KaRAM. Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Dergisi



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ÜNİTE PSİKOLOJİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER GELİŞİM PSİKOLOJİSİ I

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

HALİDE EDİB ADIVAR VURUN KAHPEYE ROMAN

SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ÇOKLU ZEKA ÖZELLİKLERİ

Eğitim, bireyin gelişmesi, hayatındaki rol ve görevleri en iyi şekilde yerine getirmesi için ihtiyacı olan tutum ve davranışları kazandırma

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

CAN KARDEŞ KREŞİ REHBERLİK SERVİSİ

EĞİTİM PSİKOLOJİSİ KISA ÖZET KOLAYAOF

OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Program Geliştirme ve Öğretim. Yard. Doç. Dr. Çiğdem HÜRSEN

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

KAYNAK: Birol, K. Bülent "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Bilgilendirme Rehberi

OYUN VE ÇOCUK. Oyunun Aşamaları:

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

ÖZEL SEYMEN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM ÖĞRETİM YILI REHBERLİK BÜLTENİ MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ

Gelişim Psikolojisinde Temel Kavramlar ve Gelişimi Etkileyen Faktörler

Eğitim, sevgi Özel Önsöz Anaokulu

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

R E H B E R L İ K B Ü L T E N İ - 1

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR

Öğrenme nedir? Büyüme ve yaşa atfedilmeyecek yaşantılar sonucunda davranış ve tutumlarda meydana gelen nispeten kalıcı etkisi uzun süre

Nasıl Bir Zekâya Sahipsiniz? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim. Ayın Testi

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Okulumuzda gelişimsel rehberlik anlayışı benimsenmiştir. Rehberlik

EZİNE ÇOK PROGRAMLI LİSESİ HAYDİ! HALİL İBRAHİM SOFRASINA

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V /02/28

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

GELİŞİM, KALITIM ÇEVRE ETKİLEŞİMİNİN BİR ÜRÜNÜDÜR.

ÖĞRENCİNİN HAK VE SORUMLULUKLARI

Havacılıkta Ġnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA

GELİŞİMİN EN HIZLI OLDUĞU DÖNEMİ 0-3 YAŞTIR Fakat 0-6 yaşın her döneminde çocuğun öğreneceği fiziksel, sosyal, zihinsel, cinsel, duygusal ve ahlaki gö

AİLE EĞİTİM PROGRAMLARI (AÇEV)

1. Bir süre için hayatınızdaki iyi şeylerin artık olmadığını varsayın.

Türkçe dili etkinlikleri, öğretmen rehberliğinde yapılan grup etkinliklerindendir. Bu etkinlikler öncelikle çocukların dil gelişimleriyle ilgilidir.

Yaşam Boyu Sosyalleşme

KOD 1 DAVRANIŞ MR (48-72 AY) xxxxxxx DAVRANIŞ VE UYUM RAPORU. "Sorun, sorun olmadan çözümlenmelidir."

SINIRLARIMIZ SINIRLARINIZ SERT Mİ, YUMUŞAK MI?

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016)

O Drama, temel kuralları önceden belirlenmiş, bir grupta yaşanan, yetişkin bir lider (örneğin bir öğretmen) tarafından yönlendirilen ya da en azından

UYGULAMALAI DAVRANIŞ ANALİZİ. UDA Yöntemlerinin Sorumlu Kullanımı

Can kardeş Rehberlik ve Psikolojik Danışma Birimi Nisan Ayı Rehberlik Bülteni Can Velimiz ;

NİSAN 2015 BÜLTENİ. Merhaba! Nisan ayı boyunca yaptığımız etkinlikleri bulabileceğiniz. bültenimizi sizinle paylaşmanın sevinci ve gururu. içindeyiz.

REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BÖLÜMÜ

3/7/2010. ÇAĞDAŞ EĞİTİMDE ÖĞRENCİ KİŞİLİK HİZMETLERİNİN YERİ ve ÖNEMİ EĞİTİM EĞİTİM ANLAYIŞLARI EĞİTİM

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

İYİ Kİ VARIZ SAĞLIKLIYIZ EVLİYİZ VE SAĞLIKLI BİR ÇOCUĞUMUZ VAR

NASIL ÇALIŞILIR? NASIL BAŞARILI OLUNUR?

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

VYGOTSKY SİSTEMİ: KÜLTÜREL-TARİHSEL GELİŞİM KURAMI

ÜNİTE:1 Psikolojinin Tanımı ve Kapsamı. ÜNİTE:2 Psikolojide Araştırma Yöntemleri. ÜNİTE:3 Sinir Sisteminin Yapısı ve İşlevleri

Öğr. Gör. Özlem BAĞCI

Rutinler temamız kapsamında sabah sporu yaptık, grup sohbetleri ile paylaşımlarda bulunduk. Sabah sporunda reçel yaptık, hayali reçellerimizi

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

ÇOCUĞUNUZUN İŞİTMESİ NORMAL Mİ?

EĞİTSEL VE DAVRANIŞSAL DEĞERLENDİRME ASSESSMENT Ders 1: Tarihsel, Felsefi ve Yasal Boyutları. Prof. Dr. Tevhide Kargın

Çocuklarınızın öfkelerini kontrol etmelerinde ve uygun yollarla ifade etmelerini sağlamakta aşağıdaki noktaları göz önünde bulundurabilirsiniz.

Yabancı Dil Ööğreniminde Güçlü Hafıza Teknikleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Mustafa Kemal Atatürk ün Hayatı

MEB kitaplarının yanında kullanılacak bu kitap ve dijital kaynakların öğrencilerimize;

ÖĞRENCİNİN HAK VE SORUMLULUKLARI

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Sosyal Medyanın Çocuklar Üzerine Etkisi 2014 / 2015 SAYI: 12. Haftanın Bazı Başlıkları

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

GAZİANTEP LİSESİ REHBERLİK SERVİSİ

ÇOCUĞUNUZLA BİRLİKTE OYNAMANIN YARARLARI

AHMETLER İLKOKULU. Okul Binası

wertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçq wertyuiopgüasdfghjklsizxcvbnmöçq SERVİSİ

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI

2. PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİKTE HİZMET TÜRLERİ. Abdullah ATLİ

ÇOCUKLARDA ÖZGÜVEN GELİŞİMİ

Motor Beceri Öğreniminin Seviyeleri

ETKİNLİK RAPORU tarihli olağan Genel Kurulda bizlere bu derneği adımıza yaraşır bir biçimde yönetmek üzere görevlendirdiniz.

DEEPEDUCATION METHOD Ü S T Ü N ZEKALILAR EĞİTİM DESTEK PROGRAMI

Medeniyet Okulları REHBERLİK SERVİSİ SUNAR..

Kadınlar Ne İster? Erkekler Ne Verir?

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Bir Tatlı Kaşığı Ortodonti (Önleyici Ortodontik Tedavi)

Montessori Montessori Öğretmen Eğitimi. Başarılı Bir Ekol Başarılı İki Kurumun Çatısı Altında

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

IŞIK LI ANNE BABA REHBERİ

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Transkript:

1 KaRAM Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Dergisi Sayı 1 2014 Mart

KaRAM Sahibi Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Adına Mesut TORAMAN Yayın İnceleme Kurulu Raşide GÖVEBAKAN Ebru GÜVEN Özlem HAYATOĞLU İsmail SAV Mehmet Ali İLKAYA KaRAM Tasarım / Dizgi Çetin TORAMAN Yazışma Adresi Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü Gümüşdere Yerleşkesi Fatih Cd. No: 37 Tel: 0 (312) 316 23 72 Fax: 0 (312) 316 89 68 e-posta: ramkecioren@ gmail.com Adamın biri, bir gün sahilde yürüyüş yapıyormuş. Uzakta dans eder gibi hareketler yapan genç bir adam dikkatini çekmiş. Merak edip hızlı hızlı ona doğru yürümüş. Yaklaşınca bu gencin yerden bir şey alıp, denize attığını, sonra bir kaç adım atıp aynı hareketi sürekli tekrarladığını görmüş. Biraz daha yaklaşıp genci selamlamış ve aralarında şu konuşma geçmiş. Ne yapıyorsun böyle? Okyanusa denizyıldızı atıyorum. Denizyıldızı mı? Evet... Güneş yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları suya atmazsam az sonra ölecekler. Ama görüyorsun ki, kilometrelerce sahil var ve baştan aşağı denizyıldızı ile dolu. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları denize atmanız neyi fark ettirecek ki? Genç adam eğilerek, yerden bir denizyıldızı daha alır ve denize fırlatırken bakın demiş onun için çok şey fark etti! Bunun üzerine adamda, bu gençle birlikte denizyıldızlarını okyanusa atmaya başlamış Merhaba Değerli Okurlar; Heyecan ve büyük bir merakla beklediğimiz e-dergimizi sizlerle buluşturmanın sevincini yaşıyoruz. Keçiören RAM olarak en öncelikli görevimiz, sahile vuran denizyıldızlarını yaşamaları için bıkmadan, usanmadan ait oldukları yere gönderen adam gibi her bireyin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda başarılı ve mutlu olması için umutsuzluğa kapılmadan, sabırla ve azimle çalışmaktır. Çok uzun ve yorucu olan bu yolculukta herkesin desteğine ihtiyacımız vardır. Birlikteliğin gücüne yaslanarak, hedefe varana kadar devam edecek bu yolculuğun sonu başarıya ve mutluluğa çıkmaktadır. Keçiören ilçesi olarak yaklaşık 155 bin öğrenci, 300 rehber öğretmen,7000 öğretmenden oluşan çok büyük bir aileyiz. Eğitimde feda edilecek hiçbir öğrenci yoktur. görüşünü kendimize ilke edinerek, çalışmalarımıza istek ve kararlılıkla devam etmekteyiz ve edeceğiz. e-dergide emeği geçenlere ve bizi destekleyen tüm dostlara, ilgilerinden dolayı teşekkür ederim. Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle Mesut TORAMAN Keçiören RAM Müdürü 2

3 İçindekiler Televizyon Bağımlılığı... 4 Ayaklarıyla Uçak Kullanan Kadın Pilot... 6 Kitap Alıntıları...6 Göz ve Görme... 7 Kitap Tanıtımı (Dan Brown)... 10 Bulmaca Çözmek Hafızayı Güçlendiriyor... 14 8 Mart Dünya Kadınlar Günü... 15 Eğitimde Bir Paradoks! (Birey mi, Toplum mu?)... 21 Filmler... 28 Bir Kutu Dolusu Yaşam Gönderiyorum Sanan... 33 Utangaçlığı Yenen Oyunlar... 34 Her Sınıf Kariyer Merkezi, Tüm Öğretmenler Kariyer Danışmanı... 35

TELEVİZYON BAĞIMLILIĞI Beyhan COŞKUN Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Rehber Öğretmeni Araştırmacılar özellikle çocukların, televizyona karşı olan ilgilerinin zamanla bağımlılığa dönüştüğü görüşünde birleşmektedirler. Bağımlılığın oluşumunda anne ve babanın televizyon izleme şekli ve süresi dolayısıyla izleme alışkanlığının da belirgin bir etkisinin olduğu görünmektedir. İçeriği ne olursa olsun, sürekli televizyon izleyen çocuk ciddi bir bağımlılık sorunu ile karşı karşıyadır. İngiltere de 1955, Japonya da 1957 ve Kanada da 1958 yılından beri gerçekleştirilen, televizyon ve çocuk ilişkisini inceleyen çalışmalarda, bağımlılık konusunun yoğun bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Çalışmalardan biri, her Avrupalı bebeğin iki yaşında televizyonu açmayı öğrendiği ve üç yaşından itibaren de izlemeye başladığını önemle vurgulamaktadır. Fransa da gerçekleştirilen başka bir araştırma ise, bağımlılığın inanılması güç boyutlara ulaştığını göstermektedir. Jung Bay Ra tarafından gerçekleştirilen araştırmada çocuklardan babaları ve televizyon arasında bir seçim yapmaları istenmiş, çocuklar babasız yapabileceklerini; buna karşılık, televizyondan asla vazgeçmeyeceklerini belirtmiş ya da sessiz kalmışlardır. Yapılan araştırmaların bir kısmı çocukların kanaldan çok programa bağımlılık gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Ancak özellikle tematik televizyon kanallarının ortaya çıkışıyla programa bağımlılık daha çok kanala bağımlılığa dönüşmüştür. Son on yılda artarak çoğalan, akşam haberleri saatine kadar, gündüz yayın akışını tamamen çocuklara yönelik yayınlara ayıran, ya da yirmi dört saat kesintisiz yayın yapan tematik çocuk kanalları, başlangıçta çocuklar için güvenli bir içerik sundukları gerekçesiyle pek çok ebeveyn tarafından tercih edilmiştir. Böylece çocuk televizyonun karşısında yalnız bırakılabilmekte, ani ve istenmeyen görüntülerle karşılaşmayacağı varsayılmaktadır. Ancak bu durumda zamanla eleştirilmiş ve güvenli bulunan içeriklerin tek başına sorunu çözmeyeceği, asıl sorunun çocukların yaşamında televizyon izleme eyleminin tek boş zaman etkinliği olarak yer almasından da kaynaklanabileceği tartışılmıştır. Uzmanların çocuk ve televizyon bağımlılığı üzerinde titizlikle durmalarının başlıca nedeni, fazla hayat deneyimi olmayan çocuğun, eğlendirici bulduğu televizyonu içinde yaşadığı toplumu, dünyayı ve anlamak için kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Çocuğun kurmaca ile gerçek arasındaki farkı net bir şekilde ayırt edememesi ve olaylardan fazlaca etkilenmesidir. Yaşamı deneyerek öğrenmesi yerine tek yönlü bir araçtan gelen mesajlardan kazanması doğrultusunda duyulan kaygı, çocuk ve televizyon bağımlılığı noktasında ilgiyi aileye yöneltmekte ve ailenin izleme davranışlarının önemi bir kez daha hatırlatılmaktadır. ÇOCUK GELİŞİMİNDE TELEVİZYONUN ETKİLERİ Gelişim, genel anlamda bilişsel, psikososyal ve fiziksel olmak üzere üç alandan oluşur. Gelişim alanları birbirleriyle doğrudan veya karmaşık yollardan etkileşim içindedir. Sağlıklı çocuklarda gelişim bu üç alandaki karşılıklı etkileşim sürecinde gerçekleşir. Bu gelişim alanlarını kısaca tanımlamak gerekirse; Bilişsel Alan; Tüm zihin yetenekleri ve aktiviteleri hatta düşünce organizasyonunu içeren düşünme ve problem çözme ile ilgili zihin süreçlerini kapsar. 4

5 Psikososyal Alan; Kişisel özellikler ve sosyal becerilerle ilgilidir. Fiziksel Alan; Duyusal kapasiteler, motor beceriler, fiziksel özelliklerle ilgilidir. Bireyin bedenindeki temel gelişim ve değişimi kapsar. Çocuk bu üç alandaki etkileşim sonucu gelişimini tamamlamaktadır. Gelişim üzerine etki eden etkenler biyolojik(olgunlaşma) ve çevresel etkenler(sosyalleşme) olarak sınıflanmaktadır. Televizyonun da içinde olduğu kitle iletişim araçları, çocuk gelişimine çevresel etkenler kategorisinde etki etmektedir. Bronfenbrenner (1979) in Ekolojik Sistem Teorisine göre televizyon bir ekosistem ögesi olarak büyük bir çevrenin bir parçasını oluşturmakta ve çocuğun sosyalleşme kanallarından biri olarak gelişiminde çevresel bir etki yaratmaktadır. Bu etki çocukların giyim tarzında, oynadıkları oyunlar ve oyuncaklarda, canlandırdıkları karakterlerde, yedikleri şekerlemelerde kendini göstermektedir. Televizyon üzerine yapılan çalışmaların bazılarının varsayımı; tutumların, dolayısıyla da inanç ve değerlerin oluşumu; bazıları ise, bağımlılık sürecinin nedenleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Gelişimin bilişsel, psikososyal, fiziksel olarak genel anlamda üç alanda oluştuğundan söz edilmişti. Bu üç alan aynı zamanda tutumların temel ögeleri olarak ele alınmaktadır. Bilişsel olarak çocuk, yaş ilerlemesine paralel olarak bir durumda yapılması ya da aksi doğru olan şey hakkında fikir yürütmeyi öğrenir. Düşüncelerine göre bir duygu hisseder ve bunu ayırt etmeye çalışır. Davranışsal olarak, akıl yürütmeleri ve duygularıyla tutarlı olan ya da olmayan bir biçimde hareket eder. Bu duygular, düşünceleri ve davranışlarına uygun düşebilir ya da düşmeyebilir. Bu denge zaman içinde kazanılır. Kitle iletişim araçları yaptıkları yayınlarla düşünceleri etkileyebilmekte, duyguları yönlendirebilmekte ve davranışlarda değişikliği yol açabilmektedir. Gelişimsel süreci, kitle iletişim araçları açısından değerlendirecek olursak, kitle iletişim araçlarının Davranışsal etkileri katarsis, taklit ve duyarlılık-duyarsızlık içermekte; Duygusal etkileri, heyecansal geçişler, korku ve kaygı ifade etmekte; Bilişsel etkileri ise, yerleştirmekte oldukları inançları, değerleri ve düşünce içeriklerini kapsamaktadır. Rahatlama ve kaçış etkisi nedeniyle davranışsal; kolay ulaşılabilirliği ve gereksinimi duyulan duygunun tatmin edebilme aracı olması nedeniyle duygusal; hazır gündemin takibi, inanç ve değer sistemlerini yerleştirme gücü nedeniyle bilişsel olarak televizyona karşı bağımlılık kolay oluşmaktadır. Özellikle gelişimsel süreç içinde, erken çocukluk döneminden başlayarak çocuk için televizyon vazgeçilmez bir arkadaşa dönüşebilmektedir. Yaşantı ve deneyimlerinin azlığı nedeniyle çevresindeki olayları gerçeğe uygun olarak algılayamayan çocuk, televizyonda gördüklerini, kendi hayal gücüne ve korkularına göre şekillendirir. Çocuklar korku ve kaygılarını abartılı olarak algılar, bir yetişkinden daha farklı olarak bu duyguları hissederler. Çocukların zihin ve dil gelişimleri hızlı bir şekilde gelişirken, mantıklı düşüncelerinin henüz tam olarak gelişmemesi, duygu ve düşüncelerini ifade edememeleri, gelişimlerinin televizyonun hızına paralel gitmediğinin bir göstergesidir. Çünkü televizyon yetişkin algısına uygun bir akış içermekte, hızlı geçiş ve soyut kavramlar çocukların algısal yapılanmalarına henüz hitap etmemektedir. Özetle değerlendirecek olursak, araştırmacılara göre, televizyon çocukların fiziksel gelişimlerini; davranışları, düşünme, konuşma becerileri, okuma alışkanlıkları gibi bilişsel gelişimlerini, kişilik gelişimlerini, kimlik duygusu ile hayal güçlerini ve sosyalleşme süreçleri gibi sosyal ve duygusal gelişimleri üzerinde etkilidir. KAYNAK Ertürk, Y. D. ve Akkor-Gül, A. Çocuğunuzu Televizyona Teslim Etmeyin

AYAKLARIYLA UÇAK KULLANAN KADIN PİLOT ABD de kolları olmayan Jessica Cox isimli genç kadın, ayağıyla uçak kullanan ilk pilot oldu. Arizona Eyaleti nde yaşayan 25 yaşındaki Jessica, nadir görülen bir hastalık yüzünden kolları olmadan doğdu. Psikoloji mezunu olan genç kız, yazı yazmayı, araba kullanmayı, saçlarını taramayı, ayağıyla telefon kullanmayı öğrendi. Bununla da yetinmeyen genç kadın, engelli olmasına rağmen pilot olmaya karar verdi. Üç yıl yoğun bir pilotluk eğitimi alan Jessica lisans almayı başararak ayağıyla uçak kullanan ilk pilot oldu. Uçaktan korkardı Küçüklüğünden beri uçağa binmekten korkan genç kadın, bu korkusunu yenmek için pilot olmaya karar verdiğini, yapacağına inandığı için bunu başardığını söyledi. En son 13 yaşında protez kol taktığını daha sonra hiç kullanmadığını söyleyen genç kadın, tekvandoda siyah kuşak sahibi olduğunu, ayrıca eskiden dansla uğraştığını belirtti. Hiçbir zaman Yapamam demedim. Sadece Ben yaparım dedim. Uçmak dünyanın en fantastik duygusu dedi. KİTAP ALINTILARI İnsan çok istediği için, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar çünkü onu bulur bulmaz artık erişilecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk hissedilir, insan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Fyodor Mihayloviç Dostiyevski (YERALTINDAN NOTLAR KİTABINDAN) Bakın yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için belki kümese girerim. Fakat kümes beni yağmurdan korudu diye şükran borcumu ödemek için kümese saray gözüyle bakamam. EVET HAYATTA TEK GAYEMİZ ISLANMAMAK OLSAYDI KÜMESE ŞÜKRAN DUY- MAK KADAR DOĞAL BİRŞEY OLAMAZDI Fyodor Mihayloviç Dostiyevski (YER ALTINDAN NOTLAR KİTABINDAN) 6 Her insanın hatıralarında, herkese söyleyemeyeceği, ancak dostlarına açabileceği taraflar vardır. Hatta dostlara bile açılamayacak, insanın yalnız kendine saklayacağı sırları da bulunur. Bunlardan başka kendi kendimize bile açmaktan çekindiğimiz konular da vardır ki, bunların sayısı şerefli bir insanın dağarcığında bile hayli kabarıktır. Fyodor Mihayloviç Dostiyevski (YER ALTINDAN NOTLAR KİTABINDAN)

7 GÖZ VE GÖRME Aslıhan GÜRBÜZ Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Özel Eğitim Öğretmeni Beş duyu organımızdan biri olan GÖZ, bildiklerimizin %80 ini öğrenmemizi sağlayan organdır. Göz, kafatası içinde 25cm3 orbita kemik yuvasına yerleşmiş, 7 gr ağırlığında, top şeklinde, ön kısmı şeffaf bir küredir. Her gözün yukarı, sağa, sola ve yanlara kontrollü hareketini sağlayan 6 kası vardır. Işık enerjisi, gözün iç arka tabakasında kimyasal enerjiye dönüşerek, elektrik uyaranı halinde, göz siniri aracılığı ile beynin arka tarafına ulaştırılır. Göz Duyusu; ışık, şekil, renk, hareket ve derinlik gibi çok çeşitli özelliklerin toplamıdır. Görme duyusunun gelişmesi, doğumdan sonra altı yaşına kadar devam eder. Doğumda, iki göz arasındaki denge herhangi bir nedenle bozulmuş ise, bir göz, beyin tarafından tercih edilir, diğer göz atıl kapasite ile kullanılır. Düşük kapasite ile kullanılan gözün görme yeteneği azalır ve göz tembelliği oluşur. Göz hastalıkları kalıtım ile geçen, mikro- bik çeşitli kazalar ve mekanik birçok nedenlerle ortaya çıkabilir. Ülkemizde akraba evlilikleri, çocukluk çağı körlüklerinin başta gelen sebebidir. Geri kalmış ülkelerde trahom gibi mikrobik ve A vitamini eksikliği gibi beslenme bozukluğu, başlıca körlük nedenleridir. Göz içi ortamının şeffaflığı ve basıncının dengesi korunduğunda göz iyi çalışır. Görme mekanizması, aynı bir fotoğraf makinesine benzer. Görüntü göze, mercek ve diyafram sisteminden geçerek girer. Mercek sistemindeki bulanıklık, görmeyi özellikle yaşlılıkta çok azaltır ve buna katarakt denir. Ameliyat ile bulanık olan lens, dışa alınarak göz içine camdan bir mercek yerleştirilir. Gözün iç basıncının artarak görme sinirini tahrip etmesine glokom denir. Göz içi sıvı miktarını azaltan ve sıvının kontrollü boşalmasını sağlayan ilaç ve ameliyat ile tedavi yapılır. Göz hareketinin uyumlu çalışmasında bozukluk, şaşılık olarak fark edilir. Küçük yaşta, erken tedavi edilmesinde fayda vardır. Göz hastalıkları çok çeşitlidir. Diğer bazı hastalıkların yanında, göz hastalığının ortaya çıkması sıktır. Bunlardan en önemlisi şeker hastalığıdır. Göz içinde, şeker hastalığı sırasında kanamalar meydana gelir. Acil tedavi gerekir. En basit göz rahatsızlığı, kırma kusurudur. Basitçe açıklamak için, uzak görmesi bozuk olanlara miyop, yakın görmesi bozuk olanlara hipermetrop denir. Göz önüne takılan gözlük veya kontakt lens mercekleri ile bu kusur düzeltilebilir. Çocuk küçük yaşta iken kırma kusuru düzeltilebilirse, her iki gözün görmesi daha iyi olur. Göz sağlığının korunabilmesi için ilk 3 yaşta, standart göz muayenesinden geçmek gerekir. Daha sonraları her iki yılda bir muayene uygundur. Kazalar; özellikle trafik, ev, iş ve av kazaları önemli sayıda görme kaybına sebebiyet vermektedir.

Sivri uçlu araçlar, oyuncaklar, çocukların arabalarda ön koltukta oturmaları, patlayıcı ve yanıcı maddeler göze çok zararlıdır. Göze kimyasal herhangi bir madde kaçtığında, hemen acil olarak çeşme suyuyla bol bol yıkanmalıdır. Yıkama işlemi duruma göre en az 30 dakika sürmelidir. Göz organı, vücudun en yoğun sinir hücre yerleşimine sahiptir. Göz hastalıklarında ağrı çok olabilir. Kesinlikle göz uzmanı dışında ilaç veya ilkel tedavilerden kaçınılmalıdır. Teknolojik ilerlemeye paralel olarak, ileri optik ve elektronik cihazlarla, göz hastalıkları tedavisinde ve görme kaybının rehabilitasyonunda çok başarılı olunmaktadır. AZ GÖRENLER VE AZ GÖREN REHABİLİTASYONU Görme gücünün (görme keskinliği veya görme alanı) gözlük, kontakt lens gibi bilinen yöntemlerle, ilaç tedavisi ile veya ameliyatla yararlı düzeye ulaştırılamadığı durumlara, kısıtlamanın derecesine göre körlük veya az görme denir. Her iki durumda da temel ilke, kişinin mevcut kapasitesini en yüksek düzeyde kullanabilmesi için gerekli yardımcı cihazlar ve eğitim çalışmalarını kapsayan rehabilitasyondur. İnsan hakları ve fırsat eşitliği prensibinden hareketle, toplumun her bireyi toplumun tüm kaynaklarından eşit olarak yararlanabilme hakkına sahiptir. Bu hak her bireyin bağımsız, üretken ve zevkli bir yaşam biçimine ulaşabilmesi olarak özetlenebilir. Çağdaş sağlık göstergeleri artık eskisi gibi ölüm ve hastalık istatistikleri ile değil, yaşam kalitesi ölçekleri ile değerlendirilmektedir. Sağlık hizmetinin tüm alanlarında olduğu gibi görme problemleri olan insanlarda da temel amaç, rehabilitasyon uygulamaları ile kişinin yaşam kalitesini yükseltmektir. Uygulanacak rehabilitasyon programları, kişinin mevcut görme kapasitesine göre günlük yaşam aktivitelerinin gerçekleştirilebilmesi ve mesleksel becerilerinin kazanılması ve uygulanabilmesi için gerekli hedeflere göre belirlenir. Yani, görme gücü kaybı hangi düzeyde olursa olsun veya yaşamın hangi döneminde başlamış olursa olsun herkes için yapılabilecek bir şeyler vardır. Ancak,rehabilitasyon uygulamaları göz kaybının derecesi, oluştuğu yaş dönemi ve kişinin amaç ve hedeflerine göre değişmektedir. Görme fonksiyonunun tamamen kaybedilmediği, ancak geleneksel tıbbi yöntemlerle yararlı düzeye çıkarılamadığı durumlarda az görme rehabilitasyonu gereklidir. Az görenlerin rehabilitasyonunda, temelde yatan göz hastalığı ve mevcut fonksiyonel duruma göre, günlük yaşam aktiviteleri ve mesleksel becerilerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli uzak veya yakın görmenin bazı yardımcı cihazlar ve eğitimle yükseltilmesi hedeflenmektedir. Az görenlerin rehabilitasyonunda ilk aşama, yaşam kalitesi ölçekleri ile kişinin işlevsel kayıplarını belirlemek ve yaşamsal ve mesleksel alanlardaki hedeflerini saptamaktır. İkinci aşama, bu hedeflere ulaşılabilmesi için yararlanabileceği yardımcı cihazlardan uygun olanları seçmek üzere yapılan muayenedir. Üçüncü ve en önemli aşama eğitim aşamasıdır. Eğitim uygulamalarında ilk önce görme probleminin başladığı yaşa bağlı olarak hiç kazanmadığı (bebek ve çocukluk dönemi) veya daha sonra kaybettiği (yetişkin ve yaşlılık dönemi) görme işlevi ile ilgili fonksiyonların kazandırılması gerekir. Çünkü, görme işlevi sadece göz ile ilgili olmayıp, beyin başta olmak üzere vücudun tüm bölümlerinin koordine olarak çalışmasını gerektirir. 8

9 Eğitim uygulamalarının diğer alanı ise önerilen yardımcı cihazların kullanılabilmesi ve işlevsel alandaki kısıtlayıcı etkilerin giderilmesi için gerekli alıştırmaları kapsar. Sonuç olarak az gören rehabilitasyonu ülkemizde bugüne kadar bazı kuruluşlar tarafından uygulandığı gibi, teleskopik sistemler veya benzeri cihazların reçete edilmesi ile sınırlı değildir. Yardımcı cihazların önerilmesi, rehabilitasyonun sadece bir bölümü olup, eğitim çalışmaları ile desteklenmediğinde anlamsızdır. Uluslar arası çalışmalara göre, sadece cihazın verilmesine yönelik uygulamalarda, kişinin yararlanma düzeyi %5 iken, eğitim programları ile desteklendiğinde yararlanma düzeyi %90-95 olmaktadır. Sonuç olarak, körlerin ve az görenlerin rehabilitasyonu bir uzmanlık alanıdır ve bilimsel temellere uygun olarak gerçekleştirildiğinde yararlı olabilir.

KİTAP TANITIMI Filiz ÖZ Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi, Psikolog Bugün kurumumuzda yaptığımız rutin cuma günleri toplantısında çıkaracağımız e -derginin yeni bölümü için neler yapabileceğimiz tartışılırken aklıma son okuduğum kitap olan Cehennem hakkında yazmak geldi. Çünkü kitabı okurken özellikle yazarın İstanbul ve onun önemli eserleri hakkında yazdıkları İstanbul da doğmuş yaşamış biri olarak beni çok gururlandırdı ve yazara minnet duymamı sağladı. Ona içimden ettiğim teşekkürler yetersiz kaldığı ve beni tatmin etmediği için bu yazı sayesinde şükranlarımı sunmak istedim. Öyle ki bu duygular beni o kadar heyecanlandırdı ki bunları ifade edebileceğim bu yazıyı nasıl yazabilirim diye düşünmek uykumu kaçırdığından bekleyemedim ve şu an gecenin üçünde ben bu yazıyı yazmaya başladım Kitaplar kitap okumak kitaplarda geçen kahramanlar onların yaşantıları, duyguları, dünyaları beni her zaman benden alır. Her biri yazılan satırlardaki zamana, dünyaya götürür. Ben kitabı okumam, kitaptakiler olur onları yaşarım. Sevinir, üzülür, korkar, heyecanlanır, merak eder, öfkelenir, sabırsızlanır hatta kıskanırım. Çok olmuştur otobüste, uzun yolculuklarda, deniz kenarında okurken gözyaşlarımı saklayamadığım, katılırcasına ağladığım Tatlı sonlu bittiği için sevindiğim Ya da sonunu bir türlü kabullenemediğim Günlerce etkisinden kurtulamadığım Yazarın önceden çıkan tüm kitaplarını beğeni ile okuduğumdan Cehennem in yayınlanacağı ve özellikle İstanbul dan bahsedeceği haberleri beni heyecanlandırdığı kadar çok da meraklandırmıştı. Eşim de kitabı ülkemizde yayınlandığı gün hemen alıp okumaya başladı. Bense tüm bu istek, merak ve heyecana rağmen kitabı iki kere yanımda tatile götürüp, getirdiğim halde ancak geçen hafta okuyup bitirdim. Hatta ilk tatilde yanımda götürdüğümde kardeşim kitabı bende görünce bana ver ben okuyup sana geri veririm dediğinde ona ısrarla hayır önce ben okuyacağım sen sonra okursun dedim. Ve üç ay sonra tekrar bir araya geldiğimizde (kardeşim İstanbul da yaşıyor) o hemen okuyup bitirdiğinde ben yine kitabı sadece yanımda bayram tatiline götürüp getirmiş oldum. Günlerce hatta aylarca başucumda okunacak kitaplarımın arasında beni sabırsızlıkla bekledi ta ki face book ta okuduğum kitapları tıklarken 10

11 yanlışlıkla onu da işaretleyene kadar Yaptığım küçücük hatayı fark ettiğimde yanlışımı düzeltmek yerine eve gelir gelmez kitabımı alıp okumaya başladım iyi ki de başlamışım!... BAŞTAN SONA YENİDEN YAZI- LACAK YA DA BUNU YAZACAK HİÇ KİMSE KALMAYACAKTIR... Bu alıntıyı yazarken bile tekrar kitabı okurken yaşadığım heyecan, merak, hayranlık duyguları birbirine karıştı ve yeniden nefesimin kesildiğini soluk soluğa kaldığımı fark ettim! Adı geçen bu üç şehirde gezilen her köşede gezdim Bu mekânlarla ilgili kendi yaşadığım yaşantılarım canlandı Ve tekrar buraları gezmek bahsedilen eserleri görmek istedim, istedim Evet!.. gelelim kitabımıza Bu kitap okuyucularına ne anlatıyor diye soruyorsanız? Ne anlatmıyor ki Sanat, edebiyat eserleri, bilim, tarih, macera ve okuyan kişinin kendi iç dünyasındaki yolculuğu Yazarın ağzından kitabın kapak girişinde yazdıklarından bir bölümü sizlerle paylaşıyorum. Simge bilim profesörü kendini bir anda ipuçlarını Dante nin cehenneminde bularak çözmesi gereken korkunç bir senaryonun içinde bulur. Floransa nın tarih kokan dar sokaklarından Venedik in muazzam bazilikalarına uzanan semboller zinciri Langdon u (Simge bilim profesörü Robert Langdon ) insanlık tarihini sonsuza dek değiştirebilecek bir mekâna sürükler. BURASI ÜÇ İMPARATORLUĞUN MERKEZİ OLMUŞ, İNSANLIK TARİHİ Yazarın olayları anlatırken kullandığı üslup, geçişler beni yine hayran bıraktı. Kitabın başlarındaki bölüm önce bana biraz sıkıcı geldi. Çünkü hafızama almam gereken çok yabancı isim vardı. Ama internet bu konuda yardımıma koştu diyebilirim. Adı geçen tüm eserleri ve yerleri bazılarını çok iyi bilsem de internetten bulup onlarla ilgili bilgileri okudum, resim ve fotoğraflarına baktım. Bu da bana ayrı bir zevk verdi. Okurken ayrıca onların görsellerini gözümün önüne getirmek daha çabuk yol almamı sağladı. Karakterler ve yaşadıkları ise tüm bu güzellikleri zenginleştirdi

Şimdi ise Dante nin İlahi Komedya sını okumak için sabırsızlanıyorum Yaptığı üç yolculuk Cehennem, Araf ve Cennet Beatrice olan aşkı Cehennem Sembolleri. Ve Dante nin cehennemini anlatan Sandro Botticelli nin tablosu.şeytanın yaşadığı, cehennemin dokuzuncu dairesi. İÇERİ GİRENLER, DIŞARIDA BIRAKIN HER UMUDU Ve şeytanla karşılaşmadan önce Malebolgo deki hilecilerin, başka bir deyişle bilerek kötülük yapanların cezalandırıldığı on hendekten geçmek Tepeden dibe kadar, şeytanlar tarafından kamçılanan baştan çıkarıcılar insan dışkısında sürüklenen dalkavuklar Bacakları havada bellerine kadar gömülmüş fırsatçı rahipler Başları arkaya doğru çekilmiş büyücüler Kaynar zifte atılmış rüşvetçi politikacılar Ağır kurşun pelerinler giymiş riyakârlar Yılanlar tarafından ısırılan hırsızlar ateşte yakılan sahtekar danışmanlar Şeytanlar tarafından parçalara ayrılan fitneciler Ve son olarak, tanınmayacak hale getirilerek öldürülen yalancılar VE YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH!... Kitabı okuduğumda pek çok anımın da canlandığını yazıma başladığımda belirtmiştim. Onlardan en önemli ve güzeli olanı da ilkokuldayken okulumuzun öğretmenlerinin büyük sınıflarla birlikte bizi götürdükleri müze gezilerini hatırlamak oldu. Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii, Sultan Ahmet Meydanı, Dikilitaş, Yerebatan Sarnıcı (Sarayı) Deniz Müzesi.Otobüsümüz hatta yediğimiz kumanyalar Dönüşte gördüklerimizi yazmamızı istemeleri Güzel havalarda resim dersimizi okul bahçemizde çimler üzerinde yaptıran sevgili öğretmenim 12 Benim ben olmama katkıda bulunan tüm öğretmenlerim Sizlere de sonsuz teşekkürler İşte böyle bu kitap sayesinde zihnimin köşelerinde yerleşmiş anılarım tekrar canlanma fırsatı da buldular. Lise ve Üniversite yıllarında tekrar gezdiğim Yerebatan Sarnıcı. Klasik müzik eşliğinde sulara yansıyan ışıklar sayesinde muazzam tavanın yere yansıması ve kendimizi

13 bir dehlizde geziyormuş gibi hissetmeniz Yürüyüşünüzün sonunda Medusa ile karşılaşma. Ve daha neler neler. Şu an saat sabahın beşi oldu ve ben başladığım işi bitirmenin rahatlığı ile uyumaya gidiyorum Sizler sevgiyle ve kitaplarla kalın!... Filiz ÖZ

BULMACA ÇÖZMEK HAFIZAYI GÜÇLENDİRİYOR Özlem HAYATOĞLU Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Özel Eğitim Öğretmeni Yaşlıların bulmaca çözme alışkanlığı sadece zamanlarını eğlenerek geçirmeleri için değil, sağlıkları için de büyük önem taşıyor. Yeni bir araştırma, bulmaca ve kâğıt oyunlarının beyin gücünü destekleyerek hafıza kaybını engellediğini gösteriyor. Amerikan New York Albert Einstein Tıp Okulu ndan araştırmacılar, yaşları 75 ile 85 arasında değişen 488 kişi üzerinde yaptıkları incelemelerin sonuçlarını Nöroloji isimli tıp dergisinde yayınladı. 5 yıl boyunca incelenen bu hastalardan 101 i bunama sorunuyla karşılaştı. Katılımcılara; yazma, okuma, kağıt oyunları oynama, enstrüman çalma ve arkadaşlarıyla sohbet etme tercihleri göz önünde bulundurularak bir dizi soru soruldu. Akıllarını sürekli meşgul ederek her aktiviteye katılmaları sağlandı ve her bir aktivitenin sonunda hastalara belli bir puan verildi. Araştırma, 5 yılın sonunda bunama sorunuyla karşılaşan bu hastaların bazılarının, bir hafta sonundaki puan toplamının 7 olduğunu gösterdi. Bazıları hiçbir aktiviteye katılmazken, diğerleri ise haftada sadece 1 puan aldı. Bilim adamları, kazanılan her puanın hafıza kaybını 0.18 yıl ertelediğini keşfettiler. Araştırmacılardan Charles Hall, Haftada toplam 11 aktiviteye katılan kişilerde hafıza problemlerinin 1.29 yıl gerilediği görüldü. Bu aktiviteler zihnin canlılığını korumak için çok önemli. Yaşam tarzlarına uygun olarak edindikleri hobiler, yaşlı bireylerin karşılaşabilecekleri hafıza problemlerini daha ileriki yaşlara ertelemelerinde etkili olabilir, diyerek araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Beyninizin yorulmasını engellemek ve canlılığını korumak için tercih edilebilecek birkaç yöntem daha var. Dikkati toplamak için kısa sürelerle kestirmek, aile ve arkadaş çevresiyle sürekli iletişim halinde olmak, düzenli egzersiz yapmak ve haftada bir kez balık tüketmek hafıza sorunlarını %60 oranında azaltıyor. (www.realage.com.tr tarafından hazırlanmıştır.) Hafıza sorunlarına çözüm getirmek amacıyla yapılan araştırmalar henüz yeni olsa da, boş zamanlarda beyni çalıştıracak ve tembelliğe alışmasını engelleyecek aktivitelerde bulunmak hiçbir zarar vermeyecektir. Oyun oynamak, okumak, yazmak ve müzikle uğraşmak zihnin canlılığını korumada ve hafıza sorunlarıyla karşılaşılmasını engelleme de önemli bir adım olacaktır. 14

Nene Hatun 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ Serpil ÇAĞLAR Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Özel Eğitim Bölüm Başkanı KURTULUŞ SAVAŞINDA SAVAŞAN KAHRAMAN TÜRK KADINLARI Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışmasını zikretmeye imkan yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez. Nene Hatun 15 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK Erzurum un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü nde dünyaya gelen Nene Hatun,henüz 20 yaşında bir gelinken 1877-1878 yılları arasında yapılan Türk-Rus Savaşı nda (93 Harbi) Aziziye Tabyası nı sopayla, taşla, kazma, kürekle savunanlara katılarak cesurca savaştı.daha sonra oğlunu Çanakkale Savaşı nda şehit verdi. 1954 yılında 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Nurettin Baransel Paşa nın gayretleriyle kendisine 3. Ordunun Nenesi ünvanı verilip, cüzi de bir maaş bağlandı ve 1955 yılında anneler gününde Yılın Annesi seçildi. Erzurum manevraları sırasında Amerikan Generali Ridgway bu yüce insanın elini öptü. Nene Hatun bir kahramanlık ve analık sembolü olarak 98 yaşına kadar yaşadı. Halide Onbaşı (Edip Adıvar) 1919 da Sultanahmet Meydanı ndaki mitingde halkı işgallere karşı uyandırmak için yaptığı etkili konuşma sonrası hakkında tevkif kararı çıktı.1920 de Anadolu ya kaçarak Kurtuluş Savaşı na katıldı.istanbul Hükümeti tarafından Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biriydi. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etti. Kendisine önce onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917 de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye den ayrıldı. 1939 a kadar dış ülkelerde yaşadı. 1939 da İstanbul a dönen Adıvar 1940 ta İstanbul Üniversitesi nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu, 1950 de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954 te istifa ederek evine çekildi ve 1964 te öldü. Değerli kahramanımız Kurtuluş Savaşını ve Türk kadınlarının mücadelesini anlatan ve Türk klasikleri arasına giren pek çok esere imza atmıştır. Halide Edip Adıvar Nezahat Onbaşı Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, 8 yaşındaki kızı Nezahat ı kimseye emanet edemeyip, yanına almıştı. Küçük Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, Alay İzmit e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında onbaşı rütbesini almıştı. Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş, çarpışmalara girmiş Nezahat Onbaşı

100 den fazla düşman askeri öldürmüştü. Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C. nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır ve bu öneri TBMM de hararetle kabul edilmiş, ancak Kurtuluş Savaşı nın hengamesi içinde işleme konulamamış, daha sonra da kararın yerine getirilmesi unutulmuştu. TBMM nin Şükran Belgesi ne 65 yıl sonra 78 yaşında bir nine iken kavuşmuştu. Serife Bacı Şerife Bacı 1921 yılı Kasım ayında İnebolu ya önemli miktarda savaş malzemesi gelmişti. Malzemenin bir an önce Kastamonu ya iletilmesi gerekti. Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan yaşlılar sakatlar, kadınlar, Menzil komutanlığının malzeme taşınması haberi üzerine kağnılarla yola çıktı. İnebolu dan kağnılara yüklenen cephaneler Kastamonu ya doğru yol aldı. Bu cephane kollarında hep kadınlar vardı. Bunlardan biri de Şerife Bacı idi. Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye üzerine abanmış ve soğuktan ölmüştü, ama ölene kadar vücut sıcaklığını yavrusuna vermişti. Bugün Kastamonu da şanına layık güzel bir anıtı var (üstteki resim_ Şehit Şerife Bacı Anıtı). Kastamonulular şehit Şerife Bacı nın adını her yerde yaşatıyorlar. Fatma Seher Erden Kara Fatma Fatma Seher Erden 1888 de Erzurum da doğdu. Subay Suat Derviş Bey ile evlenip Balkan Savaşı na katıldı.i. Dünya Savaşı nda Kafkas Cephesine gitti.1919 daki Kongre günlerinde, Mustafa Kemal le bizzat görüşebilmek için Sivas a gitti.bu görüşmenin ardından, Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesinde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi nde Mehmetçikle birlikte destanlar yazdı. Büyük Taarruz un ilk günlerinde General Trikupis in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçmişti.kahraman kadın Kurtuluş Savaşı ndan sonra üstteğmen rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay a bağışladı. 1954 yılında TBMM kendisine yeni aylık tespit etti. Halime Çavuş Kastamonulu Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara ya çağrıldı. O nun Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol önerisine Annem babam beni bekler şeklinde cevap veren Halime Çavuş, Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı. Halime Çavuş 16

17 Hafız Selman İzbeli Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir Cumhuriyet kadını idi Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti. Asker Kastamonu ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Mustafa Kemal in Kastamonu ya geldiği sırada İzbeli Konağı nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir. Gördesli Makbule Hanım 1921 de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadelede çete savaşlarına katılmıştı. 17 Mart 1922 de Akhisar Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla da elinde silah düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmişti. Henüz 21 yaşındaydı. Gördesli Makbule Hanım Çete Emir Ayşe Yunan askeri Aydın a doğru geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes in diğer tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe, arkadaşlarının kayıktan düşüp boğulması sonucunda geri dönmüş ve Çanakkale de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, dağa çıkmış, Yörük Ali Efe ye katılmıştı. Aydın ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlılarla savaşmıştı. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanı nda Çete Emir Ayşe nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı. Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır demişti. Çete Emir Ayşe Tayyar Rahmiye Adanalı Rahmiye Hanım 9.Tümenin 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılmıştı. Başlıca görevi, keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı. Osmaniye yakınındaki demiryolu tünelini o patlatmıştı ve bölgedeki düşmanın cephane ikmalini büyük sekteye uğratmıştı. 1920 de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz? demiş ve aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu. Tayyar Rahmiye Tarsuslu Kara Fatma Asıl adı Adile olan, Adile Hala, Adile Onbaşı diye bilinen kahraman silah arkadaşları arasında Kara Fatma olarak anılırdı. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı na katılmış, Tarsus un kurtarılmasında da büyük yararlılıklar sağlamıştır. Tarsuslu Kara Fatma

Kılavuz Hatice Adana da Fransızlar a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920 de milli kuvvetler Pozantı da taarruza başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk etmişti. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar a yanlış yol göstererek Karboğazı na sokmuştu. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşmüştü. Binbaşı Ayşe Kılavuz Hatice Gazi Ayşe Altıntaş, Selanik doğumludur. Eşi Kafkas cephesinde Şehit düşünce; eşinin ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya yemin etmiştir.binbaşı Ayşe, Milli Mücadele de kocasının en kıymetli birer yadigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at, mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi ederek binbaşılığa kadar yükselmiştir. 15 Mayıs 1919 da İzmir işgal edilince, ilk karşı koyma hareketine o da silahla katılmıştır.yunanlılar İzmir e hâkim olunca Aydın a geçmiş, Kuvay-i Milliye birliği kurmuş, sonra da birliğiyle birlikte Nuri çetesine katılmıştır.aydın muharebesinden sonra Koçarlı ya çekilmişler ve bundan sonra İstiklal Mücadelesi ne başından sonuna kadar görev almıştır.binbaşı Ayşe; ayağında çizmesi,başında kalpak ve subay kılığında gezdi.askerden her zaman büyük saygı gördü. Zafer den sonra uzunca bir süre İzmir de oturdu. 1934 yılında Soyadı Kanunu kabul edilince, ALTINTAŞ soyadını aldı. Binbaşı Ayşe Atatürk Sitesi www.ataturkhayati.com 18

19

20 Kaynak Kalkınç, F. (2006). Okul Evde Başlar (10. Basım). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım

21 Eğitimde Bir Paradoks! (Birey mi, Toplum mu?) Çetin TORAMAN Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Rehber Öğretmeni Eğitim! Önceleri yalnızca seçkin, soylu insanların erişebildiği, zamanla tüm insanların zorunlu olarak katıldıkları bir faaliyet... Bir bilim mi? Önceleri bilim olarak görülmeyen, davranış bilimlerindeki gelişmelerle bilim olarak kabul edilen disiplin... Sosyalleşmeyi mi sağlar, kültürleme sürecini mi? Arzu edilen yönde davranış değişiklikleri oluşturmaya mı hizmet eder, iyi, erdemli birer insan yetiştirmeye mi? Toplumun geleceği için mi bireyi yetiştirir, bireyin kendisi için mi bireyi yetiştirir? Özellikle son soru bir paradoksa işaret etmektedir. Eğitim, Rogers ve Maslow un da işaret ettiği gibi bireyin kendinin gerçekleştirmesini (self realization) ve kendisini edimselleştirmesini (self actualization) sağlamaya mı çalışmalıdır? (Honer, Hunt ve Okholm, 2003, s: 386; Ozmon ve Craver, 2008, s: 232, Portelli ve Menashy, 2010 s: 417 421). Yoksa eğitim, toplumda demokratik değerlerin yerleşmesi, toplumun sürekliliği, kültürün aktarılması gibi kazanımlar aracılığı ile topluma mı hizmet etmelidir? Bu soruların cevabı her ikisine de (bireye ve topluma) biçiminde verilebilir. Ancak terazinin kefelerinden birinin bir tarafın lehine olması söz konusu mudur? Bu soru her zaman belirtilen paradoksu gündemde tutacaktır. Eğitim hakkında sorulan ve cevap bekleyen birçok soru bulunmaktadır. Bu soruları akademik düzeyde incelemek ve cevap aramaya çalışmak önemlidir. Ancak onun kadar önemli olan bir diğer şey, eğitim alanında uygulayıcı durumunda olan insanların eğitimi nasıl gördükleri ve günlük konuşmalarına yansıttıklarıdır. Bu makalede eğitimin nasıl görüldüğüne ilişkin birkaç örnek verilecek ve bu örnekler üzerinden eğitimle ilgili felsefi boyutta akademik bir tartışma yapılmaya çalışılacaktır. Üzerinde Konuşmaya Değer Bazı Örnekler Örnek 1 Yer : Türkiye de bulunan bir çok programlı lise Kişiler : Meslekte deneyimli, emekliliği yaklaşmış bir öğretmen ile mesleğinin ilk yılında bulunan, henüz stajyer olan bir öğretmen Olay : Deneyimli öğretmen ortak sınav yapmak istemektedir. Aynı anda iki sınıfta birden bulunamayacağı için genç öğretmenden diğer sınıfa gözetmenlik yapmasını rica etmiştir. Genç öğretmenin gözetmenlik yaptığı sınıfta kopya çekmeye teşebbüs etmiş öğrenciler olmuştur. Genç öğretmen bu öğrencileri öncelikle uyarmıştır. Uyarısına kulak asmayan öğrencileri uyarmaktan vazgeçmiş ve sınav kağıtlarını toplarken bu öğrencilerin kağıtlarına işaret koymuştur. Sınav çıkışında genç öğretmen deneyimli öğretmene durumu anlatmış ve işaret koyduğu kağıtları göstererek deneyimli öğretmene ne yapacağını sormuştur. Deneyimli öğretmenin cevabı şöyle olmuştur: Sınıflar genelinde en az % 50 başarının tutturulması gerekmektedir. Bu başarıyı tutturamadığımız zaman önce okul müdürleri, sonra ilçe milli eğitim müdürlüğü ve daha sonra da teftişe geldiklerinde müfettişler bize hesap sormaktadırlar. Hiçbir öğretmen bu saydığım kişi ve makamlarla muhatap olmak istememektedir. Öğrencilerde de % 50 başarı tutturacak kadar zeka yok. Bu nedenle hiçbir işlem yapmayacağım. Kopya çektikleri halde bile zor geçiyorlar. Kopya çekerlerse % 50 başarı tutturma olasılığı belki yükselir. Genç öğretmen sorar: Eğer

öyle yaparsanız, öğrencilerde kopya çekme davranışını pekiştirirsiniz, onları yanlış davranışa itersiniz ve bunu bir hak olarak görmezler mi? Deneyimli öğretmen cevap verir: Hocam sen meslekte yenisin. Bizim burada ne yaptığımızı sanıyorsun! Türkiye nin geleceğinde rol oynayacak zeki öğrenciler zaten Fen Liseleri, Askeri Liseler ve Polis Okulları gibi seçkin okullardan yetişmektedir. Geriye kalanlar çürük elma! Biz onları on sekiz yaşına gelene kadar okullarda tutuyoruz, mezun olduklarında askerlik çağına gelmiş oluyorlar. Daha sonra askere gidiyorlar. Askerlik yaparken askeri eğitimle de bir miktar törpüleniyorlar. O vakitten sonra da vatana millete zarar veremezler artık. Örnek 2 Yer : Üniversite, yüksek lisans dersi Kişiler : Yüksek lisans dersini veren öğretim üyesi ve dersi alan öğrenci Olay : Yüksek lisans öğrencisi öğretim üyesine sorar: Eğitim bir hak dediniz. Eğitim bir hak ise bu hakkı kullanmak ya da kullanmamak da kişinin hakkı değil midir? O zaman zorunlu eğitim denen olguyu nasıl açıklarız? Hak olan bir şey zorunlu olur mu? Öğretim üyesi cevap verir: Eğer bireyi eğitmezsen bu hakkını nasıl kullanabilir? Eğitilen birey bu hakkını kullanacak olgunluğa ve düşünce yapısına ulaşabilir. Demokratik toplumlarda, demokrasinin gereği olarak kişinin zorunlu olarak eğitilmesi şarttır. Örnek 3 Yer : Üniversite Kişiler : Dersini veren öğretim üyesi ve dersi alan öğrenciler Olay : Öğrenciler öğretim üyesine sorar: Devletin vatandaşlarına sunduğu eğitim, sağlık vb. hizmetlerin bir devlet politikası olması gerekmez mi? Eğer bir devlet politikası gibi düşünülmezse şu anda karşılaştığımız tablo ile karşılaşmaz mıyız hocam? Öğretim üyesi sorar: Şu anda karşılaştığımız tablo nedir? Öğrenciler; Eğitim bir yap boz gibi adeta! Her gelen iktidar yeni atadığı bakanla birlikte bakanlıkta en üst düzey kişiden en alttaki çalışana kadar herkesi değiştiriyor. Bu durum bir yana bir de durmaksızın eğitim sistemi ile ya da eğitim programları ile oynayıp duruyorlar. Bunun adı da eğitimde reform oluyor! Durmadan eğitim ile oynarsak, eğitimde bir devlet politikamız olmazsa nereye gider bu ülke? Öğretim üyesi cevap verir: Gençler siz eğitimi ne sanıyorsunuz! Bazı şeyleri iyice düşünüp akıl süzgecinden geçirmemişsiniz! Eğitimin kendisi bir politikadır zaten! Eğitim ile politika her zaman iç içedir ve kol kola gider! Bu söylediğimi biraz düşünün isterseniz! Bu üç örneği özetleyecek olursak; birinci örnekte deneyimli öğretmenin insan tabiatını kötü gören bir anlayışı bulunmaktadır. Bununla birlikte aynı öğretmen elitçi bir anlayışa da sahiptir. Seçki ve üst düzey olan öğrencilerin seçildiğini, iyi eğitildiğini ve topluma yararlı olacaklarını, diğerlerinin ise topluma ancak zarar vereceklerini düşünmektedir. Zarar verecek olanların zarar verme potansiyelini kırmak ise eğitimin başarılı olduğunun göstergesi olacaktır. Bu öğretmen eğitimde bireyin gelişiminden çok toplumun yararını düşünen bir öğretmendir. İkinci örnekte, öğretim üyesi eğitimin bir hak olduğunu savunmakla birlikte, kişiyi bu hakkı kullanabilecek olgunluğa eriştirmesi, demokratik bir toplumu güvenceye alması gerekçeleri ile eğitimi zorunlu görmektedir. Öğretim üyesinin insan doğasına kötü ya da iyi bakmadığı söylenebilir, ancak eğitimde önce toplum yararını gözettiği de vurgulanabilir. Üçüncü örnek ise belki de en ilginç olanıdır! Akademik çevrelerde yapılan Eğitim nasıl olmalı?, Hangi yöntemlerle öğretme gerçekleşir, öğretim yapılır ise öğrenilenler daha kalıcı olur?, Bir eğitim programı nasıl olmalıdır?, Eğitimde liderin rolü nedir? vb. tartışmalar bir yana, eğitimin, siyasi erke, resmi ideolojiye hizmet edeceği ve erkin istediği türde bir insan yetiştireceği vurgusuna sahiptir. Bu yönüyle eğitim ile politika iç içedir. Bu nedenle politikacılar eğitimden ellerini çekmezler ve eğitim ile siyasi erkin istediği yönde insan yetiştirirler. Bunun için gerekirse sık sık eğitim sistemi, eğitim programları ve uygulamalar değiştirilebilir / güncellenebilir. 22

23 İnsan Doğası Nasıldır? Örnek birde anlatılan durum, bir öğretmen olarak uygulamada olan bir eğitimcinin felsefesini, eğitime bakışını, insan ve insan doğasına bakışını yansıtmaktadır. İnsan doğası kötü müdür? İnsanı iyiye yöneltmezsek doğasında olan bu kötülükten dolayı içinde bulunduğu topluma zarar mı verir? İnsan eğitilerek içinde yaşadığı topluma zarar vermeyecek hale mi getirilmelidir? Bu durumda eğitim topluma mı hizmet eder? İnsan doğası nasıldır? sorusu üzerinde her ne kadar davranış bilimciler düşünse de felsefe ile uğraşanların ilgi alanına daha çok girdiği kesindir. Felsefede insan doğasına ilişkin alternatif görüşler yer almaktadır. Bunlar şöyle sıralanabilir (Borchert, 2006, s: 481 484, Honer, Hunt ve Okholm, 2003, s: 373 403, Moore, 2010, s: 14 15): 1) İnsan Doğası Bencil, Saldırgan ve Antisosyaldir: Geleneksel Yahudi Hristiyan öğretilerindeki ilk günah fikri, Thomas Hobbes, Platon ve Immanuel Kant gibi düşünürlerin görüşleri bu savı desteklemektedir. Hobbes, insanlarda, birbirine zarar vermek için doğal bir eğilim görmüştür. Platon da insan doğasının güvenilirliği konusunda kuşkularını belirtmiştir. Immanuel Kant doğal insan arzularının, bireyler arasında çatışmaya yol açan ve başkaları üstünde yasasız, egoistik bir egemenlik kurmayı amaçlayan içgüdüsel çabalar olduğuna işaret etmiştir. Hobbes, Platon, Kant ve dini görüşe göre açıklamalar yapanlar şu noktada hemfikirdirler: Her ne kadar insan doğasını değiştiremezsen de sıkı siyasal, ahlaksal ya da ruhsal bir disiplinle onu kontrol edebilirsin. Davranış bilimleri alanında da benzer düşünceler görmek mümkündür. Freud insanda iki ana içgüdü saptamıştır: Aşk ve ölüm. Ölüm içgüdüsü saldırganlık ve yıkıcılık biçiminde dış dünyaya karşı dönmektedir. 2) İnsan Doğası Toplumsaldır ve Olumlu Gizilgüçler Taşır: İnsana ilişkin bu görüşte, insan doğasının asıl özelliği, insanı kendini gerçekleştirmeye, kendi gizilliklerini edimselleştirmeye ve kendi yeteneklerini tatmin etmeye etkin olarak zorlamasıdır. Rousseau ve Froebel gibi düşünürler bu görüşü paylaşmaktadır. Taoizm gibi doğu felsefelerinde de benzer inanışları görmek mümkündür. Davranış bilimleri alanında; Buhler in, bir kendini tam olarak edimselleştirme dürtüsü ; Rogers ın, her insanda bir ileri doğru yönelme eğilimi ; Maslow un insan öyle yapılmıştır ki, gittikçe daha tam bir varlık olmaya, yani kendini edimselleştirme ye (self actualization) doğru hızla ilerlemektedir şeklindeki anlatımlarında bu fikrin desteklendiğini görmek mümkündür. Bu düşünceyi savunanlara göre, bütün yeteneklerini kullanan ve kendini edimselleştiren insanlar bencil, saldırgan ve antisosyal olmazlar. 3) İnsan Doğası Boş, Esnek ve Tepkiseldir: Bu görüşe göre, insanlar verilmiş, tanımlanabilir herhangi bir doğayla doğmazlar, bu yüzden de sonsuz sayıda şekil verilebilecek kadar esnektirler. John Locke, ne doğuştan fikirleri ne de ilk günahı destekleyen bir kanıt bulabilmiştir, böylece her iki kavramı da reddetmiştir. Herbart a göre, bir öğretmen kavramları sistematik olarak sunarak, insanları, sözcüğün gerçek anlamında kuracak ve onlara kişiliklerinin tüm malzemesini sağlayacaktır. Davranışçı psikologların görüşleri de benzer yöndedir. Watson: Bana bir bebek verin, onu sizin istediğiniz kişiliğe ve mesleğe göre şekillendireyim; çünkü geliştirilecek hiçbir doğuştan yetenek yoktur demiştir. Skinner herhangi bir içsel katagori ye ya da içsel durum a atıfta bulunmayan bir insan bilimi ya da bir davranış teknolojisi geliştirmeyi önermiştir. Varoluşçular, kültürel çevresel belirlenimciliğin tüm çeşitlemelerini yadsımalarına karşın, her bir bireyin boş, esnek ve bütün olanaklara açık olduğu konusunda ödün vermez bir biçimde diretmektedirler. İnsanın doğası hakkındaki görüşümüz kadar İnsan özgür müdür? İnsan davranışları belirli nedenlere bağlı olarak belirlenmiş midir? sorularına vereceğimiz cevaplar da bizlerin eğitime bakışını etkileyecektir.

24 İnsan Özgür müdür? Örnek ikide anlatılan durum hak ve özgürlük kavramlarına bakış açısını yansıtmaktadır. İnsan özgür müdür? İnsan özgür olabilir mi? Yoksa davranışlarımız bazı etkenlere bağlı olarak belirlenmiş midir? Eğitim bireyi geliştirmek için, onu daha da özgür kılmak için mi yapılmalıdır, yoksa toplumun yararı gözetilerek mi? Skinner in (2005, s: 240 241) Walden Two romanında, roman kahramanı olan Frazier ile onun felsefe bölümünden meslektaşı olan Augutine Castle arasında geçen bir diyalog şöyledir: Frazier Davranış bilimlerini kullanabileceğin bir pozisyonun olsaydı, ne yapardın? Eğer birinin davranışlarını kontrol edebilseydin, ne yapardın? Castle: Ama bu bir varsayım, kabulleniş! Frazier: Sana göre öyle. Bu bir gerçek ve görünen o ki sen de bu gerçeği kabul ediyorsun. Bunun pratikte kontrol için bir anahtar olduğunu kabul etmeseydin, bu çok da despotik bir iddia olmayabilirdi. Castle: Sanırım, senin davranış bilimleri okyanusuna dalabilirdim. Onlara özgürlük verirdim, aksi takdirde onları sonsuza dek kaybederdim Frazier: Onlara nasıl özgürlük verirdin? Castle: Onları kontrol etmeyi reddederek. Frazier: Fakat. Onların kontrolünü başka ellere bırakmış olmaz mısın? Castle: Kimlerin eline? Fraizer: Şarlatanların, demagoji yapanların, pazarlamacıların, siyasi parti yöneticilerinin, kabadayıların, hilekarların, eğitimcilerin, papazların / rahiplerin, kısaca davranış mühendisliğini bilen herkesin eline. Castle: Kontrolün en iyi yolu onu bireyin kendi eline bırakmaktır. Frazier: Bu da bir varsayımdır. Senin umduğun bir varsayım. Oysa yalnızca davranış bilimleri uygulama şansından kaçınmış olursun. Eğer insan özgürse, davranış teknolojisi / davranış mühendisliği imkansızdır. Diğer durumu göz önünde bulundurmanı isterim. Castle: Senin kabulün gerçeği yansıtmıyor. Bunun ötesini düşünmeme gerek yok. Skinner gibi düşünen bilim insanlarına göre çocuk zaten belirlenmişlik yaşayacaktır. İnsanın yaşamında bu belirlemeleri çevre yaratmaktadır. O zaman çocuğun yaşayacağı bu belirlenmişliği neden biz belirlemeyelim? Aslında bu tartışma felsefede önemli yeri olan bir tartışmadır. Felsefede özgürlük üzerine bazı kuramlar geliştirilmiştir. Bunları dört grupta incelemek mümkündür (Honer, Hunt ve Okholm, 2003, s: 223 253): 1) Sıkı Belirlenimcilik: Bu kuramı savunanlar, insanların yaptıkları seçimlerin ve verdikleri kararların kader, ilahi takdir ya da doğal nedenler tarafından önceden tamamen belirlendiği bir evrende yaşadığımızı savunurlar. Psikolojinin sağladığı kanıtlar, bir kişinin ortaya koyduğu her tepkinin, geçmiş öğrenmelerin bir ürünü olduğu kanısını pekiştirirken, bireylerin özgür olduğuna nasıl inanabiliriz? Antropoloji, bir insan grubunun dilinin, ahlakının, gerçekte tüm yaşam tarzının, kültürel koşullanmanın dolaysız bir sonucu olduğunu o kadar açık bir şekilde gösterirken, insan gruplarının özgür oldukları nasıl savunulabilir? Özgür irade, kültürden bağımsız, geçmişte öğrenilenlerden bağımsız olmak demektir. Arzu ve isteklerimiz, kararlarımız bizim kontrol edemediğimiz güdüler tarafından belirlenmektedir. Biyolojik yapımız ve çevre tarafından arzu ve isteklerimiz, kararlarımız belirleniyorsa, o halde özgür değiliz sonucuna ulaşılabilmektedir. Bu düşüncenin bir sonucu olarak ben davrandığımdan farklı biçimde davranamam çıkarımında bulunulabilir. 2) Belirlenmezcilik: Bu kuramı savunanlara göre kararlar, hiç değilse belli durumlarda, daha önce gelen fizyolojik ve psikolojik nedenlerden bağımsızdır. İnsan iradesi, kendinden başka bir şey tarafından be-