Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 39, Ocak 2017, s

Benzer belgeler
Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

Türkiye Ekonomisi 2000 li yıllar

MAĞAZA İMAJI, MAĞAZA MEMNUNİYETİ VE MAĞAZA SADAKATİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN TÜKETİCİLER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ ÖZET

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

SEÇMEN DAVRANIŞLARI İLE EKONOMİK PERFORMANS ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN TEORİK TEMELLERİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME

Dersin Amacı: Bilimsel araştırmanın öneminin ifade edilmesi, hipotez yazımı ve kaynak tarama gibi uygulamaların öğretilmesi amaçlanmaktadır.

Giriş İktisat Politikası. İktisat Politikası. Bilgin Bari. 28.Eylül.2015

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

Çalışma Hayatının İki Büyük Korkusu: İşsizlik ve İş Güvencesizliği Two Big Fear of Working Life: Unemployment and Job Insecurity

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Sayı: / 13 Aralık 2012 EKONOMİ NOTLARI. Akım Verilerle Tüketici Kredileri Defne Mutluer Kurul

Araştırma Notu 16/190

TARIMSAL İSTİHDAMA DAİR TEMEL VERİLER VE GÜNCEL EĞİLİMLER

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

Modern Konjonktür Teorileri ve İktisat Politikası

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor.

YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ MAYIS 2018

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

İMALAT SANAYİ EĞİLİM ANKETLERİ VE GELECEĞİN TAHMİNİ

Sayı: Mayıs Toplantı Tarihi: 25 Mayıs 2006

İMALAT SANAYİİNDE KAPASİTE KULLANIM DURUM RAPORU 2018/III

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

Talep ve arz kavramları ve bu kavramları etkileyen öğeler spor endüstrisine konu olan bir mal ya da hizmetin üretilmesi ve tüketilmesi açısından

Araştırma Notu 14/165

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

DÜNYA BANKASI TÜRKİYE DÜZENLİ EKONOMİ NOTU TEMMUZ Hazırlayan: Ekin Sıla Özsümer. Uluslararası İlişkiler Müdürlüğü

ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER... XI BİRİNCİ BÖLÜM MAKRO İKTİSADA GİRİŞ

ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI

İçindekiler kısa tablosu

EKONOMİK SÜREÇ İÇİNDE DEVLETİN FONKSİYONLARI KAMU HİZMETLERİ DIŞSALLIKLAR KAMU HARCAMALARININ ARTIŞINA YÖNELİK GÖRÜŞLER

İŞGÜCÜ PİYASALARINDA MEVSİMLİK ETKİLER AZALIYOR

2017 Yılı Enflasyon Beklentisi

İŞLETME RİSK YÖNETİMİ. Yrd. Doç. Dr. Tülay Korkusuz Polat 1/21

ÜNİTE:1. Maliye Politikası: Kavramlar, Etkinliği ve Sınırları ÜNİTE:2. Maliye Politikasının Makroekonomik Temelleri ÜNİTE:3

ABD TARIM DIŞI İSTİHDAM VERİSİ ANALİZİ

TARIM DIŞI İŞSİZLİK ARTIŞTA (Temmuz Ağustos - Eylül)

2006 MAYIS ÇALKANTISI 2003 VE 2004 TEKİ ÇALKANTILARDAN NASIL FARKLI?

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ OCAK 2018

BASIN DUYURUSU PARA POLİTİKASI KURULU TOPLANTI ÖZETİ. Sayı: Ekim Toplantı Tarihi: 21 Ekim 2015

ABD TARIM DIŞI İSTİHDAM VERİSİ ANALİZİ

İstihdam Faiz ve Paranın Genel Teorisi, makro iktisadın kökenini oluşturur.

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

SAĞLIKTA İLETİŞİM DR. İLKER TELLİ SAĞLIK-DER GENEL MERKEZ

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

Sayı: Ocak 2014 PARA POLİTİKASI KURULU TOPLANTI ÖZETİ. Toplantı Tarihi: 21 Ocak 2014

Güncel BES Verileri. Toplam Fon Büyüklüğü (milyar TL) 46,15. Faizsiz Fon Büyüklüğü (milyar TL) 2,01

İMALAT SANAYİİNDE KAPASİTE KULLANIM DURUM RAPORU 2018/I

FİNANSAL YÖNETİME İLİŞKİN GENEL İLKELER. Prof. Dr. Ramazan AKTAŞ

BASIN DUYURUSU PARA POLİTİKASI KURULU TOPLANTI ÖZETİ. Sayı: Mart Toplantı Tarihi: 24 Şubat 2015

Bilgisayar ve İnternet Tutumunun E-Belediyecilik Güvenliği Algısına Etkilerinin İncelenmesi

Pazarlamada Kullanılan Farklı Yaklaşımlar, Teoriler ve Analiz Teknikleri

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

BASIN DUYURUSU PARA POLİTİKASI KURULU TOPLANTI ÖZETİ. Sayı: Aralık Toplantı Tarihi: 24 Kasım 2015

KRİZ ÜÇ KOLDAN SARSIYOR ENFLASYON-KÜÇÜLME-İŞSİZLİK

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

tepav Nisan2011 N DEĞERLENDİRMENOTU 2008 Krizinin Kadın ve Erkek İşgücüne Etkileri Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ TEMMUZ 2018

ULUSAL ÖLÇEKTE GELIŞME STRATEJISINDE TRC 2 BÖLGESI NASIL TANIMLANIYOR?

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

HALKLA İLİŞKİLERE GİRİŞ

RUS TÜRK İŞADAMLARI BİRLİĞİ (RTİB) AYLIK EKONOMİ RAPORU. Rusya ekonomisindeki gelişmeler: Aralık Rusya Ekonomisi Temel Göstergeler Tablosu

EUROBAROMETRE 71 AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ MART 2018

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 TEMMUZ AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

Üretim/İşlemler Yönetimi 4. Yrd. Doç. Dr. Mert TOPOYAN

MAKRO İKTİSAT KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ(KARMA)

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU

ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ VE MOTİVASYON ELİF SANDAL ÖNAL

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Aralık 2017 İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- AĞUSTOS 2018 MEVSİM ETKİLERİNDEN ARINDIRILMIŞ İŞSİZLİK ARTTI, İSTİHDAM DÜŞTÜ

İMALAT SANAYİİNDE KAPASİTE KULLANIM DURUM RAPORU 2018/IV

Ekonomi Bülteni. 9 Mayıs 2016, Sayı: 19. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

7. Orta Vadeli Öngörüler

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 NİSAN AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Şubesi

Dalga gitti ama tortusu kaldı

BASIN DUYURUSU 30 Nisan 2015

Dış Ticaret Politikasının Amaçları

İSTANBUL EKONOMİK ARAŞTIRMALAR DERNEĞİ

İSTANBUL EKONOMİK ARAŞTIRMALAR DERNEĞİ

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

BÖLGE VE NÜFUSUN GENEL DURUMU. Doç.Dr.Tufan BAL

Ekonomi Bülteni. 22 Haziran 2015, Sayı: 16. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

KONU 1: TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ( ) İŞGÜCÜ VERİMLİLİĞİ ve YATIRIMLAR İLİŞKİSİ (DOĞRUSAL BAĞINTI ÇÖZÜMLEMESİ) Dr. Halit Suiçmez(iktisatçı-uzman)

Ekonomi Bülteni. 19 Aralık 2016, Sayı: 49. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

8.1 KLASİK (NEOKLASİK) MODEL Temel Varsayımlar: Rasyonellik; Para hayali yoktur; Piyasalar sürekli temizlenir.

A Y L I K EKONOMİ BÜLTENİ

- TERCİHLERDE ROL OYNAYAN BİRİNCİ FAKTÖR: İSTİHDAM İMKANLARI

İŞSİZLİK HIZLA ARTARKEN İSTİHDAM ARTIŞI YETERSİZ KALDI

MESLEK KOMİTELERİ DURUM TESPİT ANKETİ

Transkript:

Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 39, Ocak 2017, s. 131-165 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 07.11.2016 20.01.2017 Yrd. Doç. Dr. Bülent ÖZGÜL Süleyman Demirel Üniversitesi, Yalvaç Meslek Yüksekokulu, Pazarlama ve Reklamcılık Bölümü bulentozgul@sdu.edu.tryrd.doç.dr. Bülent ÖZGÜL Süleyman Demirel Üniversitesi Yalvaç Meslek ksekokulu Öğretim Üyesi lentozgul@sd.tr EKONOMİK FAKTÖRLER VE SİYASİ DAVRANIŞ 1 Öz Siyasi davranış, pek çok etkileyeni olan ve siyaset biliminin karmaşık konularından biridir. Ekonomi, bu faktörler içerisinde çoğunlukla dolaylı, bazen de doğrudan etki eden önemli bir faktördür. Bireyler açısından genel olarak ülkenin makro ekonomik göstergeleri, bireysel olarak da kendi ekonomik durumları ve bununla ilgili algılamalarının siyasi davranışlarında ve siyasi liderlik beklentilerinde çeşitli etkiler taşıdığı görülmektedir. Enflasyon, istihdam rakamları, milli gelir gibi ekonominin genel göstergeleri ile; bireylerin gelir durumları, meslekleri, ekonomik durumlarıyla ilgili algıları, geçmiş ve gelecekle ilgili değerlendirme ve beklentileri önem taşıyan unsurlar olarak ön plana çıkmaktadır. Kriz dönemleri, ekonomik faktörlerin siyasi davranış ve liderlik beklentileri üzerindeki etkilerinin daha yüksek düzeye çıktığı dönemlerdir. Türkiye gibi ekonomisi gelişmekte olan ülkelerde, ekonominin siyasi hayat üzerinde belirleyici etkileri olduğu görülmektedir. Anahtar kelimeler: Ekonomi, Siyasi Davranış, Siyasi Liderlik, Tercih, Seçim 1 Bu makale, yazarın Siyasi Partilerde Yandaşların Liderlik Beklentilerini Etkileyen Sosyoekonomik Faktörler (Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ABD, Isparta, 2015) adlı doktora tezine dayanmaktadır.

ECONOMICAL FACTORS AND POLITICAL BEHAVIOUR Abstract Having a greatdeal of affecting criteria, political behaviour is one of the complicated subjects of political science. Among these factors, economy is the most important factor, affecting politics mostly indirectly and sometimes directly. Interms of individuals, their individual economic conditions and the country s macroeconomical indicators have effects on their political behaviour and political leadership expectations. The over all indicators of economy such as inflation, employment rates and domestic income and the individuals perceptions about their incomes, jobs and economical conditions come to the forefrontas crucial elements for their evaluation sand expectations about past and future. Crisis periods are the periods in which economical factors reach peak over political behavours and leadership expectations. In countries whose economies are developing like Turkey, it is seen that economy has determinant effects on political life. Keywords: Economy, Political Behaviour, Political Leadership, Preference, Election GİRİŞ Seçmen davranışlarında ekonomik faktörlerin etkileri, birçok araştırmada ele alınan bir olgudur. Bireylerin siyasi hayatla ilgili birçok kararı almalarında, içinde yaşadıkları toplumun ekonomik sistemi, gelir düzeyleri, ekonomik büyüme ya da kriz durumları faktörlerinden büyük ölçüde etkilendikleri görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, bireylerin siyasi partilerden talepleri içerisinde en ön sırayı ekonomik talepleri almaktadır. Ekonomik faktörlerin siyasi parti yandaşlarının siyasi liderlik beklentilerine etkisi konusunda, diğer sosyo-ekonomik faktörlerle birlikte bir etkileşimin daha belirleyici olduğu görülmektedir. Zira, liderlik türlerine bakıldığında, bir liderin otoriter, demokratik ya da karizmatik olmasında öne çıkan hususlar, seçmenlere yönelik iletişimiyle ilgili olup, ekonomik faktörlerin liderlik beklentisine etkisinin daha çok dolaylı olması beklenmelidir. Bireyin içinde bulunduğu ekonomik durum, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durum, bireyin beklentileri ile mevcut ekonomik durumu arasında algıladığı farklılık gibi konuların siyasi tercihleri üzerindeki etkileri, diğer faktörlerin de az ya da çok etkileriyle birlikte somutlaşmaktadır. Seçmenlerin liderlik beklentilerinin ekonomik faktörlerden doğrudan etkilenmesi, genellikle ekonomide sıkıntılı dönemlerin yaşanmasında görülebilen durumlardır. Örneğin, ağır ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde, bireylerin otoriter ya da dönüşümcü liderlik beklentilerinin artması beklenen bir durumdur. Böyle bir durumda, demokratik liderlik beklentisinin çok yüksek olmayacağı tahmin edilebilir. Ekonominin iyi gittiği durumlarda, bireylerin liderlik beklentilerinin ekonomik faktörlerden etkilenmesinin azalması beklenen bir durumdur. Liderlerin ekonomiyle ilgili bilgi düzeyi, görüşleri ve vaadleri de, tek başına etkileyici bir faktör olmaktan ziyade, koşullar ölçeğinde etkili olabilecek faktörlerdir. Ekonomik koşulların olumlu olarak algılandığı durumlarda, bu faktörlerin etkisi azalırken, ekonomik koşulların olumsuz olduğu ya da olumsuz olarak algılandığı durumlarda liderlerin bu özellikleri önemli bir 132

faktör haline gelebilecektir. İki durumda da önemli olan, liderin özelliğinden ziyade, bireyin içinde bulunduğunu algıladığı ekonomik koşullar daha etkili olacaktır. Bu durum, çalışma bakımından önemli bir husustur. Çalışmada, seçmen davranışında ekonominin etkileri üzerinde duran yaklaşımlar aktarıldıktan sonra, gelir düzeyinin ve mesleğin bireylerin siyasi davranış biçimlerine etkisi ele alınacak, kriz dönemlerinde siyasi tercih ve liderlik beklentilerinin nasıl şekillendiği değerlendirilecektir. 1. Ekonomik Göstergeler ile Seçmen Davranışı Arasındaki İlişki Seçmenlerin hangi partiye oy verecekleri konusunda karar verme sürecinde iktidar partisinin performansının değerlendirilmesi, siyasi sistem ile ekonomik sistem arasındaki ilişkileri ortaya koymaktadır. Seçmenler, iktidar partisinin performansını değerlendirirken veya tercihlerini en iyi yansıtan otoriteyi göreve getirmek amacıyla oy kullanırken, partinin iktidar süresince izlediği politikaların ekonomik sonuçlarını da dikkate almaktadırlar. Seçmen tercihleri ile politik partilerin davranışları arasındaki söz konusu ilişki, ekonomik politikaların siyasi boyutunu oluşturmaktadır. Siyasi partiler, varlık nedenleri olan iktidara gelme veya iktidarda kalma amaçlarına ulaşabilmek için, izledikleri ekonomik politikaların seçmenlerin oy verme kararları üzerindeki etkisini dikkate almak durumundadır. İzlenen ekonomik politikaların yalnızca ekonomik sonuçları ile ilgilenen makroekonomik politika çalışmalarında, siyasi faktörlerin dışsal olarak kabul edildiği görülmektedir (Telatar, 1998: 37). Genel bir değerlendirmeyle, gelir düzeyinin bireylerin oy verme davranışı üzerindeki etkisi ilk bakışta basit ve doğrusal bir ilişkiymiş gibi görünmektedir. Ekonomik bakış açısıyla, oy verme, mükafatlandırma veya cezalandırmayı amaçlayan beğenme veya öfkenin bir ifadesidir. Ekonomik çıkarı peşinde koşan insanlar, ekonomik durumları iyiye gittiğinde hükümeti mükafatlandıracaklar, kötüye gittiğinde de onu cezalandıracaklardır. Seçmen davranışında ekonomik faktörlerin etkisi konusunda yapılan çok sayıda araştırma, bu ilişkinin göründüğü kadar basit ve her durumda geçerli olmadığını ortaya koymaktadır. Ekonomik faktörlerin oy verme üzerinde hemen hiçbir rolü olmadığını ileri süren araştırmalardan, onun oy verme davranışını belirleyen en önemli değişken olduğunu savunan ve bu iki uç arasında ekonomik faktörlere değişik derecelerde önem veren her biri oldukça tutarlı ve bilimsel yöntemlere dayalı pek çok araştırmanın birbiriyle çelişen bulguları, en azından bu konunun ne kadar çok boyutlu ve karmaşık olduğunun çarpıcı bir göstergesidir (Sitembölükbaşı, 2001: 7-8). 133 İşsizlik oranı, enflasyon oranı ve reel artış oranı, büyüme oranları gibi temel göstergeler, ideolojik eğilimler ile birlikte iktidara ilişkin seçmen performansının oluşumunda etkili olurlar. Söz konusu faktörler, cari dönemdeki hükümetin tutumu üzerinde önemli ölçüde etkili olar. Siyaset ve ekonominin karşılıklı etkileşimi şeklinde ifade edilebilecek bu durum aşağıdaki gibi ifade edilebilir.

Şekil 1. Siyaset Ekonomi Etkileşim Süreci İktisat Politikası Araçlarının Seçimi Siyasal Eğilimler HÜKÜMET İktidar Süresinin EKONOMİ SİYASET Uzayacağı Beklentisi Cari İktisadi Koşullar SEÇMENLER Siyaset Ekonomi Etkileşim Süreci Siyasal İktidarın Performansının Değerlendirilmesi (Kaynak: Funda Telatar, Politik İktisat Politikası, İmaj Yayınevi, Ankara, 2004, s. 331) Yukarıdaki şemada görüldüğü gibi, hükümetler ekonomi politikalarını sadece ideolojik yaklaşımlarla değil, bunun yanında iktidar süresinin daha da uzatılması kaygılarıyla da oluşturabilmektedirler. Doğal olarak siyaset-ekonomi sisteminin oluşumunda seçmen ve iktidarların karşılıklı etkileşimleri belirleyici olmaktadır. Burada, ekonomi ile seçmen davranışı arasındaki ilişkileri inceleyen temel yaklaşımlar aktarılarak bu ilişkinin teorik çerçevesi oluşturulmaya çalışılacaktır. 134 Çinko nun yaptığı çalışmada seçmen davranışları ile ekonomik performans arasındaki ilişkiler üç yaklaşım bağlamında incelenmiştir: Sorumluluk Hipotezi Yaklaşımı, Müvekkil Hipotezi Yaklaşımı, Temel Hedef Hipotezi Yaklaşımı (Çinko, 2006: 106-111). Sorumluluk hipotezine göre, bireyler piyasada oluşan ekonomik koşullara ilişkin sorumluluğu siyasal iktidarlara yüklerler. Bu açıdan bakıldığında, siyasi iktidarlar işsizlik ve enflasyon oranları yüksek düzeylerde seyrediyorsa cezayı, düşük düzeylerde seyrediyorsa ödülü hak ederler. Siyasi iktidarların makro ekonomik performanslarından dolayı oy kaybı ya da oy kazancı durumları ile karşılaşacağı, seçimler ile makro ekonomik performans arasındaki ilişkileri analiz eden çalışmaların önemli bir bölümünün ileri sürdüğü genel bir görüştür (Çinko, 2006: 106). Bu konu içinde farklı bir yaklaşım Bloom ve Price tarafından geliştirilmiştir. Yazarların ABD bazında yaptıkları seçmen davranışlarını analiz eden çalışmalarına göre, siyasi iktidarlar seçmenler tarafından zayıf ekonomik performanstan dolayı cezalandırılırken, ekonomik refah artışından dolayı ödüllendirilmezler. Çünkü makro ekonomik göstergelerde bir bozulma söz konusu olduğunda ekonominin kamuoyu gündemindeki önemi artarken, tersi durumda popülaritesi azalmaya başlar ve seçmen davranışlarının tercihlerinde diğer belirleyici değişkenler ön plana çıkar (Bloom ve Price, 1975: 1244). Sorumluluk hipotezini savunanlar yaptıkları çalışmalarla seçmenlerin sağ ve sol parti ayrımına gitmediğini ispatlamaya çalışmışlardır. Bu hipotezin savunucularına göre, büyüme ve özellikle ılımlı düzeylerde seyreden enflasyon oranları, seçmenlerin cari iktidara ilişkin desteklerini belirlerken ilk planda düşündükleri en önemli değişkendir. Mevcut iktidara desteğin azalmaması, ekonomideki büyüme artışının enflasyona yol açmadan gerçekleşmesine bağlıdır. Enf-

lasyonist eğilimleri tetikleyen milli gelir artışı, muhalefet partilerinin etkinliğini ve şansını arttırır (Çinko, 2006: 107). Kramer konuyla ilgili yaptığı çalışmada, ekonomik koşulların seçimlerdeki oy yüzdesi üzerindeki etkileri sayısal olarak ortaya koymuştur. Şöyle ki, diğer koşullar eşit kabul edildiğinde, kişi başına düşen reel gelirin % 10 düzeyinde bir azalma olduğunda, iktidar partisinin % 4 ya da % 5 oranında bir oy kaybına uğrayacağı iddia edilmiştir. Kramer in çalışmasının en önemli özelliği, oylama sürecinde bireysel çıkarların önemine yaptığı vurgudur. Çalışmada kişi başına düşen reel gelirde oylama sürecinde temel belirleyici değişken olarak ele alınması, oylama sürecinde kişisel gelirin önemini ortaya koymaktadır. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, bireyler oylama sürecinde, sadece genel makro ekonomik koşulları değil, kendi gelir düzeylerindeki değişiklikleri de göz önüne alırlar (Kramer, 1971: 132). Sorumluluk hipotezi savunucularına göre, enflasyon, işsizlik, büyüme rakamları gibi farklı göstergelerden, farklı koşullarda hangisinin belirleyiciliği ön planda olursa olsun, önemli olan hususun, ekonomik performansın seçmenlerin oy verme sürecinde en önemli faktör olduğu görüşüdür. Bu yaklaşım içinde, önemli bir ayrım da seçmenlerin kendi kişisel ekonomik durumları ya da genel ekonomik duruma bakarak karar verdikleri üzerinedir. Bu yaklaşımı geliştiren Markus a göre, seçmenler ya kişisel çıkara göre ya da ulusal ekonomik çıkar güdüsü ile hareket etmektedir. Seçmen davranışında kişisel çıkar eğiliminin etkili olduğunu iddia eden görüşün taraftarları, seçmenleri cüzdan seçmenleri şeklinde isimlendirmektedir. Bu görüşe göre, seçmenlerin siyasi iktidara ya da taraftarı oldukları partiye ilişkin desteklerini, bireysel ekonomik durumlarındaki olumlu gelişme belirler. Buna karşın, diğer görüşe göre ise, seçmenlerin tercihlerinin kişisel çıkarlar yerine, ulusal ekonomik durum konusundaki değerlendirmeleri tarafından belirlendiği savunulur (Markus, 1988: 154). Burada, iki eğilimden hangisinin daha güçlü tezahür ettiğini belirleme imkanı kısıtlıdır. Bu eğilimi tespit eden siyasi partilerin ve liderlerinin, kendi ekonomi politikalarına yön vermede, bu eğilime göre hareket ettikleri görülebilmektedir. Eğer, seçmen büyük çoğunluğu cüzdan seçmeni ise, iktidarlar seçim öncesi dönemlere özgü ekonomi politikaları uygulama yolunu seçmektedir. 135 Swank tarafından geliştirilen Müvekkil Hipotezi Yaklaşımı na göre, partilerin iktidarda olup olmamasına bağlı olmaksızın, yüksek işsizlik oranları sol partilerin; yüksek enflasyon oranları ise sağ partilerin popülaritesini arttırır (Swank, 1993: 56). Benzer bir bulguyu, ABD nin İkinci Dünya Savaşından sonraki verilerini test eden Verstyuk da elde etmiştir. Yazara göre, seçmenlerin oy verme davranışlarını belirleyen temel faktör, enflasyon ve işsizlik sorunlarına ilişkin beklentilerdir. Yüksek enflasyon beklentileri sağ partilerin, yüksek işsizlik beklentisi ise sol partilerin göreli olarak daha fazla desteklenmesine yol açar. Bu çalışmada elde edilen bulgular, yazarın kendi ifadesi ile çok önemli bir sonucu gündeme getirmektedir. Politika yapıcıların seçiminde sadece genel yeterlilik düzeyleri değil, aynı zamanda politik öncelikleri de belirleyici rol oynamaktadır. Diğer bir ifade ile politik desteğin belirlenmesinde her ne kadar temel makro ekonomik sorunlar etkili ise de, partilerin iktisat politikaları hedeflerine ilişkin öncelikleri de son derece önemlidir (Verstyuk, 2004: 170). Oy verme eğiliminin ekonomik sorunlara ilişkin beklentiler temelinde belirlenmesi, cari iktidarın ekonomik sorunlar konusundaki önceliklerini belirlerken çok dikkatli davranmasını zorunlu kılar. Örneğin, sadece işsizlik sorunu ile mücadele ederek enflasyonist eğilimlerdeki tırmanışa göz yuman sol bir partinin gelecek seçimlerdeki şansı azalabilir. Bu sonucun farkında

olan iktidarlar, enflasyon ya da işsizlik sorunlarından birine öncelik verirken, diğer sorunu tamamen göz ardı etmemelidirler (Çinko, 2006: 111). Temel Hedef Hipotezi Yaklaşımı da Powell ve Whitten tarafından ortaya konulmuştur. Yirmi yıllık bir zaman periyodunda (1969-1988) on dokuz ülkede gerçekleşen yüzden fazla seçimin sonuçlarını analiz ederek modern demokrasilerde ekonomik oylama konusunu inceleyen literatüre katkı sağlamak amacıyla gündeme getirilen bu hipoteze göre, siyasi iktidara yönelik destek, önceden vaat edilen hedeflere ulaşıldığı ölçüde sürer. Seçmenler tercihlerini belirlerken sol ve merkez partilerin işsizlik ile sağ partilerin ise enflasyon ile mücadele konusundaki başarılarını ölçüt alırlar. Bu çerçevede, sol ve merkez partilerin işsizlik, sağ görüşlü partilerin ise enflasyon ile mücadele hususunda sergilediği zayıf performans, cari iktidara yönelik desteğin geri çekilmesi sonucunu doğurur (Powell ve Whitten, 1993: 398-399). Görüldüğü gibi temel hedef hipotezine göre, iktidar süresinin sürekliliğini, partilerin temel hedeflerine ulaşma konusunda gösterdikleri başarı düzeyi belirler. Bu iddia seçmenlerin her zaman ideolojik önyargılar ile hareket etmeyeceği sonucunu doğurmaktadır (Çinko, 2006: 111). Ekonomi ile seçmen davranışı arasındaki ilişkiye yönelik bir başka ayrım, Sezgin tarafından ortaya konulmuştur. Sezgin e göre, ekonomik koşulların seçmen tercihlerini nasıl etkilediğini inceleyen ekonomik oy verme teorisi, oy verme fonksiyonu ile popülerlik fonksiyonundan oluşmaktadır. Bu iki fonksiyonun analiz alanı birbiriyle aynıdır, sadece analiz dönemleri birbirinden farklıdır. Oy fonksiyonu da popülerlik fonksiyonu da ekonomi ile seçmen tercihleri arasındaki etkileşimi incelemektedir. Oy fonksiyonu, seçim zamanında kullanılan oyları ele alarak ekonomik performans ile siyasi destek arasındaki ilişkiyi modellemektedir. Popülerlik fonksiyonu ise seçimler arasındaki dönemde partiler, parti liderleri ve ekonomik durum hakkında kamuoyunun düşüncelerini ölçen anketlerle analiz yapan çalışmalardır (Sezgin, 2007: 21). 136 Nannestad ve Paldam, ekonomi ile siyasi tercih arasındaki ilişkinin dört karmaşık boyutuyla değerlendirirler. İdrak süzgeci adı verilen ilk boyutta, seçmenler makro ve mikro ekonomi ile ilgili aldıkları bilgileri değerlendirirken idrak süzgecinden geçirirler ve subjektif kararlar verirler. Dolayısıyla aynı koşullardaki seçmenlerin değerlendirmeleri birbirinden farklı olur. İkinci karmaşık boyut, geçmişe yönelik veya geleceğe yönelik değerlendirme boyutudur. Temel soru, çoğunluğun ekonomi ile ilgili yapmış olduğu değerlendirmenin geçmişe mi yoksa geleceği mi yönelik olduğudur. Yani, seçmenler hükümetin geçmişteki ekonomik performansına göre ya da hükümetin ya da muhalefetin gelecekteki performans vaadine göre değerlendirme yapabilmektedirler. Bu ilişkinin üçüncü karmaşık boyutu da, değerlendirmelerin birey eksenli veya toplum eksenli yapılıp yapılmadığına göredir. Seçmenler, tercihte bulunurken kendi ekonomik durumlarına ya da ülkenin genel ekonomik durumuna bakarak değerlendirmede bulunurlar. Son boyut da tersine nedensellik boyutudur. Buna göre, hükümetle ilişkisine göre seçmenler, ekonomik durumun ya olumlu yönlerini görecekler ya da bunun olumsuz yönleri üzerinden değerlendirme yapacaklardır (Nannestad ve Paldam, 2000: 126-128). Ercins in yaptığı çalışmada yukarıda farklı yaklaşımlar tarafından ortaya konulan sınıflandırmalar toplu bir şekilde kategorize edilmiştir. Ekonomik oy verme, temelde iki modelden, "retrospective-prospective voting" ve "sociotropic-egotropic voting"ten oluşuyor. Her modelin kendine ait iki alt modeli mevcut olduğundan dört farklı kombinasyon kurulabilmektedir. Birinci ana model, ekonomik faaliyetlerin süreçlerini ve bu süreçlerden geçmişteki dönemin mi yoksa gelecekteki olması muhtemel dönemin mi göz önünde bulundurulacağı bakımından iki alt modele ayrılır. Birinci alt model, parti tercihinin belirlenmesinde bireylerin ilgili partinin geç-

mişteki ekonomik faaliyetlerini değerlendirmeleri olarak adlandırılan geçmişi göz önünde bulundurarak oy verme modelini (retrospective voting) ifade etmektedir. Diğer alt model ise parti tercihi ilgili partinin gelecekte olmasını vaat ettiği ve programına dahil ettiği faaliyetlerin değerlendirilmesinin sonucu olarak (prospective voting) şekillenmektedir. Ekonomik seçim modelinin ikinci ana modeli ise, kişilerin ekonomik koşulları göz önünde bulundurmaları ile ortaya çıkmaktadır. Eğer kişiler parti tercihlerini belirlerken kendi ekonomik durumlarını öncelikli olarak göz önünde bulundurarak seçim tercihlerini belirlerseler ego-tropic seçim modeli ortaya çıkar. Eğer bireyler oy verecekleri zaman ulusal ekonominin durumunu göz önünde bulundururlarsa sosyo-tropik seçim modeli söz konusu olmaktadır. Ekonomik seçim modeli ile ortaya çıkan 4 farklı kombinasyon ise şu şekilde sıralanabilir: egotropic retrospective, egotropic prospective, sociotropic retrospective ve sociotropic prospective. Egotropic retrospective oy verme modelinde kişiler seçim tercihlerini yakın geçmişteki kişisel ekonomik durumlarını göz önünde bulundurarak belirleme eğilimindedirler. Egotropic prospective modelde ise kişiler tercihlerini kullanacakları zaman kişisel ekonomik durumlarının gelecekteki olması muhtemel durumunu değerlendirirler. Sociotropic retrospective oy verme modelinde parti tercihi ulusal ekonominin ve sosyal ekonomik durumun geçmişteki durumu göz önünde bulundurularak şekillendirilir. Sociotropic prospective modelde seçmen davranışını belirleyen temel faktör sosyal ekonomik durumun olması muhtemel durumudur. Burada sosyo-tropik belirleyiciler yapılan çalışmalarda genel olarak milli gelir, enflasyon ve işsizlik olarak tespit edilmiştir. Tabi burada göz önünde bulundurması gereken önemli bir husus seçmen davranışını etkileyen sosyoekonomik koşulların dolaylı olarak da kişisel ekonomik durumu etkilemesi ve ego-tropik oy verme eğilimine yol açmasıdır (Ercins, 2007: 26-27). * 137 Bireylerin, yukarıda zikredilen yaklaşımlar çerçevesinde, ekonomik faktörleri göz önünde bulundurarak oy kullanma durumundaki davranışları aşağıdaki tabloyla özetlenebilir: Bireyin kendi ekonomik durumuyla değerlendirme yaparak oy vermesi (egotropic voting) Bireyin genel ekonomik durumla ilgili değerlendirme yaparak oy vermesi (sociotropic voting) Tablo 1. Ekonomik oy verme davranış biçimleri İktidarın geçmişteki ekonomik performansını değerlendirerek oy verme (retrospective voting) Bireyin iktidarın geçmişteki ekonomik performansını ve kendi ekonomik durumunu göz önüne alarak oy vermesi (egotropic retrospective voting) Bireyin iktidarın geçmişteki ekonomik performansını ve genel ekonomik durumu göz önüne alarak oy kullanması (sociotropic retrospective voting) Gelecekteki ekonomik performans beklentisine göre oy verme (prospective voting) Bireyin partilerin gelecekteki ekonomik performans vaadleriyle oluşan beklentisi ve kendi ekonomik durumunu göz önüne alarak oy vermesi (egotropic prospective voting) Bireyin partilerin gelecekteki ekonomik performans vaadleriyle oluşan beklentisi ve genel ekonomik durumu göz önüne alarak oy kullanması (sociotropic prospective voting) Bu konuyla ilgili olarak değerlendirilecek son yaklaşım biçimi Telatar ın çalışmasında ele alınmıştır. Politik devresel dalgalanmalar yaklaşımını inceleyen Telatar a göre, seçmen davra- * Ercins değerlendirmelerde şu kaynaklardan yararlanmış: William L. Benoit, Retrospective Versus Prospective Statements and Outcome of Presidential, Journal of Communication, Vol. 56, (Winter 2006); Peter Nannestad - Martin Paldam, The VP-Function: A Survey of the Literature on Vote and Popularity Functions after 25 Years, Public Choice,Vol. 79(3-4), June 1994; John Fuh Sheng Hsieh Dean Lacy - Emerson Niou M.S., Retrospective and Prospective Voting in a One- Party-Dominant Democracy: Taiwan s 1996 Presidential Election, Kluver Academic Publishers, Netherlands, 1998; Martin Rosema, Partisanship, Candidate Evaluations,and Prospective Voting, Department of Political Science, University of Twente, The Netherlands, 2006; James Jackson, The Economic Impact upon Modern U.S. Elections, Copyright 1999 UAUJE, http://www.econ.ilstu.edu/uauje/pdf's/issue1999/elections.pdf)

nışlarına ilişkin varsayımlar dikkate alındığında, literatürün rasyonel beklentiler öncesi ve sonrası olmak üzere iki evrede geliştiği görülmektedir. Rasyonel beklentiler öncesi evrede yer alan oportünistik ve partizan (ideolojik) devresel dalgalanma modellerinde, seçmenlerin uyarlayıcı beklentilere sahip olduğu, oy verme kararlarını geçmişe yönelik olarak verdikleri varsayılmaktadır. Ayrıca, her iki modelde, partilerin politika enstrümanları üzerinde kontrole sahip olduğu, politikanın etkinliği ve partilerin amaçlarını yeterli ve etkin biçimde izledikleri kabul edilmektedir. Rasyonel oportünistik ve rasyonel partizan olarak isimlendirilen rasyonel beklentiler sonrası modellerde ise, seçmenlerin rasyonel olduğu ve oy kararlarını geleceği de dikkate alarak verdikleri varsayılmaktadır. Seçmen davranışlarının tanımı konusundaki farklılık, modellerde açıklanan devresel dalgalanmaların niteliğine, sürekliliğine ve büyüklüğüne ilişkin öngörüleri de farklılaştırmaktadır. Seçmenlerin rasyonel kabul edilmediği modellerde ortaya çıkan devresel dalgalanmalar, rasyonel seçmenlerin var olduğu modellerden daha şiddetli ve daha uzun süreli olmaktadır (Telatar, 2004: 54). Politik devresel dalgalanmalar üzerine literatür, parti davranışları konusunda yapılan varsayımlar itibariyle de iki gruba ayrılabilmektedir. Oportünistik ve rasyonel oportünistik modellerde, partilerin tek amaçlarının iktidara gelmek veya iktidarda kalmak olduğu varsayılmaktadır. Sözkonusu modellerde, iktidar partisinin seçim öncesinde istihdamı arttırmakamacıyla ekonomiyi manipüle edeceği, seçim sonrasında ise daha önce izlenen politikaların yarattığı enflasyonist sonuçları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izleyecekleri öngörülmektedir. Partizan ve rasyonel partizan modellerde ise, partilerin esas amaçlarının kendi seçmen gruplarının yararına sonuçlar yaratacak politikalar izlemek olduğu varsayılmaktadır. Burada, politik partiler siyasi yelpazenin sol veya sağında yer almalarına bağlı olarak, istihdam artışı ve enflasyon problemlerine farklı ağırlıklar vermekte ve kendi seçmen gruplarının tercih ettiği politikaları izlemeyi amaçlamaktadırlar (Telatar, 2004: 54-55). 138 Ercins e göre, Türkiye açısından ekonomik seçim teorisinin seçmen davranışı üzerindeki etkisinin en belirgin açılımı retrospective oy verme modelidir. Yani, seçmen geçmişteki ekonomik performansa bakarak hareket etmektedir (Ercins, 2007: 28). Potansiyel önemine rağmen Türkiye de retrospective oy verme modeli üzerine yapılan çalışma yetersizdir. Bireysel düzeyde Sencer, yaptığı araştırmasında Türkiye'de insanların oy verirken geleceği göz önünde bulundurmaktan çok geçmişteki ekonomik durumu dikkate aldıklarını öne sürmektedir (Sencer, 1974: 277-278). Akgün e göre, Türkiye ile ilgili bulgular göstermektedir ki, hükümetteki partilerin oyu ekonomideki fiyat hareketlerine (enflasyona) bağlı olarak önemli ölçüde değişmektedir. Ekonomik büyüme hükümetlere siyasal desteğini devam ettirmede avantaj sağlamaktadır, ama bunun etkisi nispeten azdır. Bunun bize öğrettiği gerçek şudur: Seçmen negatif ekonomik göstergelere pozitif ekonomik gelişmelerden daha güçlü biçimde duyarlılık göstermektedir. Daha çok cezalandırmakta, daha az ödüllendirmektedir. Bunun bir nedeni olarak şu iddia edilebilir: Ekonomik çöküntüler ve özellikle enflasyonist ortam aynı anda daha çok insanı etkilerken, ülkenin genel ekonomik koşullarındaki pozitif gelişmelerin (ekonomik büyüme gibi) neden olduğu zenginlik kısa dönemde halka aynı ölçüde yansımamaktadır. Belki tam aksine, çarpık ekonomik büyüme zengin ve fakir arasındaki uçurumu genişletmekte ve sonuç olarak siyasal çatışmayı yoğunlaştırmaktadır (Akgün, 1999: 70-71). Türk politikasında ekonomik performans ve seçim başarısı arasındaki ilişki Çarkoğlu tarafından yapılan ve 1950-1995 arasındaki 21 seçimi kapsayan çalışmada ortaya konmuştur. Bu

çalışma seçimlerde siyasi partilere olan desteğin "tüketici fiyatları endeksindeki değişim", "kişi başına GSMH" ve "işsizlik haddi" gibi makro düzeydeki ekonomik göstergeler ile ilişkisini ortaya çıkarmıştır (Çarkoğlu, 1997:85). Kalaycıoğlu nun 1999 yılında yaptığı çalışma ekonomik değişimin kişisel memnuniyetle, yani ego-tropik seçim anlayışı ile ilgili olduğunu ortaya koymaktadır (Kalaycıoğlu, 1999: 55). Dolayısıyla yapılan çalışmalar, geçmiş deneyimlerin ve ekonomik performansın seçmen davranışını etkilediğini ve aynı zamanda hem kişisel hem de ulusal ekonomik koşulların göz önünde tutulduğunu ortaya koymaktadır. Sezgin tarafından 1999-2003 yılları arasındaki anket verileri ve ekonomik performans rakamlarını analiz ederek, ekonomik performansın siyasi tercihe etkisiyle ilgili önemli sonuçlara ulaşmıştır. Analiz sonucuna göre, enflasyon oranlarındaki değişme bir dönem gecikme ile hükümetin popülerliğini olumsuz etkilemektedir. Gayrisafi Milli Hasıla da meydana gelen artışın hükümetin popülerliğine olan etkisi beklenildiği gibi pozitiftir. Bununla birlikte bu etki hemen ortaya çıkmamaktadır. İşsizlik ve enflasyondaki etki daha hızlı ortaya çıkarken, milli gelirdeki değişikliğin etkisi dört dönem sonra ortaya çıkmaktadır (Sezgin, 2007: 36). Bu sonuçlar, Akgün ün çalışmasıyla uyum göstermektedir. Türk seçmeni, negatif ekonomik gelişmelere, pozitif ekonomik gelişmelerden hızlı tepki vermektedir. Ödül/ceza (sorumluluk) hipotezi açısından bakıldığında, seçmenler daha fazla cezalandırmakta fakat daha az ödüllendirmektedir. Akgün, bu durumu kötü ekonomik şartlar daha fazla insanı etkilerken, ekonomik büyüme gibi olumlu ekonomik gelişmeler aynı ölçüde kısa dönemde ve çok sayıda insana yansıtılamadığı şeklinde açıklamaktadır (Akgün, 1999: 70). Sezgin in çalışmasında yine anket verileri ile yapılan ikinci analizde beklentiler yer almış, Türk seçmeninin beklentilerini etkileyen değişkenin ekonomik büyüme olduğu tespit edilmiştir. Ekonomik büyüme, beklentilerin olumlu olmasını sağlarken, enflasyonun beklentiler üzerinde etkisiz olduğu görülmüştür (Sezgin, 2007: 36). 139 Çarkoğlu ve Toprak tarafından yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre, geçmiş bir yıl içinde iktidar partisinin uyguladığı ekonomik politikaların, gerek seçmenin ekonomik durumu gerekse makro ekonomik dengeler üzerinde yaptığı olumsuz etkilerin, iktidara yönelik desteğin azalmasına yol açtığı tespit edilmiştir. Çalışmadan çıkan önemli sonuç, seçmenlerin iktidar partisine ilişkin değerlendirmesini yaparken genel makro ekonomik durumu göreli olarak daha fazla önemsedikleridir. Bu eğilim, özellikle ileriye dönük beklentilerde kötümserlik düzeyi arttığında iyice gün yüzüne çıkmaktadır. Buna göre, ileriye dönük beklentilerde kötümserlik hakim olduğunda mevcut iktidara ilişkin destek de azalır (Çarkoğlu ve Toprak, 2000: 35-39). Özbudun a göre, Türkiye de seçmen davranışlarının eğiliminde iktisadi faktörlerin öneminin artması, kronikleşen ve yaşamın her karesinde yer alan ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, 1970 li yıllardan beri süregelen kronik yüksek enflasyon, istikrarsız büyüme performansı, sürdürülemez boyutlara ulaşan borç stoku, gelir dağılımında sürekli olarak artan adaletsizlik ve politik yozlaşma gibi sorunlar göz önüne alındığında ekonomik faktörlerin seçmen davranışlarını belirleyen temel değişken haline gelmesini anlamak kolaydır. Bu noktada, ekonomik faktörlerin seçmen davranışlarında belirleyici bir duruma gelmesi, seçmenlerin sorunlarını çözecek partiye oy verme şansını elde ettikleri şeklinde yorumlanmamalıdır. Ekonomik sorunların ortaya çıkardığı yük altında ezilen seçmenler, Özbudun tarafından da vurgulandığı gibi, partilere hevesle oy vermemekte, ehveni şer ilkesine uygun bir şekilde hareket etmektedirler. Bu eğilim, Türk parti sisteminde belirli bir parti ile özdeşleşme bağlarının (örgütsel adanmışlık) oluşmamasına ya da var olan aidiyet bağlarının gevşemesine yol açan önemli etkenlerden biridir (Özbudun, 2003: 75).

Çinko ya göre, makro ekonomik performansın seçmen tercihlerini etkilemesi özellikle kriz dönemlerinde iyice su yüzüne çıkar. Bu konuda en son örnek 3 Kasım 2002 tarihinde gerçekleşen milletvekili seçimlerinde yaşanan oy verme eğiliminde görülebilir. Bu seçimlerden önce yaşanan ve cumhuriyet tarihinin en önemli iktisadi krizi olarak nitelendirilen ekonomik bunalım, o dönemde koalisyon hükümetini oluşturan partilerin % 10 barajının altında kalmasına ve henüz yeni kurulma sürecini tamamlamış çok yeni bir partinin iktidara gelmesine neden olmuştur. Bir önceki seçim döneminde % 22 oranında oy alan üçlü koalisyonun başındaki partinin bu seçimlerde % 1 ler düzeyine kadar gerilemesi, söz konusu iddianın haklılığı açısından çarpıcı bir kanıttır (Çinko, 2006: 112). Turan ın 2002 seçimleri öncesinde yaptığı çalışmada, ülkenin en önemli sorununun ne olduğu konusundaki soruya, araştırmaya katılan seçmenlerin % 87 si ekonomik sorunlarla ilgili şıklarla cevap vermiştir. Aynı araştırmanın geçen yıla (2001) göre bu yıl (2002) ekonomik durumun nasıl olacağı hususundaki sorusuna üç farklı periyotta seçmenlerin ortalama % 60 ı daha kötü olacağı yolunda cevap verirken, ortalama % 20 si daha iyi olacağı yolunda cevap vermiştir (Turan, 2004: 272-275). Yani, seçimden önce seçmen nasıl oy kullanacağı ve bunu neden yapacağını aşağı yukarı ortaya koymuştur. Seçmen ekonomik krizden ve geçmişteki kötü ekonomik performanstan büyük ölçüde olumsuz etkilenmiş ve gelecekteki ekonomik performanstan umutsuzdur. Dolayısıyla önlerine sandık geldiğinde büyük çoğunluğu ekonomik faktörlerin etkisiyle oy kullanacaktı ve nitekim de öyle olmuştur. Ekonomik performansın büyük ölçüde etki ettiği seçimlerin önde gelen örneği 2002 seçimleri öncesi temel ekonomik verilere bakıldığında da, seçim sonuçlarında ekonominin ne kadar etkili olduğu görülmektedir. Koalisyon hükümetinin iktidara geldiği ilk yılın, yani 1999 un GSMH Yıllık Büyüme Hızı % -6,1 olurken; çalkantılı dönemlerin yaşandığı 1997 de % 8,3, 1998 de % 3,9 olarak gerçekleşmiştir. 2000 de % 6,3 e çıkan büyüme hızı, 2001 de yaşanan krizle yeniden negatife dönmüş % -9,4 olarak gerçekleşmiştir.1998 de 3255 dolar olan kişi başına düşen milli gelir rakamları 1999 da 2879 dolar, 2000 de 2965 dolar, 2001 de de 2123 dolar olarak gerçekleşmiştir. 1998 de % 6,8 olan işsizlik oranı, 1999 da % 7,7, 2000 de % 6,6, 2001 de ise % 8,5 olmuştur. 1998 de % 52,3 olan işgücüne katılma oranı da 2001 de % 48,7 ye düşmüştür (Turan, 2004: 317-319). Yani, makro ekonomik göstergeler büyüme hızı, kişi başına düşen milli gelir ve işsizlik rakamlarında önceki döneme göre 2002 seçimleri öncesi oldukça olumsuz bir tablo ortaya çıkmıştır. 140 Çinko ya göre, Türkiye de siyasi iktidarın belirlenmesinde, sayı bazında ele alındığında, yani diğer bir deyişle en çok ağırlığa sahip kesimler (tarımı kesimi ile ücretli kesimi) yoksulluk sınırının altında yaşamaktadırlar. Gelir düzeyi göreli olarak düşük olan seçmenlerin, sağ ve sol partilerden tek beklentileri kendilerine yönelik mali desteği arttırmalarıdır. Bu nedenle seçmenler, benzer ya da aynı (fırsatçı) politikaları tercih ederler. Nitekim seçim öncesi dönemlerde, dünya fiyatlarından kopuk tarımsal fiyat uygulaması ile verimlilik artışına dayanmayan ücret artışları, sıklıkla tercih edilen politikalardır (Çinko, 2006: 113-114). Bu bölüm çerçevesinde ele alınan ekonomik performans ile seçmen davranışı arasındaki ilişki konusunda bir özetleme yapılacak olursa, seçmen davranışlarında diğer sosyal, kültürel, ideolojik ve psikolojik faktörlerin yanında ve onlarla beraber ekonomik faktörlerin de önem taşıdığı söylenebilir. Bu önem, koşullar ve diğer faktörlerin etkisiyle değişebilmekte olup, dönemsel olarak ekonomik faktörlerin güçlü etkileri de söz konusu olabilmektedir. Ama bir genelleme yapılacak olursa, genel ve olağan koşullar içinde ekonomik faktörlerin etkisinin çok yüksek olduğu söylenemez. Yani, ekonomik koşullar normal düzeyde seyrettiği durumlarda, seçmen ekonomik performansı çok göz önünde bulundurmamakta, diğer faktörler daha çok değer-

lendirilmektedir. Ekonomik faktörler, daha çok, ekonomide işlerin iyi gitmediği durumlarda, seçmen tarafından çok daha fazla göz önüne alınmaktadır. Yani, ekonomide işler iyi gittiğinde seçmen ekonominin iyi yönetimini çok fazla ödüllendirmemekte; ekonomide işler kötü gittiğinde ekonominin kötü yönetimini cezalandırmaktadır. Seçmen bunu yaparken, genel ekonomik performans ile kendi ekonomik durumunu göz önüne almaktadır. Bunların hangisinin daha fazla ağırlık taşıdığı hususu, dönemsel faktörlere göre değişmektedir. Seçmen, geçmişteki performansa ve gelecekteki performans ümidine dikkat etmektedir. Burada daha çok geçmişteki performansa değer verildiği görülmektedir. Tüm bu faktörleri, seçmenin ideolojik yönü, sosyokültürel koşulları, parti bağlılığı, lider bağlılığı gibi diğer oy verme faktörleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Şu bir gerçektir ki, Türkiye gibi ekonomik olarak gelişmekte olan ülkelerde ekonominin siyaset üzerindeki etki potansiyeli her zaman yüksek seyretmektedir. Bu faktörün liderlik ve liderlik beklentileri üzerindeki etkisi konusu değerlendirilecek olursa, genel ve olağan koşullarda, ekonomik faktörlerin liderlik beklentileri üzerinde belirgin bir etkisini görmek çok mümkün değildir. Genel makro ekonomik göstergeler ve mikro olarak seçmenlerin ekonomik durumlarının olağan kabul edildiği durumlarda ideolojik, sosyokültürel faktörler çok daha etkin ve belirleyicidir. Liderliğin ve liderlik beklentilerinin ekonomik performanstan etkilenmesi koşulları, genellikle ağır ekonomik koşulların yaşandığı dönemlerde oluşabilmektedir. Büyük ekonomik bunalımlar, savaş sonrası dönemler, ağır yıkımların yaşandığı olayların (doğal afet, vs.) sonrası dönemler, büyük siyasi krizlerin yaşandığı dönemler, önemli toplumsal olayların yaşandığı dönemler gibi olağan dışı dönemlerde liderlik beklentilerine ekonomik faktörlerin etki ettiği görülebilmektedir. Bunun yanında, toplumda önemli etki yaratan ekonomik olaylar gerçekleştiğinde de liderlik beklentileri ekonomik faktörlerden etkilenebilir. 141 Yüksek işsizlik, yüksek enflasyon, milli gelirde önemli düşüşler, vb. durumlarda, toplumsal diğer faktörlerin de etkisiyle, otoriter ya da dönüşümcü liderlik beklentileri artabilir. Böyle dönemlerde demokratik liderlik beklentisinin yükselmesini beklemek pek mümkün değildir. Toplumun otoriter eğilimlerinin yüksek olduğu durumlarda otoriter liderlik beklentileri artabilir. Toplumda yoksul kesimlerin genişliği ve ideolojik faktörlerin etkisiyle dönüşümcü (ideolojik tabirle devrimci) liderlik beklentilerinin artması beklenebilir. Karizmatik liderlik beklentilerinin ortaya çıkması daha karmaşık faktörlerin etkisiyle mümkün olabilecektir. Bu dönemlerdeki liderlik beklentilerinin etkileriyle güç kazanan liderler, toplumda genellikle iz bırakan ve uzun süre hüküm sürebilen bir iktidar süreci kazanabilmektedirler. 2. Gelir Düzeyi ve Siyasi Davranış Ülke genelinde makro ekonomik performansın seçmen davranışına etkilerini inceledikten sonra, bu bölümde de seçmenlerin siyasi davranış ve tercihlerinin, özelinde de liderlik beklentisine gelir düzeylerinin ne ölçüde etki ettiği hususu üzerinde durulacaktır. Bu konudaki değerlendirmeyi yaparken, birçok çalışmada olduğu gibi gelir düzeyleri alt, orta ve üst düzey olarak ele alınacaktır. Bu değerlendirme bakış açısına göre değişmekle birlikte, genel kabul gören ölçüler çerçevesinde alt, orta ve üst gelir düzeyi ayrımı baz alınacaktır. Siyasi katılım özelliği açısından bakıldığında alt, orta ya da üst düzeye dahil olmanın çok ayırt edici bir faktör olmadığı görülmektedir. Gelirin siyasi katılımda belirleyici bir etkisinin olmaması, değişken olarak sosyo-ekonomik statünün kullanılmasına yol açmıştır. Zira, gelirle

çok yakından alakalı olan ve onu etkileyen birçok değişken mevcuttur. Bunlar arasında gelirin elde ediliş tarzı yani meslek ve eğitim oldukça önemlidir. Bazı araştırmacılar tarafından gelirin, yüksek sosyoekonomik statüye sahip olanlarda oy verme dışındaki siyasi katılma faaliyetlerine etkisinin yüksek olduğunu belirtmişlerdir (Kapani, 1994: 133). Oysa orta tabaka, siyasi faaliyetlere daha fazla katılmaktadır. Gelir, doğrudan siyasi katılımı etkileyen bir faktör olmayıp dalgalı ve değişken sonuçlar verdiği kabul edilmektedir (Kahraman, 2002: 70-71). Bu noktada Kışlalı, gelir düzeyi ile siyasi katılma eğiliminin doğru orantılı ilerlediğini işaret etmektedir. Yani, gelirde sağlanacak belli miktardaki artışla siyasi katılıma olan ilginin de belli bir oranda artacağını ifade etmektedir. Bu tespite göre; gelir düzeyi yükseldikçe siyasal olaylara ilgi artar, en düşük gelir gruplarına inildikçe bu ilgi tamamen ortadan kalkar (Kışlalı, 1987: 359). Baykal ın konuyla ilgili tespitleri de paralellik arz eder. Buna göre gelir artışı, siyasi katılımı artırmaktadır. Ancak artış hızı belli bir noktadan sonra yavaşlayarak ilerlemektedir. Baykal, bunun bir çeşit azalan verim ilkesine dayandığını belirtmiştir (Baykal, 1970: 38). Abadan ve Yücekök, oy vermeye karşı en fazla katılımın üst ve alt gelir gruplarından geldiğini, orta gelir gruplarının oy verme davranışına daha az katılım gösterdiklerini tespit etmişlerdir. Üst gelir düzeyindeki seçmenin siyaset hakkındaki yüksek ilgi ve bilgi düzeyiyle olaylardan haberdar olma imkanlarının, onların günlük olaylarla kendi çıkarları arasındaki ilişkiyi kurmalarına yardımcı olduğu ve bu nedenle, bu düzeydeki seçmende oy vermeye karşı yüksek bir katılım sergilendiği görülmektedir. Ekonomik düzeyi düşük gelir grupları da, seçimleri mevcut durumlarını düzeltmenin ve daha iyi bir gelir düzeyine ulaşmanın bir aracı olarak gördüklerinden, yüksek düzeyde oy verme eğilimindedirler. Bunun yanında muhafazakar eğilimli ve istikrardan yana olan taşra orta sınıfı ise oy verme konusunda en az katılıma sahip grubu oluşturmaktadır (Abadan ve Yücekök, 1966: 107). Abadan ın bir diğer araştırmasında, üst gelir düzeyindeki seçmenin demokratik sisteme daha fazla bağlı olduğu tespit edilmiştir. Üst gelir grubundaki seçmenler arasında üç ve daha fazla siyasi partinin varlığına taraftar olanların oranı daha fazladır. Tek parti sistemini savunan veya hiçbir partiyi istemeyenler ise orta sosyoekonomik düzeydeki seçmenlerde çoğunluktadır. Yazara göre, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye de de orta gelir düzeyindeki seçmenler güven ve istikrara kavuşmak uğruna siyasi özgürlüklerinden vazgeçebileceklerini göstermektedirler (Abadan, 1965: 510). 142 Ekonomik durumun, yani gelir düzeyinin birey açısından ifade ettiği anlam, çoğu zaman objektif olmaktan ziyade subjektiftir. Kışlalı, bireylerin siyasi davranışlarını belirleyen temel olgunun, gelir düzeyleri ya da gelir düzeyleri arasındaki adaletsizliklerin değil, onların beklentileri ile gelir düzeyleri arasındaki fark olduğuna işaret eder ve bu durumu şöyle örnekler: Dağdaki bir çoban, bir gocuk ve bir ekmekle yetinip durumuna şükredebileceği gibi onun yirmi katı gelir düzeyine sahip bir mühendis düzende köklü değişiklikler isteyebilir. Çünkü kendisinin daha çoğunu hak ettiğini ve bu köklü değişikliklerin onu getirebileceğini düşünebilir. Oysa söz konusu çoban, bu dünya nimetlerinden umudunu kesmiş, tüm beklentilerini öte dünyaya bağlamış olabilir (Kışlalı, 1987: 67). Bu konuda ilginç bir sonuç, Kahraman ın çalışmasında elde edilmiştir. Araştırmada aylık gelirleri sorulan seçmenlere kendilerini hangi gelir düzeyinde hissettikleri sorulmuştur. Aylık gelirleri farklı düzeyde olanların, kendilerini hangi gelir düzeyinde hissettikleri sorusunu yanıtlarken orta düzeyde yoğunlaştıkları görülmüştür. Burada, üst ve alt gelir grubunda olanlar arasındakilerin içinde de kendilerini orta düzeyde hissedenlerin oranlarının en yüksek olması araştırmanın ilginç sonucudur. Kahraman a göre, çeşitli oranlardaki aylık gelire sahip olanların büyük bir çoğunluğu kendilerini orta tabakada görmeleri Türk Milleti nin sosyo-psikolojik yapısı-

nın tamahkâr olmasından kaynaklanmaktadır. Görüşülenlerin inanç ve tutumları, çok zengin veya çok fakir olsalar dahi, onları orta tabaka cevabını vermeye sevk etmiştir (Kahraman, 2002: 97-98). Price ve Sanders in araştırmasında da, ekonomik şartlardaki nesnel değişikliklerden çok ekonominin durumuyla ilgili öznel algılamaların daha önemli olduğunu ortaya koyulmuştur. Ekonomik şartların etkisi dolaylı olarak siyasi tercihleri etkileyebilmektedir. Yani, ekonominin nesnel şartlarından çok onunla ilgili algı çok daha önemlidir. Ekonominin, verilere göre iyiye gittiği durumlarda, halkın ekonomi algısı olumsuz ise iktidara verilen destek azalırken; ekonomi kötüye gitse bile algı olumlu ise bu destek artabilmektedir (Price ve Sanders, 1995: 470). Sitembölükbaşı na göre, ekonomik düzeyle ilgili subjektif algılamaların oluşmasında üç önemli etken olduğu ileri sürülebilir: Medya, iktidar ve muhalefet partilerinin propagandacıları ve seçmenlerin parti bağlarının derecesi (Sitembölükbaşı, 2001: 15). Medya, ekonomideki gelişmelerin siyasi imalarını yorumlamak suretiyle halka bilgi aktarılmasına yardımcı olur. Ayrıca hükümetin icraatlarının belli yönleri üzerinde durarak, seçmenlerin gündemine gelecek konuları ve o konuların algılanma biçimini belirler. İkinci hususta, iktidardaki yöneticiler, kendi politikalarını şekillendirip uygularlarken vatandaşların ekonomik çıkarlarını geliştirmek veya onlara zarar vermek suretiyle seçmenlerin onların icraatlarını algılamalarına olumlu veya olumsuz etkide bulunurlar. Muhalif politikacılar da halkın dikkatini iktidardaki yöneticilerin politikalarına ve onun olumsuz yönlerine çekmeye çalışırlar. Bireyin ekonomik şartlar hakkındaki subjektif algılamalarını etkileyen bu faktörler, seçmenlerin ekonomi deneyimleri ve siyasi değerlendirmeleri arasında bağ kurmalarına, kendi çıkarları ve görüşler doğrultusunda etkide bulunurlar. Sitembölükbaşı na göre, siyasi tercihlerin belirlenmesinde ekonomini etkisine tesir eden üçüncü faktör, parti bağlılığı veya partiyle özdeşleşme, bir başka deyimle partizanlıktır. Buna göre, partizan özellikli seçmenler, kendilerine gelen her türlü bilginin içinde ekonomiyle ilgili bilgileri de partizan yönleriyle ayıklayarak değerlendirmektedirler. İktidar partisinin partizanları, ekonomik performansın hep olumlu yönlerini ele alırken; muhalif partilerin partizanları da hep olumsuz yönler üzerinden algılamalarına şekil vermektedir (Sitembölükbaşı, 2001: 15). 143 Seçmenlerin alt, orta ya da üst gelir düzeylerinde olmalarının, onların siyasi tercihlerine nasıl yansıdığı konusu da biraz tartışmalıdır. Diğer şartlar sabit kaldığında, gelir düzeyinin siyasi parti tercihlerine etki ettiği varsayılmaktadır. Gelir düzeyinin etkisi makro ekonomik performansın yanı sıra, yandaşların diğer sosyoekonomik özellikleriyle beraber ele alındığında ise farklı sonuçlara ulaşılabilmektedir. Şentürk e göre, sosyal ve ekonomik konumları yüksek olan kişilerin oluşturdukları üst tabakalar ile bu açılardan düşük durumlarda olan alt tabakaların toplumsal normlara uyma tutumları güçlü değildir. Buna karşılık orta düzeyde yer alanlar toplumsal normlara daha sıkı bağlılık gösterirler. Bu sebeple de orta düzeyde yer alan seçmenler, daha çok merkezi partileri tercih ederler. Çünkü bu partiler aynı zamanda genelde kabul görmüş partilerdir. Buna karşılık alt ve üst düzeyde yer alan kişilerin marjinal, ideolojik partilere destek olma eğilimleri, orta düzeydekilere göre daha fazladır (Şentürk, 2008: 182). Genelde toplumlarda çoğunluk orta düzeydedir ve alt ve üst düzeydekiler daha küçük gruplardır. Alt düzeydekiler, kaybedecek bir şeyleri olmadığını düşündükleri için uçlara kayabilirken, üst düzeydekiler de sahip oldukları koşullar nedeniyle daha uç partileri tercih edebilirler. Üst grupların konumlarına yönelik bir tehdidin alenileşmesi durumunda, bu düzeydeki seçmenler dayanışma içinde olabilmektedirler. Buna karşılık alt gruplar da kabul edilme umudunu taşı-

dıklarında benzer biçimde kararlı ve dayanışma içinde olabilmektedirler. Şentürk e göre korku ve umut, kitleleri harekete geçirebilecek, bireyleri motive edebilecek unsurlardır. Ona göre, umut, korkuya göre daha etkili bir unsurdur (Şentürk, 2008: 182-183). Alt, orta ya da üst gelir düzeyi grubunda yer almanın doğrudan siyasi tercihlere etkisi de tartışmalı bir konudur. Sitembölükbaşı na göre, hemen hemen bütün sanayileşmiş ülkelerde yapılan araştırmalar, çiftçiler ve işçiler gibi alt gelir sınıfında bulunan meslek gruplarının sol partilere işveren, yönetici gibi üst gelir grubunda yer alan kimselerin ise daha çok sağ partilere oy verdiğini göstermektedir. Sanayileşmiş ülkelerde sağ partiler mevcut düzeni koruyan, sol partiler ise düzende daha köklü değişiklikler öneren ve toplumsal kesimlerin sorunlarına daha çok sahip çıkan partiler olarak tanımlanırlar. Bu yüzden bu yönelişler, bireysel çıkarların seçmen davranışı üzerinde önemli bir rol oynadığı yolundaki varsayımın, en azından sanayileşmiş ülkelerde geçerli olduğunu ortaya koymaktadır (Sitembölükbaşı, 2001: 18). Bu noktada, seçmenin mevcut gelir düzeyi tek başına okunmamalı, onun ne yönde değişim gösterdiğine de bakılmalıdır: Önceki konumuna göre daha iyi durumda olan seçmenin hakim düzenle çatışması ihtimali daha düşüktür. Oysa mevcut durumundan geri düşenlerin mevcut düzene ve sorumlu gördüğü siyasilere tepkisi daha yüksek olur. Hoffer in belirttiği gibi, geleceğe karşı duyulan korku, insanların şimdiki düzene sarılmasına; geleceğe ait beslenen ümit ise insanların değişime karşı istekli olmasına sebep olur (Hoffer, 1993: 29). Şentürk e göre de, seçmenin kendisini ekonomik olarak nasıl algıladığı önemlidir. Çünkü orta gelir düzeyindeki kişiler, bu konumlarını koruma gayreti içinde olurlar. Kişi gerçekte dar gelirli ise de kendini orta gelir düzeyinde görüyorsa, bu durumda mevcut konumunu riske atmamaya önem verecek, bu yöndeki partilere destek verecektir. Yine Şentürk e göre, orta gelir düzeyindeki kişilerin siyasi tercihleri değişkendir. Çünkü homojen bir orta gelir grubu yoktur. Orta ve büyük ölçekli esnaf ve zanaatkardan, serbest meslek sahiplerinden, küçük ve orta ölçekli ticaret sahiplerinden, akademisyenlerden, kamu görevlileri ve bürokratlardan, sayıları ve çeşitleri gün geçtikçe artan profesyonel meslek gruplarından, yöneticilerden ve beyaz yakalı çalışanlardan oluşan çok geniş yelpazeli bir orta sınıf bulunmaktadır (Şentürk, 2008: 116-117). 144 Açık Toplum Enstitüsü ve Boğaziçi Üniversitesi nin Türkiye deki orta sınıfı tanımlamaya yönelik yaptığı araştırmada, toplumun % 58,3 ünün kendisini orta sınıfta, % 24,8 inin ortanın biraz altında, % 8 inin ortanın biraz üstünde, % 7,8 inin en altta, % 0,2 sinin ise kendisini toplumun en üst seviyesinde gördüğü tespit edilmiş. Buna göre, kişiler toplumdaki yerlerini değerlendirirken Türkiye ekonomisine göre değil, alt ve üst komşularına bakarak karşılaştırmaktadır. Aynı araştırmanın Türkiye de Orta Sınıfı Tanımlamak başlıklı bölümünde, Türkiye deki orta sınıf üçe ayrılmıştır: 1- Ekonomik açıdan düşük gelirli ancak orta hızla yükselen geleneksel sağ görüşlüler, 2- Yüksek gelire sahip, modern, AB ye ve küreselleşmeye karşı geleneksel solcular, 3- Orta gelir grubuna giren ama refah düzeyi hızla yükselen, kendini dindar olarak tanımlayan, aynı zamanda laiklik konusunda da hassasiyete sahip modern sağcılar (Yılmaz, 2012: 15). Dünya genelinde alt gelir gruplarındaki seçmenlerin sol partilere, orta ve üst gelir gruplarındaki seçmenlerin daha çok sağ partilere yöneldiği olgusu karşısında, Türkiye deki durumun ne olduğuna da bakmak gerekir. Sitembölükbaşı na göre, bu konuda Batı yla karşılaştırma yapabilmek için sağ ve sol kavramlarının Türkiye de kullanılan geleneksel anlamında değil, Ba-