KAÇKARLAR DAN BERLİN E Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü Al UZUN 6. Baskı
Ali Uzun Kaçkarlar'dan Berlin'e "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" ISBN-978-605-364-151-3 Kitapta yer alan bölümlerin tüm sorumluluğu yazarına aittir. 2014, Pegem Akademi Bu kitabın basım, yayın ve satış hakları Pegem Akademi Yay. Eğt. Dan. Hizm. Tic. Ltd. Şti ye aittir. Anılan kuruluşun izni alınmadan kitabın tümü ya da bölümleri, kapak tasarımı, mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik, kayıt ya da başka yöntemlerle çoğaltılamaz, basılamaz, dağıtılamaz. Bu kitap T.C. Kültür Bakanlığı bandrolü ile satılmaktadır. Okuyucularımızın bandrolü olmayan kitaplar hakkında yayınevimize bilgi vermesini ve bandrolsüz yayınları satın almamasını diliyoruz. 1. Baskı: Mart 2011, Ankara 2. Baskı: Ağustos 2011, Ankara 3. Baskı: Mart 2012, Ankara 4. Baskı: Aralık 2012, Ankara 5. Baskı: Eylül 2013, Ankara 6. Baskı: Ağustos 2014, Ankara Yayın-Proje Yönetmeni: Ayşegül Eroğlu Dizgi-Grafik Tasarım: Seda Demiralp Baskı: Yorum Basın Yayın San. Ltd.Sti. İvedik Organize Sanayi Bölgesi Matbaacılar Sitesi 35. Cadde No : 36-38 06370 Yenimahalle /ANKARA (312 395 21 12) Yayıncı Sertifika No: 14749 Matbaa Sertifika No :13651 İletişim Karanfil 2 Sokak No: 45 Kızılay / ANKARA Yayınevi: 0312 430 67 50-430 67 51 Yayınevi Belgeç: 0312 435 44 60 Dağıtım: 0312 434 54 24-434 54 08 Dağıtım Belgeç: 0312 431 37 38 Hazırlık Kursları: 0312 419 05 60 E-ileti: pegem@pegem.net
OKUMAKTAN EDİNDİĞİM EN ÖNEMLİ FAYDA, BİLGİSİZLİĞİMİ GİTDİKÇE DAHA İYİ ANLAMAK OLMUŞTUR. D E S C A R T E S KİTAPLAR, NE KADAR ÇOK OKUDUM İSE, DÜNYAYI O KADAR ÇOK BANA YAKINLAŞTIRDILAR, BENİM İÇİN HAYAT, O DERECE ANLAM VE ÖNEM KAZANMIŞ OLDU. MAXİM GORKİ "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü"
EŞİM SEYHAN A SEVGİLERİMLE
ALİ UZUN Ali Uzun, 1942 yılında, Rize ilinin Kalkandere kazasının Yolbaşı köyünde dünyaya geldi. Köyündeki beş yıllık ilkokul öğreniminden sonra, 1955 yılında, Kars Kazım Karabekir İlk Öğretmen Okulu nun yatılı sınavlarını kazandı ve orada öğrenimine başladı. 1959 yılında, memleketi Rize de açılmış bulunan ilk öğretmen okuluna naklini yaptırdı ve 1961 yılında da buradan ilkokul öğretmeni olarak mezun oldu. Aynı yılın Eylül ayında, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca Bölümü nün giriş sınavlarını kazandı ve yüksek öğrenim için Ankara ya gitti. 1964 yılında, orta dereceli okullarda Almanca öğretmenliği yapma hakkını elde etti ve Afyon a öğretmen olarak tayin oldu. 1966 yılının Haziran ayı içinde Ankara ya çağırıldı ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi nde Almanca raportörü olarak görevlendirildi. 1968 yılının başında, Türkiye Cumhuriyeti Bonn Büyükelçiliği Kültür Ataşeliği ne memur olarak gönderildi. Üç buçuk yıl süren yurt dışı görevinin sonunda, 1971 yılının Temmuzunda, Ankara da Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü nde, yurt dışında okuyan öğrencilerle ilgili şubenin başına getirildi. Bu dönemde, akşamları, Ankara da bulunan Hacettepe Üniversitesi nde Eğitim Bilimleri dalında yüksek lisans öğrenimi yaptı. 1975 ve 76 yıllarında, Hacettepe Üniversitesi nde öğretim görevlisi olarak Almanca dersler verdi. Kasım 1976 ayı içinde, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Berlin de, Eğitim Müşavirliğini kurmakla görevlendirildi. Türk çocuklarının ve gençlerinin eğitimleriyle ilgili yoğun çalışmaları nedeniyle, Alman makamları tarafından, yabancı işçi çocuklarının ve gençlerinin eğitimine yardımcı olmak üzere, Berlin de kalması hususunda kendisine teklifte bulunuldu. Ailece Berlin de kalmağa karar verdiler. Bundan sonraki dönemde, emekli oluncaya kadar kendisini tamamen öğretmenlik mesleğine adadı. "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü"
Berlin de, 1981 yılında I. ve 1983 yılında da II. Devlet Sınavlarını başarı ile vererek Berlin okul yasasına göre, Almanca ve İngilizce öğretmeni olarak 2006/07 öğretim yılı sonuna kadar aralıksız görev yaptı. Öğretmenliğinin yanında, Charlottenburg Eğitim Müdürlüğü nde, yıllarca, danışmanlık ve tercümanlık yapmak suretiyle öğrencilere, velilere, öğretmenlere ve okul yönetimlerine yardımda bulundu. Ayrıca birçok dernek ve kulüpte de fahri olarak aktif görev aldı. Evli ve iki çocuk babası olan Ali Uzun, 22 Haziran 2007 tarihinde, büyük bir merasimle, yaş haddinden emekliye ayrıldı. Kendisini ve renkli yaşamını yakından tanıyan meslektaş, arkadaş ve dostlarının teşviki üzerine, emekli olduktan sonra anılarını bu kitapta toplamağa karar verdi ve okuyucunun hizmetine sundu. Çeşme / Berlin, 2011
SUNU Bir öğretmenin hatıralarını içeren Kaçkarlar'dan Berlin'e adlı kitap, Rize'nin Yolbaşı köyünde başlayıp Berlin'e uzanan bir eğitim gönüllüsünün yaşam öyküsüdür. Bu kitapta, 1961 yılında Gazi Eğitim Enstitüsünde tanıştığım çok yakın arkadaşım, aziz dostum Ali Uzun, yaşadıklarını, mücadelelerini, Türk ve Alman toplumlarındaki gözlemlerini, eğitime, özellikle de kültürlerarası eğitime ilişkin düşüncelerini kendine özgü anlatımıyla dile getirmiştir. Satırlar arasında eğitimin gücünü, yaşamda rastlantıların yanı sıra hedef belirlemenin doğruluğunu, disiplinli ve çalışkan olmanın erdemliliğini yakalayabilir; sürekli öğrenme arzusu, bilgiyi paylaşma isteği ve yetiştiği çevreye örnek olma tutkusu ve birlikte iş yapabilme mutluluğu ile birleşince, 69 yılda neler yapılabileceğini görebilirsiniz. Türk milli eğitiminde 1960'lı yıllarda ilkokul öğretmeni yetiştiren öğretmen okulu programlarında yabancı dil derslerinin bulunmayışına karşın; içten gelen bir tutkuyla, Alman dilini öğrenmeye ilgi duyup tamamen kendi çabaları ile Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca öğretmenliği bölümüne girmiş olmakla makus talihini değiştirdiğini görüyoruz Ali Uzun'da. Günümüzde moda olan yaşamboyu dil öğrenmede özdenetimi, öğrenmeye (self-regulated learning) ve kendini değerlendirmeye (selfassessment) en güzel örnekler vererek başlıyor Gazi eğitimdeki dil eğitimine. Bu eğitim kurumudur ki, Sayın Uzun'un Batı kültürünü, özellikle de Alman dili ve kültürünü daha yakından tanımasına, evrensel düşüncelerinin gelişmesine en büyük katkıyı yapmıştır. 1960'lı yıllarda, Türkiye'den Almanya'ya göçün başladığı zaman dilimi içinde başlıyor bu serüven. Bir Türk eğitimcisinin Alman eğitim sisteminde saygın bir yer alması ve uzun soluklu bir meslek yaşamından sonra emekliliği hak etmesi oldukça önemli görülmelidir. Türk işçilerinin ve ailelerin Almanya'da uyum sağlamasına özel çaba göstermesi, kültürlerarası eğitim uygulamalarında etkin rol alması
ve Türk öğretmeninin çalışkanlığını, azmini ve yeterliliğini en üst düzeyde sergilernesi açısından çok önemli görülmelidir bu yaşam öyküsü. Avrupa Birliği eğitimcileri, eğitim politikası içinde çok önem verdikleri çok dillilik ve çok kültürlülük bağlamında "Avrupa vatandaşı" yetiştirmede; iyi eğitim almış Türk aydınlarının nasıl bir sorumluluk alacaklarını, hem Türk hem de Avrupa, özellikle Alman halkları için nasıl bir toplum önderi olabileceklerini bu kitabının satırları arasında bulabilirler ve Avrupa'da Türk imajını yeniden oluşturmada ve uyum sorunlarını çözümlemede bir kaynak olarak kullanabilirler. Bu belirlemeler ve duygularla, sevgili arkadaşım Ali Uzun'u bu katkısından dolayı kutluyor, bu anıların genç öğretmenlere esin kaynağı olmasını, arkadaşıma da yaşamının ikinci baharında uzun ömürler diliyorum. Prof. Dr. Özcan Demirel Ankara, Mart-2011
TEŞEKKÜR "Kaçkarlardan Berlin'e, Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" adlı kitabımın hazırlanmasında yayınına kadar geçen süre içinde katkısı olan herkese burada teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Başta sevgili eşim Seyhan'ın büyük desteği, kitabımın düzenlenmesindeki büyük oğlum Ertuğrul'un çabaları ve küçük oğlum Hakan'ın eleştirel bir gözle içeriği ile ilgili görüş ve düşünceleri, çalışmalarımda bana yardımcı olmuş ve ışık tutmuştur. Yakın tarihimizin son altmış yılını, benim yaşamımla paralel olarak ele alıp böyle bir kitap yazmamı teşvik eden ve sunu yazısını, kısa bir süre içinde hazırlayan ve Pegem Akademi Yayınevi ile ilişki kurmamı sağlayan değerli dostum Prof. Dr. Özcan Demirel'e, bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum. Son olarak, Pegem Akademi Yayınevinin başta kıymetli müdürü Servet Sarıkaya olmak üzere, kitabımın hazırlanması ve yayınlanması için seferber olan ve büyük gayret gösteren tüm mensuplarına, içtenlikle teşekkür ederim. Çeşme, 2011 "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü"
İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm Hayatımdaki En Anlamlı Günlerden Biri...3 Burslu Olarak Almanya ya İlk Seyahatim...7 Öğrenmenin Yaşı Yoktur... 11 Türk İşçilerinin İsyanı... 11 Büyük Doğum Günü Partisi... 13 Isı Bombası... 13 Garson Kızın Dondurma Ziyafeti... 15 Kilisede Tiyatro ve Disko... 16 Almanya ya Çalışmağa Gelen İlk Türk İşçileri... 17 Afyon da Almanca Öğretmenliğim... 20 Barış Gönüllüleri... 22 Afyon daki Çalışmalarım... 25 Erika ve Dieter Fischer Çifti... 27 İzmir de Almanca Öğretmenleri Semineri... 28 Evliliğe İlk Adım: Nişanlım ve Ailesi... 31 Afyon Çimento Fabrikası... 33 1966 Yaz Tatilinde Ankara da Seminer... 34 Bakanlığa Tayin... 37 Bakanlıkta Karşılaştığım İlginç Olaylar... 39 Kıbrıslı Sabri Bey... 42 Erika Dieter Fischerler'le Türkiye Seyahatimiz... 44 Burslu Olarak Almanya ya İkinci Seyahatim... 49 Bir Sohbetin Düşündürdükleri... 51 Türkiye den Gelen Öğrencilerin Almanya da Karşılaştıkları Zorluklar... 54 Heidelberg e Seyahat... 55 "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü"
İstanbullu Doktorun Başına Gelenler... 57 T.C. Bonn Büyükelçiliği Kültür Ataşeliğine Tayin Hazırlıkları... 59 Büroda Olay Çıkaran Bir Milletvekili Hanımı... 62 Bonn daki Görevim... 64 Katolik Bir Ailenin Dramı... 65 Kültür Ataşeliği ve Öğrenci Müfettişliğindeki Çalışma Durumu... 66 Kaç Eşiniz Var?... 68 İş Ahlakı... 70 Bademcik Ameliyatım... 70 Mamanın Mutsuzluğu... 73 Öğrencilerin Özel Problemleri... 75 Batı Berlin e Seyahat... 76 Doğu Berlin e Günübirlik Ziyaret... 81 MEB Muhasebe Genel Müdürü Selahattin Akıncı nın Göz Ameliyatı... 84 Bonn Bad Godesberg teki Diş Hekimiyle Sohbet... 86 Seyhan ın Türkiye Seyahati ve On Aylık Ayrılığımız... 88 Tipik Bir Türk İşçisi: Köln deki Hemşerim... 89 Kültür Ataşesinin Rahatsızlığı... 90 Alman Sekreterimizin Kedileri... 91 Ren Bölgesinde Karnaval... 93 MEB Orhan Oğuz un Ziyaret Planının Hazırlanması... 97 MEB Orhan Oğuz un Bonn Ziyareti... 99 Ren Nehri Yakınındaki Lojmana Taşınma...102 Hakan ın Fiyatı...103 12 Mart 1971 Muhtırası...105 Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğündeki Görevim...108 Devletten Burs Alan Öğrencilerin Yurt Dışına Gönderilmeleri...110 Şubemdeki Memurların İsyanı...114 xii KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Dairemizin İskân İzninin Alınmasında Karşılaştığım Zorluklar...116 MEB den Ayrılma İsteğimin Reddi...119 Genel Müdür Başyardımcısına İsyanım...121 MEB Yurt Dışı Teşkilâtı Personelinin Tayin Yönetmeliğinin Hazırlanması...123 Bürokraside Modelle Öğrenme...124 Karşılıksız Burslarla İlgili Komisyon Çalışmaları...126 Öğretmenliğe Yeni Başlayan Bir Bayan Öğretmenin Öyküsü...128 MEB Muhasebe Genel Müdürü Selahattin Akıncı İle İlişkiler...131 Askerlik Görevi...132 Kars ta İlk Günlerim...134 Bölükte İlk Görevim...136 Devlet Hastanesi Baş Hekimi...138 Alay Karargâhında Görevlendirilişim ve Oradaki Çalışmalarım...139 Köy Kahvesinde Oturanlara İsyanım...144 Kars Lisesinde Disiplinin Sağlanması ve İngilizce Öğretmenliğim...145 Ticaret Hayatına Atılmam İçin Cazip Teklifler...148 Deli Mustafa...150 105 Kimsesiz Çocuğa Sünnet Düğünü...152 Askerliğimin Tamamlanması ve Devlet Lisan Okuluna Tayinim...153 Hacettepe Üniversitesinde Öğretim Görevliliğim...154 Aydınlar Apartmanında Yöneticiliğim...156 Almanya dan Gelen Resmi Misafir...160 İzmir de Almanca Öğretmenlerine Seminer...163 Alman Araştırma Bursuyla Almanya Seyahatim...163 Ya Amerika Birleşik Devletlerinde Doktora veya Berlin de Eğitim Müşavirliği...167 Faşist Hükümetle Mücadele...169 Ver Elini Almanya...171 "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" xiii
Eğitim Müşaviri Olarak Karşılaşmış Olduğum Zorluklar ve Sebepleri...173 1.0 Genel Politik Durum ve Bunun Batı Berlin deki Türk Toplumuna Etkileri...174 2.0. Türkiye deki Siyasi Kargaşanın Berlin de Yaşayan Vatandaşlar Arasındaki Olumsuz Yankıları...177 3.0 Türk İşçi Çocuklarının Eğitimiyle İlgili Olarak Yürüttüğümüz Olumlu Çalışmalardan Rahatsız Olan Çevrelerin, Engellemeye Yönelik Faaliyetleri ve İftiraları...181 4.0 Türk İşçi Çocuklarının Eğitimiyle İlgili Olarak Tutarlı Politikaların Bulunmaması...187 Hizmet Anlayışımız...189 Türklerin Avukatı...190 Tophanenin Tulumbacıları...196 Dikiş Makineleri Satan İhtiyarın Öfkesi...198 Neukölln Kazasındaki Kiralık Daireden Steglitz e Taşınmamızın Öyküsü...200 Potsdam Macerası...203 Batı Berlin İlkokullarının Müfredat Programlarındaki Bazı Ders Konularının Düşündürdükleri...207 Kreuzberg Kazasının Belediye Gazinosunda Veli Toplantısı...209 Rüşvet Olarak Bir Adet Renkli Televizyon Teklif i... 215 Konsolosluk Öğretmenlerine Almanca Dil Kursu...217 Senato Öğretmeni Konsolosluk Öğretmeni...221 Wedding Kazası Eğitim Müdürünün Yemekli Daveti...223 Avrupa daki Eğitim Müşavirliklerinin Denetlenmesi...225 Ankara dan Gönderilen Garip Bir Yardımcı...226 Yeni Genel Müdür Mustafa Kemal Yılmaz ın Batı Berlin i Ziyareti...229 İngiltere de Tatilde İken Türkiye ye Çekilişim...233 Berlin in Charlottenburg Kazasında Görevlendirilmem...239 Eğitim Müdürünün Sınıfımı Ziyareti...243 xiv KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Berlin deki Yeni Hayatımız...246 Avrupa daki Türk İşçilerinin Yatırım Potansiyelinin Kullanılamaması...250 Doğu Berlin de, Diplomatlar Kulübündeki Yılbaşı Balosu...253 Görevden Ayrıldıktan Sonraki Eğitim Müşavirliğinin Durumu...254 Avukat Jürgen Mainitz e Türkçe Tercümanlık...258 Eğitim Amaçlı Bir Derneğin Kuruluşunda Karşılaştığımız Problemler...261 1979 Yılının Yaz Tatilinde Türkiye ye Seyahat...267 Kendini Öldürmek İsteyen Bir Türk Kızının Hikâyesi...269 Dikiş Kursuna Katılan Bir Türk Kızının Yaşadıkları...273 Üç Genç Alman Kızının Korkunç Hikâyesi...275 Berlin de Yaşayan Türk İşçilerinin İşyeri Açma ve İşletmeleriyle İlgili Problemleri...277 İşyeri Açan Türk İşçilerinin Hesap Hataları...279 Şehir Otobüsündeki İki İhtiyar Bayanın Konuşmaları...280 1981 Yılının Yaz Tatilinde Marmaris ten Hatıralar...281 Nazilli Sitesindeki Yaz Tatilimiz...285 Çocuk Yetiştirilmesindeki Bakış Açımız...286 Hakan ın Futbol Aşkı...287 Schlesien Oberschule de İlginç Gözlemlerim...289 Öğretmenler Gezisi...295 Berlin Okullarında Görevli Olan Türk Öğretmenleri İçin Seminer...296 Eğitim Müdürlüğündeki Danışmanlık Görevim...297 Schöneberg Kazasında Bir Türk İşçi Ailesini Ziyaret...300 Almanya nın Nüfusu Azalıyor, Türklerden de Fayda Yok...301 Jürgen Mainitz le Türk ve Alman Toplumları Hakkında Sohbet...302 Bayan Benoire ın Son Günleri...305 Tekerlekli Arabadaki Yaşlı Bayan...307 Günübirliğine Potsdam a Gezi...309 "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" xv
Büyük Sporcunun Dramı...314 Sigara İçme Alışkanlığı Üzerine Bazı Düşünceler...315 Sigarayı Bırakmak İsteyenlere Terapi...318 Kaybettiğim İki Değerli Dost: A. Ragıp Önal ve Dr. Fehmi Cönk...321 Yaz Tatillerinde Türkiye ye Yaptığımız Seyahatlerle İlgili Bazı İlginç Gözlemlerimiz...324 Türkiye ye Yaptığımız Seyahatlerde Yaşadığımız Başka İlginç Olaylar...326 İzmir Gümrüğünde Maceralarım...332 Tercümanlık Yaparken Karşılaşmış Olduğum İlginç Olaylar...340 Sosyal Mahkemede Tercümanlık...342 Tutuklu Bir Türk Vatandaşının Kriminal Polisteki Sorgusu...343 Siemens Firmasının Çevre Sağlığıyla İlgili Sempozyumu...345 Türkiye yi Tanıtım Projesi...347 Sınıf Gezisinin Finansmanının Sağlanması...350 Türkiye ye Seyahat...353 Çeşme ve Ege Bölgesindeki İki Haftalık Sınıf Gezimiz...356 Kuzey Kıbrıs Dostları Birliği ve Kuzey Kıbrıs a Seyahat...362 Jürgen Mainitz in 70. Doğum Günü Partisi ve Acı Sonu...367 İkinci Bölüm Giriş...370 Çocukluk Yıllarından Hatırladıklarım...371 Kars a Seyahat ve Sözlü Mülâkat...376 Okuldaki Eğitim Faaliyetleri ve Almanca Kursu...377 Okulun ve Cılavuz Kazasının Fotoğrafçısı...381 Sınıf Birincileri Gezisi...383 1959 Yılının Yaz Tatili ve Beyaz İhtilâl Benzetmesi...384 Karşılaştığım İlk Alman...386 xvi KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Rize İlk Öğretmen Okuluna Nakil...387 Rize Ziraat Bahçesi...389 İlk Öğretmen Okulundan Mezuniyet ve Kendi Köyüme Tayinim...391 Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Almanca Bölümünde Öğrenci...394 İzmir e, Kazalarına ve İstanbul a Seyahat...396 Deniz Seyahati Maceramız...397 İlkokul Öğrencileriyle ve Beldemizin İnsanlarıyla İlişkiler...400 Yolbaşı İlkokulunun Başarısı...406 Otobüste Ağlayan Öğretmen...406 Yolbaşı, İnci ve Dilsizdağı Köylerinin Elektriğe Kavuşmaları...408 Bölgemizde Ortaokulun Yapılması İçin Verilen Mücadeleler...414 Boya da PTT Şubesinin Açılması ve Telefon Santralının Kurulması...417 Bulvar Palas taki Sohbet...418 Taksi Şoförüyle Sohbet...421 Çocukluk Hatıralarımdan Geride Kalan Hayal Kırıklıkları...424 "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" xvii
BİRİNCİ BÖLÜM
Hayatımdaki En Anlamlı Günlerden Biri Ali Uzun 22 Haziran 2007 tarihinde, bir cuma günü, saat 17.00 den itibaren, benim emekliye ayrılmamla ilgili olarak öngörülen merasim, Berlin de, Koch Caddesi, 28 numarada, Axel Springer- Basın Sitesinin karşısında, yeni açılmakta olan bir lokalde yapılacaktı. Altmış yaşını dolduranlar için özel olarak düzenlenen bir uygulamadan yararlanmak üzere, önceden müracaatta bulunmuş ve böylece bir yıl daha beklemeden, 64 yaşını doldurunca, emeklilik maaşımdan önemli bir kaybım olmadan, emekliye ayrılma hakkını elde etmiştim. İşte bu veda merasiminin hazırlığı konusunda, okul müdürümüz Bay Dettmer Besier ile önceden görüştüm. Müdür, haklı olarak öğretim yılı sonunda okulumuzdaki meslektaşlarımın, yazılıların okunması ve karnelerin düzenlenmesiyle ilgili olarak stres yaşadıklarını, çok yoğun çalışmalar içinde olduklarını, 42 öğretmenden sadece yarısının veda toplantıma gelebileceğini tahmin ettiğini, ona göre hazırlıkların yapılmasının ve dışarıdan misafir davet edilmesinin uygun olacağını söyledi. Ne var ki, müdürümüz tahmininde yanılmıştı. Onun ifade ettiği tüm engellere rağmen, okulumdaki öğretmen arkadaşlarımın hemen hepsi veda merasimime katılacaklarını bildirdiler. Bu yüzden, lokaldeki masa ve sandalye sayısının sınırlı olması nedeniyle, dışarıdan çok az sayıda misafir davet edebildim. Eşim Seyhan, büyük bir öz veride bulundu, o gün için Türk mutfağının özel yemeklerini bizzat kendisi hazırlayarak açık büfeyi düzenledi. Berlin in ünlü pastacısı Selahattin Kurucu ve ortağı Erol Çamlı, 70 kişilik veda pastasını özenle hazırladılar. Piyanist Atilla Kaban da Türk ve enternasyonal melodilerle günüme renk katmak ve yemekte fon müziği yapmak için hazır olduğunu bildirmişti. Lokalin terası oldukça büyüktü, açık bir alana bakıyordu ve önünde suların fışkırdığı bir de havuz bulunuyordu. Anlaşılacağı üzere, her şey en güzel şekilde planlanmıştı ve uyum içinde idi. Artık merasim başlayabilirdi. "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" 3
Misafirleri karşılamak ve lokaldeki son hazırlıkları gözden geçirmek üzere, eşimle birlikte o gün saat 16.30 da lokale vardığımızda, okulumdan beş öğrencinin de oraya geldiklerini gördük. Şaşırmıştık. Öğrencilerin geleceğine dair her hangi bir bilgim yoktu. Gelişlerinin sebebini sorduğumda, şu karşılığı verdiler: Buradayız, işte. Niçin geldiğimizi ve burada ne yapacağımızı önceden size söyleyemeyiz. Saat 17.00 ye doğru yeniden on bir öğrenci daha gelmez mi? Böylece yıllarca görev yapmış olduğum okulumdan, davetsiz misafir olarak on altı öğrenci de, veda merasimime katılmak üzere orada bulunuyordu. Saat tam 17.00 de, merasim başlamadan önce, terasta oturanların şaşkın bakışları arasında, beraberlerinde getirmiş oldukları müzik enstrümanlarını, misafirlerin bulunduğu terasın önüne taşıdılar, süratle kabloları döşediler ve lokalden elektrik aldılar. Daha sonra anlaşıldı ki, öğrenciler, lokali önceden ziyaret etmişler, müzik enstrümanlarını kuracakları yeri ve elektrik alabilecekleri prizleri belirlemişler. Ayrıca altı ay boyunca, veda merasimim için ders saatlerinin dışında, öğleden sonraları yoğun bir şekilde hazırlanmışlar, şiirler yazıp bestelemişler, oryantal dans ve Türk folkloru yapmasını, bu arada halay çekmesini de öğrenmişlerdi. Hayrettir ki, ayrılacağım son güne kadar görevimin başında bulunmama ve okuldaki derslerime düzenli olarak gitmeme rağmen, söz konusu hazırlıkları, büyük bir maharetle benden gizli tutmasını becerebilmişlerdi. Tam saat 17.00 de, resmi açılış yapılıp konuşmalar tamamlandıktan sonra, öğrenciler, benim için yazdıkları şiirleri hem okudular hem de şarkı olarak çalıp söylediler. Oryantal danslar yaptılar, beni de aralarına alarak halay çektiler. Çoğunluğu Alman olan öğrencilerin, veda günüm için böylesine büyük bir hazırlık yapmış olmalarından ve sürprizde bulunmalarından dolayı çok duygulandım. Onların bu asil davranışlarına misafirlerim de hayran kaldı. Gerçekten bu, benim için kelimelerle ifade edilemeyecek kadar anlamlı ve önemli bir veda idi. Ayrıca sınırlı cep 4 KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Ali Uzun harçlıklarından artırdıkları paralarla satın almış oldukları çiçekleri ve bir şişe şampanyayı bana hediye ettiler. Öte yandan, piyanist Atıla Kaban la öğrenciler çok çabuk kaynaştılar ve geç saatlere kadar birlikte müzik yaptılar. Veda günümde, öğrencilerin isteyerek ve sevgiyle yaptıkları o eşsiz gösteriyi, yaşadığım sürece hiç unutmayacağım! Çünkü insan hayatında böylesine duygu, heyecan ve mutluluk dolu günler enderdir. "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" 5
Veda merasiminde eşi ve çocuklarıyla birlikte, 22.06.2007, Berlin 6 KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Burslu Olarak Almanya ya İlk Seyahatim Ali Uzun 1964 yılının Haziran ayında, Gazi Eğitim Enstitüsü nün Almanca Bölümünü başarı ile bitirdim ve orta dereceli okullarda Almanca öğretmenliği yapabileceğime dair diplomayı aldım. Ayrıca o yaz, Almanya daki herhangi bir Goethe Enstitüsü'nde staj yapmak üzere, iki aylık bir yaz bursu kazandım. Artık dünyalar benim olmuş, rüyalarım gerçekleşmişti: Kitap ve filmlerden, üçüncü kişilerin anlattıklarından hayali olarak tanıdığım Almanya yı, insanlarını ve kültürünü, yerinde, canlı olarak, yakından tanıma fırsatını bulacaktım. Bütün bunlara ek olarak Almanca konuşma pratiğimi de geliştirme imkânını elde edecektim. 1960 lı yıllarda, bu güne göre, ülkemiz çok fakirdi, ulaşım olanakları sınırlı ve yabancı bir ülkeye seyahat etmek çok pahalıydı. Devlet yardımı ya da kendi imkânlarımla Almanya ya, birkaç aylığına da olsa, staja gidebilmem söz konusu değildi. Bu yüzden, Almanya dan iki aylık yaz bursu kazanmamın, bilgi ve tecrübemi orada geliştirme fırsatını elde etmiş bulunmamın, gelecek açısından ve mesleğim yönünden, ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Öte yandan, hava yolu ulaşımı günümüzdeki gibi henüz gelişmemişti ve dar gelirli bir aileden gelen benim gibi bir öğrenci için lükstü. Ben de haziran ayının sonunda, trenle İstanbul dan Münih e hareket ettim. Sirkeci Tren İstasyonunda, Ruhr Bölgesindeki kömür ocaklarında çalışan bir köylüme rastladım. 1962 yılında Almanya ya çalışmağa giden ilk Türk işçilerindendi ve Türkiye de geçirdiği izninden sonra geri dönüyordu. Artık birlikte Almanya ya seyahat etmekte olduğum genç, yirmili yaşlarının sonunda, heyecanlı, yüksek sesle konuşan, sert mizaçlı tipik bir Karadenizli idi. Çalıştığı Almanya daki kömür ocağı ve oradaki yaşantısı ile ilgili anılarını, Karadeniz şivesiyle, ballandıra ballandıra anlatarak, uzun tren yolculuğumuzun renkli geçmesini sağlıyordu. Bir ara kaldığımız kompartımana, Sofya dan trene binen üç genç kız geldi. Onlardan biri biraz Almanca biliyordu. Bu genç hanımlar, Bulgaristan ın Yugoslavya sınırına yakın bir şehrine gidiyorlardı. "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" 7
Almanca bilen kızın tercümanlığıyla diğerleriyle de sohbet ediyor, Bulgaristan daki yaşam hakkında bilgi almağa çalışıyorduk. Aradan bir süre geçtikten sonra, genç Bulgar kızı, Karadenizli hemşerimi göstererek: Dikkatimizi çekti, bu bey, devamlı size kızıyor, acaba neden?, diye sordu. Hayır, dedim, onun bana kızması için bir sebep yoktur. Neden öyle düşündünüz? Dedi ki: Sürekli yüksek sesle bağırıyor ve konuştukça yüzüne kan hücum ediyor. Genç kızın bu sözleri üzerine gülmeğe başladım ve ona şu karşılığı verdim: Karadenizliler genelde kavga eder gibi yüksek sesle konuşurlar. Onun kızdığı falan yok, bu tabii halidir. Kızcağız durumu arkadaşlarına anlatınca, bu sefer de gülme sırası onlarda idi. Karadenizli genç ise, öğrenmiş olduğu yarım yamalak Almancasıyla onlara: Hayır hayır, ben yok kızmak arkadaşıma!, dedi. Bunun üzerine hep beraber gülüştük. Üç günlük macera dolu, yorucu ve uzun bir tren yolculuğundan sonra, haziran ayının sonunda, güneşli ve güzel bir günde, Münih e vardım. Münih Tren İstasyonu, duyduğum ve tahayyül ettiğimden de büyük ve ihtişamlı idi. Sayısız peronlardan, Almanya nın diğer şehirlerine ve Avrupa nın beli başlı ülkelerine trenler kalkıyor ve oralardan da trenler geliyordu. Önlerinde ayaküstü kahve veya bira içilen, sucuk ve patates kızartması gibi hafif yemekler yenen bakımlı ve tertemiz küçük tezgâhlar, zamanı olanlar için oturarak yemek yenilen restoranlar ve alış veriş yapılan, özellikle hediyelik eşya satan dükkânlar, istasyonun her tarafında düzenli bir şekilde serpiştirilmişlerdi. Hayranlıkla ve merakla, bir süre orada olan biteni anlamağa çalıştım. Münih e kitap ve giyeceklerle dolu büyük bir bavulla gelmiştim. İstasyondaki ilk şaşkınlığım geçtikten sonra, artık banliyö treniyle, staj yapacağım Goethe Enstitüsü'nün bulunduğu Rosenheim şehrinin yakınındaki Deggerndorf köyüne hareket etmem gerekiyordu. Banliyö treninin kalkacağı peronu buldum, yorgun argın bavulla trene binmeğe çalışırken, genç bir kız arkadan bavulumu tutarak bana yardımcı oldu. Daha sonra da beni takip etti, girdiğim kompartımana geldi ve karşımdaki boş yere oturdu. Sarışın, mavi gözlü olan bu sevimli 8 KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Ali Uzun kız, Münih Pedagoji Yüksek Okulunda öğrenci olduğunu, ailesiyle birlikte Goethe Enstitüsü'nün bulunduğu köyün yakınındaki komşu bir köyde yaşadığını, her sabah banliyö treniyle Münih teki okuluna gittiğini, akşamüzeri dersten sonra da, yine trenle köyüne döndüğünü anlattı. Kızın anlattıklarına şaşırmıştım. Her gün yolculuk yapmak senin için yorucu olmuyor mu? Münih te otursan daha rahat olmaz mı?, diye sordum. Gülümseyerek, Hayır, dedi, tren yolculuğu sadece yarım saat sürüyor. Yolda ödevlerimi gözden geçiriyor, kitap okuyor ya da gördüğünüz bu güzel manzarayı seyrediyorum. Senin anlayacağın yorucu olmuyor. Ayrıca ev kiraları Münih te çok yüksek ve hayat çok pahalı, hava da bizim kaldığımız yerdeki gibi temiz ve sağlıklı değil. Doğrusu anlattıkları benim için ilginçti. Demek ki köy hayatını şehir hayatına tercih ediyordu. Anlaşılır gibi değildi. Ancak Deggendorf u ve etraftaki diğer köy ve yerleşim birimlerini görüp tanıdıktan sonra, ona hak verebildim. Goethe Enstitüsü'nün bulunduğu köyün bütün yolları asfaltla kaplı idi. Herkesin evinin kapısında en az bir araba bulunuyordu. Diğer taraftan köyün ilk ve ortaokulu, sağlık merkezi, postanesi, bankası, PTT binası ve eczanesi vardı. Kahve, lokanta ve alış veriş merkezleriyle, burasının bir köy olduğuna inanmak, bizim ölçülerimize göre mümkün değildi. Ayrıca ilk ve ortaokulun bahçesinde yüzlerce bisiklet bulunuyordu. Anlaşıldığına göre, hemen her öğrenci bir bisiklete sahipti. Kendi ülkemin köylerini ve oralarda yaşayan insanları düşündüm. Örneğin o zamana kadar benim bir bisikletim olamamıştı! Staj süresince yanında kaldığım ailenin iki katlı, tertemiz, bakımlı ve bahçeli bir evi vardı. Elli yaşlarında bir hanım, üniversite öğrencisi olan yirmi yaşlarındaki oğlu ile beraber yaşıyordu. Evin fazlalık odalarını pansiyon olarak kiraya veriyor ve geçimlerini büyük çapta bu yolla karşılıyorlardı. Kısa sürede onlarla dost oldum. Zaman zaman değişik konularda yaptığımız uzun sohbetlerde, Almanca pratiğim çok çabuk gelişiyor ve her yönden yeni bakış açıları kazanıyordum. Yine bu sohbetler sayesin- "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" 9
de, ev sahiplerim beni daha yakından tanıma fırsatını buluyor; oluşan güven ortamı, ülkeme ve yeni yeni Almanya ya çalışmağa gelen Türk işçilerine karşı besledikleri ön yargılarının azalmasına ve hatta ortadan kalkmasına yardımcı oluyordu. Kaldığım evde çamaşır ve bulaşık makineleri, elektrikli fırın ve ocağı, buzdolabı, diğer gerekli her türlü cihaz ve aletler bulunuyordu. O zamanlar bunları bir Türk köyünde hayal bile edemezdik. İlk defa, refah açısından Türkiye ile Almanya arasındaki büyük farkın olduğunun bilincine vardım ve kendi kendime bayağı hayıflandım. Ülkemizi bu seviyeye çıkarabilmek için çok, ama çok çalışmalıyız, diye düşündüm. Goethe Enstitüsü'nün bulunduğu Deggendorf köyü, Alp Dağları'nın eteğinde kurulu, şirin ve sakin bir yerleşim birimi idi. Almanya nın diğer yörelerinden, özellikle kuzey Almanya dan buraya yerli turistler geliyor ve izinlerini bu güzel beldede geçiriyorlardı. Çevrede yaptığımız gezintilerde, her bir karış toprağın özenle işlenmiş, bakımlı ve tertemiz olduğunu, çöp bidonu ve kutularının, naylon çöp torbalarıyla birlikte, ormanlık alanların içlerine kadar yerleştirildiğini, insanların doğayı temiz tuttuğunu, bizde olduğu gibi çöplerin gelişi güzel yerlere atılmadığını, çöp bidonlarının ise düzenli olarak boşaltıldığını görüyor ve gıpta ediyordum. Bir akşam, ev sahibi bayan ve oğluyla, her zamanki gibi sohbet ediyorduk. Kapının zili çaldı. Bavyeralı komşu bir çift ziyarete gelmişti. Ev sahibi hanım, çok iyi Almanca konuşan ve Goethe Enstitüsü'nde staj yapan misafir bir Türk olarak beni onlara takdim etti. Gelen bay ve bayan, Bavyera lehçesiyle, bir otomatik tabanca gibi, arkası arkasına konuşmağa başladılar. Adamın bıraktığı yerden kadın söze devam ediyordu. Onların konuşmalarının yüzde seksenini anlayamıyor ve sohbete katılamıyordum. Sonunda zor bela bir fırsat buldum ve onlara, Bavyeraca anlamadığımı ifade ettim. Meğer onlar da doğru dürüst yüksek Almanca konuşamıyorlarmış. Ev sahibi ve oğlunun tercümanlığı ile sohbete devam edebildik. Bu durum, benim için yeni bir tecrübe idi ve Almanya da, standart Almancayı konuşamayanların var olduğunu gösteriyordu. 10 KAÇKARLARDAN BERLİN'E
Ali Uzun Öğrenmenin Yaşı Yoktur Staj yaptığım Goethe Enstitüsü'nde, farklı milletlerden dil öğrenimi için gelen değişik yaşlarda insanlar vardı. Bunlardan çok ilginç kişiliği olan birisinden burada söz etmek istiyorum: 75 yaşında bir İtalyan hanım, dil öğrenimi için Goethe Enstitüsü'ne gelmiş ve Almancayı yeni öğrenenlerle birlikte derslere girmeğe başlamıştı. Orta boylu, toparlak yüzlü, sevimli, hoşsohbet, cana yakın ve tatlı bir ihtiyar olan bu bayan, daha önce hiç Almanca öğrenmemişti. Almanca dil öğrenimi gördüğü gençlerin yanında dersleri anlamada zorlandığından, enstitü müdüründen, ödevlerinin yapılmasında, önceden sınıfta ele alınmış bulunan konuların tekrarında ve derslere hazırlanmasında, kendisine yardımcı olabilecek birisini önermesini rica etmişti. O da, Bay Uzun un Almancası ve öğretmenliği iyidir, kendisiyle görüşün, kabul ederse size yardımcı olabilir, demiş. Böylece her gün, iki saat süreyle, o yaşlı bayana Almanca dil dersi vermeğe başlamıştım. Sözünü ettiğim ihtiyar bayan, ana dili İtalyancanın dışında İngilizce ve Fransızca bilen, çok yönlü ve kültürlü bir insandı. Bir gün bana, Zaman zaman bu yaşta neden Almanca öğreniyorsun?, diye soruyorlar. Eşimi bir kaç yıl önce kaybettim, kuzey İtalya da, tek başıma, büyük bir villada kalıyorum. Bir köşede pinekleyerek ölümü mü bekleyeyim? Sizin gibi gençlerin arasına katılarak yaşamdan zevk alıyor ve yeni bir lisan da öğrenmiş oluyorum, dedi. Gerçekten de, o yaşında, bütün etkinliklere şevkle katılıyor, bizimle birlikte dağlara ve tepelere tırmanıyor, enstitüdeki herkesle diyalog kurmağa çalışıyordu. İşte böyle örnek insanları tanımak, kişinin yaşam felsefesine yeni ufuklar katar ve hayata bakış açısını genişletir. Türk İşçilerinin İsyanı 1961 yılında, Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan İş Gücü Anlaşması yoluyla Almanya, Türkiye den işçi almağa başlamıştı. Gelen işçiler, Almanca bilmediklerinden, en temel ihtiyaçlarını gidermede zorluklarla karşılaşıyorlardı. Onlara tercümanlık yapacak ve yardımda bulunabilecek yeterli elemanlar da, her zaman ve her yerde mevcut değildi. "Bir Eğitim Gönüllüsünün Yaşam Öyküsü" 11
Bulunduğumuz yerin yakınında bir fabrika vardı ve orada kırk kadar erkek Türk işçisi çalışıyordu. Bir gün enstitü müdürü beni bürosuna çağırdı ve şöyle dedi: Bay Uzun, yakınımızdaki fabrikada çalışan Türk işçileri isyan etmiş, dünden beri çalışmıyorlarmış. Fabrikada hiç kimse bunun sebebini bilmiyor ve Almanca konuşamadıklarından, onlarla iletişim kuramıyorlarmış. Fabrika müdürü, enstitüde Almanca tercümanlık yapabilecek birisinin olup olmadığını bana sordu. Ben de sizi önerdim. Kabul ederseniz, arabayla sizi derhal aldıracak. Ne dersiniz? Tabii, yardıma hazırım, diye cevap verdim. Fabrikaya vardığımızda, Türk işçilerinin gruplar halinde birbirleriyle hararetle tartıştıklarını gördük. Önce kendimi tanıttım, daha sonra fabrika müdürünün ve diğer yetkililerin, neden işi bıraktıklarını ve sorunun ne olduğunu bilmek istediklerini söyledim. İçlerinden otuz yaşlarında, esmer, ince, uzun boylu biri, söz aldı ve problemlerini şöyle anlattı: Biz burada kırk Türk, fabrikanın işçi yurdunda kalıyoruz. Yurtta yeterince duş yok, sular da doğru dürüst akmıyor. Sabahları gusül abdesti alabilmemiz için yeterli sayıda duşun yapılmasını ve sularının düzenli olarak akmasını istiyoruz. Yöneticilere söyleyin, biz Müslüman ız ve cenabet olarak iş başı yapamayız. Durumu fabrika müdürüne uygun bir dille anlatınca, adamcağızın gergin olan yüzü birden bire yumuşadı, hafiften güldü ve bayağı rahatlamış olduğu görülüyordu. Hay Allah, biz ne istediklerini bir türlü anlayamıyor ve çözemeyeceğimiz önemli bir problemlerinin bulunduğunu sanıyorduk. Kaldıkları yurtta derhal ilâve duşlar yapılacak ve düzenli olarak da soğuk ve sıcak suları akacak. Hiç endişe etmesinler ve bundan emin olsunlar. İşte iletişim kurulunca, Türk işçilerinin bu büyük sorunu (!) kolaylıkla giderildi ve kısa süre sonra da, fabrikada ara verilen üretime devam edilebildi. 12 KAÇKARLARDAN BERLİN'E