TÜRK KÜLTÜRÜNÜN TRAFİĞE YANSIMALARI Hasan BACANLI Trafik, kara, hava, deniz araçlarının ve yayaların kendilerine ayrılan yollardan gelip gitmelerine denmektedir. Yani her biri kendisine ayrılan yoldan gelip gittiğinde trafiğe uymuş olmaktadır. Bu noktada ilk akla gelen sorulardan biri, her zaman trafik var mıydı, sorusudur. Adem ile Havva nın trafik sorunu olmayabilir, ama tekerleğin bulunmasından sonra trafik sorununun da başladığı düşünülebilir. Günümüzde ise artık trafik kaçınılması mümkün olmayan bir yaşantıdır. Trafik toplumsal bir olgudur. Dolayısıyla bir toplumdaki insanlar ve araçlar kendileri için düzenlenmiş olan kurallara uyarak, kendilerine ayrılan yerlerde seyahat ederler. Trafiğin toplumsal bir olgu olması, içinde bulunulan topluma göre farklılık gösterebileceği anlamına gelir. Herkes bir şekilde, Avrupa da / Amerika da arabalar / yayalar şeklinde çeşitli cümleler duymuştur. Etrafınızda yoksa bile filmlerde caddeleri görerek insanlar, haaa, bak orada arabalar.. cümlesini kurarlar. Buna karşılık karşı tarafta örnek gösterilen ülkeler de vardır. Özellikle bazı Asya ülkelerinde trafiğin akışı hepimizi şaşırtır. Deyim yerindeyse, oralarda trafik arap saçı gibidir. Sonuçta, her ne kadar dünyanın hemen hemen her yerinde yollarda arabalar ve insanlar varsa da, yollarda trafik ve trafiğin işleyişi farklıdır. Bu farklılığın birçok nedeni vardır. Arabaların sayısı, ülkenin ekonomik durumu, genç ve yaşlı nüfus, otomobil tamir ve yedek parçalarının durumu ilk akla gelenlerdir. Bunların yanısıra ve belki de bunlardan daha önemli olan, o toplumun kültürel yapısıdır. Toplumun kültürü toplumdaki her şeyi etkilediği gibi, trafiği de etkilemektedir. Çünkü, insanın doğa ile ilişkisi teknolojiyi doğururken, insanın insanla ilişkisi kültürü doğurur. İnsanlar etkileşimde bulundukları sürece kültür onları ektkilemeye devam eder. Tarihin gösterdiği bir gerçek, Türklerin birbirleriyle ikircikli ilişkilerinin olmasıdır. Anadoluya gelen Türk boylarının durumu ilginçtir. Orta Asya dan bir boy kalkıp Anadolu ya gelmekte ve bana yer ver! diyebilmektedir. Karşılığında da bana ne? cevabı verilmemekte ve yer gösterilmektedir. Yani Türkler bu kadar birbirlerini kollayan bir topluluktur. Buna karşılık, aynı sevecenlikle geçinebildiklerini söylemek zordur. Hele yönetici konumuna gelen
kişi veya boy un durumu oldukça zorlaşır. Çünkü, bir dilencinin Fatih e dediği gibi, malının yarısı benim! demeye başlar. Yani birbirlerinin yönetim ve malvarlığı diğer Türkler için bir cazibe oluşturmaktadır. Bütün Türkler başkan olmaya çalışır. Türkler emre uyduklarında iyi bir asker olurken, kendi başlarına kaldıklarında, her biri en güçlü ve en yetkilinin kendisi olduğunu düşünürler ve birbirleriyle bunu mücadelesini verirler. Hatta bir adım ileri atarak, denebilir ki, Türk tarihi Türkleri saraydan uzak tutma tarihidir. Selçukluların da, Osmanlıların da hükümdarlıklarının önemli stratejilerinden biri, diğer Türkleri saraydan uzak tutmak, genellikle de sınır boylarına yerleştirip oınların enerjilerini düşmanlara yöneltmektir. Böylelikle, devlet uzun süre ayakta kalabilmiştir. Türklerin göçebelikleri, mallarının taşınabilir olmasını doğurmuştur. Hatta Demirtaş Ceyhun un tespitiyle, Türkler 1953 yılında yerleşik hayata geçmeye karar vermişlerdir. Köylerde yakın zamanlara kadar bulunan yüklük ler, her an yükünü alıp yola çıkmaya hazır bir topluluğun işaretidir. Bu durumun diğer bir sonucu da olabildiğince az mala sahip olmak, yani fazla mal biriktirmemek ve bir adım ilerisinde gününü gün edip kazandığını o gün yemek olmuştur. Genel olarak mal azlığı, malların ihtiyaç duyulduğunda paylaşılabilmesini zorunlu kılmıştır. Söylenegelen, müslümanın malı ortaktır sözü, aslında Türkün malı ortaktır olsa gerektir. Görüldüğü gibi, Türklerin birbirleriyle ilişkileri ikirciklidir. Bir yandan malını paylaşan bu insanlar, aynı zamanda birbirleri için, özellikle de elinde bir güç olanlar için tehdit oluşturmaktadırlar. Bu özellik trafikte de açıkca görülmektedir. Bir yandan yolda kalan birine yardım etmek için elinden geleni yapan insanlar, diğer yandan birbirlerine yol vermemektedirler. Türklerin bu ikircikli tavırları trafiğin önemli düzenleyicilerinden biridir. Türkler buna benzer bir tavrı da devlet söz konusu olduğunda göstermektedirler. Bir yandan devlet için canlarını bile verirken, diğer yandan da onun aleyhine çalışmakta sorun görmemektedirler. Bu durumun trafiğe yansıması ise, radar habercileridir. Trafikte gene aynı şekilde yolunu diğerine vermeyen kişi, arkasından gelene ilerde radar var! sinyali vermeyi bir vatandaşlık görevi saymaktadır. Benzer şekilde, bir yandan devletin gerekli ve aziz olduğunu düşünürken, diğer yandan devleti elinde tutanlara karşı biz kardeş değil miyiz? o zaman malının yarısı benim! düşüncesi içindedir.
Trafikteki radar sinyalcileri için diğer bir açıklama da Türk bireylerinin ezilenlere karşı duyduğu merhamet ve acıma duygusudur. Genellikle Türkler ezilenlerden, acı çekenlerden yana olmuştur. Bir savaşta veya yarışta acı çeken, ezilen, mağdur olan kişiler Türklerde merhamet duygusunu harekete geçirir. Onların galip gelemeyeceklerini bile bile onları desteklemeye devam ederler. Güç ve otorite sahibi olanlara karşı duyulan öfke, hınç, kıskançlık duyguları Türkleri mazlumların safına itmektedir. Dünya kupasında, haritada yerini bile gösteremeyecekleri Kamerun takımını tutan kişilerin tavrı ezenlere karşı duyulan bir hınç ve öfke ile ezilenlere karşı duyulan merhamet ve yakınlık duyguları ile açıklanabilir. Türk bireyi kimlik yapısına baktığımızda ise, bireylerin kimliklerinin ve benliklerinin ne bireyci toplumlar (ABD) gibi ayrı, ne de ortaklaşacı toplumlar (Japonya) gibi karışık olduğu görülmektedir. Türk bireyinin kimliği ilişkiseldir. Yani yakın ilişkide olduğu kişilere karşı oldukça açık ve sınır tanımayan bir ilişki biçimi (örneğin, sevdiği için ölebilir) yaşarken, yakın ilişkide olmadığı kişilere karşı oldukça uzak ve soğuktur. Aynı şekilde karşıdaki kişiden de benzer bir fedakarlık beklemektedir. Torpil mekanizmasının işleyiş şekli budur. Kişi tanıdığının, kendisinin tanıdığı bir kişi için iyi ve özel şeyler yapabileceğini düşünmektedir. Rüşvet, tanımadığınız kişileri tanıdık haline getirmenin bir yoludur. Eğer karşıdakini tanımıyorsanız, ona rüşvet vererek kuralsızlığın sürmesini sağlamayı isteyebilirsiniz. Trafik polisi ile ilişkiler uzun zaman böyle yürütülmüştür. Trafik polisleri (ve bazan genel olarak polisler) gündelik yaşamda insanlarla karşılığı ödenmeyen harcama ve mal alımları ilişkisine girmişlerdir. Bunun karşılığı da, trafikte birilerinin görmezden gelinmesi ve ceza kesilmemesi biçiminde olmuştur. Türk toplumuna özgü olmamakla birlikte, trafikteki davranışların özellikle son zamanlardaki belirleyicilerinden biri de engellenmişlik duygusudur. Yapılan araştırmalarda türk toplumundaki kişilerin % 60-80 i daha iyi şartlarda yaşamayı hak ettiğini düşünmektedir. Daha iyi yaşamayı hak ettiğini düşünen kişiler, düşündüklerinin gerçekleşmediğini gardüklerinde engellenmişlik duygusu yaşamaktadırlar. Genellikle engellenmişlik, saldırganlığa yol açmaktadır. Saldırganlık duygusunun harekete geçmesi, onun karşı tarafa yönlendirilebildiği anlamına gelmemektedir. İnsanlar devlet tarafından kendilerine yeterli imkanın sağlanmadığını düşünmektedirler ve bunun için saldırganlık duyguları harekete geçmektedir. Bu noktada, olması gereken, kişilerin devlete saldırmalarıdır. Ancak bireyler bunu gerçekleştiremedikleri için saldırganlık dürtüleri yön değiştirmektedir. Bu durumda,
boy ölçüşübilecekleri, güçlerinin yetebileceği veya zayıf gördükleri kişilere (günah keçisi) yönelen saldırganlık dürtüleri zaman zaman birbirlerini öldürmeye kadar gidebilen olaylara yol açmaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki, trafik de diğer toplumsal olay ve kurumlar gibi, içinde bulunulan toplumun kültürüne göre biçimlenmektedir. İnsanlar birbirleriyle kültürleri çerçevesinde ilişki kurmakta ve ilişkilerini yaşamaktadırlar. Türk toplumunun kültürü de onların trafikte yaptıklarının ve yapacaklarının yol göstericisidir. Trafiği düzenlemek ve daha iyiye götürmek isteyenler kültürel ögeleri dikkate alıp ona göre düzenleme ve yaptırımları getirmek durumundadırlar. Not: Bu yazıda kullanılan Türk ve Türk kültürü kelimeleri bu topraklarda yaşayan kişileri ve bu kişilerin yaşadıkları kültürü ifade eder ve kolay anlaşılması için kullanılmıştır. Bunun dışında özel bir çıkarımda bulunmak maksadını aşan bir düşünce olur. Ayrıca, burada yazılanlara bakarak olumsuz bir anlam çıkarmak da aynı şekilde maksadını aşan bir düşünce olur. Tüm kültürlerin iyi tarafları olduğu gibi, olumsuz yorumlanabilecek tarafları da vardır. Levi-Strauss'un belirttiği gibi, bütün kültürler kendi kulvarında birincidir ve içinde bulunulan koşullara en iyi cevaptır.
Hasan BACANLI, Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü 1982 yılında mezun olmuştur. Selçuk ve Gazi üniversitelerinde çalışmıştır. Halen G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesidir. Eğitim Psikolojisi, Sosyal Beceri Eğitimi ve Yetişkinlik ve Yaşlılık (Ed.) gibi yayınlanmış 6 kitabı, birçok makale ve bildirileri bulunmaktadır. Bir yayınevinde Genel Yayın Danışmanlığı (2004-2006) ve MEB Talim ve Terbiye Kurulunda kurul üyeliği (2003-2004) yapmıştır. Çalışma alanını kişilik ve benlik üzerinde kültürel ve sosyal etkiler olarak tanımlamakta ve düşünme eğitimi ile ilgili Dört Katlı Düşünme Modeli üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Kaynak Gösterme: Bacanlı, H. 2012. Türk Kültürünün Trafiğe Yansımaları, PsychoAcademy Magazine: 4: 88-91.