T ARTlŞMALI İ.LMİ İHTİSAS TO PLANTILARI -II İSLAMI ilimlerde METODOLOJİ/USÜL MES'ELESI II Tartışmalı ilmi ihtisas Toplantıları, 1,2,3 15-16 Mart i 19-20 Nisan i 17-18 Mayıs 2008 Çamlıca Sabahattin Zaiın Kültür Merkezi İstanbul 2009
GÖRÜŞ ve KANAATLERİM Prof. Dr. Mehİnet ŞENER* 1- Prof. Dr. Ali Bakkal, yukarıda adı yazılan tebliğinde; "İstihsan konusunu ele alınış ve-istihsan'ı Hanefi usulcülerin sistemleştirip, onu bir delil o larak kullandıklarını ifade etmiştir." 1 2- İlk sayfada Prof. Bakkal, "isimlerini belirtmeden, bazı akademisyenlerin, İstihsan'ın, günümüz problemlerinin çözümünde büyük bir "açılım" sağlayacağı... " görüşü içinde olduklarını, vurgulaınışhr."2 Yukarıda geçen, "... bazı akademisyenler... " ifadesindeki akademisyenlerin" eğer isimleri biliniyor idi ise, bunların yazılınasının yerinde olacağını, düşünüyorum. 3- Prof. Bakkal, bu tebliğinde, İstilisan tipierindeki ortak noktanın, genelde "kullarm maslahat'mı gözetme" prensibi olduğu, görüşüne yer vermiştir. Kaatirnizce bu doğru bir tespittir. * 2 9 EylülÜ İlahiyat Fakültesi, mehrnet.sener@deu.edu.tr Bakkal, tebliğ, s. 1. Bakkal, tebliğ, s. 1.
MÜZAKERELER 253 4- Prof. Bakkal, ayrıca, "eser İstihsanı'mn Nass'a raci oldu_ğunu, bunda daha çok kolaylık (teys!r) prensibinin hakim olduğunu; dolayısıyla insanlardan güçlüğü kaldırmak ve onlara kolaylık sağlamak için Şar!'in kullarına istisna! bir yol gösterdiği, düşünülebilir."3 5- Prof. Bakkal, "Cessas'ın 'zaruret' kavramım tanımladıktan ve ayrıca Mecelle Şfirilıi Ali Haydar Efendi'nin (1355/1936) "zarı1ret"in tanırnma yer verdikten sonra; "Def'-i mefasid eelb-i nıeııafideıı evlfidır. 4 " Mecelle killdesinin hiyerarşik olarak yedi dereceli bir yapı arz ettiğini, maddeler halinde göstermiştir. 5 6- Prof, Bakkal, İmam Malik'in "İstihsan" görüşü üzerinde kı~aca durmuş, daha sonra İmam Şatib!'ye nispet edilen on İstihsan türünü ele almış ve bilimsel açıklamalar yaprnışhr.6 7- Prof. Bakkal, tebliğinde yer alan: "VIII- Değerlendirme" alt ana başlığı alhnda, "Yüzü geleceğe yönelik bir metot arayışı açısından" başlığına yer vermiş ve bu başlık altrnda, Prof. Dr. İbrahim Kafi DÖNMEZ'in bazı görüşlerine temas ettikten sonra, -bizce de çok önemli olan-, "Fıkıh Usulü: yeni çözümler üretme amacıyla oluşturulan bir rnetodoloji olmaktan çok, mevcut çözümlerin niçinlerini açıklayan yani mevcudu korumaya çalışan, yüzü geleceğe dönük olmaktan çok, rnaziye dönük bir rnetodoloji olma yönünde bir gelişme göstermiştir." 7 Gibi, -kanaatirnce-, bu toplanhda üzerinde durulması gereken ve en önemli bir problemi ortaya koyan, tespit cürnlelerine, yer vermiştir.... Prof. Bakkal'ın; "Hanefi Fıkıh Usı1lünün" genellikle "irnamların içtihatlarından çıkarıldığı" kanaatine kahlmamak mümkün değildir." 3 5 6 7 Bakkal, tebliğ, s. 31. Mecelle, Mad. 30. Bakkal, tebliğ, s. 21 vd. Bakkal, tebliğ, s. 26. Bakkal, tebliğ, s. 32. (Aynca bkz.; İbrahim Kafi DÖNMEZ, "Fıkıh Usulünün İsievi ve İ etihad Yöntemleri Hakkında Bir De~erlendirıne", İslami İlim/erde Metodoloji Meselesi I, İSAV Yayını, İst. 2005, I, 664-65)...
254 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMİ-II Prof. Bakkal, "İstihsan'ın mimarı olan Ebu Hanife bu metodu yeni çözümler üretme amacıyla kullanıyordu. Dolayısıyla bu metodım yüzü geleceğe yönelik idi,'' 8 derken, Ebu Hanife'nin bu konudaki kanaatini ve.problemlerin ancak bu yolla çözümlenebileceğini, ifade etmek istemiştir. Ayrıca Prof. Bakkal, İstihsan'ın asıl amacımn, çözüm bekleyen hukuki problemlere cevaplar bulmak, hukukun hedeflediği temel noktaların en başında olduğıınu vurgulamışhr. Burada Prof. Ali Bakkal'ın; "Fıkhl bütün problemierin yalmz "İstihsan" yoluyla çözülmesinin mümkün olamayacağıru; ancak, İstihsan'ın diğer metotlarla birlikte ele alındığı takdirde, bize yeni UFUKLAR" açacağı kanaatinin yerinde, olduğıınu düşünüyorum. Kanaatimizce: Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez'in bu konudaki (bizim de kahldığımız) görüşlerine göre, "Fıkıh UsUlü": Bir anlamda mevcudu korumaya çalışan bir metodoloji olması yanında, daha önceden ortaya konulan çözümlerin nedenlerini ve gerekçelerini açıklayan, daha da önemlisi, geleceğin problemlerine cevaplar arayan ve yeni çözümler üreten bir metodoloji olması ve bti yönde gelişme göstermesi gerekir, diye düşünüyorum. 8 Bakkal, tebliğ, s. 32.
Doç. Dr. Mustafa ŞENTop Ben bu toplanhdan çok istifade ettiğimi söyleyebilirim, alanın dışında bir kişi olarak. Vakit az, kısaca birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Bu toplantı, sanıyorum aslında, sadece "istihsan" üzerine bir toplantı değil. Burada, istihsan, İslam hukukunda yeni bir açılım için bir imkan olabilir mi, sorusunu esas alan bir toplantı. O bakımdan tartışmalarımızı sadece istihsan üzerinde teksif etmemiz şart değil. Burada, ben birkaç noktanın, vuzuha kavuşturulması gerektiğini düşünüyorum. hki şudur; genel olarak hukukla alakah tartışmalarda, ihtiyaçlardan hareket ediliyor, yani insanların sorunları var, ihtiyaçları var, hukuk bunlara cevap vermek durumunda, zorunda, deniliyor. İslam hukukunun problemleri, yeni açılım, bu açılımda istihsan bir imkan sunabilir mi, gibi endişeler aslında insanların sorunlarına cevap verme zaruretinden kaynaklanıyor. İslam hukukunu ihtiyaçlar çerçevesinde ele aldığımızda da, temel mesele, İslam hukukunun "geri kalmışlığı" meselesi olarak karşımıza çıkıyor. Yeni açılım dediğimiz bu varsayımları arkasında saklıyor kanaatindeyim._ r - Islam hukukunun "geri kalmışlığı" meselesi bir 19. yüzyıl meselesidir. Bu meseleyi incelerken, öncelikle "geri kalmışlık" meselesinin mahiyeti üzerinde durmak gerekiyor. Bu geri kalmışlık nerden ortaya çıkınıştır? Nereden başlayacağımızı ve nasıl başlayacağımızı bilmek bakımından bunun tespiti önemlidir. İslam Dünyası'nda hukukun geri kalmışlığı meselesi, Batı hukukunun benimsenmesiyle, benimsenmeye başlamasıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan, mesele bir açıdan İslam hukukunun geri kalmışlığı mese- * Marmara Ü. Hukuk Fakültesi, msentop@hotmail.com.. '
256 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ!USÜL PROBLEMİ-II lesidir; bir açıdan da, modernleşme projeleri meselesidir. Yani Bah hukukunun benimsenmesi, sadece İslam hukukundaki geri kalma tezi üzerine kurulmarnışhr. Bir siyasi proje olarak, bah hukukunun benimsetilmesi projesini destekleyen bir ar gürnan olarak karşımıza çıkarhlmışhr. Burada, "geri kalmışlık" meselesinin ispah sadedinde ortaya konulan bazı tezler, bence anakronik tezler. Mesela, içtihat kapısının kapanması meselesi 19. yüzyılda İslam hukukunun "geri" kalmışlığına dair yapılan tarhşmaların temelinde yer alan bir meseledir. Halbuki İslam hukukunun geri kalmışlığı 19. yüzyıl itibarıyla tarhşılan bir meseledir; 19. yüzyıla kadar böyle bir mesele, İslam hukukunun ihtiyaçlara cevap veremediği rn~selesi yoktur. içtihad kapısının kapanması hadisesi ise tarih olarak, çok daha önceden bilinen bir meseledir. Kapanmışhr, kapanmarnışhr ayrı bir konu. ifade etmek istediğim, İslam hukukunun "geri" kalmışlığı konusunda sebep olarak gösterilen hususlar, tarhşmaların yapıldığı tarihten yaklaşık üçyüz yıl öneeye ait hususlardır. Bu bakımdan İslam hukukunun "geri" kalmışlığı meselesini iç-, tihat kapısının kapanmasına kadar geri götürmek zaman bakırnından doğru değildir. İslam hukukunun 19. yüzyıldan itibaren böyle bir problemle karşılaşmasının iki temel sebebi var. Bunlardan bir tanesi 19.yüzyıla kadar İslam toplumu içinde ortaya çıkan sorunlar, toplumun değişimi meselesi, toplumun kendi iç dinamikleriyle gerçekleşen bir meseledir. Toplum hem sosyal değişimi kendi iç dinamikleri içinde gerçekleştiriyor, hem de bu dinamikler içinde çıkan sorunlara çözüm üretiyor. Yani hem hukuk! çözümler hem de değişim toplumun kendi iç dinamikleri içinde beraber gerçekleşen bir hadise. Daha sonraki yüzyıllarda özellikle 19. yüzyılda, sosyal değişim meselesi iç dinamiklerle izah edilebilir bir mesele olmaktan çıkmışhr. Aslında bizatihi dış dinamiklerle ilgili bir mesel edir. B ah' da gerçekleşen değişirnin İslam Dünyası' na, Osmanlı devlet ve toplum hayatma yansıması rneselesidir.' hızlı İkincisi ise değişim çok hızlanmışhr. 18. yüzyıl sonlarına kadar değişim değildir. Bunlar karşısında ihtiyaçlara cevap veremerne sorunu yoktur. Zaten sosyal değişim çok hızlı değildir, hukukun yetersiz kalması sözkonusu edilemez. Ama 19. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan sorunlar hem dış dina-
MÜZAKERELER 257 miklerden kaynaklanmakta, hem de çok hızlı bir değişim var. Bu durum karşısında İslfun hukuku hem dışarıdan gelen dünya görüşünün, hayat tarzının ortaya çıkardığı yeni sorunlara, hem de hızlı bir şekilde çoğalan sorunlara cevap üretmek zorunda kalmıştır. Buradaki yetersizlik İslam hukukunun bünyesinden kaynaklanan bir yetersizlik değit dünyada aslında olağan olmayan bir değişmenin, yaşanan modernleşme dediğimiz tecrübenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni durum karşısında Mecelle çerçevesinde üretilen cevap aslında doğru yolda tercih edilmiş bir cevaptır. Mecelle metin olarak iyi bir başlangıç metnidir. Fakat mecelle hareketi, yani İslfun hukuku içerisinden yeni sorunlara çözüm üretme hareketi başarılı olamamıştır. Böyle bir sonuç sadece hukuk alanında değit aslında teknoloji alanında da ortaya çıkmıştır. Batı' da bir teknoloji gelişmiştir, geri kalan Batı dışındaki ülkeler bu teknolojiyi iki şekilde elde edebilirler: Ya bu teknolojiyi kendileri temelden üreterek, kendilerine mahsus bir teknoloji elde edebilirler, ya da Batı' da üretilen teknolojiyi transfer edebilirler. Teknoloji alanındaki bu teorik ikilem hukuk alanında da yaşanmıştır. Batı'dan gelen yeni ve hızla artan sorunlara İslam hukuku içinden cevap üretme çok meşakkatli bir iştir, sorunlar o kadar çağalmıştır ki, Mecelle çerçevesinde cevap üretme yerine, Batı' dan toplu olarak kanun iktibas etme yoluna gidilmiştir, pek çok İslfun ülkesinde de bu yol tercih edilmiştir. Burada karşılaştığımız meseleler, İslfun hukukunun yeterliği/yetersizliği tartışmasında önemli. Osmanlıda Batı' dan iktibas yoluyla kabul ediler kanunlar, ticaret kanunu gibi, usul kanunları gibi aslında İslfun hukukunda detaylı düzenlenmeyen, Osmanlı hukukunda örfi hukuk içinde mütalaa edilen düzenlemelerle ilgili. Nitekim ceza kanunlarının değiştirileceği sırada, aslında genel hukuk algısında bir değişiklik mevcut değil. Mesela, 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu'ndan istifade ile hazırlanan 1858 tarihli Ceza Kanunname-i Hümayun'u tazir suçları alanında yürürlüğe konuluyor. Bir süre ön-. ce, 1926 tarihli, (şu an yürürlükte olandan önceki kanun), İtalyan Ceza Kanunu'ndan iktibasla yürürlüğe konulmuş olan Türk Ceza Kanunu'nun, nasıl hazırlandığını araştırmıştım. O zaman, 1889 tarihli Zanardelli kanunu olarak.. '
258 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMİ-II bilinen bu İtalyan Ceza Kanununun 1908 yılında verilen bir talimatla, Osmanlı Adiiye Nezareti tarafından tercüme ettirilidiş ve hükümet tarafından Mecli~-i Mebusan' a bir bütün olarak sunulmuş olduğunu tespit etmiş tim: Fakat daha sonra, yaşanan siyasi karmaşa, savaş halleri içinde detaylı görüşülememiş. İşte bu metin, daha sonra, Cumhuriyet döneminde, yaklaşık üç ay içinde sadeleştirilerek ve bazı ilavelerle kanunlaşıyor. Bu ilaveler de, 1911 ve 1914' te yapılmış olan değişikliklere dayanmaktadır aslında. 1926' da İtalyan Ceza Kanunu'nun seçilmesinin sebebi, sadece, hazır ve tercüme edilmiş bir kanun olmasıdır. 1909 tarihli kanunun başında kısa bir paragraf var, deniliyqr ki, "bilindiği üzere, İslam ceza hukukunda suçlar had, kısas ve tazir suçları diye ay-. rılmaktadır. Had ve kısas suçları fıkıh kitaplarında zaten yazılıdır, bu kanun, yani, İtalyan kanunu tazir suçlarını düzenlemek üzere yürürlüğe konulmaktadır~'. Bu son dönemlerde bile, hukuk algısında şekli bakımdan, şablon olarak bir değişiklik olmadığını görüyoruz. Eski Osmanlı ceza kanunnameleriyle Zanerdelli kanununu şablonda aynı yere oturtuyorlar. Ama yüzyıllık süreç içinde, alttan alta seyreden bir içerik değişimi, anlayış değişikliği var, muhafaza edilen sadece şekil. Cumhuriyetle beraber şeklen de devam eden bu hukuk algısı bütünüyle kaldırılıyor, hukuk seküler temellerle izah edilmeye.çalışılıyor. Şimdi ayrıntıları bırakarak doğrudan konuya geleyim, bizim bu süreç içinde yapmak istediğimiz nedir? İslam hukukunu bir ikincil hukuk sistemi, yedek hukuk sistemi olarak geliştirmek midir? Yani, seküler hukuk sistemi içinde yaşayan insanların, karşılaştığı sorunlarda vicdani veya dini tahninlerini sağlayacak, onlara dini anlamda da meşruiyet sağlayacak, yedek hukuk algısı sağlayacak bir sistem mi düşünülüyor? Mesela, kürtajla ilgili olarak papalığın birtakım dini açıklamaları var. Eğer biz İslam hukukunu yürürlükteki hukuk sistemi olarak düşünmüyorsak, yani mevzuat, inevzu hukuk ola- rak düşünmüyorsak, o zaman kürtaj ve benzeri konularda, mesela kopyalama ile ilgiij. papalığın vermiş olduğu "fetvaların" benzeri bir şekilde, bir yedek hukuk sistemi, yani vicdarıi meşruiyete hitap eden bir hukuk sistemi olarak mı muhafaza edeceği?
MÜZAKERELER 259 Bence sorun sadece bu kadardan da ibaret değil. İslam hukukunun geriliği, modern meydan okumaya cevap vermemesi, verememesi meselesi sadece bir hukuk meselesi de değildir. Genel olarak İsHl.m medeniyetinin _sükutuyla ilgili bir meseledir. Dolayısıyla İslam hukukunun yeniden ihyası gibi bir meseleyle uğraşılacaksa, bunu modern hayalın sorunlarına cüz'i cevaplar vermek suretiyle değil, genel olarak İslam medeniyetinin yeniden inşası projesi içinde mütalaa etmek zaruridir. Bu tür şeyler, modern hukuka muvazi, paralel cevaplar, İslam hukukunu, aslında, adı her ne kadar dini bir hukuk sistemi olsa da, seküler hukuk anlayışı içinde bir yereoturtacaklır. İslam Dünyası'ndaki hukuk algısıyla Balılı hukuk algısı arasında dinilik sekülerlik bakımından çok temel ayrım olduğu kanaatindeyim. Dinin yani Hıristiyanlığın Balı' da hukuka doğrudan bir etkisi yoktur. Bu hal, iki sebeple alakalıdır. Birisi, Hıristiyanlığın yeni bir şeriat, hukuk düzeni getirmemesiyle ilgilidir, önceki şeriat, yani Yahudi şerialı temel olarak benimseniyor. Ancak, Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki mücadelede, Hıristiyanların kendilerini Yahudilerden ve Yahudilikten tecrit etmesi ve müstakil bir din halinde Hıristiyanlığın inşası sırasında, bu önceki hukuk sistemi terk edilmiştir. Hıristiyanlığın Anadolu üzerinden Avrupa'ya geçişi sırasında yeni bir hukuk düzeni götürmediğini söyleyebiliriz. Aksi olsaydı, acaba böyle bir hukuk düzeni taşısaydı muvaffak olabilir miydi? İkinci sebep de bu. Çünkü Avrupa' da yerleşmiş bir hukuk sistemi var: Roma hukuku. Kurumlarıyla, kurallarıyla var muhkem bir sistem. Yeni bir hukuk sistemi getiren Hıristiyanlık, bunu değiştirebilir miydi, bilmiyoruz. Ama sonuçta, modern hukuk anlayışında, bizim anladığımız manada, dinin hukukun oluşumunda bir yeri yok. Kilise hukuku, aslında din hukuku değil, kilise adarnlarının hukukudur. Avrupa'da hukuku var eden devlettir. Bir devlet "yaralısı"dır hukuk Avrupa' da. Bu bakımdan, özellikle, temel hak ve özgürlüklerle, anayasacılıkla ilgili yaşanan sorunlar buradan kaynaklanıyor. Hukuku koyan devletse, devleti hukuka nasıl uyduracağız meselesi... Eğer hukuku koyan devletse, hukukun devlete bir sıhır olması halinde, zaten bu hukuku koyan irade olarak devlet sınırı kaldırabilir. Bu bakımdan Avrupa' da hak ve özgürlük mücadeleleri, devlet üstünde/dışında bir hukuka alıf yapılarak geliştirilmiştir. O da doğal/tabi! hukuk anlayışıdır. 17. yüzyıldan itibaren tabii hukukun rönesansı denilen dönem bu sebeple yaşanmışlır. Ama bunun ötesinde, hak ve özgürlükleri Avrupa' da geliştiren husus devlet iktidarının bölünmesi dir... '
260 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİIUSÜL PROBLEMİ-'li Özellikle yasama ve yürütme iktidarının birbirinden ayrılmasıdır: Kuvvetler ayrılığı teorisi. İslam hukukunda ise bu konuda iki bakımdan da sorun yok. Birisi zaten hukukun temel esasları devletten önce, üst temel metinlerde mevcuttur. İ kincisi, zaten yasama ve yürütme iktidarı bir bütün değildir, olmamıştır. Hukuk müçtehitlerin faaliyetleriyle, yani bir "hukukçular hukuku" olarak gelişmiştir. Devletin yarattığı, yasama organının vazettiği bir hukuk değildir.. Bu bakımlardan, İslam hukuku, bir hukuk algısı olarak, hakkı ve adaleti ger-. çekleştirecek, hukukun üstünlüğü anlayışının gerçek temellerini içinde barındıran bir hukuk algısını temsil etmektedir. Bu noktanın her zaman hatırda tutulması gerekmektedir. Buradan hareketle, hukukun nasslarla sabit olan esasları konusunda, modem hukuka uyum sağlama doğrultusundaki gayretleri, İslam hukukunun günümüz dünyasında istikbal bakımından ifade ettiği manayı da küçümsemek ve küçültmek. olarak değerlendiriyorum. İnsanların, zaten modem hukukla uyum sağlamış, bu konularda esasen bir itirazları olmayan insanların karşılaştıkları sorunlarında, dini mazeret üretme şeklinde bir İslam hukuku açılımının yanlış olduğunu düşünüyorum. - Konuşmalarıınız öyle mi anlaşılıyor? Ben biraz öyle anlıyorum. Mesela, siz söylediniz, recm cezasıyla ilgili Osmanlı kanunnamelerinde para cezası verilmesinin İslam hukukunda yeni bir açılım olduğunu... halbuki, recm cezasının kaldırılması değil bu. Zinanın cezası olarak para cezalarının belirlenmesi, istihsan da değil. Kanunname metinlerinden de, Osmanlı uygulamasından da, hiç tereddüde mahal vermeksizin anlaşılan şudur: Bu cezalar tazir cezasıdır ve recmin uygulanmaması hallerine mahsustur. Coşkun Üçok'un üç makalesi var, "Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler" diye. Mesela, hırsızlıkla ilgili el kesme cezasının kaldırıldığım, yerine para cezasının belirlendiğini söylüyor. "Kanunnamede, kaz çalana el kesme cezası vermiyor Fatih; bu seküler kuraldır", diyor. Halbuki, buradaki düzenleme, malın değerinin el kesme cezası gerektirecek miktarda olmaması halinde verilecek tazir cezasıyla ilgilidir. Kazın değeri, el kesme cezası için şart olan nisap miktarından az olduğu için başka bir ceza belirleniyor. Yine, harmandan mal çalma örnek olarak gösteriliyor.
MÜZAKERELER 261 Orada da, "hırz" şarh yok, mal koruma altında değil. El kesme cezası verilemez. Zina ile ilgili olarak da bazı kanunnamelerde açıkça yazılmış, "recm cezası uygulanır olmazsa" diye birtakım kayıtlar var. Bunlar tazir suçları alanında yapılm~ş düzenlemelerdir. Yoksa İslam hukukunda yeni bir açılım getirmek, bazı hükümleri istihsan veya başka bir yöntemle değiştirmek için hazırlanmış değildir. İslam hukukunu, modem Batı hukukundan, Bahlı hukuk algısından a yıran yönün temel sabitelerinin mevcudiyeti olduğunu düşünüyorum. Bu sabitelerle ilgili birtakım yumuşainalar, geçişler, Bah hukukuna adaptasyon şeklinde yorumlar yapılırsa İslam hukukunun mahiyetinin, özelliğinin, farik vasfının kaybalacağı kanaatindeyim. O zaman adını İslam hukuku olarak söylesek de, "içtihatlarıınızı" Kur'an ve sünnetten delillendirsek de ortaya çıkacak hukukun seküler bir hukuk olacağı kanaatini taşıyorum. Çok kısa bir şey daha ilave etınek istiyorum. Aslında bizim temel problemimiz şudur. İslam kültürü ve medeniyetiyle ilgili kompleksierin/karmaşıklığın temelinde yatan husus şudur. Bilginin, kelam ilminde üç kaynağı vardır, modem epistemoloji de aynı görüştedir. Bilginin kaynağı üçtür: Akıl, haber ve havass-ı selime. Kanaatimce, akıl bu üç!$aynak içinde, diğer ikisiyle eş değerde bir kaynak. değildir. Diğer iki kaynağın kendileri, bizatihi bilgi üretir, zihnimizde olmayan bir bilgiyi var eder. Akıl ise bizatihibir bilgi kaynağı değildir aslında; diğer iki kaynaktan elde edilmiş, mevcut bilgilerden yeni bilgi üreten bir kaynakhr. Yani biz bir şeyin, bir hususun "akla aykırı" olduğunu söylediğimizde, tam doğiu söylemiyoruz. Doğrusu, bizdeki mevcut önceki bir bilgiye, bu bilgi haberle ol.abilir veya deney yoluyla elde edilmiş olabilir; daha önceki bir~bilgiye yeni bilginin aykırı olduğunu söylemiş oluyoruz. Üzerinde konuştuğumuz bu konularda da, doğru olanın modem Bahlı veriler, hukuk veya başka alandaki bilgiler, Bahrun ulaşmış olduğu bu bilgiler olduğunu nerden biliyoruz? İslam hukuku ile ilgili hususlarda var olduğunu kabul ettiğimiz aykırılık, akla değil, Batılı verilere olan aykırılıkhr. Dolayısıyla kriterin ne olduğunu, "asl"ın ne olduğunu unutmamak gerekiyor.