AB ye Entegrasyon Sürecinde Türkiye nin Kimlik Problemleri Hüsamettin İnaç Adres Yayınları, Ankara, 2005, 194 s. Henüz ilk çeyreğinde bulunduğumuz 21. yüzyılda sekülerleşme, küreselleşme ve globalleşme trendlerinin fiili sonuçları ile yüzleşmekteyiz. Devletler arenasında yavaş yavaş sınırlar neo-liberal ekonomi stratejilerin siyasi alana müdahelesiyle birer birer ortadan kalkmakta. İşte bu trendlerin ışığında -sosyal bilimlerin içinde bulunduğumuz yüzyılda geleceğini de etkileyecek olankültür, kimlik, ulusal kimlik söylemleri milletler açısından bakıldı- Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 10, Sayı 3, 2010 ss. 291 296 db 10/3
292 db ğında yüzyılımızın gelişmelerine ne kadar uyum sağlayabilecek durumda? Hüsamettin İnaç ın AB ye Entegrasyon sürecinde Türkiye nin Kimlik Problemleri adlı eseri özelde Türkiye genelde ise tüm dünya devletlerini bekleyen yeni toplumsal süreçlerin bir kavram haritasını çıkarma denemesidir. Tarihsel kökenlerini 1789 Fransız ihtilali ve milliyetçilik akımı vasıtasıyla temellendiren günümüz dünyasındaki ulus devletler, yavaş yavaş türdeş bir oluşumu anımsatan ulusal kimlik yapılarını kaybetmektedir. (s. 1) Geçtiğimiz yüzyılda gelişen neo-liberal ekonomi trendleri karşısında günümüz ulus devletleri ayakta kalabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek için ekonomik ve politik ortaklıklara dayanan birlikler kurma yolunu tercih etmişlerdir. Bilindiği üzere 50 yılı aşkın bir geçmişi olan, ekonomik, politik ve sosyolojik anlamda güçlü yapısı ve bütünleşmeye yönelik motivasyonuyla en güçlü politik bütünleşme projesi olarak Avrupa Birliği, rekabet edici ve meydan okuyan boyutuyla küresel arenada boy göstermiştir. AB hakkındaki yeni bir uluslar üstü bir ulus devlet inşa etme süreci mi? Yoksa anayasal vatandaşlık söylemi ile çok kültürlü bir uygarlık projesi mi? şeklindeki tartışmalar bir yana dursun şimdilik bu birliğe üye olmaya aday bir ülke konumundaki Türkiye nin bu yapılanma karşısındaki tutumunun nasıl olacağını önümüzdeki yıllar bize gösterecektir. (s. 4-5) Kimliklerin öteki olana göre şekillendiğini ve varlığını öteki olana borçlu olduğunu savunan İnaç a göre AB devletleri bir yandan tüm kültürleri bir arada yaşamaya mahkûm ederken tüm üye ülkeleri ortak bir anayasa politikası ile siyasi arenada bir arada tutma ve birliği yaşatma çabası içerisindedir. İşte bu noktada AB ye üye ülkelerin vatandaşlarının kimlik sorunlarının varlığı kendini inceden inceye hissettirmektedir. (ss. 7-13). Her milletin toplumsal kimliğini belirgin kılan objektif ve sübjektif unsurların çoklu korelasyonundan bahsetmek mümkündür. Söz gelimi sosyal kimlik en başta herkes tarafından kabul edilen semboller, dil, din, etnisite, coğrafya, yaşam tarzı, ortak tarihsel tecrübe, değerler, gelenekler, özlemler üzerinde kurulan bir olgudur. (s. 21) Kimlik insana aidiyet hissi konusunda psikolojik rahatlama imkânı sağlarken tamamen bireyin kendi tekeline hasredilmiş bir olgu değildir. İşte bu noktada iki tür kimlikten bahsetmek mümkündür bunlar verili ve kazanılmış kimlikler olmak üzere ikiye ayrılır. Aile, etnik grup, toplum, topluluk, ulus ve uygarlık verili kimliği yansıtan en iyi kategorilerdir. Bununla birlikte bireyin özgür bir irade ile seçmiş olduğu kimlikler ise kazanılmış kimlik olarak
karşımıza çıkmaktadır. İşte bu noktada bir gerçeklikten söz etmek gerekir ki insanın özgür iradesi ile seçtiği kazanılmış kimlikler bireye sonsuz bir tasarruf gücünü de bahşetmemektedir. Bu şu anlama gelmektedir ki yeri geldiğinde modern devletler kazanılmış bir kimliği örnekleyen ulusal kimlik hakkında bireyden bağımsız tasarruflarda bulunabilmektedir. Bunu bir örnekle zihinlerdeki karanlıktan aydınlığa çıkarmak gerekirse İtalya yı birleştiren ve önemli bir teorisyen olan Massimo d Azeglio nun şu sözünü okumak yeterli olacaktır: İtalya yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmada (s. 22) İşte bu noktada biri geriye dönük, diğeri ise ileriye dönük inşa süreci olmak üzere iki tür ulus kimlik inşa süreci karşımıza çıkmaktadır. Geriye dönük kimlik inşa süreci toplumun geçmiş tecrübelerinden beslenirken; ileriye dönük inşa sürecinde sosyo-politik aktörlerin geleceğe matuf kurguladığı süreçler aktif rol oynamaktadır. Ulus kimlik inşa süreci ister ileri ister geriye dönük bir süreci içeriyor olsa da ülkesel toprak, ortak kaderin, geçmiş hatıradan güç alarak çizildiği bir alanı ifade eden ata yurdu adı verilen coğrafi bir mekâna can damarından bağlı olmak durumundadır. (s. 29) Kimliklerin barındırdıkları özellikleri daha iyi anlamak için etnik kimlik ile ulusal kimlik arasındaki ilişki, aşağıdaki gibi kısaca özetlenecek olursa durum daha da netleşecektir: Kültürel farklar, Serbest dolaşımın geçerli olduğu ülkesel toprak, Görece geniş büyüklük, Gözle görülür bir grup duygusu ve sadakat anlayışı, Eşit vatandaşlık haklarıyla doğrudan üyelik müessesesi, Dikey ekonomik bütünleşme. Ulus fenomeni bu yukarıda zikredilen özelliklerin yedisine birden sahiptir. Etnik grup ise sırasıyla ilk beş özelliği muhteva etmektedir. (s. 33) Fakat burada eksik kalan bir nokta vardır ki o da etnik kimlikten ulus olma süreci için gerekli olan unsurlardır. Bu bağlamda etniklikten ulus olma cihetine gidilirken öncelikle çevresel azınlık olmaktan birleşik bir politika ile iddialı ve siyasallaşmış bir topluluğa hareket zorunludur. Ayrıca evrensel olarak kabul gören yurt ve açıkça sınırları çizilmiş bir ülkesel toprağın olması gereklidir. Buna ek olarak ülkesel toprak içerisindeki bireylerin ekonomik söylemleri itibariyle dünya devletleri arenasında söz sahibi olmala- db 293
294 db rı, etnik üyelikten anayasal vatandaşlığa geçiş için kanuni bir geçiş süreci ve bu süreç gerçekleştikten sonra toplum bireylerini ortak mitler ve değerler etrafında tutma hareketi zorunludur. Adı geçen unsurlar zaten bugün kurulmuş olan ulus devletlerin temelinde yatan özdeki yapılanmayı sanki özetler mahiyettedir.(ss. 37-40) Etnik kimlikten ulusal kimliğe bundan sonra ise çok kültürlülüğe geçişin sosyo-politik çözümü vatandaşlık kimliği nin varlığını zorunlu kılar. Buna Batı dan bir örnek verilecek olursa vatandaşlık kimliği sayesinde artık aynı toplum içerisindeki zenciler, kadınlar, gayler, lezbiyenler, etnik veya dinî cemaatler hâkim kültür tarafından dışlanmaktan en azından yasal düzlemde kurtulmuş olacaklardır. Fakat böyle bir sürecin sürdürülebilirliği sadece aynasal düzenlemelerle giderilebilecek çapta bir toplumsal problem gibi gözükmemektedir. (s. 65) Görüldüğü üzere batı tarzı bir kimlik süreci bu şekilde kurgulanmaktadır. Fakat AB ye üye olma konusunda 2004 yılında müzakereleri netleştirmiş olan Türkiye nin çağdaş kültür ve kimlik tanımı farklı kitlelerce şu şekilde dile getirilmektedir: Anadolucular: Türk kültürü ve kimliği Anadolu Hümanistlerinden gelmekte ve köken olarak Orta Asya ya dayanmaktadır. Batıcılar: Dünya tarihinde Anadolu sadece Türklerin ana karası değildir ve çeşitli Batılı medeniyetlere de beşiklik etmiştir. Kanıtları ise sanat, ilim ve bilim olup dünyaya Anadolu üzerinden yayılmıştır. Türkler bu yerin sahibi ve koruyucuları idi. Batı kültürüne ait değildiler ama benzerlikler taşımaktaydılar. Milliyetçiler: Türkler soylu, güçlü ve fedakâr bir toplumdu. Anadolu kültüründeki Türk geleneklerini korumuşlar ve göçler sayesinde bu geleneklerini tüm dünyaya aktarmışlar ve gelecekte de aktarmaya devam edeceklerdir. İslamcılar: Türk-İslam sentezcilerinin babası olan Türkler Anadolu ya gelmeden önce İslam a adapte olmuşlar ve onu yüzyıllar boyunca onurlu bir şekilde temsil etmişlerdir. Kemalistler: Türkiye Cumhuriyeti nin öncüleri Türklerdir. Güç ve yetenekleri ile Türk olmaktan gurur duymaktadırlar. (s. 123) Türkiye nin belli kesimlerce yapılan kimlik tanımlamaları şöyle dursun kabullenilmesi gereken bir gerçeklik vardır ki o da AB nin henüz kimlik oluşumu ve sürekliliği netleşmemiş ve geleceği konusunda verdiği olumsuz sinyaller bulunmaktadır. Bizzat ünlü batı sosyal bilimcilerden Anthony D. Smith ve Jürgen Habermas gibi
toplum bilimcilere göre inşa edilmeye çalışılan bir Avrupa kimliği projesi eğer mitsel sembolik etnik köke, atıf hususunda başarısız olursa bu kimlik tasavvuru bir soyutlama ve köksüz bir plan olarak kalacaktır. Zaten ortak bir Avrupa kültürü ve miti de yoktur. (s. 145) Yayınlamış olduğu eseri boyunca AB konusunda olumlu görüşleri ve Türkiye nin AB ye üye olmasını desteklediği kanısında vardığımız İnaç a göre kimlik parametrelerinin oluşumunda aynı toplum içerisinde yaşayan insanlar -farklılıklarını muhafaza edebilmek kaydıyla- hâkim kültür tarafından ezilmeden, asimile edilmeden bir arada yaşamayı becerebiliyorlarsa birbirlerine daha fazla kenetleneceklerdir. (s. 66) Fakat bunun pratikteki yansımasının nasıl olacağı konusunda herhangi bir yol veya yöntemin, sosyo-politik bir çözümlemenin bulunmaması onun bu düşüncesini pratikten yoksunluğa mahkûm ediyor gibi gözükmektedir. Öte yandan Eliade nin çalışmasında kanıtladığı üzere köken tutkusu veya hatta köken saplantısı her seviyedeki insan topluluklarının evrensel bir eğilimidir. Durum böyle iken farklı ulusların bir arada yaşayabilmesi, sosyopolitik organizasyonlar içerisinde ulus ötesi anayasal vatandaşlık nosyonu etrafında toplanabilmesi ve sürekliliğini sağlaması çok kolay gerçekleşecek bir süreç değildir. Avrupa Kimliği söylemini geçerli kılacak, politik hesap sorulabilirlik, meşruiyet, temsil ve demokrasi alanında kısıtlamalı bir yapı içerisinde çoğulculuk ve çok kültürlülük süreçleri etrafında yapılanan psişik kurgulamaların pratikteki yansımaları ise ayrı bir sorun olacaktır. İnaç, AB nin kurucusu olan Jean Monnet ten yaptığı bir iktibasta şu ifadelere yer vermektedir: Şimdiki aklım olsa, Avrupa evinin çatısını kültürel boyutları üzerinde kurardım. (s. 129) Bizzat birliğin kurucusu kendi kurduğu sosyo-ekonomik ve sosyo-politik düzenin günümüzde nereye doğru bir seyir halinde olacağı konusunda bir öngörüye sahip olmamanın yanında pişmanlığını da dile getirmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere AB belli planlar üzerine inşa edilmek için keşfedilen bir tür toplumsal süreç iken şimdilerde var olabilirliği ve sürdürülebilirliği tartışılan bir fenomen olmaya doğru evrilmektedir. AB nin hiçbir ulus devlete ayrıcalık tanımadan ve ulus devletin yetkilerini daha üst federal mekanizmalara devrederek ortak bir politik irade oluşturma ve bu iradeyi sürdürülebilir bir barış, istikrar ve refahı sağlama yönündeki esaslarının tartışılması şöyle dursun, federal bir yapı içerisinde -tarihi arka planında bu tarz bir yönetim db 295
şekli tecrübe etmemiş olan- Türkiye nin durumu daha da tartışılması gereken bir boyut olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye nin AB ye entegrasyon süreci elbette son iki yüzyılda meydana gelen batılılaşma fikrinin sona yaklaşmış bir boyutu gibidir. Fakat tarihsel süreç içerisinde birbirinin oluşturucu ötekileri olarak temayüz eden Avrupa toplumları ve Türkiye yüzyılımızda bu yeni medeniyet projesinde çift kutuplu olarak son sözü söylemek durumunda kalacak gibi gözükmektedir. Arş.Gör. Ali FİDAN Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi afidan@cu.edu.tr 296 db