Ilımlılardan ve militanlardan öte



Benzer belgeler
Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

Bush, Suudi Kralıyla petrol fiyatı konuştu

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

ABD-İSRAİL-İRAN-TÜRKİYE; ORTADOĞU DA DEĞİŞEN GÜÇ DENGELERİ EYLÜL 2009

Yak ndo u Medyas nda Türkiye ve AB Müktesebatlar - srail örne inde

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

Kerkük, Telafer, Kerkük...

Yükselen Güç: Türkiye-ABD İlişkileri ve Orta Doğu Tayyar Arı, Bursa: MKM Yayıncılık, 2010, 342 sayfa, 18,00 TL ISBN:

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜVENLİK RİSKLERİ: SURİYE SORUNU VE TEHDİT DENGESİ

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

Amerikan Stratejik Yazımından...

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Ortadoğu birliğine doğru ilk adım mı?

Kürtler gerçekten de ABD'nin umrunda mı?

Devrim Öncesinde Yemen

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

FİLİSTİN DEKİ UZLAŞI GÖRÜŞMELERİ: ÖNCEKİLERDEN FARKLI OLACAK MI?

Türkiye nin Güvenlik Stratejileri Çerçevesinde Irak ve Suriye

ABD İLE İLİŞKİLERDE YENİ DÖNEM: MODEL ORTAKLIK

DIŞ POLİTİKA AKADEMİSİ - III

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

6. İSLAM ÜLKELERİ DÜŞÜNCE KURULUŞLARI FORUMU

> 107. Ortadoğu Güncesi. Ortadoğu Güncesi. Zafer Çömez, ORSAM Ortadoğu Asistanı. Ortadoğu Analiz Mayıs 10 Cilt 2 - Sayı 17

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA SORUNSUZ ALAN KALDI MI?

BAŞBAKAN ERDOĞAN İRAN DA BAŞBAKAN ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANI AHMEDİNEJAD, DİNİ LİDER HAMANE

Pazartesi Basın Gündemi

ULUSLARARASI FİLİSTİN ZİRVESİ 2018

Cumhuriyet Halk Partisi

JENS STOLTENBERG İLE SÖYLEŞİ: NATO-RUSYA İLİŞKİLERİ VE BÖLGESEL İSTİKRARSIZLIK

Suriye de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur.

Koalisyon Pazarlıkları ve Olası Hükümet Formülleri. Maliki'nin Türkiye Ziyareti ve Irak'ta Yeni Hükümet Kurma Senaryoları

ABD'li eski komutan: Afganistan'daki savaşı nasıl kaybettik?

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Macron

Doç. Dr. Aylin GÜNEY Yaşar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

Türk ve Alman Bak fl Aç s ndan ran daki Geliflimin Güvenlik Politikas Boyutlar

TÜRKİYE GÜNDEM ARAŞTIRMASI

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Müslüman Dünyas n n Örnek Modeli Türkiye

Katar krizinin anlattıkları

Türkiye ve Kitle İmha Silahları. Genel Bilgiler

Afganistan şimdi Trump'ın savaşı haline geldi

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Avantaj Tahran da: Trump ın yeni Afganistan stratejisi İran için bir fırsat

Türk ve Alman Bak fl Aç s ndan ran daki Geliflimin Güvenlik Politikas Boyutlar

Proje Koordinatörü. Talha Köse. Katkıda bulunan. Selin Bölme. Proje Asistanları. Ahmet Selim Tekelioğlu. Ümare Yazar

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI: DÜNYADAKİ VE TÜRKİYE DEKİ YERİ VE ÖNEMİ. Düşünce Kuruluşları genel itibariyle, herhangi bir kâr amacı ve partizanlık anlayışı


DURAP 20 OCAK - 04 ŞUBAT

Ortadoğu da Devam Eden Dönüşüm Bağlamında

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

Özet. Gelişen küresel ekonomide uluslararası yatırım politikaları. G-20 OECD Uluslararası Yatırım Küresel Forumu 2015

Merkez Strateji Enstitüsü. Türkiye-Rusya İlişkileri Mevcut Durumu ve Geleceği

1979 İRAN İSLAM DEVRİMİ SONRASI TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ. Ömer Faruk GÖRÇÜN

2013 ABD Hükümeti Bütçe Krizi

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

SURİYE DEKİ GELİŞMELERİ VE İRAN

20 Mart-20 Nisan. Ortadoğu Güncesi. Ortadoğu Güncesi. Ortadoğu Analiz Mayıs 09 Cilt 1 - Sayı 5 > 72

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Siyasi Tercihler ve Oy Değişimleri

Türkiye nin Nükleer Silahlanmaya Bakışı

ABD Model Ortak mı? 3

İSLAM İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI

Asker-İhvan-Devrim üçgeninde Filistin ve Türkiye dayanışma hareketi

Orta Asya daki satranç hamleleri

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

ABD Seçimleri ve Sonrası. Mümin Bumin SEZEN Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM) ABD Masası Direktörü

Körfez'in petrol zengini ülkesi: Kuveyt

5 bin PKK lı ve peşmergeye terör eğitimi

Kadir Has Üniversitesi

NATO Varşova Zirvesi nde Bizi Neler Bekliyor?

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

N OLACAK ŞİMDİ? BEKİR AĞIRDIR. 26 Kasım 2015

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ.

Lübnan ve Filistin Çat flmalar ve ran Ortado u da Türkiye nin Yeni bir D fl ve Güvenlik Politikas mevcut mu?

Irak Krizine Çözümler Farkl Bak fl Aç lar ve Ortak Hedefler

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

Kadir Has Üniversitesi

SİVİL GLOBAL GLOBAL SİVİL DİPLOMASİ İNŞASI PROGRAMI Potansiyelin Keşfi

A.B.D. nin IRAK POLİTİKASI

RİSKLER VE FIRSATLAR KAVŞAĞINDA IRAK'IN GELECEĞİ VE TÜRKİYE

VİZYON BELGESİ (TASLAK)

Transkript:

DÜBAM Ilımlılardan ve militanlardan öte Robert Malley ve Peter Harling Çeviren: Ertuğrul Aydın DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI DÜBAM

Ilımlılardan ve militanlardan öte Robert Malley ve Peter Harling (Foreign Affairs, Eylül/Ekim (2010) sayısında yayınlanmıştır) Eylül 2010 DÜBAM Yayınları Küresel İletişim Merkezi Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş Tel: (0212) 274 80 21 274 80 22 www.dunyabulteni.net

Ilımlılardan ve militanlardan öte ABD Başkanı Barack Obama, başkanlığının bir buçuk yılını, Ortadoğu da, selefinin açtığı hasarı telafi etmeye çalışarak geçirdi. Bir kısmını telafi etti de. Amerikan politikasının ne denli yavaş değiştiğine bakınca, Obama yönetimi, on yıl evvel George W. Bush takip etseydi, işe yarayacak olan fikirleri uygulama riski altındadır. Ortadoğu ise bu esnada ileriye gitmiş oluyor. Mâlum modeldir. Batı, durağan resmettiği bir bölgede onlarca yıldır yakalamaca oynuyor. Ama ne ki Ortadoğu, Batılı politikacıların hayal ettiğinden daha az tahmin edilebilirdir ve daha hızlı evrilmektedir. Kuraldır, ABD ve Avrupa yönetimleri yanlış adım attıklarını er geç kavrarlar ama idrâkin gerçekleştiği ana kadar, yaptıkları siyasi ayarlamalar büsbütün güncelliğini yitirir ve de faydasızdır. Sömürge döneminin ardından, Arap ulusçu hareketleri ortaya çıkıp Ortadoğu da iktidarı ele geçirdiğinde, Avrupa onlardan gelen meydan okumayı ya umursamadı yahut da onlara Sovyetler den mülhem tahriş edici muamelesi yaptı. Batı, bu hareketlerin önemini ve halk nezdindeki rağbeti anlayana kadar, Avrupa gücü çoktan zayıflamış ve bölgedeki şöhreti, yeni-sömürgecilik lekesiyle onulmaz şekilde kararmıştı. Benzer şekilde, ABD, Washington un 1980 lerde İslamcı militan grupları desteklemesiyle yükselişe geçen cihadist tehdidin tam bilincine ancak 11 Eylül sonrasında ermişti. Ve Washington, bir Filistin devleti fikrini ancak 2000 yılında onayladı yani hem İsrail in hem de Filistin in yönetim şekillerinde yaşanan bir takım gelişmelerin sonucu olarak iki devletli çözüm ele avuca gelmez olmaya başladığında. Batı nın, mahalli siyasi raf ömrü sona ermiş Ortadoğu politikalarını benimseme eğilimi bugün bir kez daha söz konusu: Obama yönetimi, Bush yönetiminin yanlış adımlarını övülmeye değer bir tarzda düzeltme teşebbüsüne rağmen, bölgesel güç dengesi hakkında kusurlu varsayımlarla mâlûldür. Washington halen Ortadoğu yu iki kamp arasında temizce ikiye bölünmüş bir şekilde görüyor: Desteklenmesi gereken Amerikan yanlısı ılımlı kamp ile kuşatılması gereken, İran yanlısı militan kamp. Bu kavrayışın gerçekle hiçbir bağı yoktur.

Böylesi bir prizma, paradoksal bir biçimde, Obama yönetiminin her bakımdan reddettiği Bush yönetimi dünya görüşünü tekrarlamaktadır. Bunun taraftarları bölgedeki ılımlıların, etrafında toplanabilecekleri zorlayıcı bir batılı barış ve refah vizyonunun var olduğunu farzederler her ne kadar ABD ve Avrupa nın Ortadoğu daki itibarı tüm zamanların en düşük seviyesindeyse de. Her iki eksene de uymayan, rehber ilkeleri bu iki eksen arasındaki hattı bulandıran Türkiye gibi göze çarpan yeni aktörlerin rolünü yabana atmakta ve de yanlış anlamaktadır. Daha önemlisi, hayli akışkan bir bölgede, nispeten durağan bir manzara çizmektedir. Ortadoğu nun değişen halitasını göz ardı etmek, son siyasi ayarlamaların ehemmiyetini anlamayı güçleştirmektedir. Eğer maksat, ılımlıları güçlendirmek için radikalleri mağlup etmek ise, S. Arabistan ın Hamas la başlayan diyaloğunu veya Suriye yle serpilen ilişkilerini nasıl değerlendirmeli? Şam rejiminin Hizbullah a silah yüklediği aynı anda, İran ın Irak taki amaçlarına karşı çıkmasını nereye koyacağız? Türkiye nin çok yönlü diplomasisini yani batıyla ilişkilerini muhafaza ederken Suriye yle ilişkileri derinleştirmesi, İran la nükleer takas anlaşmasına aracılık etmesi ve Hamas la temas kurması nasıl yorumlanacak? Washington, olmakta olan hafif kaymaları göz ardı ederek, tektonik dönüşümler asla olmayacakmış gibi gözleyerek, bölgenin yeniden şekillenmesine yardım şansını kaçırmaktadır. Obama, daha esnek bir politika benimseyerek seyri değiştirme fırsatına sahip ancak daha fazla beklememelidir: ABD, anlaması ve nüfuz etmesi daha güç bir Ortadoğu ya uyanabilir. Oğlu gibi değil, babası gibi ABD nin, 1990 larda Ortadoğu da güç ve itibarının doruğuna ulaştığı söylenebilir. Başkan George H. W. Bush, 1991 de Irak ı Kuveyt ten çıkmaya zorlayarak Amerika nın çetin askeri gücünü vitrine çıkarmıştı. Diplomatik performansı da aynı derecede etkileyiciydi: Çöl Fırtınası harekâtı için farklı ülkelerden bir koalisyon oluşturdu ve aynı yıl, Madrid de emsalsiz bir Arap-İsrail barış konferansı tertipledi. Başkan Bill Clinton ın yaklaşımı, bu kazanımlar üzerine inşa edilmişti: Arap- İsrail çatışmasını yönetirken, İran ve Irak ı kuşattı. Bu esnada, zaman ayarlı bomba hükmündeki Lübnan, Beyrut un komşu hâkimiyetine boyun eğmesi karşılığında istikrarı garanti eden ABD onaylı bir Pax- Suriye ile geçici olarak etkisiz hale getirildi. Washington, bölgedeki can alıcı ve oynak üç çatışma alanını başarıyla dondurmuştu: Arap-İran fay hattı, işgal altındaki Filistin toprakları ve Lübnan. Bu yeni denge, Mısır, S. Arabistan ve Suriye arasında nispi çıkar (bölgesel statüsko nun muhafazası, ABD yönetimindeki bir barış süreci ve S. Arabistan ın mâli desteğiyle, Suriye nin ise kolluk gücüyle Lübnan da düzeni sağlamak) yakınlaşması sayesinde Araplar arası güç dengesine istikrar kazandıran gevşek bir koalisyona yol açtı. Barış süreci aksaktı, hüsrana yol açtı ve hayal kırıklığı yarattı ama kaydedilen ilerleme, Washington ve İsrail arasındaki özel ilişkilere bölgenin daha az alerji duymasını sağladı. Ancak bu özenle inşa edilmiş bölgesel düzen, 2000 Eylül ünde Filistinlilerin ayaklanmasıyla çöktü ve başkan George W. Bush döneminde durum daha da kötüleşti. George W. Bush yönetiminin Ortadoğu yaklaşımı ve 11 Eylül saldırılarına verdiği tepkiler bölgenin güvenlik mimârisini temelden değiştirdi. Afganistan da Taliban ı, Irak ta Saddam Hüseyin i yerinden eden Washington, farkında olmadan İran a karşı iki büyük stratejik meydan okumayı ortadan kaldırdı ve

böylelikle, İran ın bölgede güç ve nüfuz tasarruf etmesinin önündeki ayak bağlarını yok etti. Aynı zamanda, İsrail-Filistin müzakerelerinin kopmasından sonra, Bush yönetimi barış sürecinin altındaki ana ilkeleri yeniden tanımladı. Filistin liderliğinde değişim, işgal altındaki topraklarda devlet benzeri kurumların ihdası ve eğreti tanımlanmış terörist tehlikesine karşı puslu bir savaş açmak gibi önşartlara bağlı anlamlı ilerlemeler kaydetti. Nihayetinde, genelde bölge özelde Filistin yönetimi kutuplaştı. Bu yaklaşım, Arap kamuoyu nazarında ABD- İsrail ittifakının mâliyetini artırdı. En sonunda, ABD, Suriye nin Lübnan dan çekilmesiyle iktifa etmeyip Şam ı tecrit etmek, Hizbullah ı silahsızlandırmak ve Lübnan ı batı kampına dâhil etmek gibi gerçekçi olmayan üç parçalı bir amaç izlemeye başladığında boyunu aşmıştı. Zamanın Amerikan politikası işe yaramış, Irak ve Lübnan a uzun zamandır musallat olan çıkmazları aşmışsa da bunun büyük bir beşeri ve siyasi mâliyeti olmuştur. Daha geniş ifade edildiğinde, Basra Körfezi nde, Lübnan da ve İsrail-Filistin arasında krizlerin kaldığı yerden devam etmesi, uluslar arasındaki (Mısır, İran, İsrail, Katar, S. Arabistan, Suriye ve Türkiye) ve uluslar içi (Irak, Lübnan ve Filistin toprakları) güç dengelerinde fâsit, dönemsel olarak şiddetli yeni pazarlıkları/müzakereleri kışkırttı. Birdenbire her şey kapanın elinde kalmaya müsait hale geldi. Bu çatışmaların yayılması ve Amerikan çıkarlarına karşı yeni tehditlerin yükselişi tam da Amerikan gücü aşınmakta ve bölgesel rakipler kuvvetlenmekteyken meydana geldi. Amerikan askeri yetenekleri (Afganistan ve Irak bataklıklarında) doğrudan ve dolaylı (Washington ın müttefiki İsrail, Lübnan ve Gazze de aksiliklerle karşılaştığında) kısıtlamalara maruz kaldı. Bu arada, Washington, ahlâki bir rol vizyonu ileri sürerek, liberal değerlerin teşvikini Ortadoğu politikasının bir sütunu haline getirdi ki bunu tam da o vizyonun altında yatan ilkeleri ayaklar altına alıp çiğnediği bir zamanda yapıyordu. Dış politikası, demokratik değerler söylemiyle Araplara demokrasi ilham etme yeteneğine dayanan bir başkan, Irak ı işgal ederek, 2006 Ocak ayında Filistin de yapılan seçimlerin sonuçlarına itiraz ederek, İsrail politikalarına aşırı hürmet göstererek ve bilhassa da Guantanamo Körfezi ve Ebu Garip te insan hakları ihlallerine izin vererek bu ilhama darbe indirmişti. Amerika nın terörle savaşının temelinde yatan ya bizimlesiniz ya da bize karşı felsefesi, Amerika ya karşı husumete yaygınlık kazandırdığından dolayı Washington ın Arap müttefiklerini gitgide rahatsız edici ve siyaseten mâliyetli bir ilişki içerisine soktu. Bu arada, İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah canlanan popüler sempatiden istifade ettiler ve muğlak ilişkilerine ve çekişen çıkarlarına rağmen bir araya geldiler. Washington ın düşmanları, coğrafi genişleme ve siyasi yükselişlerinin önündeki engellerin ortadan kalktığını görüyorlardı: Irak devletinin çöküşüyle birlikte İran, nüfuzunu sınırları ötesine, Arap dünyasına yaymada özgür kaldı; Suriye nin Lübnan dan çekilişi, Hizbullah ın zincirlerini çözdü, onu daha muhtar ve güçlü bir aktör haline dönüştürdü; barış sürecinin iflası ise Hamas ın talihini artırdı ve el Fetih in havasını söndürdü. Çok küçük, çok geç Amerikalı politikacılar, dış politikada Soğuk Savaş dönemi yaklaşımını izlemeye Sovyetler Birliği nin çöküşünden sonra bile vurgundular: Dünyayı inançlı dostlar ve tanımlanmış düşmanlar arasında bölmek, diplomasiyi nispeten istikrarlı ikili ilişkilere demirlemek ve belirgin hatlara

sahip çıkarları ilerletme ve hasımları kuşatmada müttefiklere bel bağlamak. Böylesi bir paradigma,1990 larda Ortadoğu politikasına az çok etkili bir rehber olarak hizmet etmişti çünkü ABD, ciddi bir meydan okumayla karşılaşmaksızın manevra alanına sahipti. Bu model bugün konu dışıdır. ABD, rakip ve zaman zaman uzlaşmaz çıkarlarla şu an hokkabazlık yapıyor: Ciddi İran nüfuzu altında bulunan Irak ın istikrarı için çalışırken Tahran ın artan gücünü ve nükleer programını dizginlemek, İsrail in müphem nükleer statüsünü korurken Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşmasını desteklemek, demokrasiyi teşvik ederken dost ama baskıcı rejimlerle bağları korumak, Hamas ve Hizbullah la iş yapmazken Gazze ve Lübnan da şiddeti önlemek, Filistinliler arasında hizipçiliği idame ettirirken barış sürecini ilerletmek. Daha kötüsü, ABD tüm bunları artık hâkim güç olarak algılanmadığı bir zamanda yapma gayretindedir. Mahalli başoyuncular, ABD baskısına direnmenin söylemsel ve pratik çeşitli araçlarını, bekâyı korumanın yollarını öğrendiler ve bazen hayır diyerek serpiliyorlar. İkna etmesi veya caydırması daha zor olan devlet dışı mahalli aktörler daha da güçlendiler. Artık Washington ın düşmanları, Hamas ve Hizbullah ın yaptığı gibi kamuoyu kanaatini kendi lehlerine kullanabilir yahut İran ın Brezilya, Çin ve Türkiye ile yapmayı denediği gibi rakip güçlerin gözüne girmeye çalışabilirler. Obama yönetimi, bazı ayarlama işaretleri verdi. ABD nin Ortadoğu da itibarının azaldığını bilen ve yekdiğeri olmaksızın, krizleri çözmekten aciz olduğunun bilincinde olan Obama, İsrail-Filistin barış sürecini yenilemeye, İran ve Suriye ye erişmeye ve Bush döneminden miras, basite indirgeyici terörle savaş zihniyetini terk etmeye baktı. Çok-kutuplu bir dünyaya yer açmak için Amerikan ulusal güvenlik doktrinini yeniden tanımladı. Doğrusu, Obama, Bush un icra ettiği ve işe yaramış olabilecek politikaları izliyor. Fakat bölge, hareketsiz değil ve ABD, şu an ki değişim hızıyla, hayati siyasi ayarlamaları ancak ve ancak vakit çok geç olduktan sonra yapma riski karşısındadır. Obama yönetimi, İsrail-Filistin anlaşması için bastıracak fakat Filistinliler arası birliğin bu amaç adına önemini, Hamas a karşı el Fetih e oynayarak geçirdiği yıllardan ve bu iki grup arasındaki farklılıkları onarmak artık çok zor olduktan sonra takdir edecektir. Washington, Şam la yakınlaşıyor ama Suriye nin barış anlaşması sonrası bir muhitteki stratejik rolü hakkında yapılacak üst düzey bir stratejik diyaloğu erteleyerek Suriye nin İran, Hamas ve Hizbullah la bağlarını gevşetmesini hesapsız şekilde daha mâliyetli kılma riskine giriyor. Benzer şekilde, Washington, İran ın barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme hakkını resmi olarak kabul edebilir ama Tahran nükleer silah programında dönüşü olmayan noktaya vardığında. Temelde, Washington Ortadoğu yu halen ılımlılar ve militanlar arasında bölünmüş olarak görür ki bölge dinamiklerini ateşleyenin şu an neler olduğunu görmesine engel teşkil eden bir anlayıştır. Her şeyden evvel, Washington ın bölgedeki hükmi müttefikleri, Amerikan çıkarları için merkezi addedilen meselelerde genelde Washington la uyum içinde olmayan gâyeler peşindeyken düşmanları, Washington la uyumlu gâyeler peşindeler. Örneğin, İran ve S. Arabistan zorlu düşmanlardır, Irak a her ikisi de benzer dini prizmadan bakmaya meyillidirler (hizbi çekişmelerde her ne kadar farklı tarafları tutsalar da) ve Washington ın hizbi hâkimiyet altında olmayan bir Irak vizyonu, Suriye ve Türkiye ninkine daha yakındır. Hal böyleyken bile, söz konusu olan Irak olduğunda, Amerikan yönetimi, İran ve Suriye yi kınama, S. Arabistan ve Türkiye yi ise övme temayülü gösterir.

İsrail in beyân edilmemiş nükleer programını, barışa ayak sürümesini, çatışmaları çözmek için genelde askeri araçlara bel bağlayan azmini, Obama nın, Amerika nın Arap ve İslam dünyasındaki itibarını iade etme niyetiyle bağdaştırmak zordur. Bush un çabucak keşfettiği ve halefinin de bildiği üzere, ABD nin demokrasi ve insan hakları gündemi, dost rejimlerde çok az alıcı bulmakta, Washington ın güçlendirmeye isteksiz olduğu İslamcı partilerde ise yankılanmaktadır. Bölgesel aktörler, tanınabilir bir ılımlımilitan şablonuna basbayağı uymuyor. Arap dünyasının en laik ülkelerinden biri olan Suriye, aynı zamanda İslamcı hareketlerle aynı safta yer alan bir ülkedir. Şii militanlığın sembolü Hizbullah, çoğulcu dini/mezhebi yapısı, liberal ekonomi eğilimleri olan ve yaygın yolsuzluğun bulunduğu, hareketin ilkelerini ihlal eden Lübnan siyasi sistemine intibak etti. Nasıl ki bir kimse, Batı müttefiki olup belirli cihatçı gruplarla müşterek davalara sahip olabiliyorsa, yine bir kimse laik, liberal Arap demokrat ve aynı zamanda Amerika ya ve Batıya karşı derin bir hasım olabilir. İroniktir, İran, militan değerlerine taraftar olan bir kampı güçlendirmeye ve ona liderlik etmeye bakarken ABD nin benimsediği iki-kutuplu eksen mantığını kabullenmektedir ve bir NATO üyesi ve yakın bir Amerikan müttefiki olan Türkiye, kendisi ile Washington vizyonu arasına mesafe koyup bu iki gruplaşma arasındaki hatları ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bir Amerikan üssüne ev sahipliği yapan Katar ın İsrail le ticari ilişkileri var, Suriye ve Hamas la güçlü bağları var, İran la dostâne ilişkiler içerisindedir ve küresel yayın yapan el Cezire ağı (özellikle de Arapça kanalı) üzerinden militan görüşün en muktedir ve en anlaşılır sembolünü yaratmıştır. Katar 2008 Mayıs ında Lübnanlılar arasında bir anlaşmaya aracılık ederken, Türkiye de Suriye-İsrail arasında müzakerelere aracılık etti. Ne Ankara ne de Doha bu ya da şu eksene ait olmakla etiketlenemez; her ikisi de herkesle konuşabilen taraflar olma şöhretini kazandılar. Militan fikirbirliği efânesi Kimse şaşırmayacaktır, Batı, tek boyutlu katı bir paradigmayla karmaşık durumların üstesinden gelmeyi gitgide sorunlu bulmaktadır. İsrail, el Fetih, Vahhabi hâkimiyetindeki S. Arabistan ve Irak ın dışa dönük başbakanı Nuri el Maliki nin paylaştıkları ne bir değer ne de bir çıkar varken hepsini aynı ılımlı kampa yerleştirmek zordur. Her birinin Washington la güçlü bağları var muhakkak ama bu ilişkiler farklı ve bazen çelişen mülahazaların güdümündedir. Mısır, Ürdün ve S. Arabistan ın ılımlı kampın standart hamilidirler pek fazla müşterekleri yok. İsrail le yakınlaşma iradesini paylaşmıyor, farklı yönetim sistemleri sergiliyor ve dini aşırılığa karşı her biri farklı bir yaklaşım takip ediyorlar - Kahire baskı altında tutmaya çalışıyor; Amman, kontrol altındaki demokratik bir sürece katılım yoluyla yönlendiriyor; Riyad ise sistemin parçası haline getiriyor. Ilımlı kamp, en büyük noksanın giderilmesine vahim bir şekilde ihtiyaç duyuyor: Ilımlı kamp üyelerinin, etrafında toplanacakları ve Washington la saflaşmalarını haklı kılmak için kullanabilecekleri muteber bir Amerikan gündemi. Böyle bir gündemin yokluğunda, bölgede boy atmış iki vizyon birbiriyle yarışmaya başlıyor. Birincisi, İran ın omuz verdiği, İsrail ve batıya karşı direnişi vurgulayan, güvenlik ittifaklarını ve askeri güç artışına öncelikli yer veren vizyondur. İkincisi, Türkiye nin savunuculuğunu yaptığı, güçlü diplomasinin altını çizen, tüm taraflarla yakınlaşmayı vurgulayan ve ekonomik bütünleşmeye değer veren vizyondur. Bu iki bakış açısı, gayri Arap bölgesel güçlerce müdaafa ediliyorsa da mahalli Arap hissiyatıyla uyum

içerisindedir. Sonuç itibariyle bölge, bir Amerikan politikası varken de yokken de kendisini örgütlüyor. İran yanlısı sözde eksenin doğru düzgün bir tanımı yok. İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah, ideoloji, çıkarlar, siyasi kısıtlar ve hatta hizbi kimlik bakımından dikkate değer şekillerde farklıdırlar. Aralarındaki ilişkiler dalgalanmakta ve değişen bölgesel gerçeklere uygun ayarlamaları yansıtıyor. Bu eksene getirilen tanımlamalar abartıya ve gülünçlüğe kaçmaktadır. Bazılarının farzettiği gibi Şia nın militan bir formu değildir. Doğrusu, Suriye, İran daki Şia ile çok az müştereği olan Alevi azınlık tarafından yönetilmektedir; Hamas, tamı tamına Sünni bir harekettir ve İran a aşırı borçlu görünmemek için uğraşmaktadır. Suriye, karar alma süreçlerinde Hamas a münhasır değilse de ona önemli bir yer verecek bir Filistin uzlaşmasını tercih eder. Suriye yle olan vekâlet ilişkisi Hizbullah a artık küçük geliyor ve Lübnan-Suriye ilişiklerinin eski düzene dönmemesini sağlama almada çıkarı bulunuyor. İran ve Suriye arasındaki zıtlıklar derinden akmakta ve bölge çapında tezahürleri bulunmaktadır. İran, İsrail le her hangi bir anlaşmaya imkan vermezken ve imhası için defalarca açık çağrılarda bulunmuşken, Suriye, müzakerelere istekli olduğundan ve bir barış anlaşmasına ulaşıldığı takdirde, ilişkilerin normalleşmesinden defalarca bahsetmiştir. Irak ta yaşananlar, İran ve Suriye nin rakip çıkarlarını daha bir görünür kılmıştır. Tahran ve Şam 1980 lerde Lübnan da yaptıkları gibi, bugün Irak ta farklı partileri destekliyor ve farklı amaçlar güdüyorlar: İran, ciddi İran nüfuzu altında olacak bir Irak arayışındayken Suriye, bu ülkeyi Arap dünyasının ayrılmaz bir parçası yapmayı ümit ediyor. Sözde militan grubu bir araya getiren şey, bu kamp üyelerinin ABD-İsrail tehdidine karşı koyma ihtiyacıdır aslında. Yüz yüze geldikleri ikili seçim ya sadakatini değiştir ya da Batıyla hasım bir ilişki içerisinde kal onlara hiçbir seçim bırakmamaktadır. Aksine, ABD, Avrupa veya İsrail baskısı ne kadar artarsa, kendi aralarındaki anlaşmazlıkları umursamamaları veya önemsiz göstermeleri daha da kolaylaşmaktadır. İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah tan her biri geniş kapsamlı potansiyel bir karşılaşmaya hazırlanırken, aralarında daha önce görülmemiş bir güvenlik eşgüdümü olması bu dinamiğin en açık resmidir. Bu arada, durgun bir barış sürecinin huzursuzlaştırdığı ve zayıf bir Amerikan liderliğinin altlarını oyduğu ılımlı Arap ülkeleri, uçları gittikçe sivrilen sosyal ve siyasi çelişkilerle, potansiyel halef krizleriyle ve içe dönmenin artan ayartıcılığıyla yüz yüze geliyorlar. İroniktir, ABD, geçen on yıl boyunca müttefiklerinin birliğini muhafaza etmekten çok düşmanlarının tutarlılığını güçlendirmede daha başarılı olduğunu ispatlamıştır. Sayfayı çevirmek Bazıları, tez elden Amerika nın marjinalleştiği, Ortadoğu daki döneminin kapandığı, geleceğin Tahran ve Ankara ya ait olduğu hükmünü veriyorlar. Bu fantezidir. İran ve Türkiye şüphesiz ki değerleniyorlar ama bırakın Amerika ya muhalefeti, ABD olmaksızın, başarabilecekleri şeylerin kesinkes sınırları vardır. Türkiye, emek verdiği başlıca inisiyatiflerle ilgili büyük atılımları, Arap sokaklarında artan popülerliğine rağmen henüz gerçekleştirmiş değildir. Mesela: İsrail-Suriye barış görüşmeleri, İran la nükleer anlaşma müzakeresi, Hamas ve İsrail arasında ateşkes aracılığı veya Hamas ve El Fetih i uzlaştırma teşebbüsü. Ortadoğu halen, daha güçlü bir Amerikan liderliğinin yokluğu halinde, en büyük görevleri muhtemel tek mârifetleridir kendilerinin yapamadığını başkalarının yapmasına engel olmak olan uluslar ve bozguncular bölgesine dönmede çabuktur. Mısır, Türkiye nin rakip Filistinli hizipleri

uzlaştırma ve İsrail e Gazze ablukasını kaldırtma çabalarının önüne geçmeye uğraşıyor; Suriye, barış çabalarını müttefikleri pahasına engelliyor; S. Arabistan, İran ın Irak ta mesafe kaydetmesinin önüne geçmeye niyetli. Pratik olarak, hiçbir ülke olumlu bir gündeme sahip değil veya bir gündemi başarıyla öne sürecek durumda değil. ABD, rakiplerinin yükselişine rağmen, mühim tüm bölgesel inisiyatiflerde fiilen veto gücüne sahiptir elbet. Fakat bu zavallı bir avuntudur. Komutadaki bozguncu olmak, Washington adına üzücü bir tutkudur ve Obama adına iç karartıcı bir mirâs olacaktır. Diğer şık, Amerika nın kondüktör rolünü oynaması, İsrail ve diğerleriyle imtiyazlı bağlarını korurken bile farklı ulusların çabalarını eşgüdümlemesidir. Örneğin, Mısır ve S. Arabistan, Katar ve Türkiye ile birlikte Filistin ulusal uzlaşmasını sağlama çabalarının öncülüğünü yapabilirler ki bu, Amerikan liderliğindeki barış süreciyle tutarlılık içindedir. Türkiye, İsraille ilişkilerini onardığını ve Arap ülkeleri nezdinde yakın zamanlarda oluşan itibarını koruduğunu varsayarak, barış görüşmelerinde Hamas ve Suriye ye veya nükleer meselede İran a mecra olabilir. Irak ın Arap komşuları ve İran, Irak ın toprak bütünlüğünü, Irak ın Arap kimliğinin muhafazasını, Kürt haklarının korunmasını, Bağdat ve Tahran arasında sağlıklı ve dengeli ilişkileri hedefleyen Irak ın geleceği hakkında asgari oybirliğine ABD himmeti altında ulaşabilirler. Washington, İsrail ve Suriye arasındaki barış müzakerelerini başlatma ve sonuca bağlama çabalarını yoğunlaştırmalıdır; bu, Tahran ın hesaplarını sıradaki pek çok BM müeyyidesinden daha fazla etkileyecektir. Suriye, Irak taki Sünni militanların geriye kalan kesimlerine ulaşmak için de faydalı olacaktır. İsrail-Filistin barış sürecinin duruvermiş olması, başka şeyler için olduğu kadar, yeni bir yaklaşıma niçin ihtiyaç duyulduğunu da resmetmektedir. Çoktandır var olan Amerikan politikasını bu meselede destekleyen sütunlar güçlü, temsil edebilen İsrail ve Filistin liderleri; Arap devletlerinin verdiği destek; rakipsiz Amerikan gücü ve itibarı bugün artık bir mesele bile teşkil etmedikleri noktaya kadar ardı ardına aşındılar. Filistin ulusal hareketi bölündü. El Fetih in gücü ve meşruiyeti azaldı ve yabancı ülkeler, Filistin bölgesinde kendi nüfuzlarını artırıyor, el Fetih ve benzer şekilde Hamas ın kararlarını etkiliyorlar. Siyaseten en faal İsrailli ve Filistinli taraflar bir yanda İsrailli yerleşimciler ve İsrail in dinci sağı, diğer yanda Filistin diasporası, Filistinli mülteciler ve İslamcılar nihâi çözüm hakkında yapılan görüşmelere en az katılan taraflardır, üstelik çözümü raydan çıkarabilecek gruplar tam da onlar olmalarına rağmen. Mısır, Ürdün ve S. Arabistan, Washington ın bel bağlamayı âdet edindiği Arap devletler, bölgede kendi başlarına bir anlaşma kotaracak denli popüler değiller artık. İran, Suriye, Hamas, Hizbullah ve el Cezire, muhtemel bir anlaşmayı satış diye itham ederek olumlu her hangi bir tepkiyi sulandırabilir hatta boğabilirler. Barış süreci hakkında Arap kamuoyuna hâkim olan yaygın şüpheye bakınca, bir anlaşmanın eleştiriye uğraması muhtemeldir ki ona verilen destekten çok daha büyük yankı uyandıracaktır. ABD için, yeni güç modellerine intibak etmek, Filistin içi uzlaşma ihtiyacını kabul etmek ve güçlü, birleşik bir Filistinli ortağın sürdürülebilir bir barış anlaşması üretme ihtimalinin zayıf, parçalı bir ortaktan daha yüksek olduğunu teslim etmek anlamı taşır. ABD, farklı İsrailli ve Filistinli tarafların kaygılarını (örneğin, Yahudilerin ulusal self determinasyon hakkının kabulü ve Filistinli mültecilerin uğradığı tarihi adaletsizliğin tanınması) hesaba katmalı; İsrail-Suriye arasında anlamlı müzakerelerin, İsrail-Filistin

görüşmeleri için elzem bir tamamlayıcı olduğunu - dikkatleri ondan başka yöne çevirme aracı olmadığını - teslim etmeli; Washington ve müttefiklerinin artık kendi başlarına güç yetiremeyecekleri şeyi elde etmeye yardım etmeleri için yeni bölgesel aktörleri dâhil etme lüzumunu kavramalıdır: Yani İsrail-Filistin mutabakatına meşruiyet ve itibarını vermelidir. Amerika nın böylesi bir stratejik değişimi yürütmesi kolay olmayacağı gibi riskten azâde de değildir. Yüzüstü bırakıldıklarını hisseden geleneksel müttefikler, güvenlerini kaybedebilir yahut ayaklanabilirler; ABD den zayıflık kokusu alan yeni ortaklar, güvenilmez olduklarını gösterebilirler. Ancak modası geçmiş bir paradigmaya asılı kalmak zaten pek bir ümit vermiyor. Muhtemel sonuçları, artan bölgesel bölünmeler, artan gerilimler ve artan çatışma ihtimalidir. Obama, başkanlığına âşikar bir hırsla, sayfayı çevirme hırsıyla başlamıştı. Ortadoğu da başarılı olmak için ilerlemeli ve kitabı geçmişin başarısız politikaları üzerine kapamalıdır.