AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 628 ALTAYLARDAN ANADOLU'YA BİR YEMEK, BİR OYUN VE BİR ÖLÜM GELENEĞİ ÜZERİNE İbrahim DİLEK Giriş Türklerin büyük bir kısmı yaşadıkları coğrafyayı ve dinlerini değiştirirken doğal olarak köklü bir toplumsal değişim de gerçekleştirmişlerdir. Kültür, inanç ve sosyal çevrenin değişimi, onlara bağlı değerlerin de değişimini kaçınılmaz kılmıştır. Bu değişimin bir kısmı şüphesiz kültürel etkileşim sonucu toplumda kendiliğinden ve zorlama olmaksızın ortaya çıkan serbest kültür değişmesidir. (Turhan 1969: 64-81) Türk toplumunda bu tarz kültürel değişmelerin yanında aynı zamanda serbest kültürel dönüşme şeklinde adlandırılabilecek bir dönüşüm de yaşanmıştır. Bu dönüşüm, herhangi bir yerli kültür unsurunun tamamen ortadan kalkıp yerini yabancı unsurun alması ya da hiçbir karşı koymaya maruz kalmadan yerleşmesi şeklinde değil; yerlinin yeni kabullere uygun olarak yeniden yapılanması şeklinde olmuştur. Olduğu gibi kalabilme esasında kültürün doğasına aykırıdır. Her kültürden geriye kalan, değişerek ve yenilenerek yeniden kendine özgü kurduğu biçimlerdir. Bu değişmeyi ve yenilenmeyi başaramayan kültürlerin yerini başka kültürlere devrettiği reddedilemez bir olgu olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Şüphesiz zaman içinde her toplum yeni değerlere bağlanmak zorundadır; bu, toplumun gereksinimleri ve o zamanın eğilimleri ile daha iyi bir ilişki içinde bulunan başka geleneklere bağlanmak demektir. (Connerton 1999: 62). Ya da toplumlar mevcut gelenek ve kabulleri yeni değerler ve gereksinimler ölçüsünde uyarlama yoluna gitmişlerdir. Temelde ortak Türk sözlü kültüründen ortaya çıkmış olan Altaylardaki kayçılık, Hakaslardaki hayçılık, Yakutlardaki olonhohut geleneğinin Anadolu da yeniden şekillenerek âşıklık geleneği şeklinde devam ettirilmesi ya da bütün Türk topluluklarında bilhassa Sibirya Türklerinde (Altay, Tuva, Hakas, Şor, Yakut) görülen ağaca bez bağlamanın Anadolu da İslamî bir anlayış içinde yaşatılması gibi. Aşağıda örneğini verdiğimiz üç kültürel değişim örneği Türk kültürünün değişme yolundaki yeteneğini göstermesi ve eskinin yeninin örtüsüne bürünerek yeniden şekillendiği kültürel dönüşüm tarzını yansıtır. Kan Kursağından Munbar a Tıvalarda izü kan, Altay Türkleri nde ise kan kursağı olarak bilinen yemek, Altay Türklerinin en sevdiği ve genellikle itibarlı misafirlerine ikram ettiği yemeklerden biridir. Altay Türkleri arasında yemeğin yapılışı şu şekildedir: Kesilen * küçükbaş
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 629 hayvanın kanı süzülüp içine çeşitli baharatlar eklenerek hayvanın bağırsağı bu kanla doldurulur. Doldurulan bağırsak iki ucundan bağlanarak suda haşlanır. Pişen kan, bağırsağın içinde katılaşır. Bağırsak dolması pişince küçük parçalar halinde kesilerek ikram edilir. Kan kursağı yemeği Anadoluda munbar/mumbar/bumbar ** adlarıyla ve değişik şekilleriyle yaşamaktadır. Yemek Anadoluda küçükbaş hayvanın bağırsaklarının, soğan, bulgur veya pirinçle karıştırılmasıyla elde edilen karışım ve baharatla doldurulması suretiyle yapılır. Bağırsak doldurulmadan önce yıkanıp içi dışına çevrilir. Kan kursağında olduğu gibi doldurulmuş bağırsaklar iki ucundan bağlanmak suretiyle haşlanarak pişirilir. Pişen bağırsak dolmaları kesilerek veya bütün halinde ikram edilir. Bazı yörelerde haşlanarak pişirilen yemek ikram edilmeden önce yağda hafif kızartılmaktadır. Türkler, Müslüman olduktan sonra kan yemekten kaçındıkları için yemekten kan çıkarılmış, yerini bulgur veya pirinç almıştır. Munbar veya mumbar kelimesi Farsça 1. Kan döken, kan saçan 2. Kanlı, kırmızı renk, kanla ilgisi olan anlamlarındaki hunbar kelimesinin değişmiş şekli olabilir (Dihhuda C 7 1377: 10147). Kelimenin bu anlamı dikkate alındığında yemeğin adlandırılmasında İslam öncesi adının ve yapımının tesiri olduğu görülmektedir. Yemeğin İslam dışı ve İslamiyet dairesi içindeki yeri hiç şüphesiz coğrafya ve inançla yakından ilgilidir. Ülgen in torunundan Kosa Oyunu ve Mendilim Menekşe ye Kumandılarda anlatılan efsaneye göre Koço-kan Ülgen in kızının ortanca oğludur. Koço veya Koça kelimesine Verbitskiy, 1. Maske 2. Sevginin, aşkın ve bereketin tanrısı anlamlarını vermiştir (Verbitsky 1893: 95). Efsaneye göre Ülgen in kızı babasının sözünü dinlemeyip orta dünyadaki bir kamla evlenmiş ve üç çocuk sahibi olmuştur. Bu duruma kızan Ülgen, onları lanetleyip, gökyüzünden kovmuştur. Koçokan, halk arasında heybetli, güçlü ve yakışıklı biri olarak tasavvur edilir. Onun adına Kumandı, Teleüt ve Şorlar arasında törenler düzenlenir. Bu Türk boyları arasında Koçokan tabiatın, hayvanların ve insan hayatının bereket ve mutluluğunun sembolü olmuştur. Koço-kan adına düzenlenen tören sonbaharda hasat mevsiminde yapılır. Ülgen için tayılga adı verilen at kurbanı sunma töreninde göğe yükselen kamı göğün birinci katında Koço-kan karşılar ve onu oyalamaya çalışır. Bu sırada kam kayın ağacı kabuğundan hazırlanmış bir maskeyi kurban törenine katılan ve kam soyundan gelen birinin üstüne atar. Kumandıların inanışına göre böylece Koço-kan ın ruhu hemen o kişiye geçer ve o da kendinden geçip oynamaya başlar. Sonra sağ elinde asası sol elinde erkeklik organına benzeyen ağaç parçasıyla arkasında üç-dört kişi de bulunmak suretiyle köyü dolaşmaya başlar. Koço-kan evlerin önünee gelip şiirler okur, onun
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 630 peşinde gezenlerden birisi de evin içine girerek Koço-kan ın payını alır. Karşısına çıkan erkeğin bacaklarının arasına, kadınların ise koltuklarının altına erkeğin cinsel organına benzetilen ağaç parçasını sokmaya çalışır. Bu şekilde gün tamamlanır. Koço-kan ı temsil eden kişi ve peşine takılanlar tören yerine geri dönerler (Beydili 2003: 188). Törenin devamıyla ilgili olarak K.E. Ukaçina daha detaylı bir şekilde şu bilgileri verir: Koço-kan şerefine mayalanmış arpadan boza yapılıp saçılır. Boza mayalanan küpe kam Alas bıla aş ettim, Kudayga abır surap ettim. şeklinde alkış sözler söyler. Ayrıca törende kayın ağacı kabuğundan maske yapılır. Bu maskeyi Koço-kan ı temsil edecek olan kişi takar. Bu kişinin Koço-kan için söylenecek alkışları ve türküleri iyi bilmesi, aynı zamanda da dans yeteneğinin olması gerekir. Oyun yuvarlak bir daire içinde oynanır. Oyuna katılanların bu dairenin içinden çıkması yasaktır. Koço-kan ı temsil eden oyuncu, dairenin içine toplanmış olan diğer delikanlıları kovalar. Yakaladığı kişilerin bacaklarının arasına daha önce kayından yapılmış erkeklik organına benzeyen sopaları sıkıştırarak Öldüreñ, koş tereñ! Koço, koço keldi. Korıga berder, koş-tereñ! Kara coştañ tüjerde, Karçıla bolup şöyildim. Ak ayastañ tüjerde, Karçıla polup şöyildim. Ü-üü, Koço! Çorba, çorba kayıñı Çarap etken sedeyim! Korbo la korbo kayıñnı Kokşop etken sedeyim. E-ee, öldireñ, koş-tereñ! Çitterdiñ suganda, Sugansayın tatanıg. Çerdeñ kara poloktı Nipıltatkan Koço bın! şeklinde türkü söyler. Bu türküyü söyledikten sonra Koço-kan yukarıdaki tanrısına şöyle seslenir:
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 631 E-e, paşka alazım! E-e, paşka alazım! O-o kuyun debez piyin pultanbıy! E-ee, piyin debes pultanbıy! Kanım debes pultanbıy, Kayran biyim, kayran kanım! O-oo! U-hh-gay! Oyundan sonra Koço-kan daireden dışarı çıkmaz. Dairenin içinde koşturup türküsünü üç kez tekrarlayarak söyler: Abalara bara keldim, Abalar kız ı çaça keldim. Küzenerge şıga keldim, Küzen kızı çaça keldim. Böylece Koço-kan töreninin sonu yaklaşır. Orada bulunan gençler iki gruba ayrılır. Gruplar 9 ya da 14 kız ve bir erkekten oluşur. Karşılıklı tamır adı verilen tekerleme tarzında hicivli türküler söylenir. Tamır, Koço-kan töreninin sonu olarak bilinir. İki grup el ele tutuşarak karşılıklı türküler söylerler. Kötü türkü söyleyenler Koço-kan tarafından suçlanır, iyi söyleyenler kazanır. Her söylenen türküden sonra türküyü kötü söyleyen gruptan bir kişi diğer gruba verilir. Tekerleme tarzında hicivli türkü söyleme yarışmasından sonra mutlaka bir erkek kalmalıdır. Tamır örneği: Tamır-tomır kamçılab Tabıska kızı çinçelib, Kök taylık la ak taylık Aga-tal bajı topçılıb, Ak taylık la kök taylb. Kögödil pajı topçılıb. Paar perzeñ çibesim, Parlap kelzeñ, barbasım: Ükpe berzeñ, çibesim. Übelib kelzeñ ta barbasım; Kazı berzeñ, çibesim, Kadarlap ta kelzeñ barbasım. Çaga bajı sürlüb peri bol.
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 632 Koço-kan töreninde görülen bu oyun, Güney Altay boylarında Kol Üzüş El Koparma adıyla yaşamaktadır. Bu oyunda da oyunu oynayanlar iki gruba ayrılır. Her iki grup da karşılıklı el ele tutuşur. Yapılan ilk yarışı kazanan diğer gruptan birini almak için Tabır-tubır kamçılu, Tarılgazı cincülü Ak tay, kök tay attu Adazı sürlü (karşı gruptan birisinin adı söylenir) Kel! dediğinde karşı gruptan adı söylenen kişi rakip gruba doğru koşar. Ele ele tutuşan iki kişinin elini ayırmaya çalışır. Elleri birbirinden ayırmayı başarırsa o gruptan birini alarak kendi grubuna götürür. Başaramazsa kendisi o gruba dahil olur. Oyun bu şekilde bir kişi kalana kadar devam eder (Ukaçina 2004: 48-54). Oyun Teleüt Türkleri arasında da mevcuttur. Daha çok baharda gençler arasında oynanan bir oyundur. Söylenen tekerlemeler ve oyunun şekli Kumandılar arasında görülen Koço-kan törenindeki uygulamasıyla veya Altaylıların kol üzüş adlı oyunuyla aynıdır (Maksimov 1995: 14). Oyun Anadoluda Mendilim Menekşeye veya Mor Menekşe adıyla bilinmektedir. Bir örnek olması bakımından İçel deki oynanış şekli şöyledir: Belirli bir süre konularak iki grup ile oynanır. Gruplar karşılıklı durarak el ele tutuşurlar. Bu vaziyette şunları söylerler: - Mor menekşe - Mendilim yere düşer - Bizden size kim düşer - Fatma (!) düşer Adı söylenen oyuncu ortaya geçer, karşıki grubun oyuncularının ellerine vurur. Tek vuruşta eller çözülürse o gruptan istediği çocuğu seçerek grubuna katar, çözemezse karşı gruba geçer. Konulan sürenin bitiminde hangi grubun oyuncusu çok ise o grup oyunu kazanır (Alişar 1994: 38-39). Koço-kan törenin birinci kısmında görülen Koço-kan ı temsil eden kişinin köy içinde ev ev gezerek yiyecek toplaması ise Azerbaycan ve Anadolu sahasında görülen Kosa oyunuyla benzerlik göstermektedir. Kosa oyunuyla ilgili olarak Metin And Türk Tiyatrosunun Evreleri adlı eserinde Köse Oyunları başlığı altında oyunun tarih içindeki yeri ve coğrafyalara göre değişen oynanış şekilleri hakkında geniş bilgi vermiştir (And 1983: 43-48). And ın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 633 Anadolu daki Köse oyunları da Koço-kan töreninde olduğu gibi mevsim dönüşünü simgeler. Fakat oyun Anadoluda daha çok soğukların azalmaya başladığı dönemlerde oynanmaktadır. Hangi zamanda oynanırsa oynansın hem Köse oyunları hem de Koçokan törenlerinin özünde bereket kavramı esastır. Anadoluda oynanan Köse oyunlarında Köse yi temsil eden kişi mutlaka garip kıyafetler giyer. Iğdır da Köse tüyleri dışarı gelmek üzere bir koyun postu, başına keçe bir başlık giyer. Üstünde iki boynuz vardır. Yüzüne un serper. Beline ottan bir kuşak, sırtına bir kambur oturtur. Bir de keçi kılından sakal takar. Van da ise Köse, yırtıcı bir hayvan postu giyinir, keçe külahı, beyaz takma sakalı olur, yüzüne un sürülür, bir de tilki kuyruğu takar. Koltuğunun altında eski bir süpürge, parmaklarında da ziller vardır. Kırşehir in Çiçekdağı ilçesinde ise Köse, koyun postu giyinir, süpürgeden bir kuyruk takar, yüzü isle karartılır, elinde ise bir sopa taşır. Anadolu da oynanan Köse oyunlarının hemen hepsinde Koço-kan da olduğu gibi asıl oyuncuya mutlaka eşlik eden diğer oyuncular vardır. Yine Koço-kan töreninde olduğu gibi Köse ve diğer oyuncular, evleri tek tek gezerek yağ, bulgur, para gibi hediyeler toplar. Cayık tan Yel Bayrağı na Altay Türklerinin inancına göre Cayık, Ülgen in yardımcı ruhlarından biridir. İnsanlar arasında yaşar. İnsanları kötü ruhlardan koruyup, Ülgen ve insanlar arasında aracılık eder. Manevî olarak her evde bulunduğuna inanılır. Efsanelerde adı Ülgen in oğlu olarak geçer. Ölen birisinin ruhu evini terk etmeyip, aileye veya aileden birine musallat olup kötülük getirdiğinde bundan kurtulmak için kam çağrılır. Kam ayin sırasında tanınmamak için yüzünü çizgilerle boyar ve ayin sırasında bütün ruhları sarhoş eder. Bu sırada evi sel bastı diye bağırır. Cayık sel gönderir. Cayık ın gönderdiği selden korkup ruhlar kaçar. Böylece aile kendisine musallat olan ruhtan kurtulmuş olur. Bazı araştırmacılar, Cayık ı Nuh peygamberle ilişkilendirirler (Beydili 2003: 390). Esasında yukarıdaki kam ayini de dikkate alındığında bu görüşü tamamen reddetmek imkânsızdır. Dinî tören ve ayinlerde Cayık ı temsilen yere çakılan iki sopaya ip gerilir. Bu gerilen iplere ak bezler ya da koyun postu asılır (Ukaçina 1993: 131-132). Cayık, Teleütlerde som adı verilen düzenekle benzerlik gösterir. Teleütler kutsal saydıkları Pay Ülgen, Cööy-Kaan, Mordok-Kaan, Temir-Kaan ve Erkey-Kaan adlarındaki beş tanrıyı som adı verilen düzenekle tasvir ederler. Som, yere çakılan dört kazığa iki kayın ağacı dalı gerilmek suretiyle onların ortasına beş kayın ağacı takılarak hazırlanır. Gerilen kayın ağacı dallarına kayın kabuğundan yapılmış tepsi konur. Tepsiye buğday, arpa ya da kavut bırakılır. Kayınlara kırmızı, beyaz ve yeşil kumaş şeritler bağlanır. Som, genellikle kam, alasçı veya çımırçı adı verilen manevi güce sahip kişiler tarafından yapılır. Som yapıldıktan sonra süt veya abırtkı adı verilen
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 634 buğday kavutu saçılır. Bayatlar, Şorlardan bir başka som un kendilerine geçtiğine inanırlar. Bu som temsilde altıncı kayın olarak diğerlerinden ayrı durur. Ayrıca düğünlerde gençlerin iyi bir evlilik yapabilmesi için somlara dua edilir (Maksimov 1995: 117-118). Cayık ve Som, Anadolu da Tahtacılar arasında ölü gömme geleneklerinde görülen yel bayrağı ile benzerlik gösterir. Kristina Kehl in tespitlerine göre, Yel bayrağı, bazı yörelerde Tahtacı mezarlarının ayak ve başucuna dikilen iki tahta arasındaki ipe asılmış bez parçalarından ibarettir ve ölünün kırkıncı gününe kadar durmaktadır. Bugün Tahtacılar bu geleneğin niçin yapıldığı sorusuna mezarda bor böcek açmaması için şeklinde rasyonel bir cevapla karşılık vermektedirler. (Kehl, 1995: 112). Konuyla ilgili olarak ise Ali Selçuk, herhangi bir yorum yapmadan Kehl i tamamlayıcı şu bilgileri verir: Mezar, toprakla kapatıldıktan sonra balıksırtı biçiminde tümsek oluşturulur. Mezarın Doğu ve Batı yönüne birer tahta dikilir. Ölüye ait bilgilerin yazıldığı tahtaya hece taşı veya baş tahtası denilir. Ölü mezara indirildikten sonra çözülen kefen bağı, söz konusu tahtalar arasına bağlanır. Aynı zamanda bu ipin üzerine kırmızı bez parçaları bağlanır. (Selçuk 2004: 210) Kristina Kehl e göre, ip üzerindeki bezler ruh kuşlarının, ip ise, ruhun bu dünyadan öteki dünyaya giderken yürüdüğü kozmik yolun sembolüdür (Kehl, 1995: 112-113). Kehl in bu yorumu mantıklı görünmekle birlikte üzerinde yeniden düşünmeyi gerektirir. Tahtacılar arasında görülen yel bayrağı Eski Türklerin mezarlarına bayrak asmaları (Kalafat 2007: 182), özellikle evliya ve büyük şahısların mezarlarına bayrak asmalarıyla ilgili gibi görünse de, aslında yapı bakımından Cayık ve Som ile daha yakından ilgilidir. Zira tahtacılar arasında ayrı bir gelenek olarak evlenmeden ölen genç kız veya erkeklerin mezarına kırmızı bayrak olarak dikilmektedir. (Selçuk 2004: 210) Bize göre muhtemelen Cayık ve Som, Kamlık inancının Tahtacılar arasında işlev ve anlamını kaybetmiş ama yel bayrağı olarak şeklen devam eden geleneklerinden biridir. Sonuç Anadolu ya yerleşen ve İslamiyet i seçen Türklerin günlük hayat veya inançları da doğal olarak Türklerin ilk yurtlarından Anadolu ya kadar taşınmıştır. Fakat değişen coğrafya, kültür ve inanç sistemleriyle birlikte bu taşınan değerlerin bir kısmı tamamen hayattan çıkarıldığı gibi büyük bir kısmı da çeşitli değişikliklere uğramıştır. Özellikle Koço-kan ın Köse tipine ya da Cayık ın Yel bayrağına dönüşmesi mitik unsurların simgesel özelliklerinin anlam değişmesine uğrayarak varlıklarını devam ettirmelerinin belirgin örnekleri olarak karşımıza çıkar. Bu yazıda değişmelere dayalı olarak verilen örnekler Türklerin toplumsal değişme yaşadıkları dönemde geçmişi tamamen reddetmek ve hayattan çıkarmak yerine yeni kabullerin içinde eritip, yeni bir şekilde devam ettirmeyi tercih ettiklerini göstermektedir. Şüphesiz bugün Anadoluda İslam düşüncesi
AHMET B. ERCİLASUN ARMAĞANI 635 içinde olduğu düşünülen bazı inanç ve uygulamaların kaynağının eski Türk dini ve hayatı olduğu bilinmektedir. Başka bir deyişle Türk kültürü, İslâm dairesi içine girerken yaşadığı değişim sürecinde millîyle yabancı unsurları bağdaştırabilmeyi başarmıştır. Esasında özünü koruyarak gerçekleşen bu değişmeler millî kimliğin muhafazasında da önemli rol oynamışlardır. Kaynaklar Alişar, Fahrettin, (1994), İçel Çocuk Folklorundan Damlalar, Antakya. And, Metin, (1983), Türk Tiyatrosunun Evreleri, Ankara. Beydili, Celal, (1995), Türk Mifoloji Sözlüyü, Bakı. Connerton, Paul, (1999), Toplumlar Nasıl Anımsar?, İstanbul. Dihhuda, Ali Ekber, (1377), Lugatnâme, Tahran. Genç, Reşat, (1982), IX. Yüzyılda Türk Mutfağı, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Ankara. Kalafat, Yaşar, (2007), Kurban-İnsandan Kurban ve Türklerde Kurban İnancı, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara. Kehl, Kristina, (1995) Tahtacı Geleneklerinde İslam Dışı Ögeler, Akdeniz Yöresi Türk Toplulukları Sosyo-Kültürel Yapısı (Tahtacılar) Sempozyumu Bildirileri, Ankara. Maksimov, K. İ., (1995), Altay Folklor, Gorno-Altaysk. Roux, Jean Paul, (2007), Türklerin Tarihi, İstanbul. Satlayev, F.A. Kumandintsı, (1974), Gorno-Altaysk. Selçuk, Ali, (2004), Tahtacılar, İstanbul. Turhan, Mümtaz,(1969), Kültür Değişmeleri, İstanbul. Ukaçina, K.E, (2004), Altay Kalıgıstıñ Aylatkış Cañdarı, Gorno Altaysk. Ukaçina, K.E., (2004), Altay Alkıştar, Gorno-Altaysk. Verbitsky, V.İ., (1893), Altayskie İnorodtsı, Moskva. Açıklamalar * kes- fiili Altay Türklerinin küçük baş hayvanı öldürmelerini tam olarak ifade etmemektedir. Altaylılar hayvanı boğazından kesmek suretiyle öldürmezler. Onun yerine iki kişi hayvanı sırtüstü yatırır. Birisi hayvanın başını tutar. Diğeri ise hayvanın arka ayakları üzerine oturarak hayvanın göğsünden bir delik açar. Açtığı delikten elini sokarak hayvanın atardamarını bularak koparır. Bu şekilde hayvanın kanı içine akar. Hayvanın içinde toplanan kan büyük bir özenle alınıp bir kaba doldurulur. Kan kursağı yemeğinde kullanılan kan bu kandır. Parçalama işlemine daha sonra geçilir. Kanın hayvanın bedeninin dışına taşmasına, yere dökülmesine müsaade edilmez. Bu durum eski inanışlarına göre, kanın içinde ruhu taşımasıyla ilgili olabilir. (Kan ve ruh ilişkisi için bk. Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi, İstanbul, 2007, s. 246) ** Türk mutfak kültüründe bumbar a benzeyen yörgömeç adı verilen bir başka yemek daha vardır ki o da şöyle tarif edilmektedir: İşkembe ve bağırsak incecik kıyılır. Bir bağırsağın içine doldurulur. Daha sonra kızartılarak veya pişirilerek yenir. (Genç 1982: 62)