Cenk Benli 21200399 TURK 102- Sec. 15 Ahmet Kaya SATRANÇ Satranç öğrenmek benim için her zaman zor olmuştur. Yirmi yaşıma gelmeme rağmen halen oynamakta zorlanıyorum. Sadece satranç da değil, tavla, dama, çoğu kart oyunu. Küçükken ailem öğrenmem için yardımda bulundu ama nafile. Herkesin bir şeylere yeteneği var, ama görünüşe göre benim yeteneğim satranca değil. İlkokulda, ortaokulda, lisede insanlar kütüphanede sürekli satranç oynardı, bense sadece izlemekle yetinirdim. Oynayan insanların hep zeki, kendimin ise yetersiz olduğunu düşünürüm. Büyük olasılıkla oynamamamın sebebi satranca olan ilgisizliğim, bu ilgisizlik sadece satranca da değil, kitap okumayı da pek sevmem. Bu yönüm hep insanlar tarafından eleştirilir. Neymiş, kitap okumak insanın hayal gücünü geliştiren, kültürlendiren, bilgileştiren en önemli şeymiş. Çoğu insan kitap okumadan da binlerce kitap okuyan insana göre daha önemli şeyler başarabiliyor. Neyse, bir gün ilkokuldan beri en yakın olan arkadaşım Onur Gitmez ile otururken Stefan Zweig in Satranç isimli bir kitabını okuduğunu ve çok beğendiğini söyledi. Kitabı okumam için bana baya bir ısrar etti. Açıkça konuşmak gerekirse kitabın kısa oluşu okumam için en önemli etkendi, gerçi kitabı okumayı bitirince keşke biraz daha uzun olsaydı diye düşündüm. İnsan bir şeyi okumaya üşeniyor ama bir başladı mı durmayı da bilmiyor (ya da en azından ben). Kitap Buenos Aires e gidecek olan bir vapurda geçiyor. Vapur diyince öyle 1-2 saatlik yoluculuk yapan değil günlerce seyir halinde. Kahramanımız vapurda dolaşırken dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic isimli kişiyi görüyor. Bu çocuğun hikâyesi biraz hüzünlü geliyor insana. Czentovic küçüklüğünü hep hizmet ederek geçirmiş, bunun sebebi de zekâ olarak yetersiz olması, tabi bazı şeylere. Sırf insan zeka olarak yetersiz diye ayak işlerini yaptırmak, nasılsa anlamaz diye davranmak bence çok insanlık dışı. Sayı saymayı öğretiyorlar yüz kere ama çocuk bir türlü kavrayamıyor, doğru düzgün konuşmayı bile beceremiyor. Bir gün rastlantı eseri biriyle satranç maçı yapıyor, maçı yaptığı kişi ilk başta bunla dalga geçiyor ancak maçı
Czentovic kazanınca da bir güzel bozuluyor. Bu yeteneği fark edilince hemen kahveye götürüp herkesle tek tek maç yaptırıyorlar, Czentovic zorlanmadan karşısına geçen herkesi alt ediyor. Ünü bir anda bütün şehre yayılıyor, malum adı duyulmamış bir kasabadan zekâ geriliği olan çocuk satranç da inanılmaz şeyler başarıyor. Czentovic sonralarında Avrupa daki çeşitli satranç turnuvalarına giriyor, aynı zamanda onlarca insanla maç yapıyor ve hiç kaybetmiyor. Sonunda dünya satranç şampiyonu olmayı başarıyor. Hikâyeyi anlatan kişi vapurdaki biriyle satranç maçı yaparlarken Czentovic yanlarından geçiyor, bunlarda birkaç kişi daha toplayıp para karşılığında Czentovic e meydan okuyorlar. Sanki çok kişi olunca şansları artacak sanıyorlar. Maç esnasında tam maçı kaybettirecek bir hamle yapacakken esrarengiz bir adam gelip bunları durduruyor. Adam sayesinde maçı kaybetmek yerine en azından beraberlikle bitiriyorlar. Sonradan bu adamın hikâyesini öğreniyoruz. Hikayesi Czentovice göre daha kötü, çok acılar çekmiş. Bu kişi Avusturya da bir avukatken Naziler tarafından kaçırılıp, bildiği her şeyi söylemesi için işkence edilmiş. İşkence derken de öyle canını yakarak değil, daha çok zihinsel. Bu kişiyi bir odaya kapatıyorlar, oda da yatak, kova ve duvardaki kâğıtlar dışında bir şey yok. Kendini oyalayacak bir şey bulamadığından sürekli düşünmeye başlıyor, tabi yavaş yavaş deliriyor. Kısa bir süre olsa insan delirmez belki ama aylarca tek başına, hiçbir şey yapmadan sadece düşünerek geçirince zamanı, insan aklını yitirebiliyormuş. Nazilerin insanlardan bilgi almak için yaptıkları bu tür işkenceler çok insanlık dışı, tabi biz sadece bunları kitaplarda, belgesellerde görüyoruz. Sonuçta bize bunlar çok soyut geliyor, demek istediğim bu tür işkence yaşamış insanlarla empati kurmamız çok zor. Bir gün tam soruşturmaya götürülürken bir satranç kitabını çalmayı başarıyor. Hiçbirşeyi yokken bu kitap onun herşeyi oluyor, düşünsenize aylarca yokluktayken bir anda bir kitabınız oluyor, tabi doğal olarak bu kitap sizin için dünyadaki en değerli şey oluyor. Nerdeyse bir yıla yakın bir süre boyunca bu kitaptan öğrendiklerini kendi beyninde canlandırarak kendine karşı maçlar yapıyor. Buradaki zorluksa kendine karşı oynarken bir önceki kendinin yaptığı hamleyi ve diğer bütün taşların nerde olduğunu beyninde tutabilmek ve ona göre oynamak. Özgür kalana kadar sürekli kendi kendine satranç oynuyor ve yapılabilecek bütün hamleleri ezberliyor. Sonunda deli ama inanılmaz bir satranç oyuncusu oluyor. Vapurda diğer gün
Czentovic ile maç yapıyor, ilk maçı kazanıyor ancak ikinci maçın ortasında anıları aklına geliyor ve bir anda bağırmaya ve çıldırmaya başlıyor. İnsanlar bunu sakinleştirdikten sonra sessizce özür dileyip uzaklaşıyor. Benim bu kitapdan çıkardığım mesaj insanların zavallı görülmelerine rağmen çok önemli işler becerebiliyor. İnsanın kendi kendine kalması düşünmesi için iyi bir fırsattır fakat herşeyi çokluğu kötü olduğu gibi burda da aynı şey geçerlidir.