TÜRKİYE EKONOMİ KURUMU TARTIŞMALI TOPLANTI 2004/3 DÖVİZ KURU, CARİ AÇIK VE POLİTİKALAR http://www.tek.org.tr MERKEZ BANKASI POLİTİKALARI Fatih Özatay 21 Mayıs, 2004
Özellikle 2001 Mayısından itibaren, yani bu programın uygulamaya konulmasından itibaren, ekonomik dinamiklerin temel belirleyicilerinin başında borç dinamiği geliyor. Borç dinamiği hakkında yapılan tartışmalar da çok etkili oluyor; hatırlardadır, 2001 Mayısından sonra sık sık şu sorularla karşılıyorduk: Acaba bu borç sürdürülebilir mi? Üç ay sürdürülebilir de, sonrası? Bazı raporlar 6 ay diyordu, bazıları biraz daha avans veriyordu; 2002 ye geliyordu. O sıralarda bu tartışmaları körükleyecek siyasi gelişmeler de yaşıyorduk. Telekom krizinden sayın Başkan bahsetti, sadece Telekom krizi değildi, bir dolu böyle siyasi gelişme vardı. Borcun çok yüksek olduğu ülkelerde, borcun çevrilebilirliği hakkındaki kaygılar, ekonomideki dinamiklerin temel belirleyicisi oluyor ve bu karşımıza reel faizlerde oynamalar olarak çıkıyor. Çünkü iflas riski, borcun ödenmemesi riski, ya da monetize edilerek ödenmesi riski reel faizlerin yükselmesine neden oluyor. O sıralarda da Türkiye de reel faizler %30lar düzeyinde idi. Hatırlardadır, 2001 Mayısından itibaren şöyle günlük verilere bir bakarsak; ikinci piyasadaki faiz haddinin gelişmesine hem de döviz kurlarının gelişmesine, aralarında pozitif bir ilişki görüyoruz. Çok basit bir şekilde bakınca pozitif bir kolerasyon var. Tabi bundan zaman zaman sapmalar olabiliyor. Ama ana eğilim olarak ikisi arasında pozitif bir kolerasyon görüyoruz. Tabi bu da demin değindiğim borç sürdürülebilirliği çerçevesi içine oturtulunca gayet anlaşılabilir bir durum oluyor. Borcun çevrilebilirliğinde sorun olacağını düşünüyorsanız daha fazla reel faiz talep ediyorsunuz (eğer o yerli para cinsinden hala mali varlık tutmaya çalışıyorsanız), ya da portföyünüzde daha fazla yabancı para tutmaya yöneliyorsunuz, bu da döviz kurunu yükseltiyor. Aynı anda bir yandan reel faizlerin yükselişini gözlüyoruz, diğer taraftan (Türk lirasından kaçış nedeni ile) güvensizliğin oluştuğu ortamda döviz kurunun yükseldiğini görüyoruz. O zaman böyle bir ekonomide yapılması gereken ilk şey, programında yapmaya çalıştığı ilk şey, borcun sürdürülebilirliği konusundaki kaygıları ortadan kaldırabilmek ve borcu sürdürülebilir hale getirmek. Bu programın da temelde yapmaya çalıştığı bu. 1
Bocun sürdürülebilirliğini uyguladığınız politikalarla sağlayabiliyorsanız o zamanda şöyle bir durumla karşı karşıya geliyorsunuz. Bunu da 2002 nin ilk yarısında gözledik, 2003 Irak Savaşından sonra gözledik, 2004 ün Nisan ayının başına kadar gözledik. Olumluluğun yarattığı sorun. Nedir bu? Uygulanabilir politikalar çerçevesinde borcun sürdürülebilirliği gündemden düşüyor. Aynı anda reel faizler düşüyor, yerli para değerlenmeye başlayor. Bu, bir yandan kısa vadeli sermaye girişini tetikliyor. Diğer yandan da ya portföy düzeyinde, yani stok düzeyinde ters dolarizasyona yol açıyor. Portföy düzeyinde ters dolarizasyona yol açmıyorsa bile, akım düzeyinde ters dolarizasyona yol açıyor. Bunun bir sonucu olarak yerli paramız daha da değerleniyor. Dolayısıyla bu, kendi kendini besleyen bir süreç haline geliyor. Bunu gördük mü? Evet gördük, mesela rakam vermek gerekirse, ilk önce şu ayrımı da yapmak lazım. Biz bu sene başında yayımladığımız Para ve Kur Politikamız adlı raporda bu ayrımı yaptık. Portföy hareketleri ile akım hareketlerinini ayırıp bakmak lazım. Ters dolarizasyon için bazen şöyle yazılar okuyabilir ya da konuşmalar duyabiliyorsunuz: İşte döviz mevduatlarında azalış yok; hani ters dolarizasyon vardı? Stok anlamında bir azalış olmayabilir, fakat döviz mevduatlarının üzerine yenileri eklenmiyorsa, buna karşılık Türk lirası mevduatlar reel olarak artıyorsa, sonuçta milli gelire oran olarak ya da toplam mevduata oran olarak zaman ilerledikçe döviz mevduatlarının önemi azalacaktır. Bu bir ters (akım) dolarizasyonudur. Bunu gözledik. Kaldı ki, özellikle bu yılın başından itibaren ve 2003 te Irak Savaşı ndan Eylül ayına kadar olan dönemde stok ters dolarizasyonu da gördük. Mesela iki tane rakam: Bu yılbaşından itibaren dolar cinsinden olan mevduatlarda 3,8 milyar dolar azalış var (12 Mayıs itibariyle karşılaştırıldığımızda yılbaşı rakamlarını). Buna karşılık Euro cinsi mevduatlarda 900 milyon Euro artış var. Yani, net olarak bakarsanız, yaklaşık 3 milyar dolara yaklaşan bir azalış var stoklarda. Kısa vadeli sermaye girişi bir taraftan, ters dolarizasyon diğer taraftan, dalgalı kur rejiminin işleyişini de bir miktar sekteye uğratıyor. Hangi anlamda? Cari işlemler dengesinde yapabileceği otomatik düzeltmeler anlamında. O otomatik düzeltmeler hangi hızda olur, hangi kuvvetle olur o ayrı bir tartışma konusu. Ama yapabileceği otomatik düzeltmeleri 2
de bir miktar gölgeliyor. Eğer kısa vadeli sermaye girişleri ve ters dolarizasyon bu kadar güçlü olmasa, cari işlemler hesabındaki açılımın doğal olarak belirli bir gecikme ile ve belirli bir kuvvetle döviz kurunu etkilemesi gerekiyor: Yerli paranın değer kaybetmesi gerekiyor, ama dönüp baktığımızda, bütün bu süreç içinde siyasi gerginlikler olmadığı sürece ya da dışsal şoklar olmadığı dönemde, biz kısa vadeli sermaye girişi ve ters dolarizasyon nedeni ile Türk lirasının değerlendiğini gördük. Hatta nominal olarak değerlendi. Dolayısı ile cari açıktan gelen bu mekanizma tam olarak çalışmamıştır. Dolayısı ile, bu olumlu gidişatın, güvendeki iyileşmenin, borcun sürdürebilirliği tartışmalarının gündemden kalkmasının bir yansıması oluyor. İleride AB konusunda olumlu gelişmeler olursa, bunu çok daha kuvvetli bir şekilde göreceğiz. Bu, Merkez Bankası nın para politikasını zorlaştıran bir şey. Daha problemli bir hale getiren bir şey. Çünkü, sonuçta yerli paramız çok değerleniyor, güçlü bir döviz akımıyla karşı karşıya kalıyoruz ve bunun stabilizasyonu gündeme geliyor. Şimdi benden önceki konuşmacılar son günlerdeki sorunlu gelişmeleri özetledi. Bu gelişmeler çerçevesinde ne yapılabilir, süremin geri kalan kısmında buna bakmak istiyorum. Fakat buna bakarken de bazı saptamalar yapmak istiyorum. Buraya kadar söylediklerimden çıkarılabilecek ilk saptama, risk priminin azaltılmasının gerekli olduğu, reel faizlerin düşürülmesinin gerekli olduğu. Bunu yapmanın yolu da programın aksatılmadan uygulanmasından geçiyor, bunu söyleyebilirim. İkinci olarak da şu gerçeği daima göz önünde bulundurmak gerekiyor: Ekonomide yılların birikmiş sorunlarını bir gecede çözmek mümkün olmuyor. Yıllar alıyor kırılganlıkları azaltmak, özellikle bankacılık sektöründeki kırılganlıkları azaltmak. Siz doğru politikaları uygulasanız da o süreç içinde, ne yazık ki dışsal şoklar karşısında kırılganlıklar devam ediyor. Evet kırılganlıkları azaltıyorsunuz, evet borç stokunu azaltıyorsunuz milli gelire oran olarak, mali sektördeki açık pozisyonları kapatabiliyor ya da belli miktar azaltıyorsunuz, ama hala belli kırılganlıklar ekonomide kalıyor, hala borç stokunuz yüksek oluyor. Dolayısıyla dışsal şoklara karşı ekonominiz hala kırılgan oluyor. Yani doğru patikada gidiyorsunuz, ana eğilim doğru yönde oluyor, ama ne yazık ki tarihsel verileri unutup, trendi unutup, zamanın bir noktasında fotoğraf çekerseniz o ekonomiye hala hassas diyebiliyorsunuz. O ekonomi de Türkiye ekonomisidir. Dolayısı ile bunu da akılda tutmak gerekiyor. 3
Bu çerçeve de bence bundan sonrası için çok da olumsuz olmak gerekmiyor. Dönüp bakınca Türkiye nin iktisadi temelleri üç yıl öncesi ile karşılaştırılamayacak düzeyde iyi. Hatta bir yıl öncesi ile karşılaştırılmayacak düzeyde iyi: Bankacılık sektöründeki kırılganlıklar oldukça azalmış vaziyette, borç stokumuzun milli gelire oranı oldukça düşmüş durumda, enflasyon çok daha düşük, daha bağımsız bir merkez bankası var, bir dolu yapısal reform var, dolayısı ile kırılganlıklarda büyük azalmalar var. Bunu daima göz önünde tutmak gerekiyor ve bunu bekleyişleri iyi yönetebilmek için daima gündeme getirmek gerekiyor. Bütün bu kırılganlıkları azaltan ana politika ne? diye sorarsanız: Uygulanan program. Yani sonuçta, mali disiplin, parasal disiplin ve yapısal reformlar. O zaman bu son olumsuz gelişmelere verilecek en kuvvetli cevap -politika önerisi olarak- bu politikaların sürdürülebilmesi oluyor. Bu politikaların sürdürülebileceğine dair bekleyişlerin tekrar olumluya çevrilmesi geliyor. Piyasalarda bu bekleyişlerin oluşturulması gerekiyor. Özellikle son aylarda şu giderek sık tartışılmaya başlandı: Acaba 2005 te ne olacak, bu politikalar devam edecek mi? Etmeyecek mi? Başlangıç olarak, bu belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu risk priminin azaltılması için son derece önemli. Burada IMF li mi? IMF siz mi? bu tartışmalara girmek istemiyorum. Önemli olan bu politikaların devam ettiriliyor olması, yani, özellikle mali disiplinin devam ettiriliyor olması. İkincisi, özellikle bütün bu süreç içinde kırılganlıkların her geçen gün bir öncekine göre azaltılması gerekiyor. Sadece bankacılık sektöründeki pozisyonların yasal limitler içinde olması, özellikle açık pozisyonların yasal limitler içinde olması yetmiyor. Şirketler kesiminde açık pozisyonların da çok önemli düzeyde olmaması gerekiyor. Sonuçta, şirketler kesiminde açık pozisyon varsa, bilanço etkisi yoluyla dönüp ilk önce bankacılık sektörünü, oradan da giderek reel sektörü vurabiliyor. Bunu unutmamak gerekiyor. Dolayısı ile, bu reform sürecinin sürdürülmesi, hem bankacılık sektöründeki kırılganlıkların hem de firmalar kesimindeki kırılganlıkların dikkat çekecek şekilde azaltılması için ek bir takım düzenlemelere yönelinmesi gerekiyor. 4
Bir diğer nokta mali disiplin kalitesinin artırılması. Bir ara mecburen tek dönemlik, bir kezlik önlemlerle -geçici önlemlerle- mali disiplin sağlamdı. Bunun böyle de olması gerekiyordu. Çünkü bekleyişlerin bir an önce olumluya çevrilmesi gerekiyordu. Fakat bunun kalitesinin artırılması gerekiyor. Ne olabilir? Burada iki tane alan üzerinde çalışılıyor. Bir tanesi sosyal güvenlik reformu. Çünkü sosyal güvenlik alanında, gelecekte bizi önemli açıklar bekliyor. Bu alanda yapılabilecek bir reform, tekrar ekonomideki risk primini azaltıp, reel faizleri düşürebilecek yönde olacaktır. Bir diğeri de vergi tabanını genişletmek. Özellikle, kayıt dışı ekonominin bir kısmını kayıt altına alabilecek vergi reformu yapmak. Tabi bunu söylemek çok kolay, ama gerçekleştirmesi zor bir iş. Ama bunu yapmanın, Türkiye nin rekabet gücünü artırabileceği yönünde çalışmalar var. Dolayısı ile ihracat performansını da olumlu yönde etkileyebilecek bir gelişme olabilir. Dolayısı ile bir bu iki ana reformu yapabileceğimizi açıklayabilirsek, bu mevcut programın bundan sonra devam ettirilebileceğine ekonomik birimleri inandırabilirsek, sonuçta dış dünyadaki şoklar bizi olumsuz etkileyecektir, ama ekonomimizin iyi yönde olan ana eğilimden sapmasını da engellenecektir. Sonuçta dışsal şoklar olabilir, yurtdışındaki faizler yükselebilir, dolayısı ile global likidite azalabilir, dolayısı ile Türkiye ye gelen sermaye azalabilir; azalsın, bazen bu iyi de olabilir, özellikle bu gelen kısa vadeli sermaye ise. Ama biz ekonomimizdeki kırılganlıkları son derece azaltabiliyorsak, kuvvetli politikalarımıza devam ediyorsak (mali disipline, parasal disipline, reformlara), oluşabilecek dışsal şoklar karşısında oluşabilecek hareketler ana eğilimden geçici hareketler olmaya mahkumdur. Bizim de bunu kendi halkımıza böyle anlatmamız gerekiyor. Çünkü böyle bir ortamda borç stokunun çok yüksek olduğu ülkelerde iktisadi temeller düzgün bile olsa, iktisadi temellerin düzgün olması yönünde yeni politikalar uygulasanız bile, bekleyişler buna uygun değilse, uyguladığınız iktisadi politikalara uygun değilse, islediğiniz sonuçları alamıyorsunuz. Döviz kurundaki hareketleri iktisadi temeller değil, köpükler belirliyor. O köpükleri patlatabilmek içinde bekleyişlerin çok iyi yönetilmesi gerekiyor. Ama, ne yazık ki son iki ay içerisinde bekleyişlerin iyi yönetildiğini söyleyemeyeceğim. Özellikle, çok büyük dışsal şokların olduğu bir dönemde, yaratılan tartışma ortamını hepiniz biliyorsunuz, bunun hakkında daima fazla konuşmama gerek yok. Ama bu söylenenleri yapabilirsek ve bu tür 5
gerginlikleri ortadan kaldırabilirsek, olumsuz olmak için bir neden görmüyorum. Tabi ki zorlu bir dönem olacak. Ama, nasıl bir Irak Savaşını aşabildiysek, nasıl 2002 nin ikinci yarısındaki siyasi gerginlikleri aşabildiysek, bunu da aşabiliriz. Tabi ki bunu aşmak için daha çok çaba harcamak gerekiyor. Çünkü, Irak Savaşının geçici olacağı biliniyordu. Halbuki global likiditedeki daralma daha uzun süreli olabilir. Ama biz iktisadi temelleri düzgün tutabilirsek, bekleyişleri de buna göre ayarlayabilirsek, çok daha kaliteli sermaye çekebiliriz, doğrudan yatırımları çekebiliriz. Benim de politika önerilerim bunlar. Teşekkür ederim. 6