KÜRESEL KRİZİN FİNANS SEKTÖRÜNE YANSIMALARI Prof. Dr. Türkel Minibaş İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Bilindiği gibi neoklasik iktisat, iktisadı kaynakların kıtlığı buna karşılık insan gereksinimlerinin sonsuzluğu tezi üzerinden tanımlar ki Bu da kapitalizmin özünde bir kriz sistemi olduğunu gösterir. Kaynakların kıtlığı varsayımı aynı zamanda krizlerin reel sektör temelli olacağını, ama sinyallerinin reel sektörle karşılıklı beslenme içindeki finans sektöründen geleceğini de göstermektedir. Kapitalist sistemin 1960 ların sonunda başlayıp dalga dalga yükselen ve global nitelik kazanan bugünkü krizi de karların artış hızındaki gerilemeden kaynaklandığından reel sektör temellidir. Ama sistem sorununu parasal sermayenin globalleşmesiyle çözmeye çalıştığı için etkileri de finans sektörü üzerinden izlenmektedir. Hatırlanacağı gibi 1929 Büyük Dünya Krizi, 1997 deki Güney Asya Krizi nde de ilk etkiler borsa endekslerindeki hızlı düşüşle gözlenmiştir. Ne var ki, bu benzeşmeden hareket ederek kriz tarihinin bir tekerrür olduğu sonucuna varmamak gerekir. Zira, bu bizi krizin hem tanı hem de tedavi yanlışlarına götürür. Kaldı ki bugünkü kriz, finansal sermayenin globalleşmesinin hem kapitalizmin sermaye birikimiyle ilgili sorunlarını çözmekte yetersiz kaldığını hem de sorun türetmeye başladığını ortaya koymuştur. Kısacası, globalizmin kapitalizmin karların artış hızındaki yavaşlamadan kaynaklanan krizini çözemeyeceği giderek netleşmiş; bu da krizin mecrasının değil ama çözüm araçlarının farklılaşacağına işaret etmektedir. Ne var ki, borsa endekslerinde eşanlı düşüşün ya da domino etkisinin yaşanmadığı, piyasaların canlılığını sürdürdüğü dönemlerde finansal piyasalardaki dalgalanmalar hükümetler tarafından pek ciddiye alınmaz. Ortaya çıkan time lag reel piyasalardaki daralmanın gözlenmesini zorlaştırır. Küresel ekonominin 2003 den beri yaşadığı canlılık da aynı nedenle Türkiye gibi azgelişmiş ekonomilerde olağanüstü bir iyimserlik ortamının doğmasına dolayısıyla krizin göstergelerinin zamanında algılanmamasına neden olmuştur. Bu iyimserlik ortamında IMF programlarının cari açıkları finanse etme olanağı sağlaması da etkilidir. Boratav ın petrol ihracatçısı olmayan 26 ülkeyi kapsayan bir araştırmasına göre: 2001 2003 de bu ülkelerden dış dünyaya milli gelirlerinin yüzde 3,2 si oranında net kaynak transferi yapılmıştır (1). Bir 35
diğer neden ise: Çin, Hindistan gibi nüfusu çok, gelir dağılımı bozuk ülkelerin yüksek katma değerli yatırımlarla dünya rekabetini yakalamaları yine bizim gibi ülkelere azgelişmişlik çemberinin kırılabileceği Son kertede dışa açılmanın getireceği avantajlarla dünya piyasalarında gelişmiş ülkelerle aynı düzlemde rekabet edilebileceği umudunu yeşertmesidir. 2007 başına gelindiğinde Çin in döviz rezervleri % 75 i dolar varlıkları olmak üzere (ki dolar portföyünün de % 93 ü ABD Hazine bonoları ve tahvillerinden oluşmaktaydı (2)) 1 trilyon doların üstüne çıkması iyimserlikten kaynaklanan yanılgıyı daha da arttırmıştır. Tablo 1: Dünya Ekonomisinin Cari İşlem Dengeleri, Milyar dolar 1996 2003 2006 Metropol 36 302 650 ABD 118 527 869 Japonya 66 136 167 Diğer Batı 88 89 52 Çevre 85 228 665 Petrol İhracatçıları 39 109 505 Çin 7 46 184 Diğer Çevre 131 73 24 Kayıt Dışı 49 74 15 Kaynak: BORATAV, Korkut; Dünya Ekonomisinde Değişimler ve Türkiye ye Yansımaları Fotografın gelişmiş ekonomiler için anlamı ise hem kısa vadeli sermaye hareketlerinin rahatça nemalanacağı finansal piyasalar hem de yeni ihraç pazarlarıydı. ABD, AB, Japonya benzeri gelişmiş ekonomiler gibi yükselen ekonomiler olarak adlandırılanlar ülkeler de o güne kadar tanık olmadıkları yüksek büyüme hızlarını yakaladılar. Ne var ki sermaye, yüksek faiz oranları düşük kur politikalarıyla parasal sermaye üzerinden küreselleşirken risk de dünyaya yayıldı. Riskin hızla yayılması riskin kimler tarafından üstlenildiğinin kontrol edilmesini zorlaştırdı. Bunda sermayenin küreselleşerek dünya piyasasında kendi krizini aşmaya çalışmasını mali reformlarla gerçekleştirmeye çalışmasının payı vardı. Küreselleşmenin mali reformlarla başlamasının temel nedeni ise, bilindiği gibi sermayeye sınırsız özgürlüğe sahip yapı kazandırmaktı. Doğrudan sermaye hareketleriyle kısa sürede bunu gerçekleştirmek mümkün olmadığından küreselleşme kısa vadeli sermaye hareketleriyle ivme kazandı. Finansal sermaye yaygınlaştıkça risk de dağıldı ve reel piyasalar mali piyasaların kontrolü altına girdi ki bu bugünkü kriz dalgasının önemli risk noktalarından birini oluşturdu. Riskin yaygınlaşması ve reel ekonomilerin mali piya 36
salara göre belirlenmesinin etkisiyle dünyada yeni dengeler de oluşmaya başlamıştı. Oysa, gelişmekte olan ülkelerin yakaladığı yüksek büyüme hızlarının temelinde bilindiği gibi yüksek faiz düşük kur politikaları ve uluslararası piyasalarda likiditenin bol olmasının da etkisiyle rahat dış borçlanma olanağı vardı. Düşük kur politikaları nedeniyle ithalat iç üretime göre ucuzladığından reel sektör ara ve yardımcı mallarda ithalata bağımlı hale dönüşmüştü. Büyük firmalar da üretimlerini Çin, Hindistan gibi emek faktörünün ve enerji maliyetlerinin düşük olduğu ülkelere kaydırmıştı. Reel sektör ile finansal piyasalar arasındaki bağların zayıfladığını gösteren bu durum finansal bir krizin de habercisiydi. Dahası, mortgage kredileri, hedge fonlar ve benzeri ürünlerle yaratılan likidite bolluğu kısa vadede piyasaları rahatlatırken Orta vadede sistemin krizini derinleştirmişti. Fannie Mae bunun en somut örneklerinden biridir. Zira, piyasalardaki rahatlama : bankalardan alınan mortgage kredileri yeni yatırım aracı gibi piyasaya sürüldüğü için hem kısa süreliydi. Hem de geri ödemeler firma tarafından garantilendiğinden Fannie Mae nin piyasalara olan yükümlülüğünü arttırmıştı. Diğer bir risk unsuru da firmanın yatırım portföyünde tuttuğu mortgage kredilerini piyasadan düşük faizle borçlanarak kendisinin alması Yani, piyasaya likidite aktarırken riskin de yükselmesiydi. Sadece bu örnek bile, 2008 in finansal kriz dalgalarıyla savrulacağını anlamak için yeterliydi. Aslında, böyle bir tanı için 2008 Temmuz undaki dalgayı beklemeye gerek yoktu. Zira : ABD nin giderek kısa vadeli sermaye hareketlerinin cazibe merkezi olmayı kaybetmesi; dolayısıyla bizim gibi ülkelere gelen sıcak paranın sürekliliğini devam ettirmeyeceğini; Yine ABD nin tasarruf/yatırım açığının büyümesi; cari açıklarının devam etmesinin dışarıdan kendisini fonlamaya devam edeceğini; ABD deki mortgage piyasasına dayalı varlıkların değer yitirmeye devam edeceği; ABD de faiz oranlarının düşmesi ve dolardaki değer kaybı; ABD nin ithalat talebini düşüreceği, bunun da gelişmekte olan ihracatçı ülke piyasalarını olumsuz etkileyeceği; Atıl ve yedek kapasitelerle dünyanın yakalamış olduğu küresel rekabetin yarattığı verimlilik artışının kapasite kullanım oranlarını zorladığını gösteriyordu. 37
AB nin yeni üyelerle birlikte üstlendiği yük ve sosyal devletin yükümlülüklerinin devletleri zorlamaya başlaması Hisse senetleri fiyatlarındaki şişmeler Ortadoğudaki savaş konjonktürü devam ettiği sürece petrol fiyatlarının yükseleceği de krizin global niteliğinin göstergeleriydi. Kısacası, dünya ekonomisindeki hızlı büyümenin ateşinin sönmeye başladığı 2007 den beri bildiklerimiz arasındaydı. Bu da dış dinamiklerin olumlu etkisinin bittiği bir döneme girildiğini... Diğer deyişle ABD de dahil olmak üzere yüksek cari açıklı ülkelerin dış kaynakla fonlanma döneminin sonuna gelindiğini göstermekteydi. Tablo 2: GSYİH İçinde Tasarruf ve Yatırım Oranları (%) 1989 1996 2003 2006 ABD Tasarruf 16.7 13.3 13.4 Yatırım 18.3 18.4 20.2 EURO Bölgesi Tasarruf 21.0 20.4 21.0 Yatırım 21.3 20.0 21.0 JAPONYA Tasarruf 32.4 26.2 27.6 Yatırım 30.3 23.0 23.9 ASYA Japonya hariç Tasarruf 31.3 34.9 40.2 Yatırım 32.3 32.0 36.3 Petrol İhracatçıları Tasarruf 22.4 29.7 39.8 Yatırım 24.1 22.7 22.1 DİĞER GOÜ Tasarruf 25.6 26.8 30.9 Yatırım 27.6 26.1 30.1 Kaynak: IMF, World Economic Outlook, April 2006 ve September 2006. Ne var ki, sıcak parayla yaratılan likidite bolluğunun sınırları vardır. Kaldı ki 2006 da ABD nin üretim fiyatları endeksi kira ve hizmetler sektöründeki fiyat artışları nedeniyle yükselmeye başlamıştı. Finansal piyasalardaki dalgalanmalarının aşılabileceği yanılgısının oluşması da zaten bu nedenleydi. 38
2007 sonbaharına gelindiğinde uluslararası bankaların peş peşe zarar açıklaması ABD borsalarındaki hisse senetlerinin değerlerini düşürürken Merrill Lynch, Citigrup gibi dev finans kurumlarının CEO denen tepe yöneticileri birbiri ardına istifa etmesi krizi kesinleştirmişti. ABD nin mortgage piyasasında düşük gelirlilere yüksek faizle verilen subprime kredileri geri dönmemeye devam etmesi de krize kesinlik kazandıran somut gelişmelerdendi. Kısacası, 2008 in ikinci yarısında yaşanan vurgunlar aslında 2007 den belliydi. Tek fark artık kriz şirket bilançolarına yansımaya başlamıştı. Bu da gelişmekte olan piyasaların küresel piyasalarla birlikte rekor üstüne rekor kırdığı günlerin sonuna gelindiğinin güçlü sinyallerinden biriydi. Zira, piyasalar hedge fonlar gibi yüksek getirili fonlarla yeterince şişmişti ve Finans şirketlerindeki astronomik zararların bu şirketlerin ardındaki üretime dayalı sektörler üzerindeki baskısı vurgunun etkisinin daha da artacağını göstermekteydi! Ne var ki, burada gözden kaçırılmaması gereken : Küresel ekonomi üzerindeki baskı sadece mortgage kredilerinin geri dönmemesinden değil..! Likidite yaratacak kaynakların azalmasından da kaynaklanmasıydı. Dolayısıyla: konut piyasalarında mortgage üzerinden yüksek getiri elde eden hedge fonlar ın kendine daha kolay nemalanacak yeni adresler arayacağı; küresel kuraklığın yaygınlaşması emtia piyasalarını hem zorunlu ihtiyaç ürünlerini sağladığından hem de fiyatlar düştüğünden hedge fonların yeni adresi olabileceği belirginleşmişti. Hedge fonlar köpek balıkları sürüleri halinde piyasalara saldırırken Türkiye piyasaları, hedge fonların sıcak para içindeki etkinliğini dikkate almadığı gibi!... Sıcak parayla yaratılan büyümenin cazibesine daha fazla kapıldı. Dış sermayenin en ufak kırılganlık karşısında ülkeyi terk edeceği; örneğin siyasi açıdan daha emin bulduğu, en azından Ortadoğu daki paylaşımdan uzak duran yeni ülkelere yelken açacağını görmezden geldi. Türkiye nin Finansal Sistemi nin Krizden Etkileşimi : 2008 in global kriz dalgaları piyasaların tüm sorunları çözemeyeceğini, finansal kurumların sistemin doktoru olmadığını öğretti. Zira, yaşanan bir dibe vurma krizi değildi. 2008 le ilgili makro ekonomik gerçekleşmeler yayınlandıkça beklendiği gibi dipten yukarı çıkılamayacağı; L nin alt ayağı gibi dipte yatay seyir izlemeye devam edeceği ortaya çıktı. Bu da daha uzun bir durgunluk ve beraberinde deflasyonist sürecin yaşanacağına dair sinyalleri arttırmakta.! 39
Hal böyle olunca, ivedilikle takip edilmesi gereken veriler de belirginleşmiştir. Bunların başında da : İhracata konu olan sektörlerdeki gerileme oranları ve Hazine nin borçlanma gereğinin nasıl şekilleneceği gelmektedir. Örneğin : 2008 i % 10.06 la kapayıp, çift haneliye çıkmasını sadece hükümetin % 4 lük hedefi tutturamaması olarak algılamamak gerekir. Çift haneli enflasyon 2009 a % 6.06 lık enflasyon stokuyla girildiğini de göstermektedir ki Belli mallarda fiyatlar düşse dahi 2009 için belirlenen % 7.5 luk hedefini iyimser kılmaktadır. Borsada işlem gören şirketlerin değerinin 171 milyar dolar azalarak 118 milyar 292 milyon dolara gerilemiş olması firmaların yeniden yapılanma için kaynak ayırmakta zorlanacaklarını; İMKB de işlem gören hisselerin fiyat/kazanç oranının %. 5.3 gibi çok düşük bir seviyede gerçekleşmiş olması da yatırımcının beklemeyi tercih edeceğini göstermektedir. İhracatta 125 milyar dolarlık yıl sonu hedefinin aşılarak 131.5 milyar dolara çıkması ne yazık ki 2009 a umutlu bakmamızı engellemektedir. Zira, 2008 ihracatında asıl belirleyici hedefin aşılmasından ziyade krizin ağırlığını reel sektörde ve ihracatta hissettirdiği Aralık ayı verisidir. Dolayısıyla, 2007 Aralığında 9 milyar 480 milyon dolar ihracatın 2008 Aralığında 7 milyar 110 milyon dolara inmesi ihracattaki gerilemenin devam edeceğini...! Özellikle de sanayi ürünleri ihracatının % 29 gerilemesi krizin global arenada L çizmeye, pazarların daralmaya devam edeceğini göstermektedir. Türkiye 135.1 milyar lirası iç borç olmak üzere toplam 153.9 milyar liralık borcu çevirmesi gerekmektedir. Toplam borç servisi içinde iç borçların ağırlıklı olması önemlidir. Zira, iç borcun 112.6 milyar liralık kısmı piyasaya yapılacak ödemelerden oluşması,.! Kamu kesimine yapılacak ödemelerin de 16.1 milyar liradan ibaret olması özel sektör ağırlıklı bir finansman politikasının uygulanacağını göstermektedir. Türkiye finans sektörünün özellikle de bankalarının tüm bu gelişmelerden etkilenmemesi tabi ki beklenemez. Bankaların % 50 sinin yabancıların kontrolüne geçtiği; Örneğin ING nin % 100 ü, HSBC nin % 100 ü, Fortis in % 93.3 ü, Finans Bank ın % 99.8 inin yabancıların olması krizden nasıl etkileneceklerini göstermek için yeterli göstergelerdir. Kaldı ki, bu dönem, yeni atılımların değil mevcut pozisyonların korunma dönemi olarak algılanmalıdır. Dolayısıyla, bankacılık sektörü de bu gerçek doğrultusunda kendini yeniden yapılandırmak zorundadır. Tabi hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken diğer bir gerçek de : Türkiye nin özel kesim borçlanmasının yüksek olduğu bir ülke olmasıdır. Özel kesimin finansal kriz vurgunun bu denli keskin olduğu bir dönemde başta 40
AB dekiler olmak üzere bankalardan kredi temin etmeleri artık mümkün değildir. Köken ülkelerinde kurtarılan bankalar hızla küçülmeyi seçeceğinden bizdeki karşılıkları da aynı şekilde küçülecektir. Küçülmenin ilk etkisi de tabi ki istihdamda gözlenecektir. Finans sektöründe yaşanacak istihdam daralması, iskambil kuleleri etkisiyle bu kesimde yüksek ücretlerle çalışanların harcama yaptığı sektörlere olan talebini daralacaktır. Kısacası, durgunluk önümüzdeki dönemde de devam edecek.! Yani, büyümenin yavaşlayacak, yatırımlar azalacak; yurt dışı ve yurt içi siparişlerin iptali gündeme gelecek, talebin daralması sonucu satışlar azalmaya devam edecektir. Daralan talep nedeniyle satışlar düştüğünden kar oranlarının artış hızı da geçmişe göre daha hızlı gerileyecektir. Bu durum sermaye kesimine hem vergi indirimi, teşvik, düşük faizli kredi gibi destekleri çabuklaştırmak için hükümetler üzerinde baskı oluşturma olanağı vermekte!. Hem de globalizmle gelen esnek üretim ve yönetim biçimleri için gerekli zemine grev benzeri karşı duruşlarla karşılaşmamalarını sağlamaktadır. General Motors un, Ford un yaptığı gibi önce çalışanların işten çıkartılması, kar oranlarını korumak için devletten bekledikleri desteği bulamadıklarında da en büyük silahları olan fabrikaları kapatma kozunu oynamaları bunun global boyuttaki son örnekleridir! Resesyon nedeniyle fiyatların yarın düşeceği beklentisinin giderek artması deflasyon riskini hiç de küçümsememek gerektiğini göstermektedir. Öte yandan iç talebin canlanması fiyatlar kadar para politikasına da bağlı olduğundan faiz oranlarındaki gerileme bireyleri tasarruf yerine tüketime yönlendirebilir. Ne var ki, para politikalarının iç talep üzerinde canlandırıcı etki yapabilmesi : geleceğe dair belirsizliklerin ortadan kalmasına; piyasanın şeffaf yani yatırımcının farklı yatırım seçenekleri arasında karar verirken temiz bilgiye sahip olmasına; dayanıklı mal ve hizmet fiyatlarının ve satış şartlarının tüketiciyi satınalmaya özendirmesine bağlıdır. Kaldı ki, ekonomideki yavaşlamanın iç talep üzerindeki etkisini ve 2009 un nasıl seyredeceğini yakalayabilmek için 2008 in gerçekleşen verilerine bakıldığında : Büyüme hızı 2008 in üçüncü çeyreğinde % 0.5 e inmesi yani sıfır ya da negatif büyüme hızlarına henüz ulaşılmamış olması resesyon riskini ortadan kaldırmamaktadır. Zira, üçüncü çeyrekte kamu harcamaları ve yatırımları beklenenin üstünde artmıştır. Kamu harcamaları % 18.4, kamu yatırımlarının da % 22.2 oranındaki artışla büyümedeki hızlı gerileme frenlenmiştir. 41
Sanayi üretim endeksinde 3 aydır süren gerileme imalat sanayine Ekim de % 10.3 olarak yansımıştır. İmalat sanayinin sadece 1 ayda % 10.3 gerilemesi, büyümedeki yavaşlamanın süreklilik kazanma olasılığını arttırmıştır! Merkez Bankası nın Yatırım Anketi ne göre imalat sanayi yatırımları da 2007 ye göre cari fiyatlarla % 34.3 azalmış.. 2009 da gerçekleşmesi beklenen yatırım harcamalarının artış oranı da şimdiden % 10.6 düşmüştür. Bu da istihdam arttırıcı söylemlerin iyi niyetten öteye geçmeyeceğini; istihdam artmadığı sürece iç talebin canlanamayacağını göstermektedir! Yeni kriz dalgalarına hazır mıyız? 2009 un kriz dalgalarının devam edeceği, finansal kriz dalgalarının reel sektörde daha kısa süreli olarak karşılık bulacağı bir yıl olacağı artık kesinleşmiştir. Zira : ABD iç piyasasında talep daralmaya devam etmekte, talep daraldıkça reel sektör daralmaktadır. Reel sektör daralması ABD nin ithalatını kontrol altına almasına, dolayısıyla ABD ye ihracat yapan ülkelerin dış ticaret dengelerinin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Globalizmin nimetlerinin başında gelen kısa vadeli sermaye hareketlerini besleyen kaynaklar daralmakta; ABD bankalarının satın aldığı ipoteğe varlıklar likit hale getirilimezse bu varlıkları pazarlayan dünyanın her yanına dağılmış bankalar kapanma noktasına gelmektedir. ABD bankaları hedge fonlara yatırdıkları bu varlıkların karşılıklarını ödeyemezlerse ABD yatırımcısının yanı sıra bu kağıtlara sahip AB bankalarının likidite sıkıntıları da artmaya devam edecektir. Özetle: Krizin merkezinde kredilerin geri dönmemesi sorunu olduğundan ve kriz, yapılandırılmış yatırım araçları nın likiditesinin kalmamasından kaynaklandığından krizin kısa sürede sonlanması söz konusu değildir. Zira, yapılandırılmış yatırım araçların başında da ipoteğe dayalı senetler gelmekte, yani mortgage sisteminin finansal kaynağı bulunmaktadır. 42
Kaynakça: (1) Boratav, Korkut; Dünya Ekonomisinde Değişimler ve Türkiye ye Yansımalar makalesinden Boratav, Korkut; Net Resource Transfers and Dependency: Some Recent Changes in the World Economy, yayımlanmak üzere. Brunhoff, de S.; Kapitalist Bunalım ve Ekonomik Politika, Dünya Kapitalizminin Bunalımı, Alan Yayınları, İstanbul 1989, s.392 Edwards, Sebastian; Capital Mobilitiy and Economic Performance : Are Emerging Economies Different? NBER Working Paper No. 8076, January 2001, (Çevrimiçi) http://www.nber.org/papers/w8076.pdf.03.08.2004, s.10 (2) Financial Times; 16 Mart 2007 Gill, S., The Constitution of Global Capitalism, www.theglobalsite.ac.uk/press/ 010gill.htm, 2000 Hardt,M.&Negri, A; Global Transformations, Cambridge 1999, s.180 (3) IMF, World Economic Outlook, April 2006 ve September 2006 Mandel, E; Uluslararası Ekonomide İkinci Kriz, Çev. Yavuz Alagon, Koral Yayınları, s.45, 95 Wallerstein, Immanuel; Liberalizmden Sonra, Metis Yayınları, İstanbul 1998 43