşi rejimi yıkılmış ve her alanda köklü değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Toplumsal olarak bakıldığında devrim bir toplumun siyasal, iktisadi ve ideolojik yaşamında köklü bir değişmedir. Devrimin sonucunda yönetici sınıflar, devlet tipleri yerlerini başkalarına bırakır; eski üretim ilişkileri yenileriyle yer değiştirir; düşünceler ve kurumlar köklü biçimde dönüşüme uğrar (Tanilli, 2007b:11) Mutlak Monarşiye İlk Başkaldırı İngiliz Devrimi İngiltere monarşinin hâkim olduğu Avrupa ülkelerinden biri olmasına rağmen, 1215 yılında imzalanan Magna Carta (Büyük Ferman) belgesi ile İngiltere de kralın 59

68 yetkileri sınırlandırılmış, parlamento kurulmuş ve hukukun üstünlüğü ilkesi kabul edilmiştir. (Pirenne, 2005:102). İngiliz devrimini anlayabilmek için, Magna Carta yı irdelemek gerekmektedir. Magna Carta ile oluşturulan Büyük Konsey (Magnum Concilium) parlamenter sistemin ilk örneğidir. Çok düzenli olmasa da en az yılda bir kez İngiltere Kralı, kilise ve soyluları ülkenin önemli konuları hakkında görüşmek için konseye çağırmaktadır. Başlangıçta sadece toprak aristokrasisinin oluşturduğu bu konseye, XIV. yüzyılın başından itibaren Kilise, şövalyeler ve burjuva da girmeye başlamıştır. Bu yapı ileride Lordlar Kamarası (aristokratlar ve yüksek rütbeli din adamları) ve Avam Kamarası (şövalyeler ve burjuvanın temsilcileri) olarak iki gruba dönüşür. Lordlar Kamarası, Büyük Konsey in aristokrat karakterini yansıtırken, Avam Kamarası da 1640 devrimi sürecinde tüccar ve köylülerin istekleri doğrultusunda iyice kurumsallaşmış ve zamanla parlamenter rejimin en önemli kurumu haline gelmiştir (Chirstopher, 1997:54-59). İngiliz Devrimine giden süreçte önemli dönüm noktalarından biri de 1381 yılında İngiltere de ortaya çıkan köylü ayaklanmalarıdır. Köylülerin başlattığı ayaklanma sert tedbirlerle bastırılmış olsa da İngiltere deki feodalizmin sonunu getirecek sürecin başlangıcı olarak görülebilir. (Sander, 2010:98-101). İngiltere de Magna Carta ile kurulan sistem, 1603 yılında Tudor Hanedanının sona ermesi ve yerine Stuart Hanedanının krallığı ele geçirmesi ile son bulmuştur. Tahta geçen Kral I. James in mutlak monarşi yanlısı yaklaşımı ve Magna Carta ile kralın yetkilerinin sınırlandırılmasını hiçe sayan uygulamaları, parlamentonun sert eleştiri ve tepkilerine neden olmuştur. Bu dönemde İngiltere ekonomisi oldukça kötü bir duruma gelmiştir. Ekonomik sıkıntılar, İngiltere yi iç savaşın eşiğine getirmiştir. 60

69 1625 yılında tahta geçen I. Charles da babası gibi mutlak güce sahip olma düşüncesinde olmuştur. Kralın mutlak güç isteği ve parlamentonun onayı olmadan yeni vergiler koyması hem Magna Carta ya aykırıdır hem de burjuva sınıfının tepkilerine neden olmaktadır (Chirstopher, 1997:60-61). Kralın keyfi uygulamaları karşısında 1628 yılında parlamento Haklar Bildirisi ni yayınlamıştır. Bildiride kralın, parlamentonun onayı olmadan vergilendirme yapamayacağı, yargılanmadan hiç kimseyi tutuklatamayacağı ve halka karşı orduyu kullanamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Kral I. Charles, Haklar Bildirisi ni imzalasa da kısa bir süre sonra parlamentoyu kapatmıştır. Kral, Anglikan Kilisesi nin de desteği ile İngiltere yi 11 yıl boyunca baskı rejimi ile yönetmiştir. Ülkedeki ekonomik sıkıntıların düzelmemesi ve aristokratların da ekonomik sıkıntıyı aşabilmek için burjuvaziye ihtiyaçları olduğunu anlamaları sonucunda Kral 1640 yılında parlamentoyu yeniden açmıştır (Barrington, 2012:24-27). Parlamento 11 yıllık baskı rejiminin hesabının sorulması için bazı bakanların yargılanmasını ve cezalandırılmalarını istemiştir. Bu süreçte bazı bakanlar yargılanmış ve idam edilmiştir. Ancak Parlamento, Kralın emrinde sürekli bir ordu bulunmasını engellemek, Kralın Parlamento üzerindeki denetimini kırmak ve Kilise üzerinde tasarruf sahibi olmak istemiştir. Parlamentonun isteklerini kabul etmeyip yetkilerini devretmek istemeyen Kral ile Parlamento yu destekleyen güçler arasında fiilen bir savaş çıkmıştır. Kralın karşısında halk ordusunun kurulmasına kendisi de Parlamentonun bir üyesi olan Oliver Cromwell liderlik etmiştir. Yaklaşık altı yıl süren savaşın sonucunda 1648 de Kral yenilmiştir. Kral I. Charles vatana ihanet suçundan yargılanmış ve 1649 da idam edilmiştir (Barrington, 2012:30). 61

70 Kuşkusuz İngiliz Devriminin temelinde reform ve Rönesans hareketleri ile başlayan aydınlanma hareketleri yatmaktadır. Aydınlanma hareketinin özünde, insan düşüncesinin dinsel dogmatik sınırları yıkması ve bu sınırların dışına çıkarak akıl yürütme ve bilim aracılığı ile hem kendisi hem de evrenle ilgili gerçekleri kavrayabilme düşüncesi yatmaktadır (Şaylan, 2002:105). Böylece insanlar din, mit, önyargı, bağnazlık ve hurafelerin etkisinden kurtularak akıl düzenine girmektedirler. Dolayısıyla akıl ve akılcı düzen sayesinde bilgilenme yoluyla toplumlar bağnaz ve kör inançlardan, cehaletten kurtulmuş, insanların ve toplumların ilerlemesinin önü açılmış ve insanlar toplumsal sorunların çözümüne odaklanabilmişlerdir (Şaylan, 2002: ). İngiliz Devriminin ortaya çıkış sürecinde, ekonomik gücü elinde bulunduran burjuva sınıfının, aristokrat sınıfa karşı tutumu oldukça etkilidir. Vergi veren ve neredeyse kralın ve yönetimin tüm giderlerini finanse eden burjuva sınıfının, seçme ve seçilme hakkının olmayışı, aristokrat sınıfın sahip olduğu hak ve özgürlüklere sahip olamaması burjuvaların tepkisini çekmekteydi. İngiliz Devrimi sürecinde burjuva sınıfının kralın karşısında ve parlamentonun yanında olmasının temel nedeni ise ekonomik gücü elinde bulunduran ve vergi veren bu sınıfın hak ve eşitlik arayışı ile yönetimde söz sahibi olma isteğidir yılında bir iç savaş olarak başlayan İngiliz Devrimi nin sonucunda Kral I. Charles ın yargılanarak idam edilmesi, Avrupa tarihinde ilk kez karşılaşılan bir durumdur. Halk ordusunun liderliğini yapan Cromwell parlamentoyu açarak Cumhuriyeti ilan etmiştir. I. Charles ın idamından sonra yerine geçen II. Charles, kral yanlısı birlikleri toplayarak 1651 yılında Cromwell e karşı tekrar saldırıya geçse 62

71 de yenilmiş ve İngiltere de yeni kurulan halk rejimi gücünü kabul ettirmiştir (Sander, 1997:101). Savaşın ardından gücünü arttıran ve tüm yetkileri elinde toplayan Cromwell, Londra ya dönüp Parlamento yu kapatmış ve resmen kendi yönetimi kurmuştur. Bu da modern Avrupa tarihindeki ilk diktatöryal rejimdir. Bu tarz bir rejime tamamıyla yabancı olan İngilizler Cromwell e krallık teklif etmişler, ancak kabul etmemiştir de Cromwell ölünce eski yönetim anlayışına dönüş yapılmış ve 1660 da Stuart hanedanlığından öldürülen I. Charles ın oğlu II. Charles tahta getirilmiştir. II. Charles tahta geçer geçmez, Cromwell in etkili adamlarının tümü yönetimden temizlenmiş, buna rağmen Parlamentoya çok saygılı davranılmıştır te II. James kral olunca İngiltere yeniden karışsa da üç yıl süren ikinci bir kargaşa döneminin ardından James de ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. Kralların şahsi karakterleri yüzünden her seferinde dengenin değiştiğini gören Parlamento, soruna kalıcı bir çözüm getirmek amacıyla kalıcı bir yasa yapmak istemiş ve nihayet 1689 da Haklar Kanunu (Bill of Rights) yapılmıştır. Haklar Kanunu ile bağımsız bir yasama gücünün temelleri atılmıştır. Bu kanunun en temel prensipleri şu şekildedir (Barrington, 2012:54-60): Kral, Parlamentonun onayı olmadan yasa yapamayacak veya Parlamentonun yaptığı bir yasayı durduramayacaktır. Kral, Parlamentonun onayı olmadan vergi toplayamayacaktır. Kral, barış zamanlarında bir ordu toplayamayacaktır. Parlamento, seçimleri özgür bir şekilde yapılacaktır. 63

72 Parlamento içindeki tartışmalardan dolayı parlamenterler sorumlu tutulmayacaktır. Sonuç olarak İngiliz Devrimi olarak adlandırılan, kralların keyfi yönetim anlayışı ve baskı rejimlerine tepki olarak ortaya çıkan ayaklanmalar ve ülkede yaşanan iç savaş, bugünkü Cumhuriyet ve parlamenter sistemin temellerinin atılmasıyla sonuçlanmıştır. Devrimin önemli bir sonucu da parlamentoda temsil gücü bulunan burjuvazi bu sayede artık istediği özgürlüğe, mülkiyet güvencesine sahip olacak ve engellemelerden kurtulacaktır İnsanlık Tarihinin Büyük Dönüşümü Sanayi Devrimi İngiliz Devrimi sonrasında siyasal alanda mutlak monarşinin baskıcı ve katı yönetim anlayışının değişmesiyle birlikte, aristokrat sınıfı ile eşit düzeyde haklara sahip olan burjuva sınıfı giderek güçlenmeye ve İngiliz ekonomisine pozitif katkılar sağlamaya başlamıştır. İngiltere nin sömürgecilik yarışında ön plana çıkması ve pek çok sömürgeye sahip olması ile birlikte hammadde sağlama konusunda kolaylık ve üretim artışı sağlanmıştır. Sanayi Devrimi uzun bir sürece yayılan ekonomik ve sonuçları açısından teknolojik, siyasal ve sosyal bir gelişmedir. Sanayi Devrimi, geçmiş yüzyıllarda gerçekleştirilen denizaşırı keşifler, bilimsel buluşlar, sömürge ekonomisinin yayılması, yeni pazarların ortaya çıkması, üretim artışı, doğal kaynakların ve hammaddenin bollaşması gibi pek çok faktörün bir araya gelmesi ve kapitalizm anlayışı ile birleşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır (Sander, 1997:160). Bu bilgiler doğrultusunda Sanayi Devrimini, Avrupa da XVIII. ve XIX. yüzyıllarda yeni buluşların üretime olan etkisi ve buhar gücü ile çalışan makinelerin sanayileşmeyi doğurması ve sonucunda Avrupa da sermaye birikiminin çoğalması olarak tanımlamamız mümkündür. 64

73 Sanayi Devrimi ilk olarak İngiltere de başlamıştır. İngiltere nin sömürge kolonilerinden getirdiği yer altı kaynakları ve hammadde ticareti, sanayi devrimini tetiklemiştir. Ticaretteki hızlı gelişme ile artan ürün talebi, ev tipi üretim yoluyla karşılanamaz duruma gelmiştir. Üretim artışı için el ve hayvan gücü ile kullanılan makinelerin yerini, su ve buhar gücü ile çalışan daha komplike makineler almaya başlamıştır. Yeni makineler üretimde önemli artışa neden olmuştur. Ancak başlangıçta makineleşme sadece tekstil, madencilik gibi sektörlerde üretim artışına etkili olmuş, gerçek anlamda makineleşme ve buna bağlı olarak sanayileşme uzun bir sürece yayılmıştır (Braudel, 2001: ). Sanayi Devrimi, öncelikle geleneksel tarım toplumunun emekçileri olan köylülerin, endüstri işçisi olmasının yolunu açmıştır. Bu süreçte toplumun üst tabakası olan toprak sahipleri/aristokratların yerini, sermaye sahibi olan burjuva sınıfı almış ve burjuvazi toplumun üst ve saygın sınıfı olarak öne çıkmıştır (Çelme ve İşevi, 2005:3). Dünya tarihinde çığır açan Sanayi Devrimi, 1760 lı yıllarda başlayıp 1870 e kadar devam eden bir süreçtir. Sanayileşme süreci olarak adlandırılabilecek bu süreç, demir ve kömürün ana enerji ve hammadde kaynağı olarak kullanılmaya başlandığı makineleşme çağı olarak adlandırılabilir (McNeil, 2006:569). Makinelerin yaygın kullanılması sonucu ev tipi üretimden fabrikalaşmaya bu dönemde geçilmiştir. Fabrikalaşma ile birlikte, Avrupa nın tarıma dayalı üretim ve istihdamı sanayiye doğru gelişme göstermiştir. Sömürgecilikte önemli bir üstünlüğü bulunan ve sahip olduğu zengin kömür yatakları nedeniyle İngiltere, sanayileşme sürecinin bu ilk evresinde diğer Avrupa ülkelerine karşı ekonomik bir üstünlük kurmuştur. Kömür, demir ve buharın sanayide etkin kullanımı, ulaşım ağlarının da gelişmesine neden 65

74 olmuştur. Demiryolu ulaşımı hızla gelişmiş, bu sayede hammadde ve kömür geçmişte taşınamayan yerlere kadar götürülebilmiştir. Dolayısıyla bu durum Avrupa da fabrikaların kurulması, yaygınlaşması ve büyümesine olanak sağlamıştır (Braudel, 2001: ). Sanayi Devrimi nin İngiltere de başlamasının pek çok nedeni bulunmaktadır. İngiltere nin XVII. yüzyılın ortalarında anayasal monarşiye geçmiş olması, bireylerin mülkiyet hakkının, hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmış olması bu nedenlerin başında gelmektedir. İngiltere nin yönetim sisteminin iç piyasada yatırımı ve rekabeti önleyici engelleri kaldırması sanayileşmenin önünü açmıştır. Sömürge ekonomisi ile gelişen İngiltere, XVIII. yüzyılda Avrupa nın finans merkezi konumundadır ve diğer Avrupa ülkelerinden öndedir. Yine sömürgeleri sayesinde sanayi için gereken hammadde, kömür ve demiri kolaylıkla bulması ve üretilen malları satabileceği geniş pazarlara sahip olması, İngiltere ye önemli bir avantaj sağlamıştır. Güçlü donanması, ticaret filoları ve demiryolları ile taşımacılık alanında Avrupa dan önde olması diğer bir avantajıdır (Braudel, 2001: ). Tabi İngiltere'de hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması için verilmiş mücadelelerin ve bunun neticesinde daha fazla güçlenen burjuvazinin ulaştığı bu konumda enformasyon konusunda bu ülkede var olan görece serbestinin etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu, sözlü enformasyon paylaşımının var olduğu coffee-house'lardan tutun Avrupa'nın çoğu ülkesinde gazetelere karşı sıkı kısıtlamalar uygulanırken İngiltere'de mevcut görece basın özgürlüğüne kadar enformasyonu ilgilendiren birçok alanı kapsamaktadır. Bu devirde yeni ulaşım yollarının ve araçlarının ortaya çıkması, gerek mesafelerin kısa sürede aşılmasına ve gerekse ülkeler arasında bilgi paylaşımının hızlı bir şekilde 66

75 yayılmasına etken olmuştur. Avrupa nın herhangi bir yerinde yaşanan ekonomik, siyasal, toplumsal veya kültürel bir gelişme veya değişim süratle diğer ülkelere ulaşarak, toplumların yeni durum veya koşullara göre strateji belirlemelerine önemli katkı sağlamıştır (Çelme ve İşevi, 2005:5). Kuşkusuz Sanayi Devrimi burjuva sınıfının önderliğinde ortaya çıkan bir devrim olarak nitelendirilebilir. Ancak devrimin yarattığı yeni koşullarda burjuva sınıfı giderek güçlenmiş ve kendi ekonomik ve siyasal haklarını koruyacak devlet anlayışının savunucuları olmuşlardır Monarşinin Yıkılışı-Demokrasinin Ayak Sesleri Fransız Devrimi XVIII. yüzyılın başlarında Fransa ekonomik anlamda oldukça zayıflamış, siyasal anlamda ise sıkıntılı bir süreçten geçmekteydi. Fransa nın toplumsal yapısında soylular ve kilisenin önceki yüzyıllara dayanan imtiyazlarından ötürü, üretici sınıf olan köylüler ve burjuva herhangi bir imtiyaza sahip değildi. Fransa da hakim olan kaos ortamı, soylular ile halk arasındaki eşitsizlik, ülkenin giderek borç batağına sürüklenmesi ve Kraliçe Marie Antoinette in sınırsız harcamaları giderek toplumsal bir tahrike dönüşmüştür. Burjuva sınıfı ödediği vergi ve krala verdiği mali desteğe rağmen yönetimde söz hakkı bulunmamasına çok kızıyordu. Avrupa nın çeşitli ülkelerinde burjuva sınıfının önderliğinde başlatılan hak, özgürlük ve eşitlik arayışı, geleneksel aristokrasi egemenliğine son vermişti. Ancak özellikle İngiltere de yaşanan bu gelişmeler Fransız toplumunda henüz görülmemişti. Fransız Devrimi kendisinden yaklaşık 100 yıl önce gerçekleşen İngiliz Devriminin sosyal ve siyasal akımlarından etkilenmiş ve İngiliz Devrimi gelişen enformasyon ağı sayesinde Fransız halkının bilinçlenmesine ve örgütlenmesine katkı sağlamıştır. (Sander, 1997: ). 67

76 Fransız Devrimi öncesinde Fransa mutlak monarşi ile yönetilmekteydi. Mutlak monarşide gücünü Tanrı dan aldığına inanılan kral, yönetimde daha etkin olmak için kiliseye, aristokratlara ve büyük toprak sahiplerinin siyasi desteğine ihtiyaç duymaktaydı. XVIII. yüzyılın başından itibaren Fransız Monarşisi, ekonomik ve siyasal anlamda iflasın eşiğine gelmiştir. Bu kötü ekonomik durum Amerikan Devimi sırasında daha da kötüleşmiş ve Fransa ağır bir borç yükü altına girmiştir. XVI. Louis döneminde Fransız siyasal yapısı ve devletin çözülmesi iyice belirginleşmesine rağmen, kral ve Versailles Sarayı lüks içinde yaşamlarına devam etmişlerdir Fransa sında devletin tüm makamları aristokratların elindedir ve sosyal sınıf farklılıkları kapanmayacak şekilde açılmıştır (Hobsbawm, 1989: ). Fransa XVIII. yüzyıl boyunca devam eden savaşlar sonucunda ekonomik anlamda tükenme noktasına gelmiş ve ülkenin ekonomik yapısı çökmüştür. Sanayinin gelişmesi ile birlikte köylerden kentlere göçler başlamış, sanayi tesislerinde çalışmaya gelen köylülerin yaşadığı kenar mahallelerde açlık ve salgın hastalıklar yaygınlaşmıştır. Üreten ve vergi veren, adeta tüm Fransa nın yükünü üstlenen burjuva sınıfının köylülerle eşdeğer tutulmaları, siyasal, hukuksal ve sosyal anlamda söz sahibi olamamaları, devrimi hızlandıran bir unsur olarak söylenebilir. Burjuva sınıfının elindeki ekonomik güç ve iş olanakları, monarşiye başkaldırıda halkın örgütlenmesi ve yönlendirilmesinde oldukça büyük bir role sahiptir (Özkaya, 1991:47). XVIII. yüzyılda feodalitenin toprak düzeni çözülmesine karşın, köylüler halen feodal yükümlülükler taşımaktaydılar. İçinde bulundukları bu sosyal ve ekonomik sıkıntılar ve baskılar ile birlikte yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma Felsefesi nin de etkisiyle 68

77 köylülerde daha iyi bir düzen için siyasal bilinç oluşmaya başlamıştır. Aydınlanma felsefesi kıta Avrupa'sında en çok Fransa da etkin olmuştur. Aydınlanma felsefesinin en önemli temsilcileri olarak sayılan Montesquie, Jean-Jacques Rousseau, Voltaire, Diderot gibi düşünürler Fransa dan çıkmışlardır (Hobsbawm, 1989:198). Fransız Devriminde toplumun düşünsel yapısını değiştiren Reform ve Rönesans'ın büyük payı vardır. Rönesans, insan düşüncesini dar kalıplardan kurtararak özgürce gelişmesine fırsat sağlamış ve hümanizmayı insanların aklına işlemiştir. Reform ise dinde görünür bir özgürlük getirmiş ve kilisenin, dolayısıyla ruhban sınıfının gücünü tırpanlamıştır (Braudel, 2001:418). Hızla gelişen ve tüm Avrupa ya yayılan aydınlanma felsefesi, Fransa yı da etkisi altına almış, Fransız düşünürler (Jean-Jacques Rousseau, Diderot, Voltaire, Montesquei) akıl ilkesini baz alarak eşitsizliğe dayalı siyasal, ekonomik ve sosyal kurumları eleştirerek, mutlakıyetçi rejimin yıkılması için düşünceler geliştirmişlerdir (Hobsbawm, 1989: ). Fransız Devrimi nin gerçekleşmesine etken olan bir diğer neden ise Amerikan Devrimidir Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransa da kişi hak ve özgürlükleri açısından olumlu karşılanmıştır. Amerikan Bağımsızlık Savaşı na bazı Fransızların katılması ve Amerika da yayınlanan Bağımsızlık Bildirisinde yer alan ilkeleri Fransa ya taşımaları, Fransız toplumunun siyasal bilincinin artmasında etkili olmuştur. Amerikan Bağımsızlık Bildirisi nde yer alan, insanların doğuştan birtakım haklara sahip olduğu, bu hakların temel olarak yaşama, özgürlük ve mutluluğa ulaşma hakkı olduğu, siyasal iktidarların ana amacının insanlara bu hakları sağlamak olduğu gibi hümanist düşünceye dayanan maddeler, Fransa'da mutlakıyetçi düzenin yıkılmasında etkili olmuştur (Armaoğlu, 2006: ). 69

78 Fransa ekonomik sorunlarla boğuşurken yeni vergiler koymak isteyen kral, ülkenin ekonomik sorunlarına çözüm bulunması amacıyla 1614 yılından beri toplanmayan Genel Meclisi (Etats Généraux) toplantıya çağırmıştır. Mecliste, kiliseden, asillerden ve burjuvalardan temsilciler yer almakta ve her sınıfın eşit oy hakkı bulunmaktaydı. XVII. yüzyılın sonlarında Fransa da üçüncü sınıf "Tiers-Etat" olarak adlandırılan burjuva ve köylüler, ekonomik ve sayısal güçlerine ve ödedikleri vergiye uygun olarak Meclise kilise ve asiller sınıfının iki katı temsilci göndermek istemişlerdir. Kral istemese de ekonomik sıkıntılara çözüm bulmak adına bu isteği kabul etmiştir. Dolayısıyla Meclisi oluşturacak 1200 üyenin 600 ünü halk seçecektir. Halkın isteklerini Genel Meclise bildirmek ve seçimleri yönlendirmek üzere Paris'te Otuzlar Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurul; asillere hukuk eşitliğinin kabul ettirilmesi, krala bir anayasa ilân ettirilmesi, özgürlüklerin güvence altına alınması, bürokrasinin hafifletilmesi, vergi koyma ve kanun yapma yetkisinin millet temsilcilerine verilmesi gibi talepleri öne sürmüştür. Genel Meclis, için seçimler yapılmış, temsilciler belirlenmiştir. XVI. Louis in çağrısı üzerine Genel Meclis, 5 Mayıs 1789 da Versailles Sarayı nda toplanmıştır. XVI. Louis açılış konuşmasında, Meclis ten sadece ekonomik sorunlara çözüm getirilmesini istemesi üyelerin tepkilerine neden olmuştur. Meclis te bir diğer tepki de asiller ve kilise temsilcilerin oylamanın eski sisteme göre yapılmasını istemelerine gösterilmiştir. Tiers-Etat temsilcileri, asiller ve kilise mensuplarına aynı salonda toplanıp çalışma teklif etmeleri asiller tarafından kabul edilmemiştir. Meclis te çoğunluğu elinde bulunduran Tiers-Etat, 17 Haziran 1789 da Genel Meclis in adını Ulusal Meclis olarak değiştirmiştir. Ulusal Meclis in aldığı ilk karar, vergilerin halk tarafından onaylanma zorunluluğunu ilân etmek olmuştur. Tiers-Etat temsilcileri, asiller ve ruhban sınıflarının temsilcilerini de 70

79 yeni meclise katılmaya davet etmişlerdir. Tiers-Etat'ın kararlı tutumu karşısında ruhban sınıfının temsilcileri 19 Haziran 1789'da 137'ye karşı 149 oyla, onlara katılma kararı almıştır. Ancak, asiller daveti kabul etmemişlerdir. XVI. Louis gelişmelerden rahatsız olmuş ve Meclis in toplanmasını engellemek için Sarayın toplantı salonunu kapattırmıştır. XVI. Louis in bu kararı Ulusal Meclis üyelerinin kenetlenmesine neden olmuş ve mutlak monarşinin değiştirilmesi anlamına gelen yeni bir anayasa yapmaya ant içmişlerdir (Braudel, 2001:421; Hobsbawm, 1989:205; Armaoğlu, 2006: ). Ulusal Meclis, yeni bir anayasa yapmak için otuz üyeli bir anayasa komisyonu oluşturmuştur. Komisyonun görevi, bir hukuk beyannamesi hazırlamak ve kralın yetkilerini açıklığa kavuşturmak olarak belirlenmiştir. Komisyon Meclis te anayasa çalışmalarını yürütürken, Kral XVI. Louis çalışmaları engellemek için askerlerine Meclisi kuşattırmıştır. Kralın bu girişimine direnen Ulusal Meclis, anayasa çalışmalarından vazgeçmemiş ve direnmeye devam etmiştir. Ulusal Meclis, 9 Temmuz 1789 da yasama yetkisinin kendisinde olduğunu ve halkın temsilcisinin kendisi olduğunu ilân ederek adını Kurucu Meclis olarak değiştirmiştir (Hobsbawm, 1989: ). Kurucu Meclis in kurulması ile halk ilk kez kendi haklarını savunacağını düşünerek Meclise sahip çıkmıştır. Kısa bir süre sonra Meclis in dağıtılacağı haberlerinin yayılması üzerine, 13 Temmuz 1789 günü Paris halkı ayaklamış ve Paris Belediyesi ni ele geçirmiştir. Paris Belediyesi ni ele geçiren isyancı gruplar, ertesi gün hapishane olarak kullanılan ve pek çok Fransız aydının tutulduğu Bastille Kalesine saldırmıştır. Kalenin duvarlarını yıkarak ele geçirmiş ve tüm mahkûmlar 71

80 serbest bırakılmıştır (Armaoğlu, 2006: ). Bastille Hapishanesi nin ele geçirilmesi, mutlak monarşinin yıkılması olarak adlandırılır (Sander, 1997:172). Paris te başlayıp kısa sürede tüm Fransa ya yayılan ve mutlak monarşinin sonunun getirildiği Fransız Devrimi, önce Fransa da, sonrasında ise Avrupa da özgürlükler ve hakların kazanılması açısından tüm halklara ışık tutmuştur Devrimlere İlişkinin Değerlendirme Devrimlerin başladığı XVII. yüzyılın sonuna gelene kadar toplumların altyapısal kurumlarındaki gelişmeler üstyapılarında değişikliklere neden olmuştur. Bu değişimleri en belirgin olarak Reform ve Rönesans ile görmekteyiz. Aynı şekilde üstyapıdaki değişimler de altyapısal kurumlarda değişim yaşatmıştır. Bunları da teknoloji ve bilimin ilerlemesi sayesinde ulaşım, sanayi ve iletişim gibi ekonomik yapıyla bağlantılı alanlarda yaşanan gelişmelerle görüyoruz. Devrimler öncesinde karşılıklı olarak devam eden bu etkileşimde öyle bir noktaya gelinmiştir ki artık altyapısal kurumların daha öteye adım atabilmesi için üstyapıda büyük bir değişiklik gerekmeye başlamıştır. Bu değişiklik siyasal yönetimle ilgilidir. Çünkü ticaret ve sanayinin erbapları artık siyasal yönetimde doğrudan söz sahibi olmak istiyorlardı. Önlerindeki engellerin kaldırılması, serbestçe çalışmak, üretmek ve ticaret yapmak için kısıtlamalardan kurtulmak istiyorlardı. Yatırım yapmak ve yaptıkları yatırımların ellerinden kayıp gitmemesi için mutlaka mülkiyet güvencesine sahip olmaları gerekiyordu. Bunun için de karar alma mekanizmasında yerleri bulunması gerekiyordu. Mutlak monarşinin ekonomiyi iyi idare edememesi ve bunun faturasının ağır vergilerle hem burjuvaziye hem de halka çıkması üretime olduğu kadar tüketime de 72

81 olumsuz yansıyordu. Üretim miktarının artırılıp, maliyetlerin düşürülmesi için yeterli tüketim olması gerekir. Oysa fakirleşen halk bunu karşılayacak durumda değildir. Bu büyük bir tıkanıklıktır. Yaşanan bütün sorunların çözümünde siyasi yönetim şeklinin değiştirilmesi sayesinde baskın olan burjuvazinin yönetimde söz sahibi olarak karar alma mekanizmasına katılması yatmaktadır. Bu başarıldıktan sonra başta İngiltere'de olmak üzere Sanayi Devriminden sonra büyük bir altyapısal değişim başlamıştır. Söz konusu değişim aslında kırılma noktasını aşan üstyapıda meydana gelen değişimin tekrar altyapıya yansımasıdır, yani altyapı-üstyapı etkileşiminin bir evresidir. Bununla ekonomik kurumlar üzerindeki baskının azalması, engellerin kalkması, yeni yatırımlar, yeni buluşlar, bu buluşların sanayide kullanılması, üretimin hızlanması ve çeşitlenmesi, nihayetinde ekonomik altyapının daha da güçlenmesi sağlanmıştır. Üstyapıdaki değişimin altyapıya yansıması adeta çarpan etkisi yaratmıştır ve neticesinde açık biçimde kapitalizme geçiş sağlanmıştır. Ele aldığımız devrimler, çalışmamızın buraya kadarki bölümünde değindiğimiz Avrupa'nın ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişiminin bir sonucudur. İnceleme içerisinde sık sık değindiğimiz üzere, tüm bu gelişmelerin her birinin içerisinde bilginin üretimi, işlenmesi ve yayılmasının büyük payı vardır. Matbaa sayesinde bilginin el değiştirmesi hızlanmış, önce toplum üzerinde en fazla etkiye sahip olan din kitapları üzerinden, daha sonra haber akışı sağlayan haber mektupları, aydınlanmayı sağlayan bilim, sanat ve edebiyat eserleri, derken fikir akımlarının yayılmasını günlük bir akışla sağlayan gazete ile devam etmiştir. Tüm bu enformasyon akışının toplumun satın alma ve siyaseten karar verme tutumunda ne 73

82 denli etkili olduğu zamanla anlaşılmıştır. Anlaşıldıkça da enformasyon araçları giderek üst sınıf veya otorite tarafından çıkarın desteklenmesi için kullanılmaya başlanmıştır. Bu çıkarların enformasyon araçlarındaki yansıması, sosyal hayata ilişkin haberlerde (moda, yenilikler v.b.), reklamlarda, belirli siyasi tarafların lehine ya da aleyhine fikir yazılarında görülmeye başlanmıştır. Toplum davranışlarını etkileme becerisi, gerçekleşen devrimlerle de somut olarak görülen enformasyon araçlarına hakimiyet, devlet otoritesinin giderek ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu ilgi de çalışmamızın devamında ele alacağımız üzere gerek sansür veya kısıtlamalar, gerekse bu araçlara doğrudan sahip olma ile tezahür etmiştir. Enformasyon araçlarına devletin sahipliğinin veya doğrudan müdahalesinin sorgulanmaya başladığı ileriki yıllarda ise bu ilgi kaybolmamış, bu seferde bu araçların yakından takip edilmesi, oluşan fikir cereyanlarına buna göre tepki verilmesi şeklinde tezahür etmiştir. Bu noktada ise devletin söz konusu görevi ifa edecek bir organa ihtiyacı doğmuştur. Her devlet bu ihtiyacını oluşturduğu kurumlarla gidermiştir. Ülkemizde de bu kurum, bugünkü adı ile Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olmuştur YAKIN ÇAĞ BAŞLARINDA BATI BASININ GENEL DURUMU XVIII. yüzyıl ve XIX. yüzyılın başında Avrupa'da basımevi ve onun ürünü olan gazetede büyük bir farklılaşma ve büyük bir ilerleme yaşandı. Koloğlu bu ilerlemelere bazı örnekler vermiştir: (1987:67-69) 1789: Fransız İhtilali özgürlük patlaması getirdi. Bu tarihten sonra Paris'te 350 gazete çıkmaya başladı. İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi ile tüm Avrupa'yı etkileyen 74

83 düşünce özgürlüğü hakim oldu. Bundan sonra anayasalara düşünceyi açıklama özgürlüğü maddesi koymak gelenek haline geldi. 1792: Londra Gazetelerinin tirajı , Paris'tekilerin oldu. 1800: Napolyon kontrolü altında basın Avrupa ve Fransa'da sayı ve tiraj olarak azaldı. 1814: Matbaada buhar gücünün kullanılması saat başına baskı sayısını artırdı. 1815: Napolyon sonrasında çoğulculuk başladı. Parti görüş ve fikirleri basında açıklanmaya başladı. 1822: Fotoğraf baskısında ilk adım atıldı. 1830: İngiliz adalarında ilan geliri 4,75 milyon franka ulaştı. 1832: Mors telgrafı ve resimli dergiler ortaya çıktı. 1835: İlk haber ajansı Havas kuruldu. Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere Avrupa'da daha da kökleşen kitap kültürünün yanında bir de gazete kültürü oluştu (Koloğlu, 1987:69). Tarihçiler Avrupa basında büyük ilerlemelerin yaşandığı tarih aralığını iki döneme ayırma eğilimindeler. Birincisi Napolyon'un basın üzerindeki sıkı kontrolünün var olduğu devresi, ikincisi ise basın hürriyetinin yerleştiği hatta anayasalara girmeye başladığı devresidir (Ertuğ, 1970:63). Bu dönemdeki basın hareketlerini yine Fransa ve İngiltere örnekleri üzerinden anlatmaya çalışacağız. 75

84 1.9.1.Fransız Basını Fransız Devriminin takip eden yıllarda ülke basınının özgürlüğü gelgitlerle dolu olduğu görülmektedir. Devrimden sonra İhtilal Meclisinde yayınlanan 17 maddelik bildirinin 11. maddesinde basın özgürlüğü şu şekilde dile getirilmiştir: "Düşünce ve inançların serbestçe başkalarına ifade edilmesi, insan haklarından birini oluşturur. Bu bakımdan her vatandaş serbestçe konuşmak, yazmak, basmak hakkına sahiptir. Ancak bu özgürlüğünü yasaların belirttiği biçimde kötüye kullanırsa eyleminin sorumluluğunu taşır." (Ertuğ, 1970:69; Özbay, 2014:67) 1789 devrimi ile Fransa'ya çok geniş bir özgürlük havası yayılmış ve bu özgürlük sayesinde Fransız basın hayatında büyük bir gelişme görülmüştür. Gazetenin önemi anlaşılmış ve gazetelerin sayısı artmıştır. Fransa ve Almanya'da ilk siyasi gazeteler Fransız Devrimi sırasında yayınlanmıştır. Periyodiklerin önemini ilk anlayanlar Brissot ve Mirabeau'dur. 14 Temmuz 1789'dan kısa bir süre önce Brissot, "La Patriote Français" adlı gazetenin yayınını bildiren prospektüste şöyle sesleniyordu: "Gazete, okumaya alışık olmayan ve yeteneklerini geliştirememiş kalabalık bir ulusu, cehalet ve kölelikten kurtaracak biricik öğretim aracıdır. Fransa'nın şanlı bir rol oynadığı Amerika İhtilali, gazeteler olmasaydı başarılamazdı. (...) İngiltere'de halen mevcut azıcık hürriyeti devam ettiren de yine gazetelerdir." (Ertuğ, 1970:67-68; Özbay, 2014:67) İhtilal döneminde 27 Haziran 1789'dan 1 Ekim 1791'e kadar olan dönem Kurucu Meclis dönemidir. Bu dönemde Paris'te çıkan gazetelerin sayısı 350'ye kadar yükselmiştir (Özbay, 2014:68). 76

85 Tabi bu özgürlük ortamı içerisinde çeşitli partilerin, zümrelerin fikirlerini müdafaa eden gazeteler ortaya çıktı. 10 Ağustos 1792'de yayınlanan Basın Kanunu ile gazeteciler için hapis ve hatta ölüm cezaları getirildi. Böylece İhtilalin ilk yıllarındaki aşırı cereyanların tepkisi kendisini gösterdi Anayasasında basın hürriyeti bir maddede belirtilmiş ise de fiiliyatta uygulanmamıştır. Napolyon'un iktidara gelmesine kadar durum böyle devam etmiştir. Napolyon 1799'da birinci Konsül, 1802'de Konsül ve 1804'te İmparator olmuştur (Ertuğ, 1970:69). Napolyon daha generalliği döneminde Milano'da ve Mısır'da birer gazete çıkartarak kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. İmparator olduktan sonra da enformasyon araçlarını lehinde kamuoyu oluşturmak için kullanma siyasetini sürdürmüştür; ancak hür basın yerine kendi emellerinin propagandasını yapan güdümlü basını tercih etmiştir. Birinci Konsül iken 1800 yılında bir kararname ile muhalif basını susturmuştur. Onların yerine resmi ya da yarı resmi gazeteler çıkartmıştır. Napolyon yabancı gazeteleri de dikkatle takip ettirmiş ve bunlara cevaplar hazırlatmıştır (Ertuğ, 1970:71). Görüldüğü üzere Napolyon basının gücünü ve etkisini anlamış ve bu gücü sadece kendi lehine kullanma eğilimine girmiştir. Bu aynı zamanda enformasyon araçlarının devlet eliyle mevcut iktidarı korumaya ve pekiştirmeye yönelik olarak kullanıldığının şimdiye kadarki en somut örneğini oluşturmuştur. Napolyon'un yabancı basını da sıkı şekilde izleyip, gerektiğinde tepki vermiş olması da dikkat çekicidir ki araştırmamızda konusunu ettiğimiz kurumun da başlıca faaliyetini bu çaba oluşturmaktadır. Bu nedenle ileride göreceğimiz Osmanlı'nın Matbuat İdaresi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ise Matbuat Umum Müdürlüğü gibi kurumları teşkil 77

86 etmelerindeki temel gayelerden birisinin somut örneğini Napolyon'un siyasetinde gördüğümüzü söyleyebiliriz. Napolyon 1800'deki kararnamesi ile Paris'te o yıl çıkan 73 gazetenin 60'ını kapattırmıştır. Yayınına devm etmesi öngörülen gazetelerden birisi Moniteur'dur. Bu gazetenin görevi resmi işlemleri ve hükûmetin politikalarını desteklemekti. Ayrıca bu gazetede Napolyon bizzat yazışmıştır. Takiben diğer gazeteler de hükûmet yanlısı politikaya uymak zorunda kalmıştır. Devam eden yıllarda Napolyon gazeteleri sadece baskı altında tutmakla yetinmemiş ve çıkan haberleri takip edip yazılacaklarla ilgili talimat da vermiştir. 1810'da gazetelerin takibi için Matbaalar ve Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'nü kurmuştur (Özbay, 2014:71). Böylece yukarıda belirttiğimiz siyasetin içerisinde Napolyon'un da enformasyon araçları üzerinde hakimiyet için bir devlet kurumu teşkil ettiğini görüyoruz. Napolyon 1811 yılında çıkarttığı bir kararname ile Paris'te çıkan 13 gazeteden dokuzunu daha kapatmıştır ve şu ifadeleri kullanmıştır: "Eğer basının dizginlerini elimden kaçırırsam iktidarda üç aydan fazla kalamam." (Özbay, 2014:71). Üzerinde yorum yapmaya bile gerek bulunmayacak kadar açık bu cümle iktidarın basına doğrudan müdahalesini temsil ederken, basına böylesine doğrudan müdahalenin sorgulanmaya başlayacağı ileriki yıllarda devletin bu müdahalesi daha üstü örtülü bir hal almıştır. Devletin teşkil ettiği kurumlar ise doğrudan müdahale değil koyulan yasaları uygulamak ve basını takip etmekle uğraşmaya başlamışlardır. Napolyon iktidardan düşüp Elbe Adasına sürüldükten sonra basın özgürlüğünde bir gevşeme dönemine girilmiştir. Napolyon 1815'te sürgünden dönüp tekrar iktidara 78

87 geldiğinde basına karşı öncekinden farklı bir tutum izlemiş ve basın özgürlüğünden yana tavır almıştır. Ancak Napolyon'un ikinci iktidarı kısa sürmüştür. Devem eden yıllarda da Fransız basınında gelgitler yaşanmaya devam etmiştir yılları arasında basın bazen çok fazla baskıya maruz kalmış bazen de çok serbest kalarak anarşiye neden olduğu tartışılmıştır (Ertuğ, 1970:70-72; Özbay, 2014:72) yılında meydana gelen Gazeteci İhtilali olarak adlandırılan olaylarla Kral Loius - Philippe tahta çıkmıştır. Kralın ilk icraatı yazı hürriyetini geri vermek ve sansürü kaldırmak olmuştur yılları arasındaki bu dönemde gazeteler arasında şiddetli rekabet yaşanmış, birçok gazete kurulup kapanmıştır. Bol ilanlı ucuz gazeteler oluşmuş, sahipleri bu meslekten büyük kazançlar sağlamıştır. 2 Aralık 1851'a gelindiğinde bir hükûmet darbesi ile III.Napolyon iktidara gelmiştir ve basında hürriyet prensibini inkara dayanan bir Basın Kanunu çıkarmıştır (Ertuğ, 1970:72-74). Fransa'nın XIX. yüzyıldaki basın tarihi konumuzla ilgili olarak enformasyonun gücü, bu gücün iktidar tarafından kullanılmak istenmesi ve hatta bunun için ilk devlet teşkilatlarının teşkil edilmesi, sansür uygulanması, baskı uygulaması gibi birçok örnek vermiştir İngiliz Basını İngiltere, Fransız Devriminin ortaya çıkardığı karmaşanın dışında kalmış, Avrupa haritasının Napolyon tarafından altüst edilmesine şiddetle karşı çıkmış ve sonunda Napolyon'u tasfiye etmekte başarılı olmuştur. İngiliz basını 1791'de kabul edilen Libel Act sayesinde hürriyet sağlamış ve bundan faydalanarak hızlı bir biçimde gelişmiştir. Bu dönemde İngiltere'de büyük ve nüfuzlu gazeteler kurulmuştur. 1793'te 79

88 Fransa ile savaş başladığında basına bazı kısıtlamalar getirildiyse de hiçbir zaman basımdan önce sansür uygulanmamış ve basınla ilgili davalara bakma yetkisi jürilere verilmiştir (Ertuğ, 1970:64; Özbay, 2014:74). Daha önce 1 Ocak 1785'te Daily Universal Register ismi ile kurulan ve üç yıl sonra Times adını alan gazetenin zamanla çok geliştiğini anlatmıştık. Times satışını sürekli artırdığı için sahipleri hızlı baskı usullerini araştırmak ve teknik ilerleme kaydetmek için çaba sarf etmişlerdir. Ayrıca Times yabancı ülkelere muhabir gönderen ilk gazete olmuştur. Gazete, Napolyon'a karşı açılan savaşları daha yakından izlemek için Hamburg civarındaki Altona şehrine 1807'de Henry Crabb Robinson isimli muhabirini göndermiştir. Times zamanla ülkesinin menfaatlerini savunan ulusal bir gazete haline gelmiştir (Ertuğ, 1970:65-66). İngiltere'de ayrıca Liberal Parti'nin yayın organı halini alan The Morning Chrınicle ve Muhafazakar Parti'nin yayın organı olan Morning Post da bu dönemde tirajlarını artırmışlardır. Zamanla bu dönemde başarı gösteren İngiliz gazeteleri büyük kuruluşlar haline gelmişlerdir (Ertuğ, 1970:66). Basın hürriyetinden en çok istifade eden ülke olan İngiltere'de bile bazen gazetecilere yönelik kısıtlamalar uygulandıysa da Fransa ile savaş sona erdikten ve Napolyon düştükten sonra İngiliz basını üzerindeki kayıtların çoğu kaldırılmıştır (Ertuğ, 1970:67) Dünyada Haber Ajanslarının Doğuşu ve Telgraf 1830'ların başında Paris'te yerli ve yabancı gazeteleri tarayıp bunların en önemli haberlerini Almanya'ya bile gönderen en az 5-6 tane muhaberat bürosunun varlığı bilinmektedir. 1832'de Charles Havas adında bir tüccar Paris'te aynı amaçla Havas 80

89 bürosunu kurmuştur. Paris borsası ve postane yakın olan büro hızlı haber almayı amaçlıyordu. 1835'de Ajans Havas adını alan büro kapitalist düzenin ihtiyaçlarına uygun olarak borsa ve ekonomi haberlerini servis ediyordu ve Avrupa çapında ilgi gördü. Kısa bir zamanda da muhabiri bulunmayan başkent ve ticari merkez kalmadı (Koloğlu, 2010:53-54). 1853'de Samuel F.B. Mose, telgrafı ve mors alfabesini keşfetmesi ile bu teknik dünya çapında hızla yayıldı ve Avrupa devletlerinin başlıca haber alma vasıtası haline geldi. Bu teknik olanağı haber ajansları da azami şekilde kullanmaya başladılar. Ayrıca telgraf ağı başka ajansların kurulmasını da sağladı. ABD'de altı büyük gazete birleşerek Associated Press'i kurdu. 1849'da Almanya'da Wolf, 1849'da Londra'da Reuters, 1853'te Torino'da Stefani Ajansı kuruldu (Koloğlu, 2010:54). Daha sonra bu ajanslar işbirliği içinde çalışmayı gündeme getirdiler ve Osmanlı toprakları Havas ile Reuters'ın ortak alanı oldu (Koloğlu, 2010:55). Telgraf gerçekten de iletişim alanında çığır açan bir gelişmeydi. Bu sayede haber iletimi artık günler alan bir süreç olmaktan çıktı. İletilen haberin etkisi de öyle. Bu gelişme özellikle ekonomi (borsa, kur bilgileri v.b.) alanında gelişmelerin hızla iletilmesini sağladığından büyük bir değişimi getirdi. Telgraf iletişimde yarattığı hız olanağı nedeniyle tüm dünyada hızla yayıldı ve temel haber akışı aracı oldu. Sözünü ettiğimiz haber ajanslarının haber iletimi için telgraf teknolojisini kullanmaları ve bu hatların devlet kontrolünde olması ileriki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun hatlar yolu ile önce yabancı ajansları sonra kurulan yerli ajansları kontrol etme girişimini beraberinde getirecektir. 81

90 Batı basınında XIX. yüzyıldaki gelişmeleri başlıca iki ülkenin örneğinde inceledikten sonra artık Osmanlı İmparatorluğu'nda olup bitenleri ele alacağız. Çünkü amacımız Batı basının gelişimini anlatmak değil, enformasyon araçları ile devletin ilişkisini ortaya koymak. Bunu yaparken de tarihsel bir mantık izlediğimizden önce basının orijininden yani Batıdan bahsettik. Söz konusu ilişkiyi tarihsel olarak ekonomipolitikası içerisinde gözler önüne serdikten sonra bu ilişki içerisindeki bir aktör olarak -günümüzdeki ismi ile- Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün teşkili özeline inmeye çalışacağız. 82

91 II. BÖLÜM OSMANLI İMPARATORLUĞU NUN SON DÖNEMİNDE ENFORMASYON ARAÇLARINA YÖNELİK KONTROL ÇABASI 2.1. OSMANLI İMPARATORLUĞUNUNUN YAPISI VE BATI İLE KARŞILAŞTIRMA Avrupa nın Ortaçağ da içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal yapısı feodalizm ve sınıfsal farklılıklara dayalı iken, Osmanlı İmparatorluğu nun yönetsel yapısı mutlak monarşi ve merkezi yönetim anlayışıdır. Ortaçağ ın son dönemleri Osmanlı İmparatorluğu nun fetihler ve genişleme dönemidir. Osmanlı İmparatorluğu, 1299 yılında Osman Gazi tarafından küçük bir beylik olarak kurulmuş ve fetihler ile hızla büyüyerek İmparatorluğa dönüşmüştür. XV. yüzyılın başında 1402 Ankara Savaşı nda Timur un ordularına yenilen Yıldırım Beyazıt ile dağılma sürecine giren İmparatorluk, 11 yıl süren ve tarihe Fetret Devri olarak geçen Yıldırım Beyazıt ın oğulları arasında saltanat kavgalarıyla geçen dönemin ardından, 1413 yılında tahta I.Mehmet in geçmesiyle yeniden toparlanmış, Anadolu daki birliğin sağlanması ve fetihler yoluyla İmparatorluk tekrar yükselişine devam etmiştir (Sander, 2004) Osmanlı'nın Duraklamaya Kadarki Siyasal Durumu Batının yükselişi ve Osmanlı nın ekonomik temelinin zayıflaması sonucunda duraklamasına kadar İmparatorluğa, çok dinli, çok dilli ve çok ırklı bir nüfusu dirlik içerisinde idare etme kabiliyeti sağlayan dinamikleri incelememiz gerekmektedir. Bu dinamikler aynı zamanda Batı ile arasındaki farklılıkları da oluşturması bakımından önemlidir. Çünkü neticesinde Batıda toplumun altyapısını ve buna bağlı olarak üstyapısı değiştiren ve geliştiren bir sınıf mücadelesi başlarken Osmanlı'da bu 83

92 yaşanmamıştır. Osmanlı'nın başarıyla uyguladığı aşağıdaki gelenekleri bir toplumun içerisinden sivrilerek gücünü ortaya koyacak bir sınıfın belirmesini önlemiştir: Padişaha ve dolayısı ile halifeye mutlak itaat anlayışı; Osmanlı da yer alan Müslüman halk, dini inançları gereği dini hiyerarşinin tepesinde olan Halifeye, dünyevi ihtiyaçlarının gereği olarak da yüksek otoriteyi temsil eden ve devletin başında bulunan Sultana (Padişah) itaat etmeyi hem dini hem de dünyevi açıdan kutsal görev bilmiştir (Kodaman, 2007:2-3) İslam inancı gereği toplumun padişah ve ulemanın etrafında toplanması; Osmanlı daki halkın inanç potansiyeli padişah/halife ve ulema tarafından siyasi güce dönüştürülmekteydi. Bu güç sayesinde Müslüman halk, padişahın/halifenin çağrısı ile kolaylıkla cihat sancağı altında toplanabilmekteydi. (Kodaman, 2007:3) Adalet anlayışı ve uygulaması; Osmanlı nın siyasal sitemini işler hale getirebilmek ve egemenliği altındaki topraklarda yaşayan halkları yüzyıllar boyu sorunsuz bir şekilde yönetebilmek için öncelikle adalet mekanizmasının işlerliğine önem vermiştir. Osmanlı, Şeriat ve örfi kanunlara dayanarak İmparatorluğun hakimiyeti altındaki tüm topraklarda uyguladığı adalet sistemi ile hem insanlara güven hem de korku salarak siyasal sistemin işlerliğini koruyabilmiştir (Kodaman, 2007:4) Osmanlı kanunlarına göre toprağın ve mülkün sahibi padişahtır, reaya ise kendi güvenliğini refahını sağlamakla yükümlü olan padişahın tebaasıdır (Tabakoğlu, 2005:79). Kanunlarda yer alan bu hüküm ve anlayış, padişahın izni olmadan herhangi bir kimsenin ve yerel otoritenin toprak ve köylü üzerinde hakimiyet kurması ve tasarrufta bulunmasını, dolayısıyla keyfiliği ve adaletsizliği engelleyebiliyordu. Yine adaletin hem devlet politikası hem de İslam dininin bir 84

93 esası olmasına bağlı olarak Müslüman ve Gayrimüslim vatandaşlar arasında eşitlik anlayışı ve uygulaması, Osmanlı nın uzun yıllar halkın isyan etmeden uyum içinde yaşamasını temin etmesini sağlamıştır. Tımar Sistemi; Sanayi Devrimi ne kadar kuşkusuz Avrupa ve Osmanlı da, ekonomik ve siyasal gücün en önemli göstergesi topraktır. Yukarıda da bahsedildiği gibi İmparatorluğun tüm topraklarının sahibi padişahtır. Devletin sahip olduğu önemli ve verimli araziler, Tımar Sistemi içinde sipahiler vasıtasıyla kontrol edilmekte ve toprağın işlenmesi sağlanmaktaydı. Bu sistem ile hem köylü devletin toprağını işleyerek gelir elde etmekte, tımar sahibi sipahiler köylünün güvenliğini ve kamu düzenini sağlamakta hem de devlet vergi toplayabilmektedir. Tımar sahibi sipahiler ise savaş durumunda orduya asker sağlama, vergi toplama, emniyet ve kamu düzenini koruma, toprağın verimli işletilmesi gibi hizmetleri karşılığı devletten yıllık akçeyi aşmayan tımar denilen dirlik almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu yükseliş döneminde, Tımar Sistemi ile feodaliteyi önlemeyi ve merkezi yönetimin siyasi, yönetsel, ekonomik ve askeri gücünü sürdürmesini sağlayabilmiştir (Cezar, 2011:1537). Kapıkulu Sistemi; Osmanlı padişahının ve sarayın hizmetinde bulunanlara kapıkulu denmektedir. Osmanlı nın kuruluş yıllarında savaş esirleri ve kölelerden oluşan kapıkulları, sonrasında gayrimüslim halkların çocuklarının devşirilerek akıllı ve yetenekli olanları saray hizmetine seçilmekteydi. Üstün zekâlı ve yetenekli devşirme çocuklar Enderun Mektebi nde çok özel bir eğitimden geçirilerek ileride önemli konumlara gelebilecek devlet adamlarının yetiştirilmesi sağlanmaktaydı. Osmanlı nın kapıkulu sistemini tercih etmesinin kuşkusuz en önemli nedeni, sosyal tabana sahip Türk kökenli aileler, aşiretler ve beylerin padişah tarafından tehdit 85

94 olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır. Padişaha ve dolayısı ile merkezi yönetimin otoritesine karşı çıkabilecek bu yerli ve yerel otoritelerin, merkezi yönetimden uzak tutularak kontrol edilebilmeleri amaçlanmıştır (Kodaman, 2007:7) Osmanlı nın Millet Sistemi; Türk-İslâm yönetim geleneğinin etkisinde ve İslâm ın Zımmî hukuku çerçevesinde gelişen Osmanlı millet sistemi çok farklı etnik ve dinsel gruplardan oluşan insanların imparatorluk yapısına uydurulmasıyla meydana gelen özgün bir toplumsal yapılanmadır. Bu sistemde din ve mezhep temelinde ayrışan toplumsal bütünlüklere devlet egemenliğini tanımaları ve belirli bir vergi yükümlülüğü karşısında iç toplumsal örgütlenişleri ile din, dil, eğitim ve özel hukuk alanlarında özerklik tanınmıştır (Kodaman, 2007:10-11). Ulema Sınıfı; Ulema kelimesi veya kavramı, Müslüman bir ülkede toplumu dinî bakımdan İslamî ilkelere göre idare eden özerk bir sınıfı ifade eder. Bu anlamda ulemanın asıl vazifesi Tanrı ya ve dine hizmet etmek, halkı eğitmektir. Osmanlı Devleti nin ilk yüzyıllarda devletle-ulema sınıfı arasında önemli bir mesafe bulunuyordu. Bu mesafe ulema sınıfını bir dereceye kadar özerk hale getiriyordu.11 Dolayısıyla şeriatla ilgili olan her konuda son söz ulemanındı. Devlet de bu özerkliği zımnen kabul ettiği için ulema sınıfı belli bir itibara, otoriteye ve imtiyaza sahip olarak, görevini hakkıyla yerine getirme imkânının buluyordu. XVII. yüzyıldan itibaren ulema devlete yaklaştıkça, siyasi otorite hâkim duruma geçti, böylece ulema sınıfı özelliğini ve özerkliğini kaybetti (Kodaman, 2007:8-9) Osmanlı'nın Duraklamaya Kadarki Sosyal ve Ekonomik Durumu Osmanlı İmparatorluğu nun sosyal yapısına bakıldığında Ortaçağ Avrupa sında olduğu gibi sosyal sınıflaşma veya tabakalaşma olmadığı görülmektedir. Avrupa da 86

95 görülen serf-senyör, kast veya feodal yapı Osmanlı da oluşmamıştır (Timur, 1998:21). Avrupa da görülen bu sosyal sınıflaşma ve tabakalaşmanın özellikle kuruluşundan itibaren yükseliş döneminde de Osmanlı da oluşmamasının temelinde, padişahın tebaasını Allah ın bir emaneti olarak görmesi ve tebaanın refahından kendisini bizzat sorumlu hissetmesi yatmaktadır. Görünürde sosyal bir amaca hizmet eder gibi görünen toprağın devlet mülkiyetinde olmasının temelinde ise siyasal iktidarı etkileyebilecek toprak asillerinin ve güçlü sermaye gruplarının oluşmasını engellemek yatmaktadır (Halaçoğlu, 2007:89-96). Osmanlı nın sosyal yapısını 6, yönetenler (askeri sınıf) ve yönetilenler (reaya) olmak üzere iki ana gruba ayırmak mümkündür. Askeri sınıf kendilerine tımar sisteminden, hazineden veya vakıflardan gelir pay edilen sınıf iken, reaya sınıfı ise üretim yaparak vergi veren sınıf olarak tanımlanabilir. (Timur, 1998:19-23). Osmanlı İmparatorluğu nun yükselme döneminde ekonomik yapısı ise oldukça hareketli ve canlıdır. Yükseliş döneminin başlarında Anadolu, Doğu ile Batı arasında bir köprü konumundadır. Özellikle Baharat Yolu ve İpek Yolu gibi önemli ticaret yollarının İmparatorluk sınırları içerisinde yer alması, ekonomik açıdan önemli bir avantaj sağlamaktadır. Doğu ile Batı arasındaki ticarette aktif olarak rol oynayan kervanların yarattığı ticari hareketlilik, kervanların ihtiyaçlarını sağlayan zanaat kollarının gelişmesine yol açmıştır. Avrupa nın ihtiyacı olan pek çok ürün ve hammadde Osmanlı toprakları üzerinden Avrupa ya taşınmaktaydı. Dolayısı ile bu 6 Osmanlı nın toplumsal yapısının çoğunluğunu reaya denilen halk oluşturmaktadır. Müslüman veya Gayrimüslim reaya arasındaki en önemli farklılık ise vergi açısından ortaya çıkmaktadır. Osmanlı nın Müslüman olmayan tebaasına zimmi denmekte ve zimmiler cizye denilen ve Müslümanlardan alınmayan bir vergi vermekle yükümlüdürler. Bunun dışında temel haklar açısından Müslümanlar ile Gayrimüslimler arasında farklılık bulunmamaktadır (Halaçoğlu, 2007: ). 87

96 ekonomik hareketlilik Osmanlı ya jeopolitik bir önem kazandırmakta ve tüccarlardan alınan vergiler hazineye gelir sağlamaktaydı (Tezel, 2001). Osmanlı nın ekonomik yapısı içerisinde esnaf ve zanaatkarların etkinliği görülmektedir. Her meslek grubu belli kurallar içerisinde faaliyet göstermekte ve örgütlenmektedir. Ahilik adı verilen bu örgütlenme yapısı, mesleki ve ahlaki anlamda pek çok düzenlemeyi ve sistematiği oluşturmuş bir yapı olarak dikkat çekmektedir (Halaçoğlu, 2007:92-93). Osmanlı İmparatorluğu nun ekonomik temeli, devletin toprak mülkiyetini elinde tutması ve ekonominin başlıca unsuru olan tarımsal üretimi kontrol etmesi esasına dayanmaktadır. Köylü halkın ve askeri sınıfın geçimi tımar sistemi denilen toprak mülkiyeti ve buna bağlı olarak vergi sistemine dayanmaktadır (Timur, 1998:104). Kanuni Sultan Süleyman ın ölümü ile II. Selim tahta geçmiştir yılına kadar Sokullu ların Sadrazam olarak devlet yönetimindeki etkinlikleri ve başarıları ile devam eden yükseliş dönemi, 1579 yılında Sokullu Mehmet Paşa nın ölümü ile son bulacaktır yılları arasında geçen sürece Osmanlı nın siyasal ve yönetsel anlamda Duraklama Dönemi denmektedir. Osmanlı nın kuruluşundan itibaren sürekli genişleme ve gelişme süreci artarak devam etmiştir. Fetret devrinin atlatan İmparatorluk altın çağını yaşarken, Avrupa Ortaçağ ın karanlık zihniyeti ve feodal yapısı içerisinde yaşamını sürdürmektedir. XV. yüzyılın sonlarında ticaret ve sanayideki gelişmenin getirdiği altyapısal ilerlemenin ardından Avrupa da başlayan Reform ve Rönesans hareketleri, yeni coğrafi keşifler ile Avrupa karanlık ve geri kalmışlıktan sıyrılmaya çalışırken XVI. yüzyılın sonlarında süreç tersine işlemeye başlamış ve bu kez karanlıkta kalan Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. 88

97 Osmanlı ve Batı Ülkelerinin Toplumsal, Siyasal ve Ekonomik Karşılaştırması Çalışmamızın birinci bölümünde Avrupa'nın ekonomik, siyasi ve toplumsal yapısını inceledik ve tarihsel gelişimi ile bu yapının nasıl evirildiğine enformasyon araçları bağlamına ağırlık vererek değinmeye çalıştık. Avrupa'da bilginin, iletişimin, haberleşmenin gelişip yayılmasını kendiliğinden oluşan bir süreç gibi düşünemeyeceğimiz için bu olguların gelişim sürecini, karşılıklı etkileşim içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmelerle birlikte ele alma zorunluluğu vardı. Aynı zorunluluk Osmanlı İmparatorluğunun enformasyon araçlarından bahsetmek için de söz konusu. Bu nedenle çalışmamızın ikinci bölümünde öncelikle Osmanlı'nın siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişimini ana hatları ile inceledik. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili incelememizin bir nedeni de daha önce ele aldığımız Batının gelişimi ile İmparatorluğu mukayese edebilmek ve Batı'nın altyapıüstyapı etkileşiminin Osmanlı'da görülmediğini, dolayısıyla Osmanlı'da ortaya çıkan tüm kurumlarda Batı ile karşılaştırıldığında farklılıklar bulunduğunu göstermektir. Batı toplumunun gösterdiği ekonomik ve sosyal gelişmenin Türk topraklarında görülmemesi, Osmanlı devletini, Batı toplumlarını takip etmeye ve kendisini onlara anlatma gayretine girmeye itmiştir. Bu noktada konumuzun özeline, yani devletin enformasyon araçlarını bilgi edinme ve tanıtma amacıyla kullanmaya yönelişine iniyoruz. Ortaya çıkan neden-sonuç ilişkisini kurduktan sonra duraklama ve çöküş dönemlerinde artık İmparatorluğun siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısından ziyade yenileşme çabalarını, özellikle de enformasyon araçları bağlamında ele alacağız. 89

98 Şimdi izlediğimiz bu yöntem uyarınca, Avrupa ve Osmanlı topraklarında konumuzun odağını oluşturan enformasyon alanındaki gelişmelerin sıkı sıkıya bağlı olduğu; tarafların siyasi, ekonomik ve toplumsal yapılarındaki farklılıkları, sebep sonuç ilişkileri kurarak, şimdiye kadarki incelemelerimiz ışığında değerlendirelim: Avrupa'da iktidar daha dağınık güç odaklarının elindedir. Ancak ulus-devlet sürecine girildiğinde iktidar merkezileşmiştir. Onda da baskın sınıf burjuvazinin otorite üzerinde baskısı vardır ve bu baskı devrimlerle merkezi iktidarı yok etmiştir. Osmanlı'da ise iktidar, imparatorluğun yıkılışına kadar merkezidir. Son döneminde gücü zayıflasa da padişah son söz sahibidir. Avrupa'da din Kilisenin kontrolündedir. Ekonomik gücü ve yaptırımları olan ayrı bir otoritedir. Bu da gücün dağılması anlamına gelir. Osmanlı'da ise dinin de kontrolü sultandadır. Çünkü sultan aynı zamanda halifedir. Ulema ancak sultana danışmanlık vazifesi görür. Doğrudan yaptırım gücü yoktur, kilise gibi vergi ya da başka şekilde para toplamaz. Ulemanın dini korumak adına padişaha karşı hareket etmesi ancak XVIII. yüzyılda Osmanlı sultanlarının Batının ilerlemesi karşısında artık eskisinden zayıf düşmüş durumda olduğu tarihlerde görülmüştür. Avrupa'da feodal yapının doğurduğu soylu, ruhban ve çalışan sınıflar vardır. Bu sınıflar tarihsel süreç içerisinde güç mücadelesi içerisine girmiştir. Tarafların güçleri merkezileşmediğinden zaman içerisinde birbirlerine galip gelebilmişlerdir. İçlerinden birisi zamanla baskınlığı ele geçirmiştir. Osmanlı'da ise Avrupa'da bulunan sınıflar yoktur. Avrupa'daki sınıfları Osmanlı'da düşünsek sultan tek başına iki sınıfı (soylular ve ruhban sınıfı) temsil eder konumda olurdu. Bu da iki sınıfın birden hem siyasi hem ekonomik gücünün tek merkezde toplanması demekti ki geri kalan çalışan sınıfın bu güce karşı hiçbir mücadele şansı olamazdı. 90

99 Avrupa'da adaletsizlik sınıflar arasında mücadeleye sebep olmuştur. Bu mücadele tarafları diğerleri karşısında daha fazla güçlenmeye ve üstünlük elde etmek için farklı donanımlara sahip olmaya itmiştir. Burada, baskınlık sağlayan burjuvazi zamanla bilim, sanat, teknikte edindiği donanımları çıkarı doğrultusunda kullanmayı bilerek üstün gelmiştir. Osmanlı'da ise böyle sınıf mücadelesi olmadığından üstünlük kurma çabası da olmamıştır. Adalet ise tek güç olan sultan ile halk arasında düşünülmediğinden, halk içerisinde söz konusu olmuştur. Onu da sultan çoğunlukla halkın tepkisine neden olmayacak biçimde sağlamıştır. Avrupa'da baskınlaşan sınıf olan burjuvazi geliştikçe önündeki engelleri kaldırabilmiştir. Bu büyük bir çabayı gerektirmiştir. Bu sınıf önce bilgiyi kullanmayı, işlemeyi ve yaygınlaştırmayı başarmıştır. Sonra ilk olarak dinin getirdiği engelleri ortadan kaldırmış ve dini kendine engel teşkil etmeyecek bir biçime dönüştürmüştür. Sonra siyasi otoriteyi dönüştürmüştür. Bunun için kendi çıkarına uygun kuralların, sınırlamaların, hak ve hürriyetlerin var olduğu bir yapı oluşturmuştur. Tüm bunları yaparken kullandığı en temel araç hep bilgi olmuştur. Osmanlı'da ise daha önceki maddede söylediğimiz gibi böyle hummalı bir mücadele bulunmamış, bulunamamıştır. Çünkü mücadele edilecek karşı taraf mücadele edilemeyecek kadar güçlüdür. Avrupa'da burjuvazi diğer sınıflara karşı mücadelesini ruhban sınıfından başlatmıştır. Bu alan Avrupa'da oldukça suistimal edilen, yozlaşmış, haksızlıklara sebebiyet veren ve hurafelerle dolu, kısacası halkın zaten güvenini yitirdiği bir alandır. Osmanlı'da ise Şeriat'ın kuralları bellidir, halk içinde adaleti sağlamaktadır, dinin ekonomik ayağı ruhban sınıfı gibi bir kesimin elinde bulunmadığından suistimale ve haksızlıklara açık değildir. Dolayısıyla halkın dine karşı güvensizliği 91

100 söz konusu değildir. Bir mücadele başlatacak sınıf olsa dahi karşısında mücadelesini meşru kılacak bir zemin bulunmamaktadır. Burjuvazi tüm bu üstünlük sağlama mücadelesini verirken kullandığı en temel araç olan bilgiyi tabana yayarak kullanmıştır. Çünkü kendisi de tabana ait bir sınıftır. Dolayısıyla bilgi Avrupa'da yayılmış ve kısıtlı bir nüfusla sınırlı kalmamıştır. Bilgi araçları tabandan gelen talep ve destekle ekonomik olarak kendilerini var etme ve gelişme gücünü bulmuşlardır. Tabanda gelişen bilgi araçlarına yönelik bu talep, din tartışmalarından doğmuştur. Ayrıca bilginin yayılması toplumun tabandan yukarı doğru gelişmesini getirmiştir. Çoğunluğun oluşturduğu tabanda bir gelişme yaşandığından buna karşı direnç azınlıkta kalmış ve yıkılabilmiştir. Osmanlı'da ise tabanda böyle bir gayret, gelişme veya bilginin yayılması söz konusu olmamıştır. Bilgi ancak Avrupa'daki önü alınmaz ilerleme geç de olsa fark edildikten sonra tepeden başlayarak kullanılmıştır. O da toplumdaki isyanlar ve huzursuzlukların yanı sıra Batının gelişimi karşısında oluşan baskı nedeniyle yenileşme için üstyapıyı değiştirmek üzere zorunlu olarak düşünülmüş bir adımdır. Tabana inmesi ve yayılması ise mümkün olmamıştır. Yani bilginin yayılışı Avrupa'dakinin tersine tepeden tabana doğru eğilim göstermiştir. Çoğunluğu oluşturan taban olduğundan direnç yıkılamamıştır. Daha doğrusu bilgi kendisine talep bulamamıştır. Çünkü Avrupa'da olduğu gibi bilgi araçlarına talebi artıracak tetikleyici unsur olarak din alanında bir tartışma söz konusu değildir. Çoğunluğun oluşturduğu büyük bir kitlenin talebi, dolayısıyla desteği olmadan da bilgi araçları her şeyden önce ekonomik varlığını devam ettirecek güce erişememiştir. Önceki maddeleri de toparlayacak şekilde şunu söyleyebiliriz: Batı'da yaşanan altyapısal gelişmelere dayalı altyapı-üstyapı etkileşimi Osmanlı İmparatorluğunda 92

101 görülmemiştir. Çünkü İmparatorluğun altyapısında etkileşimi başlatacak ölçüde gelişme yaşanmamıştır. Altyapıya hakim olan sınıfın üstünlük sağlama mücadelesi olmadan siyasal otorite, kültür, din, bilim gibi üstyapısal kurumlara yönelik bir değişim hareketi var olmamıştır. Bu değişim gerçekleşmediğinden üstyapının da altyapı üzerinde olumlu bir değişime neden olması ve ülkenin ekonomik kalkınmasının ivme kazanması mümkün olmamıştır. Örneğin, Batı'da Sanayi Devrimi öncesinde gerçekleşen bilimsel buluşların yatırıma ve üretime dönüştürülerek altyapıyı güçlendirmesi gibi bir örnek İmparatorluk topraklarında var olmamıştır, çünkü yatırıma dönüşecek, üretime katkı sağlayacak bilimsel bir ilerleme yaşanmamıştır OSMANLI İMPARATORLUĞU NDA BATI İLE İLİŞKİLER VE MATBUAT HAREKETLERİ BAĞLAMINDA REFORM VE YENİLEŞME ÇABALARI Osmanlı'da eğitim, öğretim devlet kontrolünde ve saray çevresinde olduğundan Avrupa'daki gibi tabana yayılan bir okuma, öğrenme, bilgi üretimi ve bilgi akışı gerçekleşmemiştir. Bilgi akışıyla ilgili olarak yine devletin otoritesini sürdürmek üzere kurduğu sınırlı kanallardan bahsedilebilir. Bunun dışında Doğu ve Batı arasındaki ticaret yolları arasında bulunması bir bilgi akışı sağlasa da bu akışın Avrupa'daki örneklerinde olduğu gibi ne ticari, ne bilimsel, ne de reformist bir çabaya dönüştüğünü görüyoruz. Bu sebeplerle Osmanlı'da enformasyon alanında önemli diyebileceğimiz gelişmelerin III. Ahmet'in matbaaya izin vermesi ile başladığı kabul edilebilir. Osmanlı'ya ilişkin enformasyon alanındaki 93

102 incelemelerimiz de bu nedenle İbrahim Müteferrika'nın matbaayı Osmanlı topraklarına getirişi ile başlamaktadır Matbaanın Osmanlı'ya Gelişi ve Gelişememesinin Nedenleri 7 temmuz 1727'de Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi bir fetva verdi: (Koloğlu, 1987:19) "Basma sanatında ustalık iddia eden kişi, dili mantık, felsefe, gökbilim ve bunlara benzer yüce bilimlerde yazılan kitapların harf ve sözcüklerinin kopyalarını bir kalıba çizip kağıt üzerine benzerlerini çıkarırım dese, kişinin bu suretle yazı yazma yöntemine girişmesine din kurallarınca izin var mıdır, yanıtlayınız. Elcevap: Allah bilir ki basma sanatında ustalığı olan kimse bir düzeltilmiş kitabın harflerini ve sözcüklerini bir kalıba yanlışsız olarak çizip kağıda basmakla, kısa sürede güçlük çekmeden çok sayıda nüsha elde eder ve kitapların çokluğu ucuz fiyatla satışlarını sağlar. Bu suretle büyük fayda sağlayacağından o kişiye izin verilip, birkaç bilgin kişi de örneği çizilecek kitabı düzeltmekle görevlendirilirse son derece iyi ve geçerli işlerden olur." Daha önce Şeyhülislam'ın onaylamadığı basımcılık faaliyetinin artık onaylanması o dönemde Osmanlı devletinin peş peşe aldığı yenilgiler ve toplumun yapısında meydana gelen değişimlerden kaynaklanıyordu. Fakat kuşkusuz en önemli etken Padişah III. Ahmet'in 1718'de Sadrazamlığa getirdiği Damat Nevşehirli İbrahim Paşa'nın oluşturduğu kadroydu (Koloğlu, 1987:19). Matbaanın yararlı olabileceği fikri III. Ahmet saltanatı döneminde ( ) büyük bir ivme kazanan ve "Lâle Devri" diye adlandırılan çağdaşlaşma girişimiyle gündeme gelmiştir. XVII. yüzyılda Osmanlı devleti yapısını düzeltme ihtiyacı 94

103 hissetmiş ve bunu geleneksel kurallar çerçevesinde düzeltmeler yapma yoluyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu çabaların arzulanan sonuçları vermemesi karşısında XVIII. yüzyılın başından itibaren Avrupa modelinden yararlanma düşüncesi de gündeme gelmeye başlamıştır yılında yukarıda değindiğimiz gibi ulemanın da onayı ile matbaa teknolojisinin resmen uygulanır hale gelmesi bu yeni anlayışın bir ürünüdür (Koloğlu, 2010:6). İbrahim Müteferrika ( ) Erdel'de (bugünkü Romanya) doğmuş, düşünceleri nedeniyle Katolik Avusturya rejimi ile geçinemeyeceğini anlayarak Osmanlı topraklarına sığınmış, 1692'de Müslüman olmuş, Bab-ı Ali hizmetinde üst düzey görevlere yükselmiş bir kimseydi. Kendisi Avrupa'daki bilim düzeyinin durumunu yakından bilen ve izleyen birisisiydi (Koloğlu, 1987:20) yılında III. Ahmet tarafından elçilikle Fransa'ya gönderilen, daha sonra sadrazamlığa kadar yükselen Mehmet Sait Efendi ile İbrahim Müteferrika 1726 yılında basımevi için izin istediler. Yukarıdaki fetvaya ve bir düzine ulemanın lehte görüşlerine dayanarak sultan sadece ikisi için kitap basımevi kurma ve kitap basma hakkı tanıdı. Böylece en üst düzey yöneticilerin girişimi ve izni ile Türkler arasında ve İslam dünyasında ilk basımevi 1727 yılında kurulmuş ve 1729'da ise ilk ürününü vermiş oldu (Koloğlu, 1987:20). Ne var ki başlangıcı hayli iddialı görünen basımevi kuruluşundan sadece 50 yıl sonra neredeyse ölü bir kurum haline gelmiştir. 1783'te kuruluşu için yeniden izin çıkan basımevine sanki ilk kez açılıyormuş gibi bakıldığını Avrupa basınında çıkan haberlerden öğreniyoruz (Koloğlu, 2010:16). 95

104 Basımevinin gelişmemesinden ötürü Türk ve İslam toplumlarına dini bağnazlık yakıştırmaları, basımevinin hareketsiz kaldığı bu dönemin bir ürünüdür. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi basımevi kurulması için gerekli izinler defalarca verilmiştir (Koloğlu, 2010:17). Orhan Koloğlu, (1987:44-45) Matbaa'nın kurulduğu döneme ait bilgi aktaran bir tarihçiye yer vermiştir: O dönemde Osmanlı'nın iç durumu buna elverişliydi. Bir takım yeniliklerin yapılması zorunluluğunu duyan Padişah III. Ahmet, annesi, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa ve devletin bazı ileri gelenleri sadece geleneksel sanat mesleklerini, şair ve tarihçileri himaye etmekle kalmayarak matematik, astronomi, tabiat bilimleri gibi bilim dallarının da geliştirilmesine yardımcı olmaya başladılar. İbrahim Paşa daha sonra Şeyhülislam'ı ikna ederek birçok kütüphane kurdu ve en önemli yapıtların Türkçeye çevrilmesi için bir komisyon kurdu. Aynı dönemde Avrupa'nın matematik, teknik ve askeri alandaki becerilerine duyulan ilgi arttı (Koloğlu, 1987,45). Görülüyor ki Osmanlı İmparatorluğu III. Ahmet döneminde Avrupa'nın ilerlemesi karşısında bir şeyler yaparak bu ilerlemeyi ucundan da olsa yakalama düşüncesindeydi. Ancak yanlış olan şey söz konusu ilerlemenin Avrupa'da tabandan başlayarak altyapıyı inşa edecek nitelikte derinden ve büyük bir atılım iken; Osmanlı'da devletin önde gelenlerinin, halk tabanından ve Batıdaki gelişmeden gördükleri baskının sebep olduğu bir çaba ile tepeden başlayıp, toplumun altyapısal gelişimini atlayarak yapmaya çalıştığı bir girişimdir. Her şeyden önce düşünülen yeniliklerin kendi ekonomik varlıklarını sürdürüp gelişmeleri gerekmektedir. Yenilik 96

105 matbaa ise bu yeniliğin ürünlerinin talep görmesi ve bu faaliyete girişenlerin kazanç sağlaması gereklidir ki faaliyet gelişsin ve yayılsın. Diğer bilimsel yenilikler için de aynısı geçerlidir. Bilim sadece teorik bilgi üretseydi, bilim insanlarının faaliyetlerine devam etmesini sağlayacak ekonomik kaynaktan mahrum kalırdı. Kaynak padişah bile olsa bu faaliyetlerin yaygınlaşması ve gelişmesi için verebileceği destek sınırlı olacaktır. Nitekim öyle de olmuştur. Aslında padişah ve devletin ileri gelenleri burada ülkenin altyapısını geliştirmek istemişler, ancak buna ikinci basamaktan, yani üstyapının altyapıyı belirlemesi umuduyla başlamışlardır. Bilimsel ilerleme, kültür, sanat elbette ki altyapıda olumlu değişimleri beraberinde getirecektir, ancak ilk belirleyici altyapı olmalıdır, yani ilk önce ülkenin ekonomik yapısının temelini oluşturan aktörler gelişmeli, ilerlemelidir (Batı'da olduğu gibi) ve ardından üstyapıya ait değişim gelmelidir. Dönemin yönetimi ülkede bir değişimi tetiklemek istemiştir, ancak bunu söylediğimiz gibi tepeden tabana doğru yapmaya kalkışmıştır. Bunun nedeni ise söz konusu değişimin otoritesine karşı tehdit oluşturma potansiyelidir. Batı'da matbaa ile yayılan fikir akımları, özgürlükçü hareketler, siyasi otoritelerin sarsılması ve hatta tehdit altında oldukları görülmektedir. Aynı hareketler İmparatorluk topraklarında da görülmemesi için bu yeniliğin devlet kontrolünde olması amaçlanmıştır. Bu sebepledir ki padişah sadece sadrazama ve İbrahim Müteferrika'ya basımevi açma izni vermiştir. Bu izni ülke genelinde vermiş olsa başta Batılı tacirler kolları sıvayacaklardır. Ardından Türk yatırımcılar da gelecektir. Basımevi belki kendi ekonomisini oluşturacaktır, ama yaydığı fikirlerin kontrolü otorite açısından sorun teşkil edecektir. 97

106 Osmanlı topraklarında matbaanın yaygınlaşmamasının bir nedeni daha vardır. Avrupa'da dinin yozlaşması nedeniyle bu alanda yaşanan hararetli tartışma neticesinde din ile ilgili kitapların daha fazla okunması, yazılması ve yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Kitaplara olan talep ilk olarak bu sayede artmıştır. Din tartışması adeta matbaanın can suyu olmuştur. Ekonomik bir kurum olarak matbaanın bu güçle yayılıp gelişmesi ile toplumun kültür düzeyi, okumaya ve öğrenmeye ilgisi de artmıştır. Sanat, edebiyat, Roma hukuku gibi diğer alanlardaki eserler daha sonra yaygınlaşmıştır. Oysa Türk topraklarında din eksenli bir tartışma yaşanmamıştır. Ulema bir sınıf değildir ve maddi bir ayağı yoktur. Bu nedenle yozlaşma görülmemiştir. Osmanlı'da dinin kuralları bellidir ve uygulamadan sorumlu olan halifedir. Halife aynı zamanda padişah olduğundan ekonomik gücü olması, vergi toplaması doğaldır. Yani kısacası Osmanlı İmparatorluğunda Batı ile kıyaslandığında matbaanın gelişmesini sağlayacak ilk talebi yaratacak bir tartışma konusu bulunmuyordu (Koloğlu, 1987:54-56) Sultan III. Selim Dönemi III. Selim, imparatorluğun Avusturya ve Rusya ile uzun süredir devam eden savaşlarda başarısızlığa giden süreçte 1789 yılında tahta geçmiştir. Padişahın tahta geçişinden kısa bir süre sonra gerçekleşen Fransız Devrimi, krallık ile yönetilen tüm Avrupa yönetimlerini tedirgin ederken, İngiltere nin baskıları ile 1791 yılında Avusturya ve 1792 yılında Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu barış antlaşmaları imzalayarak rahat bir nefes alabilmiştir. Yapılan barış antlaşmalarının ardından III. Selim öncelikle orduda olmak üzere çeşitli yenilik girişimlerine başlama fırsatı bulabilmiştir (Berkes, 2004:30-34). 98

107 III. Selim in Osmanlı İmparatorluğu nda uygulamaya koyduğu ilk yenileşme hareketi, Osmanlı ordusunun Avrupa daki benzerleri gibi teknolojik ve sistematik bir eğitim sistemi ile yeniden dizayn edilmesidir. Nizam-ı Cedit olarak adlandırılan bu yenileşme hareketi aynı zamanda Avrupa nın bilim, teknik ve toplumsal alanlarındaki gelişmelerinden yararlanılarak, Osmanlı nın yönetsel yapısının, siyasi sisteminin, ekonomi ve bilim alanlarındaki değişimin genelini ifade etmektedir (Yücel ve Sevim, 1995:160). III. Selim in gerçekleştirmeye çalıştığı bu yenilik hareketlerinin özünde Osmanlı nın Avrupa ile siyasi, bilimsel ve toplumsal anlamda entegrasyonu yatmaktadır. Nitekim bu amaçla yenilik hareketlerinin başlangıcından önce, Avrupa nın gelişimini, siyasal ve yönetsel yapısını, askeri ve bilimsel alanlardaki durumunu belirleyebilmek için Fransa başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerine askeri ve siyasi nitelikte bürokratları eğitim amacıyla göndermiştir. Ayrıca, Osmanlı nın kuruluşundan itibaren geçen süreçte siyasal olarak yakınlaşma ve iletişim kurmaya yönelik ilk diplomatik adımlar da atılarak Berlin, Viyana, Paris ve Londra gibi Avrupa şehirlerine daimi elçilikler açılmıştır (Berkes, 2004:99). Görüldüğü üzere III. Selim döneminde ilk kez uluslararası enformasyona yönelik adımlar atılarak, devletlerarası enformasyonun sağlanmasında en etkili araçlardan biri olarak kullanılan dış temsilcilikler açılmıştır. III. Selim in her alanda gerçekleştirmeye çalıştığı yenilik hareketlerinin ağırlığı Nizam-ı Cedid askeri ocağının kuruluşu olarak anılsa da uluslararası diplomasiye verdiği önem ve Avrupa yla entegrasyon çabaları da önemli yenilikler olarak değerlendirilmelidir. III. Selim gün geçtikçe çözülüp anarşiye gömülen müessesleri Batı usulleriyle yenilemeye karar vermiştir. Batı'yı iyi tanımadığından gönderdiği daimi elçi dışında 99

108 bir de Batı'nın kurumlarını görüp incelemek üzere Ebu Bekir Ratip Efendi'yi Avusturya'ya gizli görevle göndermiştir. Ebu Bekir Ratip Efendi, 1793 yılında Avusturya, Prusya, Rusya ve Fransa'nın askeri müesseseleri ve ayrıca Avusturya'nın adalet, sağlık, kültür ve ekonomi müesseseleri ile ilgili detaylı bilgileri topladığı 500 sayfalık bir risale ile geri dönmüştür. Elçi Batı'da dünya işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılmış olduğuna ve devlet işlerinin filozoflar ve uzmanlar tarafından şekillendirildiğine işaret etmiştir (Karal, 2012: ). O dönemde siyasi ve askeri haberlere yer veren Batı basını takip edilmemesi nedeniyle Bab-ı Ali olup bitenlerden haberdar olamıyordu. Koloğlu (1987:72), buna çok bariz bir örnek vermiştir: Türk-Rus savaşında o dönemde donanması İngiliz subaylar tarafından idare edilen Rusya'nın gemilerini Baltık'tan Akdeniz'e geçirip Mora'da ayaklanan Rumlara yardım edeceği ve Osmanlı kuvvetlerini iki ateş arasında bırakmaya çalışacağı söylentileri duyuluyordu. Nitekim 6-7 Temmuz 1970'te bu donanma Çeşme'de Osmanlı donanmasını yakıp yok etti. Oysa konuyla ilgisi olmayan bir yabancı dahi sadece bir Avrupa gazetesini takip ederek bu baskından gün gün haberdar olmuştur. Fransa'nın resmi gazetesi La Gazetta söz konusu baskından bir buçuk yıl öncesinden başlayarak değişik kaynaklardan gelen 35 haber ile Rus donanmasının Baltık'tan Akdeniz'e hareketini yazmıştı. Avrupa'nın karşıt görüşlü basınından birkaçını izlemekle kıtadaki siyasi dalgalanma hakkında önemli bilgiler elde etmek mümkündü. Batı basını aslında Osmanlı İmparatorluğu hakkında sıklıkla haber yayınlıyordu (Koloğlu, 1987:72-73). Fransız Devrimi'nin başlangıcından Napolyon'un devrilmesine kadar geçen sürede Avrupa politikası öyle karışık denge politikaları görmüş, devletler öyle hızla cephe 100

109 değiştirmişlerdir ki Bab-ı Ali çoğu kez olayları izlemekte aciz kalmıştır. İkamet elçiliklerinin kurulması gereksinimi bu haber toplama sıkıntısından doğmuştur (Koloğlu, 1987:78). XIX. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu bir savaştan diğerine geçerken Avrupa devletleri arasında yapılıp bozulan koalisyonlar hakkında sağlıklı bilgi toplaması çok gerekliydi. Bilgi toplama tek taraflı değildi. Avrupa da Osmanlı İmparatorluğu hakkında bilgi sahibi olmak istiyordu. Avrupa'da toprağı bulunan bu ülkenin ne derece Avrupalı olduğu soruluyordu ve Avrupalı gazetelerin İstanbul'daki muhabirlerinin sayısı giderek artıyordu. Bab-ı Ali ise Avrupa basınını elçilerinin raporlarından ayrı olarak doğrudan izlemeye başladı (Koloğlu, 1987:90). III. Selim'in orduda ve donanmada yapmak istediği yenilik çabaları dine aykırı görüldü ve önce Ebu Bekir Ratip Efendi sonra da kendisi Şeriat adına katledildi. (Karal, 2012:120) Sultan II. Mahmud Dönemi Mustafa Reşit Paşa'nın Faaliyetleri II. Mahmud tahta çıktıktan sonra III. Selim'in yenilik hareketini sürdürme eğiliminde oldu ve orduyu modernleştirmeye çalıştı. Ancak Yunan isyanı, Osmanlı-Rus savaşı ve Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın isyanının ardından sadece ordunun modernleştirilmesinin yetmeyeceğini, devletin ve toplumsal müesseselerin de modernleşmesi gerektiğini anladı. Tıpkı III. Selim gibi Batıyı tanımadığından bunu tek başına yapamayacaktı ve kendisine yardımcı olacak iki kişi buldu. Birisi İngiliz Büyükelçisi Canning (sonraları Lord Stratfor) ve diğeri de Mustafa Reşit Paşa idi. İyi bir eğitim görmüş ve üst düzey memuriyetlerde bulunmuş olan Mustafa Reşit Paşa 101

110 1833'te II. Mahmud tarafından Paris'e elçi olarak tayin edildi. II. Mahmud kendisine Fransızca öğrenmesini emretmişti. Paşa da bunu yerine getirdi ve öğrendiği dil sayesinde Paris'te yazarlar, edebiyatçılar, gazeteciler ve siyasetçilerle doğrudan temas kurdu. Mustafa Reşit Paşa Batılı gibi yaşayan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı medeniyeti çevresine girmesinin gerekli olduğuna inanan ve bunun için çaba gösteren birisiydi. Paris ve Londra'da elçilik görevleri sırasında Batı medeniyetini iyice tanıdı ve Batı kamuoyunu kazanmadıkça Batı'da Türkler hakkında var olan algıyı değiştirmenin mümkün olmadığını kavradı. Bunu da padişaha şu telkinlerde bulunarak izah etti: Batı kamuoyunu teşhis ve kontrol etmek için Osmanlı devletinin sadece Paris'te ikamet elçiliği bulundurması yetmez, diğer büyük başkentlerde de elçilikler bulunmalıdır. Türk elçilerin bulundukları bölgelerden kamuoyunu kazanmak için basından faydalanmasını bilmeleri gerekmektedir. İstanbul'da yayınlanan Tavkim-i Vakayi'nin Fransızca baskısı da yapılarak Batı ülkelerine gönderilmesi ve bu ülkelerin Osmanlı'da yapılmakta olan ıslahattan haberdar olmaları sağlanmalıdır (Karal, 2012: ). Dönemin Osmanlı elçilerinin üstlenmesi istenen rol aslında konu ettiğimiz kurum olan Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün yurtdışı teşkilatlarında görevlendirdiği basın müşavirlerinin asli görevlerini oluşturuyor. Mustafa Reşit Paşa'nın telkinleri ve bu gerçek ışığında Osmanlı'nın ilk elçilerinin aslında öncelikli olarak basın müşavirlerinin görevlerini yapmak üzere vazifelendirildiklerini söyleyebiliriz. Mustafa Reşit Paşa yukarıdaki telkinlerinden sonra Paris'te Courrier Français gazetesini Osmanlı lehinde yazılar yazmak üzere elde ettiği gibi bir gazeteciyi de aylık ile tutarak Osmanlı devleti aleyhine çıkan yazılara yanıt vermesini sağlamıştır. 102

111 Paşanın bu propaganda faaliyeti Batının ilgisini Türkiye'nin ıslahat hareketine çekmekte faydalı olmuştur. Yabancı basında padişahı öven yazılar yer almaya başlamıştır ve bu yazılar Türkçeye çevrilerek II. Mahmud'a iletilmiştir. Ancak Osmanlı'da Takvim-i Vakayi'den başka yayın organı bulunmadığından Osmanlı kamuoyunun ıslahat hareketine tepkisi bilinmemektedir. Bu sebeple Osmanlı ıslahatının Osmanlı kamuoyunun değerlendirmesine girmeden önce Batı kamuoyunun beğenisine sunulduğunu söyleyebiliriz (Karal, 2012: ). Burada aslında Osmanlı'da yenileşme hareketinin Batıdaki değişimden ne kadar farklı olduğunu en somut biçimiyle görüyoruz. Daha önce Batıdaki değişimin tabandan geldiğini, önce ülkenin altyapısal unsurlarının değiştiğini ve geliştiğini buna bağlı olarak üstyapısal unsurların değiştiğini ve bunun bir etkileşim içerisinde meydana geldiğini söylemiştik. Ancak görüyoruz ki Osmanlı'da bu değişim en tepeden yapılmak istenmektedir. Değişikliğe elbette ki Batı karşısındaki başarısızlığın yanı sıra halkta meydana gelen huzursuzluklar ve isyanlardan ötürü ihtiyaç duyulmuştur. Ancak söz konusu yeniliğin mimarı halk tabanı (veya halk içerisinden yükselmiş Batıdaki burjuva sınıfı gibi bir grup) değildir. Yapılan ıslahat ile ilgili halkın nasıl tepki verdiği bile bilinmemektedir. Ülkenin altyapısal unsurlarında herhangi bir değişme ve gelişme olmadan doğrudan üstyapısal kurumları, baskı altında kalan siyasi otorite tarafından değiştirilmek istenmektedir. Yani Batıdaki değişimin asıl gücü ve başlangıç noktası olarak altyapısal gelişme Osmanlı'da atlanmaktadır. Mustafa Reşit Paşa'nın faaliyetlerinden Tanzimat Fermanı'nın ilanına doğru uzanmadan önce Osmanlı İmparatorluğunun bu dönemde hem kendi kamuoyunu hem de yabancı kamuoyunu kazanmak için yaptığı faaliyetlere göz atalım. 103

112 II. Mahmud'un tahta çıktığı yıllarda Bab-ı Ali Avrupa'da olan bitenlerle ilgili siyasi haber gereksinmesi içindeydi. Tam olarak işlemeyen diplomatik haber alma sistemi yerine aksamadan işleyecek bir sistem kurulması gerekiyordu. Ayrıca sadece haber almak değil, Osmanlı devleti hakkında yayılan yanlış haberleri düzeltmek de gerekiyordu (Koloğlu, 1987:92). İşte bu ihtiyaçların saptanması ile araştırmamızda konu edindiğimiz Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün temel vazifeleri ortaya çıkmaktadır. Bu vazifelerin yerine getirilmesi için de Osmanlı İmparatorluğu kamuoyuna etki edecek basın araçlarının kendi otoritesine tehdit oluşturmaması ve/veya arzusu dışına çıkmamaları için öncelikle bu araçlara doğrudan sahip olabileceği bir yöntem izlemiş, sonra yakın kontrolünde olmak kaydıyla özel teşebbüse izin vermiş, ardından sansür ve baskı kullanmak kaydıyla özel teşebbüse müsaade etmiştir. Nihayetinde basına doğrudan müdahalenin sorgulanır ve eleştirilir olduğu XX. yüzyılda devletin yürüttüğü bu faaliyet "resmiyette" daha pasif bir hal almıştır. Ancak siyasal otorite ile basın araçlarına sahip olan kişiler arasındaki gayri resmi ilişkiler, siyasal otoritenin basın üzerindeki nüfuzunu sürdürmesini sağlamıştır; fakat bu ayrı bir tartışmanın konusudur. II. Mahmud, 1821'de patlak veren Yunan bağımsız hareketinde basımevinin çok yoğun bir propaganda aracı olarak kullanılması ve Rumların Batı basınından da yardım görmeleri üzerine basının önemini iyice idrak etmiştir. Bunun için Batılı ülkelerde diplomatik çabalar sarf etmenin yanında Batı basını takip edebilmek için tercüme bürosunu kurmuştur (Koloğlu, 1987:96). II. Mahmud, Yunan ayaklanmasının hızla devam ettiği yıllarda kendi fikirlerini savunacak gazetelerin varlığının faydalı olacağını düşünmüş ve ülkede artık 104

113 yerleşmeye başlayan matbuatın 7 katkısı ve İzmir'deki Fransız tüccarlar vasıtasıyla böyle bir fırsat bulmuştur Kendini Anlatmak İçin Yöntem Arayışı Osmanlı İmparatorluğu XVIII. yüzyılın sonuna kadar kendisini tanıtmak ve Batılı ülkelerde kamuoyunun düşüncesini öğrenmek gibi bir gayrete girmemiştir. İlk kez 1798 yılında Napolyon, Mısır'ı işgal ettiğinde halkı Osmanlı'dan soğutmak için propaganda yayınları yapmıştı ve buna cevaben Osmanlı yönetimi de el ilanları ile kendisini savunmuştu. Bu tarihe kadar Osmanlı Batıda daimi elçiler de bulundurmadığından Batı kamuoyunda Osmanlı hakkında oluşan fikirde kendisinin payı yoktu (Koloğlu, 2010:43-45) Yunan ayaklanması ilk başladığında Avrupa hükûmetlerince pek desteklenmezken basının Osmanlı karşıtı bir kampanya başlatması ile Batı kamuoyu hükûmetlerinden Osmanlı'ya karşı girişimde bulunmaları çağrısı gelmeye başladı. Bunun karşısında elçilik kadroları yetersiz olan Bab-ı Ali haklılığını anlatmakta aciz kalırken İzmir'de çıkan Fransızca gazeteler yön gösterici oldu. Yunan ayaklanması yüzünden ticari çıkarları zarar gören İzmir'deki tüccarlar bu gazeteler aracılığıyla Yunan isyanına karşı Osmanlı'nın savunuculuğunu üstlendiler (Koloğlu, 2010:45). Bunu bir sonraki başlıkta daha detaylı ele alacağız. Yunanlıların izlediği etkili kamuoyu oluşturma çabası karşısında daha büyük tehlikelerden korkan Osmanlı devleti Yunanistan'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Tam bu dönemde Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın da Vakayi-i 7 Dönemin Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa 1820'de Bulak Matbaasını kurmuştur. Bu matbaa uzun yıllar görevini aksatmadan basıma devam etmiştir. Bu matbaa yabancı yayınların çevirilerini basmıştır. Yayınların Türkçe olması anlaşılmaları ve yaygınlaşmalarını kolaylaştırmıştır. Bunun yanı sıra matbaanın devamlılığı da basımevinin bir kurum olarak yerleşmesine katkı sağlamıştır (Koloğlu, 1987:92-96). 105

114 Mısıriye gazetesini çıkararak Avrupalı devletlerle uyumlu bir politika izleme girişiminin başlaması ile Bab-ı Ali kendisini Avrupa'da tanıtacak ve savunacak, yani Avrupa'ya sağlıklı haber taşıyacak bir mekanizma arayışına yöneldi. Daha önce bahsettiğimiz için detayını tekrarlamaya gerek yok, Alexandra Blak ile Takvim-i Vakayi'nin Fransızcası yani Le Moniteur Ottoman basılmaya başlandı. Öte yandan İzmir'de basılan gazetelere de maddi yardım ile destek sağlanarak devlet politikası paralelinde hareket etmeleri amaçlandı (Koloğlu, 2010:45-47). İleriki yıllarda Osmanlı devleti Avrupa gazetelerinde lehte yazılar yazdırmak için de çaba sarf etmiştir. Ancak buna, konuları kronolojileri içerisinde takip etmek açısından daha sonra yer vereceğiz Takvim-i Vakayi Öncesi Yabancı Yayınlar II. Mahmud'un basın aracına öncelikle doğrudan sahip olma yoluna gittiğini belirtmiştik. Bu doğrultuda Türkiye deki ilk Türkçe gazete olan Takvim-i Vakayi 11 Kasım 1831 de yayına başladı. Bu gazete devlete aitti ve resmi gazete olmakla birlikte başka haberlere de yer vermekteydi (Kardeş, 1980:49; Ertuğ, 1970:134). Ancak Türkiye deki gazetecilik öncelikle yabancı uyruklu iş adamları ve elçilik görevlilerinin elinden başladı. Önce onlara değinmek gerekir. Takvim-i Vakayi den önce Fransa Büyükelçisinin ülkesinin menfaatleri doğrultusunda 1796 da yayınına başlattığı Gazetta Française de Constantinople, ardından o zamanlar çok canlı bir ticaret merkezi olan İzmir e yerleşmiş çoğunluğu Fransız iş adamlarının kurduğu Smyrneen ve Le Spectateur Oriental gibi gazeteler yayına başladı (Ertuğ, 1970: ). 106

115 Takvim-i Vakayi öncesindeki gelişmelere baktığımızda Fransa Büyükelçisinin ülkenin menfaatlerini yaymak üzere Osmanlı topraklarında gazete bastırdığını görüyoruz. Bu durum söz konusu aracın kamuoyunu etkilemek için ne denli önemli bir araç olarak görüldüğünü göstermektedir. Osmanlı toprakları palazlanan kapitalist sermaye için yeni bir pazardır ve bu pazarın ele geçirilmesi görevinde uluslarının menfaatine büyükelçi gibi devlet yetkililerine iş düşmektedir. Ne var ki Fransızlar bu büyük pazarın ele geçirilmesinde sadece devlet yetkililerini kullanmamışlardır. İzmir'e yerleşmiş olan Fransız iş adamları kendi ülkelerinde dönem dönem (ve ekseriyetle) basına konan yasaklardan ötürü bulamadıkları serbestliği Osmanlı topraklarında bulmuşlardır. Aslında bu ilk gazetelerin varlığında henüz Osmanlı devleti bu yeni gücü tanımamaktaydı ve henüz onunla ilgili kurallar koymamıştı. Fransız iş adamlarının bu boşlukta kendi çıkarları doğrultusunda iki gazete çıkardıkları görülüyor. Sermayenin istilası toprak için değil, pazar içindi ve silahı ise top tüfek değil, çıkarına hareket edecek yayın organlarıydı te yayına başlayan Le Spectateur Oriental, Yunanlıların başlattığı bağımsızlık mücadelesi nedeniyle yaşanan Türk-Yunan çekişmesinde, Türkiye yanlısı tutumu nedeniyle hem Fransa hem de İngiltere nin tepkisini çekiyordu. O dönemde kapitülasyonlar nedeniyle Osmanlı topraklarında ondan daha rahat hareket eden Fransa, gazetenin başyazarını değiştirdi (Ertuğ, 1970:137). Yukarıda belirttiğimiz gayelerle yayınına başlanan gazetelerden birisi siyaseten Fransa'nın çıkarları doğrultusunda hareket etmediğinden aslında "özel bir teşebbüs" ile kurulmuş olan Le Spectateur Oriental'in başyazarını değiştirme yetkisini Fransız resmi makamları kendinde görmüştür. Bu bize Fransız resmi makamlarının 107

116 enformasyon denen silahın namlusunu asla kendilerine çevirmek istemediklerini göstermektedir. Bunun için yabancı topraklarda her tür kuralı çiğneyebilmişlerdir. Ancak Fransız büyükelçinin, Le Spectateur Oriental'in başına getirdiği Alexandre Blak tam bir Türk dostu idi ve Türkiye lehine yazılara devam etti. Fakat belirtmelidir ki bu dostluğun sebebi şudur: Blak Türk-Yunan çatışmasında Yunan tezinin aleyhinde bulunurken dolayısıyla Türk görüşüne taraftarlık etmiş oluyordu. Blak'ın bu görüşü Fransa'nın doğudaki çıkarlarının korunması için gerekli gördüğü bir siyasetti (Ertuğ, 1970:139). Yani aslında çatıştığı kendi memleketinin çıkarları değil, bu çıkarları koruyacak olan siyaset konusunda zıt fikirlere sahip olduğu Fransız, İngiliz ve Rus devlet adamlarıydı. Blak'ın gazetesi 1827'de yazdığı Fransa, İngiltere ve Rusya aleyhinde sayılan bir yazı nedeniyle bir ay süreyle kapatıldı. Takip eden dönemde Osmanlı ile adı geçen üç devlet arasında gerginlik artmış ve karşılıklı olarak büyükelçiler geri çekilmişti. Fransa'nın İzmir Konsolosluğunda görevli M. Kastenye isimli bir görevli Blak'ın eleştirel yazılarına çok kızmış ve sonunda Urla limanındaki Fransız askerlerinden bir müfrezeyi yanına alarak Le Spectateur Oriental'in matbaasını basmış ve gazetenin çıkmasını engelleyecek biçimde tahrip etmiştir. Neticesinde gazetenin yayını son bulmuştur (Ertuğ, 1970: ). Blak daha sonra 1828 de yayına başlattığı Courrier de Smyrne ile daha yumuşak bir üslupla yazılarına devam etti. Ancak yine de Fransa elçisini tenkit ettiği yazılarına Rusya tepki göstererek kendisini Bâb-ı Ali ye şikâyet etti. Bunun üzerine Bab-ı Ali, İzmir Valisi Ömer Lütfi efendiyi tahkikat yapması için görevlendirdi. Ancak Ömer Lütfi Efendi idareye yazdığı cevapta Courrier de Smyrne nin yayımlanmasında 108

117 memleket için zarar değil fayda gördüğünü belirtti (Ertuğ, 1970:142). Böylelikle bir üst başlıkta sözünü ettiğimiz II. Mahmud'un aradığı fırsat ayağına gelmiş oldu. Blak ın lehte yazılarının önemi Sultan II. Mahmud tarafından anlaşılmış olmalı ki padişah, Blak ın yabancı ülkelerden gördüğü baskı karşısında onu himayesine almıştır. Sultan, Blak ı İstanbul a davet etmiş ve Le Moniteur Ottoman (Takvim-i Vakayi'nin Fransızcası) ismi ile yeni ve resmi bir gazete çıkarması için gerekli desteği sağlamıştır. Ayrıca padişah kendisine İftihar Nişanı vermiştir. Blak ın Fransa ya yaptığı bir seyahatte şüpheli ölümünün ardından oğlu Eduard Blak ın Fransa da öğrenimini tamamlaması temin edilmiş ve Türkiye ye döndükten sonra çeşitli devlet görevleri verilmiştir. Bu görevler arasında Paris te ataşelik, Napoli de konsolosluk, Osmanlı nın ilk Washington büyükelçiliği ve 1876 da Matbuat Müdürlüğü gibi önemli görevler vardır (Ertuğ, 1970: ). Yukarıda bahsettiğimiz Osmanlı topraklarında ticaret yapan iş adamlarının ve yabancı devletlerin çıkardıkları gazeteler dışında, Napolyon'un işgal sırasında o zamanlar aslında Osmanlı'ya bağlı olan Mısır'da, 1798 yılında, siyasi çıkarlarını savunmak için çıkarttığı iki gazete vardır (Ertuğ, 1970:143). Görünen o ki Osmanlı devleti bu yıllarda gazete yolu ile tanıtımın, aynı şekilde artık kendisinden çok daha ileri seviyede bulunan ülkelerde yayımlanan gazetelerin takip edilmesinin önemini kavramıştı. Zira söz konusu gazeteler araştırmamızın önceki bölümlerinde bahsedildiği üzere belirli siyasi ve ekonomik çıkarlara bağlı olarak hareket ediyordu. Söz konusu iletişim araçlarının bu özelliği ülkelerindeki fikir cereyanlarını temsil etmeleri anlamına geliyordu. Bu durum, Batılı ülkelerin Türk devletinin siyasetine bakışlarını anlamak ve bu doğrultuda hareket etmek açısından önem arz ediyordu. Ayrıca hem Türklere hem de Osmanlı da yaşayan yabancılara 109

118 yönelik yayınlar yapan gazetelerde Osmanlı devleti lehine yayınlar yapılmasının etkili olduğu anlaşılmaya başlanmıştı. Saydığımız bu çabalar aslında günümüzdeki Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü nün çalışma gayelerinin temelini oluşturan çabalardır. Değişen tek şey söz konusu iletişim araçlarının niceliksel ve niteliksel olarak gelişmesi ve devlet-basın ilişkisinin resmiyette bazı sınırlayıcı yasalara tabi olmasıdır Takvim-i Vakayi Mevkute denebilecek ilk Türk gazetesi 11 Kasım 1831'de yayına başlamıştır. Takvim-i Vakayi olarak adlandırılan bu ilk Türkçe gazetenin yayınlanması Sultan II. Mahmud'un şahsi gayreti ve ilgisi ile mümkün olmuştur (Ertuğ, 1970:144). Takvim-i Vakayi resmi bir gazete olsa da bazı yönleri ile resmi gazetelere tam anlamıyla benzemez. Gazete gayri resmi yazıların yanı sıra haberleri de ihtiva eder. Bu nedenle onu bir bakımdan fikir, bir bakımdan haber gazetesine de benzetebiliriz (İskit, 1943:3-4). Padişahı böyle bir gazete çıkarmaya sevk eden başlıca neden, Alexandre Blak'ın İzmir'de yayımladığı Fransızca gazetenin hem ülke içerisinde hem de yabancı çevrelerde bıraktığı, ülke açısından olumlu etkidir. Padişah, bir yabancının Türk davasını destekleyen bu yayını, böyle iyi bir etki bırakmışsa, Türklerin çıkaracağı bir gazetenin daha da etkili olacağını düşünmüştür. Osmanlı devletinin vatandaşlarına ve yabancı devletlere duyuracak birçok meselesi vardı. Kurulan bu gazete ilk zamanlar resmi tebliğ ve haberler yanında iç ve dış olaylara ilişkin havadisleri de bildiriyordu. Gazetenin resmi kısmında devlet faaliyetleri ile ilgili çeşitli haberler, gayri resmi kısmında ise etraftan duyulan, öğrenilen çeşitli eğitim, bilim, sanat ve ticaret haberlerine yer veriliyordu (Ertuğ, 1970: ). 110

119 Takvim-i Vakayi reformculuk siyasetinin bir tezahürü olduğu kadar merkeziyetçilik düşüncesinin de bir vasıtasıdır ve bazı hedefler yanında, onunla ulaşılmak istenen, iç kamuoyunu, idarenin istediği yönde oluşturmaktır (Yazıcı, 1994). Ayrıca bu gazete daha önce belirttiğimiz gibi Paris elçisi Mustafa Reşit Paşa'nın isteği ile yayına başlaması ile birlikte Fransızcaya da çevrilerek Batıda propaganda için kullanılmıştır. Gazete ilk sayısında adet basılmış ve bakanlara, âlimlere, askeri ve mülki idarecilere, memurlara, şehir ve kasaba eşrafına ve yabancı elçiliklere dağıtılmıştır. Daha sonra gazete her sayısında biraz daha olgunlaşmış ve haber çeşitliliğini artırmıştır. Sekizinci sayısında Mısır meselesinden bahseden bir tercüme makaleye yer vermiştir. İlerleyen sayılarında da yine Osmanlı sınırları çevresindeki gelişmelere ve ülkenin menfaatine yönelik yazılara devam edilmiştir. 54. sayıda Mısır'lı İbrahim Paşa kumandasındaki Mısır ordusuna yenilen Asâkir-i Mensure-i Muhammediye'yi savunmuştur. Bu yazı gazeteciliğimizdeki ilk makale sayılabilir (Ertuğ, 1970: ). Osmanlı devleti henüz Tanzimat devrine girmeden önce yazılı basın yolu ile hem kendini tanıtmanın hem de yine aynı yolla gelişmeleri takip etmenin önemini kavramış görünüyordu. Takvim-i Vakayi ile devletin bu yolda ilk adımları atmaya başladığını söyleyebiliriz. 25 Ekim 1839'da ilan edilen Tanzimatın, Takvim-i Vakayi üzerinde de etkileri olmuştur. Tanzimat devlet idaresinde yeni bir devri müjdeliyordu. Takvim-i Vakayi de bunun gerisinde kalamazdı. Tanzimat Fermanı adı altında okunan Gülhane Hattı, Takvim-i Vakayi'nin bir ilavesi olarak basılmış ve dağıtılmıştır. Daha sonra gazetede 111

120 yer alan haberler biraz daha zenginleşmiş, gazetenin çeşitli dillerde basımı için gayret sarf edilmiştir. Fransız gazetelerinde Tanzimatla ilgili çıkan haberler nakil vasıtası ile yayımlanmıştır. Bu dönemde Mısır meselesinde önemli gelişmeler yaşandığından gazete zamanı beklenmeden sık sık basılmaya başlanmıştır (Ertuğ, 1970: ). Takvim-i Vakayi, Tanzimat'ın ilanının ardından rağbet görmüşse de ilerleyen yıllarda üzerindeki ilgi azalmıştır. 1840'tan itibaren Ceride-i Havadis ve onu takip eden diğer süreli yayınların ortaya çıkması ile Takvim-i Vakayi'e olan ilgi büsbütün kaybolmuştur. 1860'tan sonra da Takvim-i Vakayi resmi gazete haline gelmiş ve gerçek gazete olmaktan çıkmıştır (Ertuğ, 1970: ) Sultan Abdülmecid Dönemi Osmanlı Devletini Yenileşme Yönünde Yasal Düzenlemelere Götüren Sebepler Osmanlı İmparatorluğu Balkanlardaki toprakları fethettiğinde buralardaki topraklarda çalışan köylü feodal bir yapıya tabi idi. Bu topraklar Osmanlı kontrolüne geçtikten sonra tımar sistemine dâhil oldu ve köylü yine toprağa sahip olamadı; ancak devlet adına toprakları işleyip vergi toplayan sipahinin de topraklar üzerinde hakkı yoktu. Bu yeni durumda bölge halkını oluşturan Hıristiyanlar fayda buldular. Toprak beylerinin baskısı ve adaletsizliği olmadığından uzun bir süre isyan etmediler. Fakat Osmanlı İmparatorluğunda merkezi gücün zayıflaması ile birlikte XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren toprak rejimi bozulmaya başladı. Bu dönemde aslında Osmanlı devletine bağlı olan ağalar, beyler ve ayanlar toprakları sahiplenmeye başladılar. Dolayısıyla toprak üzerinde çalışan halk da bu kişilerin 112

121 altında yeniden serf haline geldi. Bu durum aynı zamanda ekonomisi tarıma dayanan ülkede devletin önemli bir gelir kaynağından da mahrum kalmasını beraberinde getirdi. Devletin yaptığı yenileşme çabaları çerçevesinde atılan adımlar dâhilinde de yeni toprak sahibi olan zümre lehine kayırmacılık devam ettiği için bölge halkı ekonomik olarak perişan duruma düştü. Tanzimat ile Osmanlı devleti bu arazi meselesini halkın yararına olacak biçimde çözmekte başarısız oldu. Böyle olunca daha önce halinden memnun olan halk ayaklanmaya başladı. İsyan eden reayanın tek meselesi toprak da değildi üstelik; vergi sorunu, dini hürriyet ve eşitlik de başlıca sorunlar arasındaydı ve isyanlara sebep teşkil ediyordu (İnalcık, 2012:31-48). Görülmektedir ki Osmanlı da da siyasal yapının değişmesini tetikleyen ilk unsurlar yine ekonomiktir. Toprak rejiminin bozulması ile ülkenin üretim biçiminde meydana gelen değişiklikler bir süre sonra üst yapısal kurumları, yani siyasi otoriteyi etkileyecek duruma gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında daha önce meydana gelmeyen bu isyanlar bir yandan, Avrupa'nın önü alınmaz ilerlemesi ise öte yandan baskı unsuru oluşturuyordu. Avrupa devletlerinin ve Rusya'nın yakın ilgisi ile oluşturdukları tehdit ve gayrimüslim halkın isyanı, Osmanlı'nın Avrupa içlerindeki toprakları elinde tutmasını giderek zorlaştırıyordu. Bu nedenle devlet acil olarak bir şeyler yapma ihtiyacı hissediyordu. Tanzimat, Islahat ve Kanun-i Esasi'ye bu sebeplerden gerek duyuldu. Ayrıca Osmanlı topraklarının büyük bir pazar oluşu Avrupalı ülkelerin buraya olan ilgisini giderek artıyordu. Bu sebeple Mehmet Ali Paşa isyanında Batılıların Osmanlı'ya yardımı sayesinde II Mahmud, Mısır sorununu atlatmayı başardı. Ancak bu yardımın bir bedeli olarak Batılı ülkelere çeşitli ticari ayrıcalıklar vermeyi ve 113

122 istedikleri reformları da yapmayı taahhüt etti. Bu dönemde Batıda görevlendirilmiş Osmanlı diplomatları da Batıyı ülke içerisinde tanıtmakta başarılı oldular ve böylece Batıyı örnek alacak reformların çerçevesi şekillenmeye başladı (Sander, 2009: ) Tanzimat Fermanı Tanzimat hakkında yapılan araştırmalar sonucunda üzerinde varılmış bir mutabakat yoktur. Hemen her alanı tartışma konusu olan bir çağdır Tanzimat. Bu haliyle uzun yıllardır araştırılmakta ve bu araştırmalar neticesinde farklı yönleri ortaya çıkarılmaktadır. Başlangıcı 3 Kasım 1839 olan Tanzimat devrinin bitişi konusunda görüş ayrılıkları vardır 8 (Kırtekin, 2006:32-33). Tanzimat fermanı, Osmanlı nın gelişimini ve uzun müddet devam eden hâkimiyetini Şeriat kaidelerine bağlılıkla ve içinde bulunulan gerilemişliğin nedenini bu zamana kadar takip edilmiş bu doğru yoldan sapmak şeklinde tespit etmekle, sebepler açısından tamamen klasik anlam dünyasına atıfta bulunmaktadır. Fakat çözüm için ortaya koyduğu yol tamamen farklıdır. İnsanların emniyet içinde ve eşit bir biçimde yaşamlarını veya iktidarın -gönüllü bir biçimde de olsa- sınırlanmasını bir tarafa bırakacak olursak, Tanzimat Fermanı nın en temel özelliği, batıyı yeni bir kıble olarak görmesidir (Karal, 2012). Bu özelliği nedeniyle fermanda Batılı ülkelerin etkileri görülmektedir. Fransızlar, Osmanlı devletinin Batı medeniyetine ve Avrupa devletleri genel hukukuna girmesini tavsiye ettikleri sırada İngilizler de geniş kapsamlı bir ıslahat 8 En fazla kabul gören görüşe göre Tanzimat, Âli Paşa nın ölüm tarihi olan 1871 ile beraber biter. Bu anlayış devri, Tanzimat döneminin en aktif isimleri olan Mustafa Reşit Paşa, Fuad Paşa ve Âli Paşa ile sınırlı tutar. Temel görüşü Tanzimat ı hayata geçiren ve şekillendiren kadronun tarih sahnesinden çekilmesiyle bu dönemin de bittiği yolundadır. Ama Tanzimatın bitişini, Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekildiği döneme kadar süren bir devir olarak kabul eden görüşler de mevcuttur (Kırtekin, 2006:32-33). 114

123 yapması gerektiğinde ısrar ediyordu (Karal, 2012:125). Batılı ülkeler açısından bu yakın ilginin nedeni öncelikle tüccarlarının önündeki engellerin kaldırılması ve bu büyük pazar ile alış verişe başlamaktır. Bunun içinse tebaa eşitliği gereklidir. II. Mahmud halife olmasına rağmen, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın isyanı karşısındaki zor durumundan ancak Rusya ve Batılı ülkelerin yardımı ile kurtulabilmiştir. Bunun karşılığında da Batılı ülkelerin istedikleri tebaa eşitliğini sağlamıştır. Hem Sultan, bunu medeniyete ve Avrupa ülkeleri genel hukukuna dâhil olmak için bir fırsat olarak görmüştür. Bu durumda, Osmanlı İmparatorluğu'nu Batı ile yakınlaştırmak üzere çok çalışan Mustafa Reşit Paşa'nın işi çok kolaylaşmıştır. Paşa derhal İstanbul'daki Batılı elçileri saraya çağırarak padişahın ağzından şu ifadeleri duymalarını sağlamıştır: "...Ben tebaamın Müslüman'ını camide, Hıristiyan'ını kilisede, Musevi'sini havrada fark ederim. Aralarında başka fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır." Ne var ki Batılılar açısından bu sözlerin belgelenmesi gerekmektedir. Bu belgenin kapsamı için de Mustafa Reşit paşa çalışmaya başlamıştır 9 (Karal, 2012: ). Çalışmalar devam ederken Mısır sorununun ikinci safhası baş göstermiştir ve Mehmet Ali Paşa ordusu ile Anadolu'ya girmiştir. Osmanlı'dan zafer müjdesi beklerken II. Mahmud'un ölüm haberi gelmiş ve yerine 16 yaşındaki oğlu Abdülmecid tahta geçmiştir. Osmanlı'nın bu buhrandan tek başına çıkması imkânsızdır ve büyük devletlerin yine yardımı gerekmiştir. Batılıları yardıma ikna etmek için de Mustafa Reşit Paşa, II. Mahmud zamanında hazırlanan Tanzimat-ı 9 Bu çalışma kapsamında Tanzimat-ı Hayriye ismi ile yayınlanacak olan belgenin hükümlerini belirlemekte ve uygulamasını kontrol etmekte görevli olacak Meclis-i Ahkam-ı Adliye oluşturuldu. Mustafa Reşit Paşa bu meclisi Batıdaki bazı örneklerinde olduğu gibi Meşrutiyet tarzında biçimlendirmek istemiyordu, çünkü seçimle gelen ve azledilmekten muaf olacak üyelerinin zamanla ıslahat hareketine engel olmalarından korkuyordu. Bu sebeple üyelerinin yine Sultan tarafından atanacağı bir meclis oluşturulmaya çalışılıyordu (Karal, 2012:128). 115

124 Hayriye'nin kabulü için yeni Sultanı ikna etmiş ve belge Hatt-ı Hümayun şeklinde Gülhane bahçesinde ilân edilmiştir (Karal, 2012:128). Fermanda temel olarak padişahın ve hükûmetin takdirine dayalı uygulamalara son verilmekte, halk arasında eşitlik sağlanmakta ve halk-devlet arasındaki ilişki tespit edilmektedir. Yani bu ferman aynı zamanda gücünü Şeriat'tan alan Sultanın yetkilerini dünyevi bir prensipler dizisi ile sınırlandırmaktadır ve halk arasında Müslüman-Hıristiyan ayrımını ortadan kaldırmaktadır (Karal, 2012:130). Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdülhamid'in de bir anayasa gibi kabul ettikleri (Karal, 2012:130) bu ferman siyasal bir değişikliğe işaret ediyor olsa da Batıda yaşanmış devrimlerden farklıdır. Batı'daki devrimler halk tabanından yükselen bir sınıfın üstünlük mücadelesi neticesinde gerçekleşmiştir. Batı toplumundaki altyapıya ait unsurların gelişmeleri ile birlikte üstyapısal unsurlar da belli bir düzeye kadar değişim ve gelişim göstermişlerdir. Ancak Sanayi Devrimi gibi büyük bir altyapısal sıçrama için Batıda artık siyasal sistemin kökten değişmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kısacası devrimi getiren güç halkın içinden çıkmıştır ve zayıflıktan değil aksine daha güçlü olma yolunda atılan bir adımdır. Türk topraklarındaki bu değişim ise daha ziyade devletin çeşitli baskılara maruz kalmasından ötürü zorunlu olarak yaptığı bir değişimdir. Çünkü bu değişim, toprak rejiminin bozulması neticesinde ekonomik sıkıntıya düşülmesi, Batılı ülkelerin ilerlemesi karşısında adım atılamaması, Mısır'da çıkan isyan, Yunanlıların isyan ile bağımsızlıklarını ilân etmeleri ve dağılmakla yüz yüze kalan devletin kendisini yenilediği ve ayağa kalkacağı imajını yaratmak üzere mecbur kaldığı bir adımdır. Yani güçlenmekten değil zayıflıktan ileri gelmektedir. Batıdaki devrimlerin tek bir baskı unsuru vardı; o da alttan gelen baskı yani halktı. Osmanlı'daki bu değişimin ise baskı unsurları isyan 116

125 içindeki halkın yanı sıra, yenilik yapmak ve otoritesini kurtarmak isteyen siyasal yönetimin kendisi (ve büyük pay sahibi devlet yönetimindeki yetki sahipleri), ayrıca Osmanlı'nın değişmesi ve ticaretin önündeki engelleri kaldırmasını isteyen Batılı güçlerdir. Durum böyle olunca yapılan yeniliğin tanıtılması, baskı unsuru olan tüm taraflara anlatılması ve akabinde bir geri bildirim alınması ihtiyacı vardır. Bunun için Osmanlı yönetimi enformasyon araçlarını daha sık kullanmaya ve hatta bilfiil bu işle uğraşacak kadrolar oluşturmaya yönelecektir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi kendini tanıtmak ve kendi hakkındaki düşünceleri öğrenmek, Türk devleti için çok önemli bir uğraş haline gelmiştir İlk Gazeteler Tanzimat devri ülkemizde basının gerçek başlangıcının yaşandığı dönemdir ve Jön Türklerin basınımızı ülke dışına çıkardığı dönemdir. Tanzimat aynı zamanda, basın organlarının ortaya çıkması ile devletin, önce yasal düzenlemeler yapma, daha sonra bazı tedbirler alma ve nihayetinde düzenlemeleri uygulayacak bazı kurumları oluşturma gereği duyduğu bir dönemdir (Yazıcı, 1994:56). Osmanlı devleti bu dönemde ülke içerisinde ve Avrupa'da kamuoyu oluşturmak, davasını savunmak ve devlet faaliyetleri ile ilgili olarak ortada dolaşan aleyhte haberlere karşı kendini savunmak üzere çabalarını artırmıştır. Bunun içinde öncelikli olarak kontrol altında tutabileceği ve istediği yönde hareket edecek kişilere gazete basma izni vermiş ve bu kişileri maddi olarak desteklemiştir. Bu doğrultuda 1840 ta William Churchill isimli bir İngiliz tarafından padişahtan ferman ve devlet desteği alınmış, buna dayanarak 1841'de Ceride-i Havadis yayına 117

126 başlamıştır. Bu gazete Türkçedir, ancak bir Türk tarafından çıkarılmamaktadır. Buna rağmen padişahtan destek almıştır. (Kardeş, 1980:49; İskit, 1943:4; Yazıcı,1994:57). Churchill, Ceride-i Havadis'in yanında İzmir'de bir de İngilizce gazete çıkarmak istemiştir. Her ikisine de müsaade edilmiştir; çünkü İzmir'de çıkacak İngilizce gazeteden büyük faydalar beklenmektedir. Gazetelerin masrafları Churchill'e ait olsa da kendisine ayda kuruş hazineden yardım sağlanmıştır. Ancak söz konusu edilen İngilizce gazetenin hayata geçtiğine ilişkin bilgi bulunmamaktadır. Ceride-i havadis ise bir türlü istenen abone sayısına ulaşamamıştır (Yazıcı, 1994:57-60). Daha önce de bahsettiğimiz gibi Osmanlı topraklarında okuma alışkanlığının yayılıp gelişmemesi, gazetelerin devlet gücünden bağımsız olarak ayakta kalmalarına engel teşkil etmektedir. Basın tarihçileri hükûmetten aldığı destek nedeniyle Ceride-i Havadis'i yarı-resmi olarak nitelendirme eğilimindedirler. Gazetenin yardım aldığı doğrudur, ancak devlet özellikle resmi sıfatına sahip olmamasını arzu etmiştir. Devlet için önemli olan iç ve dış kamuoyunu kendi bakış açısı istikametinde bilgilendirmek, haber akışını kendi istediği yönde şekillendirmektir. Bunun için doğrudan sahiplik yolunu Takvim-i Vakayi (ve yabancı dillerdeki baskıları) ile zaten denemiştir. Ancak istenen başarıyı sağlayamamıştır. Geriye kalan, özel teşebbüs ile çıkacak gazeteleri desteklemek ve arzu edilen doğrultuda yönlendirmektir. Devletin bu çabasına başka bir örnek de Blak'tan sonra Le Moniteur Ottoman'dan boşalan yere aslında tamamen kendi kontrolünde ancak görünürde bir yabancı tarafından yönetilen Fransızca bir gazete çıkarmasıdır (Yazıcı, 1994:62-63). Aslına bakılırsa Anadolu Ajansı'nın kuruluşu ve günümüzdeki varlığı da aynı kapsama girmektedir. Anadolu Ajansı devlet denetimi altında, devlet desteği ile çalışırken resmi bir kurum değildir. Uluslararası basın 118

127 organları tarafından "devlet kontrolündeki haber ajansı" olarak nitelendirilen Ajans, devletin siyasetine uygun biçimde iç ve dış basına kaynak oluşturması amacıyla görevine devam etmektedir. 21 Ekim 1860'ta ilk özel teşebbüs ile hem Türkçe hem de bir Türk gazetesi olarak Ağah Efendi nin Tercüman-ı Ahval gazetesi çıkmıştır (Kardeş, 1980:49; Yazıcı, 1994:67). Tercüman-ı Ahval, belirli kurallara riayet etmek kaydıyla çıkarılmasına müsaade edilen, sadece haber değil aynı zamanda bir fikir gazetesidir. (Yazıcı, 1994:68). Daha sonra Tercüman-ı Ahval da çalışan Şinasi, bu gazeteden ayrılarak 28 Haziran 1862 de Tasviri Efkâr gazetesini çıkarmıştır. Bu gazete ile fikir gazeteciliği bir adım daha atmıştır. Gazete daha sonra Namık Kemal ve Recai-zade Mahmut Ekrem tarafından yönetilmiştir (Yazıcı, 1994:68). Birazda bu dönemde devletin kendisini Avrupa'da tanıtmaya yönelik desteklediği Batılı gazete ve gazetecilere değinelim kısaca: Ceride-i Havadis'in beklendiği gibi İngilizce bir baskısının hayata geçmemesi neticesinde İzmir'de daha önce Blak bey ile çalışmış olan Fransız gazeteci Deschamps'a, Osmanlı hakkında Avrupa'ya bilgi aktaracak bir araca duyulan ihtiyaç iletilmiş ve kendisi ile birlikte çalışma arzusu dile getirilmiştir. Deschamps, bu mantıkla kurulan Impartial gazetesine alınmış ve bu gazetenin asıl müdürlüğüne de Danimarka konsolosu aylığa bağlanarak getirilmiştir. Deschamps, Jounal des Debats gibi ünlü Fransız gazetelerinde lehte yazılar çıkarılmasına da aracılık etmiştir. Deschamps, ayrıca İstanbul da yabancı dilde gazete çıkmasının iyi olacağını tavsiye etmiştir. Bunun üzerine İstanbul'da 1843'de Journal de Constantinople kurulmuştur 119

128 ve 1846 yılında İzmir'deki Echo de I'Orient ile birleştirilerek daha etkili bir nitelik kazandırılmıştır. Bu oluşum için Bab-ı Ali nin hazırladığı mukavele, ilgili yayın organının kuruluşundaki maksadı açıklaması açısından önemlidir: "Asıl Maksat (...) Devleti Aliye ile dost ve müttefik devletler arasındaki barış ve yardımlaşmanın bir kat daha artmasıdır. Bütün içeriğinin, devlet politikasına karşı olmayacağını, bütün tebaa ve reayanın çıkarlarını tarafsızca korumayı ve Devleti Aliye ile dost devletlere dokunacak bir şey yayınlamamayı, yahut bunlardan birini daha fazla öne çıkarmamayı açıkça taahhüt eder. ( ) Bab-ı Ali tarafından halka bildirilmesi uygun görülen bütün konular gazeteye bildirilip basılır ve ülkede yayınlanan diğer gazeteler bu konuları ondan alarak yayınlamaya izinli olacaklardır. Dolayısıyla kendisine Bab-ı Ali'den ilgili memurlar gösterilecektir." (Koloğlu, 2010:47-49). Görülmektedir ki Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde hem ülke içerisinde hem de ülke dışına yönelik olarak kamuoyu oluşturmak için basın araçlarını kullanma çabasına hız kazandırmıştır. Kullandığı yöntem ise doğrudan sahipliğin başarısız olması nedeniyle görünürde özel teşebbüsün sahip olduğu, aslında devletin desteği ve kontrolünde bulunan gazeteleri yönlendirmektir. Öte yandan ülkede çıkan diğer gazetelere kaynaklık edecek bir gazeteyi kontrol etme fikri, devlet eliyle bir haber ajansı oluşturulmasını çağrıştırmaktadır. Fikri açıdan Anadolu Ajansı'nın kökenini burada bulabiliriz. Ayrıca birçok gazetenin çıkmış olması ve devlet desteği alıyor olmaları, Osmanlı'nın basının gelişmesini sadece kendi kontrolünde olduğu müddetçe arzu ettiğini göstermektedir. Zira bu dönemde devlet desteği bulunmayan yayınların ekonomik olarak ayakta kalmaları zor olmuştur. Devletin bu dönemdeki kontrolü aynı zamanda, gazetelerin ekonomik bağımsızlık elde edecek kadar 120

129 yaygınlaştıklarında gelecek olan sıkı denetiminin habercisidir. Devletin enformasyon araçlarına yönelik ilgisi arttıkça bu konuda düzenleme yapması, düzenlemelerini uygulayacak ve dorudan enformasyon alanında çalışacak teşkilatlar kurması kaçınılmaz hale gelmektedir. Nitekim devlet hepsini de sırasıyla yapmıştır Genel Hatları İle Sultan Abdülmecid'in Islahat Hareketleri Sultan Abdülmecid, babası II. Mahmud tarafından başlatılan yenilik ve değişim çabalarını devam ettirme isteği ile reformist kimliğini ortaya koymuştur. Nitekim tahta çıktıktan kısa bir süre sonra 3 Kasım 1839 da Tanzimat Fermanını yayınlamıştır (Şıvgın, 2000:514). Tanzimat Fermanının ardından ortaya çıkan en önemli değişimin, Batıda görülen yasal düzenlemelerin yapılması olarak nitelendirilebilir. Gerek ceza hukuku ve gerekse diğer hukuk alanlarında Avrupa ve özellikle Fransız hukuku esas alınarak yapılan düzenlemeler, hukuksal alanda yapılan reformlar olarak dikkat çekmektedir. Hukuk alanındaki diğer bir yenilik ise "Nizamiye Mahkemeleri" adıyla kurulan modern mahkemelerdir (Gözler, 2007:16). Diğer bir dikkat çekici yenilik ise eğitim alanında yapılan köklü değişim ve eğitimin batı standartlarına getirilmesi çalışmalarıdır. Özellikle kamuya nitelikli memur yetiştirilmesi amacıyla kurulan "Darül Muallim" ve "Mülkiye Mektepleri" ile nitelikli ve batılı eğitimin temelleri atılmıştır (Saydam, 2002 den aktaran Karabulut, 2010:134). Osmanlı nın köhneleşmiş ekonomik ve sosyal yapısını değiştirme anlamında gerçekleştirilen ve ekonomiyi daha makro düzeye taşımayı amaçlayan vergilerin kamu eliyle toplanması yönünde yapılan değişikliklerdir. Klasik Osmanlı Devlet 121

130 anlayışı içerisinde yer alan İltizam Usulü ile vergilerin toplanmasına son verilmiş ve tüm vergiler devlet memurları tarafından toplanmaya başlamıştır (Erdem, 2006:19-22). XIX. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde Osmanlı topraklarında yenileşme hareketlerinin mevcut olduğunu ancak bunların Batının gelişmesine yine de benzemediğini görüyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz yenilik çabaları yine siyasal otorite tarafından, belirli baskıları bertaraf etmek ve otoriteyi korumak için girişilmiş adımlardır. Ülkenin altyapı unsurlarının gelişmesi söz konusu değildir. Bu nedenle yapılan yeniliklerin günübirlik olmaktan, halk veya dış güçlerden gelen baskıları geçici olarak savuşturmaktan öteye geçmesi mümkün değildir yılında Rusya, İngiltere ile bir ittifak sağlayarak Osmanlı yı parçalayıp paylaşma amacını, İngiltere nin yanaşmaması üzerine tek başına gerçekleştirmek üzere Osmanlı Devleti ile Kırım Savaşını başlatmıştır. Osmanlı Devletinin dönemin en önemli ve güçlü iki devleti olan Fransa ve İngiltere yi kendine müttefik olarak alması, Rusya nın Kırım Savaşından yenik ayrılmasını sağlamıştır. Kırım Savaşı, Avrupa'nın beklentilerini tam karşılamadığını düşündüğü Tanzimat Fermanının ardından Osmanlı Devleti üzerindeki siyasal ve ekonomik baskıyı arttırmakta bir sebep ve araç olmuştur. Ruslara karşı Osmanlı nın yanında yer alan Fransa ve İngiltere, savaşın bitmesinden sonra 1 Şubat 1856 da Viyana Protokolü ile Osmanlı Devleti içinde yaşayan gayrimüslimlere çeşitli haklar verilmesi ve Müslüman halkla eşit haklara sahip olmalarını sağlamışlardır (Gümüş, 2008: ). Söz konusu düzenleme Islahat Fermanı ile hayata geçirilmiştir ve asıl amacı Osmanlı toprakları üzerinde Batılı tüccarların rahat hareket etmeleri, Müslüman halk ile eşit şartlarda olmaları böylece Osmanlı gibi büyük bir pazarın Batıya açılması olmuştur. 122

131 Görüldüğü gibi Rusların oluşturduğu baskı bertaraf edilse de Batılı ülkelerden gelen bir başka baskı onun yerini almıştır. Devletin bu baskılara göğüs gerememesinin temel nedeni de ekonomik olarak ayakta kalacak güce sahip olmamasından ileri gelmektedir. Zaten zayıf olan ülkenin altyapısal unsurları tımar sisteminin de çökmesi ile daha da zayıflamıştır Islahat Fermanı Yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler ışığında Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimler için "Islahat Fermanı" adıyla bir dizi hak ve yenilikler getirilmiştir. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı gibi bir anayasa olarak nitelendirilemez. Islahat Fermanı, padişahın kendi isteği ile yetkilerini sınırlandırdığı ve tebaasına bazı haklar verdiği anayasal bir belge olarak nitelendirilebilir (Gözler, 2007:8 den aktaran Gümüş:2008:219). Islahat Fermanı nın yayınlanmasındaki asıl amacın; Osmanlı Devleti üzerinde siyasal ve ekonomik ağırlığı olan Fransa ve İngiltere nin baskılarını azaltmak ve Fransız Devrimi ile yayılan eşitlik söylemlerine bağlı olarak, Osmanlı topraklarında ortaya çıkabilecek gayrimüslim halkın ayaklanmasının önüne geçebilmektir. Fermanın diğer bir amacı ise hukuki temele dayalı bir vatandaşlık bağı oluşturarak, temelde "Osmanlı Vatandaşlığı" olgusunu oluşturmaktır. Islahat Fermanı nın gayrimüslimler açısından getirdiği haklar arasında; din ve vicdan özgürlüğünün sağlanmasının güvence altına alınması, Müslümanlar gibi devlet memuru olabilmeleri, yerel yönetimlerde oluşturulan il genel meclislerine katılabilmeleri, kendi okullarını açabilme hakkı ve Osmanlı topraklarında şirket sahibi olmaları yer almaktadır (Gümüş, 2008). Islahat Fermanı nın kabul edilmesine ilk tepki, sahip oldukları ayrıcalıkları kaybetme korkusuna kapılan ve gayrimüslimlerle eşit haklara sahip olmayı dinen de sakıncalı 123

132 olarak addeden Müslümanlardan gelmiştir. Islahat Fermanı nın kabulünden sonra ortaya konan tepkiler ülkede çeşitli karışıklıkların ortaya çıkmasına neden olmuş, bunlardan en serti Cidde ve Suriye de yaşanan ayaklanmalar olarak tarihe geçmiştir (Gümüş, 2008: ) Jön Türkler Tanzimat Fermanının ardından oluşan görece özgürlük ortamı, hak ve özgürlüklerin yasal olarak güvence altına alınması ve giderek batı benzeri bir siyasi yapının ilk işaretleri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu nda yeni bir sosyal ve siyasi akımın doğmasına neden olmuştur. Jön Türkler adı verilen bu akım, Osmanlı aydınlarının oluşturduğu bir yapıdır. Jön Türkler özellikle Osmanlı da temeli meşrutiyete dayalı bir yönetim sisteminin kurulması gerektiğini savunmaktadırlar. I. Meşrutiyet in ilan edilmesinden sonra, demokratikleşmeye dönük adımların atılmasını, serbest seçimlere gidilmesini ve Osmanlı nın geleceğinin seçimle oluşacak meclise bırakılmasını istemişlerdir (Durdu, 2003:291). Bu akımın çalışmaları uzun yıllar devam etmiş ve fikirlerini yaymak için temel olarak enformasyon araçlarını kullanmışlar, gazeteler vasıtasıyla kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır. Jön Türkler akımının en bilinen siyasilerinden olan sadrazam Mithat Paşa başta olmak üzere, akımda dönemin yazar, aydın (Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Agah Efendi, vb.) ve devlet adamları yer almaktaydı. Jön Türkler akımı ve buna bağlı olarak hürriyet ve meşrutiyet düşünceleri dönemin küçük ve büyük memurlar ile subaylar, mühendishane ve tıbbiye öğrencileri arasında da geniş yankılar buluyordu. Özellikle II. Abdülhamid döneminde padişahın özgürlükleri 124

133 kısıtlaması ve baskı yönetimini arttırması üzerine, önce imparatorluk toprakları ve sonrasında ise diğer ülkelerde kurulan gizli yapılanma ve örgütlenmelere de Jön Türkler ismi verilmiştir. Jön Türklerin ana amacı padişah II. Abdülhamid tarafından askıya alınan 1876 Anayasası nı tekrar uygulatmak ve devletin meşrutiyet ile yönetilmesini sağlamaktı (Durdu, 2003: ). Görüldüğü üzere Jön Türk akımı, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Genç Osmanlılar, ardından Jön Türkler ve daha sonra İttihat ve Terakki düşüncesine kadar uzanan ve Osmanlı nın yıkılışına kadar devam eden siyasal ve sosyal bir düşünce olarak tarihte yer almıştır Sultan Abdulaziz Dönemi Matbuat İdaresi'nin kurulması ve Matbuat Nizamnamesi Devlet yöneticileri henüz sayısı az ama giderek artan gazeteler nedeniyle Avrupa'da gördükleri olumsuzlukların (Napolyon'a karşı muhalefet gibi) benzerleri ile karşılaşmamak için basının önünün şimdiden kesilmesi gerektiğine karar vermişlerdir. Bunun için de Avrupa'da uzun yıllar görev yapmış olan Fuat Paşa, Fransa'nın basın kanununu çevirttirmiştir (Özbay, 2014:130). Bu kanun, basına karşı sert önlemler alan ve basını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı amaç edinen Napolyon yönetimi tarafından 1852'de çıkarılmıştır. Tanzimat Fermanında ve Islahat Fermanında basınla doğrudan ilgili bir hüküm bulunmamaktadır. Osmanlıda basın rejimini belirleyen ilk yasa Matbuat Nizamnamesidir. Bu nizamname aynı zamanda Matbuat Müdürlüğünün görevlerini de tespit etmektedir (İskit, 1943:14). Osmanlı daki ilk Matbuat Müdürlüğü, Matbuat Nizamnamesinden iki yıl önce, 1862 de kurulmuş, başına da Ermeni asıllı, Bâb-ı Ali Tercüme Odasından gelme 125

134 Sakızlı Ohanes bey getirilmiştir. Bu ilk Matbuat Müdürlüğü'nün kadrosunun küçük olduğu ve Maarif Nezaretine (eğitimden sorumlu bakanlık) bağlı olduğu anlaşılmaktadır (Kardeş, 1980:49-50). Matbuat Müdürlüğünün ilk yıllarda görevi Takvim-i Vakayi'nin düzenli olarak çıkmasını ve Matbaa-i Amire'nin düzgün çalışmasını sağlamaktır. Ancak Matbuat Nizamnamesinin yayınlanması ile ülkedeki tüm gazeteler görev alanına girmiştir (Yazıcı, 1994:79). Bu dönemde yayınlanan gazetelerin en önemlisi Ali Suavi'nin başyazarlığını yaptığı Muhbir'dir. Ali Suavi bu gazetedeki yazılarında hükûmetin politikasını eleştirdiği gibi satır aralarında özgürlük yanlısı bir tutum da sergiliyordu. Bunun yanı sıra Namık Kemal'in Tasfir-i Efkar'daki yazıları da Bab-ı Ali'yi tedirgin ediyor ve öfkelendiriyordu. Dış baskılarla ilan edilen Tanzimat ile gelen özgürlük sonucu ortaya çıkan eleştirilere katlanmak yönetime zor geliyordu. Sadrazam Ali Paşa, Namık Kemal'in bir yazısında "Devleti Osmaniye Şark meselesinden dolayı şiddetli bir buhran içerisindedir." demesine çok sinirlenmiş ve cevaben "Devletin zayıflığını ahalisine bildirmek yurtseverliğe uygun değildir." diyerek cevap vermiştir (Özbay, 2014: ). Bu yazı siyasi otoriteye yönelik doğrudan bir eleştiri niteliğindedir ve yönetimi çok tedirgin etmiştir, çünkü kamuoyuna hitap eden bu gazete, otoritesine tehdit oluşturmaktadır. Osmanlı devleti Avrupa'da basının kamuoyunu nasıl etkilediğini bilmektedir. Bir taraftan Batılı ülkelerden gelen baskı bir taraftan Rusların oluşturduğu tehdit söz konusudur. Bunun yanı sıra siyasi otorite, ekonomik olarak çok güç durumda olan halkın zaten bir kısmının isyan halinde, bir kısmının da patlamaya hazır olduğunu bilmektedir. Bu ortamda eleştirel basın, otorite açısından 126

135 barutla dolu bir fıçının yanı başında yanan bir ateş gibidir. Batıdaki örneklerinde de olduğu gibi Osmanlı otoritesi de basını susturma, mümkün olduğunca kendi tarafına çekme yoluna gitmiştir. Bunun için de elindeki yasama gücünü kullanmış ve çıkardığı yasaların uygulaması için de oluşturduğu teşkilatlarını görevlendirmiştir. Bu kapsamda Matbuat Müdürlüğü kurulmuş ve ardından Matbuat Nizamnamesi çıkarılmıştır. Matbuat Nizamnamesi, ülkede yayına başlayacak gazetelerin kuruluşuna ilişkin esasları ve başvuruların kurallarını belirlemenin yanı sıra gazetecilerin bağlı kalmaları gereken kuralları, suç sayılan fiilleri ve bunların cezalarını belirlemiştir (Yazıcı, 1994:76). Enformasyon araçlarının kamuoyu üzerindeki etkisinin farkında olan ve bu gücü otoritesi aleyhinde olmaktan alı koyup, çıkarı doğrultusunda kullanmayı amaç edinmiş Napolyon'un hazırladığı yasanın Osmanlı'ya uyarlanması, yönetimin sıkı bir sansür ve basın üzerinde denetim uygulanacağını zaten göstermektedir. Matbuat Müdürlüğü de devletin bu kontrolü sağlayacak aracıdır. Devletin, Matbuat Nizamnamesi ile basına getirdiği kuralları anlamak için Nizamnamenin dikkat çeken bazı maddelerine bakalım (İskit, 1943:15-17): Birinci madde, bir gazetenin veya mevkutenin yayına başlaması için hükûmetin müsaadesini zorunlu kılar, bu müsaadenin arzuya bağlı olduğunu ve her zaman geri alınabileceğini vurgular. Yine bu maddede yayın yapmak isteyenler imparatorluk tebaasından ise Maarif Nezaretine (Matbuat Müdürlüğü'nün üst birimi olarak), yabancı iseler Hariciye Nezaretine müracaat edecekleri belirtilir. 127

136 Dördüncü madde, yayın sahibi ve yetkili müdürünün yapılan yayınlardan bizzat sorumlu olduklarını belirtir. Bu kapsamda bu kişiler gazetenin her sayfasını imzalar ve Matbuat Müdürlüğüne bir nüshasını verir. Sekizinci madde, yayının resmi tebligatları yayınlamak zorunda olduğunu bildirir. Halka duyurulmak istenen tebligatlar Matbuat Müdürlüğü tarafından gazeteye iletilir ve gazete bu tebligatı yayınlar. Dokuzuncu madde, yabancı ülkelerde basılan ve Osmanlı devleti aleyhinde her türlü yayının ülke topraklarına girmesini ve dağıtımını yasaklar. Nizamnamenin diğer maddelerinde toplumsal ahlak kurallarına, asayişin sağlanmasına ilişkin kurallara, yalan ve yanlış haber yayınlanmamasına ilişkin v.b. kurallar ve bu kurallara uymayanlara verilecek cezalar yer almaktadır. Ayrıca hükümdara, ailesine, hükûmet yetkililerine, dost ülkelerin büyüklerine karşı hakaret ya da aleyhte yazı yazılmasını da yasaklar (İskit, 1943:16-17). Bu nizamnameden anlaşılmaktadır ki dönemin Matbuat Müdürlüğü, gazetelerin imzalı nüshalarını kontrol edecek, yasaya aykırı durumlar tespit ettiğinde gazetelere ceza verecektir. Ayrıca gazetelerin kurulması ile ilgili başvuruları kabul edecek ve değerlendirilmek üzere üst makamlara iletecektir. Bunun dışında bir de resmi tebligatların gazeteler tarafından yayınlanmasını sağlayacaktır. Ancak Hariciye Nezaretine bağlı olarak çalışan benzer bir birim vardır. İleriki tarihlerde bu birimden açıkça Matbuat Müdürlüğü olarak bahsedilmektedir (İskit, 1943:21). 128

137 Matbuat İdaresinin Faaliyetleri ve Meşrutiyet Öncesi Sansür 1864 te çıkarılan Matbuat Nizamnamesinde belirlenen kurallara uymayan gazetelere para cezaları, geçici kapatma cezaları veriliyordu; ancak hükûmet isterse gazeteye ceza vermek yerine tamamen kapatabilirdi de (Kardeş, 1980:50). Dönemin Gazetelerinden "Muhbir" Ali Suavi tarafından, "Tasfir-i Efkar" ise Avrupa'ya giden Şinasi'nin yerini alan Namık Kemal tarafından çıkarılmaktadır. Bu gazeteler hükûmeti eleştirdikleri, meşrutiyet fikrini yaydıkları ve yabancı gazetelerde yer alan bu gibi düşüncelere de yer verdikleri için Matbuat Nizamnamesinin hükümleri uyarınca çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. 1867'deki Ali Kararname ile Matbuat Nizamnamesinin yerine geçici olarak idari karar alma mekanizması geçince basına yönelik baskı daha da arttı ve bu geçicilik yaklaşık otuz yıl sürdü. Bu süre zarfında; Namık Kemal, Ziya Paşa, Ağah efendi, Ali Suavi gibi gazeteci ve fikir adamları Avrupa ya kaçarak çeşitli ülkelerde Türkçe gazete çıkardılar ve Meşrutiyet fikrini işlemeye devam ettiler. Tüm bu süreçte yukarıda bahsettiğimiz sansür, kısıtlama ve cezalandırma işleriyle Matbuat Müdürlüğü meşgul olmuştur (İskit, 1943:22-26; Kardeş, 1980:50). Sansürün ve basına yönelik baskının dozunu artıran sözünü ettiğimiz kararname şöyledir (Özbay, 2014:132): "...gazetelerin varlık sebepleri ve hayırlı görevleri, fikirleri birleştiren ve yararlı şeylere hizmet olduğu halde, birçok uydurma ve yalanla ve zihinleri bulandırmakla ve sonuçta halk arasında çatışmayı zorlayan bir yola gitmelerine aldırışsız bir gözle bakılması hükümetin görevine aykırı olacağından (...) güvenlik ve düzenin korunması esasına dayanarak bu kurala uymayan gazete ve dergilerin bütün devlet ve tüm 129

138 millete dönük zararlarının önlenmesi yönünden basınla ilgili düzenlemelerin hükümleri dışında olarak, hükümetçe cezalandırma işlemlerine ve koruyucu önlemler alınmasına karar verilmiştir." Bu kararname geçici olmasına rağmen uzun süre yürürlükte kalmıştır, çünkü çıkarılmasına neden olan koşullar ortadan kalkmamıştır. Yani yönetimin otoritesine yönelik olarak tehdit olarak gördüğü eleştiriler son bulmamıştır. Aynı şekilde Batı'dan ve her an ayaklanma tehlikesi bulunan halktan da baskı bitmemiştir Sultan II. Abdülhamid Dönemi I.Meşrutiyetin İlanı Tanzimat Fermanı ile oluşturulan hak ve ilkelerin uygulanması, padişah Abdülmecid in genç yaşta ölümünün ardından tahta geçen padişah Abdülaziz tarafından askıya alınmıştır. Özellikle bu dönem baskı ve keyfi yönetimin tekrar ortaya çıktığı, padişahın kamuda görev yapan pek çok memuru keyfi olarak sürgüne gönderdiği, üst düzey memuriyetlerin rüşvet karşılığı dağıtıldığı bir döneme dönüşmüştür (Durdu, 2003:292). Bu uygulamalara örnek olarak zaten oldukça sıkı hükümler içeren Matbuat Nizamnamesinin de askıya alınması ve basının kaderi ile ilgili idari karar alma yönteminin benimsenmesi verilebilir. Osmanlı nın siyasal ve ekonomik anlamda giderek kötüye giden yapısı, Balkanlar da ortaya çıkan isyanlar, Avrupa nın Osmanlı üzerindeki baskısı ve padişahın otoriter yönetimi giderek devletin yönetilemez oluşuna doğru giden bir süreci doğurmuştur yılında başlayan öğrenci hareketleri üzerine padişah istemeye istemeye sadrazamlığa Mütercim Rüştü Paşa yı getirmiştir. Genç Osmanlılar arasında yer alan Ziya Paşa ve Namık Kemal in Londra da çıkardıkları Hürriyet gazetesinde sık sık 130

139 kaleme aldıkları yazılarda, meşrutiyet yanlısı haberler ile meşrutiyet isteklerini güçlü bir dille savunmakta ve çaba göstermekteydiler. Kuşkusuz belirgin bir lider kadrosu bulunmayan Genç Osmanlıların, gerek siyasal bir oluşum içinde olmamaları ve gerekse kurumsal bir yapılarının bulunmayışı zayıf bir organizasyon yapısı olarak nitelendirilebilir. Ancak Genç Osmanlıların düşünsel çabaları ve basın yolu ile meşrutiyet yanlısı yazıları, mutlak monarşiden meşrutiye geçişte basının bir gücü olarak dikkat çekicidir diyebiliriz (Kızıltan, 2006:256). Bu dönemde Padişah Abdülaziz in dış politikada Rusya ya yanaşması, İngilizler tarafından hoş karşılanmamıştır. Ekonomik olarak Osmanlı toprakları üzerinde büyük beklenti ve yatırımları bulunan İngiltere, kendilerine yakın gördükleri V. Murat ın tahta geçmesini kendi çıkarları adına uygun görmekteydi. Padişahın baskı yönetimine karşı olan ve meşrutiyet yanlısı devlet adamları, İngilizlerin de desteği ile Şeyhülislam Hayrullah Efendinin verdiği fetvaya dayanarak padişahı tahttan indirip meşrutiyet yanlısı olarak gördükleri V. Murat ı 30 Mayıs 1876 da tahta çıkarmışlardır (Durdu, 2003: ). Ancak yeni padişahın sağlık durumunun kötü olması ve giderek kötüleşmesi üzerine üç ay sonra Vekiller Heyeti tarafından tahttan indirilerek yerine II. Abdülhamid tahta geçirilmiştir. II. Abdülhamid tahta çıkarken yeni bir anayasanın hazırlanması ve meşrutiyetin ilanı gibi değişiklikler üzerinde mutabakata vardıkları Mithat Paşa tarafından hazırlanan Kanun-i Esasi, sadrazam Mütercim Paşa nın istifası üzerine ikinci kez sadrazamlığa getirilen Mithat Paşa nın özel gayreti ile hazırlanmıştır. Osmanlı Devleti nin içinde bulunduğu siyasal kriz giderek büyük boyutlara ulaşması ve Bosna Hersek te başlayan bir ayaklanmanın giderek tüm Balkanlara yayılması, Mithat Paşa'yı Kanun-i 131

140 Esasi yi hazırlamakta acele etmeye sevk etmiştir. Nitekim Balkan sorununun çözümü için İstanbul da düzenlenen ve Batılı devletlerin de katıldığı konferansın ilk günü 23 Aralık 1876 da Osmanlının ilk Anayasası (Kanun-i Esasi) ve I. Meşrutiyet ilan edilmiştir (Kızıltan, 2006: ). Meşrutiyet in ilanı ve Kanun-i Esasi nin kabulü gerek Müslüman ve gerekse Gayrimüslim halk tarafından olumlu karşılanmıştır. Ancak meşrutiyetin ilanından kısa bir süre sonra padişah ile sadrazam Mithat Paşa arasında yetki paylaşımından kaynaklı bir kriz ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz meşrutiyetten hoşnut olmayan kesimlerin de etkisi ile kriz tırmandırılarak, anayasanın yapıcılarının tasfiye edilmesi süreci ortaya çıkmıştır. Ardından Mithat Paşa azledilerek yargılanmış, önce idam cezası almıştır, ardından da cezası müebbet hapse çevrilmiş ve Taif e sürgüne gönderilmiştir. Meclis-i Umumi adıyla oluşturulan ilk Osmanlı parlamentosu, ilki 1877 yılında ve ikincisi 1878 yılında olmak üzere iki genel toplantı yapmıştır. Meclis in eleştirel ve denetleyici yaklaşımları padişahı tedirgin etmiş ve kendisine yönelik bir darbe girişiminden korktuğu için Rus ordusunun Yeşilköy e kadar yaklaşmasını da bahane ederek Kanun-i Esasi nin 7. maddesine dayanarak meclisi tatil etmiştir. Bu tarihten sonra II. Abdülhamid in 30 yıl sürecek ve tarihe "İstibdat Dönemi" olarak geçecek baskı yönetimine geçilmiş, Kanun-i Esasi hukuken olmasa da fiilen hükümsüz hale gelmiştir (Durdu, 2003:295). Osmanlı'nın bu son dönemindeki siyasi çalkantıları Batı'daki devrimlere hem benzerlik hem de benzemezlik taşımaktadır. Benzememesinin nedeni daha temeldir: Çünkü Osmanlı'daki bu mücadele bir sınıf mücadelesi şeklinde olmamıştır. Batıda güçlenen burjuvazinin yönetimde söz sahibi olmak üzere siyasi otoriteye baş kaldırması söz konusu iken, Osmanlı'da güçlenen bir sınıftan ziyade zayıflayan siyasi 132

141 otoriteden bahsedebiliriz. Batıdaki değişim altyapı-üstyapı etkileşiminde bir aşamayı ve akabinde gelecek Sanayi Devrimi ile bu etkileşimin katlanarak devamını temsil etmektedir. Oysa Osmanlı'da Batıdakine benzer bir etkileşim bulunmamaktadır. Osmanlının bu dönemde yaşadığı siyasi mücadeleleri bir sınıf mücadelesine benzetmek üzere siyasi otoritenin ekonomik güçlükler karşısında zayıflaması ile seslerini yükseltmeye başlayan meşrutiyet yanlılarını bir sınıf olarak tanımlamak gerekir. Ancak bu zümrenin ekonomik bir temeli bulunmamaktadır. Kendileri yazar, âlim ve devlet adamı olduklarından üretim güçleri içerisinde yerleri bulunmamaktadır, dolayısıyla altyapısal bir unsur değillerdir. Bu sebeple meşrutiyet mücadelesi Batı devrimlerine benzememektedir. Benzerliği ise mücadele eden tarafların enformasyon araçlarını kullanarak kamuoyu oluşturmalarında yatmaktadır. Jön Türkler bahsettiğimiz gibi gerek ülke içerisinde gerekse Batılı ülkelerde çıkardıkları gazeteler aracılığıyla fikirlerini yaymaya çalışmışlardır. Siyasi otorite de bu yola engel olmak üzere çaba göstermiş ve elindeki imkânları kullanmıştır. Bu sebeple ortaya siyasi otoritenin özellikle basın organlarına yönelik baskısı çıkmıştır. Baskının yoğunlaştığı bu döneme de tarihçiler İstibdat Devri adı vermişlerdir. Devletin enformasyon araçlarına yönelik kontrol aparatı da araştırma konumuzun iddiasını oluşturmaktadır İstibdat Devrindeki Gelişmeler, Basında Sansür ve Matbuat İdaresinin Rolü Anayasanın 12. maddesi Basın kanun dairesinde serbesttir. demektedir, ancak bu kesin bir özgürlük tanımıyordu. Ayrıca Matbuat Nizamnamesi ve Ali Kararname yürürlükteydi. Yine de Meşrutiyetin ilanı gazetecileri sevindiriyordu, ancak bu 133

142 sevinç uzun sürmedi. Sultan II. Abdulhamit, Ruslarla savaşı bahane ederek 1877 de her alanda sıkı tedbirler almaya yönlendi (Özbay, 2014: ). II. Abdülhamid in 1878 Şubatında Meclisi kapatmasından sonra, giderek yönetim anlayışı baskı ve kısıtlamaların yaygınlaştığı bir sürece dönüşmeye başlamıştır. Sultanın bu dönemde en çok baskı uyguladığı alan basın olarak dikkat çekmektedir. Toplumsal gelişmemişliği bahane eden padişah, toplumun zihninin basındaki haberlerden zehirleneceği savı ile gazeteleri kapatmaya, Avrupa dan gelen her tür gazete, dergi ve kitapları denetlenmeye başlamış, mizah ve karikatür dergilerini yasaklamıştır (Mazıcı, 1998:135). Ayrıca 1867 tarihli Ali Kararnameye ilaveten 1876'da başka bir kararname daha çıkarıp, tüm yayınların baskıdan önce sansüre tabi tutulmasına karar verilmiştir (Özbay, 2014:133). Bu baskının uygulaması için de devletin ilgili teşkilatları olarak Matbuat Müdürlüğü, Zaptiye Nezareti ve Matbuat Hariciye Müdürlüğü kullanılmıştır (Özbay, 2014:134). Bu dönemde Ohanes Paşa dan sonra Matbuat Müdürlüğü görevine Abdullah Macit Bey getirilmiştir. Müdürlük bu dönemde İçişleri Nezaretine bağlanmıştır. II. Abdülhamid in ilk Mebusan Meclisine verdiği Matbuat Kanunu tasarısını 10 Mecliste Abdullah Macit Bey savunmuştur. Tasarının sekizinci maddesinin birinci fıkrası Türkiye de mizah gazetesi çıkarılmasını yasaklamaktadır. Ancak Komisyon mizah gazetelerinin serbest bırakılmasına karar vermiştir (Kardeş, 1980:50-51; İskit,1943:72-76). 10 Tasarıyı o zamanki Danıştay başkanlığında bir kurul incelemiştir. Daha sonra tasarı Mecliste görüşüldükten sonra 14 Mayıs 1877 de yapılan değişikliklerle kabul edilmiştir. Tasarıya göre gazetecilik yapabilmek için Osmanlı tebaasından olmak, bir yıldan fazla hapis cezası almamış olmak gibi şartlar vardı. 134

143 Gazete çıkarılması için kefalet parası alınması ve mizah gazetelerinin yasaklanması ile ilgili maddeler meclis tarafından tasarıdan çıkarıldığından padişah 11 tasarının kanunlaşmasından vazgeçmiştir (Kardeş, 1980:54). Bu nedenle de Matbuat Nizamnamesi ve Ali Kararname 1909 daki basın kanuna kadar yürürlükte kalmıştır. II. Mahmud döneminde Matbuat Müdürlüğü 1888'e kadar gazetelerin sansürü işi ile meşgul olmuştur. Matbuatı Hariciye Müdürlüğü ise yabancı basının takibi ve ülkede çıkan yabancı dildeki gazetelerin ve tüm süreli yayınların sansürü işi ile meşgul olmuştur. 1888'de hazırlanan yeni Matbaalar Kanunu ile süreli yayınlara ilaveten kitapların da sansür işi Matbuat Müdürlüğüne verilmiştir (İskit,1943:80-82) de Matbuat Müdürlüğüne gelen İbrahim Hıfzı bey kimseye güvenemeyerek sansür işlerini bizzat kendisi yürütmüştür. Onun yerine atanan Ebülmukbil Kemal bey ise sansür konusunda daha gayretli çıkmış ve dönemin gazetelerince kendisine kılkuyruk lâkabı koyulmuştur (Kardeş, 1980:54-55). II. Abdülhamid'in istibdat dönemi 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanına kadar bu şekilde sürmüştür II. Meşrutiyet, Basın Özgürlüğü ve Matbuat Kanunu II. Abdülhamid in oluşturduğu baskıcı yönetim sonucunda, 1890 lı yıllardan başlayarak aydınların oluşturduğu bir muhalefet hareketi ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu kapsamda Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, padişaha ve baskıya karşı muhalefet hareketinin merkezi konumuna gelmiştir. İstibdat döneminin başlaması ile yurt dışına kaçan aydınlar tarafından basılan gazeteler, gizlice İstanbul daki okullara 11 Dönemin padişahı mizah gazetelerinden hoşlanmıyordu. Nitekim kıskıvrak bağlı bir adam karikatürünün altına ilk Anayasamızın Matbuat kanun dairesinde serbesttir. Şeklindeki maddesini yazan mizah gazetesi Hayal in sahibi Teodor Kasap basın suçlarına bakan Meclisi Ahkamı Adliye tarafından üç yıl hapis cezasına mahkum edilmiştir (Kardeş, 1980:54). 135

144 sokularak mevcut yönetime başkaldırının temelleri atılmıştır. Padişahın gerek yurt dışındaki aydınları engelleme çabaları ve gerekse Jön Türk hareketinin bulunduğu ülkelere baskı kurmak suretiyle muhalefeti ve aydınlanmayı durdurma çabaları yeterli olamamıştır yılında yurt dışındaki muhalefet yanlısı Jön Türklerin oluşturdukları örgütler Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti çatısı altında birleşerek, padişaha karşı güçlü bir muhalefet oluşturmuşlardır yılında II. Abdülhamid e karşı yapılan toplantı ve mitingler neredeyse bütün Rumeli ye yayılmıştır. 23 Temmuz 1908 de İttihat ve Terakki Manastır da hürriyet ilan edince, gelişmeler karşısında çekinen padişah II. Abdülhamid 24 Temmuz 1908 de II. Meşrutiyeti ilan ederek Kanun-i Esasi yi tekrar yürürlüğe koymuştur. Abdülhamid in bütün nazırları değiştirmesi üzerine İttihat ve Terakki, padişahın tahtta kalmasına razı olmuş, Kasım-Aralık 1908 seçimleri ile İttihat ve Terakki Cemiyeti nin listeleri seçimleri kazanmıştır. II. Meşrutiyet ile Osmanlı Devleti yeniden yarı monarşik rejime geçmiştir (Gözler, 2007:24; Açık, 2011:42-44). II. Abdülhamid'in parlamentoyu tekrar toplayacağı, anayasayı tekrar yürürlüğe koyacağını bildiren dört satırlık fermanı 21 Temmuz 1908'de İstanbul gazetelerinde duyurulmuştur. Gazeteler için geniş bir özgürlüğün habercisi olan bu gelişme büyük bir coşku yaratmıştır. Ertesi gün bir araya gelen gazeteciler artık yazılarını sansür kuruluna göndermemeyi kararlaştırmışlardır. Bu eylem sonucunda sansür kalkmıştır. Gazeteler 25 Temmuz sabahında 30 yıldır ilk kez sansürsüz yayınlanmıştır ve en çok övdükleri kavramlar anayasa, özgürlük, eşitlik ve meşrutiyet olmuştur (Özbay, 2014: ). Sansür ile ilgili hal böyle olunca Matbuat Müdürlüğünün işi kalmadığından kadrosu da dört-beş kişiye düşmüştür (Kardeş, 1980:54-55). 136

145 Devam eden dönemde Meşrutiyetin ilanını sağlamada başlıca etken olan İttihat ve Terakki Cemiyeti parti halinde örgütlenmiş ve kendilerine yandaş gazeteler (Tanin ve Şurayı Ümmet) edinmiştir. Sürgünden dönen aydınların çıkardığı gazetelerle (Hukuk-u Ummumiye ve Serbesti), İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin gazeteleri arasında polemik çıkmıştır. Buna bir de İslamcılığı savunan İttihat-ı Muhammedi ve Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye Dernekleri ve bunların yayın organları (Volkan ve Bayan-ül Hak) eklenmiştir. Koloğlu (1992:54) bu dönemi basın çılgınlığı olarak nitelendirmektedir. Çünkü çoğu birkaç sayı yayınlayıp batan bir sürü yayın ortaya çıkmıştır başında tüm ülkede 120 olan gazete ve dergi sayısı, II. Meşrutiyetin ilk yedi yılında 730'a yükselmiştir. Ancak dönemin gerçek karakteri, yayınların her birinin kendilerine özgü nüans farkları ile oluşturdukları fikir karmaşasıdır döneminde İttihatçı çizgisindeki Jöntürkler devleti kurtarmanın çarelerini vurgularken dışarıda ayrılıkçı çizgi izlemiş olanlar da kendi çizgilerini devam ettirmişlerdir. Kısa bir zaman içerisinde İttihat ve Terakki'nin karşısına değişik partileri temsil eden bir sürü yayın organı çıkmıştır (Koloğlu, 1992:56-57). Böylesine karışık ve zıt fikirlerin oluştuğu bir dönemde 31 Mart olayı adıyla anılan 13 Nisan 1909'da tutucu çevreler ve basın tarafından kışkırtılan cahil askerlerin eylemi ile üzücü olaylar meydana gelmiş ve sokaklarda gazeteci, siyasetçi, yazar birçok kişi öldürülmüştür (Koloğlu, 1992:55; Özbay, 2014: ). Bu gelişmelerin neticesinde 16 Temmuz 1909'da yeni bir basın kanunu çıkmıştır. Kanun 1881 Fransız Basın Kanunundan uyarlanmıştır. Aslında liberal bir kanundur 137

146 ancak sonradan eklenen maddeler ile basını sınırlandırıcı bir hal almış ve 1931'e kadar yürürlükte kalmıştır (Özbay, 2014:136). II. Meşrutiyetin matbuat ve matbaalar kanunlarının hazırlanmasında Matbuat Müdürlüğüne görev verilmediği bilinmektedir. Değişen Matbuat Kanununun esasları şöyleydi: Medeni haklara sahip 21 yaşını doldurmuş her vatandaş gazete sorumlu müdürü olabilirdi. Hükûmet, devletin emniyetini bozmak, isyana teşvik gibi suçlarda gazeteyi davanın sonuna kadar idari kararla kapatabilirdi. Sansür yoktu. Zaten II. Meşrutiyetle birlikte Kanuni Esasi nin ilgili maddesi değiştirilerek Matbuat kanun dairesinde serbesttir hükmünün yanına yayınların baskıdan önce incelemeye tabi tutulamayacağı eklenmişti. Hukuki ve cezai sorumluluk fail sıfatı ile başta sorumlu müdürdeydi. Gazete sahibi ise para cezasına çarptırılabiliyordu (Kardeş, 1980:56). Milli Mücadele dönemi ve bu dönemde kurulmuş olan Matbuat Umum Müdürlüğünden bahsetmeye başlamadan önce Osmanlı yönetimine bağlı Matbuat Müdürlüğündeki son gelişmelere bir bakalım yılında Dahiliye Nezaretine bağlı Matbuatı Dahiliye Müdürlüğü (şimdiye kadar bahsettiğimiz Matbuat Müdürlüğü olduğu anlaşılmaktadır) ile Hariciye Nezaretine bağlı Matbuati Ecnebiye Müdürlüğü birleştirilerek, Matbuat Umum Müdürlüğü kurulmuştur. Ancak nereye bağlı olacağı kararlaştırılmadığından hem İçişleri Bakanlığına hem de Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak kalmıştır. İlk Umum Müdürü olan Rauf Ahmet Hotinli, kurumun başbakanlığa bağlanması için çaba sarf etmiş, ancak başarısız olmuştur. Hotinli nin bu kapsamda dışişleri bakanlığına gönderdiği görüşü, kuruma o yıllardaki bakışı göstermesi açısından önem arz ediyor. Fethi Kardeş in (1980:57) bugünkü dilde özetle yer verdiği metin şöyle: 138

147 Matbuat Umum Müdürlüğü üç hizmet üzerinde çalışmalı ve buna göre organize edilmelidir: 1. Memleket olayları ve hükûmetin siyaseti hakkında Avrupa basınına süratle ve sıhhatli bilgi verilmesini temin ederek çoğu defa yanlışlıkla ve bazen de kasıtlı olarak Türkiye nin menfaatlerine aykırı ve zararlı bir takım haberlerin yayılmasına meydan vermemek, bu mümkün olmadığı takdirde, bunlardan süratle haberdar olup zamanında reddini ve yalanlanmasını sağlamak, 2. Bir taraftan yabancı basında görülen ve Türkiye menfaatleri ile ilgili haber ve bilgileri, öte yandan Batı millet ve hükûmetlerinin niyet ve eğilimlerini, yabancı ülkelerdeki kamuoyu cereyanlarına dair yeni ve önemli yayınları takip edip bunları süratle ve mükemmel bir şekilde Türk hükûmetinin bilgisine sunmak, 3. Türk basınının önemli meselelerde hükûmetin görüşü açısından bunları destekleyecek şekilde hareket etmelerine münasip surette çalışmak. Ülkede 1914'e kadar basın temel olarak İttihatçılar ve diğerleri olmak üzere iki taraftan oluşuyordu. Ancak her iki tarafta da Osmanlı topraklarındaki her din, ırk ve mezhepten insan vardı ve hepsi de kendi fikirlerini yazıyordu. I. Dünya Savaşı ile birlikte basın üzerinde zorunlu bir kontrol getirildi. Sıkı yönetim ve kâğıt sıkıntısı ile pek çok gazete kapandı veya kapatıldı. Sadece iktidardaki İttihat ve Terakki yanlıları ayakta kaldı: Tanin, İkdam, Tasfir-i Efkar, Sabah. (Koloğlu, 1992:59-60). İttihatçı hükümetin düşmesi ve Mondros ateşkesinin imzalanması basında da yepyeni bir dönemin başlangıcı oldu. 13 Kasım 1918'de galip devletler İstanbul'a girmesiyle Mütareke dönemi başladı. Böylece Osmanlı'nın mirası ve Türk ulusunun geleceği ile 139

148 ilgili hesaplaşma arasında işbirlikçi basın ile Milli Mücadele basını arasında oldu (Koloğlu, 1992:60). Buraya kadar Osmanlı yönetiminin basın üzerinde kontrol sağlamaya yönelik yoğun çabasını gördük. Devlet önce Batıya kendisini tanıtma ihtiyacı duydu ve bunun paralelinde Batı kamuoyunda kendisi hakkında dönen haberleri öğrenmek istedi. Devlet, enformasyon ve tanıtım faaliyetleri için gerek diplomatlarını gerekse basın araçlarını kullanma yoluna gitti. Bunun için önce gazetelere doğrudan sahip olma, daha sonra sıkı bir kontrol ile özel mülkiyette yayınlara müdahil olma yoluna gitti. Bu yolu izlerken özel mülkiyette olup da devlet lehine çalışan basın organlarına maddi destekte bulundu. Osmanlı'da, aslında karşılaşılan çok yönlü baskılardan kaynaklanan yenileşme ve modernleşme çabaları tepeden geliyordu. Ülkenin temelde altyapısal sorunlarının sebep olduğu baskılardan kurtulmaya, otoritesini korumaya çalışan devlet yönetimi, bunun bir aracı olarak basın kuruluşlarını hem aleyhte davranmaktan alıkoymaya hem de lehte kullanmaya gayret ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki baskının neticesinde verdiği tavizlerle ilkin Tanzimat Fermanı, sonra Islahat Fermanı, I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet gelmiştir. Batı, sanayi Devriminin ardından gelen hızlı gelişim ile gücünü perçinlerken kendisine yakın bir coğrafyada bulunan ve büyük bir pazar konumunda olan Osmanlı için günden güne daha büyük bir baskı kaynağı olmuştur. Baskının nedeni Osmanlı'nın devlet otoritesinin, Batılı burjuvazi kaynaklı, ticaretin, yeni pazarların ve kaynakların önündeki engelleri kaldırmaya meyilli düzene uymamasıdır. Çünkü merkezi bir yönetim, idari karar alma mekanizması istikrar sağlamaz. Büyük yatırımlar için risk unsurudur. Diğer baskı 140

149 unsurları da daha önce söylediğimiz gibi ekonomik durumu kötüye gittiğinden isyan halinde olan halk ve Osmanlı topraklarına göz diken Ruslar gibi dış güçlerdir. Batıdaki devrimler artık meyvelerini vermiştir. Bu noktaya kadar Batıda bilgi akışı sağlayan araçların siyasal otoritelerin değişmesi yönündeki çabalarda önemli rol oynadıklarını, Batı ile artık daha fazla temas kuran Osmanlı yönetimi de bilmektedir. Bu da bize gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse devamında Türkiye Cumhuriyeti devlet yönetimlerinin neden basında etkin olmak için yoğun bir çaba sarf etmek zorunda kaldıklarını gösteriyor. İşte bu yoğun çaba Osmanlı döneminde Matbuat İdaresi, Cumhuriyet döneminde ise Matbuat Umum Müdürlüğü'nün (bugünkü adı ile Basın yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) ve Anadolu Ajansı'nın, enformasyon araçlarında söz sahibi olabilmenin araçları olarak teşkilini gerekli kılmıştır. 141

150 III. BÖLÜM MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ VE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA RESMİ ENFORMASYONUN ÖRGÜTLENMESİ 3.1. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ VE CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA EKONOMİ POLİTİKASI Ekonominin siyaseti, siyasetin de ekonomiyi belirlediği kabulü ile önceki bölümlerde Batı ülkelerinin ve Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik ve siyasi yapısı irdelendi. Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan dönem için de aynı yöntemi kullanacağız. Böylece, tezimizin konusunu oluşturan -ilgili dönemlerde faklı adlandırmalar altında- Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü örgütlenmesinin siyasal otoritenin izlediği politikayı enformasyon araçları mecrasında destekleyici araçsal-işlevsel rolü açıklığa kavuşturulacaktır Cumhuriyet Öncesi Ekonomi Politikası İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889 yılında bir grup askeri tıbbiye öğrencisi tarafından kurulmuştur. Akşin in (1987: 32) de vurguladığı gibi amaç, çağdaş bir yönetim oluşturmak üzere Abdülhamit in otoritesine son vermek, devlet yönetimini çağdaş okul mezunlarının ağırlıklı olduğu, siyasal hakların tanındığı bir yapıya dönüştürerek ülkeyi parçalanmaktan kurtarmak ve kalkındırmaktır. II. Meşrutiyetin ilanıyla cemiyet, önemli bir güç unsuru olarak siyasal hayattaki konumunu pekiştirmiştir. Meşrutiyet in ilanı ile birlikte, Abdülhamit in Almanya yanlısı dış politikasına karşıt olarak İngiltere yanlısı politik bir tavır oluşturulmuş; ancak Rus-İngiliz ittifakı bu yöndeki yakınlığın ortaklığa dönüşmesini engellemiştir. (Akşin, 1987: ). 142

151 İttihat ve Terakki, 1913 yılında Enver Paşa önderliğinde "Bab-ı Ali baskını" olarak bilinen silahlı darbe ile iktidarı resmen devralmıştır. Bu tarihten sonra, Akşin in (1987: ) belirttiğine göre, İttihat ve Terakki nin emperyalizme karşı tavır alma kararının gerisinde imparatorluğu değil, anayurdu koruma amacı ile milli iktisat fikrini gündeminin başlıca maddesi olarak belirlemiş olması yatmaktadır. I. Dünya Savaşı'nda kaybeden tarafta yer alınması sonucu İttihat ve Terakki Cemiyeti resmen feshedilmiştir. Ancak başta Mustafa Kemal olmak üzere Cemiyet içinde yetişmiş kadrolar bu gelenekten beslenmeye devam etmişlerdir. Cumhuriyet öncesi dönemin ekonomisi, daha önce Batılı ülkelere verilen ayrıcalıkların etkisiyle büyük oranda dışa bağımlıdır. Dönemi Osmanlı ekonomik mirasının ana özelliklerini resmeden "yarı sömürge bir toplum yapısı" olarak nitelendiren Boratav (2012: 19), Mears'ın (1924) "Modern Türkiye" adlı eserinde yazdıklarına yer verir: "Yabancı sermayenin etki alanının Osmanlı İmparatorluğundan daha geniş olduğu bağımsız bir devlet herhalde yoktur. (...) Siyasi denetim sağlamanın en güvenceli ve en basit yöntemlerinden biri sermaye kaynakları üzerinde egemenlik sağlamaktır... Eski Osmanlı İmparatorluğu şaşılacak derecede dış mali çıkarlara ipotek edilmiş durumda idi." Gerek İttihat ve Terakki gerekse onun içinden çıkan ve cumhuriyeti kuran kadrolar bu gerçeklik karşısında daha devletçi ve korumacı bir ekonomi politikası izlemek istemişlerdir. Boratav (2012: 21), dönemini, "eksik kalmış burjuva demokratik devrimi" veya "ulusal bir kapitalizm doğrultusunda atılan ilk ve çekingen adımlar" olarak tanımlamaktadır. Dönemin siyasi aktörleri 1918'e kadar İttihat ve Terakki, arasında Kemalist devrimcilerdir. 143

152 Bu bağlamda dönemin ana özelliğini ulusal nitelikte bir kapitalizme yöneliş olarak özetleyebiliriz. Ancak bu yönelişin önünde ekonominin yarı sömürge statüsü gibi bazı engeller vardır. Devlet garantörlüğündeki büyük sermayenin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde kurumsallaşmış ve güvence altına alınmış denetim, müdahale ve baskı mekanizmaları söz konusudur. Diğer bir engel de bu dönemde yaşanan kesintisiz savaş ve isyanlar ortamıdır. Ayrıca ulusal kapitalizmin önünde yerli burjuvazinin cılızlığı gibi önemli bir engel de bulunmaktadır. Osmanlı'da burjuvazi ağırlıklı olarak Levantenlerden oluşmaktadır ve sanayide değil ticarette konumlanmıştır. Buna bağlı olarak da aracı-sanayi sermayesine bağımlı konumundadır. Küçük ve orta sermayeli Müslüman burjuvazi ise zayıf, dağınık, örgütsüz ve daha büyük-örgütlü Levanten sermayelere bağımlıdır. Boratav ın (2012:22-24) vurguladığı gibi, ulusal kapitalizm oluşturulması için burjuva devriminin burjuva dışındaki siyasi kesim tarafından yapılma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu koşullarda Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bir devrim olarak nitelenebilir. Kendiliğinden gelişen bir burjuvazinin yokluğunda, ülkenin altyapısında yapay da olsa bir değişimin yaratılması ekonominin karşılıklı etkileşim içinde olduğu alanlarda bir dizi değişimi de beraberinde getirmiştir. Örneğin siyasal yapıda saltanatın kaldırılması ya da idari-örgütsel-toplumsal yapıda harf devrimi gibi üstyapısal değişimler bu türden gelişmelerdir. Bu üstyapısal değişimlerin Batı örneğinden farkı, tarihsel-toplumsal süreç içinde öğrenilmiş, kurgulanmış olmasıdır. Böyle de olma zorunluluğu vardır kanımca, çünkü Batı da sermaye kapitalizme geçişi tamamlamıştır ve bu çark içerisinde Osmanlı İmparatorluğu ndan birçok ayrıcalık alarak bu coğrafyayı da kapitalizme eklemlenmeye uygun hale getirmiştir. 144

153 Bir ülke ekonomisi içerisinde büyük sermayeli güçlerin varlığında yerli burjuvazinin kendi kendine birikim sahibi olması, güçlenmesi mümkün değildir. Altyapısal unsurların yeterince güçlenip gelişmesi söz konusu olmayınca üstyapıyı değiştirmeye yönelik bir hamlenin de tabandan gelmesi beklenemez. Sermaye birikimi için geriye kalan seçenek, Batıdan öğrenilen kapitalizme geçiş deneyimini ülke koşulları içerisinde yapılandırmaktır. Bunu için kapitalizme geçişin önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmıştır. Söz konusu engellerin dışında bir başka engel de ulusal kapitalizme yönelinceye kadar; burjuva ideolojisinin iktisat politikalarına uzanan diğer kolu olarak serbest ticaretçi, entegrasyoncu ve uluslararası yönelimli gelişme biçimini benimseyen etkili siyasetçi ve aydınlardan oluşan bir grubun varlığıdır. Üçüncü dünya ülkelerini dünya kapitalizminin bağımlı açık pazarları ve hammadde kaynakları olarak konumlandırmaya yönelik bu tutum, emperyalist güçlerin de tercihidir. Boratav, (2012:24-26) bu yönelimine öykünen başlıca isimler arasında ilk Matbuat Müdürü Sakızlı Ohannes Paşa ile dönemin çoğu hükûmetinde maliye bakanlığı yapan, İttihat ve Terakki'nin önde gelenlerinden Cavit Bey'i saymaktadır. Bunun karşısında ulusal nitelikte bir kapitalizm oluşturulmasını öngören, bunu "milli iktisat" görüşü olarak benimseyenler de vardır. Bu görüşe göre, kıtlık ve savaş koşullarından yararlanılarak, devlet desteğiyle milli bir burjuvazinin örgütlenmesi mümkün ve gereklidir. (Boratav, 2012:27). Sonuç, savaş döneminin hükümet politikasının Müslüman iş adamalarının kâr etme güçlerini artırmaya yönelmesi olmuş; bunun için de ticaret alanı seçilmiştir. Savaş koşullarında yaşanan kıtlık, tanınan en küçük ayrıcalığı büyük kârlara dönüştürmeye yetmiştir. Savaş durumu ve seferberlik devam ederken, gıda maddeleri ile askeri 145

154 malzemenin dağıtımı üzerindeki siyasi kontrol artmış ve savaş ekonomisi içinde siyasi ayrıcalık ticaret kârları açısından daha büyük farklara yol açmıştır (Keyder, 2009: 83). Bu yıllarda mevcut ulaşım şebekesinin olanakları sonuna kadar kullanılarak Anadolu çiftçisi, büyük boyutlu ulusal piyasa için üretime başlamıştır. Devam eden yıllarda kapitalizmin yerel filizlenişi de bu değişim çevresinde oluşmuştur. Anadolu'dan İstanbul'a hububat sevki, özellikle de demiryolu şebekesinden vagon tahsisi yapabilenler için en kârlı faaliyet haline gelmiştir. Boratav ın (2012: 28-29) belirttiği gibi İttihatçılar kendilerine yakın grupların nemalandığı bu yöntemle ilk(el) birikimin oluşmasını sağlamışlardır. Siyasi düzeyde başlatılan Müslüman girişimcileri özendirme süreci, taşrada da sürdürülmüştür. Müslüman iş adamları parti örgütünün himayesi altında bir araya getirilmiş ve ticarete yönelik milli şirketler kurdurulmuştur. Keyder (2009: 84), mahalli İttihat ve Terakki teşkilatının üyeleri ile bu yeni şirketlerin ortaklarının çoğunlukla aynı kişiler olduğuna işaret etmektedir yılları arasında genel olarak sermayenin ve özel olarak da yerli sermayenin lehindeki uygulamalara; sendikalaşmayı yasaklayan, grev hakkını kısıtlayan Tatil-i Eşgal Kanunu, yerli sermayenin sanayi yatırımlarına ayrıcalık tanıyan Teşvik-i Sanayi Kanunu ve özellikle savaş yıllarında yerli sermayeli şirketleşmelerin etkili biçimde destekleyen düzenlemeleri örnek verilebilir. Buna ek olarak milli iktisat lehine, Kapitülasyonlar dahil daha önce Batılı ülkelere verilen ayrıcalıkların bir kısmı da savaş ortamında kaldırılmış, bu kapsamda gümrük vergileri yükseltilmiştir (Boratav, 2012: 30-31). 146

155 Savaş döneminde kendi yağıyla kavrulan geçimlik yörelerin birçoğu pazara açılmış, Osmanlı toprakları iktisaden bütünleşmiştir. Anadolu ile ticari ilişkiler kurulurken Müslüman-Türk tüccar gözetilmiş, iç ticaret millileştirilmiştir. Öte yandan Milli Mücadeleyi yürütecek kadroların oluşumunda bu politikaların etkisi olmuştur. Milli Mücadele bir ölçüde II. Meşrutiyet in gelişmelerinden güç almış; İttihat ve Terakki nin icraatına yaslanmıştır. (Toprak, 1995:7-8). Cumhuriyet öncesi izlenen ekonomi politikasına bu kısa bakış bize İmparatorluk döneminde gelişmemiş burjuvazinin devlet desteğiyle geliştirilmeye çalışıldığını göstermektedir. Etkin ve güçlü burjuvazi kapitalizme geçiş için ön koşul niteliğindedir ve yeni rejim kapitalist dünyaya entegre olma konusunda kararlıdır. Altyapısal değişimi temsil eden bu gelişim ülkenin diğer kurumlarının değiştirilmesini de beraberinde getirmiş, Batı'ya verilen ayrıcalıklar ve alınan borçlar kapitalist sisteme eklemlenerek yerel burjuvaziye destekle sistem içinde eritilmeye çalışılmıştır. Bu dönemin I. Dünya Savaşı na isabet etmesi; Batı'ya verilen tavizlerden bir kısmının tek taraflı olarak ortadan kaldırılması, siyasi otoritenin Savaşta yenilen tarafta yer alması sebebiyle değiştirilmesinin kolaylaşması, savaş ortamında halkın bütünleşmesi gibi sebepler de bu bütünleşmeyi kolaylaştırmıştır Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomi Politikası yıllarının getirdiği tüm yıkıma rağmen, savaşın bitiminde Anadolu ekonomisi biraz bütünleşmiş ve ulusal bir nitelik kazanmıştır. Ancak bu cılız ekonomi savaş yüzünden derinden sarsılmıştır (Boratav, 2012: 32-34). Boratav'ın (2012: 39) açık ekonomi koşullarında yeniden inşa dönemi olarak nitelendirdiği 'un başlangıcı yeni bir devletin kuruluşunu, geçmişle kesin 147

156 bir kopuşu ve siyasi bir devrimi temsil etmektedir. Bilindiği gibi İstanbul'un 1920'de işgaliyle padişahın yetkisi fiilen sona ermiş; aynı yıl Ankara'da kurulan yeni Meclis, meşruiyet kazanarak ülkenin yeni siyasi otoritesi haline gelmiştir. Devletin yeni yönetim şekli 1923'te cumhuriyet olarak belirlenmiştir. Yaşanan bu devrimle geçmişten siyasi bir kopuştan bahsetsek de ülkenin iktisat politikası arasındaki politika ile süreklilik gösterir. Cumhuriyet öncesi dönemde izlenen korumacı ve sanayileşmeci yönelimler Lozan Antlaşması'nın gümrük politikasına getirdiği kısıtlamalarla sekteye uğrar. Ancak devlet destekli milli burjuvaziyi oluşturma projesi 1923 sonrası iktisat politikasına ve atmosferine damgasını vurmuştur (Boratav, 2012: 40). Lozan ın kısıtlamalarından kurtulmanın bir yolu da birçok mal ve hizmetin üretimini veya ithalini devlet tekeline almaktır. Ancak dönemin genel felsefesine uygun olarak bu tekeller daha sonra imtiyazlı yerli ve yabancı şirketlere devredilmiş; pek çoğunda devlet kadrolarından yetkililerin de ortak oldukları bu şirketler aldıkları imtiyazlarla 12 büyük kazançlar sağlamışlardır. Bu ortaklıklarda sermaye genellikle yabancı ortaktan gelirken, Türk ortak siyasi iktidara yakınlık derecesine göre nüfuzunu kullanarak gerekli kolaylıkları sağlamakla yükümlü olmuştur (Boratav, 2012: 40-42). 17 Şubat Mart 1923 tarihleri arasında İzmir de toplanan Türkiye İktisat Kongresi ile Cumhuriyet döneminde uygulanması öngörülen iktisat politikaları müzakere edilmiştir. Kongre, resmi anlamda bağlayıcılık özelliği taşımamaktadır. Kongre, sonrasında tavsiye nitelikli kararlar yayınlanmış olması ile birlikte iktisat 12 Kibrit, çakmak, ispirto, alkollü içecekler, barut, patlayıcı madde, petrol-benzin ithali ve dört büyük limanın işletilmesi ile ilgili tekeller bu dönemin imtiyazlı şirketlerinin en önemli faaliyet alanlarını oluşturur (Boratav, 2012:40-41). 148

157 alanında döneme damgasını vuran başlıca platform olmuştur. Kongre, mesleki temsil esasına göre toplanmış; çoğunluğu atanmış delegelerden oluşan çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi grupları olmak üzere dört grup olarak sınıflanmıştır. (Boratav, 2012: 45). Kongrenin amacı, uygulamaya konulacak iktisat politikaları hakkında hükümet kadroları ile toprak sahipleri, tacirler ve sınırlı varlıkları ile sanayiciler arasında bir uzlaşma sağlamaktır. Bir başka deyişle kongre, yönetici asker-bürokrat kadronun, toplumun varlıklı sınıflarıyla etkili bir siyasal sosyal iletişim kurma, siyasal iktidarın bu toplum kesimleriyle kurulacak belirli ilişkilerle ve belirli gelişme hedefleri etrafında sağlanacak ortak görüşlerle sağlamlaştırma isteği açısından hayati önem taşıyan bir platform oluşturmuştur. (Tezel, 2001: ). Mustafa Kemal, kongrenin açılışında, Türkiye nin arazi varlığı ve doğal kaynaklarına göre nüfusunun yetersiz olduğunu, işgücü eksikliğinin sermaye-yoğun üretim teknikleri kullanılarak giderilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Yerli gayrimüslimlerin ticarette sahip olduğu etkinliğin azaltılması için hükümetin önlemler getireceğinden söz etmesi özellikle İstanbullu Türk, Müslüman tacirler arasında büyük hoşnutluğa yol açmıştır. (Tezel, 2001: 149). Kapitüler ayrıcalıklar aramamak şartıyla yabancı sermayeye davetkâr olan yaklaşım, dönemin resmi tutum ve politikalarına egemendir. (Boratav, 2012: 42). Lozan Antlaşmasına ek olarak imzalanan Ticaret Sözleşmesi ise beş yıl süre ile Türkiye nin iktisat politikasını dondurmakta, ithalat ve ihracata koyulan sınırlamaların kaldırılmasını ve yenilerinin konmamasını, gümrük vergilerinin de bu süre boyunca değiştirilmemesini öngörmektedir (Boratav, 2012: 43-44). 149

158 1923 sonrasında siyasi kadrolarla sermaye çevrelerinin bir araya gelmesinde, 1924 yılında kurulan İş Bankası özel bir önem taşımıştır. Bu özel statülü, resmi görünüşlü bankanın genel müdürlüğüne imar vekilliğinden istifa eden Celâl Bayar, yönetim kurulu başkanlığına da Siirt mebusu Mahmut bey getirilmiştir. İş Bankası dönem boyunca, yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar arasındaki bütünleşme sürecinde aktif bir rol oynamış ve çeşitli iktisat politikası kararlarını sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yönlendirmede etkili bir baskı unsuru oluşturmuştur (Boratav, 2012: 41). Kemalist yönetici kadro, İzmir de toplanan İktisat Kongresince alınan kararları, işçilerle ilgili olanlar dışında, dikkatle uygulamaya çalışmıştır lerdeki belli başlı iktisat politikası uygulamaları için de aynı şey söylenebilir te Aşar ın kaldırılması, 1926 Medeni Kanun un kabul edilmesi, ticaret kredisinin sağlanması için 1924 yılında İş Bankası nın ve sanayi kredisinin sağlanması için 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası nın kurulması 13, 1927 yılında yeni bir Teşvik-i Sanayi Kanunu nun çıkartılması, 1923 kongresinde alınan kararların uygulamaya konulmasının önemli örnekleridir. (Tezel, 2001:152). Kısacası bu yıllar, barış ortamına dönüş koşulları içinde milli gelirde sağlanan hızlı reel gelir artışlarının bütün sosyal sınıf ve tabakalara yayıldığı bir dönemi oluşturmaktadır. Saltanatın ve hilafetin kaldırılması ile başlayan büyük boyutlu üstyapı devrimlerinin başladığı ve yürütüldüğü bu yılların geniş halk yığınları saflarında ciddi bir meşruiyet sorunu yaratmamış olmasına, Boratav ın (2012:57) da 13 Sanayide özel teşebbüsün teşvik edilmesine yönelik olarak Sanayi Maadin Bankası nın devraldığı Osmanlı devletine ait dört sanayi işletmesinin özel sektöre aktarması amaçlanmıştır. Bunun dışında şeker fabrikaları için özel teşvik ve imtiyazlar getirilmiştir. Dönemin sanayi sermayesini ilgilendiren bir diğer uygulaması ise 1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu olmuştur. Bu kanun sanayi yatırımlarına ve işletmelerine çok geniş ve cömert muafiyet, imtiyaz ve teşvik sağlamıştır. Bu sayede sözü edilen 1929 a kadarki dönemde sanayi gelişimi yıllık yüzde 10,2 gibi küçümsenmeyecek bir ortalamaya yükselmiştir (Boratav, 2012:48-51). 150

159 vurguladığı gibi 1923 sonrasına damgasını vuran bu hızlı ve yaygın büyüme süreci, şüphesiz katkı sağlamıştır. Boratav ın bu tespitinden de anlaşılacağı üzere ülkede altyapı değişimi yeni siyasal otoritenin meşruiyet kazanmasını sağladığı gibi eski siyasal otorite zamanından kalma üstyapı unsurların tasfiyesini de kolaylaştırmıştır. Bu kapsamda kılık kıyafetten, alfabeye; eski eğitim kurumlarının kaldırılmasından, hukuk alanındaki değişikliklere kadar pek çok üstyapısal değişiklik yapılmıştır. Bunların yanında altyapısal gelişimin devamını sağlamaya yönelik olarak örnek çiftliklerin kurulmasından, I. ve II. Kalkınma Planlarına; Tarım Kredi Kooperatifleri nin kurulmasından, ticaret ve sanayi odalarının kurulmasına kadar pek çok yenilik yapılmıştır. Milli burjuvazinin oluşturulmasını amaçlayan Milli İktisat düşüncesinin getirdiği altyapı değişimin belirleyiciliği ülkenin dış siyasetini de biçimlendirmiştir: Mustafa Kemal in İzmir İktisat Kongresi ndeki Kanunlarımıza riayet şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye hazırız. sözleri, gelecek dönemde Batı ile ilişkilerin koparılmayacağına aksine dünya ekonomik sistemine uyum sağlamaya yönelik adımlar atılacağına işarettir. Daha önceleri siyasi iktidarın gündemini ve izlediği siyaseti savunmak için kullandığı enformasyon araçları, bu dönemin siyasi otoritesi tarafından da kullanılmıştır. Milli Mücadelenin içte ve dışta meşruiyetinin sağlanması, toplumun mücadeleye desteğinin temin edilmesi, cumhuriyet yıllarında uygulanan Milli İktisat politikasının desteklenmesine dönüşmüş; enformasyon araçlarını etkili biçimde kullanmak üzere bazı kurumlar organize edilmiştir. Doğrudan sahiplik ya da destek yoluyla etki altına gazetelerin yanı sıra Anadolu Ajansı ve Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumi gibi resmi kurumlar da teşkil etmiştir. 151

160 3.2. Milli Mücadelede Enformasyon Alanında Atılan Adımlar Milli Mücadele hareketi, silahlı mücadelesinin yanında ülkenin altyapısal sorunlarını gidermek, ulusal bir burjuvazi yetiştirmek, korumacı bir iktisat politikası izlemek için çaba göstermiştir. Mustafa Kemal'in "Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla mümkündür" sözünden anlaşılacağı üzere bu çabalar altyapıda ilerleme kaydedilmedikçe başarı sağlanamayacağı düşüncesinin paylaşıldığını göstermektedir. Ancak hem silahlı mücadele hem de uygulanan milli iktisat politikasının doğru biçimde içte ve dışta tanıtılması ve bunun yanında ülke içinde ve dışındaki enformasyon akışının denetimi önem taşımaktadır. İncelememizin birinci bölümünde sıkça değindiğimiz gibi Batılı büyük devletlerde yaşanan değişimlerin sürükleyici unsurları ileri attıkları her adımı bilginin üretimini ve dolaşımını üzerinden yapılandırmışlardır. Tıpkı yeni ekonomik yapıyı oluşturma ve güçlendirilmede olduğu gibi kamuoyu oluşturmak, destek ve meşruiyet kazanmak için de bilginin üretimi ve dolaşımı büyük öneme sahiptir Milli Mücadele Başlarken İstanbul ve Anadolu Basınının Durumu Milli Mücadelenin başlarında Anadolu'nun ve basının merkezini İstanbul oluştururken, ilerleyen dönemde Ankara ağırlık kazanmaya başlar. Ancak haberlerin halka ulaşmasında Anadolu'da yayınlanan gazetelerin de önemli bir rolü vardır. İstanbul ve Anadolu'da yayınlanan gazeteler arasında Milli Mücadeleyi destekleyenler olduğu gibi harekete karşı tavır alan basın organları da bulunmaktadır (Güz, 2008: 9). Milli Mücadele dönemi boyunca İstanbul basını, haber ajanslarının telgrafları sansürden kurtulamamıştır. 24 Kasım 1918 tarihli gazetelerde İstanbul hükümetinin 152

161 basına sansür uygulayacağı yönünde çıkan haberler Matbuat-ı Umumiye Müdürlüğü nce yalanlanmış olmakla birlikte, 2 Aralıkta sansürün konulmasıyla bu haberler de doğrulanmış olur. Tevfik Paşa Hükümeti basın hürriyetine taraftar olduğunu belirtmesine rağmen, İtilafçıların isteklerini fırsat bilerek ve ülkenin yüksek menfaatlerini ileri sürerek basın özgürlüğünü askıya alır. Yayınlanan resmi bildiride; "İtilaf kuvvetlerinin askeri harekatlarına ilişkin ve onları tahrik edici mahiyette haberler, milli duyguları coşturacak ve etnik unsurların arasını bozacak yayınlar, hükümet şeklinin değişeceğine ilişkin ve devlet çıkarları aleyhine yayınlar, kişisel tartışmalar, padişah, devlet memurları ve yabancılar aleyhinde saygı dışı ve muhalif haberler" yasaklanmıştır. Sansüre karşı mecliste tepkiler gösterilmiş, Anayasa nın 12. maddesine aykırı olduğu yönünde önerge verilmiş ise de kabul görmemiştir (Güz, 2008: 9-10). Osmanlı yönetimi bu dönemde Milli Mücadeleyi, ona destek olan basını ve halkı, işgal güçlerinden daha büyük bir tehdit olarak görmektedir. Alınan önlemler siyasal otoritenin iktidarının korunmasına yöneliktir. Dolayısıyla büyük ölçüde kamuoyu desteğine ihtiyaç duyan Milli Mücadele güçlerinin basın desteğini kesmek için yasama gücü ve Matbuat-ı Umumiye Müdürlüğü gibi teşkilatlar kullanılmıştır. İstanbul basını, Payitahtın işgalinden önce Padişahın, 16 Mart 1920'de işgalden sonra ise hem Padişahın hem de işgal kuvvetlerinin baskısı ve sansürü altında bulunduğu için bağımsız değildir. (Özkaya, 2001: 16-20). İstanbul basını bu ortam ve şartlar altında faaliyetlerini sürdürürken, İstanbul ve Anadolu'da ülkenin içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtarılacağı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmeye başlanmıştır. Bu görüşler etrafında İstanbul'da cemiyetler ve partiler kurulmuştur. Anadolu hareketinin yanında veya karşısında tavır alan bu 153

162 cemiyet ve partilerden dönemin gazetecileri de etkilenerek sahip oldukları basın organlarında bu yönde yayın politikaları izlemişlerdir. Dönemin önde gelen bu siyasi teşekküllerinden "Wilson Prensipleri Cemiyeti" Amerika yanlısı, "Hürriyet ve İtilaf Fırkası" İngiliz yanlısı, İstanbul Matbuat Cemiyeti'nde kurulan "Piyer Loti Cemiyeti" Fransız yanlısı, "Milli Türk Fırkası" ile "Müsalemat İttifakı" ise Türkçülük akımının destekçisidir. Bu cemiyetlere üye ve Anadolu hareketini destekleyen Halide Edip, Yunus Nadi gibi bazı isimler daha sonra Anadolu'ya geçerek Mustafa Kemal Paşaya bir haber ajansı kurulması önerisinde bulunacaklardır. (Güz, 2008: 11-13). Ulusal Bağımsızlık Savaşı nın kazanılmasında, özellikle Anadolu basını önemli rol oynamıştır. Mustafa Kemal, mücadeleyi basın yolu ile halka iletmenin önemini anlamış, basına büyük önem vermiş, ulusal savaş boyunca milli bir basın oluşmasına gayret göstermiş, bunda da başarılı olmuştur. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Ulusal Bağımsızlık Savaşı sırasında, basın organlarının tamamı Milli Mücadele yanında yer almadığı gibi, Savaş boyunca Anadolu'daki tüm basını bağımsız ve ulusal bir basın olarak görmek ve kabul etmek de olanaksızdır. Burada bizim için önemli olan Milli Mücadelenin lideri Mustafa Kemal'in kamuoyu oluşturmak için basına önem veriyor olmasıdır. Mücadele hareketinin halk desteği kazanması ancak bu yolla mümkündür. Yoksa otoritesini korumaya çalışan bir iktidara karşı başarı şansı yakalanamazdı. Bu yıllarda, Yunan işgalinde olan yerlerde Yunanlı komutanların, İstanbul'un işgalinden itibaren İtilaf Devletlerinin baskı ve istekleri doğrultusunda sansür uygulanmış ve bu Türk basınına büyük zarar vermiştir. İzmir işgal kuvvetleri komutanı, İzmir gazetelerini kendi ülkesinin gazetesi gibi kullanarak, Türklerin toplantı, konferans, nutuk ve seyahatleri için getirdiği yasaklama ve sınırlamaları, 154

163 işgal kuvvetleri bildirilerini zor ve baskı kullanarak yayınlatmıştır (Özkaya, 2001: 11). Anadolu'da sayıları çok az da olsa yabancı çıkarlarına hizmet eden gazeteler mevcuttur. Ancak, İstanbul ve İzmir basını için geçerli koşullar Anadolu basını için geçersizdir. Anadolu basınının çoğu Ulusal Bağımsızlık Savaşı yanındadır. Anadolu basını, hem İstanbul'dan hem Padişahın otoritesinden uzakta; olaylara ve Milli Mücadeleyi verenlere yakın ve de işgal altında bulunmadığı için gerçekleri daha yakından görmekte, sansür tehlikesinin olmadığı bir ortamda Ulusal Bağımsızlık hareketini içten desteklemekte ve onun yanında yer almaktadır. (Özkaya, 2001: 22). Mustafa Kemal in, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasından önce ve sonra basına ve basın mensuplarına son derece önem vermesi doğaldır. Çünkü bir taraftan zararlı yayınlar yapan yabancı gazetelerin, bir taraftan Padişah ve Halife taraftarı isyancıların diğer taraftan azınlıkların memleketi parçalamak için yaptıkları propagandalar kamuoyunu yanıltma potansiyeli vardır. Üstelik İstanbul'dan seçim bölgelerine giden mebuslardan bazıları Kuva-yı Milliye aleyhine gizli kışkırtmaları yürütmek için Damat Ferit Paşa ile birlikte çalıştıkları ve halkı aldatmaya yöneldikleri de bilinmektedir. Türk ulusunun haklarını ve amaçlarını en iyi şekilde Türk kamuoyuna anlatabilecek ve açılacak Meclisin kararlarını dış dünyaya duyurabilecek en etkili kuvvet basındır. (Özkaya, 2001: 44) Telgraf Şebekesinde Hakimiyet İstanbul'da Damat Ferit Paşa 5 Nisan 1920' de ikinci defa iktidara getirilmiş, Anadolu ile bağlantıyı kesmiştir. İstanbul'da zararlı tüm düşman teşekküllerin meydana getirdikleri blok, Yunan ve işgal kuvvetleri ile birlikte geniş bir propaganda 155

164 faaliyetine girişerek Anadolu'da yer yer isyanlar çıkarmak için çalışmaktadır. İstanbul Hükümetinin çıkarttığı ve Kuva-yı Milliye'yi bir isyan hareketi şeklinde gösteren "Hurucu Alessultan Fetvası" (Padişaha karşı çıkmak, isyan etmek) her tarafa dağıtılmakta, hatta düşman uçakları ile havadan atılmaktadır. (Kardeş, 1980:16). Aynı zamanda Mustafa Kemal de ulusal direnci örgütlemeye başladığında ilk girişimi haber akımını kontrol altına almak için telgraf hatlarına el koymak olmuştur. Kemalist bölgeye dışarıdan her çeşit haberin ister telgraf, ister gazete yoluyla girmesi engellenmiştir. Mustafa Kemal dışarıdan gelen haber akımını kestikten sonra Anadolu sınırları içerisinde halkı Mücadele dairesinde toplamak üzere ikinci adım olarak Milli Mücadele fikrini yayacak gazeteleri hayata geçirmiştir. Bunları tamamlayan diğer iki adım ise Anadolu Ajansı ile Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi nin kurulması olmuştur. (Koloğlu, 2006:114). Şimdi bu konuları sırası ile biraz açalım: İşgal kuvvetleri tarafından İstanbul Hükümetine başvurularak Payitahtta kurdurulan ve onların kontrolünde çalışan "Türkiye-Havas-Reuter Ajansı" 14 işgalcilerin çıkarına haber yayan bir kuruluştur. 1923'e kadar yerli halkı dış dünya gerçeklerinden uzak tutmaya yönelik bir haber politikası izlemiştir. Telgraf idaresi de kontrollerinde olduğu için işgal altındaki bölgelere doğru haber girmemektedir. Bu durumun farkında olan Mustafa Kemal, 1919 Mayısının sonlarında havza bölgesine yerleşir 14 İmparatorluk döneminde, devletin haber kaynakları; Reuter, Fournier, National, Constantinople, Havas gibi yabancı ajanslar ve kaynaklardan sağlanırken, 1909'un ikinci yarısında Bağdat kökenli Salih Gürcü tarafından daha çok ticari mahiyette bir "Osmanlı Telgraf Ajansı" kurulmuştur. Osmanlının, İngiltere ve Fransa'ya savaş ilan ederek Almanya'nın yanında Birinci Dünya Harbine girmesi ile yeni bir yapılanmaya gidilerek ajansın adı "Osmanlı Milli Telgraf Ajansı"na dönüştürülmüş ve Salih Gürcü'nün işine de son verilmiştir. Savaş boyunca haber kaynağı Alman Wolf Ajansı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasında "Osmanlı Milli Telgraf Ajansı"nın hizmetlerine son verildiği görülür. İşgalciler, 1918'de Hükümete başvurarak adı içinde Türkiye sözcüğü bulunan, ancak kendi ajansları güdümünde çalışacak "Türkiye Havas-Reuter Ajansı"nı kurmuşlardır (Koloğlu, 2010: 59-69). 156

165 yerleşmez, ilk önce telgraf ağını tam kontrol altına almış ve İstanbul'dan gelen yönlendirici haber akımını engellemiştir. Böylece, daha henüz askeri açıdan birliğe sahip bir Anadolu oluşmadan önce, barışın alması arzulanan şekli konusunda birlik sağlamış bir Anadolu imajını işgalcilere vermeyi başarmıştır. Telgraf ağına hakim olmanın yararı, bilgi toplamak ve yaymak kadar, işgal kuvvetleri üzerinde etki yaratmak açısından da büyüktür. Antep, Urfa ve Maraş'ın Fransızlar tarafından işgali üzerine, birçok olayda olduğu gibi Ankara'nın uyarısı üzerine Anadolu'nun her tarafından İngiliz ve Fransız komiserliklerine yüzlerce protesto telgrafları yağmıştır. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral F. Robeck bunların listesini raporuna ekleyip neden yolladığını şöyle açıklamaktadır: "Telgrafların listesini yollamaktan amacım, Milliyetçi Hareket örgütünün ne derece dal budak salmış olduğunu ve örgütleyicilerinin barış konferansının herhangi bir kararına direnme fikrini halka maletmek için ne denli bıkmaz çabalar sarf ettiklerini göstermektir." (Koloğlu, 2010: 69-70) Telgraf haberleşmesini çok iyi değerlendiren Mustafa Kemal, posta ve telgraf merkezlerinin kontrol altında tutulmasını sağlamıştır. Milli Mücadele yılları boyunca başarılı bir şekilde telgrafla haberleşmeyi sürdürmüştür. Halide Edip'in (Adıvar) tavsiyesi ile 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde Sivas Kongresi'ni izlemeye giden Chicago Daily News Gazetesi muhabiri Louis E. Browe'yi kabul eden Mustafa Kemal, ona, "Amerikan Kongresi'nden Türkiye'de olup bitenleri incelemek ve gerçek durum hakkında rapor hazırlamak üzere bir heyet gönderilmesi" konusu ile "kendisinin ve arkadaşlarının imzaladığı bir raporu" Amerikan Senatosuna iletmesini istemiştir. Bu gazeteci ile ilişkilerini devam ettiren Mustafa Kemal, Milli Mücadeleye ait gelişmeleri, halkın Anadolu'daki mücadele ile bağlantısını ve desteğini görüp 157

166 incelemesini ve gazetesine günlük haber geçmesini sağlamıştır. Browe, gazetesine geçtiği bir mesajda, "Bu gece gördüğüm kadar iyi işleyen bir telgraf şebekesini ömrümde görmedim. Yarım saat içerisinde Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır, Samsun, Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa hepsi birbiriyle haberleşme halindeydiler. Bütün bu yerlere ulaşan telin ucunda Mustafa Kemal oturuyor, öbür ucunda da komutanlarıyla mülki idare amirleri bulunuyordu" diye yazmıştır. (Özkaya, 2001: 40-41) Mücadele Yanlısı Gazetelerin Kurulması Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'da Anadolu topraklarına ayak bastıktan sonra yurdun çeşitli bölgelerinde kurulmuş bulunan dağınık ve birbiriyle bağlantısız halk direniş hareketlerini derleyip toparlamak için 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi ni organize etmiştir. Bu Kongre, yabancı işgal ve müdahalesine karşı milletçe direnme kararı almış, dokuz kişilik bir "Temsi Heyeti" seçerek başına da Mustafa Kemal i getirmiştir. Bundan kısa bir süre sonra 4 Eylül 1919'da toplanan Sivas Kongresi nde dağınık halk direniş hareketlerini ve teşkilatını "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirme ve her türlü yabancı müdahale ve işgaline karşı milletçe direnme kararı alınmıştır. Bu kararların halka duyurulması için Mustafa Kemal 4 Eylül 1919'da Kongrenin yayın organı olarak adını da kendisinin belirlediği İrade-i Milliye gazetesini Sivas'ta kurmuştur. Kongre kararların yayınlanması ile başlayan gazetenin yayın hayatı Mustafa Kemal in Ankara'ya gidişinden sonra da devam eder. (İskit, 1943: ). 158

167 Mustafa Kemal 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelmiş, Meclis'i Ankara'da toplama çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar yanında 10 Ocak 1920'de Hakimiyet-i Milliye gazetesini kurmuş ve yayına başlatmıştır. (Kardeş, 1980: 6). Gazete, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin yayın organıdır, Ankara Vilayet matbaasında basılmakta ve haftada iki defa yayınlanmaktadır. İnkılâp tarihinde önemli bir role sahip olan Gazetenin 1928'de adı "Ulus" olarak değiştirilir ve Türkçeleştirilir. (İskit, 1943: 213). Sivas'ta İrade-i Milliye Gazetesi ile Ankara'da Hakimiyet-i Milliye'nin kuruluşu sonucunda Ankara basınının temeli atılmış olur. Bu yolla Mustafa Kemal, kamuoyu oluşturmak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, halkı Bağımsızlık Savaşının etrafında toplamak, Kongre kararlarının, daha sonraları Meclis kararlarının en ücra mahalle ve köylere kadar yayılmasını ve duyurulmasını amaçlamaktadır. İrade-i Milliye ve Hakimiyet-i Milliye gibi halk iradesini ortaya koyan bu isimler bizzat Mustafa Kemal tarafından konulmuştur ve her iki gazete de Ulusal Bağımsızlık hareketinin sözcüleridir. Hakimiyet-i Milliye'nin hemen her sayısında Mustafa Kemal'in bir ya da birkaç tebliği yayınlanmakta, Milli mücadeleyi destekleyen Anadolu gazetelerinden alıntılar yapılmakta ve köylere, kahvehanelere, camilere kadar dağıtımına çalışılmaktadır. Ancak henüz bağımsız bir Türk haber ajansı olmadığından haberlerin alınması ve dağıtımı zor olmaktadır. Haberleşmeler daha çok Antalya'daki İtalyan Temsilciliği aracılığı ile sağlanabilmektedir. Dış ülkelere bağlantı daha çok bu kanal ile gerçekleşebilmektedir. (Özkaya, 2001: 75-77). Milli Mücadelenin başlangıcından zafere kadar geçen sürede hissedilen ihtiyaçların başında, hareketin amacının dışta ve içte anlatılması gelmektedir. Basın organlarının büyük bir bölümünün İstanbul'da olması sebebiyle Anadolu basını bu iş için uygun 159

168 değildir. Anadolu basını çok zayıftır, Ankara basını ise ancak Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelmesinden sonra oluşturulmaya başlanmıştır. Bununla birlikte gazetelerin İstanbul'a, Anadolu'nun diğer merkezlerine ve yurt dışına ulaştırılma imkanı sınırlıdır. Önemli olaylar meydana geldiği zamanlarda gazeteler ilavelerle bunları halka duyurabilmektedir. (Güz, 2008: 96). Mustafa Kemal 28 Eylül 1920'de TBMM'de yaptığı bir konuşmada, sekiz ay önce Anadolu basınından söz edilemeyeceğini, ancak altı aylık bir sürede Anadolu'da basının teşekkül ettiğini söylemektedir. Önemli merkezlerin hepsinde basının bulunduğunu bildiren Mustafa Kemal, gazetelere fikri yardım yapıldığını, verilen talimatlara basın organlarının hepsinin uyduğunu, bir tek Yeni Dünya gazetesinin buna riayet etmediğini belirtmektedir. (Güz, 2008: 53). Mustafa Kemal İstanbul'daki (Osmanlı İmparatorluğu na bağlı olan) Matbuat Umum Müdürlüğünden ve ajanstan (Türkiye Havas-Reuter Ajansı) memnun değildir. Bu durumu 12 Aralık 1919'da İstanbul'daki Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya çektiği telgrafta belirtir. Matbuat Umum Müdürlüğü ve ajansın durumunda bir gelişme görmediğinden bahseder ve bunu da iyi niyetle bağdaştıramayacağını söyler. (İskit, 1943: 213). Bu şartlar altında amaca en uygun araç; bir ajans kurarak, yurt içinde ve yurt dışında hem Ankara'nın gayesini anlatmak hem de halkı olaylardan haberdar etmek olacaktır. Diğer yandan bu ajans, bültenleri vasıtasıyla Anadolu'da İstanbul Hükümeti ve işgal kuvvetlerinin propagandalarına da karşı koymuş olacaktır. Bu arada İstanbul'da Milli Mücadele'yi destekleyen basın da Anadolu'da olup bitenden haberdar edilecektir. 160

169 Anadolu Ajansının Kurulması Milli Mücadele basınını inceleyen araştırmacı, bilim adamı ve yazarlar; Milli bir ajansın kurulması fikrinin Halide Edip (Adıvar) tarafından ortaya atıldığını belirtirler. Milli Mücadeleye katılmak üzere 31 Mart 1920 günü İstanbul'dan kaçıp Geyve-Akhisar (şimdiki Pamukova) tren istasyonunda bir araya gelen Türk aydınlarından Halide Edip ve Yenigün Gazetesinin sahibi Yunus Nadi (Abalıoğlu) ile diğerleri Ankara'ya hareket ederler. Yolda Halide Edip, Anadolu'nun haklı davasının bütün dünyaya anlatılabilmesi için bir ajans kurulmasına ihtiyaç olduğunu söyler. Yunus Nadi bu görüşü paylaşır. Ajansın ismi üzerinde konuşurlar ve Anadolu Ajansı ismi üzerinde birleşirler. Halide Edip ve beraberindekiler 2 Nisan günü Ankara'ya gelirler. Halide Edip ve Yunus Nadi, aynı günlerde Ziraat Mektebindeki bir akşam yemeğinde konuyu Mustafa Kemal'e açarlar. Halide Edip, haber alamadıkları için dış dünyanın ve ülkenin, milli hareketin amacını anlayamadığını belirtir ve Yunus Nadi ile aralarında aldıkları karardan söz eder. Onlara göre, kurulacak ajansın haberleri, telgrafhanesi olan bir yere ulaşacak, olmayan yerlerde de camilere ilan halinde asılacaktır. Dünyadaki gelişmeleri izlemek için de önde gelen İngilizce ve Fransızca gazeteler getirtilecektir. Bunlar arasında Manchester Guardian, Times, Dail Chronicle vardır. (Koloğlu, 2010: 71; Güz, 2008: 97-98) Mustafa Kemal fikri olumlu bulur. İlk günlerde telgrafla iletilmek üzere haberler yazılması kararlaştırılır. Haberler, Mustafa Kemal'in bilgisi ve denetiminde olacaktır. Halide Edip ve Yunus Nadi izlenen politikayı anladıktan sonra işi onlar götürecektir. İşe hemen başlanacak ve Mustafa Kemal "Anadolu Ajansı"nın kurulduğunu ülkenin her tarafına duyuracaktır. Ajansın kuruluş amacının ne olduğu konusunda ülkenin her yeri ajans aracılığı ile haberdar edilecek, bültenlerin ülkenin en ücra köşesine kadar 161

170 ulaştırılması gerektiği bildirilecektir. Yunus Nadi ve Halide Edip günlük resmi, yarı resmi, yerli ve yabancı haberlerin yer aldığı yayınları toplayacak ve günde en az iki haber servisi yapacaklardır. Görüşmenin ardından 6 Nisan 1920'de Anadolu Ajansı kurulur. Mustafa Kemal Paşa, alınan karar çerçevesinde 8 Nisan 1920'den "aceledir" ibareli, "kolordulara, vilayetlere, müstakil livalara, elviye-i selaseye (Kars, Ardahan, Batum), müdafa-i hukuk heyet-i merkeziye'lerine, müdafa-i milliye heyet-i idarelerine" bir genelge telgraf çeker. Telgraf, 20. Kolordu'ya, Ankara Vilayeti'ne, Heyeti Merkezi'ye ye ve Mebusan Heyeti'ne de tebliğ olunur. Telgrafta, Milli Mücadele sırasında ajans vasıtasıyla ülkeye ve ülke dışına haber verileceği belirtilerek, bültenlerin çoğaltılıp nahiye ve köylere kadar ulaştırılmasının sağlanması istenmektedir. (Güz, 2008: 97-98). Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal imzasıyla çekilen telgrafın günümüz Türkçesi ile metni şöyledir: "İslam'ın merkezi olan Osmanlı Devleti merkezinin düşman işgali altına alınması, bütün ülke ve ulusumuzun en büyük tehlikeye maruz kalması sonucunda bütün Rumeli ve Anadolu'nun giriştiği ulusal ve kutsal mücadele sırasında, Müslümanların iç ve dış en doğru bilgilerle aydınlanmalarının zorunlu bir gereklilik olduğu göz önüne alınmış, bunun sonucu, burada en yetkili kişilerden oluşan bir özel kurul yönetiminde, Anadolu Ajansı (AA) adı altında bir kurum kurulmuştur. Anadolu Ajansı'nın en hızlı araçlarla vereceği haber ve bilgi aslında Temsilciler Kurulumuzun belgeli ve asıl kaynaklarının sonucu olacağı için bu ajans bildirilerinin oraca ve özellikle Müdafaa-i Hukuk teşkilatımızca seçilecek caddelere ve toplanılacak yerlere asılması, dağıtımı, dahası bucak ve köylere dek ulaştırılması yolunda, olabildiğince çok yayınlanabilmesi için ivedilikle düzenlemeler yapılması, 162

171 sonucundan da bilgi verilmesi önemle rica olunur." ( son erişim: ) Ajans, Ankara'da bugün Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü olan eski Ziraat Mektebi'nde bir odada, bir teksir ve az sayıda personel ile çalışmalarına başlar. Bina aynı zamanda karargah olarak da kullanılmaktadır. Buraya getirilen İngilizce gazetelerin siyasi haberleri Halide Edip tarafından tercüme edilmektedir. Mustafa Kemal'in Osmanlı Bankası'ndan temin ettiği bir daktilo ile 12 Nisan 1920'den itibaren yazılar yazılmaya da başlanır. (Güz, 2008: 99; Özkaya, 2001: 80). Anadolu Ajansı, Türk kamuoyunu yanlış yollara sürükleyecek, milli birliği tehlikeye düşürecek iç ve dış yayınlara karşı milleti uyarmak, milli kurtuluşu sağlayacak karar ve hareketleri, Büyük Millet Meclisinin kararlarını günü gününe halka ulaştırmak suretiyle, hükümet ile halk arasında bağlantıyı sağlayarak önemli bir rol oynamıştır. Haber alma konusunda yapılan işlerin en önemlisi kuşkusuz Anadolu Ajansının kurulmasıdır. Daha sonraları Ajans tebliğlerinden İstanbul için önemli sayılabilecek haberlerin, Bursa'da basılarak çoğaltılması yoluna gidildi. Basılan bu tebliğlerden yeterli sayıda nüsha İstanbul'daki ajansa da (Türkiye-Havas-Reuter) gönderilmektedir. Anadolu Ajansı Ulusal Bağımsızlık Savaşı boyunca, milli birliği uyanık tutmak ve ulusal bağımsızlığı sağlayacak karar ve hareketleri zamanında bildirmekle önemli hizmetler yapmıştır. (Özkaya, 2001: 79-81). Ajans, 7 Haziran 1920'de 6 sayılı Kanunla kurulan Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi'ne bağlanmış, çalışmalarını 1924'e kadar bu kurum içinde sürdürmüştür. Dış dünyadaki, "resmi devlet haber ajansı" algısının önüne geçilmek amacıyla 1924 Bütçe Kanunu ile bu genel müdürlükten ayrılarak şirket haline getirilmiştir. (İskit, 1943: 246). 163

172 Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi'nin Kurulması 23 Nisan'da TBMM'nin açılması o döneme kadar üzerinde meşruiyet tartışmaları yapılan Ankara yönetimini rahatlatmıştır. Meclisin açılması ile Milli iradenin temsilciliği İstanbul'dan Ankara'ya geçmiştir. Bundan sonraki dönemde Ankara yönetiminin uluslararası arenada meşruiyet sorunu kalmamıştır. (Güz, 2008: 101). Görülüyor ki Samsun'a çıktığı günden beri milli birliği ve bütünlüğü sağlamaya, halkı Milli Mücadele etrafında toplamaya yönelik siyasi ve askeri her türlü tedbiri alan ve çalışmayı yapmış bulunan Mustafa Kemal, bunun basın yoluyla halka anlatılması, iç ve dış dünyada olan gelişmelerden halkın günlük olarak haberdar edilmesi; Bağımsızlık Savaşı ve Anadolu'daki gelişmelerden de dış basının bilgilendirilerek içeride ve dışarıda milli davanın haklılığı yönünde kamuoyu oluşturma gayreti içindedir. Bunun da ancak, basın yoluyla mümkün olacağını çok iyi bilmektedir. Daha önce değinildiği gibi, İstanbul basını birkaçı dışında Bağımsızlık Savaşının yanında olmasına rağmen, sansür nedeniyle ilk yıllarda Anadolu hareketi hakkında yazamamaktadır. Sansürden uzak ve yaşanan gelişmelerin yakınında olan Anadolu basınının ekseriyeti Bağımsızlık Savaşı'nın yanında yer almaktadır, ancak zayıf ve yetersizdir. Teknik araç, donanım yanında mali kifayetsizlikler de bulunmakta, zaman zaman yardım için Mustafa Kemal'e başvurulmaktadır. Mustafa Kemal, dış basın haberlerinin teminine, Anadolu hareketi konusundaki haberlerin de dış basına yansıtılmasına büyük önem vermekte, bunun için bir istihbarat ağı oluşturmak istemektedir. Bu konuda gerekli çalışmaları yapmış, Meclis bünyesinde bir İrşat Encümeni kurmuştur. Bazı illerde Komisyona bağlı görev yapan şubeler de bulunmaktadır (İskit, 1943: ). 164

173 İstanbul'da bir Matbuat Müdürlüğü ve Matbaalar Kanunu vardır. Ancak bu kurum Osmanlı yönetimine bağlıdır ve faaliyetleri Milli mücadele hareketinin ihtiyaçlarından farklıdır. Farklılığın sebebi hizmet ettiği siyasi otoritenin gündemidir aslında. Müdüriyetin kurulduğu 1862 yılından 1920'ye kadarki süreci ele aldığımız çerçevede hatırlarsak Osmanlı yönetimi, bu Müdüriyeti, daha çok otoritesine yönelik -basından gelecek- tehditleri bertaraf etmek, üzerindeki baskılar karşısında giriştiği sözde yenileşme çabalarını Batıya tanıtmak ve onlara hoş gözükmek üzere çalışma yapması için kurmuştur. Milli Mücadele hareketinin ihtiyacı ise giriştiği silahlı mücadelenin yanı sıra ülkenin altyapısına ilişkin unsurları geliştirmek üzere fiilen gerçekleştirdiği icraatları içte ve dışta tanıtmak, verilen mücadeledeki haklılığını anlatmaktır. Bu nedenle sözünü ettiğimiz Osmanlıdaki Matbuat Müdürlüğü ile yeni kurulacak olan Müdürlüğün amaçları siyasi otoritenin politikasını desteklemekte birleşirken, fiilen yaptıkları/yapacakları faaliyetler ayrışmaktadır. Bu sebeple yeni bir oluşum gerekli görülmüştür. Mustafa Kemal, ana hatlarıyla belirtmeye çalıştığımız basınla ilgili meselelerdeki beklentileri karşılamaya yönelik çözümler ve hizmetler üretecek yeni bir kuruluşun hazırlıkları için "İrşat Encümeni"ni görevlendirir. Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 23 Nisan 1920'de açılışının hemen sonrasında, 7 Haziran 1920'de, "Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi Teşkiline Dair Kanun" teklifinin İrşat Encümenince hazırlanan gerekçesi, TBMM'nin Mustafa Kemal başkanlığındaki 7 Haziran 1920 Cumartesi günü teravih namazından sonra 23.00'de başlayan 25. toplantısının 6. oturumunda Başkanlık Divanı Katibi Kütahya Mebusu Haydar bey tarafından okunur. (Kardeş, 1980: 9). 165

174 Kanun tasarısının gerekçesinin günümüz Türkçesi ile tam metni şöyledir: (İskit, 1943: ) Genel olarak kabul edilen bir gerçek var ki, ülkemizin uğradığı felaketlerin en etkin sebeplerinden biri de iç ve dış kamuoyunun milletin yüksek menfaatlerine uygun bir akış içinde yönlendirilmesi ve idare edilmesinde gösterilen ihmaldir. Ulusal çıkarlarımızın savunulması konusunda silah kadar etkili olan siyaset ve düşünce örgütlenmesinin öteden beri ihmal edilmiş olması, pek çok kötülüklere sebep olmuş ve halen de olmaktadır. Avrupa'nın en küçük bir devleti yoktur ki, bu amaç için mümkün olduğu kadar geniş bir teşkilata sahip bulunmasın. Bu alanda Bulgaristan ve Yunanistan en başarılı devletlerdendir ve siyasi başarılarının sebeplerinden çok önemli bir kısmını da bu teşkilatlara verdikleri önemde aramak gerekir. Büyük Millet Meclisi'nce de büyük bir şiddetle hissedilen bu ihtiyacın giderilmesi için ikinci defa özel bir önem verilerek kurmuş bulunduğunuz Komisyon, uzun incelemelerden sonra güçlü bir teşkilat kurmak ve bunu zamanla iyileştirerek ve genişleterek düşünce gücünün bütün güçlere üstün geldiği şu dönemde milli politikamızı dışarıya karşı savunmak ve içeride de her tarafa yaymak gibi iki büyük amacı gerçekleştirmek için Bakanlar Kurulu ile işbirliği yaparak bu teklifi hazırlamıştır. Gerekçe ile kurulması öngörülen Matbuat ve İstihbarat Genel Müdürlüğü'nün amacı iki büyük hedefi gerçekleştirmeye yönelik olmalıdır. Biri dışarıya karşı milletin gerçekleştirdiği işleri anlatmaya ve davamızın haklılığını kanıtlamaya çalışmak, diğeri de içeride milleti aynı düşünce etrafında birleştirmek üzere her araçtan yararlanarak sürekli bilgilendirmek ve uyarmaktır. 166

175 Bunun için basının sadece idari örgütü ile ilgilenecek bir matbuat müdürlüğü yerine, olumlu hizmetlere yönelen canlı bir teşkilat oluşturulması ve bu çok önemli başarı aracının doğrudan Bakanlar Kurulu Başkanlığına bağlı bir genel müdürlük halinde kurulması daha uygun görülmüştür. Genel Müdürlüğün programı; bir taraftan Avrupa basını arasında milli ve haklı çıkarlarımızı savunmaya yönelik yayınlarda bulunmak ve dünya basınını sürekli izleyerek dünyadaki fikir akımlarını anlamaya çalışma; öte yandan da içeride zamanın gerektirdiği düşünce ve inanç birliğini temin için her olanaktan yararlanmak suretiyle yayın ve uyarılarda bulunmak olmalıdır. Anadolu'nun çeşitli noktalarında gazeteler yayınlatmak ve bunların şeklen mükemmel ve manen de sürekli uyanık olmalarını sağlamak, şimdilerde Türk ve İslam dünyasını ilgilendiren konulara dair herkes tarafından kolayca anlaşılabilecek tarzda yazılar yazdırarak yayınlatmak, her tarafta muhabirler bulundurmak, özel muhabirler dolaştırmak, aydınlatma heyetleri kurmak ve okullardan, öğretmenlerden bu iş için yararlanmanın yollarını aramak gibi konular görev alanına girdiği gibi, müdürlük, bütün basın işleri için de resmi müracaat makamı olmalıdır. Söz konusu olan ne yazık ki şimdiye kadar gereğinden fazla ertelenmiş bulunan bu konu, gerekli olduğu kadar önemli ve özellikle uzmanlık gerektiren bir iştir. Bu konuda elde edilecek başarı, örgütün genişliği ve araçların mükemmel olmasıyla orantılıdır. Ancak, bunun iyi bir biçimde yönetimi özellikle uzmanlığa muhtaç olduğu için bu büyük işin temelini oluşturmak üzere şimdilik küçük bir teşkilat kadrosu düzenlemekle yetinilmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından da uygun görülen bir görüşe göre bu kadro ile kurulacak müdürlük, bir yandan uzmanları toplamaya devam edecek, diğer taraftan örgütünü genişletmeye çalışacaktır. Örgütü şimdiden geniş 167

176 tutmak canlı bir faaliyet makinesi yerine, yararsız memurlardan oluşan bir iskelet oluşmasına yol açabileceği için şimdilik sadece uzmanlardan oluşan bir temel atılması ile yetinilecektir. Müdürlüğün çalışmaları ile fayda sağlandıkça, bu örgüt yavaş yavaş sağlanacak uzmanlar ve maddi olanaklarla sürekli genişletilecek ve o zaman gerek kadronun gerek ödeneğin, ihtiyaç ve deneyimle orantılı bir şekil ve büyüklüğe çıkarılması için Bakanlar Kurulu Meclise bilgi verecektir. Bu görüşlerle, aslında büyük öneme sahip ve ihmal edilmeden icraata dönüştürülmesi gereken bu iş, ülkemizde henüz yeni bir teşebbüs olduğu için lüzumsuz harcamaya engel olmak düşüncesi ile örgütün başlangıç olarak sınırlı tutulması uygun görülmüştür. Faaliyet tarzı ve mesaisi itibariyle bakanlıkların bir çoğu ile ilgili olduğu için Genel Müdürlüğün Bakanlar Kurulu Başkanına bağlanması da gerek komisyon gerek Bakanlar Kurulunca uygun görülmüştür." Kanun teklifinin metni de okunmuştur, günümüz Türkçesi ile tam metni şöyledir: (İskit, 1943: )(Kanunun aslı Türkçe ve Osmanlıca olarak Ek-1'de görülebilir) Matbuat ve İstihbarat Müdiriyet-i Umumiyesi Teşkiline Dair Kanun 7 Haziran 1336 (1920) ve 20 Ramazan 1338 (1920) Kanun no: 6 Madde 1- Genel olarak iç ve dış yayınlar, tanıtma-aydınlatma ve istihbarat (haber toplama) işleri ile görevli, bütün basın işleri için de resmi müracaat makamı olmak üzere, 'Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi' unvanı ile Bakanlar Kurulu Başkalığına bağlı bir Genel Müdürlük kurulmuştur. Madde 2- Genel Müdürlük Bakanlar Kurulunun bütün araç ve teşkilatından yararlanır. 168

177 Madde3- Tanıtma-Aydınlatma ve istihbarat harcamaları Bakanlar Kurulu Başkanının onayına sunulmak şartı ile Genel Müdürlük tarafından sarf edilir. Madde 4- İşbu Kanun yayını tarihinde yürürlüğe girer. Kadro ve Ödenek Cetveli Kadro Aylık Senelik Müdir-i Umumi Ajans Müdürü Dahiliye masası Hariciye masası Bir muharrir Başkâtip Koleksiyon ve dosya memuru İki kâtip Bir hademe İrşat ve istihbarat masarifi Kırtasiye Tahsisat-ı iptidaiye Yekûn Kuruş " Teklif metninin okunmasından sonra görüşmelere geçilmiş, Saruhan Mebusu Refik Şevket Bey'den (İnce) Hukuk ve mali bakımdan itiraz gelmiştir. Onun görüşü ve benzer görüşler ile bunlara verilen cevaplar şöyle özetlenebilir. (Kardeş, 1980: 11-12): İstanbul'da bir Matbuat Müdürlüğü bulunduğuna göre, elbette onun bir kanunu da vardır ve bu kanunda Matbuat Müdürlüğü'nün görevi, yetkileri belirtilmiştir. Halbuki Komisyon mevcut kanunda küçük bir değişiklik yapmakla yetinmiş, İçişleri 169

178 Bakanlığına bağlı iken Bakanlar Kurulu Başkanlığına bağlamayı öngörmüştür. Refik Şevket, masraf kapısı açılmasına da karşıdır ve "Yeni masalara, bürolara, koleksiyonlara ne lüzum var? Böyle bir kanuna gerek yok, kabul edilmemesini teklif ederim." demiştir. İrşat Komisyonu Başkanı İzmir Mebusu Yunus Nadi Bey (Abalıoğlu, Cumhuriyet gazetesi kurucusu) bu görüşü, "zamanımızda iç ve dış kamuoyunu propaganda ile fikir kuvvetiyle kazanmak usulü, orduların kuvvetine eşit denilecek kadar önem kazanmış bir meseledir. Basına dördüncü kuvvet denilmesi çok zaman önce olmuştur. Böyle bir teşkilata gerek vardır ve bunun tartışılması bile abestir. İstanbul'da bir Matbuat Müdürlüğü ve onun bir kanunu bulunduğu konusuna gelince; elde bir matbuat ve matbaalar kanunu vardır. Bu kanun bir gazete nasıl çıkar, nasıl kapatılır gibi hükümleri kapsar. Bizim istediğimiz ise bunların çok üstündedir. Dışarıya karşı meşru ve haklı davamızı savunmak ve ispat etmek, içeride de milleti aynı dava ve amaç etrafında toplamaktır." sözleri ile cevaplamıştır. Karahisari Sahip Mebusu Mehmet Şükrü (Koç) Bey de, "İstanbul'daki Matbuat Müdürlüğü'nün gazeteleri sansürlemekten başka bir iş yapmadığını" belirterek tasarı lehinde konuşmuştur. Yine İrşat Encümeninden Saruhan Mebusu Mustafa Necati Bey (sonradan Maarif Vekili olmuştur) kürsüye gelerek, "...Avrupa'nın fikrini anlamak ve ona göre hareket etmek şarttır. Cephelerdeki kuvvet kadar propaganda da önemli bir kuvvettir. Biz henüz memleket içinde bile kendi vaziyetimizi, siyasi durumumuzu gerektiği kadar anlatamadık. Köyler, hatta ilçeler ve vilayetler Kuva-yı Milliye Teşkilatının esaslarından habersizdirler. Bunları anlatıp bildirmek kuvvetimizi çoğaltmak demektir... Bunun için onbeşbin lira değil, bir milyon lira bile versek yine de azdır. Fakat bütçemizin bugünkü durumu nispetinde fedakarlık yapmalıyız." sözleri ve tartışmaları sonunda Kanun kabul edilmiştir. Genel 170

179 Müdürlüğe Hamdullah Suphi (Tanrıöver) atanmıştır. Kadro cetveline Anadolu Ajansı Müdürünün de konulmasıyla Ajans, yeni genel müdürlüğe bağlanmış, böylece mali imkanlar bakımından daha iyi bir duruma getirilmiştir. (Kardeş, 1980: 11-12). Umum Müdürlüğün bütçesi kısıtlıdır. İşi sadece matbuat değil, aynı zamanda istihbarattır. Tahsisat cetvelinde de en çok ödenek en çok ödenek irşat ve istihbarata ayrılmıştır. Genel Müdürlük kurulmadan önce Meclis'te "İrşat Encümeni" vardır. Mustafa Kemal'in emriyle kurulan bu teşekkül, Diyarbakır mebusu Kazım Paşa (Diyarbakırlı) emri altında çalışmakta ve memleketin birçok yerinde fahri temsilcileri bulunmaktadır. Teşkilatın istihbarat işleri kurmay binbaşı Muzaffer bey (Korgeneral Muzaffer Ergüder) tarafından idare edilmektedir. Teşkilatın Nazilli, Denizli ve Doğu cephelerinde birer şubesi vardır. Ayrıca Meclisin "İrşat Encümeni" üyeleri gerektiğinde yurdun çeşitli yerlerine gönderilmekte, halka Kurtuluş Savaşının lüzumu, maksadı ve çalışmaları hakkında bilgi vermektedir. Şubelerin görevleri ise yalnız "istihbarat" değil, aynı zamanda iç ve dış propaganda ile meşgul olmaktır. (İskit, 1943: ; Güz, 2008; 105). Buradan anlaşılmaktadır ki Mustafa Kemal kurumun kurulmasını beklemeksizin faaliyetlerini zaten yaptırmaktadır. Haklılığını beyan etmenin, sesini duyurmanın ve yaymanın, bunun neticesinde meşruiyet kazanmanın yolu enformasyon araçlarını iyi kullanmaktan geçtiğinden, işi sadece bu araçlar üzerinde çalışmak olan teşkilatların kurulması Milli Mücadele döneminin hem ülke içinde hem de dünya çapında kendini tanıtmaya muhtaç olduğu bu dönemde son derece büyük bir önem arz etmiştir. Bu önemin farkında olan Mustafa Kemal önce davasını anlatacak gazeteler kurmuş, sonra ilgili haber ve duyuruları daha geniş coğrafyalara ve daha hızla yayabilmek için Anadolu Ajansı'nı 171

180 teşkil etmiştir. Ülke dışında ve içinde menfaatlerin korunması, kamuoyu oluşturulması ve Batı ile münasebetlerin iyileştirilip geliştirilmesinin yanı sıra Batılı ülkelerin memleket hakkında ne düşündüklerinin anlaşılması ve buna göre adımlar atılabilmesi için yabancı basını dikkatle takip edecek bir teşkilat olarak Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumi'yi kurmuştur. Böylelikle Milli Mücadele yönetimi, Meclisin kurulması ile işe başladığı daha ilk yılda, 1920 yılı içerisinde, yukarıda saydığımız basın ve enformasyonla ilgili teşkilatların tümünü oluşturmuştur. Kurumun kuruluş kanunu ve gerekçesi, yer verdiğimiz kaynakların değerlendirmeleri ve kendisi ile görüşme gerçekleştirdiğimiz Orhan Koloğlu'nun değerlendirmelerine dayanarak kurumun kuruluş amacını kısaca toparlayabiliriz: Kurum içte ve dışta Milli Mücadelenin propagandasını yapmak ve dış basını takip ederek devleti gelişmelerden haberdar etmek gibi iki temel vazife ile kurulmuştur. Orhan Koloğlu, ülkenin Milli Mücadele koşullarında kurulan kurumun başlıca görevinin mücadele liderlerine enformasyon sağlamak olduğunu söylemektedir. Koloğlu'na göre Mustafa Kemal bu dönemde gerek Batı basınından gerekse çevre ülkelerin kamuoyundan gelecek bilgiye son derece önem vermiştir. Kurumun bir diğer önemli görevi de Anadolu'daki halkı Milli Mücadele etrafında toplamaktır. Bunun için Anadolu Ajansı ile birlikte halkın bilgilendirilmesi ve mücadeleye destek vermesi sağlanmaya çalışılmıştır Genel Müdürlüğün Geçirdiği Evreler ve Çalışmaları Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü kurulmadan önce İcra Vekilleri Heyeti 6 Mayıs 1920'de 2 sayılı Kararname ile İstanbul ile her türlü resmi muhabereleri yasaklamıştır. Üç maddelik bu kararnameye göre; İstanbul'la her türlü haberleşme 172

181 yasaklanmıştır, İstanbul'dan gelecek resmi evrak ve İstanbul matbuatı derhal iade olunacaktır, bunları kabul eden veya iade etmeyenler Hıyanet-i Vataniye Kanunu gereğince suçlanacaklardır. Posta ve Telgraf muhaberatının hususi ve ticari olan kısmı belirli merkezlerde sansüre tabi olmak şartıyla serbesttir. Ancak mektuplar açık olarak teati edilecektir; Haberleşme Türkçe olacaktır. Kararnamenin yürütülmesi işi İçişleri Bakanlığına verilmiştir. Ancak İrşat Encümeni'nin de bu kararla ilgilenmemesi düşünülemez. Ayrıca Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü bir ölçüde bu sansürden dolayı boş kalan bilgilendirme işini de yürütecektir. Sansür için Ankara, Sivas, Diyarbakır, Konya, Kastamonu, Afyonkarahisar, Eskişehir, Bursa, Erzurum, Van, Salihli, Akhisar, Milas, Muğla'da ve sahillerde de Antalya, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, İnebolu, Sinop, Samsun, Trabzon, Giresun, Bandırma ve Biga'da sansür merkezleri kurulmuştur. Daha sonra 16 Ağustos 1920'de çıkarılan 164 sayılı Kararname ile hususi ve ticari sansür kaldırılmıştır. (Kardeş, 1980:16 ; Güz, 2008: ). Genel Müdürlük, 7 Haziran 1920'de 6 sayılı Kanunla kuruluşundan 1984'teki 231 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye kadar, 13 defa teşkilat yasası değişikliği yaşamış, iki defa lağvedilmiş, bir defa bakanlık düzeyine çıkarılmıştır sonlarına doğru Kurtuluş Savaşı gelişmektedir, Mustafa Kemal ordu ve cepheye daha fazla zaman ayırmak zorunda kalmaktadır. Bu sebeple Genel Müdürlüğün Hariciye Bakanlığı na bağlanması uygun görülmüştür. (Kardeş, 1980: 27; İskit, 1943:225). 25 Aralık 1920 tarihli ve 79 sayılı Kanunla bu iş gerçekleştirilmiştir. Kanun dört maddeden ibarettir. Birinci maddede; TBMM Başkanlına bağlı olan Matbuat Genel Müdürlüğü nün Dışişleri Bakanlığı na bağlandığı; ikinci maddede, iç basını 173

182 ilgilendiren işlerin Dahiliye Bakanlığı nca yürütüleceği; üçüncü maddede, Kanunun yayın tarihinden itibaren yürürlüğe gireceği; dördüncü madde de ise Kanunun yürütülmesiyle Hariciye ve Dahiliye Bakanlarının görevli olduğu, hüküm altına alınmıştır. İdare yine müstakil bir Genel Müdürlüktür. Ancak 1929 bütçesi ile Dışişleri Bakanlığı nın bir şubesi haline gelmiştir. (İskit, 1943: 225; Güz, 2008:106) Genel Müdürlüğün Örgütlenmesi, Yayınları ve Haber Kaynakları Milli Mücadelenin yaşandığı bu dönemde Genel Müdürlüğün ilk ve en önemli görevi gazetelerin henüz etkin olmadıkları Anadolu'da halkı günlük gelişmelerden haberdar etmektir. Kurum bunu yaparken devlet tarafından çıkarılan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi ile Anadolu Ajansı nın yönetimini devralmıştır. Bu iki kuruluş halka haber dağıtımında kullanılmıştır. Genel Müdürlük ayrıca İstanbul, Zonguldak, İnebolu, Antalya, Kars, Aydın ve İzmit'te istihbarat müdürlükleri kurmuştur. Yaymak istediği haberleri bu müdürlüklere telsiz ile bildirmiş ve basılarak dağıtılmasını sağlamıştır. Ayrıca İstanbul'dan gelen yayınlar sıkı bir kontrole tabi tutulmuşlardır. Kısacası Anadolu içerisinde Milli Mücadelenin lehine kamuoyu oluşturmak önemli bir görev olmuştur. (İskit, 1943: 226). Bunun yanı sıra, Genel Müdürlüğün haber kaynakları yukarıda bahsettiğimiz temsilciliklerin gönderdiği haberler, yurt dışı radyo dinlemeleri, işgal kuvvetlerinin telsiz istasyonlarından elde edilen haberler, abone olunan yabancı ajans bültenleri, işgal kuvvetlerinin yayınladığı bildiri ve ilanlar, İstanbul'da yabancı dilde yayınlanan gazetelerden yapılan tercümeler ile başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele liderlerinin demeçlerinden oluşmaktadır. Genel Müdürlük bu kaynaklardan elde ettiği haber, bilgi, belge ve fotoğrafları hedef kitlelerine göre tasnif ve değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Haberleri Anadolu Ajansı kanalıyla 174

183 belirli saatlerde memleketin her tarafına telgrafla bildirmekte, bunları bastırarak şehir içlerinde ve çevrelerinde dağıttırmaktadır. Böylece, haber ihtiyacını karşılamakta, halkı bilgilendirmekte ve ayrıca gazetelerin gelişimine de katkıda bulunmaktadır. Bu haberler, Hakimiyet-i Milliye gazetesine, diğer Ankara gazeteleri ile Anadolu'da yayınlanan gazetelere, valiliklere ve kaymakamlıklara, telgraf hatlarının erişebildiği yerlere kadar gönderilmektedir. Bu haberler ayrıca halkın görebileceği yerlere asılmakta, "münadi"ler (tellallar) tarafından bağırılarak halkın bilgisine sunulmaktadır. Ayrıca, iç haberler ve Genel Müdürlüğün çıkardığı küçük broşürler köylere kadar dağıtılmakta, kahvelerde okutularak dinletilmektedir. Bu "okuyucuların" davaya inanmış, "emin" kişiler olmasına da özen gösterilmektedir. Tüm haber ve bilgiler aynı zamanda birlik komutanlarına ve Meclis üyelerine, devletin diğer kurum ve kuruluşlarına dağıtılmaktadır. (Kardeş, 1980:16-23; İskit, 1943: 226; Güz, 2008: ). Yeri gelmişken, Genel Müdürlüğün ilk çıkardığı yayınlardan bazılarını burada belirtelim: İzmir çevresindeki Yunan zulmüne ilişkin olarak hazırlanan yayınlar, "Matbuat-ı Ecnebiye Hulasaları" broşürleri, Ziya Gökalp'in "Doğru Yol: Hakimiyet-i Milliye ve umdelerinin tasnifi, tahlil ve tefsiri", "İstanbul'un temiz evlatlarına: Siz de mi satıldınız?", 7 Ekim 1920'den itibaren yayımına başlanan "Ceride-i Resmiye" (Devletin resmi gazetesidir ve daha sonra adı "Resmi Ceride" olarak değiştirilmiştir) 15. "Ayın Tarihi" 1923'ten itibaren; Osmanlı döneminde yayınlanan "Devlet Salnamesi" ise 1926'dan itibaren "Devlet Yıllığı" adı altında yayınlanmaya 15 Takvim-i Vakayi İstanbul Hükümetinin resmi gazetesi olarak çıkmaya devam etmektedir. Takvim-i Vakayi 4608 numaralı sayısıyla 4 Kasım 1922'de ömrünü tamamlamıştır. Ankara'nın resmi gazetesi olan Resmi Ceride 1927'de Başbakanlıkta "Müdevvenat Müdürlüğü kurulunca adı Resmi Gazete olarak değiştirilmiş ve yayımı bu Müdürlüğe devredilmiştir (İskit, 1943: 231). 175

184 başlanmıştır ve her ikisi de günümüzde devam etmektedir. (İskit, 1943: 231; Kardeş, 1980: 20-23). Bu ilk dönemde kurum yurtdışında propaganda faaliyetini yürütmek ve Milli Mücadeleyi savunmak için New York, Londra, Paris, Berlin, Viyana ve Cenevre gibi başlıca Avrupa kentlerinde müşavirlikler kurmuştur. Bu müşavirlikler vasıtasıyla yukarıda değindiğimiz gibi Avrupa basınında yer alan haberlerin ve fikir akımlarının takip edilmesini ve Milli Mücadele yönetiminin bu gelişmelerden bilgilendirilmesini sağlamıştır. Müşavirlikler ayrıca Mücadelenin tanıtılması, Yunan mezaliminin anlatılması, ülke hakkında çıkan olumsuz yazılara yanıt verilerek etkisinin tersine çevrilmesi için bulundukları ülkelerin parlamentolarına, basın mensuplarına ve siyaset adamlarına ilgili konularda yayınlar ulaştırmış ve propaganda faaliyeti yürütmüştür. (İskit, 1943: 228). Kurumun bu ilk yıllarında yurtdışındaki faaliyetleri ile ilgili taradığımız kaynaklarda daha fazla bilgi mevcut değildir. Propaganda faaliyetinin ağırlıklı olarak ülke içerisinde gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Orhan Koloğlu da bu yönde görüş bildirmekte ve kurumun yurtdışındaki faaliyetinin daha ziyade enformasyon sağlama çabasından oluştuğunu ifade etmektedir. Orhan Koloğlu kurumun kuruluş dönemi ile ilgili şunları söylemiştir: "İstiklâl Savaşı dönemini aldığımızda her şeyden evvel önemli olan 'kim ne diyor' bunu öğrenmektir. Açık konuşalım bu da İstanbul veya Arap ülkelerinin ne gibi bir işbirliği içerisinde olduklarını öğrenmektir. Çünkü bütün Araplar; İngiliz ve Fransız'la işbirliği içerisindeler. (...) Atatürk bu dönemde Misak-ı Milli'yi hedef alır. (...) Peki Atatürk nereden haber alıyor? Birincisi İstanbul'daki kaynaklarından, ikincisi çevredeki Araplardan. (...) Şimdi bu haber almada Basın-Yayının rolüne gelelim... Kurum... ilk 176

185 vazife olarak haber kaynaklarından haber toplayacaktır. (...) Yayın konusunda ise (Atatürk kurumu) kendi demeçlerini yaymada kullanıyor. Bu demeçlerde ifadeler çok net, kimin verdiği belli, ya Mustafa Kemal ya da devlet yönetimi. (...) (Atatürk) Basın Yayını devamlı olarak haber toplayan bir kurum olarak kullanıyor bu dönemde." Genel Müdürlüğün İlk Yıllarında Gazetelere Sağladığı Maddi Yardımlar Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi'nin kurulduğu dönemde Anadolu basını günlük gazeteler açısından gelişmiş bir durumda değildir ve birçok eksiklikleri vardır. En başta kâğıt ve mürekkep yoktur, bir çoğunun makineleri ve harfleri eskimiştir. Her şeye rağmen mevcut gazetelerin yaşatılması, mümkünse yeni gazeteler, yayınlar çıkartılması çok önemlidir. Bu sebeple ilk iş olarak, Anadolu Ajansı ile başta Hakimiyet-i Milliye Gazetesi olmak üzere, Anadolu gazeteleri ile meşgul olunmuştur. Hakimiyet-i Milliye 10 Ocak 1920'den beri çıkmaktadır, ancak günlük değildir, haftada iki defa çıkmaktadır, sonra haftada üç defa çıkmaya, 1925'te de günlük yayınlanmaya başlamıştır. Gazete Vilayet matbaasının eski makinesinde basılmaktadır. Makine sık sık arıza yaptığı için gazete bazen çıkmamaktadır. Sonradan Eskişehir'den getirilen ve Müdafaa-i Hukuk'un halktan toplanmış parası ile alınan Arif Oruç'un Yeni Dünya Gazetesi'ni çıkardığı makine Ankara'ya getirilince, daha modern olan bu makine ile basım işleri düzelmiştir. 6 Nisan 1920'de kurulmuş iken 7 Haziran 1920'de Matbuat Umum Müdürlüğüne bağlanmış olan Anadolu Ajansı da o günlerin şartlarına göre daha iyi imkânlara kavuşturulmuştur. Diğer yandan, gazetelere kâğıt ve mürekkep yanında imkan oldukça mali destek sağlanmıştır. Bazen mürekkep bulunamamış, becerikli bazı gazeteciler kurum ve bezir yağı ile matbaa mürekkebi imal etmek yoluna gitmişlerdir. Kâğıt, mürekkep ve hurufat yardımı bir çok gazeteye yapılmıştır. Ali 177

186 Nüzhet (Göksel) hatıralarında Ziya Gökalp'in Malta sürgününden Diyarbakır'a geldikten sonra çıkardığı "Küçük Mecmua" ya da Ahmet Ağaoğlu'nun genel müdürlüğü zamanında 300 liralık para yardımı yapıldığını, bununla kâğıt alındığını, matbaanın başlıca eksiklerinin tamamlandığını yazar. Küçük Mecmua'nın ilk sayısı 18 Haziran 1922'de çıkmış, Mecmua bir yıl devam etmiştir. Hakimiyet-i Milliye'ye aylık liralık yardım yapılmaktadır. Yine Ahmet Ağaoğlu zamanında İstanbul basınına da yardım edilmiş olduğu bilinmektedir. Bunlar arasında Celal Nuri'nin (İleri) "İleri" gazetesi de vardır. Konya'da Sami Paşazade Süreyya ve Yusuf Mazhar'ın Babalık gazetesi de mali yardım gören gazeteler arasındadır. Bu gazete yayınlarının ne kadar faydalı olduğunu Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) imzasıyla başyazarı Sami Paşazade Süreyya beye gönderilen şu telgraftan da anlamak mümkündür. "Babalık'ı Garp Cephesinin fedakar bir arkadaşı addediyoruz." (İskit, 1943: ; Kardeş, 1980: 16-17; Güz, 2008: ) Genel Müdürlüğün İlk Yıllarında Basın Üzerinde Kontrol Faaliyeti Şeyh Sait Ayaklanması nedeniyle 4 Mart 1925'te çıkarılan Tahrir-i Sükûn kanunu hükûmete basın üzerinde doğrudan tasarruf sağlama yetkisi tanımıştır. Hükûmet bu yetkisini enformasyon alanındaki organı olan Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi aracılığı ile kullanmıştır. Genel Müdürlük buna dayanarak Halk Fırkası'na muhalif olan Terakkiperver Fırkası'nın destekçisi gazeteleri (Tevhid-i Efkâr, Tanin, Vatan) ve sosyalist bazı yayınları (Aydınlık, Orak Çekiç) kapatmıştır. Ortadan kalkan muhalif basının yerine İstanbul'da Vakit ve Akşam'a ek olarak Cumhuriyet'in ve Milliyet'in yayına başlaması ile iktidar partisi oluşan boşluğu doldurmuştur çok partili düzene geçinceye kadar iktidar partisi basın üzerinde sıkı kontrol uygulamış, dinci yayınlara asla müsaade edilmemiş, Kemalist çizgiyi 178

187 aşmamaları kaydı ile sol yayınlara göz yumulmuştur. Bu dönemde Genel Müdürlük ve onu kontrol eden üst makamların emri altında bulunan basın tek sesli olmuştur. (Koloğlu, 2006: ). Koloğlu gerçekleştirdiğimiz görüşmede bu dönemde basına yönelik kısıtlamalara hak vermektedir. Koloğlu dönemin basın politikası ile ilgili şunları söylemektedir: "Atatürk'ün bu dönemde diktatörce davranması doğaldır. Devrim yapıyorsun sonuçta. Çökmüş, kokuşmuş bir topluma devrim yapıyorsun... Gayet açık söylüyorum, diktatör olacak. Ama Avrupalı bile Atatürk'e 'liberal diktatör' demiştir. (...) Atatürk'ün diktatörlüğü Hitler gibi değil, toplumu kalkındırmaya göre. Demokrasiye geçerkenki bu olayları doğal karşılamak lazım. (...) arası basında İstanbul'da Cumhuriyet (gazetesi) Nazileri savunurdu... açıkça... hiç saklı değildir. Vatan (gazetesi), Amerikan savunmacısıydı. Tan, sosyalistti. Hükümet izin vermişti her görüşe izin verin diye, bu Basın Yayının en büyük rollerinden biridir. Bir tanesi (bu politikaya) aykırı davransa, Basın Yayın kapatıverirdi. (...) arasında gazeteleri hem Basın Yayın kapatabilir hem de ordu kumandanlığı kapatabilirdi. (...) Rus yanlısı olmana karşı değiller, Alman yanlısı olmana da karşı değiller; bunu hepsine yem atmak için oynuyorlar. (...) Bu çok güzel bir politika. Bu politikada Basın Yayının kontrolünde. (...) Bu politika bilhassa Türkiye'yi savaşa sokmamak için kuruldu. İnönü'yü bu nedenle takdirle anarım." Koloğlu'nun II. Dünya Savaşı yıllarında ülkeyi savaşa sokmamaya yönelik olarak basın üzerinde kurulan politikayı büyük ölçüde konu ettiğimiz kurum üzerinden yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Basın, 1930'larda iktidar partisinden gelen yönergeleri harfiyen yerine getirmiş ve toplumun ihtiyacı olan çağdaşlaşmaya yönelik kökten değişmenin devrimlerle 179

188 belirlenen şeklini dokunulmaz kılmak için çaba sarf etmiştir. Bu bağlılığı sağlamak için CHP yönetimi basını her bakımdan kendisine bağımlı kılmıştır. Bu dönemde gazete sahiplerinin çoğu milletvekilidir. Diğer yandan hem kağıt hem de ilan kaynağı (özel ilan azdır ve gelirin çoğu resmi ilandan gelmektedir) devletin kontrolündedir. Bu şartlar basını hükûmete bağımlı halde tutmaktadır ve bu koşulların sağlayıcısı devlet adına yine Genel Müdürlüktür. (Koloğlu, 2006: 118) Kurumun Lağvedilmesi ve Matbuat Umum Müdürlüğü İsmi İle Tekrar Teşkili 1924'teki bütçe kanunu ile Anadolu Ajansı kurumdan ayrılmıştır, ancak bütçesinin bir kısmı Genel Müdürlükçe sağlanmaya devam etmiştir (halen de bu uygulama sürmektedir). Aynı kanun ile kurumun matbaası da lağvedilmiştir. (İskit, 1943: ). Artık; Milli Mücadele sona ermiş, Lozan Anlaşması yapılmış bu da irşat/aydınlatma görevlerini gevşetmiştir. Hakimiyet-i Milliye de Genel Müdürlükten çoktan ayrılmıştır sonlarına doğru Genel Müdürlükte hazırlanıp basılarak Anadolu basınına gönderilen makalelerin de arkası kesilmiştir. 1925'te "Resmi Ceride" Başvekalete bağlı Müdevvenat Müdürlüğüne devredilmiştir. Genel Müdürlük sadece yabancı basını izleyerek "Matbuatı Ecnebiye Hulasaları" adı altında broşürler çıkarmakta, periyodik olan Ayın Tarihi ile Devlet Yıllığı kitaplarını çıkarmakta ve Basın Kanunu uygulamalarını izlemektedir. (İskit, 1943: 256). 1931'de çıkarılan Cumhuriyet döneminin ilk basın kanunu ile saltanat, hilafet, komünizm ve anarşizm yanlısı yayınlara yasaklama getirilmiştir. Bu kapsamda Genel Müdürlük bu kanunu uygulamak üzere tek bir emirle gazeteleri kapatabilmektedir. (Koloğlu, 2006:119). 180

189 1929'daki dünya ekonomik buhranını takip eden yıllar ülke için de ekonomik bir darboğazdır ve alınan önlemler çerçevesinde 1 Haziran 1931'de Bütçe Kanunu ile Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi lağvedilmiştir. Böylece Genel Müdürlüğün geçirdiği önemli değişimleri birer evre olarak düşünürsek, on yıllık ilk evresi sona ermiştir. (İskit, 1943: 256). Lağvinden iki yıl sonra Matbuat Müdürlüğüne yine ihtiyaç duyulmuş, 22 Mayıs 1933'te 2205 sayılı Kanunla Genel Müdürlük bu defa Dahiliye Vekaletine (İçişleri Bakanlığı) bağlı olarak yeniden kurulmuştur. Bu kanun, 1624 sayılı Dahiliye Vekaleti Merkez Teşkilatı ve Vazifeleri hakkındaki kanunda değişiklikler yapılarak gerçekleştirilmiş, kurum "Matbuat Umum Müdürlüğü" adıyla kurulmuş, görevleri iç basınla, bütçesi de Lira ile sınırlandırılmıştır (İskit, 1943: 268 ; Kardeş, 1980: 30). Kurumun lağvedilmesinin ardından yeniden kurulmasını sağlayan yasada kurumun hizmetine neden ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu yasa maddelerine İskit (1943:268) yer vermiştir: "Madde numaralı kanuna aşağıdaki madde ilave edilmiştir: Matbuat Umum Müdürlüğü; bilûmum gazete ve mecmuaları ve risaleleri ve emsali neşriyatı tetkik etmek ve devleti alakadar eden yazıları tefrik ile Vekalet makamına bildirmek ve matbuat mensuplarının Matbuat Kanunu'nun tayin ettiği vasıflara sahip olup olmadıklarını ve Matbuat Kanunu'nun hükümlerine nazaran matbuat hareketini takip ile mükellef olmak üzere Dahiliye Vekaletinde bir Matbuat Umum Müdürlüğü teşkil edilmiştir." Ancak, Matbuat Umum Müdürü Nedim Tör, kurumun yeniden teşkil edilmesinin ardından görevlerinin ilk kez net biçimde ortaya koyulması ve faaliyet alanının genişletilip, etkin bir yapıya kavuşturulması için kanun çalışması yapmıştır. Bu 181

190 çalışma, 26 Mayıs 1934 tarihli ve 2444 sayılı Kanunun 16 kabul edilmesiyle sonuçlandırmıştır. Kanunun birinci maddesinde kurumun görevleri sıralanmıştır. Yasaya göre başlıca görevler kısaca, iç ve dış basının takip edilmesi, ülke matbuatının devlet siyasetine ve millet ihtiyaçlarına uygun olmasını temin etmek, milliyet ve demokrasi esaslarına aykırı fikir cereyanlarına engel olmak, gazeteciliğin seviyesini yükseltecek tedbirler almak, memleket haricinde Türkiye'yi tanıttırmayı temin etmek ve menfi propaganda ile mücadele etmektir. Kanunun ikinci maddesinde ise kurumun alt birimleri tespit edilmiştir. Buna göre kurum "istihbarat, neşriyat ve propaganda servislerini ihtiva" edecektir. Genel Müdürlüğün görevlerini net biçimde ortaya koyan yasanın ilk maddesinin ilk bendinde kuruma verilen görevler içerisinde en üst sırada devlet adına enformasyon toplama işinin yer aldığı dikkat çekmektedir. Bunun dışında ülke basınının devlet siyaseti ile uyumlu seyretmesini temin etmek, dış tanıtıma katılmak diğer önemli görevlere de yer verildiği görülmektedir. Yasaya göre Genel Müdürlük yine Dahiliye Vekaletine bağlıdır. Bu kanunla artık radyonun yayın programlarını yapma işlevi de Genel Müdürlüğün alanına girmiştir. Bu yasa şimdiye kadarki en geniş kapsamlı yasadır. Bu dönemde dış tanıtıma, ulusal kitle iletişim araçları ve çalışanlarına dönük çalışmalara ağırlık verildiği görülmektedir. Nedim Tör, yayınına ara verilen "Ayın Tarihi" ile Fransızca yayınlanan, bazı sayıları ise İngilizce ve Almanca çıkan "La Turquie Kemaliste" gibi periyodiklerin yayınını tekrar başlatmıştır. Bir foto-film servisi kurarak, tanıtım için her ay iç ve dış basına binlerce fotoğraf gönderilmiş, "Fotoğraflarla Türkiye Albümü" isimli prestij yayını bastırılmıştır. (İskit, 1943: ). 16 Kurumun görevlerinin ve teşkilat yapısının tespit edildiği üç sayfalık Kanunun tam metni (İskit, 1943: )'te görülebilir. 182

191 döneminde Hatay'ın sorunsuz bir şekilde anavatanla birleşmesi için izlenen politikaları desteklemek üzere çıkarılan Arapça, Fransızca ve Türkçe kitapçıklar yanında, yazılı basın ve radyo yayınlarındaki propaganda da yoğunluk kazanmıştır. Radyo ile her gün Hatay ve Arap ülkelerine yönelik "El İzaatül Arabiye" (Arapça Söylev) adı altında bir program başlatılmış, böylece ilk dış yayın geleneği de başlatılmıştır. Bu dönemde Genel Müdürlük içinde; Memleket Masası, İngiltere ve ABD Masası, Almanya Masası, Fransa Masası, Arapça Konuşulan Ülkeler Masası, Bulgar Masası, Ermeni Masası gibi ihtisas masaları kurulmuştur. Çalışanları konularının uzmanı kişilerdir. Bu dönemde oldukça geniş bir mütercim kadrosu bulunmaktadır. Fotoğraf servisi ve arşivi de yine bu dönemde kurulmuştur. (Kardeş, 1980: 29-31) Bu dönemde kurumun gerçekleştirdiği yukarıda saydığımız faaliyetlerin hepsi için de 26 Mayıs 1934 tarihli 2444 sayılı kuruluş kanununda kuruma görev ve yetki verildiği, buna dayanarak faaliyetlerin gerçekleştirildiği görülmektedir Genel Müdürlüğün Atatürk'lü Yıllardaki Bütçe Ödenekleri Genel Müdürlüğün kuruluşunda ayrılan bütçeden başlayarak basına ve yabancı yazarlara yaptığı çeşitli destek ve yardımlar kendisine tahsis edilen genel bütçe ödeneği içinden yapılmıştır. Bu nedenle Genel Müdürlüğün bütçe rakamlarını yıllar itibariyle kaydetmekte fayda görüyoruz: (Kardeş, 1980: 19; Güz, 2008:111). 183

192 TL TL TL TL TL TL TL TL TL TL Yıllara dikkat ettiğimizde silahlı mücadelenin sürdüğü dönemin ekonomik sıkıntıları ile kurumun da bütçesinin kısıtlı olduğu, galibiyet ile birlikte kurum faaliyetlerine verilen önem nedeniyle bütçede hızlı bir artış olduğu gözlenmektedir. Sonuçta devlet, kurumlarına hizmetine ne ölçüde ihtiyaç duyuyorsa o ölçüde kaynak tahsis etmektedir. Kurumun lağvedildiği ve yeniden kurulduğu dönemin bütçe rakamları ise şöyledir: TL TL TL TL TL TL Yukarıda yeniden kuruluş kanuna yer verdiğimiz kuruma ayrılan bütçenin Milli Mücadele dönemine göre daha kısıtlı olduğunu görüyoruz. Bunun iki nedeni olabilir: Birincisi tüm dünyada ve Türkiye'de de etkili olan büyük ekonomik buhrandır. İkincisi ise kurum faaliyetlerinin, devam eden başlıklarda göreceğimiz gibi Milli Mücadele döneminden farklı seyretmesidir. Milli Mücadele döneminde kurum ülke basınına doğrudan yardım etmektedir. Halkı mücadele dairesinde birleştirmek için 184

193 birçok yayın basmaktadır. Oysa bu yeni dönemde ilk görevinin devlet adına dış ve iç basının takip edilmesi şeklinde tespit edildiği görülmektedir Basın Kurultayı (1935) Genel Müdürlük teşkilat kanunundan aldığı yetki ile 25 Mayıs 1935'te üç gün süren bir Basın Kurultayı düzenler. Bu kurultayda; "Basın ile Genel Müdürlük arasında işbirliği yapılması; Türk basınının, halkın kültürel bakımdan geliştirilmesi yolunda yayınlar yapması için yol ve yöntem belirlenmesi; Gazeteciliğin ve gazetecilerin mesleki açıdan gelişiminin sağlanmasının yollarını araştırmak; Basın Birliği'ni kurmak" gibi konular ele alınır. Kararlaştırılan konular üzerinde çalışmalar yavaş ilerlese de sonuçlar alınmaktadır. 1938'de 3511 sayılı Kanunla; Türk Basın Birliği kurulur; Gazetecilik yapabilmek için Birliğe üyelik koşulu getirilir ve üye olanlara da Basın Kartı verilmesi kararlaştırılır; İstanbul Matbuat Cemiyeti, Birliğe katılır; Çalışan gazeteciler için ilk defa sosyal haklar (gazete sahipleri ile çalışanlar arasında üç ay içinde 'hak ve görevleri' belirleyen sözleşme yapılması şartı, ücretli yıllık izin hakkı gibi bazı haklar) da getirilir. (İskit, 1943: ; Kardeş, 1980: 30-31) Kurumun Başbakanlığa Bağlanarak Örgütünün Genişletilmesi Haziran 1939'da İkinci Dünya Savaşı nın başlaması üzerine, devletin izleyeceği politika hakkında basını bilgilendirmek üzere önce İstanbul'da bir büro, Eylül ayında da Ankara'da Başbakanlıkta bir "Basın Bürosu" kurulur. Büronun, basınla ilişkiler ve haber açısından Matbuat Umum Müdürlüğü ile sık sık teması ve çalışanlarından bir kısmının Genel Müdürlüğün uzman personelinden oluşması, Matbuat Umum Müdürlüğünün Başbakanlığa bağlanmasının gerekliliğini işaret etmektedir. (İskit, 1943: ) 185

194 22 Mayıs 1940 tarih ve 3837 sayılı Kanunla Matbuat Umum Müdürlüğü bu defa Başvekalete bağlanmış, teşkilat ve görevleri yeniden belirlenmiştir sayılı yeni Kanun, önceki 2444 sayılı Kanuna benzemektedir. Görevler aynıdır. Ancak bu Kanunda, Münakâlat Vekaletine (Ulaştırma Bakanlığı) bağlı olan "Radyo" ile İktisat Vekaletine bağlı "turizm" işleri de Genel Müdürlüğe verilmektedir. Anadolu Ajansına genel bütçeden ayrılan yıllık ödeneğin Genel Müdürlük bütçesinden aktarılması için bu Kanuna bir hüküm konulmuştur. Teşkilattaki yenilik ise Matbuat, Radyo ve Turizm Müdürlüklerinden ve bunların bürolarından oluşmaktadır. (İskit, 1943: ) Orhan Koloğlu, 4 Mayıs 2014 tarihli Gebze söyleşimiz sırasında II. Dünya Savaşı yıllarında Genel Müdürlüğün teknik imkânlarının yeterli olmadığını, Kurumda bir "radyo dinleme" servisi kurulduğunu, yabancı dil bilen personelin gündüz dairede gece evlerinde yabancı radyolardan haber ve yorumları dinleyerek eski harflerle not aldıklarını, hazırladıkları metinleri evlerinden gece motosikletli görevlilerin aldığını, bunların Kurumda bültenleştirildiğini, gerek Milli Mücadele yıllarında gerekse II. Dünya Savaşı döneminde yabancı basının izlenmesi, dış dünyada gelişen siyasi akım ve olup bitenlerin ülkemizin menfaatleri açısından değerlendirilmesi bakımından Genel Müdürlüğün adeta ülkemizin "gözü, kulağı" olduğunu ifade etmiştir. Türkiye II. Dünya Savaşı yıllarında İsmet İnönü liderliği ile savaşa girmeme ve savaş halindeki ideolojiler (liberalizm, faşizm, sosyalizm) arasında tercih yapıyor görünmeme siyaseti izlemiştir. Bu yıllarda basın hem Matbuat Umum Müdürlüğü'nün hem de sıkı yönetimin katı kontrolü altındadır. Ayrıca Genel müdürlüğe bağlı Ankara Radyosu, daha hızlı ve devlet politikasını daha kesin 186

195 biçimde yansıtan özelliği nedeniyle yazılı basının önüne geçmiştir. (Koloğlu, 2006:120). Orhan Koloğlu söyleşimizdeki değerlendirmeleri ve yazılarında (Koloğlu 2006:120) bu dönemde hükûmetin basın üzerinde akıllıca bir denge politikası yürüttüğünü ifade etmektedir. Basın bu dönemde belirli sınırlar çerçevesinde kendi ideolojisinden yana yazabilmektedir, ancak bu serbestlik belirli bir çerçeve içerisinde tutulmak üzere sıkı kontrol altındadır. Dönemin gazetelerinden vatan, Akşam ve Tanin genellikle demokrasiden yana olmuşlardır; Tan hem demokrasiden hem de Sovyetler'den yana olmuştur. Yurt ve Dünya'nın yanı sıra başka sol yayınlar kendilerini gösterme fırsatı bulmuşlardır. Cumhuriyet ve Tasfir-i Efkar, Alman yanlısı bir tutum sergilemiştir. Böylelikle hükûmetin dış politikası etkilenmeden ülkede çoğulcu fikirler yansıtılmış ve toplumun Savaş yıllarında belirli bir tarafa kayması ve diğer tarafların tepkisi önlenmiştir. Basın üzerinde denetim vasıtasıyla kurulan bu dengede Genel Müdürlük büyük bir rol oynamıştır. Koloğlu'nun bize sağladığı bu örnekte konu edindiğimiz Kurumun, hükûmetin siyasetini toplumun kaderini belirleyecek biçimde doğrudan uygulamasını görüyoruz. 2 Mayıs 2014'te Ankara'da görüştüğümüz İsmail Yaşar Aktaş ise II. Dünya Savaşı döneminde de Milli Mücadelede olduğu gibi Genel Müdürlüğün gazetelere haber temin etmekte olduğunu söylemiştir. Anadolu Ajansı ve Genel Müdürlüğün haberleri dışındaki kaynaklardan haber almaları gazetelere yasaklanmıştır. Aktaş, Kurumun temin ettiği haberlerden "gizli bültene" ayrılanların ayıklanmasından sonra, kalanların düzenlenip posta ile basına gönderildiğini, bu bültenlerin İstanbul gazeteleri için önemli bir kaynak teşkil ettiğini, gazetelerin bu haberlerin sonunda 187

196 Genel Müdürlüğü kaynak gösterdiklerini o dönemlerde hizmet gören büyüklerinden dinlediğini belirtmektedir. Benzer hususları, kurumun eski çalışanlarıyla yaptığı görüşmelere dayanarak Fethi Kardeş (1980) de yazmaktadır. "O yıllarda gazeteler incelenmekte, gerekli görüldüğü takdirde Genel Müdürlükçe uyarılar yapılmaktaydı. Yürürlükteki Basın Kanununun gazete kapatılmasını hükme bağlayan 50. maddesine dayanarak, Genel Müdürlük ve Anadolu Ajansı'nın verdiği dış haberler dışında, dış haber kullanımı ve dış haberlerin tek sütun üzerine 24 puntodan büyük verilmesi yasaklanmıştır." Kardeş, ayrıca bunun kâğıt sıkıntısına dayandırıldığını ifade etmektedir. 1937'de memlekette kağıt sıkıntısı baş göstermiştir Bütçe Kanununun 25. maddesi ile dergi ve gazeteler için indirimli tarifeden 2465 ton kâğıt ithaline izin verilmiştir. Bunun gazeteler arasında paylaştırılması konusunda Bakanlar Kurulu Kararı ile Matbuat Umum Müdürlüğü yetkilendirilmiştir. Kağıt sıkıntısının sürmesi ile ilerleyen yıllarda daha ileri tedbirler de alınmıştır. (Kardeş, 1980: 35) 'lı Yıllarda Kurumun Faaliyet Alanının Genişlemesi ve Büyük Bir Teşkilatlanmaya Gidilmesi 6 Mayıs 2014'te Ankara'da görüşlerine başvurduğumuz Abdullah Uzun, kurumun örgütlenmesinin genişletildiği bu döneme ilişkin şu bilgileri vermiştir: "Genel Müdürlük, 1934'te 2444 ve 1940'ta çıkarılan 3837 sayılı kanunlarla teşkilat ve görevleri bakımından en geniş haline ulaşmıştır. Türkiye Radyoları Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren, turizm işleri ise 1940'tan itibaren Basın Yayın Genel Müdürlüğü bünyesinde birer müdürlük olarak hizmet vermiştir. II. Dünya Savaşı'nın ardından ülkemizde tek parti dönemi sona ermiştir. 24 Mayıs 1949 tarihinde

197 sayılı yeni bir kanun çıkarılarak teşkilatın adı 'Basın Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü' şeklinde değiştirilmiş, yine Başvekâlete bağlı kalmıştır. Bu yasada kurum örgütlenmesi içerisinde; Turizm, Radyo, Yayınlar ve Haber, Tanıtma, İdari İşler dairelerinin teşkili öngörülmüştür" Böylelikle Genel Müdürlüğün ikinci evresi de son bulmuş, çok partili dönemle birlikte üçüncü evre başlamıştır. Bu dönemde yabancı dillerde tanıtım amaçlı kitap ve broşürlerle kısa dalga radyodan yabancı dilde yayınlar yoğunluk kazanmış, 60 kw'lık İstanbul Radyosu ile 100 kw'lık kısa dalga Çakırlar vericisi hizmete sokulmuştur. Turizm çalışmaları kapsamında, Turizmi Teşvik Kanunu çıkmış, İstanbul Hilton Otelinin inşa edilmesinde Emekli Sandığı ile işbirliği yapılmış, Selçuk'ta Meryem Ana Evinin turizme kazandırılması bu dönemde gerçekleştirilen hizmetlerdir. (Er, 2003). 27 Ekim 1957 seçimlerinden sonra kurulan 5. Adnan Menderes Hükümetinde 4951 sayılı Kanuna dayanılarak "Basın Yayın ve Turizm Vekâleti" kurulmuş, Federal Almanya Basın ve Enformasyon İdaresinden Dr. Hans Stercken isimli bir uzman getirtilerek teşkilat kanunu çalışmaları başlatılmış ise de kanun ancak altı yıl sonra çıkarılabilmiştir. Federal Almanya'nın teknik yardımı ile Erzurum Radyosu kurulmuş, Türkiye'ye televizyonun getirilmesi için çalışma başlatılmış, Devlet Planlama Teşkilatının ekonomik sebeplerle karşı çıkması üzerine Almanya'ya televizyon alanında eğitim almak üzere stajyer elemanlar gönderilmiş, bu arada Ankara'da Televizyon Eğitim Merkezi için deneme ve eğitim yayınları yapmak üzere Almanya'dan verici sağlanmıştır. Yeterli olabilecek diğer teknik alt yapının tamamlanması sonunda Ocak 1968'de televizyon yayınları başlamıştır. (Er, 2003). 189

198 Altı yıl süren hazırlık aşamasından sonra 2 Temmuz 1963 tarih ve 265 sayılı Kanunla "Basın Yayın ve Turizm Vekâleti" kurulmuş, Basın Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü nün görevleri bu bakanlık bünyesinde dağıtılmış ve Genel Müdürlük lağvedilmiştir. Radyolar bu bakanlıktan TRT'ye devredilmiştir. Böylece Genel Müdürlüğün üçüncü evresi sona ermiştir "Basın Yayın Genel Müdürlüğü" İsmiyle Başbakanlığa Bağlı Olarak Yeniden Teşkilatlanma Basın Yayın ve Turizm Vekâleti adıyla bakanlık düzeyinde oluşturulan yapının, görevleri göz önünde bulundurulursa çok büyük olduğu görülmektedir. Nitekim Abdullah Uzun bu yapının ayrı uzmanlık alanlarında çalışacak daha etkin ve küçük birimler halinde bölündüğünden bahsetmektedir: "Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nün haber toplama, iç ve dış tanıtım görevleriyle meşgul olması, Turizm Müdürlüğü'nün münhasıran turizm ile ilgilenmesi, Radyo Müdürlüğünün ise yeni yapılanmalarla kendi sahasında çalışması, her üç kuruluşun gelişimleri için ve ülke yararları göz önüne alınarak farklı kurumlar şeklinde teşkilatlandırılmışlardır. İsabetli de olmuştur. Turizm alanının Turgut Özal hükümetleri döneminde cazip teşviklerle özel sektöre açılması, turizm eğitimine önem verilmesi ve eleman yetiştirilmesi, turizm hizmetinde kapasite ve kalitenin yükseltilmesi, devlet bütçesinden yüksek meblağlarla desteklenen iyi bir turizm pazarlamasıyla gelişme kaydedilmiş ve ülkemiz dünyanın önde gelen 'turizm ülkeleri' arasına girmeyi başarmıştır. Günümüzde, bacasız sanayi denilen bu alanda yıllık 40 milyon turist ve 32 milyar doları geçen turizm gelirine ulaşılmıştır." Bu defa Hükümetin, turizm tanıtımı dışındaki devlet enformasyon işleri, haber ve yayın hizmetleri, basın temsilcilikleri, yurt dışı müşavirlik ve ataşeliklerinin gereği 190

199 gibi yürütülmesini sağlamak üzere Başbakanlığın, Cumhurbaşkanlığına yazdığı tezkerenin 27 Şubat 1968'de 4/139 sayılı yazı ile onaylanması üzerine Başbakanlığa bağlı "Basın Yayın Genel Müdürlüğü" yeniden kurulmuştur arasında diğer görevler yanında dış tanıtıma ve içerde Anadolu basını ile kamuoyunu bilgilendirici mahiyette yayınlara ağırlık verildiği görülmektedir. Kurumun son dönem Haber Dairesi Başkanlarından Abdullah Uzun çıkarılan günlük, haftalık, aylık onlarca yayından iki gazeteyi örnek göstermiştir. "Bunlardan, tanıtım amacıyla 1980'lerden itibaren dört dilde çıkarılan "Newspot" isimli aylık bir gazete, özellikle Batı ülkeleri ile Arapça konuşulan ülkelerde yaklaşık adrese gönderilmiştir. Bu dağıtım, bilgileri dış temsilcilikler tarafından sağlanan; üniversite ve şehir kütüphaneleri, akademisyenler, politikacılar, sivil toplum kuruluşları, önemli seyahat ve ticaret şirketleri ve münferit adreslerden oluşan hedef kitleleri kapsamaktadır.(...) 231 sayılı KHK uyarınca '...yayınların kamuoyu üzerindeki etkilerinin ölçülmesi...' görevinin yerine getirilmesi amacıyla gazete ile birlikte gönderilen mini ankete verilen 8-10 cevapta, 'bunların birer propaganda yayını olduğu ve artık gönderilmemesinin istendiği' görülmüştür. Daha sonra 'Newspot' gazetesi İngilizce çıkarılan bir dergiye dönüştürülmüş, 1992'den itibaren elektronik ortamda yayınına 2010 yılına kadar devam etmiştir. Genel Müdürlük tarafından aylık olarak Türkçe yayınlanan Anadolu'nun Sesi gazetesi, Anadolu basınına yansıyan bölgesel meseleleri Devlet ve Hükümet yetkililerine ulaştırmak, çözüme kavuşturulan sorunları Anadolu basını aracılığı ile vatandaşa duyurmak ve Devletle yerel basın arasında bir köprü oluşturmak amacını taşımaktadır. Abdullah Uzun ile yapılan görüşmede ayrıca iç basına haber kaynaklığı yapmak ve gazete yayıncılığı alanında (haber yazımı, Türkçenin kullanımı, sayfa düzeni vs. gibi 191

200 konularda) örnek oluşturmak amacıyla yerel gazeteye dağıtımı yapmak (yaklaşık 3000 adet) gibi görevler de üstlenildiği öğrenilmiştir. Abdullah Uzun, kuruma ilişkin son yasal düzenlemeyi şöyle açıklamaktadır: "26 Ocak 1974'de 4951 sayılı Yasa ile tekrar Turizm Bakanlığına bağlanan Genel Müdürlük, son olarak 'de 231 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 'Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü' adı altında Başbakanlığa bağlı olarak teşkilatlandırılmıştır." Kurum halen 1984'deki KHK hükmünce hizmetlerine devam etmektedir. Abdullah Uzun, TRT'nin kurumdan ayrılarak başka bir kurum olarak teşkilini şöyle değerlendirmektedir: "TRT, kendisi gibi yine Basın Yayın'dan ayrılan Turizm'den daha farklı bir gelişme göstermiştir. 20. Asrın ikinci yarısında dünyada radyo televizyon yayıncılığının geldiği nokta göz önüne alındığında, Türkiye'nin bu alanı daha fazla ihmal etmesi düşünülemezdi. Nitekim, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) 1 Mayıs 1964'te kurulduğundan bugüne 14 kanal ve 31 dilde iç ve dış izleyicilerine erişebilen bir televizyon haline gelmiştir. Yetişmiş yayıncı ve yapımcı kapasitesi ile özel yayın kuruluşlarını da desteklemiştir. Onlar için adeta bir "okul" olmuştur. Ancak, TRT'nin devletten aldığı mali destek, dünyanın kamu yayıncılığı yapan hiçbir yayın kuruluşunun (BBC dahil) devletten aldığı katkı ile kıyaslanamayacak büyüklüklerdedir. Kurumun, kendi gelirleri (ilan, reklam, film, dizi film, program, yapım, plak, cd vb. yayını ve satışı) dışında devletten aldığı bilinen desteğin sadece iki kalemi: "TRT'nin elektrik faturalarından aldığı pay, ülkemizde üretilen ve ithal edilen elektronik iletişim cihazlarından aldığı bandrol ücreti" lerinden elde ettiği gelir günümüzde yaklaşık 650 milyon dolara ulaşmaktadır. TRT fiziki yapılar, teknoloji, personel sayısı, radyolar, TV kanal 192

201 sayıları bakımından çok büyümüştür. Ancak, yayıncılıkta gelinen nokta itibariyle TRT, içeride ve dışarıda devletin resmi yayın organı algısından kurtulamamış, henüz özgür yayıncılığa adım atamamış bir kurum olarak anılmaktadır." Genel Müdürlüğün Radyo Yayıncılığı ( ) Ülkemizde radyo kavramı ilk olarak 21 Şubat 1924'te Telgraf ve Telefon Kanunun'daki "Hertz" dalgalarıyla haberleşmeyi düzenleyen metinde yer almıştır. İlk radyo yayınları ise; Ankara ve İstanbul'da kurulan 5'er kw'lık iki istasyonla 6 Mayıs 1927'de gerçekleşmiştir. Radyoların sorumluluğu 1934'te çıkan 2444 sayılı Kanunla Matbuat Umum Müdürlüğü'ne verilmiştir. Bu radyoların işletme yetkisini elinde bulunduran Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi'yle sözleşme yenilenmeyerek yıllarında Ankara'da 120 kw gücünde yeni bir istasyon kurulmuş, İstanbul Radyosu nun gücü 150 kw'a çıkarılarak yayın alanı genişletilmiş, radyolar Matbuat Umum Müdürlüğü'ne bağlanmıştır. (İskit, 1943: ). Genel Müdürlük, gerek Hatay sorununda, gerekse Türkiye'nin izlediği "uluslararası dengeleri gözeterek II. Dünya Savaşı dışında kalma" tutumunda radyo yayıncılığını verimli bir şekilde kullanmış, devletin görüşlerini iç ve dış kamuoyuna zamanında ve sürekli iletmiştir. Radyoları yönettiği süre içerisinde; manevi yayınlar, kültür ve sanat yayınları, işçi ve köylü programları, çocuk ve gençlik programları, sağlık, kadın programları eğlence ve spor programları, dinleyici mektupları gibi programlar yapmıştır. Amerikan CBS, WBC, MCB ve İngiliz BBC ile işbirlikleri yapılmıştır. 20 kw Etimesgut kısa dalga vericisi bu dönemde hizmete girmiş, sekiz yabancı dilde (İngilizce, Fransızca, Bulgarca, Yunanca, Sırpça-Hırvatça, Urduca, Farsça, Arapça) yayın yapmış, daha sonra yabancı dil sayısı 16'ya çıkarılmıştır. Genel Müdürlüğün dış temsilciliklerinin bilgisi için yurt haberleri geceleri ağır tempo ile okunarak dikte 193

202 servisi yapılmış, büyük şehirler dışındaki yerel basın için de Türkçe dikte servisi kurulmuş, bu hizmet 1950'li yıllara kadar devam etmiştir. 1949'da Genel Müdür'ün de içlerinde bulunduğu çeşitli eğitim kurumları ve bakanlıkların temsilcilerinden oluşan bir "Radyo Yayınları Danışma Kurulu" oluşturulmuş, daha sonra radyo müdürlükleri merkez teşkilatı dışında müstakil hale getirilmiştir. Çok partili dönemde, radyolarda parti temsilcilerinin görüşlerinin de yayınlanmasına başlanmıştır. 1959'da 27 ilde daha istasyon kurulması kararlaştırılmıştır Anayasası'nın, özerk radyonun oluşturulmasına yönelik emri doğrultusunda toplanan Danışma Kurulu'nca tespit edilen ilkeler Genel Müdürlükçe onaylanarak uygulamaya konulmuş, hazırlıkların tamamlanmasını takiben 359 sayılı TRT Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra o tarihlerde ismi Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı olan kurum tarafından TRT'ye devredilmiştir. (Kardeş, 1980: 32-40) KHK sı, ve Kurumun Son Dönem Faaliyetleri Kurumun yasal dayanağı halen 1984 yılında çıkarılan KHK'dır (Ek-2). Dolayısıyla Kurumun görev ve faaliyetleri bu metne göre belirlenmektedir. Bu başlıkta kurumun 1980'den günümüze kadar uzanan dördüncü ve son evresi söz konusu KHK'ya dayanarak incelenecektir. Ancak kurumun kuruluşundan beri temel faaliyeti olarak gördüğümüz devlet adına toplanan, işlenen ve dağıtımı yapılan enformasyon hizmeti yani bizim deyimimizle siyasetin gözcülüğü, ayrı bir başlık altında incelenecektir. KHK da dikkat çekici nokta, kurumun söz konusu işlevinin diğer görevler içerisindeki yerinin birincil oluşudur. KHK'nın kurumun görevlerini belirlediği 2. maddesinin (b) bendinde devlet enformasyonu ile ilgili görev belirlenmiştir. Bu görevi yürüten ana hizmet birimi ise 8. maddede Haber Dairesi Başkanlığı dır. Haber Dairesinin gerek KHK'da en üst ana hizmet birimi olarak belirlenmesi, gerekse 194

203 Kurum protokolü içerisinde genel müdür ve yardımcılarından sonra ilk sırada gelmesi dikkat çekicidir. Bu protokol sırası aynı zamanda 7 Haziran 2013 tarihli "Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Merkez, Taşra ve Yurtdışı Teşkilatı Görev, Yetki, Sorumluluk ve Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik"te de göze çarpmaktadır. KHK da kurum misyonunu 17 ise şu şekilde tanımlanmaktadır: "Uluslararası medyayı yakından izleyerek, karar alma süreçlerini zamanında ve doğru bilgilerle beslemek; basının gelişimine, ülkemizin tanıtımına katkıda bulunmak ve bunlara ilişkin iletişim stratejilerini oluşturmaktır." Bu bilgiler ışığında kurumun temel faaliyetinin günümüzde devlete enformasyon sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. KHK'nın kurumun görevleri ile ilgili 2. maddesinin (a), (c), (g), (h), (ı), bentlerinde kurumun tanıtıma yardımcı faaliyetlerine atıf yapılmaktadır. Ancak bu faaliyetlerin günümüzde, neden gerektiği kadar etkin şekilde yürütülmediğini ve kurumun birincil faaliyet alanı olarak kabul edilmediğini bir sonraki başlıkta, görüşme gerçekleştirdiğimiz emekli kurum yöneticilerinin değerlendirmeleri ile birlikte daha detaylı ele alacağız. Sonuca daha yakın olmaları açısından ayrıntılarını sonraki başlıklara bıraktığımız bu iki faaliyetin dışında kalan, kurumun tali görevleri olarak nitelendirebileceğimiz diğer faaliyetlerini ise burada ele alacağız yılında çıkan KHK'da kuruma devlet-basın ilişkisini düzenleme, basının gelişimine katkı sağlama, basın mensuplarının çalışmalarını kolaylaştırıcı önlemler alma, ülkenin izlediği siyaset doğrultusunda ilgili tüm kuruluşlarla işbirliği yapma gibi görevler yüklenmiştir son erişim

204 Bu kapsamda Genel Müdürlük merkez teşkilatı, hükûmetin izlediği siyaseti savunan ve tanıtan konferans, sempozyum, forum, seminer gibi etkinlikler düzenlemekte veya düzenlenmesine yardım etmektedir. 18 Abdullah Uzun, kurumun fotoğraf arşivi ile ilgili şu bilgileri vermiştir: Genel Müdürlük, adedi Cumhuriyet öncesi, İstiklal Savaşı dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarına ait nadir Atatürk fotoğrafları ile cumhurbaşkanlarımızın fotoğraflarından oluşan, diğer kısmı Kore ve Kıbrıs savaşları ile ilgili fotoğraflardan oluşan fotoğrafı Anadolu Ajansı'na vermiştir. Genel Müdürlük kuruluşundan itibaren fotofilm şubesi vasıtasıyla çektiği, ülkemizin doğal güzellikleri, kültürel ve tarihi 18 İslamofobi Kongresi (2013) "İslamofobi tanımının; mevzuat anlamında yasal bir mesele olarak İslamofobi ile ilişkisini, mevcut ulusal ve uluslararası hukukun İslamofobiyle mücadelesini, medya etiği, siyasi dil ve söylem konusunda yeterli olup olmadığını derinlemesine tartışmak için Hukuk ve Medya Bağlamında Tarabya Uluslararası İslamofobi Konferansı Eylül 2013 tarihlerinde İstanbul Grand Tarabya Otelinde gerçekleştirilmiştir. (...)Başbakan Yardımcımız Sayın Bülent Arınç ın himayelerinde İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile birlikte Genel Müdürlüğümüzce düzenlenen Konferansa alanlarında uzman akademisyenler, siyasetçiler, diplomatlar, gazeteciler, aktivistler, muhtelif uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri katılmışlardır." III. Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Forumu (2013) Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından Kırgızistan ın Başkenti Bişkek te, Jannat Oteli nde organize edilen III. Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Forumu iki günlük çalışmanın ardından yayınlanan Sonuç Bildirgesi ile sona erdi. Kırgızistan Kültür, Enformasyon ve Turizm Bakanlığı nın da katkı sağladığı Foruma; Türkiye ve Kırgızistan ile birlikte Azerbaycan, Kazakistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Bulgaristan, Makedonya, Batı Trakya, Gagauz Yeri, Kırım, Kerkük, Başkırdistan, Dağıstan, Hakasya, Kabardin-Balkar, Çerkez-Karaçay, Tataristan, Yakutistan ve Tuva dan 180 gazeteci, akademisyen, kamu ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi katıldı. (...)Ana tema olarak Geleneksel Medyanın Dönüşüm Süreci ve Yeni Medya başlığı seçilen organizasyonda; Teknolojik Değişimin Yansıması Olarak Yeni Medya, Türk Dünyasında Medyanın Geleceği: Yeni Medya Araçları ve Sosyal Medyanın Etkileri, Medya Etiği Bağlamında Yeni Medya başlıklı oturumlarda teknolojik gelişmelere paralel olarak medyada yaşanan değişim ve dönüşüm tartışıldı. Türkiye Medya Eğitimi Programı (2013) Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Türkiye Medya Eğitimi Programının Birincisi tamamlandı. (...) Yurtdışından gelen yabancı genç medya mensuplarının mesleki bilgi ve deneyimlerini artırmayı, Türkiye nin tanıtımına katkı sağlamayı, katılımcıların geldikleri ülkeler ile ülkemiz arasında iletişim kanalları oluşturmayı hedefleyen TÜMEP in birinci dönem programı 2 Aralık-13 Aralık tarihleri arasında 7 farklı Balkan ülkesinden (Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Bosna Hersek, Makedonya, Kosova ve Sırbistan) gelen 16 genç medya mensubunun katılımı ile gerçekleştirildi. Kurum, çalışmamızın metni içinde örneklerine yer verdiğimiz bu gibi birçok etkinlik düzenlemekte veya düzenlemesine katılmaktadır. Yukarıda örneklerine yer verdiğimiz bu gibi etkinlikleri (son erişim ) adresinden görebilirsiniz. Etkinliklerin amacı ülke siyasetini destekler nitelikte kamuoyu oluşturmak, ülke içinde ve dışında medya çalışanlarının eğitimlerine katkı sağlamak ve bu suretle ülkemize yönelik müspet yaklaşım geliştirilmesine etki etmektir. RTÜK'ün koordinatörlüğünde, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ve TRT tarafından Şubat 2003'te düzenlenen İletişim Şurası, AB'ye katılım yolunda ele alınması gereken basının sorunlarının ve çözüm önerilerinin görüşüldüğü bir etkinlik olmuştur. 196

205 zenginlikleri, sosyal yapısı ve sanayi gelişimini konu alan kare fotoğraftan oluşan bir arşive sahiptir. Bu arşiv dijital ortama aktarılmıştır ve müracaat eden araştırmacıların istifadesine açıktır. Genel Müdürlüğün gerek dış tanıtım gerekse ülke içinde toplumun kültürel bakımından geliştirilmesine yönelik Türkçe kısa ve uzun metraj filmler yaptırılmıştır. 700 adet film vardır. Bu filmlerin bir kısmını TRT'ye bir kısmını da Sinema Genel Müdürlüğüne devredilmiştir (Er, 2003). Uzun ile görüşmeden edindiğimiz bilgiye göre, 1980'li yıllarda Anadolu basını bölge toplantıları başlatılmıştır, birçok ilimizde düzenlenmiştir. Sonra bu toplantılar yerel medya seminerlerine dönüşmüştür ve halen devam etmektedir. Bugüne kadar yaklaşık 35 ilde yapılmıştır. Ayrıca Genel Müdürlük her yıl yerel medya özendirme yarışmaları düzenlemektedir 'lerle Gelen Değişim ve Enformasyon Alanında Doğan Diğer Resmi Aktörler 1980'lere gelindiğinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük değişimler yaşanmıştır. Üstelik bu değişimi, kapitalizme eklemlenme sürecindeki bir çevre ülke olarak Türkiye kendisine dayatılanı kabul ederek yaşamıştır. Söz konusu değişim içerisinde belki de hem en fazla role sahip hem de değişime en fazla konu olan alan da iletişimdir. Bu başlıkta dünyada ve ülkemizde bu dönemde meydana gelen, büyük oranda ekonomik tabanlı değişimi kısaca ele alıp, paralelinde iletişim alanında yaşanan değişime ve devletin bu alandaki ihtiyaçlarının nasıl çeşitlenip arttığına değinilecektir. Amaç, iletişim-enformasyon alanında yaşanan değişimin sonucu 197

206 olarak düşündüğümüz kurumsal dönüşümün, kuruma biçilen rolün daha iyi anlaşılabileceği bağlamı kurmaktır. II. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve SSCB arasında süren ideolojik bir mücadele olarak tanımlanabilecek olan Soğuk Savaş ın neticesinde yeni enformasyon ve bilgisayar teknolojilerinin doğrudan savunma alanında kullanılması ortaya çıkmıştır (Başaran, 2000:148). Bu nedenle teknoloji ve ar-ge çalışmalarına büyük kaynaklar aktarılmış ve teknolojik sıçramanın temelleri atılmıştır. II. Dünya Savaşı'nın sona erdiği yıllar ile 1980 lerin ikinci yarısı arasına isabet eden bu dönem aynı zamanda, devlete ekonomiye doğrudan müdahale ve kamu işletmeciliği rolü biçen Keynesçi politikaların hakimiyetindeki refah devleti olarak tanımlanan bir zaman dilimidir (Başaran, 2000:145). Bu dönemde aynı zamanda devlet politikalarındaki değişiklikler, işçi sınıfına sağlanan ekonomik destekleri beraberinde getirmiş, kamulaştırma açısından yoğun bir dönem yaşanmıştır. İşçi sınıfına sağlanan destekler kitlesel tüketimi beraberinde getirmiştir. Böylece kitlesel üretim/kitlesel tüketim döngüsü (fordizm) sağlanmıştır. Ancak bu dönem boyunca finans sermayesi güçlenmeye devam etmiştir. Dayanıklı tüketim mallarının üretimi, talebin ve üretimin çeşitlenmemesi bu döngünün tıkanmasına neden olmuştur. Fordizmin tıkanışı ile dönemdeş olan, Berlin duvarının yıkılması ve SSCB nin dağılmasına isabet eden 1980 lerin ikinci yarısından sonraki dönemde sosyalist hükûmetler yıkılmaya başlamıştır. Yeni Dünya Düzeni dönüşümünün başladığı bu yıllarda neo-liberal yaklaşımın hakimiyetindeki uygulamalar hemen her alanda etkili olmuştur. Kapitalizmin iktisadi modelinin II. Dünya Savaşı sonrasında çöktüğü ama sistemin yok olmadığı ve yaşadığı krizden çıkışının başladığı görülmüştür. 198

207 Kapsam ekonomisini temel alan post fordizm hâkim olmaya, talep ölçüsünde üretim anlayışı yerleşmeye başlamıştır. Firmalar üretimlerini değişen taleplere uygun biçimde farklılaştırmaya, çeşitlendirmeye başlamışlar ve üretim süreçlerini esnekleştirmişlerdir. Arz ve talep çeşitlenmesi ürün yaşam çizgilerinin kısalmasını da beraberinde getirmiştir. Özellikle merkez ülkelerdeki büyük firmalar artan talep/arz döngüsü içerisinde büyümüş ve rekabet eder hale gelmiştir. Firmaların kimi faaliyetleri dışsallaşmış, çoğu büyük firma üretimini taşeron firmalara, hatta uluslararası düzeyde taşeron firmalara yaptırmaya başlamıştır (Başaran, Geray, 2005: 43-44). Bu da beraberinde yoğun iletişim ihtiyacı getirmiştir. Küreselleşme ile iletişimin karşılıklı etkileşimi temel olarak bu mantığa dayanmış ve iletişim bu bağlamda kapitalizmin kendini yeniden formüle edişinde öncü rol oynamıştır. Dünya Bankası'nın 1993 teki Kalkınma için enformasyondan yararlanmak isimli raporu ve yine 1993 teki Türkiye, ekonomik modernleşme ve enformatik araçlar raporu, son olarak 1997 deki Küresel enformasyon altyapısı: Kamu ve özel sektörün rolleri raporlarının ortak özelliği gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeleri ancak iletişim alanındaki ilerlemeleri takip ederek yakalayabilecekleri saptamasıdır. Bunun yanı sıra banka, gelişmekte olan ülkeleri, dolayısıyla Türkiye yi iletişim alanını serbestleştirmeye, kuralsızlaştırmaya ve özelleştirmeye çağırmaktadır. Böylelikle sermaye için uygun ortamın yaratılması hedeflenmektedir. (Törenli, 2004: ). Yeni tip birikim rejimi, kendi ihtiyaçlarına ve yapısına uygun düzenleme biçimine gereksinim duymaktadır. Bu doğrultuda devlet aygıtı, rolleri itibarıyla 1980 lerden itibaren dönüştürülmeye başlanmıştır lardan sonra devleti dönüştürme faaliyeti 199

208 hız kazanmış, devletin yeni tip düzenleme hali daha çarpıcı şekilde su yüzüne çıkmıştır. (Zengin, 2005:49). Devletin yeni düzenleyici halinin belirlenmesinde başta çok uluslu şirketler, gelişmiş ülkeler ve bu iki kesim tarafından yönlendirilen uluslararası kuruluşların etkisi büyüktür. Ama yeni düzenleme biçiminin dünya üzerinde yaygınlık kazanmasında ve zor la meşrulaştırılmasında uluslararası kuruluşların etkisi daha büyüktür. Bu misyon etrafında Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar ve Avrupa Birliği gibi bölgesel yapılanmalar birbirleriyle etkileşim içerisinde yoğun bir şekilde çalışırlarken bunların dışında bir uluslararası aktör Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), yaklaşık son on beş yıldaki çalışmalarıyla önde gelen dönüştürücü ve inşacı güç olmuştur. (Zengin, 2005:49). Çalışmamızın üçüncü bölümünün başında ülkemizin daha cumhuriyetin ilanından önce Batı ile uyumu esas alarak kapitalist sistemin gereklerine uygun bir piyasa oluşturma politikası izlemeye başladığını belirtmiştik. Bu kapsamda ülkemiz büyük oranda küresel ekonomik sistemin gereklerinden doğan yukarıda bahsettiğimiz uluslararası organizasyonlar ile yakın ilişkide olmuş, uluslararası anlaşmaların ve örgütlerin tarafı olmuştur. Bu durum tüm bu anlaşma ve örgütlerin gerekli kıldığı kurallara ve düzenlemelere uymayı gerektirmektedir. Bu sebeple de düzenleyici devlet yapısının gereği söz konusu kuralları işletecek kurumlar veya kurullar oluşturulmaya başlanmıştır. Bu dönem aynı zamanda tüm dünyada olduğu gibi iletişim alanının hızla geliştiği ve çeşitlendiği kadar yukarıda bahsettiğimiz gibi ekonomik aktörler açısından önem kazandığı bir zaman dilimi olmuştur. Bu nedenle ekonomiyi ilgilendiren her alanda olduğu gibi iletişim alnında da düzenleyici yapılara ihtiyaç doğmuştur. İletişim 200

209 ortamında artık, yazılı basının yanında, radyo, -giderek her eve giren- televizyon, telefon, -dönemin ilerleyen yıllarında- internet vardır. İletişim alanındaki bu her ortamın da kendine has dinamikleri ve özellikleri bulunduğundan her biri için düzenleyici yapılara ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda enformasyon alanında eskiden tek çatı kuruluş olarak hizmet veren BYEGM'nin yanı sıra birçok kurum veya kurul yeniden teşkilatlanmıştır. Görüşlerine başvurduğumuz Orhan Koloğlu ve Abdullah Uzun, iletişim alanında tek bir çatı kurum yerine birçok yapının oluşturulmasını aşağıda sıralanan birkaç nedene bağlamaktadırlar: İletişim alanı kamuoyunun siyaseten ve ekonomik olarak karar almasında etkili bir güçtür, bu yüzden de önemi büyüktür. Ayrıca teknolojik ilerleme ile genişleyen bu alanın iş yükü çok büyüktür ve tek bir kurum çatısı altında düzenlenmesi hantallığa sebep olacaktır. Ayrıca alanda oluşan kollar ayrı uzmanlık alanları gerektirmektedir. BYEGM'nin bu döneme kadar incelenen faaliyetlerinin gösterdiği gibi kurumun uzmanlık alanı iletişimdeki bu yeni teknolojik becerileri kapsamamaktadır. Zaten yukarıda görüşlerini belirttiğimiz kişiler de TRT'nin uzun yıllar önce bu sebeplerden kurumdan ayrıldığını belirtmektedirler. Aynı sebeplerden enformasyon alanında ayrı uzmanlıklar geliştiren ve devletin küresel düzen ile uyumlu politikasını alanlarında uygulayacak, sonuçlarını devlete aktaracak yapılar-organizasyonlar oluşturulmuştur. Bunlardan ilki, 1994 yılında kabul edilen ve iletişimi hizmetler sektörü içerisinde sayan, aynı zamanda bu alana ayrı bir önem atfeden GATS'ın (Hizmetler Ticareti Genel Anlaşması) öngördüğü özelleştirme, serbestleştirme ve kuralsızlaştırma politikası çerçevesinde tüm çevre ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de özelleştirmeye konu olan PTT'lerdir (Başaran, Geray, 2005:195). Bu faaliyet alanının en büyük 201

210 pastası olarak telefon hizmeti Telekom yapısı altında ayrılmıştır ve özelleştirmesi 2005 yılında gerçekleştirilmiştir. Telefonun altyapısı devlet sermayesi ile kurulmuş ve özelleştikten sonra yeni ve ayrı bir altyapı daha kurulmasına izin verilmediğinden tekel konumundadır ve düzenlemeye ihtiyaç duyulan bir yapıdadır. Öte yandan GSM teknolojisi ile birlikte 1994 yılında GSM operatörleri faaliyete geçmiştir ve hızla geniş bir kullanıcı sayısına ulaşmışlardır. Aynı zamanda 1990'ların ikinci yarısından itibaren internetin halka açılması ile birlikte telekomünikasyon alanını düzenleyici bir yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda telekomünikasyon sektörünü düzenleme ve denetleme fonksiyonunun bağımsız bir idari otorite tarafından yürütülmesi amacıyla 2000 yılında 4502 sayılı kanun ile Telekomünikasyon Kurumu kurulmuştur yılında kanun değişikliği ile kurum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) adını almıştır. Kurumun görevleri arasında telekomünikasyon alanında faaliyet gösteren kuruluşlara yönelik yetkilendirme, denetleme, uzlaştırma ve rekabetin sağlanması; ayrıca bu aktörler karşısında tüketici haklarının korunması vardır yılında 5397 sayılı kanun ile BTK'nın bünyesinde ayrıca Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) kurulmuştur. Kurumun çalışma amacı, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirlerini tek merkezden yürütmek ve ilgili mevzuatın tevdi ettiği internet içeriklerinin düzenlenmesine yönelik faaliyetleri yürütmektir 20. Bu alan devlet için özellikle önem arz etmektedir, çünkü internet her bir kullanıcıyı aynı zamanda yayıncı haline getirebilen bir iletişim aracıdır. Bu özelliği nedeniyle internet günümüz Türkiye'sinde en fazla düzenleme ve denetlemeye tabi olan iletişim aracıdır son erişim son erişim

211 Daha önce BYEGM'nin radyo yayıncılığından ve TRT'nin 1964 yılında Kurum bünyesinden ayrıldığından bahsetmiştik. Bu yüzden burada sadece TRT'nin ayrı bir uzmanlık alanı olarak görülen, büyüyüp genişleyecek ve iş yükü artacak bir faaliyet olarak radyo-televizyon yayıncılığını yürütmesi için ayrı bir kurum olarak teşkilatlandığını belirmek istiyoruz yılında özel televizyon kanallarının kurulmaya başlandığı yıldır. Bu yıl Star televizyonu, 1992'de ise Tele On ve Show TV yayına başlamıştır. Takip eden yıllarda birçok özel ulusal ve yerel TV kanalı yayına başlamıştır. Tüm radyo ve televizyon yayınları ile ilgili düzenleme mekanizması da bu nedenle iletişim alanında ayrı bir uzmanlık faaliyeti olarak görüldüğünden farklı bir teşkilat ile yürütülmeye başlanmıştır. Özel radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen Mülga 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun un 1994 yılında yürürlüğe girmesiyle, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) kurulmuştur. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemekle görevli, Anayasanın 133. maddesi kapsamında üyeleri TBMM Genel Kurulunca seçilen, özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişiliğidir. Ülkemizde karasal, sayısal, uydu, kablo ve IPTV ortamından yayın yapacak kuruluşlara lisan ve yayın izni Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından verilmektedir. Ayrıca yapılan yayınların ilgili yasal düzenlemelere uygunluğu yine Kurul tarafından denetlenerek kanunda belirtilen kurallara uymayanlara yine ilgili kanun uyarınca ceza uygulanmaktadır son erişim:

212 İletişim alanındaki yayıncıların ekonomik kaynaklarından en önemlisi aldıkları reklam ve ilanlardır. Çalışmamızda özel ilanların sınırlı olduğu ve ilanların çoğunun devletten geldiği tek partili dönemden başlayarak 1960'lara kadar söz konusu devlet ilanlarının basın organlarının devamlılığında belirleyici olduğunu belirtmiştik. Bu nedenle 1960 öncesi, resmi ilan dağıtımı ve yayını konusunda hükümetlerle gazeteler sık sık karşı karşıya gelmiştir. Keyfi uygulamaların, Besleme Basın tabir edilen gazetelerin doğmasına sebep olduğu, basın özgürlüğünün ortadan kalktığı iddiaları, Basın İlan Kurumu nun kuruluşuna gerekçe oluşturmuştur. 27 Mayıs darbesinden sonra bu konu gündeme gelmiş ve 2 Ocak 1961 tarihli, 195 Sayılı Kanun ile Basın İlan Kurumu kurulmuştur. Kurumun görevi, resmî ilânlarla, kamu kurum ve kuruluşlarına ait reklâmların, vasıfları Genel Kurul tarafından tespit edilen mevkutelerde, fikir ve içtihat farkı aranmaksızın yayınlanmasına aracı olmaktır 22. Ülkemizde iletişim alanında düzenleyici bu kurumların yanı sıra birçok kurum çatısı altında basın müşavirlikleri de kurulmuştur. Bu birimler ilgili kurumun basın ile temaslarını, basında çıkan kurumu ve faaliyet alanını ilgilendiren haberleri takip etmekle görevlidirler. Görüldüğü üzere 1980'lerden sonra yaşanan büyük oranda ekonomik gelişmelerin neden olduğu teknolojik gelişmeler sonucunda iletişim alanında da büyük bir değişim ve gelişim yaşanmıştır. İletişim alanındaki araçsal-işlevsel çeşitlenme ile devletin de bu alanda örgütlenme gereksinimleri artmıştır. İletişimin her alanının düzenlenmesi ve denetlenmesi için farklı teknolojileri kullanan, kamuoyu üzerinde etkileri, kullanım alanları, kullanım biçimleri farklılık gösteren araçlara uygun uzmanlıkların geliştirilmesi, örgütlenmesi yoluna gidilmiştir

213 Konu edindiğimiz BYEGM'nün uzmanlık alanı ise geçmişten beri ülkeyi enformasyon araçları mecrasında siyaseten doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren haberlerin, siyaseti belirlemede rol oynayan devlet kademelerine iletilmesini sağlamak; hükûmet siyasetinin ülke içinde ve dışında savunulması ve tanıtılmasına enformasyon alanı içerisinde destek olmaktır. Kurumun bu temel faaliyetleri dışında, çalışmamızın üçüncü bölümünde incelediğimiz tali faaliyetleri de mevcuttur. Görülüyor ki BYEGM'nin uzmanlık alanı, yukarıda değindiğimiz iletişim alanındaki diğer resmî aktörlerin uzmanlık alanları ile tam olarak örtüşmemektedir. Geçmişte TRT'nin BYEGM'ye bağlı iken 1964 yılında ayrı bir kurum olarak teşkilatlandırılmış olması da devletin enformasyon alanındaki faklı uzmanlıkları bir çatı altında tek elden idare etme eğiliminde değil, ayrı ve birbirinden bağımsız kurumlarla idare etme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bu sebeple de BYEGM'nin faaliyet alanı yukarıda tekrar değindiğimiz ilk ve temel uzmanlık alanı olan geleneksel medya ile sınırlı kalmıştır Tanıtım Faaliyetinin Geri Plana Düşüşü Çalışmamızın 2. ve 3. bölümlerinde kurumun faaliyetlerine değindik. Buna göre kurumun başlıca görevi dış basını takip ederek devlet için enformasyon sağlamak olmuştur. Kurum bu faaliyetini yürütmek için haber kaynağı olarak yurtdışındaki müşavirliklerini, abone olduğu yayınları, yabancı haber ajanslarını, gazeteleri, dergileri, televizyonları, radyoları, son dönemde de internet ortamını kullanmıştır. Tüm bu kaynaklardan topladığı Türkiye'yi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren haberleri hızla devletin dış politika ile ilgisi bulunan tüm birimlerine iletmiştir. Kurumun bu faaliyetinin ilk kurulduğu günden bu yana birincil görevi olduğu görülmektedir. 205

214 Osmanlı'nın yenileşme çabalarını sürdürdüğü, içte ve dışta baskıyla karşılaştığı dönemde kurumun kuruluş amaçları içerisinde ülke içinde basını kontrol altına almak, dış basını takip etmek gibi görevleri ile birlikte siyasi otoritenin kendisini anlatmak, girdiği yenileşme çabalarını tanıtmak üzere Batılı ülkelerde propaganda çalışması yürütmek gibi bir görevi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu görevi büyük çoğunlukla dışişleri nezaretine bağlı elçiler yerine getirmiştir ve Matbuat Müdürlüğü ancak yabancı dilde gazete çıkarılması (Takvim-i Vekayi'nin yabancı dildeki yayınları), lehte yazı yazacak yabancı gazetecilere maddi destek verilmesi gibi elçilere destek niteliğinde çalışmalar yürütmüştür. Kısacası işlevi Dışişleri bakanlığı elçilerine destek niteliğinde olmuştur. Siyasi otoritenin kendisini anlatma, ülkenin izlediği politikayı içerde ve dışarıda tanıtma ihtiyacı Milli Mücadele ile tekrar belirmiştir. İncelediğimiz kaynaklara ve görüşmemiz sırasında Koloğlu'nun belirttiğine göre bu dönemde yeniden yapılandırılan Kurum tanıtım ve propaganda işlevini daha ziyade ülke halkını Milli Mücadele etrafında toplamak ve kenetlemek için kullanmıştır. Ülke dışına yönelik olarak yürüttüğü faaliyetler ise Mustafa Kemal'in açıklamalarını yaymak ve Dışişleri Bakanlığı elçilerine destek olmak şeklindedir. Sonuç olarak siyasal otoritenin var olma mücadelesi verdiği bu iki dönemde de kendini anlatma çabası paralelinde kuruma biçilen dış propagandaya enformasyon alanında destek verme görevinin yoğunluk kazandığı sonucuna ulaşıyoruz. Bu iki dönemin ardından II. Dünya Savaşı yıllarında izlenen savaş dışı kalma stratejisinde ise devletin siyasetini, kurumu farklı bir biçimde kullanarak yansıttığını gözlemliyoruz. Bu dönemde kurum ülke basını üzerindeki denetleme işlevini kontrollü bir serbestlikle, ülkeyi tüm ideolojik taraflara eşit mesafede göstermek 206

215 üzere kullanmıştır. Siyasi otoritenin bıçak sırtında olduğu bu dönemde tanıtım ve propaganda yerine yine doğrudan enformasyon alanında faal bir yol izlenmiştir. Orhan Koloğlu ve Abdullah Uzun'un değerlendirmelerine göre, barışın hakim olduğu sonraki yıllarda kurumun tanıtım ve propaganda faaliyetleri ülke içerisinde basının artık müdahaleden uzak olması gereği ve niceliksel olarak yeterli enformasyonu sağlayacak kapasiteye ulaşması nedeniyle geri planda kalmıştır. Ülke dışında ise bu işlev devam etmiştir. Ancak Dışişleri Bakanlığı her zaman ülke sınırları dışında birinci yetkili organ olarak kabul edildiğinden, Kurumun söz konusu faaliyetleri de bağımsız bir biçimde yürütülmekten ziyade elçilerin yönlendirmeleri ile şekillenmiştir. Bu konuyu biraz açmak gerekmektedir: Bunun için kurumun günümüzdeki faaliyetlerini düzenleyen KHK'nın ilgili maddelerine bakmak gerekmektedir: (Ek-2) Madde 2 Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: a) Devletin tanıtma siyasetinin ve tanıtma ile ilgili alanlarda Hükümetçe uygulanacak stratejilerin tespitine yardımcı olmak, c) Hükümet faaliyetlerinin ve yapılan hizmetlerin iç ve dış kamuoyuna etkin bir biçimde yansıtılmasına ve bunların kamuoyu üzerindeki etkisinin belirlenmesine ait hizmetleri yapmak, f) Türkiye aleyhindeki propaganda faaliyetlerini takip etmek, değerlendirmek ve sorumlu kamu kurumları ile işbirliği yapmak, gerekli karşı tedbirleri almak, g) Türkiye'nin dış tanıtma faaliyetlerini yönlendirmek ve bu amaçla kamu kurum ve kuruluşları, özel sektör kuruluşları, meslek kuruluşları, amaca yönelik vakıflar, dernekler gibi teşekküllerle işbirliği yapmak, 207

216 h) Yabancı ülkelerde Türkiye'nin menfaatleri doğrultusunda yapılan aydınlatma faaliyetlerine katılmak, ı) Enformasyon ve aydınlatma, faaliyetlerini Türkiye'nin dış politikasını destekleyecek şekilde düzenlemek ve Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği suretiyle yürütmek. Yukarıda verdiğimiz maddeler kurumun iç ve dış tanıtım ve propaganda görevlerini belirlemektedir. Aslında kuruma bu konuda büyük ölçüde görev verilmiştir, ancak enformasyon alanındaki tanıtım ve propaganda faaliyetlerinde bağımsız, tek yetkili veya belirleyici bir kurum olduğu zikredilmediği gibi diğer kurumlarla işbirliğine hemen her maddede vurgu yapılmaktadır. Bilindiği gibi devlette kurumlar kendi faaliyet konularına ilişkin yasa veya KHK'ların yapılmasında önemli rol oynar ve bu metinlerin taslaklarını hazırlayarak hükûmete sunarlar. Metinler ilgili faaliyet alanında çalışan diğer kurumların da görüşlerine sunulup üzerlerinde değişiklikler yapıldıktan sonra resmileşirler. Koloğlu ve Uzun bu kararnamenin hazırlanması aşamasında Dışişleri Bakanlığı'nın görüşü ile (ı) maddesine "Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği suretiyle yürütmek" ifadesinin eklendiğini belirtmektedirler. Görüşme gerçekleştirdiğimiz üç kişi de Kurumun yurtdışı teşkilatlarında birden fazla müşavirlik görevi yürütmüştür. Bu sebeple yurtdışı müşavirliklerin nasıl çalıştıkları ve daha etkili tanıtma faaliyetinin nasıl yapılabileceği konusunda fikir sahibi olan kişilerdir. Görüşmelerimizden bu konuda çıkan sonuç şöyledir: Kurumun yurtdışı teşkilatlara atadığı müşavirler idari olarak ilgili ülkede faaliyet gösteren büyükelçilere 208

217 bağlıdırlar. Bu durum 1983 tarihli "Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararname"nin 12. maddesinde tespit edilmiştir. Ayrıca BYEGM Basın Müşavirliği Görev Tanım Formu'nda (Ek-4) da basın müşavirlerinin misyon şefliklerine bağlı bulundukları, faaliyetlerinde misyon şeflikleri ile işbirliği yapmaları hususlarına yer verilmiş ve görevler sıralanırken misyon şefliklerine ilgili konularda "yardımcı olmak", "destek olmak" gibi ifadeler kullanılmıştır. Dolayısıyla basın müşavirlerinin görevleri arasında Türkiye lehine enformasyon araçları mecrasında propaganda yapmak, tanıtım faaliyeti yürütmek gibi görevler olsa da bağımsız hareket edememektedirler. Müşavirlerin faaliyetlerinin sınırları misyon şefleri yani büyükelçiler tarafından çizilmektedir. Bu çerçeve ise çoğunlukla pasif veya Retro-aktif bir çalışmayı öngörmektedir. Görüşme gerçekleştirdiğimiz kişilerin deneyimlerinden elde ettiğimiz bu çıkarım bize, basın müşavirliklerinin, Kurumun görevlerini belirleyen KHK'da yer alıyor olmasına rağmen, tanıtma ve propaganda faaliyetini tali bir görev olarak yürüttüklerini, daha ziyade misyon şefliklerini -şayet gerçekleştiriyorlarsa- bu faaliyetler kapsamında desteklediklerini göstermektedir. Kurumun propaganda ve tanıtma faaliyetini merkezden gerçekleştirme olanağı çok kısıtlı olacağından bu görev büyük oranda aksamaktadır. Çünkü ilgili faaliyet ancak basın müşavirlerinin, çalıştıkları alandaki muhatapları olarak gazeteciler, yazarlar, kanaat önderleri, araştırmacılar, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve devletin enformasyon birimlerindeki yetkilileri ile temasları ile mümkündür. Orhan Koloğlu ve Abdullah Uzun, Kurumun dış propaganda ve tanıtma faaliyetinin daha sağlıklı gerçekleşmesi için basın müşavirlerinin de kurumun kendisinin de diğer kurumlardan bağımsız olarak hareket etmeleri gerektiği değerlendirmesini 209

218 yapmaktadırlar. Bu serbestlik mevcut olmadığından halen sözünü ettiğimiz faaliyet tam olarak yürütülememektedir. Ancak bu faaliyetin yürütülememesi devletin dışarıda propagandaya ve tanıtmaya ihtiyacı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Nitekim bu ihtiyacın giderilmesi için yine BYEGM ile yakın işbirliği içinde çalışacak, Kurumun merkez binasını ve personelini kullanan, ancak idari olarak BYEGM'den de diğer tüm kurumlardan da bağımsız olan, 30 Ocak 2010 tarihinde sayılı Resmi Gazete de yayımlanan 2010/3 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile Başbakanlığa bağlı olarak çalışmak üzere Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü kurulmuştur. Koordinatörlük internet sayfasında vizyonunu şöyle açıklamaktadır: "Küreselleşme ile birlikte uluslararası ilişkilerin daha girift bir hal aldığı günümüzde kamu diplomasisi, uluslararası kamuoyunu etkilemenin ve yönlendirmenin en önemli araçlarından biri haline gelmiştir. Yükselen bir güç olarak Türkiye nin stratejik iletişim ve kamu diplomasisi alanlarında etkin ve başarılı olması, milli çıkarlarının, bölgesel etkinliğinin ve küresel sorumluluklarının vazgeçilmez bir unsurudur. Bu durum, ülkemizin izlediği politikaların hem meşruiyeti hem de etkinlik alanı açısından önem arz etmektedir. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, bu çerçevede gerek ülkemizin güçlü mirasını ve çağdaş tecrübesini gerekse son yıllarda bölgesel ve küresel siyasette artan etkisinden yola çıkarak, Türkiye nin yeni hikayesini etkin bir şekilde anlatmayı, farklı kesimlerle diyaloğa geçmeyi ve çok-taraflı bir iletişim ekseninde faaliyet yürütmeyi amaçlamaktadır." son erişim

219 Sözünü ettiğimiz birim bir genelge ile oluşturulmuş ve henüz bir kanunu bulunmamaktadır; çalışmaları ise henüz olgunlaşma aşamasındadır ve gelecekte nasıl bir yapılanmaya gideceği veya hangi yapılanma içerisine dahil olacağı belli değildir. Konu edindiğimiz BYEGM'nin tanıtma konusundaki faaliyetlerinin daha tali bir görev olarak daha ziyade dış temsilciliklerdeki misyon şeflerini destekleyici çerçevede yürütüldüğü görülmektedir. Bu kapsamda Kurum bazı tanıtıcı yayınlar üretmekte ve gerek kendi müşavirleri gerekse müşavirliklerinin bulunmadığı ülkelerdeki büyükelçilikler vasıtasıyla bu yayınları ilgili ülkelerin gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi, sivil toplum örgütleri gibi kamusal enformasyon ile ilişkili kesimlerine dağıtmaktadır. Uzun yaptığımız görüşmede tanıtım faaliyetinin kapsamıyla ilgili bilgi aktarmıştır: Buna göre, Genel Müdürlük, kuruluşundan itibaren Türkiye'nin yurt dışında tanıtımı için çeşitli dillerde gazete, dergi, kitap, broşür ve makale hazırlayarak yayınlamıştır. Bazıları yabancı bilim adamı ve yazarlar tarafından hazırlanan bu yayınlar, turizm tanıtımı yanında, ülkemizin Hatay meselesi, Ermeni sorunu, Yunan Mezalimi, Batı Trakya ve Balkanlar, Kıbrıs Meselesi, Kıbrıs Barış Harekâtı, Ege adaları, Ermeni Terörü, Kürt sorunu ve terör gibi geniş yelpazedeki ulusal meselelerimizin, uluslararası platformlarda anlatılması, ulusal görüşlerinin savunulması ve destek aranması amacıyla yayınlanmıştır. Bahsi geçen yayınlardan isimlerini tespit edebildiğimiz hatırı sayılır bir bölümü İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapça'dır; diğerleri ise toplumun kültür hayatının gelişimi ve iç gelişmeler konusunda kamuoyu oluşturmaya yöneliktir. Sayısı 500'ün üzerinde olan bu yayınların bir listesi çalışmamızın ekinde (Ek-3) sunulmaktadır. 211

220 Uzun'dan edinilen bilgiye göre, Genel Müdürlük ayrıca, 1980 sonrasında yurt dışında yaşayan ve bugün artık dördüncü kuşağa ulaşmış bulunan Türk nüfusun geleneklerini unutmamaları ve anavatan ile bağlarını koparmamalarını sağlamaya yönelik olarak da yayınlar üretmiştir. Ülkemizdeki siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuksal değişiklikler ile gelişmelerden bilgi sahibi olmaları, gerek ülkemizde gerekse yaşadıkları ülkelerdeki haklarını koruyabilmelerini temin etmek için her iki tarafa ait işçi ve yabancı haklarına ilişkin konuları da içeren dergi ve gazete çıkararak dışarıdaki Türk işçi derneklerine, cami derneklerine, sivil toplum kuruluşlarına ve tespit edilebilen münferit adreslere göndermiştir. Türk Haber Ankara gazetesi, Newspot Dergisi bunlara örnek olarak gösterilebilir Siyasetin Gözcülüğü Daha önce BYEGM'nin temel ve değişmeyen faaliyetinin devlete açık kaynaklardan enformasyon sağlama, yani siyasetin gözcülüğü olduğunu söylemiştik. Kurumun bu faaliyeti günümüzde de birincil faaliyet olarak devam etmektedir. Bu aşama Kurumun bu faaliyetini önce geçmişi, sonra günümüzdeki haliyle ele alınacaktır: Çalışmamızın ikinci bölümünde Matbuat Müdürlüğü nün kuruluş amaçlardan bir tanesi olarak Batı basınını takip etmek ve Osmanlı yönetimini Batı'daki fikir cereyanlarından haberdar etmek olarak saptamıştık. Kurumun bu faaliyeti ile siyasal otorite, en çok yaptığı yenileşme çalışmalarının Batıdaki yansımalarını öğrenmeyi amaçlamıştır. Böylelikle mevcut siyasetine yön vermiştir. Aslında kurumun bu faaliyeti devlet bünyesinde daha önceden başlamıştır. II. Mahmud, 1821'de patlak veren Yunan bağımsızlık hareketinde basımevinin çok yoğun bir propaganda aracı olarak kullanılması ve Rumların Batı basınından da yardım görmeleri üzerine Batılı ülkelerde diplomatik çabalar sarf etmenin yanında Batı basınını takip edebilmek için 212

221 tercüme bürosu kurmuştur (Koloğlu, 1987: 96). Bu gereksinim rutin olarak yerine getirilmesi gereken bir faaliyet olarak kabul edilmiş ve kurumun teşkilatlanması ile temel görevlerinden birisi böylece şekillenmiştir. Milli Mücadele döneminde yeniden ve "Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi" ismi ile kurulan Kurumun en temel faaliyetlerinden birisi de devlete enformasyon sağlamak olmuştur. Bu dönemde siyasal otorite, Batı ile uyumlu bir siyaset izlemeyi hedeflediğinden Batı kamuoyunda dolaşan fikir akımlarından haberdar olmaya büyük önem vermiştir. Bu sebeple Kurumun üstlendiği diğer görevlerle birlikte devlete enformasyon sağlama görevi temel faaliyetler arasına girmiştir. Kurum kuruluşunun hemen ardından New York, Londra, Paris, Berlin, Viyana ve Cenevre gibi başlıca Batılı kentlerde müşavirlikler kurmuştur (İskit, 1943: 228). Gerek bu müşavirlikler gerekse haber ajansları vasıtasıyla yabancı basını takip etmeye başlamıştır. Bu yıllarda Genel Müdürlüğe 20 ila 50 haber ulaşmaktadır. Zaman ilerledikçe ve iletişim alanında gelişmeler yaşandıkça bu sayı katlanarak artmıştır (Er, 2003:175). Çalışmamızın üçüncü bölümünde Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar BYEGM'nin geçirdiği evreleri ve faaliyetlerini ele aldık. Bu dönem boyunca Kurumun hiç değişmemiş ve gelişen iletişim imkanlarına paralel olarak yoğunluğu hep artmış tek faaliyeti siyasetin gözcülüğü olmuştur. Kurum 1931'de lağvedildikten iki yıl sonra tekrar kurulmuştur. Orhan Koloğlu'na göre kurumun iki kez lağvedilmesinin ardından yeniden kurulmasının en büyük nedeni devlete enformasyon sağlama faaliyeti ile uğraşan başka bir yapı bulunmamasıdır. 213

222 Öte yandan yukarıda incelediğimiz gibi iletişim alanında 1980'lerdeki büyük teknolojik gelişmeler sebebiyle dünya çapında haber akışında hem niceliksel olarak hem de niteliksel açısından gelişmeler yaşanmıştır. Tıpkı enformasyonun diğer alanlarında uzmanlık sahibi olan kurumlara verdiğimiz örneklerde olduğu gibi artan, hızlanan, çeşitlenen bu akışı takip ve tasnif etmek de bir uzmanlık gerektirir hale gelmiştir. Bu sebeple 1980'lerden sonra Kurumun siyaset gözcülüğü faaliyeti daha da ön plana çıkmış ve BYEGM denildiğinde akla ilk gelen uğraş alanı haline gelmiştir. Kurum sözünü ettiğimiz 1980'lerden 2000 yılına kadar abonelerine geçtiği haber sayıları (Er, 2003:176) aşağıda verilmiştir: haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber 214

223 2013 yılında ise yaklaşık haber yayınlanmıştır. Bu sayı Haber Dairesinin yılın 365 günü çalıştığını düşünürsek günde ortalama 150 habere karşılık gelmektedir. Günümüzde birçok kurumun bünyesinde bulunan basın müşavirlikleri hem iç hem de dış basını ilgili kurumun faaliyet alanı çerçevesinde ve büyük ölçüde BYEGM'nin günlük haber akışından ve iç-dış basın bültenlerinden takip etmektedirler. BYEGM'nin çerçevesi ise tüm kurumları, kısacası ülkeyi ilgilendiren yayınlardır. Dünyadaki güncel gelişmeler yanında, Türkiye'yi doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren tüm gelişmeleri dünya çapında izleyen ve elde ettiği enformasyonu analize tabi tutarak, devletin siyasetini belirlemede etkili tüm organlara rutin olarak ileten başka bir yapı daha yoktur. Zaten kurumun bu görevinin birincil faaliyeti olması da bir bakıma devlete etkin biçimde enformasyon sağlayacak başka bir yapı olmamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Kurumun tanıtım ile ilgili diğer temel görevi Dışişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TRT, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler gibi enformasyon alanında yurtdışı bağlantılı faaliyet gösteren resmî ve/veya özel birçok kuruluş ile paylaşım halindedir. BYEGM'nin devlete enformasyon sağlama işlevini Haber Dairesi yerine getirmektedir. Haber Dairesinin bu görevi 1984 tarihli Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin sekizinci maddesinde belirlenmiştir: (Ek-2) Madde 8 Haber Dairesi Başkanlığının görevleri şunlardır. a) Devlet tanıtma, aydınlatma hizmetleri kapsamındaki iç ve dış her türlü açık enformasyonu sağlamak, 215

224 b) (Değişik: 6/8/ KHK 340/5. md.) Elde edilen bilgileri derlemek, değerlendirmek, bülten ve yayın haline getirmek, c) Derlenmiş bilgi ve belgeleri muhafaza etmek, d) Bu faaliyetler için gerekli teknik hizmet ve donanımı sağlamak, e) Genel Müdürlükçe verilecek benzeri görevleri yapmak, Bu kapsamda Haber Dairesi dış basını dünya çapında rutin olarak takip etmektedir. Bu takip Türkiye'yi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren tüm konuları kapsamaktadır. Elde edilen yabancı dillerdeki haberler hızla Türkçeye çevrilerek asılları ile birlikte, bilgisayar ortamında kontrollerden geçirildikten sonra hem devletin ilgili birimlerine servis edilmekte hem de arşivlenmektedir. Bu hizmet için Daire tüm enformasyonu bilgisayar ortamında hazırlamakta ve oluşan içerik ilgili devlet birimlerine yine bilgisayar ortamında çevrimiçi olarak ulaşmaktadır. Uluslararası gündemin yoğunluğuna göre Haber Dairesi abonelerine günde ortalama 150 haber geçmektedir. Bu rakamın, Türkiye merkezli gündemin yoğun olduğu günlerde 450'ye kadar çıktığı görülmektedir. Haber Dairesinin toplayıp Türkçeye çevirdiği haberlerin kaynakları şöyledir: Dünya çapında faaliyet gösteren yabancı haber ajansları: Associated Press (AP), Reuters, Agence France Press (AFP), Deutsche Presse-Agentur (DPA). Bu ajanslara abonelikler sayesinde tüm haberleri anlık olarak takip edilmektedir. Ulusal haber ajansları: Interfax, Islamic Republic News Agency (IRNA), Fars Haber Ajansı, İtalyan Haber Ajansı (ANSA), İspanyol Haber Ajansı (EFE) gibi farklı ülkelerin haber ajansları internet sayfalarından takip edilmektedir. Ülkelerin önde gelen gazetelerinin internet sayfaları. 216

225 Kurumun müşavirliklerinin günlük olarak takip ettikleri gazete, dergi ve diğer yayınlar. Düşünce kuruluşları, resmi kurumların internet sayfaları (örneğin: ABD Dışişleri Bakanlığı), sivil toplum örgütlerinin internet sayfaları (örneğin: Sınır Tanımayan Gazeteciler), haftalık ya da aylık yayınlar (Newsweek, Time gibi) Önde gelen haber kanallarının 24 saat yayınları (CNN, BBC, TV5, El Cezire gibi). Haber Dairesi bu kaynaklardan topladığı haberleri 25 dilden Türkçeye çevirmektedir; bunun için yaklaşık 150 mütercim istihdam etmektedir. Mütercimler her gün belirli saatlerde yukarıda saydığımız kaynaklardan ülke ile ilgili haberleri taramakta, ilgili görülen haberleri dairenin takip ettiği gündemin tamamından haberdar olan şef redaktöre sormaktadırlar. Yayınlanması uygun görülen haberler yine mütercimlerce süratle Türkçeye çevrilmekte, bir defa yabancı dil, bir defa da Türkçe açısından kontrolden geçtikten sonra online olarak yayınlanmaktadır. Haberler yayınlandığı anda BYEGM'nin kullandığı yazılıma ve giriş kodlarına sahip olan devletin ilgili birimlerinde, bu haberlerin takibinden sorumlu yetkililer, haberlerin hem aslını, hem de çevirilerini görebilmektedir. Haberler çevirisi ve kontrolü bittikten sonra yayıncısı, yazarı, mahreci, tarihi gibi bilgilerden oluşan künyesi ile birlikte yayınlanmaktadır. Haberlerin seçilmesinde izlenen politika Türkiye'yi ilgilendiren başta siyasi olmak üzere, ekonomik ve kültürel alanları kapsamaktadır. Haber seçimi ile ilgili politika Genel Müdürün belirleme yetkisindedir. Haber Dairesi de bu faaliyeti Genel Müdür adına gerçekleştirmektedir. Ancak rutin bir faaliyet olması ve yasal dayanağı bulunması nedeniyle bu yetki sırasıyla Haber Dairesi Başkanı, Haber Hizmetleri 217

226 Birim Amiri, Şef Redaktör ve son olarak Mütercime kadar devredilmektedir. Bu faaliyette çalışan personel yaptığı işin doğruluğu konusunda sorumluluk taşımakta ve her çevirinin sonuna parafını eklemektedir. Öte yandan kurumun yurtdışı teşkilatlarında görevli müşavirleri de bulundukları ülkenin Türkiye'yi ilgilendiren gündemini takip etmekten sorumludurlar. Müşavirler önde gelen gazetelerin ve diğer yayın organlarının baskılarını günlük olarak takip edip, merkez teşkilattaki mütercimler ile işbirliği içerisinde bu içeriğin çevrilmesi faaliyetine katılmaktadırlar. Bunun için yurtdışı teşkilatlarında gerekirse mütercimler istihdam edilebilmektedir. Haber Dairesinin, seçilen haberlerin aslından dilimize çevirerek ürettiği içerik söylediğimiz gibi günde ortalama 150 haber civarındadır. Bazen bu sayının katlandığını da düşünürsek üst düzey yetkililerin bu içeriği takip etmeleri güçtür. Bu sebeple kurum belirli gelişmeler çerçevesinde bu haber havuzundan bültenler oluşturup, belirli konularda dış basında yer alan haberlerin topluca görülebileceği bültenler oluşturmakta ve bu bültenleri yine devlet yetkililerine ulaştırmaktadır. Ayrıca yeni bir çalışma olarak Türkiye'yi ilgilendiren gündemdeki önemli olaylar gerçekleştikçe belirli bir zaman aralığında haber havuzuna alınan haberleri kaynak olarak alıp analizine tabi tutarak rapor hazırlanmaktadır. Bu analizin bir kısmı içerik analizinden oluşmaktadır ve ilgili konuyla alakalı gündemin yoğunluğuna göre çok sayıda haber analiz edilerek sayfalık sayısal verilere dönüştürülmüş ve belirli bir çerçevede yorumlanmış kısa ve öz bir değerlendirme raporu oluşturulmaktadır. Ayrıca bu çalışma ve benzer başka çalışmalar geliştirilmeye devam etmektedir. 218

227 Kısacası devlete açık kaynaklardan enformasyon sağlamak, yani siyasetin gözcülüğünü yapmak, enformasyon alanındaki çeşitli uzmanlaşma biçimleri geliştiren kurumlar içerisinde BYEGM'nin uzmanlık alanı olmuştur. 219

228 SONUÇ Bilginin toplumsal bir üretim olduğu ve değişim yönündeki çabaların ya da engellemelerin bu üretimi koşullandırdığını söyleyebiliriz. Ancak bilgi, insanlık tarihine, el değiştirip yayıldıkça, işlenip pozitif bilimlere tatbik edildikçe değer üretimi sürecinde de o ölçüde daha fazla yer almıştır. Bilgiyi taşıyan ve yayan araçlar önce din ve felsefe kitapları, sonra diğer bilimsel eserler, haber mektupları, mevkuteler, gazeteler, dergiler, telgraf, telefon, internet v.b. iletişim araçları olmuştur. Hepsini enformasyon araçları olarak nitelemek yanlış olmaz. Enformasyon araçları vasıtasıyla bilgiyi en etkili biçimde toplayan, işleyen, yayan ve kullanan toplumlar öncesine oranla değişimin daha geniş kapsamlı yaşandığı Batılı ülkeler olmuştur. Bilginin etkin biçimde kullanılması ve yaygınlaştırılması neticesinde günümüz ekonomisi, siyaseti, kültürü, sanatı, teknolojisi kısaca insan yaşamının her alanı şekil almış ve bugünkü konumuna gelmiştir. Elbette bu kendiliğinden gerçekleşmiş bir süreç değildir. Bu sürecin büyük oranda maddi bir başlangıcı ve yine maddi bir temeli vardır. Söylemek istediğimiz bilgiyi yayacak, geliştirecek, işleyecek ve pozitif bilimlere uygulayacak mekanizmaların kendilerinin maddi olarak var olmalarıdır. Bahsimizi bilginin görece daha etkin biçimde kullanılmaya başlandığı Batı toplumlarının geçmişine giderek örneklendirebiliriz. Feodal dönemde bulunan tarımsal teknikler ile ürün fazlası elde etmeye başlayan Avrupa toplumları bu ürün fazlasını satarak başka ihtiyaçlarını gidermenin yolunu, ticareti geliştirmekte bulmuşlardır. Öncelikle o zamana kadar kısıtlı olan ulaşım imkanları bu amaç doğrultusunda gelişmeye başlamıştır. Zamanla ticari faaliyet 220

229 belirli merkezlerde yoğunlaşmış ve ticaretle uğraşanlar da bu merkezlere yani şehirlere yerleşmeye başlamışlardır. Böylelikle bir şehir nüfusu ve ticaretle uğraşan yeni bir toplumsal sınıf, burjuvazi ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde basit alet ve gereçlerin, şehirlerdeki zanaat faaliyetlerinde kullanılmaya başlanması ile çeşitli iş kolları doğmuştur. Bunlardan bir tanesi de matbaa olmuştur. El yazması kitapların çoğaltılmasının güçlüğü karşısında dökme metalden harfler yapıp bunları bir kalıba yerleştirerek metinlerin hızlı biçimde çok sayıda kopyalarını çıkarmak mümkün olmuştur. Ortaçağa hakim olan olgu din olduğundan matbaa da öncelikle din kitapları basılmaya başlamıştır. Çünkü her yapının öncelikle maddi olarak var olmaya ve kendi ayakları üzerinde durmaya gereksinimi vardır. Halkın talebi din kitapları olduğundan matbaa sahipleri de bu kitapları çoğaltıp satmışlardır. Böylelikle öncesine oranla daha geniş ölçekte bilgi alışverişi başlamıştır. Bu sırada ticaretin coğrafyasını genişletmek ve boyutunu geliştirmek isteyen burjuvazi, coğrafi keşifler ile hem yeni pazarlar hem de yeni hammaddelere ulaşmıştır. Yani keşifler ticareti izlemiştir. Bu uğraşlar sırasında doğu ile daha yakın ilişki kurmuş ve böylece karşılıklı bir etkileşim oluşmuştur. Doğunun felsefesini, bilimsel eserlerini Batıya taşıyan burjuvazi, Avrupa'da gelişen üniversiteler sayesinde bu bilgilerin işlenmesini ve pozitif bilimlere uygulanmasını sağlamıştır. Bunun neticesinde birçok bilimsel buluş gelmiş ve bu buluşlar sanayinin üretim gücünü artırmak için kullanılan makinelere ve üretim tekniklerine dönüşmüştür. Bunlar olurken aynı zamanda burjuvazi toplum içinde kendisi dışındaki sınıflarla, yani soylu sınıfı ve ruhban sınıfı ile bir mücadele içerisine girmiştir. Feodal dönemin baskın sınıfı soylulardır, onu takip eden ise ruhban sınıfıdır. Burjuvazi mücadeleye 221

230 öncelikle ruhban sınıfı ile başlamıştır. Bunu da enformasyon araçlarını kullanarak yapmıştır. Burjuvazi dini yeniden yorumlayan reformcu karaktere sahip din kitaplarının elden ele yayılmasının verdiği destekle ruhban sınıfının önüne çıkardığı engelleri daha kolay aşmayı başarmıştır. Dinin ticaret üzerindeki engellemeleri bertaraf edilmiştir. Toplum, dini siyasetten ve ekonomiden ayırmak gerektiğine (laisizm) ikna edilmiştir. Dinde Reform olarak nitelendirilen bu süreci başka üstyapısal unsurlardaki değişimler de takip etmiştir. Reform ile başlayan değişim hareketi Rönesans sürmüş, toplumun kültür, sanat, bilim, mimari, edebiyat, hukuk gibi üstyapısal bütün unsurlarında önemli değişimler yaşanmıştır. Bu dönemde bilim ve sanatı aynı anda icra eden bilim adamları önemli buluşlara imza atmıştır. Bu buluşlar yine sanayi üretimini destekleyecek makinelere ve üretim tekniklerine dönüştürülmüştür. Kısacası burjuvazi bu yeni yöntemlerle daha hızlı, daha çok, daha farklılaşmış bir üretimi örgütleyebilir hale gelmiştir. Rönesans'ın insanlara aşıladığı hümanizma düşüncesi, dünya nimetlerinin insanlar için olduğu, insanın değerli olduğu ve iyi yaşaması gerektiği fikrini yaymıştır; nefsi terbiye edecek kurallar koyan dinin de bir kenara bırakılmış olması sayesinde Avrupa'da toplum hümanizmaya ve özgürlük düşüncesi meşruluk kazanmıştır. Buna paralel olarak insanların arzuları ve talepleri artmış, dolayısıyla tüketim ve üretim de artmıştır. Burjuvazi bu sayede daha da güçlenmiştir. Ancak ticaretin serbestçe devam etmesi, engellerle karşılaşmaması, soyluların boyunduruğundan kurtulması için, burjuvazinin çıkarlarına uygun kurallar koyulması ve bu kuralları süratle uygulayacak, herkese sözünü geçirecek bir otoriteye ihtiyaç duyulmuştur. Bu doğrultuda burjuvazi çıkarına hizmet edecek olan kralları soylulara karşı maddi olarak desteklemiş, kuralları uygulamaya zorlayacak düzenli orduların kurulmasını 222

231 sağlamıştır. Bu dönemde toplumda oluşan milliyetçilik duygularının da etkisi ile ulus devletler ortaya çıkmıştır. Böylelikle toprak soylu sınıfının da baskınlığı azaltılmıştır. Ancak toplumun altyapısına hakim olan, ekonomik gücünü sağlayan burjuvazi olmasına karşın halen idari-yönetsel sistemin dışındadır. Bu çelişki bir süre sonra siyasi otoritelere karşı isyanları getirmiştir. Önce İngiltere'de sonra Amerika'da son olarak Fransa'da devrim olmuş ve siyasi otoriteler mutlak monarşiden anayasal monarşilere dönüşmüştür. Böylelikle kralın gücü sınırlandırılmış, toplumsal meşruluğun temeli olarak anayasal kurallar hakimiyet unsuru olmuştur. Buraya kadar söylenenlerin tamamı aslında toplumun altyapısal gelişiminin üstyapısal gelişimi belirlemesi ve devamında ikisinin de bir etkileşim içerisine girerek birbirlerini geliştirmeye devam etmeleri ile açıklanabilir. İlk adım büyük oranda ekonomik faaliyetlerin hız kazanması ile gelmiştir. Bunu bilimsel ilerleme, dinde reform, kültür ve sanatta gelişme izlemiştir. Bu üstyapısal ilerlemenin meyveleri; sanayide kullanılacak bilimsel buluşlar, ruhban sınıfının saf dışı kalması, siyasal otoritenin ve hukuk kurallarının değişmesi gibi burjuvazinin lehine, aynı zamanda toplumun altyapısını destekler biçimde toplanmıştır. Bu süreçte, burjuvazi öncelikle kendi ekonomik gücünü elde ettikten sonra önündeki engelleri kaldırmak üzere üstyapısal değişimleri-zihniyet değişimini zorlamak için enformasyon araçlarını kullanmıştır. Dinde reformu, din alanındaki tartışmaların yaşanması sayesinde gerçekleştirmiştir. Bu da dine ilişkin yeni fikirlerin enformasyon araçları vasıtasıyla yayılması ile mümkün olmuştur. Bu sayede hem enformasyon araçlarının kendisi (yani matbaa) ekonomik bir faaliyet alanına dönüşmüş hem de araçsal bir işlev kazanmıştır. Daha sonra ticari faaliyetlerin etkin biçimde yapılması için kullanılan haber mektupları halkın günlük yaşamına ilişkin 223

232 haberleri de taşımaya başlamış ve bu olgu zamanla gazeteciliği doğurmuştur. Gazeteler bundan sonra her türden toplumsal gelişme konusunda kamuoyu oluşturma aracı haline gelmiştir. Ayrıca Avrupa'da okuyanların iş bulma olanaklarının fazlalığı okumaya yönelik ilgiyi dolayısıyla da gazetelere talebi artırmış, bunun yanında ilan alan gazeteler büsbütün birer yatırım fırsatı olmuştur. Böyle olunca da burjuvazinin etki alanı içerisinde olmuşlar ve dolayısıyla burjuvazinin çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya devam etmişlerdir. Enformasyon araçlarının halk kitleleri üzerindeki etkisi siyasal otoriteler tarafından fark edildiğinde, yöneticiler öncelikle kendilerine tehdit oluşturanları susturma ve bu aracı kendi lehine kullanmak üzere, onlara ya doğrudan sahip olma ya da dolaylı olarak kontrol altına alma eğilimine girmişlerdir. Devrimler sonrasında karşımıza çıkan bu durum, İngiltere gibi devrimin ilk gerçekleştiği ve burjuvazinin üstünlüğünü zorlanmadan kazandığı bir ülkede hızlı atlatılmış ve görece basın özgürlüğü elde edilmiştir. Ancak Fransa gibi burjuvazisi İngiltere'ye kıyasla zayıf olan, mutlak monarşinin daha kuvvetli olduğu ülkelerde basın özgürlüğü daha geç olgunlaşmıştır. Hatta devrim sonrasında dahi Napolyon yoğun biçimde basını sansür altında tutmuş ve kendi çıkarı doğrultusunda kullanmayı yöntem edinmiştir. Kısacası enformasyon araçlarının kamuoyunu yönlendirme-manipülasyon konusundaki etkisi daima baskın güçlerin ve siyasal otoritelerin ilgisini çekmiş, bu yüzden de basın üzerinde kontrol sağlamaya önem verilmiştir. Avrupa tüm bu altyapısal ve üstyapısal değişimleri geçirirken Osmanlı fetihlerle topraklarını genişletmiş ve Avrupa'dan farklı olarak kurduğu altyapı düzeni ve buna uygun üstyapı düzeni ile geniş coğrafyalarda farklı dinden ve ırktan oluşan toplumu bir arada tutmayı başarmıştır. 224

233 Osmanlı toplumsal sınıfları bakımından Avrupa'dan farklı bir yapıda olmuştur. Merkezi gücün mutlak hakimiyeti, diğer sınıfların var olmalarının önüne geçmiştir. Toprak sistemi Avrupa'daki gibi ademi merkezi değildir, toprak beyleri bulunmaz ve tüm tarım geliri merkezi yönetime aktarılır. Bu sebeple feodal yapı oluşmamıştır. Ruhban sınıfı da yoktur. Dinin başındaki isim siyasal yönetimin başındaki isimle aynıdır. Sultan aynı zamanda halifedir. Dinin kuralları bellidir ve halk nazarında dinde bir yozlaşma yoktur, dolayısıyla din tartışması da yoktur. Kısacası Avrupa'daki gibi altyapısal gelişmeyi tetikleyecek, enformasyon araçlarının yayılmasını ve güçlenmesini sağlayacak bir çatışma ortamı mevcut olmamıştır. Toprak beyleri gibi dağınık güç odakları yerine, mücadele edilmesi imkansız bir merkezi güç vardır. Bu sebeple sınıf mücadelesi de olmamıştır. Güçlenen ve mücadele içerisine girecek bir sınıf da bu sebeple sivrilmemiştir. Osmanlı'da Avrupa'da görülen altyapısal gelişmeler olmadığından, kültür, sanat, bilim, hukuk gibi üstyapısal gelişmeler de donuklaşmıştır. Bu şekilde XVIII. yüzyıla geldiğimizde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarıma dayalı ekonomisi bozulan toprak sistemi yüzünden zayıflamıştır. Siyasi idaredeki zayıflıklar nedeniyle sistem düzeltilememiş ve devletin gelir kaynağı olan topraklar ağaların, beylerin eline geçmeye başlamıştır. Bu durumdan hem devletin kendisi hem de çiftçilik yapan halk ekonomik olarak çok olumsuz etkilenmiştir. Fakirleşen halk, siyasi otoriteye isyan etmeye başlamıştır. Bu durum, Osmanlı idaresine yönelik ilk baskı unsurudur. Diğeri ise ekonomik ve askeri olarak güçlenen Avrupa'nın önüne geçilmez ilerlemesidir. Osmanlı hem zayıf düşmesi hem de Avrupa'nın güçlenmesi nedeniyle girdiği savaşlarda kayıplar yaşamaya, imparatorluğun içinde ayrılık- 225

234 bağımsızlık sinyalleri güçlenmeye başlamıştır. Bu da bir başka baskı unsuru oluşturmuştur. Bu baskılar siyasal otoriteyi tehdit eder hale gelmiştir. III. Selim'den itibaren Osmanlı idaresi bu baskı taraflarının taleplerini yerine getirme gayretine girmiştir. Bu talepler kapitalistleşen, dolayısıyla ticaretini ve hammadde kaynaklarını yaygınlaştırmak isteyen Avrupa'nın büyük ülkelerinin, Osmanlı pazarının ve hammadde kaynaklarının tacirlerine açılması yönündedir. Osmanlı devlet yönetimi bunun için Avrupalı ülkelere tavizler ve imtiyazlar vermeye başlamıştır. Karşılığında başka bir tehdit unsuru olan Ruslara karşı koruma sağlamıştır; aynı zamanda Avrupa'yı örnek alarak değiştiği ve yenileştiği imajını vermek istemiştir. Bu kapsamda Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı gibi Batı etkisinde bazı yenileşme çabalarına girmiştir. Ancak bu çabaların hepsi üstyapısal unsurlara yönelik olduğundan sadece göstermeliktir. Ülkenin altyapısal unsurlarını geliştirecek bir yenilik söz konusu olmadığından Avrupa'da yaşanan değişimin bir benzerinin yaşanması olası değildir. Verilen tavizlerle ülkeye yerleşen Avrupalı tacirlerin çıkardığı gazetelerin kamuoyu üzerinde ne kadar etkili olduğunu keşfeden Osmanlı yönetimi, iç ve dış baskıları bertaraf etme amacıyla II. Mahmud'tan itibaren enformasyon araçlarına daha sıkı sarılmıştır. Öncelikle büyük Batılı ülkelerde girişilen yenileşme çabalarının tanıtılması hedeflenmiş ancak basının muhalif çizgiye kayma tehlikesi nedeniyle denetim sıkılaştırılmıştır. Bunun zorlaştığı dönemlerde ise basınla yakın ilişkiye geçme yöntemine geçişler yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ülke sınırları içerisinde devlet-basın ilişkisi, önce devletin bu araçlara doğrudan sahip olması, sonra özel teşebbüse ait gazetelere maddi 226

235 destek sağlanarak dolaylı yoldan etki sağlanması ve son olarak yasal düzenleme ile gazetelere doğrudan müdahale ve sansür uygulamak şeklinde gerçekleşmiştir. Bu kapsamda 1862'de kurulan Matbuat Müdürlüğü dönemin Matbuat Nizamnamesinin hükümlerini uygulamak, nizamnamede belirtilen sakıncalı yayınlara sansür uygulamak, devlet yanlısı basına destek vermek gibi görevleri ifa etmiştir. Devlet yönetimindeki kişiler bu dönemde sadece Matbuat Müdürlüğü değil, aynı zamanda Takvim-i Vakayi gibi kendi kurdukları bir gazeteyi, Ceride-i Havadis gibi görünürde özel mülkiyetli bir gazeteyi ve maddi olarak destekledikleri diğer yayın organlarını kullanmışlardır. Ancak Osmanlı yönetiminin son yıllarında ve cumhuriyet döneminde siyasal otoritenin, çoğu hukuksal düzenlemesini kendisine uyarladığı Batı ülkelerinde basına bu türden doğrudan müdahalelerin artık gereksizleştiği, ifade ve basın özgürlüğü gibi kavramların benimsendiği XIX. yüzyıl sonlarından itibaren Batı'da geçerli olan bu yönelime uyulmak durumunda kalınmıştır. Çünkü kapitalizmin sınırları aşmaya yönelik eğilimi, basını kontrol altına alacak ve siyasi otoriteleri korumaya yönelik uygulamalara tezat oluşturmaktadır ve burjuvazisi ile kol kola olan büyük devletlerin çıkarlarını yürütmelerine engel teşkil etmektedir. Osmanlı Batıda kamuoyu oluşturma çabalarını ise gönderdiği elçiler, maddi olarak desteklediği gazeteciler vasıtasıyla yürütmeye gayret etmiş ve genelde başarısız olmuştur. Çünkü bu aracıların yapabilecekleri, çıkar ilişkilerinin sınırlı olduğu bu mecrada ancak izlenen siyasetin tanıtılmasından ibarettir. Osmanlı'nın izlediği siyasetin kendisi sakınca unsuruyken bunu tanıtması da doğal olarak başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Osmanlı'nın izlediği siyasetin sakıncası ise gerek ülkenin altyapısal unsurlarının kapitalist gelişime uygun olmaması, gerekse siyasal ve hukuksal 227

236 yapısının Batı ile uyumsuz olmasından ileri gelmektedir. Osmanlı bu dönemde Batıyı örnek alarak -sözde- yenileşme çabaları içerisine girmiştir. Bu sebeple Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı gibi düzenlemeler yapmış ve Batıya birçok taviz vermiştir. Bu sayede Batının gelişiminin ve kendi ekonomik zayıflığı nedeniyle halk tabanında oluşan tepkinin baskısından kurtulmaya çalışmıştır. Bu çaba doğrultusunda yaptığı yenilikleri öncelikle Batıya anlatma gayreti içerisinde olmuş ve aynı zamanda siyasetine karşıt sesleri yani yeni yeni oluşan, Meşrutiyet ve Batı yanlısı Osmanlı basınını susturmaya girişmiştir. Bu girişimlerin yurt dışındaki ayağını elçiler, yurt içindeki ayağını ise büyük oranda Matbuat Müdürlüğü oluşturmuştur. Ülke çıkarlarını Batıya yönelimde bulan ve bu yüzden Batı ile uyum siyaseti güden cumhuriyet yönetimi ise ülke içerisinde basına doğrudan müdahale etmemeyi tercih etmiştir. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz gibi bu yönelim Batı normlarına aykırıdır. Devlet yönetimi Milli Mücadele sırasında basın ile doğrudan ilişki içerisinde olmuş, ancak sansür uygulamamış ve yeni devlet yönetimi teşekkül ettiğinde basın üzerinde kontrol sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmamıştır. Basın üzerinde doğrudan kontrol 1908'de aşılmıştır. Bundan sonra devletin enformasyon araçları mecrasında varlık göstermesi, ancak yabancı ve yerli basını yakından takip etmesi ve uyguladığı siyaseti, yapabiliyorsa bu araçları kendi lehinde yayın yapmaya ikna etmeye bağlı olmuştur. Milli Mücadele kadrosunda yer alan kişiler daha öncesinde İttihat ve Terakki çatısında ülkenin altyapısal sorunlarını giderme çabalarına girmişlerdir. Bu, Osmanlı'nın izlediği siyasetin aksine ülkenin gelişmesi, daha sonra gelecek üstyapısal değişimlere zemin oluşturması ve Batı ile uyum açısından hayati önem taşıyan bir adım olarak değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda hem İttihatçılar hem de 228

237 cumhuriyet yönetimi, devletçi ve korumacı olmakla birlikte uluslararası ticaretin ve kapitalizmin kurallarına uygun bir ekonomi politikası izlemişlerdir. Ülkenin idarecileri, Avrupa'da gelişen, güçlenen burjuvazi ve dolayısıyla altyapısal ilerleme deneyiminin küçük bir örneğini, yerli burjuvazinin yetiştirilmesi çabaları ile uygulamaya çalışmışlardır. Bu kapsamda devlet destekli yatırımların, yabancılarla ortaklıkların önü açılmış, hatta gerektiğinde yabancılarla ortak kurulan bu şirketlere hukuki kolaylıklar sağlanmıştır. Böylelikle ülkede sanayi ve ticari faaliyetin gelişmesi sağlanmıştır. Tarımı teşvik etmek ve geliştirmek için sarf edilen çabaları da anmak gerekir. Buraya kadar Batı ülkelerinin, Osmanlı İmparatorluğu nun ve Cumhuriyet yönetiminin ekonomik yapısının izlenen siyaseti belirlediğini, siyasetlerinin de ekonomik yapı üzerinde belirleyici olduğunu görüyoruz. Batının altyapısal unsurları içerisinden çıkan burjuvazi, verdiği sınıf mücadelesi ile zamanla siyasi otorite ve dolayısıyla izlenen siyaset üzerinde söz sahibi olmuştur. Osmanlı, yenileşme çabaları olarak nitelenen siyasete, ekonomisinin zayıflamasıyla soyunmuştur. Cumhuriyet yönetimi de Osmanlı nın içinde bulunduğu bu zayıflığı ve kapitalizmin kurallarını iyi tahlil etmiş ve siyasi yaklaşımını ya da batıyla yakınlaşmasını bu ekonomik zayıflığın üstesinden gelmek üzere yapılandırmıştır. Bu adımlar ülkenin gelişiminde ilk belirleyici olan altyapısal unsurların kalkındırılması yönündedir. Zemin oluştuktan sonra üstyapısal unsurların değişimi gelecektir. Kapitalizme ve dolayısıyla Batının büyük ülkelerine uyumlu olarak atılan bu adımlar aynı zamanda Osmanlı'nın son dönemlerinde maruz kaldığı baskıların benzerlerini cumhuriyet yönetiminin yaşamamasını sağlayacak önemler niteliğindedir. Ancak bu çalışmalar yapılırken, yapıldıklarının gösterilmesi ve 229

238 tanıtılması da aynı derecede önemlidir. Burada yine devlet yönetiminin izlediği siyaseti içte ve dışta savunma mekanizması olarak, enformasyon araçları gündeme gelmektedir. Milli Mücadelenin yürütüldüğü yıllarda Mustafa Kemal basının hem yurt içinde hem de yurtdışında kamuoyu sağlama konusundaki yeteneklerine önem vermiş ve milli mücadelenin savunucusu iki gazete ile Anadolu Ajansı nın kurulmasına öncülük etmiştir. Bunun dışında milli mücadeleyi savunan diğer gazeteler de desteklenmiştir. Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi nden ise yurt içinde milli mücadele yanlısı basına destek sağlamak ve halkı bilgilendirip örgütlendirmek; yurtdışında ise dış basını takip edip fikir akımlarından siyasal otoriteyi haberdar etmek ve izlenen siyaset lehine propaganda yapmak için yararlanılmıştır. Umumiye bunun dışında Milli Mücadele yıllarında halkın bilgilendirilmesi, bütünleştirilmesi, Mücadele etrafında toplanması gibi görevler üstlenmiştir. Kurum yurtdışında ise daha önce Osmanlı elçilerinin çaba gösterdiği kamuoyu oluşturma görevine destek verme işlevini üstlenmiştir. Ancak bu kez devletin izlediği siyaset Batı ile o kadar da çelişmemektedir ve yapılacak tanıtımın hem çok gerekli hem de başarı şansı yüksektir. Bu nedenle Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi'nin öncelikli görevi Batı basınını takip etmek, oluşan fikir akımlarından devleti haberdar etmek ve Batı kamuoyunda yeni siyaseti tanıtılmasına katkı sağlamak olmuştur. Böylelikle kurumun hem yurtiçinde hem de yurtdışında Osmanlı dönemindeki faaliyeti ile cumhuriyet dönemindeki faaliyeti farklılık göstermiştir. Aslında daha makro düzeyde baktığımızda kurumun fonksiyonu aynıdır: Devlet yönetiminin siyasetini enformasyon araçları mecrasında desteklemek. Zaman içerisinde izlenen siyasetin değişen yönelimleri ile kurumun faaliyetleri de değişmiştir. 230

239 Örneğin II. Dünya Savaşı yıllarında devletin siyaseti savaşa girmemek olmuştur. Bunun için kurum başından beri öne sürdüğümüz temel iki faaliyeti olan devlet enformasyonu ve tanıtımın dışında başka bir rol üstlenmiştir. Kurum bu dönemde basın üzerindeki kontrol yetkisini, her kesimden görüşe belirli çerçevede serbestlik sağlayarak kullanmıştır. Böylece devlet ülkenin Savaş içerisindeki farklı ideolojilerden hiçbirine meyil etmediğini, hepsine eşit mesafede olduğunu yansıtmaya çalışmıştır. 1980'li yıllara kadar BYEGM'nin ülkede gelişen radyoculuk alanında, daha sonra ise turizm tanıtımı alanında da çalışma yürüttüğünü ve her iki alanın da farklı birer uzmanlık gerektiren alanlar olmasından ötürü daha sonra ayrı kurumlar olarak yeniden teşkilatlandıkları görülmektedir. Böylelikle BYEGM, asıl vazifesi olan devlete açık kaynaklardan enformasyon sağlama ve siyasetin tanıtımı görevlerine yürütmeye devam etmiştir. 1980'li yıllarda Soğuk Savaşın sona ermesi ve Türkiye'nin izlediği siyasetin Batı ile uyumlu devam edeceği belirginleştikten sonra tüm dünyada meydana gelen başta iletişim alanındaki büyük dönüşüm ülkemizde de kendini hissettirmiştir. Neoliberalizmin kurallarına uygun bir ekonomi ve siyaset uygulanmaya başlamıştır. Bu kapsamda 1990'larda düzenleyici devlet kurumları ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde gelişen teknolojinin iletişim alanında getirdiği yeniliklerle ülkenin enformasyona dayalı ihtiyaçları da çeşitlenmiş ve yoğunlaşmıştır. Telekomünikasyon alanı özel televizyonların, radyoların, GSM operatörlerinin, internetin hayatımıza girmesi ile çok büyümüş ve devletin müdahalesinin ve düzenleyici kurumlarının varlığı gerekli olmuştur. 231

240 Dönemin koşullarında Batılı ülkelerdeki uygulamalarda olduğu gibi, tüm enformasyon alanında tek bir çatı kurum oluşturulmak yerine her birisi alanında uzman birbirinden bağımsız birçok düzenleyici kurum ile enformasyon alanı devlet tarafından yapılandırılmıştır. Bunlar RTÜK, BTK, Telekom, TRT gibi kurumlardır. Bu iş bölümü-işlevsel ayrım içerisinde BYEGM'nin enformasyon alanındaki görevi geçmişten gelen devlet enformasyonu sağlama ve tanıtıma destek olma konularındaki uzmanlığına dayanılarak devam etmiştir 'lı yıllarda turizm tanıtımı ve radyo yayıncılığının kurum bünyesinde yürütülmesinde olduğu gibi enformasyon alanında farklı uzmanlık alanları tek çatı altında toplanıp hantal ve idaresi zor bir yapı oluşturulmamıştır. Ayrıca gelişen teknoloji ile birlikte basındaki haber akışının hızı ve yoğunluğu da artmış ve devlet adına bu alanın tüm dünya çapında izlenmesi de tıpkı enformasyon alanındaki diğer uğraşlar gibi bir uzmanlık alanına dönüşmüştür. Kısacası diğer kurumlar gibi konu edindiğimiz BYEGM'nin faaliyetleri de devletin ihtiyaçları ve izlediği siyaset doğrultusunda şekillenmiştir. Bu kapsamda devlet açısından yabancı basının, özellikle de Batı basınının yakından takip edilmesi her zaman olduğu gibi günümüzde de önem arz etmektedir. Ülkenin çıkarları ve devletin izlediği siyasetin rotasına paralel olarak BYEGM başta devlet enformasyonu alanındaki görevini sürdürmektedir. Bunun yanı sıra izlenen siyasetin tanıtılmasına ilişkin faaliyeti ise daha ziyade enformasyon alanında faaliyet gösteren diğer yapılarla işbirliği içerisinde yürütülmektedir. Bu çerçevede kurum dış tanıtım konusunda daha ziyade enformasyon mecrasında Dışişleri Bakanlığına yardımcı bir rol üstlenmektedir. 232

241 Kurumun temel faaliyetleri ve özellikle de günümüzdeki birincil görevi olan dış basının sürekli izlenerek Türkiye'yi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren gelişmelerden devlet organlarının haberdar edilmesi işinin, yani bizim deyimimizle siyasetin gözcülüğünün gelişimine ışık tutmaya çalışan bu çalışmada, öncelikle devletin enformasyon alanındaki ihtiyacının doğuşunu ortaya koymaya çalıştık. Bu ihtiyaç, enformasyon araçlarının doğuşu ve kitlelerin siyasi ve ekonomik karar alma süreçlerinde etkili oluşu kadar, siyaset ile dolayısıyla siyasetin belirleyicisi ekonomi ile de ilişkilidir. Tüm bu kavramları tarihsel gelişimleri ile kapsayacak biçimde, önce enformasyon araçlarının ve günümüzdeki hakim ekonomi-politiğin doğduğu Batıdaki gelişimden başlayarak ülkemize ve sonra incelememize konu olan Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü özeline inerek inceledik. Böylelikle kurumun temel faaliyet amaçlarını, devletin bu alandaki ihtiyacının kökenine inerek ortaya koymaya çalıştık. Aynı zamanda devletin izlediği siyasete göre kurumun faaliyetlerinin dönemsel olarak şekillendiğini de görmüş olduk. 233

242 Ek-1 (Sayfa-1) 234

243 Ek-1 (Sayfa-2) 235

244 Ek-2 (Sayfa-1) 236

245 Ek-2 (Sayfa-2) 237

246 Ek-2 (Sayfa-3) 238

247 Ek-2 (Sayfa-4) 239

248 Ek-2 (Sayfa-5) 240

249 Ek-2 (Sayfa-6) 241

250 Ek-2 (Sayfa-7) 242

251 Ek-2 (Sayfa-8) 243

252 Ek-2 (Sayfa-9) 244

253 Ek-2 (Sayfa-10) 245

254 Ek-2 (Sayfa-11) 246

255 Ek-3 (Sayfa1) 247

256 Ek-3 (Sayfa2) 248

257 Ek-3 (Sayfa3) 249

258 Ek-3 (Sayfa4) 250

259 Ek-3 (Sayfa5) 251

260 Ek-3 (Sayfa6) 252

261 Ek-3 (Sayfa7) 253

262 Ek-3 (Sayfa8) 254

263 Ek-3 (Sayfa9) 255

264 Ek-3 (Sayfa10) 256

265 Ek-3 (Sayfa11) 257

266 Ek-3 (Sayfa12) 258

267 Ek-3 (Sayfa13) 259

268 Ek-3 (Sayfa14) 260

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere, COĞRAFİ KEŞİFLER 1)YENİ ÇAĞ AVRUPASI AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere, Türklerden Müslüman

Detaylı

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders Dr. İsmail BAYTAK HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları Hristiyanlarca kutsal sayılan Hz. İsa nın doğum yeri Kudüs ve dolayları, VII. yüzyıldan beri Müslümanlar ın elinde

Detaylı

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur. Fabrika Sistemi Üretimde işbölümünün ortaya çıkması sonucunda, üretim parçalara ayrılmış, üretim sürecinin farklı aşamalarında farklı zanaatkarların (işçilerin) yer almaları, üretimde aletlerin yerine

Detaylı

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR

Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR Fevzi Karamuc;o TARIH 11 SOSYAL BiLiMLER LiSESi DERS KiTABI SHTEPIA BOTUESE LIBRI SHKOLLOR Prishtine, 2012 ic;indekiler I ÜNiTE: BÜYÜK COGRAFYA KESiFLERi 3 1. BÜYÜK COGRAFYA KESiFLERi 3 A. COGRAFYA KESiFLERi

Detaylı

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II İktisat Tarihi II 02.03.2018 Roma şehir devleti, başlangıcında aristokratik bir karakter arz ediyordu. Roma İmparatorluğu nun zirvede olduğu 1. ve 2. yüzyıllarda sınırları İskoçya dan Mısır a kadar uzanıyordu

Detaylı

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları PA 101 Kamu Yönetimine Giriş (3,0,0,3,5) Kamu yönetimine ilişkin kavramsal altyapı, yönetim alanında geliştirilmiş teori ve uygulamaların analiz edilmesi, yönetim biliminin

Detaylı

5. ÜNİTE: EKONOMİ VE SOSYAL HAYAT

5. ÜNİTE: EKONOMİ VE SOSYAL HAYAT 5. ÜNİTE: EKONOMİ VE SOSYAL HAYAT 1- Osmanlı Devleti nde ekonominin temeli olan tarımdan elde edilen gelirlerle asker beslenir, devlet adamlarının maaşları ödenirdi. Bundan dolayı tarım gelirlerinde bir

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 017-018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı 1. 1. XIV. yüzyıl başlarında

Detaylı

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 0. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. OSMANLI DEVLETİ NİN KURULUŞU (00-5). XIV. yüzyıl başlarında Anadolu, Avrupa ve Yakın

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 6. SINIF SOSYAL BİLGİLER DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI, KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI 6. SINIF SOSYAL BİLGİLER DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI, KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY EKİM HAFTA DERS SAATİ KONU ADI OLAYLAR KİMLERİ NASIL ETKİLİYOR OLAYLAR KİMLERİ NASIL ETKİLİYOR OLGU VE GÖRÜŞÜ AYIRT EDİYORUM OLGU VE GÖRÜŞÜ AYIRT EDİYORUM ÇÖZÜM BULUYORUZ ÇÖZÜM BULUYORUZ 07-08 EĞİTİM

Detaylı

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016 İktisat Tarihi I 8/9 Aralık 2016 Kredi, Finans ve Servetler İslam dinindeki faiz yasağının kredi ilişkilerinin gelişmesini önlediği sık sık öne sürülür. Osmanlı kredi ve finans kurumları 17. yüzyılın sonlarına

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018 İktisat Tarihi II 13 Nisan 2018 Modern Çağ ın Başlangıcında Avrupa Ekonomisi 11 yy başından itibaren Avrupa Rostow'un deyimiyle kalkışa geçmiştir. Bugünün ölçütleriyle baktığımızdaavrupa gelişmemiş bir

Detaylı

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER...XV KISALTMALAR...XXIII TABLOLAR LİSTESİ... XXV GİRİŞ...1 Birinci Bölüm Vatandaşlığın

Detaylı

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Uygarlık Tarihi HIST 201 Güz 3 0 0 3 4 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili Dersin Türü

Detaylı

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü DERS ÖĞRETİM PLANI Dersin Seviyesi Dersin AKTS Kredisi 8 Haftalık Ders Saati 3 Haftalık Uygulama Saati - Haftalık Laboratuar Saati - Dersin Verildiği Yıl Dersin Verildiği

Detaylı

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları Kentsel Siyaset - 2 Doç. Dr. Ahmet MUTLU SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları 1. Siyaset ve politika ne demektir? 2. Siyaset ne zaman ortaya çıkmıştır? 3. Siyaset-devlet ilişkisi nasıldır? 4. Geçmişten bugüne

Detaylı

Avrupa Tarihi. Konuyla ilgili kavramlar

Avrupa Tarihi. Konuyla ilgili kavramlar Avrupa Tarihi Konuyla ilgili kavramlar Aforoz: Katolik mezhebinde papa ve kiliseye karşı gelenlerin kilise tarafından dinden çıkarılmasıdır. Burjuva: Avrupa da soylular ve köylülerden farklı olarak ticaretle

Detaylı

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) Osmanlı devletinde ülke sorunlarının görüşülüp karara bağlandığı bugünkü bakanlar kuruluna benzeyen kurumu: divan-ı hümayun Bugünkü şehir olarak

Detaylı

SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası

SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası STRATEJİK VİZYON BELGESİ SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası Yakın geçmişte yaşanan küresel durgunluklar ve ekonomik krizlerden dünyanın birçok ülkesi ve bölgesi etkilenmiştir. Bu süreçlerde zarar

Detaylı

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... vii İÇİNDEKİLER...xi KISALTMALAR... xvii GİRİŞ...1 Birinci

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

Konuyla ilgili kavramlar

Konuyla ilgili kavramlar Avrupa tarihi, Avrupa tarihi ders notları, ygs Avrupa tarihi, kpss Avrupa tarihi notları, Avrupa tarihi notu indir gibi konular aşağıda incelenecektir. İçindekiler 0.0.1 Konuyla ilgili kavramlar 1 ORTA

Detaylı

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI

KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ PROGRAMI SİYASAL DÜŞÜNCELER TARİHİ YARD. DOÇ. DR. MUSTAFA GÖRKEM DOĞAN 7. ERKEN MODEN DÖNEMDE SİYASAL DÜŞÜNCE 7 ERKEN MODEN DÖNEMDE

Detaylı

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Uygarlık Tarihi HIST 201 Güz 3 0 0 3 4 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili Dersin Türü

Detaylı

HOLLANDA ÜLKE RAPORU 12.10.2015

HOLLANDA ÜLKE RAPORU 12.10.2015 HOLLANDA ÜLKE RAPORU 12.10.2015 YÖNETİCİ ÖZETİ Uludağ İhracatçı Birlikleri nin kayıtlarına göre, Bursa dan Hollanda ya ihracat yapan 361 firma bulunmaktadır. 30.06.2015 tarihi itibariyle Ekonomi Bakanlığı

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE...

HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE... İÇİNDEKİLER 1. Bölüm: HALKLA İLİŞKİLER: TEORİK ÇERÇEVE... 1 1.1. HALKLA İLİŞKİLERİN TANIMI... 1 1.1.1. Halkla İlişkilerin Farklı Tanımları... 2 1.1.2. Farklı Tanımlarda Halkla İlişkilerin Ortak Özellikleri

Detaylı

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Brezilya: Ülkeler arası gelir grubu sınıflandırmasına göre yüksek orta gelir grubunda yer almaktadır. 1960 ve 1970 lerdeki korumacı

Detaylı

TURİZM SOSYOLOJİSİ SOS1019U KISA ÖZET

TURİZM SOSYOLOJİSİ SOS1019U KISA ÖZET TURİZM SOSYOLOJİSİ SOS1019U KISA ÖZET DİKKAT Burada ilk 4 sahife gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz www.kolayaof.com 1 1-Turizm Sosyolojisinin Ortaya Çıkışı, Gelişimi ve Genel Çerçevesi

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) KISA ÖZET

Detaylı

İktisat Tarihi I. 5/6 Ocak 2017

İktisat Tarihi I. 5/6 Ocak 2017 İktisat Tarihi I 5/6 Ocak 2017 I. Dünya Savaşı öncesinde merkezi devletin yıllık vergi gelirleri, imparatorluk ölçeğindeki toplam üretim ve gelirin % 11 ini aşıyordu İlk dış borçlar 1840 lı yıllarda Galata

Detaylı

Gelişmelerin Şekillendirdiği Bir Bilim Olarak Arşivcilik ve Arşivcilik Eğitimi

Gelişmelerin Şekillendirdiği Bir Bilim Olarak Arşivcilik ve Arşivcilik Eğitimi Gelişmelerin Şekillendirdiği Bir Bilim Olarak Arşivcilik ve Arşivcilik Eğitimi İshak KESKİN İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü ishakkeskin@hotmail.com Sunuş Planı Tarihsel

Detaylı

TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ YETERLİ Mİ?

TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ YETERLİ Mİ? TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ YETERLİ Mİ? Dr. Fatih Macit, Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi, HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi Giriş Türk Konseyi nin temelleri 3 Ekim 2009 da imzalanan Nahçivan

Detaylı

Editörler Prof.Dr. Ahmet Onay / Prof.Dr. Nazmi Avcı DİN SOSYOLOJİSİ

Editörler Prof.Dr. Ahmet Onay / Prof.Dr. Nazmi Avcı DİN SOSYOLOJİSİ Editörler Prof.Dr. Ahmet Onay / Prof.Dr. Nazmi Avcı DİN SOSYOLOJİSİ Yazarlar Prof.Dr. Ahmet Onay Doç.Dr. Fahri Çaki Doç.Dr. İbrahim Mazman Yrd.Doç.Dr. Ali Babahan Yrd.Doç.Dr. Arif Olgun Közleme Yrd.Doç.Dr.

Detaylı

İktisat Tarihi II. XI. Hafta

İktisat Tarihi II. XI. Hafta İktisat Tarihi II XI. Hafta 19. yy da Ekonomik Gelişmeler 19. yy Avrupa da, sanayinin bir hayat tarzı olarak kesin zaferine şahit oldu. 19. yyda uluslararası ekonomik ilişkilerde ve devletlerin ekonomik

Detaylı

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Uygarlık Tarihi HIST 201 Güz 3 0 0 3 4 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili Dersin Türü

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

DERS PROFİLİ. Diplomasi Tarih I POLS 205 Güz

DERS PROFİLİ. Diplomasi Tarih I POLS 205 Güz DERS PROFİLİ Dersin Adı Kodu Yarıyıl Dönem Kuram+PÇ+Lab (saat/hafta) Kredi AKTS Diplomasi Tarih I POLS 205 Güz 3 3+0+0 3 6 Ön Koşul Yok Dersin Dili Ders Tipi Dersin Okutmanı Dersin Asistanı Dersin Amaçları

Detaylı

İktisat Tarihi I. 15/16 Aralık 2016

İktisat Tarihi I. 15/16 Aralık 2016 İktisat Tarihi I 15/16 Aralık 2016 16. yüzyılda Osmanlı da para kullanımında büyük bir artış gerçekleşmiştir. Madeni sikkelere dayanan para sistemlerinde tağşiş işlemlerinin değişik amaçları olabiliyordu.

Detaylı

Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi

Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi Bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yarattığı hız ve etkileşim ağı içinde, rekabet ve kalite anlayışının değiştiği bir kültür

Detaylı

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ 1. Osmanlı İmparatorluğu nun Gerileme Devrindeki olaylar ve bu olayların sonuçları göz önüne alındığında, aşağıdaki ilişkilerden hangisi bu devir için geçerli

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Medya Ekonomisi Kavram ve Gelişimi Ünite 1 Medya ve İletişim Önlisans Programı MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Yrd. Doç. Dr. Nurhayat YOLOĞLU 1 Ünite 1 MEDYA EKONOMİSİ KAVRAM VE GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr.

Detaylı

İktisat Tarihi II. IV. Hafta

İktisat Tarihi II. IV. Hafta İktisat Tarihi II IV. Hafta İnsan Bilgisinde Devrim - devam Çağdaş yabanlarda olduğu gibi eski çağlarda tıp kuramının özü büyüydü. II. Devrimden sonra Babil de doktorlar aynı zamanda rahipti. Mısır da

Detaylı

MMKD Stratejik İletişim Planı Araştırma Sonuçları

MMKD Stratejik İletişim Planı Araştırma Sonuçları MMKD Stratejik İletişim Planı Araştırma Sonuçları 29 Mayıs 2013 tarihinde MMKD Stratejik İletişim Planı nı oluşturmak amacıyla bir toplantı yapıldı. Toplantının ardından, dernek amaç ve faaliyetlerinin

Detaylı

OSMANLI TARİHİ II.ÜNİTE 8.KONU: REFORM

OSMANLI TARİHİ II.ÜNİTE 8.KONU: REFORM OSMANLI TARİHİ II.ÜNİTE 8.KONU: REFORM 17.02.2017 Sen Piyer Meydanı DÜNYANIN EN ZOR ŞEYLERİNDEN BİRİ, HERKESİN DÜŞÜNMEDEN SÖYLEDİĞİNİ DÜŞÜNEREK SÖYLEMEKTİR. Emil Chartier Sen Piyer Meydanı Reform,kelime

Detaylı

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH SORU 1: MÖ 2450 yılında başlayan ve 50 yıl süren bir savaş kaç yılında sona ermiştir? İşlemi nasıl yaptığınızı gösteriniz ve gerekçesini belirtiniz. (2 PUAN) SORU 2: Uygurlar

Detaylı

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiyenin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ V GİRİŞ 1 A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 BİRİNCİ BÖLÜM: AVRUPA SİYASAL TARİHİ 1 2 I.

Detaylı

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME 2018-2019 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 6. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI SÜRE SÜRE: 12 DERS İ 1. ÜNİTE ÖĞRENME ALANI-ÜNİTE: BİREY VE TOPLUM EYLÜL EYLÜL 1. (17-23) 2.

Detaylı

DERS ÖĞRETİM PLANI. Avrupa İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü

DERS ÖĞRETİM PLANI. Avrupa İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü DERS ÖĞRETİM PLANI Avrupa İktisat Tarihi Seçmeli Dersin Seviyesi Doktora ( iktisat ) Dersin AKTS Kredisi 8 Haftalık Ders Saati 3 Haftalık Uygulama Saati - Haftalık Laboratuar

Detaylı

SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER

SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER SAĞLIK HİZMETLERİNDE HALKLA İLİŞKİLER TANIMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr. Perihan ŞENEL TEKİN PERİHAN Ş. TEKİN 1 Bilgi ve iletişim çağının yaşandığı günümüzde işletmelerin varlıklarını sürdürebilmesi

Detaylı

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK 2 Takdim Planı Modernleşme Süreci Açısından Devlet Devlet-Toplum İlişkileri Açısından Devlet Teşkilatlanma

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ Doç. Dr. O. Can ÜNVER 15 Nisan 2017 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KAMU DİPLOMASİSİ SERTİFİKA PROGRAMI İletişim Nedir? İletişim, bireyler, insan grupları,

Detaylı

T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU. Ekonomik Durum:

T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU. Ekonomik Durum: T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU Ekonomik Durum: 1. Avrupa daki gelişmelerin hiçbiri yaşanmamıştır. Avrupa da Rönesans ve Reform

Detaylı

Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Tarih geçmiş hakkında eleştirel olarak fikir üreten bir alandır. Tarih; geçmişteki insanların yaşamlarını, duygularını, savaşlarını, yönetim

Detaylı

Doç. Dr. SERDAR GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

Doç. Dr. SERDAR GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU Doç. Dr. SERDAR GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU İÇİNDEKİLER İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ...VII BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ...IX İÇİNDEKİLER... XIII KISALTMALAR... XIX TABLO LİSTESİ... XXI

Detaylı

BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876)

BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876) BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876) I. Meşrutiyete Ortam Hazırlayan Gelişmeler İç Etken Dış Etken Genç Osmanlıların faaliyetleri İstanbul (Tersane) Konferansı BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876) Osmanlı

Detaylı

Atilla NALBANT ÜNİTER DEVLET. Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye

Atilla NALBANT ÜNİTER DEVLET. Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye Atilla NALBANT ÜNİTER DEVLET Bölgeselleşmeden Küreselleşmeye İçindekiler Sunuş (İkinci Baskı)...V Sunuş (İlk Baskı)...VII İçindekiler... IX Kısaltmalar...XVII Giriş...1 Birinci Kısım MERKEZ-ÇEVRE İLİŞKİSİ

Detaylı

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı.

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı. Ders T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı Tablo 1. ve Kredi Sayıları I. Yarıyıl Ders EPO535 Eğitimde Araştırma Yöntemleri

Detaylı

HAÇLI SEFERLERi Orta Çağ'da Avrupalıların Müslümanların elinde bulunan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresini geri almak için

HAÇLI SEFERLERi Orta Çağ'da Avrupalıların Müslümanların elinde bulunan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresini geri almak için HAÇLI SEFERLERi Orta Çağ'da Avrupalıların Müslümanların elinde bulunan ve Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresini geri almak için düzenledikleri seferlere "Haçlı Seferleri" denir. Haçlı Seferlerinin

Detaylı

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA KİTABIN YAZARLARI Prof. Dr. AŞKIN KESER Lisans, yüksek lisans ve doktorasını Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü nde

Detaylı

Eğitim Tarihi. Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi

Eğitim Tarihi. Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Eğitim Tarihi Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi Türk ve Batı Eğitiminin Tarihi Temelleri a-antik Doğu Medeniyetlerinde Eğitim (Mısır, Çin, Hint) b-antik Batıda Eğitim (Yunan, Roma)

Detaylı

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık İÇİNDEKİLER FİNANS, BANKACILIK VE KALKINMA 2023 ANA TEMA SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA: FİNANS VE BANKACILIK ALT TEMALAR Türkiye Ekonomisinde Kalkınma ve Finans Sektörü İlişkisi AB Uyum Sürecinde Finans ve Bankacılık

Detaylı

Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği

Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkanlarda Arnavutlar ve Arnavut Milliyetçiliği Balkan Yarımadasın da en eski halklarından olan İllirya kökenli bir halk olarak kabul edilen Arnavutlar,

Detaylı

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018 ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018 nin hizmet ve sorumluluk alanları nelerdir? Küresel ve teknolojik değişimlerle birlikte Şehir Yönetimleri nasıl değişmektedir? İdeal nasıl sağlanmalıdır? Ajanda 1. Mevcut Durum

Detaylı

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM: MAHALLİ İDARELERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE...

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM: MAHALLİ İDARELERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE... İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM: MAHALLİ İDARELERİN ORTAYA ÇIKIŞI VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE... 1 I. MAHALLİ İDARELERİN ORTAYA ÇIKIŞI... 1 A. Tarihsel Süreç... 1 B. Gelişim Sürecinde Kent ve İşlevleri... 2 C. Feodalite

Detaylı

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası FĐNANSAL EĞĐTĐM VE FĐNANSAL FARKINDALIK: ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER Durmuş YILMAZ Başkan Mart 2011 Đstanbul Sayın Bakanım, Saygıdeğer Katılımcılar, Değerli Konuklar

Detaylı

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Bilgi toplumunda aktif nüfus içinde tarım ve sanayinin payı azalmakta, hizmetler sektörünün payı artmakta ve bilgili, nitelikli insana gereksinim duyulmaktadır. 16.12.2015

Detaylı

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II İktisat Tarihi II 09.03.2018 Şimdi bir insanın durumu büyük mülkün çerçevesi içinde çok sayıda kiracıya dağıtılmış toprakla olan ilişkilerine göre belirleniyordu. Katı bir hiyerarşiye sahip olan toplumda

Detaylı

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) Merkantilizm: 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafî keşiflerde birlikte Avrupa ülkeleri dünyaya açılmaya

Detaylı

SOSYOLOJİSİ (İLH2008)

SOSYOLOJİSİ (İLH2008) DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. DİN SOSYOLOJİSİ (İLH2008) KISA ÖZET-2013

Detaylı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki 14.11.2013 tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki Tablo 1 Sosyal BilimlerEnstitüsü İletişim Bilimleri Doktora Programı * 1. YARIYIL 2. YARIYIL İLT 771 SİNEMA ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ 2 2 3 10 1

Detaylı

SANAYİ-ÖNCESİ KENTLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (Ortaçağ Kentleri)

SANAYİ-ÖNCESİ KENTLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (Ortaçağ Kentleri) SANAYİ-ÖNCESİ KENTLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (Ortaçağ Kentleri) Roma İmparatorluğunun çökmesiyle Avrupa da kentsel yaşam sekteye uğruyor KARANLIK ÇAĞ Merkezi otoriteye dayalı Roma İmparatorluğunun birleştirici

Detaylı

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir?

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir? DÜNYA GÜCÜ OSMANLI 1. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında ve Osmanlı İmparatorluğu nun Yükselme döneminde Anadolu daki zanaatkarlar lonca denilen zanaat gruplarına ayrılarak yöneticilerini kendileri seçmişlerdir.

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

İÇİNDEKİLER. Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER İÇİNDEKİLER Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER 1.Bölüm: TEMEL İŞLETMECİLİK KAVRAM VE TANIMLARI... 2 Giriş... 3 1.1. Temel Kavramlar ve Tanımlar... 3 1.2. İnsan İhtiyaçları... 8 1.3.

Detaylı

ANTROPOLOG TANIM A- GÖREVLER

ANTROPOLOG TANIM A- GÖREVLER TANIM Antropolog, evrenin ve dünyanın oluşumu, yaşamın başlangıcı ve gelişimi, insanın biyolojik evrimi, ırkların doğuşu, insan topluluklarının fiziki yapı, kültür ve davranış özelliklerini ve diğer topluluklarla

Detaylı

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU 4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU Yeni Dönem Türkiye - AB Perspektifi Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Fırsatlar ve Riskler ( 21-22 Kasım 2013, İstanbul ) SONUÇ DEKLARASYONU ( GEÇİCİ ) 1-4. Türkiye

Detaylı

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 1 Ekonomik düzen nedir? Ekonomik düzen, toplumların çeşitli gereksinimlerini karşılamak üzere yaptıkları

Detaylı

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017 İktisat Tarihi I 18 Ekim 2017 Kuruluş döneminin muhafazakar-milliyetçi bir yorumuna göre, İslam ı yaymak Osmanlı toplumunun en önemli esin kaynağını oluşturuyordu. Anadolu'ya göçler İran daki Büyük Selçuklu

Detaylı

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25). Tarihsel süreç içinde aile kavramının tanımı, yapısı, türleri

Detaylı

Görsel İletişim Tasarımı Öğr.Gör. Elif Dastarlı

Görsel İletişim Tasarımı Öğr.Gör. Elif Dastarlı SANAT TARİHİ I Görsel İletişim Tasarımı Öğr.Gör. Elif Dastarlı Gotik Sanat Ortaçağ: Antik Çağ ın sona ermesinden (6. yüzyılın ilk yarısından) Rönesans a kadar olan yaklaşık bin yıllık dönem - klasik çağ

Detaylı

DERS PROFİLİ. Türk Dış Politikası POLS 402 Bahar 8 3+0+0 3 6. Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane. Mehmet Turan Çağlar

DERS PROFİLİ. Türk Dış Politikası POLS 402 Bahar 8 3+0+0 3 6. Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane. Mehmet Turan Çağlar DERS PROFİLİ Dersin Adı Kodu Yarıyıl Dönem Kuram+PÇ+Lab (saat/hafta) Kredi AKTS Türk Dış Politikası POLS 402 Bahar 8 3+0+0 3 6 Ön Koşul Yok Dersin Dili Ders Tipi Dersin Okutmanı Dersin Asistanı Dersin

Detaylı

ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY

ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY ISLAMIC FINANCE NEWS ROADSHOW 2013-TURKEY 3 EYLÜL 2013 DR. VAHDETTİN ERTAŞ SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI KONUŞMA METNİ Değerli konuklar, yurtdışından gelen değerli misafirlerimiz, finans sektörünün kıymetli

Detaylı

DÜNYA Tarih : 20.11.2013 HAFTADA 6 GÜN ULUS... Sayfa : 9 İSTANBUL Tiraj : 26129 EKONOMİ StxCm : 122 1/1

DÜNYA Tarih : 20.11.2013 HAFTADA 6 GÜN ULUS... Sayfa : 9 İSTANBUL Tiraj : 26129 EKONOMİ StxCm : 122 1/1 DÜNYA Tarih : 20.11.2013 HAFTADA 6 GÜN ULUS... Sayfa : 9 İSTANBUL Tiraj : 26129 EKONOMİ StxCm : 122 HÜRRİYET Tarih : 20.11.2013 GÜNLÜK ULUSAL GAZETE Sayfa : 10 İSTANBUL Tiraj : 393936 SİYASİ StxCm : 42

Detaylı

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Editörler Doç.Dr. Gülay Ercins & Yrd.Doç.Dr. Melih Çoban TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI Yazarlar Doç.Dr. Ahmet Talimciler Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Nihat Yılmaz Doç.Dr. Oğuzhan Başıbüyük Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

Doç. Dr. YÜCEL OĞURLU İDARE HUKUKUNDA E-DEVLET DÖNÜŞÜMÜ VE DİJİTALLEŞEN KAMU HİZMETİ

Doç. Dr. YÜCEL OĞURLU İDARE HUKUKUNDA E-DEVLET DÖNÜŞÜMÜ VE DİJİTALLEŞEN KAMU HİZMETİ Doç. Dr. YÜCEL OĞURLU İDARE HUKUKUNDA E-DEVLET DÖNÜŞÜMÜ VE DİJİTALLEŞEN KAMU HİZMETİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... vii İÇİNDEKİLER...ix KISALTMALAR... xvii GİRİŞ...1 Birinci Bölüm KAVRAM OLARAK E-DEVLET VE DİĞER

Detaylı

İktisat Tarihi II

İktisat Tarihi II İktisat Tarihi II 23.02.2018 İkincil özeklerde yalnızca ekonomik yapı benimsenmekle kalmamıştır. - Biblos - Kapadokya uygarlıkları birincil özeklerin yapısı ile zorlanmıştır. İkinci devrimin yaygınlaşmasında

Detaylı

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir. Sevgili Meslektaşlarım, Kıymetli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, Akdeniz bölgesi coğrafyası tarih boyunca insanlığın sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine en çok katkı sağlayan coğrafyalardan biri

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ

Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ Yazarlar Prof.Dr. Mustafa Talas Doç.Dr. Bülent Şen Doç.Dr. Cengiz Yanıklar Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Özgür Sarı Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

T.C. KİLİS 7 ARALIK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS DERS KATALOĞU

T.C. KİLİS 7 ARALIK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS DERS KATALOĞU TARİH ANABİLİM DALI 9103500 Yüksek Lisans Uzmanlık Alanı Zorunlu 6 0 0 6 9103300 Yüksek Lisans Uzmanlık Alanı Zorunlu 6 0 0 6 9103129 Tarih Araştırmalarında Yöntem ve Teknikler Zorunlu 9103500 Yüksek Lisans

Detaylı

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Lisans Programı

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Lisans Programı Yeni Nesil Devlet Üniversitesi SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Lisans Programı 2015-2016 Tanıtım Broşürü Bölüm Hakkında Genel Bilgiler Kamu Yönetimi, işlevsel anlamda kamu politikaları

Detaylı

Dr. Serdar GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU

Dr. Serdar GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU Dr. Serdar GÜLENER TÜRKİYE DE ANAYASA YARGISININ DEMOKRATİK MEŞRULUĞU İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... V İÇİNDEKİLER...IX KISALTMALAR... XVII TABLOLAR LİSTESİ... XIX ŞEKİLLER LİSTESİ...XXIII GİRİŞ...1 Birinci Bölüm

Detaylı

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk , istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçları istanbul'un fethinin

Detaylı

Eğitim Sosyolojisi. YAZAR Prof. Dr. Hikmet Yıldırım CELKAN

Eğitim Sosyolojisi. YAZAR Prof. Dr. Hikmet Yıldırım CELKAN Eğitim Sosyolojisi YAZAR Prof. Dr. Hikmet Yıldırım CELKAN ISBN: 978-605-2132-61-6 Kapak Bülent POLAT Mizanpaj Burhan MADEN Redaksiyon Muhammet ÖZCAN Baskı ve Cilt: Tarcan Matbaacılık Zübeyde Hanım Mahallesi,

Detaylı

Avrupa da Yerelleşen İslam

Avrupa da Yerelleşen İslam Avrupa da Yerelleşen İslam Doç. Dr. Ahmet Yükleyen Uluslararası İlişkiler Bölümü Ticari Bilimler Fakültesi İstanbul Ticaret Üniversitesi İçerik Medeniyetler Sorunsalı: İslam ve Avrupa uyumsuz mu? Özcü

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK TOPLUMSAL TABAKALAŞMA Ü s t S ı n ı f Orta Sınıf Alt Sınıf TOPLUMSAL TABAKALAŞMA Toplumsal tabakalaşma dünya yüzeyindeki jeolojik katmanlara benzetilebilir. Toplumların,

Detaylı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Hadrianopolis ten Edrine ye : Bizans Dönemi.......... 4 0.2 Hadrianopolis Önce Edrine

Detaylı