Tüık işçi Hareketi. Türk Milliyetçiliği Görüşüne



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

1: İNSAN VE TOPLUM...

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Biz yeni anayasa diyoruz

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü Öğretim Üyesi

Harf üzerine ÎÇDEM. Numara

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Cumhuriyet Halk Partisi

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

3- Hareketimizin; Ankara'da Musab bin Umeyr Derneği dışında hiçbir grup, dernek, cemaat ya da örgütle bir bağlantısı bulunmamaktadır.

MEDYA'DA YER ALAN HABERLERLE ALAKALI KURTUBA GENÇLİK HAREKETİ AÇIKLAMASI

2011 KADIN İSTATİSTİKLERİ

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

KAŞ BELEDİYESİ YAZI İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ GÖREV VE ÇALIŞMA ESASLARI YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM AMAÇ, KAPSAM, DAYANAK, TANIMLAR VE TEMEL İLKELER

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

ANAYASA MAHKEMESÝ KARARLARINDA SENDÝKA ÖZGÜRLÜÐÜ Dr.Mesut AYDIN*

Onlar konuşur, AK Parti yapar

frekans araştırma

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Cumhuriyet Halk Partisi

ACR Group. NEDEN? neden?

AKSARAY TİCARET VE SANAYİ ODASI

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

GENEL OLARAK DEVLET TEŞKİLATI SORULARI

KAMU YÖNETİMİ. 9.Ders. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER

Bu metin Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulunca 10 Mayıs 1933 tarih ve 101 sayılı karar ile öğrenci andı olarak uygulamaya başlanmıştır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

Başbakan Yıldırım, Türkiye genelinde 40 İlçeye Doğalgaz Dağıtım Töreni nde konuştu

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

Beykoz Muhtarlar Derneği'nden...

İÇİNDEKİLER GİRİŞ ANAYASA HUKUKU HAKKINDA GENEL BİLGİLER BİRİNCİ BÖLÜM DEVLET

E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ


CHP DE GENÇLİK KOLLARI KONGRESİNDE İKİ ADAY

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

TÜRKİYE ENERJİ, SU VE GAZ İŞÇİLERİ SENDİKASI


10SORUDA AİLE SİGORTASI

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

T.B.M.M. CUMHURİYET HALK PARTİSİ Grup Başkanlığı Tarih :.../..«. 8

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

3984 sayılı kanunda şeref ve haysiyet

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

Altınordu Belediye Başkanı Engin Tekintaş, Altınordu İlçesi nde bulunan 92 Mahalle nin muhtarlarıyla ile bir araya geldi.

TBMM MİLLETVEKİLLERİ Cinsiyete göre dağılım. TBMM MİLLETVEKİLLERİ Partilere göre dağılım YEREL YÖNETİMLER KADIN ORANI (%)

2014 YEREL SEÇİM FAALİYET RAPORU

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

Personel alımları devam edecek

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla giriyoruz Yıl 1983

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

129 KADINI TEMSİLEN 129 KADIN MHP YE ÜYE OLDU

Değerli basın emekçileri

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI

Hazırlayan: TACETTİN ÇALIK. Tacettin Hoca İle KPSS Vatandaşlık

Cumhuriyet Halk Partisi

ÇANTA VE KIRTASİYELER ONİKİŞUBAT TAN

CESUR ÖNCEL CESUR SİYASET VERDİĞİNİZ SÖZLERİ TUTARSANIZ

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ORTAÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETMELİĞİ. Disiplin cezasını gerektiren davranış ve fiiller

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

ANADOLU GENÇLİK DERNEĞİ SİYER-İ NEBİ YARIŞMASI YÖNERGESİ

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

Transkript:

EY TÜRK KENDİNE DÖN Tüık - îş Genel Kurulunda MHP Lideri Türkeş MİLLÎ DOKTRİNİ ANLATTI. MİLLİYETÇİ SÎYASİ HAF TALIK GAZETE PAZAR TESİ GÜNLERİ ÇIKAR Fiatı : 250 Kuru* 28 MAYIS 1973 Tüık işçi Hareketi Türk Milliyetçiliği Görüşüne» Dayandırılmalıdır! Ecevit ve Beypa/.an'nda Pembe Muhafızlar # Erbakan ve Komünistler # Dağıyla Taşıyla Anadolu # Pazarören îlköğretmen Okulu Dosyası % Millî İstihbarat Teşkilâtına Saldırılar «Komando Saldırıları» ve Basın Toplantısı # Türk-îş Kongresinde Delegelerin Sorumluluğu Türk-İş'in 9. Büyük Kongresi çalışmalarına başlamıştır. Türkiye'deki milletvekili seçimlerine taş çıkartacak şekilde yıllardan beri yürütülen yoğun faaliyetler nihayet bu hafta içinde işçi liderlerinin vereceği kararla neticeye götürülecektir. Türk-İş'in takip etmesi gereken politika konusundaki görüşlerin çarpışacağı 9. Büyük Kongre, Türk işçi hareketi ve Türk Milleti'nin geleceği bakımından tarihi bir önem taşımaktadır. Türk-İş, Türk işçisinin en büyük kuruluşudur. Başından beri Türk-İş'e liderlik edenler, gerçekten büyük ve şerefli mücadele vermişlerdir. Bilindiği gibi, milletlerarası komünizm, Türk işçi hareketini kontrolü altına almak ve kendi emperyalist gayesi için istismar etmek maksadıyla akla hayale gelmeyecek çalışmalar yapmıştır. Fakat, sevinç ve gurur duyarak ifade etmek zorundayız ki, Demirsoy - Tunç ikilisinin yürütüğü, akıllı ve usta politika sonunda, Türk işçisinin en büyük kuruluşu karanlık emellere alet olmaktan kurtuldu. Bugün, Türk-İş'e komünist sızmasını önlemeye kalkışmak fazla anlamlı değildir Zira, artık komünistlerin Türkiye üzerindeki «Eylem» ve niyetleri bütün çıplaklığıyla meydana serilmiş bulunmaktadır. Ama, geçmişe doğru uzanarak hafızalarımızı tazeleyecek olursak, durumun çok daha değişik bir manzara arzettiğini görürüz. İşçi haklarını savunmak uğrunda, beynelmilel komünist merkezlerce tesbit edilmiş, en vurucu ve heyecan verici sloganlarla ortaya çıkanların niyetlerini görüp, ülke ve isçi kesimi için taşıdığı tehlike tohumlarının yeşermesine engel olmak az:msanpcak bir şey deöildir. Bunu yakından bilen kimseler olarak, diyoruz ki; aynı fikri yapıya sahlo olmasak dahi, Türk-İş'in liderlerinin Türk işçi hareketine ve Türk Milleti'ne tarihi hizmette bulunduklarını tesbit ve ilân etmeyi millî bir görev sayıyoruz. Bu gerçeklere rağmen, aynı ekibin bazı önemli hatalardan kendisini kurtaramadığını ifade etmek zorundayız. Nitekim bu rntalar, Türk-İş'i şu veya bu istikamete götürmek isteyen cereyanların ortam bulmasına fırsat hazırlamıştır. Evet, gerçekten, Türk işçisi komünist bir ekibin ve düşüncenin esiri olmaktan kurtarılmıştır. Ama, Türk işçi hareketinin fonksiyonu bundan ibaret sayılamaz. Dıştan gelen zararlı saldırıların bertaraf edilmesinin maksadı, toplum içinde yerini almış, haklarına ve sorumluluklarına sahip bir işçi hareketi ve bunun teşkilâtının meydana getirilmesidir. Türk-İş'i yönetenler, bu ikinci kısımda sözü edilen, muhteva ile ilgili hususlarda, üzülerek ifade etmek zorundayız ki, yaya kalmışlardır. Güzel ve tesirli konuşmaların arkasında, hiçbir şeyin olmadığını zaman ve ortaya çıkan olaylar göstermiştir. Her iki yılda bir, grev tehdidiyle ücret artırılmasını istemekten öte, Türk işçi hareketinin şahsiyetleşmesi, bütünleşmesi ve kaynaşması yoluyla, millî hayatımızdaki yerini ve rolünü alması için herhangi bir ciddi çalışma yapılmamıştır. Eğer, işçilerin ücret ve diğer sosyal haklarının savunulması yanında, hareket belirli her dünya görüşü üzerine oturtulmuş olsaydı, içten maceracı patıamaiar olmayacak dıştan gelen tesirler bünyede hissedilmeyecekti. Her şeye rağmen vakit geçmiş değildir. İşçi liderleri eğer bu hayati noksanlığı görür, bu uğurda köklü bir çalışmaya girerlerse, yaralar sarılabilir, eksikler tamamlanabilir. Yakın vadede Türk işçi hareketini tehdit eden tehlike, sosyal demokratlar hareketidir. Türk işçisinin en büyük kuruluşunu, bir siyasî partinin emir ve kumandasına teslim etmek isteyenlerin önüne mutlaka geçilmelidir. Gündelik siyasî ve şahsî çıkarlar uğruna, Türk işçisini tehlikeli bir vadiye sürüklemeye yeltenenlerin, işçi liderleri arasında, az da olsa, bulunabilmesi hakikaten bir talihsizlik olmuştur. Sosyal demokratlar denilen bu ekibin, tehlikeli macerası 9. Kurultay kararıyla yerin dibine batırılmalı ve Türk-İş'in partiler üstü politkası bir daha tescil edilmelidir. Partiler üstü politikaya evet diyoruz. Ancak, bunun Türk işçi hareketinin belli bir dünya görüşüne oturtulması suretiyle muhteva kazanacağına inanıyoruz. Açık ve kesin şekilde, Türk-İş'in dünya görüşü ortaya konulmalıdır. Parlak ve boş sözlerle, bu hayati ihtiyaç geçiştirilebilir. Ama, hemen hatırlatalım ki, bu hatanın acılarını daha sonraki yıllarda, telâfi edilemeyecek şekilde yine işçilerimiz çekecektir. Türk İşçisinin dünya görüşü nedir? Hiç şüphe yok ki, Türk Milliyetçiliği'dir. O halde 9. Büyük Kongre delegeleri, bir yandan sosyal demokrat maceraya gerekli cevabı verirken, öbür yandan, şimdiye kadar takip edilen politikanın eksiğini tamamlayan hayati kararı almalıdır. Bu karar, PARTİLER ÜSTÜ, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DÜNYA GÖRÜŞÜ NE BAĞLI TÜRK İŞÇİ HAREKETİ, cümlesinde sloganlaşmalıdır. 9. Büyük Kongre'nin bu kararı, Türk İşçisinin şahsiyetleşme ve bütünleşme hadisesiyle birlikte, onu toplum içinde sorumluluklarına sahip, sağlam ve sıhhatli bir duruma getirecektir. DEVLET

DEVLET Sayı: 186-28 Mayıs 1973 - Sayfa : 2 EY TÜRK KENDİNE DON Sahibi: ibrahim METİN * Yazı İşleri Müdürü: Tevfik Fikret KILIÇ KAYA * Neşriyat Müdürü : SadTSO MUNCUOGLU * idari İşler:; OsmaB ÇAKIR * Haberleşme Adresi: P.K. 284 Bakanlıklar ANKARA * İdare Yeri: Bedesten İçi Bedesten Han Kat 4 Nu. 7 KüNYA * Ankara Temsilciliği: Telefon: * 12 5810 Para Havale Adresi: DEVLET Posta Çeki Nu. 16021849 * Fiatı: 250 Kuruş ABONE Yıllık 120 TL. Al* Aylık 60 TL. * Dış ülkeler İçin : İki misli * DİZGİ VE BASKI: Emel Matbaacılık Ltd. Şti. ANKARA DAĞITIM: Gameda Ecevit Bir Soruya Cevap Veremeyince Toplantı Yarıda Kaldı Beypazarı CHP İlçe teşkilâtı tarafından düzenlenen kapalı salon toplantısında, bir dinleyicinin, «İşçi haklarını savunduğunuzu ileri sürüyorsunuz. 15-16 Haziran talihlerinde İstanbul' da Türk işçisiyle, Türk Ordusu'nu karşı karşıya getirip, işçiyi sokağa dökmekle, işçi hakları nasıl savunulmaktadır?» şeklindeki sorusuna Ecevit cevap veremeyince, sosyal demokrat pembe muhafızlar soru sahibinin üzerine yürümüş, salon bir anda karışınca toplantı yapılamamıştır. Bildirildiğine göre, kalabalığı gören Ecevit kürsüye, yarış atları gibi iştahlı çıkmış, daha söze, «Sizin 2,5 liraya sattığınız pirinci aracılar 10 liraya şehre götürüyorlar» diyerek başlarken, bir dinleyici arkalarken, «Biz pirinci 5 üraya satıyoruz» şeklinde bağırmıştır. Pireyi deve yapmakla meşhur Ecevit, ilk tökezlemeye böylece uğrayınca, sözü hemen işçi haklarına getirmiştir. Gerçi Beypazarı, bir Karabük değildi, ama, sözün başında tökezleyince, durumu kurtarmak için en iyisi ezberlenmiş bir yerden devam etmek gerekliydi. Derin bir nefesten sonra, «Türkiye'de işçi haklarına ilk defa biz sahip çıktık.» diye hız almaya çalışan Ecevit'i bu kerre de başka bir dinleyici terletiyordu. Orta sıralarda oturan bir genç dinleyici, «Ecevit söz istiyorum.» demiş ve ayağa kalkmıştır. Bunun üzerine Ecevit dinleyicilere dönerek şöyle konuşmuştur: «Bu arkadaş işi milliyetçuiğe getirmek istiyor.», Ecevit soru sahibinin genç oluşundan mı nedir, pek anlayan olmamıştır, onun milliyetçi olduğunu keşfetmiş ve lâfı ağzına tıkamaya kalkışmıştı. Ama, hesap burada da yanlış çıkıyordu. Çünkü, soru sahibi vatandaş, «İşçi hakları konusunda bir sorum var diyordu.». Bu sözü işiten Ecevit'in gözleri parlamış, «Belâyı defettik» kabilinden elleriyle saçlarını şöyle bir taramıştı. Soru sahibi vatandaş şöyle konuşuyordu: «İşçi haklarım savunduğunuzu söylüyorsunuz. 15-16 Haziran tarihlerinde Türk işçisini sokağa dökerek, kahraman Türk Ordusu'yla karşı karşıya getirmek ve bu davranışa alkış tutmakla işçi hakları nasıl savunulmuş olmaktadır?» Ecevit'te tam bir panik havası vardı. Önce inkâr edecek oldu, sonra aklma «Vatandaş her şeyi büiyor» şeklinde bir şey mi geldi nedir, «Hakların alınması için mücadele gerekir» kabilinden söz edecek oldu tutmadı. Ayar bozulunca, iş çığırından çıkmıştı. Bunun üzerine, Ecevit'in Ankara'dan götürdüğü, Stalin bıyıklı, şişkin pazulu sosyal demokrat muhafızlar işe müdahale etmeye kalkıştılar. Tabii, bu müdahale görünüşlerine uygun bir tarzda olacaktı. Orta sıralarda oturan dinleyicinin üzerine, pos bıyıklı «Pembe» muhafızların yürüdüğünü gören, halk hep birden arkadaşlarını bu tecavüzden korumak üzere ayağa kalkmıştı. Pabucun pahalıya çıkacağını, anlayan pembe muhafızlar kurtuluşu tabanları yağlamada bulmuşlardı. Bütün bu olayları seyreden emniyet mensupları karagaşılığın daha da ileri gitmesini önlemek için toplantıyı dağıtıyorlardı. Böylece Ecevit, bir takım tekerlemelerle, oy toplamak isterken, evdeki hesap çarşıya uymamış, toplantı tam bir fiyaskoyla neticlenmişti. Aslmda, Ecevit'in vatandaşın sorulan kar şısında öfkelenmeye hakkı yoktur. Belki, bu tür davranış, Türk demokrasi tarihinde yeni görülüyordu. Eskiden olduğu gibi, artık vatandaş politikacıları kös dinler gibi dinlemiyor, partilerin takip ettikleri politika hakkında hesap soruyordu. Buna demokrasiye inanan politikacıların sevinmesi gerekirdi. Vatandaş, medeni ölçüler içinde sorular soruyor, olayların ve politikacıların gerçek yüzlerini öğrenmek istiyordu. Buna da hakkı vardı. Sahte İnsaniyetcilik İsmet ÖZALP Sohbet neşeli hafif konularda devam ediyordu. Durumuna uygun olmayan fantazi heveslere kapılmış birisi çekiştiriliyordu. Usta terziye ısmarlanmış elbise gibi üzerine tıpatıp oturan hüküm ifade edilmekte gecikilmedi. «Sen bir garip çingenesin, neyine gerek gümüşlü zurna!» Delikanlı canevinden oklanmış gibi ansızın dikildi, Dam üstünde saksağan münasebetsizliği ile atıldı. «Çingene Allah'ın kulu değil mi?» Bu beklenmedik çıkış, oradakileri şaşırtmıştı. Delikanlı muntazam tıraşlı, favorisiz, güleç yüzlü, cana yakın ve hürmetkar görünüşlüydü. Bunlara göre hakkındaki ön kanaat müsbet olurdu. Delikanlının alınganlığında ma'kul bir sebep göremiyorlardı. Zurna çalıcılardan değildi. Söz konusu edilen kimseyle yakınlığı yoktu. Öyleyse niçindi bu feveran? Cevapsız bırakılmadı. «Söylediğin doğrudur, ama ben kendim kalmağı tercih ederim. Mensup olduğum millet ile öğünürüm. Peki, sen elekçi olmak ister miydin?» Delikanlı dilinin altındaki baklayı çıkardı. «Ne demekmiş millet! milliyetçilik te neymiş? Hepimiz Âdem ile Havva'nın çocukları değil miyiz! Yok Bulgar imiş, yok Rus imiş, İngiliz, Fransız, Yunan imiş! Hepimiz insanız. Hepimiz kardeşiz.» Bırakılsa hümanizm nutkuna devam edecekti. Hızını çabuk kestiler. «Güzel söylersin, hoş söylersin, ama yalnız bizim böyle düşünmemiz neye yarar? Biz böyle düşünüp böyle hareket ederken Moskof'u, Yunan'ı canımıza kastedecek, seni köle yapmağa çalışacaktır. Gafletimizi fırsat bilecektir. İstiklâl Savaşımızda, mağlûp ve perişan kaçarken bile Yunan'ın beşikteki çocuklara, hamile kadınlara iğrenç saldırılarını, savaş sonunda iltizamî olarak unuttuk, kardeş millet, dostumuz dedik. Karşılığı ne oldu? Yunan tabiiyetindeki Rum İstanbul' da bezirgânlık yaparken Batı Trakya Türklüğünün hali malûm! Türk'ü daima en asîl tarafından, insanî duygularından istifade ederek vurmuşlardır. Bizim milliyetçiliğimiz, ma'kul insaniyetçilikle çelişmez. Fakat daha fazlası da bu milletten beklenmemelidir. Senin teklifinin neticesi esaret zincirini elimizle boynumuza geçirip düşmana teslim etmek olacaktır.» «Ben böyle düşüneyim, böyle davranayım da ötesine karışmam!» «Ama buna düpedüz enayilik demezler mi!» Milletinden koparılmış, kökünden sökülmüş bu çocuklarımızda hiç bir manevî bağın, milletine hiç bir hissî alâkanın kalmadığı muhakkaktır. En kuvvetli aklî deliller dahi hakikati kabulüne kâfi gelmiyecektir. Onlar öylesine belirli yönde şartlanmış... bostan dolabını çevirdiğinden, aynı çemberde dönüp durduğundan habersiz gözü bağlılardır. Yıllarca hümanizma perdesi altında yapılan telkinlerin tek hedefi milliyet duygusunun silinmesi idi. Ezelî düşman bu oyunu çok ustaca sahnelemiş, milleti dağıtıp bozmak için toplum harcı olan unsurları yoketmeğe uğraşmıştır. Marksist - leninist, maoist eylemciler elbette mantar gibi türememişlerdir. Özellikle işaretlenmesi gereken husus ki delikanlının «Allah'ın kulu» tabirini kullanışı gelişi güzel değildir. Vâhı fikrini muhatabına daha munis bir gerekçe ile yadırgamıyacak bir kalıpta telkin... ve benimser göründüğü hareket noktası ile muarızlarını iptidaen bağlayıcı bir formül ileri sürerek susturmak. Bunun yanıda menşeini ve asıl gayesini o inanmadığı formülle gizlemek te ayrı kazancıdır. Peyk ülkelerden misyonla gönderildiği kesinlik derecesinde muhtemel sözde Türk, sözde din adamı, sözde akraba ziyaretçisi birisi aynı çürütücü fikirleri halk arasında şöyle savunuyordu : «Allah Rabb-el âlemindir; Rabb-ül müslimin değildir. Nefsimize hasretmemiz hatâdır. İnsanlar müşterek ceddin evlâtları, hafidleridir. Kavmiyet fikri islâmda reddolunmuştur. İnsanları tefrik caiz değildir. Kardeşimden görmediğim fenalık kalmıyor da bri gayrı müslim başı üstünde taşıyor...» İlâhî emirlerin pek açık ve birbirini teyit eden müteaddit hükümlerini kendi maksadına uygun yorum, kendi hesabına kullanma, tevil ve tahrifte, mefsedetini dine maletmekte, bunları konuşmalar arasına tesirli şekilde serpiştirmekte ne kadar hünerliydi! «İbadetimizde tamamile serbestiz, kat'iyyen müdahale yok!» yalanını çekinmeden ileri sürüp savunabiliyordu. Düşmanın inkarcısı olduğu mukaddesatı dahi nasıl istismar etmekte olduğunu, millet içinde her tabakada her vesile ve vasıta ile sürdürdüğü yoğun propagandasını müşahede ve tesbit ibret vericidir. Eğitim Bakanlığının yıllarca devam ettirilen, sayıları binleri bulan «Batı Klâsikleri» yayını ile hangi amacın gözetildiğini kestirebilmek pek güç olmamalıdır. Bu çabaların sonucu olan «kaybolmuş bir nesil» ve eylemleri ortada iken uyanış ve kendine gelişe delâlet eden belirtiler görülmemektedir. Tam tersine peçeli marksistlerin milliyetçiliği kötülyen, sahte insaniyetçiliği öngören itham ve fetvaları, yürütme ve yönetim makamlarında hâlâ itibar görür, icraat ve amelimizi onlar tâyin eder.

DEVLET Sayı : 186-28 Mayıs 1973 - Sayfa : 3 CHP'nin Oyunu ve MHP'nin Basın Toplantısı İP BELLİ : BİR KELLÎFELLİ KUKLA, TİPİN: SORARIM : KİMLERİN ELİNDE İPİN «Sorumluluktan kaçanlar utansınlar» Başbakan Naim Talu ile, C.H.P. Ge nel Başkanı Bülent Ecevit geçen hafta bir görüşme yapmışlardır. Alınan bilgi lere göre Ecevit, başbakana ülkücüleri şikâyetle; seçim arifesinde Anadoluda yoğun propagandaya giriştiklerini, öğrenci yurtlarında ise devrimci öğrencilere baskı yaptıklarım iddia etmiştir. Ayrıca «Anadolu'da ülkücüler mason ve komünistlere oy vermeyin diye propaganda yapıyorlar» diyen Ecevit Başbakandan tedbir alınmasını istemiş tir. ^Seçmen yaşının 18'e indirilmesini ileri süren Ecevit'in gençliğin memleket meseleleriyle ilgilenmesinden yakınarak konuyu Başbakana götürmesi sa mimiyetsizliğini belgeleyen bir olay olmuştur. İşin daha enteresan yönü ülkücü gençlerin komünistlere oy vermeyin sö 7Ünü kendine yakıştırarak mason-komünist işbirliği halinde milliyetçi genç lige karşı çıkmayı aşikâr bir şekilde istemesidir. Hatırlanacağı üzere, CHP Genel Başkanı Ecevit, bir süre önce yurt gezisine çıkmış ve çeşitli yerlerde vatan daşların sorularına muhatap olmuştu. Bilhassa Bolvadin'de, Ecevit'e yöneltilen sorular O'nu 7or durumda bırakmış, cevapsız kalınca da CHP ye vönelen şüphelerin kuvvetlenmesine yol açmıştır. CHP nin 12 Marttan sonra, aşırı solun hamiliğini yapmak gayesiyle takındığı tavrın, Türk Milleti'nin millî menfaatlerine aykırı düştüğünün ifade edilmesi, Ecevit'i çelişkiler içerisine düşürmüştür. Bizce, meselenin üzerinde durulması gereken yönü şudur: Yıllardır hakim olan klâsik anlayış çerçevesi içerisinde, politikacı konuşur, vatandaş dinlerdi. Son olaylar ise, Türk Demokrasisi açısından sevindiricidir Vatandaş, CHP ye yanlış politik tutumunun hesabını sormaktadır. Bundan sonra da, oy almak için halka gidenler, karşılarında eski ortamı bulamayacaklardır. Olayların basına aksetmesi üzerine, CHP Genel Sekreteri Eyüboğlu, teşkilâtına yayınladığı bildiride, olayların «11 komando tarafından yaratıldığını» iddia etmiştir. CHP'nin 12 Mart öncesi politikası hatırlanacak olursa 12 Mart sonrası da bunda bir değişiklik olmadığı kolayca görülür. Her fırsatta ülkücülere sataşma, iftira CHP'nin değişmez politikasıdır. Eski Genel Başkan İnönü'den Sayın Sunay'la yapmış olduğu görüşmede, Dev-Genç ile Ülkü Ocaklarını av m paralelde tutmuş ve Devlet Başkanından gereken cevabı almıştı. Sayın Sunay «Ülkü Ocaklarının milliyetperver gençler olduklarını. Dev-Genç ile aynı paralelde gösterilemiyeceklerini» ifade etmişti. SOMUNCUOĞLU'NUN BASIN TOPLANTISI Ecevit'in, Başbakan Talu'ya ülkücüleri şikâyetinden sonra, M.H.P. Genel Sekreter Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu 20.5.1973 günü bir basın toplantısı düzenleyerek, aşağıdaki konuşmayı yapmıştır : «Türkiye'nin normal günlere dönme gayreti içinde bulunduğunu, Sıkıyö netim komutanlıklarının samimî ve ma kül faaliyetlerinin Türkiye'ye zaman ka /.andırdığını, fakat yeraltı komünist ha reketinin halâ önüne geçilemediğini» belirten Somuncuoğlu sözlerine şöyle devam etmiştir : «Bütün bu gayretlerin yanında bazı politikacıların, sorumluluk duygusundan uzak ve adeta kışkırtıcı bir zili niyetle pervasızlık gösterilerine girdiklerine şahit oluyoruz. Bir partinin genel başkanını halkın arasına girip, komü- Devamı Sayfa 10 da «AŞMALAR Millî İstihbarat Teşkilâtına Saldırılar Madanoğlu ve arkadaşlarının sıkıyönetim mahkemesinde duruşmaları devam ederken, sol basının MİT elemanı Mahir Kaynak'ı hedef alan saldırılan son günlerde şiddetini hayli arttırdı. Bir aşırı solcu gazetenin başlattığı kampanya, sistemli şekilde yürütül mek istenmektedir. Aslında Sol'un yıpratmak istediği, Mahir Kaynak'ın şahsında bütün Devletin Güvenlik Teşkilâtıdır. Zor şartlar altında görevini ifa etmek durumunda kalmış olan Mahir Kaynak, suçlanmakta, Madanoğlu ve AŞAMALAR...» Yılmaz YALÇINER Hatırlayacaksınız; 12 Mart öncesinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde, banka soyduktan sonra saklanan ve Paşaoğlu'nun malûm Erdal İnönü kanadı altından firar edip uzun aramalar sonucu ele geçen komünistlerden İrfan Uçar, Sıkıyönetim Mahkemesi'nin huzurunda : Süleyman Demirel memleketin en güzide evlâdı imiş. Biz bilemedik... yollu konuşmuştu. Devlet yazmıştı uzun uzun; okumuşsunuzdur. Babı Alî bir âlem yerdir. Sahne İstanbul'un ortayerinde, gözler önündedir. Tek sahnede pekçok rejisör, çok çeşitli oyunlar tezgâhlar; «Karalık-pulculuk», «Lotaryacılık». «Baldır-bacakcılık» «Boyamacılık», «Devşirmecilik», «Döşemecilik» birkaç misali. Oyunların adı farkettiğiniz gibi «... cılık» «culuk» ludur. Orada «İngilizcilik» «Amerikancılık» «Rusculuk» da tezgâhlanır. En ilgi çekici yanı, ol rotatif semtinde bütün rejisörler kapitalist, lâkin bütün oyunlar gayr-i millî temel üstündedir. Yine meselâ patron üstü küp patronlar, kızıl mürekkep müptelâsıdırlar. Bazısı daha «bilincili işbilir» olup kendi çarşaflarını renkli çıkarıp, heveslerini kapıkulları tutup finanse ederek giderirler. En iriyarı patronlardan biri Hürriyetçilerdir. Uzatmayalım; onların kanadı altında çıkan bir «mahut» gazetede yine bir «mahut», geçenlerde şöyle yazıyordu : «Türkiye, bildiğiniz Türkiye değil artık; Türkiye'de çok şeyler oluyor, toplum da, ülke de değişiyor... diyenlerin galiba hakları var.» (*). İrfan Uçar'ın dediklerini hatırlayınca, doğru dedim: Galiba «Mahut» un hakkı var! Aynı günkü «Mahut» gazetede bu defa bir diğer «Mahut» tesadüf bu ya, yine Süleyman Bey den bahisle Uçar yoldaş'a yaklaşık yazıyor ve diyordu ki : «... AP'ııin sayın başı, memleket yerine ülke, sebep yerine neden, asır yerine yüzyıl, takip yerine izlemek, faydalanmak yerine yararlanmak, istikamet yerine yön, fayda yerine yarar gibi öztürkçe sözcüklere yer vererek şimdiye kadar kullanageldiği dilde kendi kendisini aşmıştır. Özde, sözde ve düşüncedeki bu gelişmelerin sürekli olması, öyle sanıyoruz ki sadece sayın Demirel ve temsilcisi olduğu AP'ye değil, yurda, yurttaşa da yararlı olacaktır.» (* ). Hiç şüpheniz olmasın, seçim propagandalarının son raundunda Demirci'm yanında ringe fırlayacak olan rotatif ağaları, kanadları altında besledikleri «pembe» leri bile şimdiden seferber etmiş bulunuyorlar. «İttifak'da artış var! Ve yine : «Galiba hakları var! Türkiye'de çok şeyler oluyor.» Sol da, Sülü de kendi kendini aşıyor. Fakaat... «Yurda, yurttaşa» diyemiyeceğim, bilinmez; bu aşmalarda, aşırmalarda, taklalarda kimin, kimlerin yararı var?.. (*) (* ) Yeni Ortam 24.6.1973 arkadaşlarını suça teşvik eden bir provokatör olarak vasıflandırılmakladır. A- şırı solcu gazetenin bir nüshasında aynen şöyle denilmektedir: «Mahir Kaynak, çeşitli demeç, konuşma ve eylemlerinde temasta bulunduğu kişileri kışkırtmış ve suç işlemeye teşvik etmiştir. Mahir Kaynak hakkında bu suçlarla ilgili herhangi bir kovuşturma açılmamıştır.» Madanoğlu ve arkadaşları, 1960 son rası cephelerini seçmişler, Marksist - Leninist blokta, yazılarıyla, demeçleriyle faaliyet göstermişlerdir. Kendi Lû gatlarıyla, «Bilinçli birer devrim»cidirler. Durum böyle iken, Mahir Kaynak'ı Madanoğlu ve arkadaşlarını suça teşvik etmekten dolayı suçlama gayretlerinin mesnetsiz bir kampanyanın mahsulü olduğu ortadadır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin aylık yayın organı durumunda olan bir siyasî derginin Mayıs sayısında da «Kışkırtıcı Ajanı Ceza Sorumluluğu» başlıklı bir yazı yayımlamıştır. Sosyal Demokrasi ile Marksizm arasında kesin çizgilerle ayrılığın bulunduğunun iddia e- dildiği,seçim arifesinde, aşın solcu gazetenin açtığı kampanyayı destekleme gayretleri görülmektedir. «Bir kimsenin cezalandırılmasını sağlamak amacıyla onu suç işlemeye sevk eden kimse» olarak «Kışkırtıcı Ajan» tarifi yapılarak, bu fiilin cezaî sorumluluğu (!) ü/.erinde durulmuştur. 12 Mart öncesini göz önüne getirecek olursak, adım adım komünist ihtilâline götürülmek istenen Türkiye'de, bir çok hakikatlerin sol basın tarafından tahrip edildiğini, yalan, iftira kampanyaları açılarak birçok şahıs ve millî müessesenin yıpratılmak istendiğini hatırlarız. Sol'un bugün sahnayc koymak islediği oyunu da aynı çerçeve i- çerisinde değerlendirmek gerekir. Mücadele tarzı ve metodu aynıdır, sadece rejisörler değişmiştir. Konu ile alâkalı olarak, Erzurum Ülkücüler Teşkilâtı Derneği Başkanı Müeyyet Pirimoğlu bir demeç vererek, sol basının Mahir Kaynak aleyhinde girişmiş olduğu saldırıları kınamıştır. 1 HUN ASKI I ÇIKTI Dilâver Cebeci Fİatı: 5 TL. Hun aşkı bir Töre-Devlet Yayınıdır. İsteme adresi: Töre-Devlet Yayım ve Dağıtım Evi Konur Sok. Nu : 57 C/8 Bakanlıklar ANKARA

DEVLET Sayı: 186-28 Mayıs 1973 - Sayfa : 2 Politikacılar sille yumruk kavga ettiler - Basın HAKMyer K^Mf^fttiHffi Türk-İş ve Tek Sendikacılık Ergenekon mektupları Düşmana Göz Kırpmakla Cezmi KIRIMLIOGLU Düşmana göz kırpmakla muha rebe kazanılmaz. Düşmana göz kırpmak, ona teslimiyetin ifadesidir. Baştan teslim olanların da, daha sonra kazanmaları mümkün değildir. Düşmana göz kırpmak, düşmanı övmek de değildir. Düşmanı övmenin, muharibe kazandırdığı bazı üstünlükler vardır. Meselâ, yendiği düşman şöyle zorludur, denirse bu yenene daha büyük bir üstünlük sağlar. Ama düşmanı övmek, onun kusurlarını meziyet olarak takdim etmek anlamına gelmez. Üstelik, düşmanın kusurları, bizim onunla muharebe sebebimizdir. Bu sebebi meziyet göstermek suretiyle, ortadan kaldırırsak kavga meydanından çekilmemiz icap eder. Kendince «Hak» kavgasını yürüttüğü iddiasında olan bir meczup, kalkıyor ve kendisine gönül verenlerin kanaatlerini hafife alırcasına «Ecevit komünist değildir» diyor. Bu söz düşmana göz kırpmaktır. Hakkı batıla ezdirmektir. Ecevit'in komünist o- lup olmadığı hususu hiç kimsenin mütereddit bulunduğu bir nokta değildir. Açıktır. Bu noktada bir tereddüt olsa bile, bu tereddütten zararlı çıkacak olan «İslâm davası» güttüğü iddiasında bulunan kimse ve onun ardındakiler hiç değildir. Böyle bir tereddüt olsa dahi, -ki yoktur- bundan zararlı çıkan komünistler olacaktır. Çünkü, bir kalabalık partiyi ele geçirmişler, Kastro'nun Küba' da yaptığını Türkiye'de, ö-stelik demokrasi oyunları yardımıyla, yapmaya çalışıyorlar. Tereddütler dağıldığında bu oyun bozulacak, daha önce ayni yolda yürüyen TİP nln basma gelenler CHP nin de başına gelecektir. O halde, Erbakan nâımndaki bu zâtm, yaptığı şey Ecevit ve partisinin kötü niyetini gözlerden saklamak onlara yeniden kamufle etmek oluyor. Yalnız kafalara takılan bir soru var. Acaba Erbakan 'm sözünün Ecevit'e faydası olduğu kadar kendisine de faydası olacak mıdır? Bir kere, Erbakan bu sözü söy İçmekle, komünistlere demek istiyor ki; «Bakın ben size komünist demiyorum. Siz de bana şeriatçi demeyin.» Böylece, memleket aleyhinde, komünistlere benzer şekilde çalışmaları varsa, o- nun kamufle edilmesi hususunda komünistlerden yardım istiyor. İkinci olarak, komünizmi mazur ve meşru göstermek suretiyle de kendi faaliyetlerinin de meşru ve mazur görülmesi için komünistlerden yardım bekliyor. Erbakan'ın bu hesabı tutarsa, kendisi de fayda sağlayabilir. A- ma, ilk önce bu hesap temelden yanlış olduğu için tutmayacak, komünistler Erbakan'ın sözüne dayanarak kendilerini temize çıkaracak ama yine de memleketin üzerine çöken «aşın sağ» tehlikeden bahsedeceklerdir. İşte burada, bir başka ihtimal ortaya çıkıyor. Son zamanlardaki komünist ve solcu basın organlarının ülkücü gençliğe saldırmaları ve onları «aşırı sağ tehlike» olarak göstermeleri de bu ihtimali kuvvetlendiriyor. Bu ihtimal de, Ecevit'le Erbakan'ın Ülkücü gençliğe karşı müşterek bir plân hazırlayarak tatbike başlamalarıdır. Yâni, Erbakanı «herkese ko münist diyorlar» deyip, komünist leri savunacak, Ecevit de ülkücü gençliğe saldıracak, böylece meydan iki hokkabaz'a kalacak. Peki, Erbakan'ın davranışının Hz. Muhammed'in mücadele anlayışıyla alâkası nedir? Cevap kısa... Hz. Peygamber, «Ebu Leheb ve karısı müşrik değildir.» demiş ise, Erbakan Hz. Muhammed'in yolunda demektir. O'nun mücadele anlayışının aynini takip ediyor fetvasmı verebiliriz. Kısaca, Ecevit'i temize çıkarmak görevi Erbakan'a ait değildir. Erbakan bu görevi kabullenmekle kendisinin hangi yolun yolcusu olduğunu ortaya koyduğu gibi, kendine ümit bağlayanlara büyük hakaret etmiş, zaten netice almak imkânı bulunmayan kavgasının peşin olarak teslimiyetini ilân etmiştir. Bu hadise bazı saf kimselerin gözünü açarsa, hayırlı olmuştur. TÜRK-İŞ'in Genel kurulunun yaklaştığı şu günlerde, basın ve siyaset çevrelerinin konuyla ilgili yoğun bir çalışma içine girdiklerine şahit olduk. Konfederasyon içinde belli bir görüşün mücadelesini veren sosyal demokratlar, onların partisi durumundaki CHP ve destekleyicileri bir kısım basın, hararetle kurultaya hazırlık içinde; görünüyor. TÜRK-İŞ'in bugüne kadar güttüğü «Partilerüstü politika» prensibini terkederek herhangi bir siyasî kuruluşu desteklemesi yolunda getirilen teklifler Yönetim Kurulu'nda geri çevrilerek alı nan karara göre TÜRK-ÎŞ bugüne kadar izlediği politikayı devam ettirecek ve Genel Kurul kararı olmadıkça hiç bir siyasî partinin desteklenmesi mevzu bahis edilemeyecekti. TEK SENDİKACILIK TEKLİFİ Türk Milliyetçileri u/un süreden beri Türkiye'deki sendikacılık düzeninden şikâyetle, her iş kolunda ancak bir sendikanın varlığı prensibini teklif etmekteydiler. «Tarım Kentleri», «Üçün cü Sektörün teşkili ile tasarruf ve yatırıma gidilmesi» gibi Türk siyasî hayatına ilk defa Milliyetçi Hareket'çiler tarafından getirilen teklifler, önce tereddüt hattâ hayretle karşılanmış, diğer bütün fikir ve parti mensupları bu tekliflere karşı çıkmışlardı. Sonradan bunlar bütün memleket aydınlarının savunduğu, siyasî partilerin kendi fikir leriymiş gibi savunduğu fikirler haline geldi. İşte, şimdi de yine ilk defa Milliyetçi İşçi ve Sendika Düzeni için önerilen «Her İş kolunda tek ve demokratik sendikacılık» prensibi haklı bir teklif olarak yöneticiler ve işçi kuruluş lan tarafından benimsenmiş bulunmaktadır. TÜRKİŞ Genel Kurulu dolayısıy- la hazırlanan raporda bu konu bir teklif ve Türk Sendikacılığı için bir çıkış yolu olarak getirilmiştir. «KİMSE TÜRK-İŞ'in KAİDESİNİ SARSAMAYACAKTIR» Öte yandan MHP Genel Başkanı'- nın geçen hafta verdiğimiz bildirisinden sonra bu hafta da, Genel Sekreter Yardımcısı Şerafettin TOPERİ toplanacak TÜRK-İŞ kurultayıyla ilgili olarak bir demeç vermiştir. Toperi demecinde özetle şunları söylemiştir: «Beynelmilel komünizm, dünya hakimiyetini gerçekleştirmek için her ülkede ve her zaman işçi kitlelerini tehlikeli macerasına alet olarak kullanmak istemiştir. 1961 Anayasası'ndan sonra, bilhassa s e n d i k a l a r, toplu iş sözleşmesi ve grev-lokavt kanunları ile hürriyet içinde teşkilâtlanmaya, sosyal ve iktisadî haklarını serbestçe savunmaya başlayan Türk işçisi üzerinde de aynı ovun denenmek yoluna gidilmiştir. TÜRK-İŞ basın, eğitim, teşkilâtlanma, araştırma gibi teknik kadrolarını ele geçiren; bugün halen Türk mahkemelerinde hesap vermekle meşgul pekçok kişi, tabandaki işçinin tepkisi, sendikaların ve TÜRK-İŞ'in başında bulunan bazı yönetiiclcrin uyanık durumu sayesinde bünye dışına atılmışlardır. Oyunun geri tepmesi TÜRKİŞ dışında ve Türkiye İşçi Partisi'nin kanatları altında DİSK'in kuruluşuna sebep olmuştur. Sol ihtilalin itici gücü olarak T.İ.P. menfaati yönünde Türk işçisinin meseleleri istismar edilmiştir. 15-16 Haziran ayaklanması bunun tipik misalidir (Devamı Sayfa 11 de) Din Görevlileri«Diyanet işlerine Muhtariyet»İstediler Türkiye Din Görevlileri Konfederasyonu Genel Kurulu 20 Mavıs'ta Ankara'da toplanmıştır. 500 civarında delegenin iştirak ettiği kongrede delegeler «İmam Hatip Okullarının orta kısımlarının açılmasını» istemişlerdir. Federasyon başkanı. İsmail Coşar'- da yaptığı konuşmada «Din ve vicdan hürriyetinin Anayasadaki gerçek ifadesini ancak Diyanet İşlerinin muhtar hale getirilmesiyle bulabileceğini» iddia etmiştir. Kongreye çeşitli siyasî parti liderleri tebrik telgrafları ve mesajlar göndermişlerdir. Bunlar arasında en çok M.H.P. Genel Başkanı Alparslan Türkeş'inkinin alkışlandığı görülmüştür. Türkeş'in mesajını kongreye M.H.P. Genel Muhasibi Mehmet Doğan götürmüştür. Türkeş mesajında; «Rahatsızlığım sebebiyle toplantınıza iştirak edemedim. Bunun için üzgünüm. Nazik davetinize çok teşekkür ederim. Kongremizin Müslüman Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olmasını Cenab-ı Allahtan diler, Selâm, sevgi ve saygılarımı sunarım». Milliyetçi Lider Türkeş

\'; T?-? öğrenci ve halktan daya! yiyen sûlaulaî civar dağlara ^gftjyt Pazar.ren'deki Hadiselerle İlgili Olarak Orta Doğu Gazetesinin Haberi Pazarören Dosyası Tös Mensubu Müfettiş ve "Anket Ekibi»» Kayscri'ye bağlı Pazarören nahiyesindeki İlköğretmen Okulunda bulunan aşırı solcu öğretmenlerin ülkücü öğrencilere yıllardır yaptıkları baskının, nihayet geçtiğimiz günlerde bazı olayla ra yol açtığını ve Millî Eğitim Bakanlığı'nın okulu tatil etmek zorunda kal dığını DEVLET okuyucuları hatırlayacaklardır. İftira ve yalanı kendilerine rehber edinen aşırı solun, çıkan olayların kabahatini sırtlarından atmak için uydur dukları haberlere gerçi idraki yerinde, şuurlu kimseler inanmamaktadırlar. Fakat, olayların gelişme seyı inin daha iyi anlaşılması ve «Pazarören Olayları» denen hadiselerin birden ortaya çıkmayıp, yıllardır bu okulda yürütülmeye çalışılan yıkıcı çalışmalara bir tepki mahiyeti taşıdığının gözler önüne serilmesi için 1968 yılından beri okul daki ideolojik faaliyetlere bir göz atmak faydalı olacaktır. Pazarören İlköğretmen Okulu gibi nahiyede de sol faaliyetlerin kökü eskiye dayanmaktadır. 5 Evlül 1969 tarihinde, yetkili mercilere bucak ahalisinden 4 kişinin verdiği bir dilekçede, Pazarören'de tüfekçilik vapan, Ali Rıza yollu isimli bir şahsın ilköğretmen okulunun bazı öğrencilerini toplayarak konuşmalar yaptığı, toplantılardan birinde «bu bozuk düzenin kurucusunun Atatürk olduğunu, Nazım Hikmet'in Atatürk'ten üstün olduğunu söylediği» bildirilmiştir. Bu şahsın öğrencilere aşın sol yayınlar dağıttığı, mermi kaçakçılığı vs. gibi karanlık işler çevirdiği de aynı dilekçe de bildirilmiştir. Yollu'nun Pazarören İlköğretmen Okulunda bazı öğrenci ve öğretmenlere bu yolla aşırı sol fikirleri benimsettiği anlaşılmaktadır Aşırı solcuların faaliyetleri bucakta ve dolayısıyla okulda bu minval üzere devam ederken, içlerinde Kayseri ilköğretim müfettişliği görevini yaparı bazı kişilerin de bulunduğu bir «anket ekibi» Pazarören'e bağlı köylerde anket çalışması yapmak bahanesiyle köylülere aşırı sol fikirleri propogandaya çalışmışlardır. Arif Aslan adlı bir TÖS mensubu müfettiş de bu çalışmaya katılmış ve o tarihlerde «Hakimiyet» i- simli mahallî gazetede bu faaliyetler gözler önüne serilince hakkında tah kikat açılmıştır. Köylerde komünizm propagandası ve din düşmanlığı yaparak fikirlerini yaymaya çalışan grup, geceleri Mimarsinan İlköğretmen Okulunda yatmış, gündüzleri civarda bulunan Alagazi, Ha levik, Paşalı, Aslanbeyli gibi köylere gitmiştir. Bu köylerde aşırı solcuların yaptığı konuşmalar ve söyledikleri sözler, bu Türk düşmanlarının fikrî durumunu gösterdiği gibi, bunlara okulun yatakhanelerini tahsis edip, geceleri okulda yatmalarını sağlayan Mimarsinan İlköğretmen okulunun yöneticilerini de vebal altına sokmaktadır. Bu gezi sırasında köylülere hitaben yapılan konuşmalardan bazı cümleleri aşağı alalım; Aslanbeyli ve Alagazi köylerinde: «Bu düzen değişmedikçe, halk fakirlikten kurtulamaz. Zenginlerin sömürdüğü bu memlekette kurtuluş, halkın kendi düzeni için bilinçlen- (Devamı Sayfa 8 de) İftira DEVLET Sayı: 186-28 Mayıs 1973 Sayfa : 5 Cahit Okurer Vefat Etti Değerli sanat ve fikir adamı, eski İzmir Senatörü' edebiyat ve felsefe öğretmeni, yazar Cahit Okurer, 22 Mayıs 1973 Salı günü anî bir kalp krizi neticesinde hayata gözlerini yummuştur. Okurcr'in vefatı. Başkentte ve bütün ülkede üzüntü yaratmıştır 1914 doğumlu Cahit Okurer Elâzığ ve Ankara liselerinde başarılı edebiyat ve felsefe öğretmenlik hayatından sonra, Millî Eğitim yüksek kademelerinde, bu arada Talim Terbiye Kurulunda hizmet görmüş, 1960'dan sonra, İzmir Senatörü seçilmiştir. Daha sonra Yüksek Plân lama Dairesi Eğitim Komisyonu'nda görev yapan Cahit Okurer yeni hizmetlere hazırlanırken, üzücü tarzda vefat etmiştir. Bir çok dergi ve gazetelerde yazdığı makalelerle yakından tanınan Okurer; Türk Millî Eğitim Felsefesini hazırlayan «İdeal Milliyetçilik», «Temel Fikirler», «Ana Hatlar itle Millî Eğitim Politikamız», «İngiltere'de Maarif Hak kında», «Genel Politika», «Büyük Fetih» gibi eserleriyle şehir ve devlet tiyatrolarında «Kireçli Bahçe», «Bir Tav siye Mektubu» gibi başarılı tercüme piycsleriyle de, tanınmıştır. Erbakan: Yoo... Haşa... Sayın Ecevit Komünist Deği Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Millî Nizam Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan düzenlediği basın toplantısında, kendisine yöneltilen bir soruya; «Yooo... Haşa.. Estağ furullah... Sayın Ecevit komünist değildir.» demiştir. Erbakan'ın bu sözü, Turhan Feyzioğlu'nun CHP'de Genel Sekreterlik pos tunu Bülent Ecevit'e kaptırmadan önce söylediği; «Ecevit'e komünist diyenin ağzım yırtarım.» cümlesini yeniden hatırlattı. Erbakan'ın hayret uyandıran bu konuşmasıyla ilgili haberi solcu bir haftalık dergi özetle şöyle veriyordu : «Doğrusu istenirse haftanın sonunda Meclis Basın Bürosu'ndaki gazeteciler, böylesine bir sevimli adamla karşılaşacaklarını sanmıyorlardı. Kahveren ginin en tatlısından iyi dikilmiş bir elbise, Kahverenginin en güzelinden elbiseye uygun kravat ve modanın son düğümündeki gömleğiyle Prof. Dr. Necmettin Erbakan hem şık hem de sevimliydi. Badem bıyıklarını itinayla traş etmiş saçlarını daha itinayla tara Ülkücülere Kampanyası Gültekin ASYALI Son günlerde milliyetçilere, ülkücülere yaylım ateşe başlayan CHP ve onun paralelindeki basın, akla hayale gelmeyen iftira ve yaygara ile yoğun bir propagandaya girişmiş bulunuyor. Metodik ve sistematik bir taktik ile ülkücü gençlere saldıran CHP ve onun zihniyet ortakları, ne yapmak istiyorlar? Kime hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar? Her nasılsa Meclise girebilmiş bir sakat zihniyet sahibi senatörün idrakına yakışmıyacak bir tutum içerisinde bulunması ibret vericidir. Sakat zihniyetli CHP Sivas senatörü Hüseyin Öztürk'ün anlayışına bakın: «12 Marttan önceki anarşik olayların yaratılmasında aşırı solcular kadar tehlikeli ve etkili olan bu komandoların bugün Türkiye'nin her tarafında daibudak salması, DEV-GENÇ tehlikesini bile gölgeleyecek duruma gelmiştir. Çünkü, DEV-GENÇ bir kaç büyük Şehirde faaliyete geçerken bunlar, Türkiye'nin her tarafında anarşik olayların ve rejim için zararlı olan davranışların tamamen kaynağı olmuşlardır. Bir an önce bu işin çözümü, rejimin selâmeti bakımından çok önemlidir.» CHP'nin milliyetçilik düşmanı senatörüne bir sual sormak gerekirse «İstediğin hangi rejim?» herhalde demokrasi değil cevabı da kendiliğinden ortaya çıkacaktır. mış, söylenenlerin ötesinde, pantolununun dizleri namaza durmaktan borulaşmamıştı. Zamana ve zemine uymasını bilen kişilerin rahatlığında Erbakan kendisine yönetilen bir soruya şöyle cevap verdi: Yooo.. Haşa... Estahafrullah.. Sayın Ecevit komünist değildir. Asla değildir... Soru, Millî Selamet Partisi'ne girmiş olan Necmettin Erbakan'la iki milletvekilinin yaptıkları basın toplantısında soruldu. Buraya kadar gelinmesinin nedeni ise Erbakan'ın sosyal ve ekonomik görüşlerini şimdiyedek alışılmamış bir yöntemde anlatması ve de iyi anlatmasından ileri geliyordu. Erbakan, şöyle diyordu : Aynı milletin evlâtları olmanın tâbi gereği olan kardeşliğimizi esas almalıyız. Solcuya komünist demekten, liberale iştirakçi ve sömürücü demekten kimsenin eline bir yarar geçmiyece- (Devamı Sayfa 8 de) CHP, oldum olası milliyetçiliğin karşısmdadır. Onunla mücadeleyi ilk şart olarak kabul etmiştir. Ülkücü, milliyetçi gençlere iftira ve yalanlarda komünistlerden geri kalmamaktadır. Eski genel başkanları daha dün devletimizi yıkmaya, milletimizi bölmeye matuf eylemlerinden dolayı haklarında idam hükmü verilen komünistleri kurtarmak için Anayasa Mahkemesi'ne müracaat etmemiş miydi? İNÖNÜ'yü limon kabuğunu çöp sepetine atar gibi genel başkanlıktan atan Bülent Ecevit ve takımı da aynı yolun yolcusu değil mi? Devletimiz kızıl emperyalizmin boyunduruğuna sokmak isteyen komünistlerin ve anarşistlerin affedilmeleri için çaba sarfetmiyor mu? Anadolu'da gezip gördüğü yerlerde milliyetçi - ülkücü gençlerin kendisine sual sormasından rahatsız olan Ecevit, büyük bir iş yapıyormuş gibi, jurnalcılıkta bulunarak Başbakan Naim Talu'ya, ülkücü gençleri bambaşka bir şekilde göstermek istemekle, azgın zihniyetini bir kere daha açığa çıkarmış bulunuyor. Seçim atmosferine girildiği şu sıralarda, kendileri için büyük tehlike gördükleri Milliyetçi Hareketi, kösteklemek için giriştikleri davranışlar, neticesiz ve boş kalmaya mahkûm hareketlerdir. Ecevit, jurnalcılığına devam etsin ve Başbakan Naim Talu'ya «Ülkücüler, komünistlerle masonlara rey vermeyin diye propaganda yapıyor» tarzındaki sözlerini tekrarlasın. Çatlasalar da, patlasalar da, yırtınsalar da. Milliyetçi Hareket, bütün haşmeti ve kararlılığı ile 100 milonluk güçlü Tüyrkiye idealine hızla yaklaşmaktadır.

9. Büyük Kongrenizi Türk Milletinin barış ve huzura, birlik ve kar deşliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde yapıyorsunuz. Millî Teş kilâtlarımız içinde büyük bir yer alan Türk-İş'in bu Kongresinin Türk Milletine, Türk İşçi Kesimine faydalı, hayırlı olmasını dilerim. Çağımızın temel ideolojisi, Milliyetçilik Ülküsüdür. Bugün Afri ka'yı, Güney Amerika'yı, Asya'yı ve hâttâ Avrupa'yı saran ideoloji, mil liyetçiliktir. Anayasamız da Başlangıç kısmında, bir çok maddelerinde Türk Milliyetçilik Ülküsünü, devletin temel felsefesi saymıştır. Milli yetçilik Ülküsü, Türk Milletiyle Bütünleşmek, Türk Milletinin büyük, güçlü iktidarını kurmak ülküsüdür. Savunduğumuz Milliyetçilik, İnsan sevgisine dayanan Demokratik Milliyetçiliktir. Demokratik Milliyetçiliği reddeden her sisteme karşıyız. Türk Milleti'ni sınıf veya mezheplere, ya da haklara veya bölgelere bölen, Türk Milleti'ni Türkiye Halkları slo ganı altında parçalamak isteyen yabancı ideolojileri şiddetle reddederiz. Totaliter sosyalizmin, komünizmin, sömürücü kapitalizmin ve her çeşit faşist ve teokratik sistemin amansız düşmanıyız. Milliyetçilik anlayı şımız, manevi bilinçlenmeye dayanır. Millî sınırlarımız üzerinde Türk lük şuuruna erişmiş, samimi olarak «Ben Türk'üm» diyen herkes Türktür. Milliyetçilik ve Türk'ün tâyininde bölücü unsurlara, antropolojik ırkçılığa, mezhepçilik ve bölgeciliğe inanmıyoruz. Nazist ırkçılığın, komünist halkçılığın, teokratik mezhepçiliğin, emperyalist coğrafyacı lığın karşısındayız. Milliyetçilik ülkümüz, Millî Devlet fikrine inanır, her millî devletin, eşitlik ve bağımsızlığına, ülke ve millet bütünlüğü ne saygı duyar, her türlü saldırgan ideolojiye, sosyalist ve kapitalist emperyalizme karşıdır. Demokratik Milliyetçilik, Millî Bütünleşme Ülküsüdür. Bu Ülkü, milleti bir bütün olarak kucaklar. Bu ülküde, marksist-sosyalistlerin yaptığı gibi, toplum, fertlerin üretim araçlarına ilişkisi yönünden, bur juva sınıfı, proletarya sınıfı olarak ikiye bölünmez. Demokratik Milli yetçilikte, çağı geçmiş, modern sosyal bilimlere aykırı sosyalist sınıf teorisi yoktur. «İşçi sınıfının devleti», «İşçi sınıfının hâkimiyeti», «İşçi sınıfının partisi» sloganına sığınıp, Türk işçisi üzerinde diktatörlük kur mak isteyen, Türk işçisini, parti üyelerinin sömürüsü haline getirmek isteyen zihniyeti yıkacağız, yıkacaksınız. «İşçi Sınıfı Demokrasisi» de yip, «İşçi sınıfı üzerinde diktatörlük» kuran, işçinin kanını sömüren dev letlerin varlığın' asla unutmayınız. Sosyalist, komünist sistem gibi, faşist, kapitalist sistem de işçi haklarını sömüren, işçinin siyasi ve demokratik hürriyetlerini sınırlayan sistemlerdir. Faşist ve kapitalist sistemlerde de bir avuç patronun menfaati korunur. Milletin büyük bir kesimi, bir avuç patron uğruna ezi lir, horlanır. Türk işçisinin alın terini, hak ve menfaatini sonuna kadar savunacağız. Türk işçisini, bir avuç sosyalist-komünist partisi üyesine, bir avuç patrona soydurtmayacağız. Türk işçisinin kutsal emeği, alın teıi, sosyalist veya kapitalist mülkiyetin esiri olmayacaktır. Demokratik Milliyetçiliü; Millî Demokrasi ülküsüne dayanır. De mokrasi en dar anlamında millet egemenliği demektir. Demokrasi mil letin, siyasî ve iktisadî yönetime katılması, siyasî ve iktisadî egemen liğin millete ait olmasıdır. En geniş anlamında demokrasiyi, milletin siyasî ve iktisadî yönden kendi kendini yönetmesi, siyasî ve iktisadî kararların alınmasına eşit bir şekilde katılabilmesi şeklinde tarif ede biliriz. Millî Demokrasi anlayışımız, Siyasî Demokrasi - İktisadî De mokrasi olmak üzere ikiye ayrılır. SİYASİ DEMOKRASİ Siyasi Demokrasi, siyasi hürriyetler rejimidir. SİYASİ DEMOKRA Sİ, milletin bütün fertlerinin, siyasi yönetime, siyasi kararların alınma sına eşit bir şekilde katılabi'mesidir. Vatandaş siyasi kararların alın masına, siyasi organlara seçme ve seçilme şeklinde katılır. Demokratik Milliyetçilik, gerçek siyasi demokrasiye inanır. Bu amaçla, milletin siyasi yönden tam temsil edilebilmesi için, parlamen toda köylü milletvekillerinin, işçi milletvekillerinin, esnaf milletvekille rinin, memur milletvekillerinin, işveren milletvekillerinin, serbest mes lek mensupları milletvekillerinin bulunmasını savunur. Böylece, siyasi demokrasi, sınıf demokrasilerinden ayıklanmış, olur. İKTİSADİ DEMOKRASİ Siyasi demokrasinin varlığı, gerçek demokrasinin mevcudiyeti için kâfi değildir. Bir ülkede gerçek demokrasiden bahsedebilmemiz için, o üikede siyasi demokrasiyi tamamlayan iktisadi demokrasinin de ku rulmuş olması gerekir. İKTİSADİ DEMOKRASİ, bir milletin iktisadi me selelerde serbestçe oy sahibi olabilmesi, memleketin iktisadî karar larına eşit bir şekilde katılabilmesidir. Eğer bir ülkede fertler ve sos yal dilimler, iktisadi kararların alınmasına eşit ve serbestçe katılamıyor, oy veremiyorsa, o ülkede iktisadi demokrasi yoktur. İktisadi demokrasi nin varlığı, milleti meydana getiren sosyal dilimlerin, üretim araçları nın mülkiyetine sahip olmasına, kâra, zarar ve yönetime katılmasına bağlıdır. Bu bakımdan iktisadi demokrasi kavramıyla mülkiyet arasın da yakın bir münasebet vardır. MÜLKİYET DEMOKRASİ MÜNASEBET! Mülkiyet dediğimiz zaman, birinci plânda üretim araçlarının mül kiyetini kastediyoruz. En basit anlamıyla üretim aracı demek, fabrika, makina, toprak ve işyeri demektir. Bugün, dünya toplumlarına baktığı mızda, üretim araçlarının mülkiyetinin belirli sınıfların elinde olduğunu görürüz. Böylece SINIF MÜLKİYETİ denilen yeni bir mülkiyet tipiyle karşılaşmaktayız. Kapitalist sınıf toplumunda fabrikaların sahibi bir avuç patrondur. Patronların dışında kalan fert ve sosyal dilimlerin üre tim araçlarının mülkiyeti ile alâkası yoktur. Kapitalist sınıf toplumu Her ıs Kolunda TEK v e MECBURİ S E N D İ K A KURULMALIDIR I TÜRK-İŞ'İN 9. BÜYÜK KONGRESİ ÇALIŞMALARA PAZARTESİ GÜNÜNDEN İTİBAREN ANKA RA'DA BAŞLAMIŞTIR. BU MÜNASEBETLE KÖLEDE BİR KONUŞMA YAPAN MHP LİDERİ SA YIN ALPARSLAN TÜRKEŞ, MİLLÎ DOKTRİN 9 İM AÇISINDAN, TÜRK DEVLETİ'NİN VE TÜRK MİLLETİNİN YENİDEN TEŞKİLÂTLANDIRILMASIN NASIL OLACAĞINI ANLATMIŞTIR. MÜLKİYETİ YAYGINLAŞTIRARAK, HERKESİ MÜL1 SAHİBİ YAPAN VE İŞ HAYATINI MİLLÎ YA RAR ÖLÇÜLERİNE GÖRE DÜZENLEYEN MİLLÎ DÜETİN ESASLARINI AÇIKLAYAN TÜRKEŞ'İN KONUŞMASININ METNİNİ AYNEN AŞAĞIYA A^ORUZ. DEVLET Alparslan TÜRKEŞ karşısında komünist sınıf toplumu yer almaktadır. Sosyalist toplumda, mülkiyetin sahibi teorik bakımdan işçi sınıfıdır. Ancak bu sözdedir. Bizzat sosyalist ülkelerin anayasalarına göre, mülkiyetin sahibi dev lettir. İşçinin, üretim araçlarının mülkiyeti ile hiç bir alâkası yoktur. İşçi çalışır, üretir, sosyalist devlet onu sömürür. Durumu basit bir mi salle ele alırsak, bugün Sovyet Rusya'da ortalama işçi ücreti ayda bin liradır. Her işçinin ekonomiye aylık ortalama üretim katkısı ise 7000.- liradır. Komünist partisi, yedibin liranın sadece bin lirasını iş çiye vermekte, kalan aitı bin lirasını ise gasbetmektedir. Bu misâl bi ze, sosyalist sömürünün en tipik örneğini vermektedir. Demokratik Milliyetçilik, sınıflar toplumu yerine bizzat MİLLET'i, sınıf mülkiyeti yerine de MİLLET MÜLKİYETİ fikrini savunur. Sınıf mül kiyeli kaldırıldığı gün, sınıf toplumları yerine mîllet geçer. O halde yapılacak iş, SINIF MÜLKİYETİ YERİNE MİLLET MÜLKİYETİNİ koymak tır. Millet, mülkiyete sahip olduğu zaman, iktisadi kararların alınma sına eşit bir şekilde katılma imkânını bulur. ALTI SOSYAL DİLİM : Millet, soyut bir kavram değil, sosyolojik bir bütündür. Türk Mil letine, sosyal statü yönünden bakıldığı zaman, 6 sosyal dilimden mey dana geldiği görülür. Türk Milletinin siyasî ve iktisadî çarkını yürü ten bu altı sosyal dilimdir. Bunlar, İŞÇİLER, KÖYLÜLER, ESNAF, ME MUR, İŞVEREN ve SERBEST MESLEK MENSUPLARIDIR. Türkiye'de ger çek siyasî ve iktisadî demokrasi, bu altı sosyal dilime dayandığı zaman kurulabilir. Bunun için Türk Milletinin bu altı sosyal dilime göre teş kilâtlandırılması lâzımdır. Şimdi sizlere bu teşkilâtlanmanın, hukukî, siyasî, ve iktisadî ve sosyal şeklini anlatacağım : MİLLETİN HUKUKÎ TEŞKİLÂTLANMASI Marksist ve kapitalist hukuk teorisi, toplumu iki sınıfa ayırır. Bun lar, sermaye sınıfı ile emek (işçi) sınıfıdır. Kapitalist hukuk teorisi, sermayeyi esas aldığından, sermaye mensupları için tek ve mecburi teşkilâtlanmayı, işçi sınıfı için çokçu (plüralist) ve gönüllü teşkilâtlan mayı öngörür. Gerçekten, bu sistemde işverenler, bulundukları yerde kurulmuş olan meslek teşekkülüne üye olmak zorundadırlar. Bu üye lik, t e k l i k ve m e c b u r i l i k ilkesine dayanır. Böylece aynı yerde ikinci bir mesleki kuruluş kurmaları mümkün olmadığı gibi, mev cut kuruluşa üye olmayan da meslek ve san'atını icra edemez. Tek ve mecburi kuruluş, birlikten kuvvet doğar ilkesine dayanır. Kapitalizmin istediği de esasen budur. Buna karşılık kapitalist sistem işçiler için tekçi kuruluş ilkesini kabul etmez. Çünkü tok bir kuruluşta birleşen işçiler, kuvvetli olacaklarından, sömürü imkânı azalır veya ortadan kal kabilir. Bu ise kapitalizmin felsefesine uygun düşmez. Marksist hukuk teorisi ise, işçi sınıfı dışındaki sınıfları yok etti ğinden, bu düzende sadece işçi sınıfı teşkilâtlandırılır. Ancak, bu sis temde işçiler, komünist partisinin emir ve baskısı, dolayısiyle sömürü sü altında tutulmak için teşkilâtlandırılır. Bu iki teor' de Türk Millî Menfaatlerine aykırı düşer. Demokratik Milliyetçilik, MİLLİ BÜTÜNLEŞME ÜLKÜSÜNE dayandığından, canlı bir varlık olan toplumu, sosyal gerçeklere göre ele alır. Her varlığın belir li organları, uzuvları vardır. Nasıl ki, insanın, beyni, eli, kolu ve ayakları varsa, sosyai bir varlık olan MİLLET'in de parçaları, uzuvları vardır. Bunlar, millet denilen canlı varlığın, SOSYAL UZUVLARI, SOSYAL PAR ÇALARIDIR. Türk Milleti'nin sosyal uvuz ve parçaları, onu meydana ge tiren ALTI SOSYAL DİLİMDİR: İŞÇİLER, KÖYLÜLER, MEMUR, ESNAF, İŞVEREN ve SERBEST ÇALIŞANLARDIR. O halde, BU ALTI SOSYAL Dİ LİMİN TEŞKİLATLANMASI LÂZIMDIR. Bu teoride her sosyal dilim, bir milli uzuv olduğu için birbirinden üstün tutulamaz. Burada ne işçi, iş verene, ne köylü, esnafa, ne de işveren memura üstün tutulabilir. Bun ların hepsi Türk Milleti'nin uzuvlarıdır ve birbirine eşittir. Altı sosyal dilimimizin hukuken teşkilâtlandırılması sonucu, TÜRK KÖYLÜ TEŞKİLATI, TÜRK İŞÇİ TEŞKİLATI (SENDİKASI), TÜRK ESNAF TEŞKİLATI, TÜRK MEMUR TEŞKİLATI, TÜRK İŞVEREN TEŞKİLATI ve TÜRK SERBEST MESLEK MENSUBU TEŞKİLATI kurulmuş olacaktır. Böy lece her sosyal dilim hukuki teşkilâtı içinde demokratik olarak orga nize edilecek, her teşkilât siyasi iktidar karşısında bağımsız kalacak tır. Bugün üzülerek belirtmek isterim ki, bu teşkilâtların birçoğu ku rulmuş değildir. MİLLETİN SİYASÎ TEŞKİLÂTLANMASI Kapitalizme göre, millet, burjuva sınıfından ibarettir. Halbuki yu karıda milletin, burjuva (kapitalist) sınıfı dışında beş sosyal dilimi de kapsadığını açıklamış bulunuyoruz. Bu itibarla, kapitalist siyaset teori sine göre, siyasi demokrasi, MİLLİ DEMOKRASİ değil, sadece kapitalist sınıf demokrasisidir. Marksist siyaset teorisi de yalnız sözde bir işçi sınıfına dayandığından, bu sistemde de parlamento, sadece komünist partisi üyelerinden teşekkül eder. Binaenaleyh burada da millî demok rasi yerine komünist partisi demokrasisi söz konusudur. Demokratik Milliyetçilik, milleti altı sosyal dilimden oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla MİLLİ TEMSİLDE, parlamentoda altı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür. Burada parlamento ne sade ce kapitalist sınıfın, ne de sadece sözde işçi sınıfının organıdır. Parla mento bütün milletin organıdır. Bu sebeple siyasi demokrasi ve bü tünleşmeyi Gerçekleştirmek için, demokratik milliyetçilik, belirli sayı da İSÇİ MİLLETVEKİLİNİN, KÖYLÜ MİLLETVEKİLİNİN, ESNAF MİLLETVE KİLİNİN MEMUR MİLLETVEKİLİNİN, İŞVEREN ve SERBEST ÇALIŞANLAR MİLLETVEKLİNİN MECLİSE GELMESİNİ SAVUNUR. Altı sosyal dilimin mebusu meclise geldiği zaman, TÜRK MİLLETİ BİR BÜTÜN OLARAK Sİ YASÎ KARARLARIN ALINMASINA KATILMIŞ VE SİYASİ DEMOKRASİ GERÇEKLEŞMİŞ OLUR. MİLLETİN İKTİSADİ TEŞKİLÂTLANMASI : Türk Milletinin iktisadî teşkilâtlanması, iktisadî demokrasi ve ik tisadi bütünleşme fikrine dayanır. İktisadî demokrasi, milleti meydana getiren sosyal dilimlerin iktisadî kararlara katılmasıdır. Eğer bir ülke de altı sosyal dilim, üretim ve gelir dağılımı sürecine katılamıyorsa, o ülkede iktisadî demokrasi yoktur. Altı sosyal dilimin üretim ve ge lir dağılımına katılabilmesi, onların üretim araçlarının mülkiyetine or tak olmasına bağlıdır. Bugün ülkemizde Türk Milletini meydana getiren bu altı sosyal dilim, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmadığı için, Türkiye'de iktisadî demokrasi yoktur. Millî ve iktisadî bütünleş meyi kurmak için, altı sosyal dilimimizi; İşçimizi, köylümüzü, esnafı mızı, memurumuzu, işverenimizi ve serbest meslek mensuplarımızı, üretim araçlarının sahibi, ortağı yapmak zorundayız. Bunun için takip edilecek iktisat politikasının esasları şunlardır : İKTİSADİ KALKINMA - İKTİSADİ DEMOKRASİ İktisadi demokrasiyle kalkınma ve sosyal adalet arasında yakın bir münasebet vardır. Kalkınacak Türkiye'de binlerce üretim aracı, fabrika yapılacaktır. Bu fabrikaların ürettikleri ürünler satılacak ve bundan meydana gelen gelir milletin fertleri arasında adil bir şekilde dağıtıla caktır. Kalkınma, TASARRUF ve YATIRIM adını verdiğimiz jki unsur dan ibarettir. Tasarruf, gelirin bir kısmının tüketilmeyerek arttırılması dır. Artırılan bu gelir fabrikalara yatırıldığı takdirde, sermaye birikimi ve kalkınma gerçekleşmiş olur. Demokratik Milliyetçiliğin, tasarruf ve yatırım politikası, altı sosyal dilimin katılmasıyla başarılacaktır. Bunun için hukuken teşkilatlandırılmış olan işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek mensuplarının gelirlerinin bir kısmı tasarrufa ay rılacaktır. Durumu bir misâlle anlatalım: Meselâ işçi sendikalarımız içinde teşkilâtlandırılacak iki milyon işçimizin her birinden ayda 50 lira tasarruf edilecek, her işçinin yıllık tasarrufu 600 lirayı bulacaktır. İki milyon işçiden yapılacak bu tasarruf yılda BİR MİLYAR İKİYÜZ MİLYON lira edecektir. Bu, kalkınmanın tasarruf tarafıdır. Yatırım politikamızın esası ise, FABRİKA YAPAN FABRİKALAR KURMAKTIR. Fabrika yapan fabrika, bize fabrika üretir. Bugün Türkiye'mizin ihtiyacı budur. Halbuki ülkemizde henüz fabrika yapan fabrika yoktur. Çeşitli iktidarların tat bik ettiği iktisat politikasıyla daha uzun yıllar bunun olabilmesi de mümkün değildir. Bir fabrika yapan fabrikanın maliyeti asgari altı milyar lira olup, bunun yapılması yine en azından beş yıl sürer. Şimdi işçilerimizden yılda bir milyar iki yüz milyon lira tasarruf ettiğimize göre, bu para beş yılda altı milyar lira yapar. Demek ki işçi tasrruflarımızla beş yılda fabrika yapan fabrika kurabiliriz. Aynı tasarruf ve yatırım işlerini, köy lü, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanlarımızdan da yaptığımız takdirde,ülkemiz dev sanayi kuruluşlarına kavuşacak ve iktisadî bakım dan kalkınmış olacaktır. Bu fabrikaların sahibi kim olacaktır? Kapitalist ve marksist eko nomilerde aynı tasarruflar çalışanlara yaptırılır. Fakat fabrikaların sa hibi, bir avuç patron veya komünist devlet olur. Bu, insanın insan ve ya devlet tarafından sömürülmesi, sosyal adaletsizliğin en tipik örne ğidir. Türk Millî Demokrasisinde devlet veya fert ya da sınıf sömü rüsü ortadan kalkacağına göre, BU FABRİKALARIN SAHİBİ, TÜRK MİL LETİNİN BÜTÜN FERTLERİ, İŞÇİLERİ - KÖYLÜLER, ESNAF, MEMUR, İŞ VEREN ve SERBEST ÇALIŞANLAR olacaktır. Meselâ yukarıdaki misâl de her işçimiz beş yılda ortalama üç bin liralık bir tasarrufta buluna cağından, her işçi fabrikanın mülkiyetine bu oranda ortak olacak, böy lece Türk Ekonomisi Millileşecektir. Milliyetçi düzende herkese hak kı, kanun hakimiyeti altın verilecek, temin edilecektir. SOSYAL ADALETİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ Altı sosyal dilimimiz fabrikaların sahibi olunca, üretim araçlarının mülkiyetine, kâra ve işyerinin yönetimine de katılmış, ortak olmuş ola caktır. Bunun sonunda tam manasıyla SOSYAL ADALET de sağlanıp, gerçekleştirilecektir. Yukarıdaki misale dönecek olursak, her işçimiz yıl sonu, fabrikanın kârından elindeki hisse senedi nisbetinde ge lir elde edecektir. Böylece her İşçi, işyerinin hem sahibi, hem işçisi olacak, aylık ücreti dışında fabrika kârından hissesini alarak ek bir gelir kazanacaktır. Böyle bir iktisadi düzende, gelir dağılımı da adi! olacaktır. Türk Milleti'ni meydana getiren altı sosyal dilim, fabrikaların mülkiyet ve kârına ortak olma yanında ayrıca yönetime de eşit bir tarz da katılacaktır. Bu sistem, Türk Milletinin iktisadî bütünleşmesini sağlıyacaktır. Edirne'deki, işçi veya köylümüz, Hakkari veya Kars'taki fabrikanın or tağı olacak, Hakkari'deki bir köylü veya esnafımız Edirne'deki bir fab rikanın ortağı olacaktır. Böylece bütün vatandaşlarımız, Aziz Yurdu muzun her köşesine iktisadî alâk ile bakacak, millî servet bütün va tandaşlarımız tarafından korunacaktır. Millî serveti imhaya kalkışacak gözü dönmüş bir hain, bütün Türk Milletini karşısında bulacaktır. TARIM KENTLERİ - TOPRAK REFORMU İktisadî demokrasinin kurulmasında en önemli meselelerden biri si de köy ve köylü meselesidir. Bugün nüfusumuzun üçte ikisi köyler de yaşamaktadır. Köy sayısı 60 bin civarındadır. Köylümüz, Türk in sanı olduğuna göre, insan haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesine ka vuşması gerekir. Oysa köylerimizin pek çoğunda en iptidai hizmetler dahi mevcut değildir. Her köye, yol, su, elektrik, hastahane, okul, kü tüphane açmak, doktor, ebe, öğretmen bulmak imkânı yoktur. Bu ise köylümüzün ilkel bir şekilde yaşaması sonucunu doğurmaktadır. Köy lerimizi, cazibe merkezleri etrafında hizmetler yönünden toplayıp, tarımkentlerini kurmak zorundayız. Yıllardır savunduğumuz bu görüş, 3. Beş Yıllık Plana alınmış olmakla birlikte, mevcut siyasî iktidarların bu projeyi gerçekleştirebileceğine inanmıyoruz. Bunlar, uyutma ve sav saklama politikalarıdır. Tarımkentleriyle köylerimizin sosyal ve ekono mik yapısı değişecektir. Her tarımkentinde fabrikalar, atölyeler, küçük imalathaneler, modern okul ve hastahaneler kurulacaktır. Tarımkentlerinin kuruluşunda köylülerimizin tasarruflarından istifade edebileceği gibi, devlet de teşvik ve kredi tedbirleriyle bu kuruluşlara öncelik ta nıyacaktır. Tarımkentleri esprisi içinde ülke şartlarına uygun bir ta rım ve toprak reformu uygulanacak, bu açıdan da sosyal adalet ve ve rimlilik ilkeleri gerçekleştirilecektir. MİLLETİN SOSYAL TEŞKİLÂTLANMASI : Türk Milletinin sosyal teşkilâtlanması, Altı Sosyal Dilimin TOP LUM GÜVENLİĞİ KURUMU içinde birleştirilmesiyle gerçekleşebilir. Demokratik Milliyetçi düzende, Altı Sosyal Dilimin sigorta ve güven likleri teminat altına alınacak, böylece İşçi Sigortaları gibi Köylü Si gortaları, Esnaf Sigortaları, Memur Sigortaları, İşveren Sigortaları ve Serbest Meslek Mensupları Sigortaları kurulacaktır. Bu sigortalar, sos yal risklerle meslekî riskleri karşılayacak, her vatandaş sağlık sigor tası, hastalık sigortası, ihtiyarlık sigortası, analık sigortası, işsizlik si gortası, maluliyet sigortasına kavuşmuş olacaktır. Bu sistem, her Türk Vatandaşını kara gününde dayanışma ve bütünleşme içinde yarınından emin hale getirecektir. t

İECBURİ ULMALIDIR! RI^A PAZARTESİ GÜNÜNDEN İTİBAREN ANKA- 2JEDE BİR KONUŞMA YAPAN MHP LİDERİ SA- II AÇISINDAN, TÜRK DEVLETİ'NİN VE TÜRK ^ NASIL OLACAĞINI ANLATMIŞTIR. L1 SAHİBİ YAPAN VE İŞ HAYATINI MİLLÎ YA- IfcTİN ESASLARINI AÇIKLAYAN TÜRKEŞ'İN l toruz. DEVLET TÜRKES milli uzuv olduğu için birbirinden üstün tutulamaz. Burada ne işçi, işverene, ne köylü, esnafa, ne de işveren memura üstün tutulabilir. Bunların hepsi Türk Milleti'nin uzuvlarıdır ve birbirine eşittir. Altı sosyal dilimimizin hukuken teşkilâtlandırılması sonucu, TÜRK KÖYLÜ TEŞKİLATI, TÜRK İŞÇİ TEŞKİLATI (SENDİKASI), TÜRK ESNAF TEŞKİLATI, TÜRK MEMUR TEŞKİLATI, TÜRK İŞVEREN TEŞKİLATI ve TÜRK SERBEST MESLEK MENSUBU TEŞKİLATI kurulmuş olacaktır. Böylece her sosyal dilim hukuki teşkilâtı içinde demokratik olarak organize edilecek, her teşkilât siyasi iktidar karşısında bağımsız kalacaktır. Bugün üzülerek belirtmek isterim ki, bu teşkilâtların birçoğu kurulmuş değildir. MİLLETİN SİYASÎ TEŞKİLÂTLANMASI Kapitalizme göre, millet, burjuva sınıfından ibarettir. Halbuki yukarıda milietin, burjuva (kapitalist) sınıfı dışında beş sosyal dilimi de kapsadığını açıklamış bulunuyoruz. Bu itibarla, kapitalist siyaset teorisine göre, siyasi demokrasi, MİLLİ DEMOKRASİ değil, sadece kapitalist sınıf demokrasisidir. Marksist siyaset teorisi de yalnız sözde bir işçi sınıfına dayandığından, bu sistemde de parlamento, sadece komünist partisi üyelerinden teşekkül eder. Binaenaleyh burada da millî demokrasi yerine komünist partisi demokrasisi söz konusudur. Demokratik Milliyetçilik, milleti altı sosyal dilimden oluşan bir bütün olarak görür. Bu itibarla MİLLİ TEMSİLDE, parlamentoda altı sosyal dilimin temsil edilmesini öngörür. Burada parlamento ne sadece kapitalist sınıfın, ne de sadece sözde işçi sınıfının organıdır. Parlamento bütün milletin organıdır. Bu sebeple siyasi demokrasi ve bütünleşmeyi gerçekleştirmek için, demokratik milliyetçilik, belirli sayıda İSÇİ MİLLETVEKİLİNİN, KÖYLÜ MİLLETVEKİLİNİN, ESNAF MİLLETVE KİLİNİN MEMUR MİLLETVEKİLİNİN, İŞVEREN ve SERBEST ÇALIŞANLAR MİLLETVEKLİNİN MECLİSE GELMESİNİ SAVUNUR. Altı sosyal dilimin mebusu meclise geldiği zaman, TÜRK MİLLETİ BİR BÜTÜN OLARAK Sİ YASÎ KARARLARIN ALINMASINA KATILMIŞ VE SİYASİ DEMOKRASİ GERÇEKLEŞMİŞ OLUR. MİLLETİN İKTİSADİ TEŞKİLÂTLANMASI : Türk Milletinin iktisadî teşkilâtlanması, iktisadî demokrasi ve iktisadi bütünleşme fikrine dayanır. İktisadî demokrasi, milleti meydana getiren sosyal dilimlerin iktisadî kararlara katılmasıdır. Eğer bir ülkede altı sosyal dilim, üretim ve gelir dağılımı sürecine katılamıyorsa, o ülkede iktisadî demokrasi yoktur. Altı sosyal dilimin üretim ve gelir dağılımına katılabilmesi, onların üretim araçlarının mülkiyetine ortak olmasına bağlıdır. Bugün ülkemizde Türk Milletini meydana getiren bu altı sosyal dilim, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmadığı için, Türkiye'de iktisadî demokrasî yoktur. Millî ve iktisadî bütünleşmeyi kurmak için, altı sosyal dilimimizi; İşçimizi, köylümüzü, esnafımızı, memurumuzu, işverenimizi ve serbest meslek mensuplarımızı, üretim araçlarının sahibi, ortağı yapmak zorundayız. Bunun için takip edilecek iktisat politikasının esasları şunlardır : İKTİSADİ KALKINMA - İKTİSADİ DEMOKRASİ İktisadi demokrasiyle kalkınma ve sosyal adalet arasında yakın bir münasebet vardır. Kalkınacak Türkiye'de binlerce üretim aracı, fabrika yapılacaktır. Bu fabrikaların ürettikleri ürünler satılacak ve bundan meydana gelen gelir milletin fertleri arasında adil bir şekilde dağıtılacaktır. Kalkınma, TASARRUF ve YATIRIM adını verdiğimiz iki unsurdan ibarettir. Tasarruf, gelirin bir kısmının tüketilmeyerek arttırılmasıdır. Artırılan bu gelir fabrikalara yatırıldığı takdirde, sermaye birikimi ve kalkınma gerçekleşmiş olur. Demokratik Milliyetçiliğin, tasarruf ve yatırım politikası, altı sosyal dilimin katılmasıyla başarılacaktır. Bunun için hukuken teşkilatlandırılmış olan işçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek mensuplarının gelirlerinin bir kısmı tasarrufa ayrılacaktır. Durumu bir misâlle anlatalım: Meselâ işçi sendikalarımız içinde teşkilâtlandırılacak iki milyon işçimizin her birinden ayda 50 lira tasarruf edilecek, her işçinin yıllık tasarrufu 600 lirayı bulacaktır. İki milyon işçiden yapılacak bu tasarruf yılda BİR MİLYAR İKİYÜZ MİLYON lira edecektir. Bu, kalkınmanın tasarruf tarafıdır. Yatırım politikamızın esası ise, FABRİKA YAPAN FABRİKALAR KURMAKTIR. Fabrika yapan fabrika, bize fabrika üretir. Bugün Türkiye'mizin ihtiyacı budur. Halbuki ülkemizde henüz fabrika yapan fabrika yoktur. Çeşitli iktidarların tatbik ettiği iktisat politikasıyla daha uzun yıllar bunun olabilmesi de mümkün değildir. Bir fabrika yapan fabrikanın maliyeti asgari altı milyar lira olup, bunun yapılması yine en azından beş yıl sürer. Şimdi işçilerimizden yılda bir milyar iki yüz milyon lira tasarruf ettiğimize güre, bu para beş yılda altı milyar lira yapar. Demek ki işçi tasrruflarımızla beş yılda fabrika yapan fabrika kurabiliriz. Aynı tasarruf ve yatırım işlerini, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanlarımızdan da yaptığımız takdirde,ülkemiz dev sanayi kuruluşlarına kavuşacak ve iktisadî bakımdan kalkınmış olacaktır. Bu fabrikaların sahibi kim olacaktır? Kapitalist ve marksist ekonomilerde aynı tasarruflar çalışanlara yaptırılır. Fakat fabrikaların sahibi, bir avuç patron veya komünist devlet olur. Bu, insanın insan veya devlet tarafından sömürülmesi, sosyal adaletsizliğin en tipik örneğidir. Türk Millî Demokrasisinde devlet veya fert ya da sınıf sömürüsü ortadan kalkacağına göre, BU FABRİKALARIN SAHİBİ, TÜRK MİL LETİNİN BÜTÜN FERTLERİ, İŞÇİLERİ - KÖYLÜLER, ESNAF, MEMUR, İŞ VEREN ve SERBEST ÇALIŞANLAR olacaktır. Meselâ yukarıdaki misâlde her işçimiz beş yılda ortalama üç bin liralık bir tasarrufta bulunacağından, her işçi fabrikanın mülkiyetine bu oranda ortak olacak, böylece Türk Ekonomisi Millileşecektir. Milliyetçi düzende herkese hakkı, kanun hakimiyeti altın verilecek, temin edilecektir. SOSYAL ADALETİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ Altı sosyal dilimimiz fabrikaların sahibi olunca, üretim araçlarının mülkiyetine, kâra ve işyerinin yönetimine de katılmış, ortak olmuş olacaktır. Bunun sonunda tam manasıyla SOSYAL ADALET de sağlanıp, gerçekleştirilecektir. Yukarıdaki misale dönecek olursak, her işçimiz yıl sonu, fabrikanın kârından elindeki hisse senedi nisbetinde gelir elde edecektir. Böylece her İşçi, işyerinin hem sahibi, hem işçisi olacak, aylık ücreti dışında fabrika kârından hissesini alarak ek bir gelir kazanacaktır. Böyle bir iktisadi düzende, gelir dağılımı da adi! olacaktır. Türk Milleti'ni meydana getiren altı sosyal dilim, fabrikaların mülkiyet ve kârına ortak olma yanında ayrıca yönetime de eşit bir tarzda katılacaktır. Bu sistem, Türk Milletinin iktisadî bütünleşmesini sağlıyacaktır. Edirne'deki, işçi veya köylümüz, Hakkari veya Kars'taki fabrikanın ortağı olacak, Hakkari'deki bir köylü veya esnafımız Edirne'deki bir fabrikanın ortağı olacaktır. Böylece bütün vatandaşlarımız, Aziz Yurdumuzun her köşesine iktisadî alâk ile bakacak, millî servet bütün vatandaşlarımız tarafından korunacaktır. Millî serveti imhaya kalkışacak gözü dönmüş bir hain, bütün Türk Milletini karşısında bulacaktır. TARIM KENTLERİ - TOPRAK REFORMU İktisadî demokrasinin kurulmasında en önemli meselelerden birisi de köy ve köylü meselesidir. Bugün nüfusumuzun üçte ikisi köylerde yaşamaktadır. Köy sayısı 60 bin civarındadır. Köylümüz, Türk insanı olduğuna göre, insan haysiyetine yaraşır bir hayat seviyesine kavuşması gerekir. Oysa köylerimizin pek çoğunda en iptidai hizmetler dahi mevcut değildir. Her köye, yol, su, elektrik, hastahane, okul, kütüphane açmak, doktor, ebe, öğretmen bulmak imkânı yoktur. Bu ise köylümüzün ilkel bir şekilde yaşaması sonucunu doğurmaktadır. Köylerimizi, cazibe merkezleri etrafında hizmetler yönünden toplayıp, tarımkentlerini kurmak zorundayız. Yıllardır savunduğumuz bu görüş, 3. Beş Yıllık Plana alınmış olmakla birlikte, mevcut siyasî iktidarların bu projeyi gerçekleştirebileceğine inanmıyoruz. Bunlar, uyutma ve savsaklama politikalarıdır. Tarımkentleriyle köylerimizin sosyal ve ekonomik yapısı değişecektir. Her tarımkentinde fabrikalar, atölyeler, küçük imalathaneler, modern okul ve hastahaneler kurulacaktır. Tarımkentlerinin kuruluşunda köylülerimizin tasarruflarından istifade edebileceği gibi, devlet de teşvik ve kredi tedbirleriyle bu kuruluşlara öncelik tanıyacaktır. Tarımkentleri esprisi içinde ülke şartlarına uygun bir tarım ve toprak reformu uygulanacak, bu açıdan da sosyal adalet ve verimlilik ilkeleri gerçekleştirilecektir. MİLLETİN SOSYAL TEŞKİLÂTLANMASI : Türk Milletinin sosyal teşkilâtlanması, Altı Sosyal Dilimin TOP LUM GÜVENLİĞİ KURUMU içinde birleştirilmesiyle gerçekleşebilir. Demokratik Milliyetçi düzende, Altı Sosyal Dilimin sigorta ve güvenlikleri teminat altına alınacak, böylece İşçi Sigortaları gibi Köylü Sigortaları, Esnaf Sigortaları, Memur Sigortaları, İşveren Sigortaları ve Serbest Meslek Mensupları Sigortaları kurulacaktır. Bu sigortalar, sosyal risklerle meslekî riskleri karşılayacak, her vatandaş sağlık sigortası, hastalık sigortası, ihtiyarlık sigortası, analık sigortası, işsizlik sigortası, maluliyet sigortasına kavuşmuş olacaktır. Bu sistem, her Türk Vatandaşını kara gününde dayanışma ve bütünleşme içinde yarınından emin hale getirecektir. '.

DEVLET Sayı: 186-28 Mayıs 1973 - Sayfa : 8 ERBAKAN: YOO. HAŞA (Baştarafı S. 5 de) ği gibi, millî görüş sahiplerine - kendilerini kasdediyordu - geçici, su veya bu itham yapmakla sadece yurdumuza zarar getirmiş oluruz... Erbakan parti çatışmalarına çatıyordu. Türkiye'de kendilerinin görüşüne göre üç siyasi parti vardı. CHP solu temsil ediyordu. AP liberal parti idi. Kendilerine gelince Millî görüşü savunmaktaydılar. İşte işin burasında siyasi topluluklar birbirine gölge düşürmemeliydi. Fikirlerini söylemeli, mücadeleyi bu plâtformda kabul etmeliydi. Erbakan'a göre, CHP köylüyle ilgili bir mesele mi ortaya attı, AP derhal karşısına çıkıyor ve: «Bakın komünistlere...» diye bangır bangır bağırıyordu. AP bir büyük teşebbüse kredi vermeyi mi savundu, CHP karşısına dikiliyor avazı çıktığı kadar: «Buyrun sömürü düzeninin adam lan. İşte çıkar çevrelerinin kişileri... Diye haykırıyordu. Bu böyle olmamalıydı. Örneğin bu üç doktrin partisi televizyonda - MSP'yı de fikir partisi olarak kabul etmektedir-halka meselelerini anlatmalıydı. İşin burasında bir gazeteci gülümsiyerek sordu: «Siz AP'yi doktrin partisi olarak mı kabul ediyorsunuz?» Böylesine sorulara alışkın Erbakan tereddüt etmeden cevap verdi: «Doktrinsiz olmak da, bir doktrindir... Gülüşüldü...» Erbakan'ın Basın toplantısında sözleri herkesi şaşırtmıştı. Doktrinsiz olmak da doktrin ise, o halde Türkiye' deki bütün partiler doktrin partisi idi. Böyle ise Erbakan, niçin üç partinin isminden bahsediyordu? Siyasî ümmetçilik beynelmilel bir inanç sistemi olduğuna göre, Erbakan neden kendilerinin «Millî» görüşü savunduklarını toplantıda açıklamadı. Anadolunun çeşitli şehirlerinde kapalı kapılar arkasında inanç sahibi vatandaşlara söylenenlerle, basın toplantısında ileri sürülenler taban tabana zıttı. Bir yığın hayret verici sorunun zihinlerde uyanmasına yol açan bu toplantı hakkında bazı Erbakan taraftar lan, «Politika icabı» böyle söylendiğini ileri sürmüşlerdir. Yani inanmadıklarını, inanıyormuş gibi göstermek, hele Ecevit'i temize çıkarmak için fetva vermeye kalkışmak, islâmi inançlarla nasıl bağdaştırılıyordu? Erbakan'ın Ecevit'e gönüllü avukatlık yaptığı basın toplantısı hakkında, çeşitli dedikodular şimdiden etrafa yayılmış bulunmaktadır. Gerçi, badem bıyıklarını ve mis kokulu saçlarını itina ile taraması Erbakan için bir kusur olamazdı ama, «Taktik icabı» da olsa, inanmadıklarını inanmış gibi göstermeye kalkışması doğrusu hiçte hoş değildi. Hasılı Erbakan'ın basın toplantısı solcu gazetecilerin ağızlarının suyunu akıtmıştı. Haklan da vardı doğrusu. Sıkıyönetim komutanlıklarının komünistlerle amansız bir mücadeleyi sürdürdükleri bir dönemde Erbakan'ın sokulan savunan bir fetva vermesi elbette hoşlarına gidecekti. Toplantıdan kulaklarda kalan ve hoş olmayan seda, «Yoo... Haşa... sayın Ecevit komünist değildir!...» Toplantıdan kulaklardı kalan ve hoş olmayan seda, «Yoo... Haşa... savın TAKKE DÜŞTÜ Anadolu'da konferanslar vererek, vatandaşları, halen mensubu bulunduğu bir partiye rey verilmesini isteyen Necmettin Erbakan adlı bir milletvekilinin basın toplantısında Ecevit'i açıkça savunur bir tarzda beyanlarda bulunması şiddetli bir tepki ile karşılanmıştır. Ne demiş Erbakan? «CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit için komünist diyorlar. Ben Ecevit'in komünist olduğunu zannetmiyorum. Ecevit komünist değildir.» Hoppala kim söylemiş bunu? Hergün dinden, imandan bahseden, şeriat üzre nutuklar çeken Erbakan! Kim için söylemiş? Herşeyin üstünde «Doğa yasası» olduğunu, «Toprak işleyenin, su kullananın» olması gerektiğini söyleyen, Türk devletini yıkmak isteyen komünist anarşistlerin affını arzu eden, onlara kanat geren Ecevit'i savunması manidar karşılanmıştır. Komünistlere karşı yiğitçe mücadele veren milliyetçi ülkücüleri diline dolayan Ecevit'i, Erbakan'ın savunması, Anadolu'da büyük tepkilere yol açmış, Türkiye'nin her tarafından protesto sesleri yükselmiştir. Erbakan'ın hoşgörü zihniyetinin altındaki mânâya el atmıyor, sadece son davranışıyla kime, nasıl hizmet ettirildiği gün ışığına çıkmış bulunuyor, nitekim anarşinin kol gezdiği günlerde, Abidin Nesimi isimli bir aşırı solcunun «Birlik» adlı dergisinde Necmeddin Erbakan'ı «Sol cephenin dinî bir rüknü» olarak göstermesinin karşılığı mı oluyor?. Takke düştü, kel göründü. Türkocağı Yeni Merkez Heyeti ^örev Taksimi Yaptı Türkocakları kurultayı 6.5.1973 günü toplanmıştı. Kurultay neticesi seçilen yeni merkez heyeti geçen hafta arasında görev bölümü yapmıştır. Buna göre Türkocakları Umumî Reisliğine Ziraat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Orhan Düzgüneş getirilmiştir. Diğer görevler aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir. Umumî Reis Vekili: Haydar Diriöz Umumî Kâtip: Nevzat Kösoğlu Umumî Muhasip: Erdal Sargutan Üyeler: Ahmet Nihat Akay İbrahim Metin Dr. Rasih Demirci Metin Akın Prof. Dr. Emin Bilgiç Hatırlanacağı üzere 12 Mart öncesinde Demirel iktidarının son günlerinde zamanın içişleri bakanı Haldun Men teşeoğlu'nun yüksek gayretleriyle (!) Türk'ün Ocağı işgal ettirilmiş daha son ra da merkez binası derneğin elinden alınmıştı. Millî mücadele yıllarından itibaren Türk Milletine, kültürüne büyük hizmetleri geçen cumhuriyet döneminde de Atatürk'ün «Bu ocağı söndürenin ocağı sönsün» dediği bu kumlusun maruz kaldığı muamele bütün milliyetçi camiada büyük üzüntü yaratmıştı. Dileğimiz yeni heyetin önce binanın geri alınması yolundaki çalışmasında muvaffak olmasıdır. Bilindiği gibi Türkocakları Merkez binası yapılırken Devlet tarafından hiç bir katkıda bulunulmamış ve tamamen Türkocakları derneği'nin maddî imkânları ve derneğe yapılan teberrularla inşa masrafı karşılanmıştı. CHP II İdare Kurulu Üyesi Tutuklandı 12 Mart Muhtırjsı öncesi yurdumuzdaki bazı sol eğilimli anarşik olaylara adları karıştığı tesbit edilen ve yakalanmaları istenen 13 kişi yapılan başarılı bir operasyon neticesinde yakalanarak, sıkı emniyet tedbirleri arasında Ecevit'in Öğreneceği Gaziantep il îdare Kurulunda ve Belediye Meclisinde görevli CHP li üye Beyhan Barlas'ın öteki sütun larımızda okuyacağınız gibi Sıkıyönetimce anarşik olaylara adı karıştığı için tutuklanmasından sonra Ga ziantep'te CHP'den çözülmelerin başladığı bildiriliyor. Gelen haberlere göre, «CHP'nin anarşist yuvası haline geldiğini, Ecevit'in de aşırı solu destekleyen davranışlannın buna eklendiğini» söyleyen partili vatandaşlar «aklıselim ve milliyetçi vatandaşlar olarak CHP de daha faz la kalamıyacağımızı anladık» demektedirler. Ecevit her gittiği yerde «halktan çok öğreneceğimiz şeyler var» diyedursun halk Ecevf + 'e bazı şeyle ri öğreteceğe benziyor... Diyarbakır ve Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığına teslim edilmek üzere götürülmüşlerdir. Yakalananlar arasında CHP'li Doktor Beyhan Barlas ve Kız Lisesi Müdür muavinlerinden Kâzım Yeşilgöz'ün de bulunduğu 13 kişilik gurubun, 12 Mart öncesi Gaziantep'de bazı eylemlere katıldıkları ileri sürülmektedir. Bilindiği üzere, 12 Mart sonrası yine bazı anarşik olaylara adları karıştığı gerekçesiyle gözaltına alman 42 kişi arasında Beyhan Barlas'm kardeşi Avukat Orhan Barlas da bulunmuştu. YAKINLARI NE DİYOR? Güvenlik kuvvetlerince yakalanıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığına teslim edilen bir kısım sanıkların yakınları «Bizi Beyhan Barlas Ta kardeşi Orhan Barlas mahvetti. Gençlerimiz onlarla temas ettikten sonra yoldan çıktılar» demişlerdir. Öteyandan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Gaziantep'te Birleşik Halk Cephesi olarak faaliyet gösterildiğini 14/5/1973 günü 19 haber bülteninde bir bildiri ile açıklamıştır. Bilindiği gibi yakalanan sanıklardan Beyhan Barlas Gaziantep CHP Belediye Meclisi ve CHP İl İdare Kurulu üyesidir. TÖS Mensubu Müfettiş Ve Anket Ekibi (Baştarafı S. 5 de) mesi ve gerekli eylemleri yapmasıdır Biz bu düzeni yıkacağız. Yerine sosyalizm gelecektir» gibi sözler konuşulmuş ve köylülere TİP tüzüğü ile aşıfl sol yayınlar dağıtılmıştır. Bir konuşmacı da aynı köyde İ s ' lâmiyetten çöl kanunu diyerek bahsetmiş, Kur'an'a ve Peyygamberimi/e ha- ' karet etmiştir. Bu köy gezileri faslını kısa kesiyoruz. Burada anlatmak istediğimiz, aşırı sol Pa/.arörcn ve çevre köylerde yayılmak isterken İlköğretmen Okulundan istifade etmiş ve okul yöneticileri bunlara yardımcı olmuştur. Bir yandan Pazarören ilköğretmen Okulu aşırı sola yataklık ederken, diğer yandan da okul içinde aşırı sol ça lışmalar yapılıyordu. Okulda birçok öğrencinin dolaplarını komünist kitaplar doldurmuştu. Üzerlerinde «ODTÜ Fikir Kulübü» damgası bulunan kitaplar Pazarören İlköğretmen okuluna gönderiliyor ve bazı öğretmenler tarafından öğrencilere dağıtılıyordu. Stalin'in «Lenin'zmin İlkeleri», Lcnin'in «Emperyalizm», Y. Zubritski, V. Kerov ve Mitro polski'nin «Kapitalist Toplum», Lenin'in «Toprak meseleleri» bunlardan bazılarıdır. Bu arada okul içinde ülkücü öğretmenlere de savaş açılmış bulunmaktaydı. Bu savaşın kurbanlarından biri de ülkücü öğretmen Yahya Gülgeç'ti. Tarih öğretmeni olan Gülgeç, derste konusu icabı Orta Asya devrinde Türkler'in bugünkü anlamıyla bir demokrasiye sahip olduklarını söylediği için «Hilafetçi ve şeriatçı» halk yapması dolayısıyla (!) bu okuldan sürgün edilmiştir. Olayın kısa cereyan tarzı şöyledir: Yahya Gülgeç normal olarak dersini anlatırken, daha önce «komünizm ve kürtçülük» vaptığı için tasdikname ile okuldan Düziçi İlköğretmen okuluna sürülen, fakat 1971-1972 ders yılında bizzat okul müdürü Mahmut Bozdoğan tarafından gündü7iü olarak okula geri alman Ali Kekili adlı bir öğrenci «yeter artık be.kafamı şişirdin» demiştir. Ülkücü öğretmen bunun üzerine öğrenciyi sınıftan çıkarmıştır. Öğrenci de hemen okul idaresine başvurmuş ve «Yahya Gülgeç'in derste şeriatçılık yaptığını» bildirmiştir. Okul idaresi, öğrenciyi öğretmenine hakaret ettiği için cezalandıracağına Yahya Gülgeç ile uğraşmaya başlamış, neticede «şeriatçı» ülkücü öğretmen okuldan sürülmüştür. Gelecek Sayı : Ülkücü öğretmenlere suikastler.!* / -.«&$ 1 m vw& MİLLİ KAVGA SÜLEYMAN SÜRMEN Fiatı : 20 TL. İsteme Adresi: Konur Sok. 3/3

DEVLET Sayı : 186-28 Mayıs 1973 - Sayfa : 9 'İc'ten özetlersek Ülkücü Faalıvetler'dsn Özetlersek Batı Trakya Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği yöneticileri 21 Mayıs günü Dışişleri Bakanı Halûk Bayülken tarafından kabul edilmişlerdir. Görüşmede dernek yöneticileri, Batı Trakya'daki soydaşlarımıza Lozan'da tanınan hakların Yunan hükümetince tek taraflı olarak gasp edildiğini söylemişler, Batı Trakya Türklerine yapılan baskıların bir an önce durdurulması için Türk hükümetince gerekli teşebbüslerin yapılmasını ve Batı Trakyalı soydaşlarımızın asgarî Türkiyedeki Rum azınlığı seviyesinde tutulmasını istemişlerdir. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve Başbakan Naim Talû ile de görüşecek olan Dernek Başkanı Haşim Özgen başkanlığındaki heyet mensupları «Batı Trakya' da bulunan 130 bin Türk'ün zulüm hayatı yaşadığını» bildirmişlerdir. Dernek sözcüsü Hikmet Yurdagül, «Papadopulos, Türklere yapılan baskı ile ilgili olarak iki bakanı görevinden almakla, soydaşlarımıza yapılan baskıyı doğrulamış oldu. Baskı ve zulüm devam etmektedir. Biz, en başta Lozan antlaşması ile karşılıklı ola rak tanınan haklara riayet edil- 1944 yılında açılan haçlı seferleri de yaşayan rumlar kadar Batı Trakya Türklerine de yaşama hakkı lanınsın istiyoruz» diye konuşmuştur. Türk milliyetçilerine karşı 1844 yılında açılan haçlı seferleri sırasında, devrin millî şefi înö-' nü'nün emirlerini harfiyen yerine getirerek Türk milliyetçilerini «tabutluk» denen hücrelere atan ve işkenceler yaptıran devrin İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir, «bir davanın yargıtay'dan istenildiği şekilde geçirilmesine aracılık ettiği için» Ankara 8. Asliye Ceza Mahkemesince 1 yıl hap se mahkûm edilmiştir. Sovyetler Birliğinde bu yıl verimli bir hasat alınabilmesi için gerekirse şehir halkının da çiftliklerde çalıştırılabileceği açıklanmıştır. Bu tedbir Sovyetler Birliği Komünist partisi merkez komitesinin son toplantısında ka- 9-10 HAZİRAN'DA YAPI LACAK GENEL KONGRE MÜNASEBETİYLE MHP TEŞKİLÂTLARI KONGRE LERİNİ TAMAMLAMIŞ TIR. rarlaştınlmış ve Pravda gazetesi tarafmdan yayınlanmıştır. Hasadın kaldırılması için bütün bakan lıklar da gerekli yardımı yapmakla mecburî tutulmuşlardır. Sovyetler Birliğinde geçen yıl kaldırılan hasadın beklenenin çok altında olduğu hatırlardadır. Kayseri'nin Tomarza ilçesine bağlı Özlüce kasabasında ülkücülere baskı yapılmaktadır, özlüce Belediye Muhasibi Halil E- ker'in 4/4/1973 tarihinde davetsiz olarak ülkücüler teşkilâtına gittiği ve o esnada misafir halka çay ikram etmekte olan şube Başkanının oğlu Hüseyin Yıldırım'a hakaret ederek dövmek istediği bildirilmektedir. Hüseyin Yıldırım'ın üzerine yürüyen müte caviz bağırarak hakaretamiz sözler söylemiş ve bayrağı ve Bozkurt tablosunu duvardan indirrmiştir. CHP ye kayıtlı olduğu bildirilen Halil Eker savcılığa verilmiş ve hakkında tahkikat açılmıştır. Ülkücüler Teşkilâtı Antalya Şubesi üyelerine İmam-Hatip ve Erkek Sanat Enstitüsü müdürleri tarafından baskı yapıldığı iddia edilmektedir. Söylendiğine göre bayrak törenlerinde yapılan konuşmalarda ülkücüler Teşkilâtına kayıtlı olmanın suç olduğu, kayıtlarını sildirmeyenlerin cezalandırılacağı söylenmektedir. Ayrıca bazı öğretmenlerin, yakalarına Bozkurt rozeti takan öğrencilere hakaret ettiği ve rozetlerini alıp kırdıkları ifade edilmektedir. MHP'nin bütün yurtta olduğu gibi Hatay'a bağlı ilçe ve köylerde de gelişmesi bazı Türk milliyetçiliği düşmanlarını telâşlandırmıştır. Öğrenildiğine güre siyasî ümmetçilik fikrini savunan bir partinin mensupları, gittikleri köylerde, sanki Türk milletinin düşmanları yokmuş gibi devamlı MHP aleyhinde konuşmalar yapmaktadırlar. Ancak, halkın bu kimselere fazla yüz vermediği ve köylerden fazla ilgi görmedikleri de gelen haberler arasındadır. i. P..,*. %'>' >'» <*,..:..... '».. 'f. t».«y.ö.ö. Oynanan Bekleyenler Piyesinden başka bir sahne MHP Kiraz ilçesi ve köylerinde geniş bir ilgi görmektedir. Başkanı Faruk Niğde, yönetim ku rulundaki arkadaşlarıyla birlikte Sarısu ve Karaburç köylerini ziyaret etmekte yaptığı konuşmalarla köylü yurttaşlarımıza Türk milliyetçiliği ve Dokuz İşık Doktrinini anlatmaktadırlar. Bildirildiğine göre Karaburç köyünde MHP'ye geniş ölçüde iltihaklar başlamış bulunmaktadır. Bilhassa CHP ve AP'den önemli kopmalar olmaktadır. Köy temsilcilerinden Mehmet Akkeçe ve İbrahim Okka'nın belirttiklerine göre yeni yapılan kayıt sayısı ellinin üzerine çıkmıştır. Diğer taraftan MHP İzmir İl Başkanı M. Nurettin Bilgen ve Ege Bölge Müfettiş yardımcısı Burhanettin Semerkantlı'nın da iştirakiyle Kiraz/m Karaburç, Haliller, Karaman, Çömlekçi, Suludere köylerine yapılan ziyaretlerin yankılan halâ devam etmektedir. Bu köylerde bir çok vatandaşımız MHP'ye kaydolmaktadır. Ayrıca hafta içinde ilçe merkezine müracaat ederek kayıtlarını yaptıran bir grup Karaburçlu vatandaşımız ilçe başkanına memleket meseleleri hakkındaki görüşlerini belirtmek ve çalışmaları görmek için toplantısına iştirak etmek istediklerini bildirmişlerdir. Başkan Faruk Niğde tarafından memnuniyetle karşılanan bu istek üzerine Karaburçlu yeni MHP'liler ilçe vönetim kurulunun mutad toplantısına iştirak etmişler ve toplantıdan sonra geç vakitlere kadar sohbet etmişlerdir. Sarısu köyü MHP temsilcisi Yılmaz Gürler muhtelif partilerden ayrılan 34 vatandaşımızın MHP'ye kaydolduklarını açıklamıştır. Altıntaş ilçesinde MHP Genç lik kolu kurulması için Genel Merkezden gelen tamim üzerine çalışmalara başlayan MHP Altıntaş İlçe Yönetim Kurulu askerliğini yeni bitiren 1951 doğumlu gençlerin, «Biz birinci vatanî görevimizi yerine getirdik. Şimdi ise memleketimizi kalkındıracak olan ve Türk Milliyetçiliği fikrini Türkiye'de iktidar yapmanın mü caddesini veren MHP safların da kutsal görevimize başlamak istiyoruz» demeleri üzerine MHP Altıntaş İlçe Gençlik Teşkilâtı kurma görevini askerden yeni gelen 19 gence vermiştir. Altıntaşlı gençler aralarında aşağıdaki şekilde vazife taksimi yaparak durumu Genel Merkeze bildirmişlerdir: Başkan : Osman Nuri Akbaş, 2. Başkan İbrahim Uşak, Sekreter: Hüseyin Gür, üyeler: İsmail Aydın, Hüseyin, Küçük Süley- YÜKSEL ÖĞRETMEN O- KULU ÜLKÜCÜLERİ TA RAFINDAN KURULAN Tİ YATRO TOPLULUĞUNUN ANKARA'NIN İLÇELERİN DE TEMSİL VERECEĞİ SÖYLENMEKTEDİR. man Kabak, Şevket Tetik, Ali Baş pınar, Şevket Kuyu. Edirnekapı öğrenci Yurdu Müzik kolu tarafından tertip edilen Türk Sanat Musikisi gecesi, yurt salonunda yapılmış ve büyük ilgi toplamıştır. Ülkücü-Milliyetçi öğrencilerin gayet başarılı bir şekilde verdikleri Türk Sanat Müziği konserine Yesari Asım Ersoy'- da katılmış ve öğrencileri tebrik etmiştir. Türk sanat müziği korosu Siyamî Okur'un yönetiminde şu Öğrencilerden müteşekkildir. Müslim Çimenlioğlu, Neşet Savaş, Lami Koç, Ahmet Ağdere, Hidayet Bozkurt, Orhan Çatak, Fikret Akın, Talha Tanrıverdi, İlhan Ne bioğlu Nihat Böke, Numan Yahşi kul, Sabri Güler, Ahmet Gençer, Turan Yazgan. Türk Müziği konserinde Yahya Kemal'den bestelenmiş şarkılar büyük ilgi toplamıştır. Bekleyenler Piyesinden Bir Sahne Edirnekapı Öğrenci Yurdunun Türk Halk Müziği korosunun 26 Mayıs akşamı yine yurt salonunda «Aşık Veysel Gecesi» adı altında bir gece düzenlediği ifade edilmiştir. Ülkücü-Milliyetçi öğrencilerin sanat alanındaki çalışmaları büyük takdirle karşılanmaktadır. Ülkücüler Teşkilâtı Bafra Şubesi, kültürel çalışmalara devam etmektedir. 25 Nisan günü Ülkücüler Teşkilâtı Samsun Şubesi başkam K. Vehbi Gül tarafından verilen «Türklük ve İslâmiyet» konulu konferans halkın ve civar ilçelerden gelen yüzlerce! ülkücü gencin tezahüratları arasmda ilgiyle takip edilmiştir. Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Ülkücüleri 23 Mayıs 1973 akşamı «Bekleyenler» adlı bir piyesi sahneye koymuştur. Kalabalık bir öğrenci ve halk kitlesi tarafından seyredilen oyun Bulgaristan'daki esir soydaşlarımızın karşılaştıkları meseleleri dile getirmiştir. Anadolu'ya turneye çıkacağı ve daha birçok piyesleri sahneye koyacaklarını söyleyen Y.Ö. Okulu Ülkücülerini tebrik ederiz.

DEVLET Sayı: 186-28 Mayıs 1973-Sayfa : 10 Siyasi Partiler ve TÜRK-İŞ Şevket Bülent Yahnici Türk Sendikacılık hareketi, Türkiye'nin en büyük işçi kuruluşu olan TÜRK-İŞ kurultayının toplanacağı bu günlerde adeta bir arayış içinde çırpınmaktadır. Bu arayış bu kuruluşun tabanını teşkil eden işçi ile yönetim kadrolarını meydana getiren sendikacılar bakımından değişik şekiller arzetmektedir. Kurultay öncesi geçen şu bir iki ay içinde basın ve siyasî hayatımızda TÜRK-İŞ'le ilgili pek çok tartışmaların yapıldığına şahit olduk. Sosyal Demokrat İşçi Hareketi adıyla ortaya çıkan bazı sendikacı-milletvekillerinin; bu milletvekillerinin mensubu bulundukları CHP'sinin ve onları destekleyen bir kısım basının devam lı ve tertipli olarak mevcut yöneticilere ve konfederasyonun bugünkü yönetim tarzına karşı kesif bir propagandaya giriştiklerini gördük. Yapılmak istenen ne idi? Sorunun cevabı basit: Aslında işçi menfaatleri yönünde mücadeleden gayrı bir amacı olmaması gereken sendikaları ve işçi hareketini şahsi politik emelleri yönünde kullanmak. Bu işin fertlerle ilgili kısmı. Diğer yönü ise siyasî iktidar mücadelesi uğrunda işçi ve sendikaları istismar. Bu görünen ve kılavuz istemeyen köy kadar aşikâr bir gerçek. Bugün CHP'sinin bilhassa Ecevit'in kesin hakimiyetinden sonra, yöneticileri Sosyal Demokrasi fikrini benimsemiş sendikalarca malî yönden dolaylı dolaysız yollarla nasıl beslendiği artık herkesçe malûmdur. Aynı şahıslar şimdi bazı bölümlerini ele geçirdikleri köşkün tamamına sahip olmak ve bu büyük kuruluşu partilerine peşkeş çekmek gayreti içindeler. Tabandaki, sendikalarına üye olan işçilerin siyasî görüşlerinin ne yönde olduğu dahi bunlar için önemli bir problem değil. Bütün bu havaya, basın ve siyaset sahnesinde koparılan gürültülere rağmen, işin aslının hiç de o yönde olmadığı olaylarla sabit. Bu takımın, TÜRK-İŞ yönetim kurulu toplantılarındaki müteaddit çıkışları, ençok bir hafta evvelki örnekte de olduğu gibi, daima cılız kaldı. TÜRK-İŞ'in resmî kararı: «Partilerüstü Politikada ısrar... Tabiidir ki, böyle bir karar alınması hiçbir zaman TÜRK-İŞ yönetim kurulunda bulunan diğer üyelerin ve bu üyeleri gönderen irili ufaklı sendikaların yöneticilerinin hepsinin sosyal demokrasiye karşı oldukları veya partilerüstü plânda kalmakta ısrar eden sendikaların içinde sosyal demokratlar bulunmadığı anlamına gelemez. Hatta sosyal demokrasi fikrini benimseyen yöneticilere sahip sendikaların bünyesi tamamen o fikir etrafında teşkilâtlanmıştır da denemez. Şube yöneticilerinin genel merkeze hakim olanların aksi siyasî kanaatlere sahip bir sürü sendika vardır. Fakat şu da bir gerçektir ki, sözünü ettiğimiz birinci tip anlayışa sahip sendikacılar dışında pek çoğu parti olarak AP menşelidir. Bunun sebebi de herhalde tabanı teşkil eden kitlede de AP'nin sahip olduğu oy çoğunluğudur. Artık bu kitle karşılarına bir fikir olarak dikilen Türk-İş dışında Devrimci İşçi Sendikası (DİSK ve içinde de sosyal demokrat işçi hareketine fikirle cevap verememenin endişesini duyuyor. İş te bu endişe TÜRK-İŞ tabanının yani Türk işçilerinin MİLLİYETÇİ DÜNYA GÖRÜŞÜ istikametinde bir araya gelmelerine sebep teşkil etmektedir. Artık TÜRK-İŞ denildi mi, üç fikir hareketinin ve bunların siyasî plândaki yansımasının neticesi AP, CHP ve MHP nin mücadelesi akla gelmektedir. AP geniş oy kitlelerine dayanan yöneticiler vasıtasıyla; CHP pek çok kereler bölgecilik, mezhepçilik kışkırtmalarıyla tutunduğu (Ereğli, Seydişehir) azınlıktaki bir kitle ve gene azınlıktaki yönetici kadrosuyla TÜRK-İŞ içinde temsil edilmektedir. Tabandan gelen, gelişen üçüncü fikir yani, Milliyetçi Sendika Hareketi de süratle güç kazanma yolundadır. Türk Sendikacılığı tartışılmağa başlandı mı, Milliyetçi Hareket'in önerilerinin ele alınmadan, tartışma mevzuu yapılmadan geçilemediği günlere geldik. Pek çok iş yerinde, fabrikada pazarlıklar, hesaplar seçimler AP - CFP - MHP arasında cereyan eder hale gelmiştir. Biz herşeyden önce ve üstte Türk işçisinin menfaatlerinin ön plânda tutulduğu bir sen dikacılık anlayışını savunuyoruz. Tabandaki işçi elbetteki siyasî partilerden birisi yönünde kanaat sahibi olacaktır. Ama, tepedekiler, yani öyle yöneticiler işçi karşısında daim tarafsız ve partilerüstü olmak, kalmak mecburiyetindedirler. Çünkü, sendikacılık anlayışı bunu icap ettirir, işçiye hizmet ancak böyle sağlanabilir. Kurultay arefesinde TÜRK-İŞ konusundaki bir kanaati daha belirtmeden geçemiyeceğiz. Sosyal Demokrat Sendikaların giriştikleri yoğun eğitim faaliyeti karşısında tabanını eğitmekten korkan bir zihniyet maalesef pek çok sendika yöneticilerine hakim. Hakikaten sosyal demokratlar dışında TÜRK-İŞ renksiz, kokusuz bir görünüm içinde. Hatta fikirsiz. Böyle dendi mi hemen «24 ilkemiz var ya» diyorlar. En yetişmiş sendikacılara sorarsanız bilemiyecektir 24 ilkeyi. Üstelik bu 24 ilke muhtevadan yoksun her tarafa çekilen, sündürülen, değişik yorumlanan bir şey. Bu yüzden TÜRK-İŞ siyasî düşünceler ne olursa olsun belli bir fikrin ve bilhassa tabanından işçiden gelen fikrin istikametinde kendini yenilemek mecburiyetindedir. Bu da TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİDİR. Yeni seçilecek TÜRK-İŞ yöneticlerinden daha dinamik, daha işçinin yanında, gene cfpartilerüstü Plânda» fakat Türk Milliyetçiliği görüşü yönünde bir politika izlemelerini beklemekte, arzu etmekteyiz. Kurultayın Büyük Türkiye'nin mimarı Türk İşçilerine ve onların bu büyük kuruluşu TÜRK-İŞ'e hayırlı olmasını diliyorum. CHP'nin Oyunu ve MHP'nin Basın Toplantısı Baştarafı Sayfa 3 de nist ihtilâl çalışmalarını akamate uğratan bazı güvenlik kuruluşlarının mensuplarını, tahrikçilik ve kışkırtıcılıkla suçlamaya kalkışmasını, memleketimiz adına bir talihsizlik sayıyorum.» Daha sonra CHP'den gelen suçlamalara temas eden Somuncuoğlu : «CHP Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit bir yandan, kendi gerekçesine göre, «îç banş»ın sağlanması için, a- narşistlerin affını gerekli gösterirken; öbür yandan Türkiye çapında Ülkücü - Milliyetçi gençleri haksız olarak ağır bir şekilde suçlamaktadır. Ecevit'in suç lamaları, Bolvadin'de bir grup genç tarafından kendisine yöneltilen sorular karşısında müşkül durumda kalmasıyla yoğunlaşmıştır. Bunun üzerine CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüpoğlu parti teşkilâtına bir genelge göndererek «Ko mandolarm 14 Ekim 1973 seçimlerinin ertelenmesi maksadıyla» harekete geçtikleri sinyalini vermiştir. Yine CHP Sivas Senatörü Hüseyin Öztürk bir basın toplantısı düzenleyerek; «İlgililerin komando terörüne dur» demesini istemiştir. Öztürk konuşmasına devamla; «Türkiye'de Mussolini t- talya'smm faşist saldırılarını gölgede bırakacak kadar ustaca yöneltilen bir tehlike ile ülkemiz karşı karşıya olduğu halde.ilgililer olumlu bir davranış içinde görünmemektedirler.» demiştir. Somuncuoğlu devamla; «öyle anlaşılıyorki, CHP 12 Mart öncesindeki tahrikçi ve tahripçi tutumunun hesabını halk önünde verememenin telâşma kapılmıştır. Affetmeyi büyüklük sayan Ecevit'in memleket gençliğini suçlamaya kalkışması; kaba bir çelişki olduğu kadar, CHP'nin hangi doğrultuda ve kimlerle işbirliği halinde kesin delilini vermiştir.» diyerek. «CHP den Ülkücü gençlerin hangi hareketinin kendilerini bu kadar öfkelendirdiğini, Devleti yıkmağa çalışanlara af is terken, Türk Devletinin savunucularına niçin tahammül edemediklerini» sormuştur. «Ecevit'in 12 Mart'dan önce çatışan iki gruptan birinin cezalandırılırken, diğerinin srebst bırakıldığı» iddiasına da «12 Mart'dan önce bu iki gruptan biri olan ülkücülerin, yerlerini 12 Mart sonrası şanlı Türk Ordusuna bıraktıklarını, Türk Devletini hedef alan her hareketin millî ve meşru savunma ile karşı karşıya gelmesinin normal olduğunu» belirterek cevap veren Somun cuoğlu : «Nerde bir anarşist varsa, nerede bir anarşist olayı meydana gelmişse hemen bunların savunmasını üstüne a- lan CHP, 12 Mart öncesinin yeni sorumlularını arıyorsa, biz onların adreslerini hemen verelim. Bunlar fakülte, fabrika, toprak işgalinde DevGenç le ortaklık yapanlardır. Üniversite genç liginin anarşizme ve yıkıcılığa sürüklenmesinde anarşizmi kışkırtanlar enaz Dev-Genç kadar suçludurlar. Partisinin mensuplarını dahi hayrete düşürecek kadar, milletten ve millî görüşlerden uzaklaşan bit zat; verdiği beyanatlarda, toprak işgallerini, fakülte ve fabrika işgallerini doğa kanunun icabı sayabilmiştir. tç barış isteyenler önce; devlet itibarını sarsmaktan; memleket gençliğini ağır ve insafsız iftiralara hedef yapmaktan vazgeçmelidir. Bundan sonra da, ihanete kadar varan suçlar işleyen lerin affından sözedebilsin. Aksi halde, bütün bu gayretler anarşistlere hamilik yapmaktan başka bir anlam taşıyamaz.» diyerek, devamla : «Bizim kanaatımıza göre Ecevit'in kaptanlığında CHP, kendi kitlesini de müşkül durumda bırakan parti ve mem leket için zararlı bir tutum içindedir. CİNAYET OLAYINA CHP'NİN İSMİ KARIŞMIŞTIR Milliyetçi gençlerle olduğu kadar, milliyetçi öğretmenlerle de yurt çapında uğraşan.onlara çeşitli iftiralar ve saldırılar yönelten CHP'li bazı müfrit politikacılardır. Misâl verelim; Adıyaman Sanat Enstitüsü Müdürü Cemil Doğan bir avuç anarşist tarafından vah sice öldürülmüştür. Polise teslim olan anarşist CHP Gölbaşı îlçe Başkanının oğludur. Bu cinayet olayına, o bölgedeki diğer CHP teşkilâtı yetkililerinin de adlan karışmıştır. 12 Mart öncesi Dev-Genç'le ortaklık edenler CHP'de dir. Anarşistleri teş vik ve tahrik edere kdestekleyen Ecevit NEREDEYİZ? ve arkadaşları değil midir? Bu gün de bütün anarşistlerin hamisi durumunda ne beklemektedir? Eğer ülkücü gençlerin vatana ihanet gibi bir suçları olsaydı,bunu hiç kimse cezalandırmaktan geri kalmazdı. O halde, memleketteki Sıkıyönetim idaresini ve yetkili diğer organları töhmet altında bırakıcı gayretlerden CHP Ecevit görülmüyor mu? 14 Ekim seçimlerine giderken; CHP'nin kirli ellerini gençliğin ve öğretmenlerin yakasından çekerek halk önünde tahrikçi ve teşvikçi davranışların hesabını vermelidir. Bu hesabı hangi ölçüde verebileceğini de seçim sonuçları belirleyecektir. Ecevit'e tavsiyemiz, anarşik olayları fazla kurcalamamasıdır. Zira altından çapanoğlu çıkabilir.» Somuncuoğlu basın toplantısını «Ecevit'in ülkücü gençler konusunu Başbakan sayın Talu'ya kadar götürerek 50 dakikalık bir süre şikâyette bulunması ne sağlıyacaktır? Türk Milletini sevme, Türk Devletini yaşatma suçu mu icad edilmek isteniyor?» diyerek tamamlamıştır. Cumhuriyetin ellinci yılına girdiğimiz şu günlerde, Türkiye'nin dün yadaki durumu nedir acaba? Dünya üzerindeki 145 ülke içinde Türkiye yüzölçümü bakımından 19 uncu, nüfus bakımından 16 inci, gayrî safî millî hâsıla bakımından 32 inci, fert başına düşen milî gelir makımından 93 üncü sırada bulunuyor. 50'ye yakın devletin, 2 nci Cihan Savaşından beri millet olma şahsiyetini kazandığı dikkate alınırsa, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum kendiliğinden meydana çıkar. Ve kalkınabilmemiz için, hâlâ sosyalist ve kapitalist reçetelerin ileri sürüldüğü bir Türkiye'de yaşıyoruz.

DEVLET Sayı : 186-28 Mayıs 1973-Sayfa : 11 DAĞIYLA TAŞITLA ANADOLU» Resim Sergisi ve Muhteşem Açılış Töreni TÖRE-DEVLET YAYINLARI 22 Mayıs 1973 günü saat 18.00 de Ankara Sanatsevenler Derneği lokali alışılmışın dışında bir kalabalık tarafından hınca hınç doldurulmuştu. Ülkücü Kadınlar Derneği iki milliyetçi, ülkücü ressamın resimlerini sergiliyordu. Serginin adına «Dağıyla Taşıyla Anadolu» denmişti. Ressamlar Ahmet Ali Arslan (Garipkafkaslı) ve Gavseddin Koçak'- ındı. Öğretmenler, öğretim üyeleri, gazeteciler, gençler ve kalabalık bir sanatçı topluluğu belki de ilk defa karşılaştıkları bu tip bir resim sergisi açılışı dolayısıyla gayet memnun görünüyorlardı. Bindallı giymiş hanımlar, folklor kıyafetleri içinde gençler, bir köşeye oturmuş sazına vuran Kara Ozan sonra tanbur. Böylesine millî bir hava Ankara Sanat çevrelerine ilk defa getiriliyordu. İşte bu sanat çevresi mensuplarından bir hanımın arkadaşımızın «sergiyi nasıl buldunuz?» sorusuna ver diği cevap durumu pek güzel ifade etmekteydi: «Doğrusu şaşırdık hepimiz. Şimdiye kadar bizim arkadaşların açtığı her sergiye bütün davetliler birbirine kıyafetlerini göstermek, içki içip dedikodu yapmak için gelirlerdi. Bu sergideki hava hakikaten çok değişik, çok güzel, Türk kokuyor» Elbette Türk kokacaktı. Çünkü Halk oyunu, halk türküsü, Türk Mûsikisi, millî kıyafetleri ile «Dağıyla Taşıyla Anadolu» resim sergisi açılmaktaydı. Garipkafkaslı'nın çini ve suluboya, Gavseddin Koçak'm yağlıboya ile yaptıkları buram buram Anadolu kokan tabloları sergiyi gezenler tarafından tak diıie karşılandı. Sergi 29 Mayıs'a kadar açık kalacaktır. UÇURUMUN KENARINDAKİ TÜRKİYE SERİSİ 1 TÖS Dosyası 10TL 2 TİP Dosyası 10 TL 3 T.İ.İ.K.P. (Türkiye İhtilâlci İşçi Köylü Partisi) Dosyası 15 TL. 4 _ MADANOĞLU Dosyası 10 TL 5 DEV-GENÇ Dosyası (Pek yakında) 10 TL MESELE Dündar Taşer 25 TL TÜRK -ERMENİ MÜNASEBETLERİ Necla Basgün İNSAN ve TEKNİK Osvvald Spengler 10 TL. 5 TL. Bu kitapların isteme adresi : TÖRE-DEVLET Yayım ve Dağıtım Evi Konur Sok. 57 C/8 Kızılay ANKARA 10 adetten fazla isteyene % 25 indirimli az isteyene posta pulu karşılığı gönderilir. (Baştarafı S. 4 de) TÜRK-İŞ'i başından beri savunduğu «Partiler üstü Politika» görüşünden vazgeçiremeyen bu hareket, 12 Mart'- tan bu yana kaleyi içten fethetme hazırlıkları içinde görülmektedir. «Sosyal Demokrat» bazı sendikacılar, aynı görüşe sahip C.H.P. Genel Başkanı ve etrafındakiler ile onları destekleyen bazı gazeteler TÜRK-ÎŞ üzerinde bu emeli gerçekleştirme yoluna girmişlerdir. Bölükbaşı Politika Hayatından Çekiliyor Öğrendiğimize göre, MP Genel Baş kanı Osman Bölükbaşı, politikadan çekilmeye karar vermiştir. Hatırlanacağı üzere, MP Genel Başkanlığından, sıhhi sebeplerle bundan bir süre önce ayrılmıştı. Türk siyasî hayatının tanınmış simalarından biri olarak daima varlığını muhafaza etmesini bilmiş olan Bülükbaşı'nın aynlışıyla birlikte, MP de Hilmi İşgüzar Genel Sekreter olarak partiyi yönetmişti. 10 Haziran günü yapılacak olan MP büyük kongresinde Genel Başkanlığa Cemal Tural'ın getirileceği söylenmektedir. Ancak, siyasî çev relerde, «Bölükbaşısız bir MP'nin olamayacağı» tarzında yorumlar yapılmak tadır. Tek başına partiyi ayakta tutan Bülükbaşı'nın varılmasıyla birlikte, faaliyete geçen İşgüzar ve arkadaşları, siyasî çevrelerdeki yorumlara ve Bülükbaşı'nın görüşlerine önem vermeden Tural'ı getirmeye karar vermişlerdir. Ancak, parti teşkilâtının da, Bölükbaşı'nın bulunmadığı bir MP'nin, politika hayatının inceliklerini bilmesine imkân bulunmayan Tural'la siyasî mücadeleye devam edemeyeceği kanaatında olduğu ileri sürülmektedir. Şurası muhakkak ki, 1940 lardan bu günlere kadar politika sahnesinde kalabilen tek lider Bölükbaşı idi. Türk politikasına, açık sözlülüğü ve yürekliliği getiren Bülükbaşı'nın ayrılmasıyla doldurulması güç bir boşluk doğmuş olacaktır. Türk-İş ve Tek Sendikacılık TÜRK-ÎŞ'i «Partiler üstü prensibinden vazgeçirtmek, Politika» TÜRK-İŞ ve ona bağlı sendikaları, solcu bir siyasi partinin emrine sokmak, İşte Sosyal Demokrat hareketin ve arkasındaki C.H.P. nin hedefleri... 12 Mart'tan bu yana gerek işçi tabanında, gerek Türk-lş yönetim kurulu içinde gösterilen faaliyetler bu istikamettedir. Sendikaların iktisadî ve sosyal haklar, yani Türk işçisi uğrunda yaptıkları mücadeleyi bir kenara itip, siyasi ve ideolojik hareket mücadelesi haline dönüştürmek, Sol iktidarı, işçi kitlelerin baskısı ile gerçekleştirmek, Türk işçisini «Genel Grev» yolu ile diğer sosyal dilimlerin celladı haline getirmek. Bütün Türk Milleti ve onun aziz parçası Türk işçisi bu gerçeklerden haberdar; Türk-İş üzerinde örülmek istenen ağları sessiz bir öfke ile seyretmektedir. Kimse Türk emeğinin temsilcisi ve teminatı olan bu büyük kuruluşun kaidesini sarsamayacaktır. Başta bütün Türk milliyetçileri ve onların yegane siyasi temsilcisi olan Milliyetçi Hareket Partisi, Milliyetçi Türk işçisi ile beraber rengi, şekli, istikameti ne olursa olsun ihanetin her tezahürüne karşı sonuna kadaı mücadele edeceklerdir.» Sen Ben Yüzünden Meclisle Kavga Hafta içinde, Mecliste Üniversite Kanun Tasarısı görüşmeleri sırasmda, AP, CGP ve CHP'liler arasında kıyasıya kavga çıkmış ve bazı milletvekilleri yaralanmıştır. AP ve CHP'ye mensup politikacıların birbirlerini meclise devam etmemekle başlayan suçlamaları nihayet meclise intikâl etmiştir. Kanun tasarısının mecliste bir türlü yeterli sayıda üye bulunamadığı için görüşülmemesi üzerine, AP sözcüsü, CHP'lilcrin engelleme yaptıklarını ileri sürerek, «Millet önünde bunları teşhir edeceğiz» demiştir. AP'li sözcünün konuşmasına cevap vermek üzere kürsüye gelen CHP milletvekili, «AP ve CGP'nin hükümeti ayakta tuttuğu gibi bu kanunu da çıkaracak sayıya sahip bulundukları, ancak, bu partilere mensup milletvekillerinin meclise d«vam etmemeleri sebebiyle kanunun görüşülemediğini» iddia etmiştir. CHP sözcüsü bunları söylerken, sinirli bir şekilde yerinden fırlayan Demirel, «Meclise devam muhalefetin görevi değil mi?» diye bağırmıştır. Bunun üzerine meclis karışmış, bu partilere mensup milletvekilleri arasında vuran vurana, kıran kırana bir kavga başlamıştır. Millet Meclisi başkanı oturumu tatil etmek zorunda kalmıştır. Siyasî çevrelerde tepkiyle karşılanan bu çatışmada, iktidar partilerinin ve muhalefetin ne kadar yanlış bir yol takip ettikleri ortadadır. CHP'liler, «AP ve CGP milletvekilleri meclise gelmiyor, kanunlar bu sebeple çıkanlamıyor,» derken, kendilerinin sabotajlarına ve meclise gelmemelerine hiç temas etmemektedirler. Buna karşılık AP'liler, «Muhalefetin de meclise devam sorumluluğu vardır.» şeklinde konuşmakla, AP'liler devam etmiyor ama, CHP'liler sanki devam mı ediyor demek istiyorlar. Yani «Tencere dibin kara seninki benden kara me selesi. İktidar partileri de, muhalefet partisi CHP de, meclise devam etmiyor. Bu yüzden sen ben kavgası, suçlu arama telaşı sürüp gidiyor. Meclisin bu du ruma düşürülmesi, milletin AP-CGP ve CHP'nin devleti selâmetle idare edecekleri konusundaki şüphelerini haklı çıkarmaktadır. Milliyetçi bir kadro mec lise girmedikten sonra, klâsik ve menfaatçi politikacı meclisleri de memleketi de bir çıkmaza daha sokacaktır. Pattakos'un Türk Dostluğu Yunan İhtilâli'nin 150. yıldönümü dolayısıyla düzenlenecek törenlerle ilgili olarak gizli bir genelge yayınlayan Yunanistan Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Sitilianos Pattakos, «...halkımızın Türk aleyhtarı ruhu hiçbir şekilde zayıflatılmamalıdır.» demiştir. İstanbul'daki Rumların yaşadıkları «Mutlu azınlık» hayatına gölge düşürmemek için, Batı Trakya'daki Türklere yapılan baskıya karşı çıktığını göstermek isteyen Yunan Cuntası'nın tam metni aşağıya alınan genelgesi gerçek niyetlerini göstermektedir. Gizli Genelge aynen şöyledir: «Başbakan Yardımcılığı ve İçişleri Bakanlığı Genelge Konu : 1821 İhtilâlinin 150. yıldönümünü ve Yunan-Türk İlişkileri. Sayı : ST/1236 Yunan İhtilâli'nin 150. yıldönümü dolayısıyla aşağıdaki hususlar üzerinde dikkatlerinizi çekerim. Törenlerin tertiplenmesi sırasında, bugünkü Türk liderleri hakkında tahkir edici ifadelerin kullanılmamasına, esasen gergin olan Türk-Yunan ilişkilerini daha da gerginleştireceğinden buna dikkat edilecektir. Bununla beraber, ulusal sorunumuzun desteklenmesi için çetin mücadeleler vermiş olan halkımızın, Türk aleyhtarı ruhu hiçbir şekilde zayıflatılmayacaktır. Türk aleyhtarı gösteriler zuhur ettiği takdirde, bu gösteriler resmen kınanacak, fakat mütecavizler hakkında hiçbir kovuşturmaya gidilmeyecektir.» Yukardaki genelge, Yunan ikiyüzlülüğünün bir belgesidir. Bu belgeyi Yunan-Türk Dostluğu uğruna aşka geliş şiiri yazan; Yunan devleti silâhlanırken, susup, Türkiye az bir miktar Fantom uçağı alınca, «Silâhlanma bölgedeki sulhu bozar. Askerî alanlara harcanan paralarla İktisadî kalkınma işi yapılmalıdır» kabilinden lâflar eden CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit'e ithaf olunur.

BU REFORM LÂZIM MIDIR? BU SORUYA HERKES, EVET DER; FAKAT BUNDAN DAHA ÖNEMLİ BİRŞEY VAR O DA, «NE MAKSATLA, HANGİ SAHADA, NASIL, NE ZAMAN?» SORU LARIDIR. BUNUN CEVABINI; «TÜRK İÇİN, TÜRK'E GÖRE, TÜRK TARAFINDAN» DÜSTU RUNU ESAS ALAN MİLLİYETÇİ TÜRK İLİM ADAMLARI VEREBİLİR. Yahudi Asıllı Bir İngiliz Gazetecisinin Hezeyanları : 3 Dil, Din, Kültür ve Anadolu'nun Türkleşmesi Türk Milleti askeri, sivili, mektebi, medresesi, şeyhi, dervişi, dili, dini, âdetleri, gelenekleri, kısacası bütün unsurları ile gelip Anadolu'yu Türkleştirmiştir. Oruç BİLGE 0 David Hotham'ın, yerli Hititçilerin, Yunancıların, Lâtinciler ve Marksistlerin, «Anadolunun Türkleşmesi» konusunda yanlış hüküm vermeleri, yabancı kuvvetlere hizmet payı bir tarafa, hareket noktasını doğru seçememeleri yüzündendir. Küçük Asya'ya Orta Asya'dan «Pek az Türk Akıncısı»nın geldiğini sanmışlardır. Oysa böyle bir zannın ciddi bir dayanağı yoktur. Anadolu'nun nasıl Türkleştiği bilinmektedir. «Bilmecelik!» durum artık mevcut değildir. Anadolu'nun nasıl Türkleştiği sorusuna, tarih ilminin imkân vereceği ölçüde bir kesinlikle cevap verilmiştir, özellikle Orta Çağ Türk tarihini, en değerli kaynakları tarayarak inceleyenler, Anadolu'ya gelen Türk sayısının «Pek az bir akıncı»dan ibaret bulunmadığını meydana çıkarmışlardır. Selçuk oğullarının büyük kahramanı Çağrı Bey, daha 1017 yılında, bir öncü zümresinin başında «Ak Topraklan» tanımıştı. Türkler, 11. yüzyılın ortalarından itibaren 300 yıl boyunca, hiç kurumayan bir kaynaktan koparcasına, mütemadiyen Anadolu'ya akmışlardır. Orta Asya'dan, Maveraün-nehir'den ve İran üzerinden gelen Türk akınlarının arkası hiç kesilmemiştir. En kötümser bir tahminle, Türkler, 12. yüzyılın ortalarında, Anadolu'da mutlak çoğunluğu ele geçirmişlerdi. Yeni vatanlarına silinemez damgalarını vuran Türkler, D. Hotham ve benzerlerinin sandığı gibi yalnız «Akıncılar»dan, yâni silâhlı kuvvetlerden ibaret değildi; ailelerini de yanlarına almış, kanları bahasına fethettikleri ülkeye yerleştirmişlerdir. Oğuz Türklerini meydana getiren 24 boyun hemen hepsinden kalabalık zümreler Anadolu'ya yerleşmiş, yurtlarını kurmuş, adlarını vermişlerdir. Türk dilini bildiğini söyleyen Muhabir Hotham, biraz zahmete katlanıp sâdece Prof. Faruk Sümer'in «Oğuzlar» adındaki incelemesini okusaydı, gülünç duruma düşmezdi. Türk Milleti askeri, sivili, mektebi, medresesi, şeyhi, dervişi, dili, dini, âdetleri, gelenekleri, kısacası bütün unsurları ile gelip Anadolu'yu Türkleştirmiştir. Hiçbir tarihçi, Türkleştirme konusunda yerli zümrelerin mukavemeti ile karşılaşıldığını yazmıyor. Dil, din ve kültür bakımından yerli zümreleri eritmek üzere alınmış herhangi bir tedbir yoktur. D. Hotham'ın bilgisizliği, Karamanoğlu Mehmet Bey'in ünlü Fermanını bile yanlış yorumlayabilecek bir ölçüdedir. Bundan ötürü, bütün okuyucularımızın bildiklerine inandığımız bir gerçeği sırf D. Hotham'ı uyarmak için, bir daha hatırlatalım- Karamanoğlu Mehmet Bey, herkesin Türkçe konuş masını buyurmakla, dilimizi kime karşı korumak istemişti? D. Hotham çoğunluğu teşkil eden yerli kavimlerin dil hâkimiyetlerine karşı, özellikle Rumca ve Ermenice'nin üstünlüğünü gidermek için alınması gerekirdi. Oysa «Ferman» aydın zümrenin eski bir hastalığını yenmek, o çağda Türkçeyi tehdit eden en büyük tehlike olan Farsça'nın üstünlüğüne son vermek için alınmıştı! Halk deyiminin tam sırasıdır: «Gâvur akh!..» ancak bu kadarına erer! Bir avuç Türk Anadolu'ya geliyor, ama Türkçe, mutlak çoğunluğu meydana getiren kavimlerin dillerinden en ufak bir zarar görmüyor; diğer taraftan, Farsça karşısında korunmasına ihtiyaç duyuluyor! İslâmiyelin müsamahası, kimsenin zorla Müslümanlaştırılmadığı gayet açıktır; yalanlanması imkânsız, şahidi de tarihtir. Orta Çağın şartları içinde, Müslümanlaştırmadan önce Türkleştirme mümkün olmayacağından, büyük kitlelerin Türkleştirilmesini düşünmek saçmadır. Ancak, Boşnaklar ve Arnavutlar gibi, bâzı zümrelerin İslâmiyeti kabul ettikleri, buna rağmen milliyetlerini korudukları çok görülmüştür. Toptan Müslümanlaştırma, diğer bir söyleyişle Türkleştirme, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının malî siyasetine de zaten uygun düşmezdi. Çünkü bilindiği gibi, gayri müslimlerden «Cizye» adı verilen ayrı bir vergi alınmakta idi. Resmi vesikaları inceleyen tarihçiler, bazı hıristiyanların vergiden kurtulmak için nüfus defterlerine müslüman olarak kaydedilmek isteyecekleri ihtimalinin devletçe düşünüldüğünü ve böyle durumlann önlenmesi için kesin emirler verildiğini ifade etmişlerdir. Hiç şüphe yok ki, 900 yıl boyunca, kimsenin Türkleşmediğini, hele Türk erkeklerinin Türk olmayan kadınlarla evlenmediklerini öne sür mek mümkün değildir. Ama, karışma nisbeti son derece düşüktür; ilkel topluluklar hariç, yeryüzünün bütün milletlerindeki, hele eski ve büyük milletlerindeki karışmadan daha fazla değildir. Kendisini İngiliz gazetecisi olarak tanıtan D. Hotham, İngilizleri Britanya Adasının yerli halkı mı sanıyor? Bilgisiz muhabir D. Hotham'ın, şöyle bir hesap yapmış bulunması da akla yakındır. Türk Fetihlerinden önce, Anadolu boş bir ülke değildi. En azından, Rumlar'ın ve Ermeniler'in Anadolu topraklarında yaşadıkları bir gerçektir. Şu halde, adı geçen kavimlerin, topluca öldürülmedikleri de bilindiğine göre, ne olduklarını açıklamak gerekir! Mantık heveslisi D. Hotham da sonucu haber veriyor : Türkleştiler! Acaba öyle mi? Değil! D. Hotham'ın, biri unutkanlığından; diğeri de cahilliğinden gelen iki önemli hatâsını işaretle yetineceğiz. 1 _ Hıristiyan zümrelerin, özellik.e Rumlar'ın bir kısmı, bozguna uğrayan orduları il? birlikte çekilmiş, yerlerini Türklere bırakmışlardır. Jslâmiyetin olan müsamahasına rağmen, Hıristiyanlık taassubundan ötürü, birlikte yaşamayı göze alamamışlardır. 2 _ Yerli zümrelerin diğer bölümü, dillerini ve dinlerini koruyarak, varlıklarını sürdürmüşlerdir. D. Hotham; Peki şimdi neredeler? İstanbul dışında Rum ve Ermeni niçin yok? Dive soracak! Bugünün Türkiyesine bakarak hesap çıkarınca, haklı görünen bir soru. Ama, D. Hotham, Anadolu'nun 1923 yılından önceki etnik durumunu öğrenseydi ne soru sorardı, ne de Rumlarla Ermenilerin nereye gittiklerini merak ederdi. Çünkü Anadolu'da, Millî Mücadelenin zaferle bitmesinden önce, tahminen 1,5 milyon Rum ve 1 milyon Ermeni yaşamakta idi. Ermeniler, konumuzun dışında kaldığından münakaşasına girmeyeceğimiz sebeplerden ötürü İstanbul'dakiler hariç, Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldılar. Rumlar da, Batı Trakya bölgesi dışında kalan Yunanistanlı Türklerle «Mübadele» edildiler! D. Hotham, hiç değilse bundan sonra, yerli zümrelerin nereye gittiklerini merak etmeyecek ve Türkiye Türklüğünü, «Bir avuç Türk akıncısı» ile yerli zümrelerin karışmasından meydana gelmiş bir millet saymak saçmalığından kurtulacaktır. Gelecek Yazı: Bir yabancıya göre, iki büyük tehlike!