COUNCIL OF EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA ĐNSAN HAKLARI MAHKEMESĐ ÜÇÜNCÜ DAĐRE KABULEDĐLEBĐLĐRLĐĞĐNE ĐLĐŞKĐN KARARIN ÖZET ÇEVĐRĐSĐ Emine YAŞAR - Türkiye (Başvuru no. 55938/00) 22 Haziran 2006 OLAYLAR Başvuran Emine Yaşar 1976 doğumlu bir Türk vatandaşı olup, Đstanbul da ikamet etmektedir. Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi önünde, Đstanbul Barosu na bağlı avukatlar F. Karakaş ve E. Keskin tarafından temsil edilmektedir. Davanın olayları Tarafların arz ettiği üzere, davanın olayları aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1. Gözaltında tutulma Başvuran, 28 Eylül 1995 tarihinde, yasadışı terör örgütü PKK nın (Kürdistan Đşçi Partisi) eylemlerine karşı gerçekleştirilen bir operasyon sırasında yakalanmış ve Đstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ndeki polis memurları tarafından gözaltına alınmıştır. Başvuran, gözaltında kaldığı süre zarfında, çeşitli türde kötü muamelelere maruz kaldığını iddia etmiştir. Bununla ilgili olarak, başvuran, gözlerinin bağlandığını, vücuduna elektrik şoku verildiğini, asıldığını, dövüldüğünü, cinsel tacize uğradığını, dört polis memurunun 60 T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2006. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
2 yaşındaki bir kadına tecavüz etmesini izlemeye zorlandığını ve anal yoldan copla tecavüze uğradığını ileri sürmüştür. Başvuran, 12 Ekim 1995 tarihinde, Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Adli Tıp Şubesi nde görevli bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Başvuranla beraber diğer yirmi iki zanlı hakkında hazırlanan tıbbi rapora göre, başvuranda, sırtında ve sağ bacağında hissettiği ağrı dışında, hiçbir kötü muamele belirtisi gözlemlenmemiştir. Aynı tarihte, başvuran, Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı ile Devlet Güvenlik Mahkemesi nden bir hakim önüne çıkarılmıştır. Hakim başvuranın tutuklanmasına karar vermiştir. 2. Başvuran aleyhinde cezai takibat Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranı yasadışı bir örgütün suç ortağı olmakla suçlayan bir iddianame hazırlayıp, 27 Kasım 1997 tarihinde sunmuştur. Suçlamalar Türk Ceza Kanunu nun 169. Maddesi kapsamında yapılmıştır. Belirlenemeyen bir tarihte, başvuran ve diğer zanlılar hakkında Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi nde cezai takibat başlatılmıştır. 1 Mart 1996 tarihinde görülen duruşmada, başvuran, aleyhindeki suçlamaları reddetmiştir. Çantasında bulunan belgelerin kendisine ait olduğunu kabul etmemiş, belgeleri çantasına polisin koyduğunu, polisin kendisini dövdüğünü ve işkence yaptığını iddia etmiştir. Gözaltındaki ifadesini, kendisine ait olmadığı gerekçesiyle imzalamadığını ileri sürmüştür. Son olarak, 12 Ekim 1995 tarihli tıbbi rapordaki bulguları kabul etmemiş, kendisine işkence yapıldığını, vücuduna elektrik şoku verildiğini ve bacağında hala şişlik olduğunu iddia etmiştir. Başvuran, 6 Şubat 1997 tarihinde, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Đstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, 17 Ekim 1997 tarihinde, başvuranın tüm suçlamalardan beraat etmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Savcısı bu kararın iptalini istemiştir. Taraflar, sonraki olaylar hakkında ayrıntılı bilgi sunmamışlardır. 3. Başvuranın serbest bırakılmasının ardından düzenlenen doktor raporları Başvuran, tedavi için, belirlenemeyen bir tarihte, Türkiye Đnsan Hakları Derneği ne başvurmuştur. Gözaltında tutulurken maruz kaldığını iddia ettiği kötü muameleyi ayrıntılı olarak tarif etmiştir. Başvuran, 26 Mart, 7 Nisan ve 9 Haziran 1997 tarihlerinde, bir genel cerrah, jinekolog ve ortopedist tarafından muayene edilmiştir. Jinekolog, vücudunda bulunan yüksek seviyedeki prolaktin hormonu nedeniyle, başvuranın amenorrhoe 1 olduğu sonucuna varmıştır. Başvuran, 15 Mayıs 1997 tarihinde bir fizyatrist tarafından muayene edilmiştir. Ortopedist, konfeksiyon fabrikasında çalışan başvuranın sırt ve omuz ağrılarından şikayet ettiğini kaydetmiş, spondilit 2 hastası olduğu sonucuna varmıştır. 1 Aybaşı kanamasının görülmemesi. 2 Omurları ya da belkemiğini etkileyen bir tür eklem iltihabı.
3 Başvuran, 29 Mart 1997 tarihinde Huzur Hastanesi ne giriş yapmış ve burada başvurana anal fissür 3 teşhisi konulmuştur. Başvuran ameliyat edilmiş ve aynı gün hastaneden taburcu edilmiştir. Türkiye Đnsan Hakları Derneği nin, 15 Eylül 1997 tarihinde, başvuranın avukatlarının talebi üzerine hazırladığı ve iki doktorun imzaladığı rapora göre, başvurana, perianal fissür, ikinci derece amenorrhoe, gastroduodenal [ülser] 4 ve spondilit teşhisleri konulmuştur. Rapor, ayrıca, başvuranın depresyonda olduğunu da kaydetmiştir. Doktorlar, bulguların, başvuranın kötü muamele hikayesiyle tutarlı olduğu sonucuna varmışlardır. 4. Kötü muamele iddialarıyla ilgili başlatılan soruşturma Bu esnada, başvuran, 24 Eylül 1997 tarihinde, Fatih Cumhuriyet Savcılığı na resmi şikayet dilekçesi sunmuştur. Başvuran, dilekçesinde, gözaltında tutulurken maruz kaldığı kötü muameleyi ayrıntılı olarak anlatmıştır. Ayrıca, üç kez Emniyet Müdürlüğü nde görevli polis memurlarının coplu tecavüzüne uğradığını iddia etmiştir. Onları gördüğü takdirde teşhis edebileceğini belirtmiştir. Başvuran bu zamana dek tecavüzle ilgili olarak konuşamadığını ancak daha önce, kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi nde şikayetçi olduğunu iddia etmiştir. Son olarak, kendisine eşlik eden polis memurlarından korktuğu için, gözaltında tutulma süresinin bitiminde kendisini muayene eden doktora bunları anlatamadığını belirtmiştir. Fatih Cumhuriyet Savcısı, belirlenemeyen bir tarihte, başvuranın iddialarıyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Đstanbul Emniyet Müdürlüğü, Cumhuriyet Savcısı nın 25 Eylül 1997 tarihli talebi üzerine, 15 Ekim 1997 tarihinde, başvuranın yakalanıp tutuklanmasına ilişkin belgeler sunmuş ve başvuranı sorguya çeken polis memurlarının kimlikleriyle ilgili bilgi vermiştir. Cumhuriyet Savcısı, 13 ve 15 Ekim 1997 tarihlerinde, başvuranı sorguya çeken iki polis memurunun ifadesini almıştır. Her ikisi de başvuranın iddialarını reddetmiştir. Cumhuriyet Savcısı, 13 Kasım 1997 tarihinde, başvuranın ifadesini almıştır. Başvuran, ifadesinde, gözaltında maruz bırakıldığı kötü muameleyi ayrıntılarıyla tasvir etmiştir. Kendisine eşlik eden polis memurları tehdit ettiği için, Cumhuriyet Savcısı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi huzurunda kötü muameleyle ilgili şikayetçi olamadığını belirtmiştir. Başvuran, kendisini muayene eden doktorun da polis memurlarından korktuğunu ve bu nedenle onu ayrıntılı bir muayeneden geçiremediğini iddia etmiştir. Başvuran, cezaevindeyken, adet kanamalarının kesildiğini ve sürekli hasta olduğunu belirtmiştir. Cezaevinde bir doktorla görüştüğünü ve doktorun, ona, yapabileceği hiçbir şey olmadığını söylediğini ileri sürmüştür. Adli Tıp Enstitüsü Đkinci Dairesi, 13 Şubat 1998 tarihinde başvuranı muayene ettikten ve başvuranın tıbbi raporlarını, özellikle de Türkiye Đnsan Hakları Derneği nin düzenlediği raporu, değerlendirdikten sonra, 5 Ağustos 1998 tarihinde, başvuranda görülen amenorrhoe nun bir hormon düzensizliği (prolaktin hormonunun yüksek seviyede olması) nedeniyle belirdiği sonucuna varmıştır. Ayrıca, başvuranın cinsel organlarında travmatik 3 Makattaki mukozada yırtılma ya da yüzeysel parçalanmanın oluştuğu, bulaşıcı olmayan, anüs çevresindeki hastalık. 4 Mide ve bağırsakta yanma.
4 belirtilere rastlanmadığını, sağ yumurtalığında kistik lezyonu görüldüğünü kaydetmiştir. Rapor ayrıca, başvuranın, kendisinde tespit edilen amenorrhoe ile ilgili son test sonuçlarını sunmadığını belirtmiştir. Cumhuriyet Savcısı, 16 Şubat 1999 tarihinde, dava dosyası içinde bulunan başvuran ve polis memurlarının savları ile tıbbi raporları göz önünde bulundurarak, iddiaları destekleyici yeterli kanıt bulunmaması nedeniyle, suçlanan polis memurları aleyhinde takibat başlatılmamasına karar vermiştir. Başvuran, belirlenemeyen bir tarihte, Cumhuriyet Savcısı nın kararına itiraz etmiştir. Başvuran, dilekçesinde, diğer hususlar meyanında, şikayetleriyle ilgili Cumhuriyet Savcısı nın etkili bir soruşturma yürütmediğini belirtmiştir. Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi, 31 Mayıs 1999 tarihinde başvuranın itirazlarını reddetmiştir. ŞĐKAYETLER Başvuran, AĐHS nin 3. Maddesi kapsamında, gözaltındayken işkenceye uğradığından şikayetçi olmuştur. Başvuran, AĐHS nin 6. ve 13. Maddeleri uyarınca, Cumhuriyet Savcısı nın yürüttüğü soruşturmanın eksikliğinin, maruz bırakıldığı kötü muamelenin sorumlularının teşhis edilip cezalandırılmalarını ve haklarında hukuki yargılama başlatılmasını imkansız kıldığını ileri sürmüştür. Başvuran, ilk başvurusunda, Cumhuriyet Savcılığı na yaptığı şikayeti geri çekmeye mecbur bırakmak için, polis memurlarının kendisini birkaç kez taciz ettiğini, tehdit ettiğini ve dövdüğünü belirtmiştir. Başvuran, 18 Eylül 2003 tarihinde sunduğu ek görüşünde, aynı olaylara dayanarak, bireysel başvuru hakkını kullanmasının engellendiğinden şikayetçi olmuştur. Başvuran, AĐHS nin 34. Maddesi ne dayanmıştır. HUKUK 1. Başvuran, gözaltında maruz bırakıldığı kötü muamelenin, AĐHS nin 3. Maddesi ni ihlal ederek, işkenceye ve insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye eşdeğer olduğundan şikayetçi olmuştur. Bu Madde ye göre: Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz. a. Tarafların savları Hükümet, 6 Şubat 2003 tarihli ve 37021/97 başvuru no lu Zeynep Avcı Türkiye davasına göndermede bulunarak, başvuranın şikayetini destekleyici herhangi bir delil sunamadığını belirtmiştir. Bununla ilgili olarak, gözaltında tutulma süresi sona erdiğinde düzenlenen tıbbi rapora işaret etmiştir. Başvuranın, Cumhuriyet Savcılığı na şikayetini sunduğunda ya da Ağır Ceza Mahkemesi ne başvurduğunda, bu rapora itiraz etmediğini belirtmiştir. Ayrıca,
5 Hükümet, başvuranın, şikayetinin ardından tıbbi bir muayeneden geçtiğini ve bu muayenede, tecavüzden sonuçlanan hiçbir belirtiye rastlanmadığını kaydetmiştir. Başvuran, Hükümet in iddialarını reddetmiştir. Özellikle, 12 Ekim 1995 tarihli tıbbi raporun, sırtında ve sağ bacağında hissettiği ağrıyı tespit ettiğini belirtmiştir. Başvuran, bu bakımdan, bu tıbbi raporun eksik ve yüzeysel olduğuna işaret etmiştir. Başvuran, kendisinde perianal fissür bulunduğunun, bu nedenle ameliyat olup, tedavi edildiğinin saptandığını belirtmiştir. Başvuran, ayrıca, amenorrhoe görülmesinin nedeninin dayaklar ve stres olduğunu iddia etmiştir. Başvuran, son olarak, gözaltında veya cezaevinde iken, iddialarını destekleyen deliller sunmasının mümkün olmamış olacağını ileri sürmüştür. b. AĐHM nin değerlendirmesi AĐHM, kötü muamelenin üçüncü maddenin kapsamına girmek için asgari düzeyde şiddete varması gerektiğini yinelemektedir. Sözkonusu asgari düzeyin değerlendirmesi görecelidir: muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ve bazı durumlarda mağdur konumda olan kişinin cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi davanın tüm şartlarına bağlıdır. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye karşı fiziksel kuvvete başvurmak, sözkonusu kişinin davranışı sonucu zorunlu hale getirilmediği sürece, insanlık onurunu küçültür ve esas itibariyle 3. maddede ortaya konan hakkın ihlalini oluşturur (bkz., diğer kararların yanı sıra, Labita Đtalya [BD], no. 26772/95, 120, AĐHM 2000-IV). AĐHM, ayrıca, kötü muamele iddialarının uygun deliller ile desteklenmesi gerektiğini yinelemektedir (ibid, 121).AĐHM, delilleri değerlendirirken, ispat ölçütü olarak suçun kesin olarak veya her türlü makul şüpheden uzak olarak kanıtlanmış olması ölçütünü kabul eder; ancak, böyle bir ispatın yeterli derecede kuvvetli, açık ve uygun sonuçların veya benzer çürütülmemiş fiili karinelerin bir arada var olmasına bağlı olabileceğini ekler (bkz. Đrlanda Đngiltere, 18 Ocak 1978 tarihli karar, Seri A no. 25, ss. 64-65, 161 in fine). AĐHM, başvuranın gözaltı süresinin sonunda oluşturulan sağlık raporunun, başvuran tarafından hissedilen ağrı dışında, onun polis nezaretinde tutulduğu sürede kötü muamele gördüğüne dair herhangi bir gösterge içermediğini gözlemlemektedir. AĐHM, başvuran tarafından iddia edildiği şekliyle yapılan herhangi bir kötü muamelenin, özellikle elektrik şokuna maruz bırakılmanın, dövülmenin ve asılmanın, vücudunda izler bırakmış olacağı ve bu izlerin tutukluluk süresinin bitiminde onu muayene eden doktor tarafından görülmüş olacağı kanısındadır (bkz. Tanrıkulu ve Diğerleri Türkiye, no. 29918/96, no. 29919/96 ve no. 30169/96, 24 Şubat 2005). AĐHM, bu rapordaki detayların eksikliğinin farkındadır. Bununla beraber, dava dosyasında, bu rapordaki tespitler konusunda şüphe uyandırabilecek veya başvuranın iddialarını destekleyebilecek bir belgenin mevcut olmadığını kaydetmektedir. Bu hususta, AĐHM, 15 Eylül 1997 tarihli sağlı raporunun kötü muameleden kaynaklanabilecek bazı fiziksel ve ruhsal bulgular içerdiğini kaydetmektedir. Ancak, sözkonusu raporun, başvuranın polis nezaretinde tutulduğu süreden yaklaşık iki yıl sonra düzenlenmiş olduğunu gözlemlemektedir. AĐHM, bu gerçek karşısında, sağlık raporunda yer alan fiziksel ve ruhsal bulguların kötü muameleden, özellikle polis nezaretindeyken başvuranın sözde maruz kaldığı anal yoldan copla tecavüzden, kaynaklandığına dair bir delil olmadığını değerlendirmektedir. Bu bağlamda, AĐHM, ne kendisine ne de yerel makamlara, başvuranın tutuklu bulundurulduğu sürede sözde kötü muameleden kaynaklanan sağlık sorunları olduğunu gösteren bir sağlık raporunun sunulmadığını gözlemlemektedir. Ayrıca,
6 dava dosyasında, başvuranın bu sürede bir doktoru görmek istediğine ve bu isteğinin reddedildiğine dair bir gösterge mevcut değildir. Yukarıda belirtilenler karşısında, AĐHM, başvuranın, polis nezaretinde kötü muameleye maruz kaldığına dair savunulabilir bir iddia oluşturamadığı kanısındadır. AĐHS nin 35 3 ve 4. maddesi uyarınca başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve reddedilmesi gerektiği kararına varmıştır. Başvuran, Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütülen soruşturmanın yetersizliğinin, kendisine uygulanan kötü muameleden sorumlu kişilerin teşhisini ve cezalandırılmasını ve bu kişiler hakkında işlem başlatılmasını imkansız kıldığını ileri sürmüştür. Bu iddiasını AĐHS nin 6. ve 13. maddelerine dayandırmıştır. AĐHM, bu şikayetlerin tek başına 13. madde açısından incelenmesi gerektiğini değerlendirmektedir. Sözkonusu madde şöyledir: Bu Sözleşme de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir makama etkili bir başvuru yapabilme hakkına sahiptir. Hükümet başvuranın iddialarına itiraz etmiştir. AĐHM, AĐHS nin 13. maddesinin, ne kadar önemsiz olduğuna bakmaksızın her türlü şikayet için bir iç hukuk yolu gerektirdiği şeklinde yorumlanamayacağını yinelemektedir. Şikayet, AĐHS açısından savunulabilir bir şikayet olmalıdır (bkz., özellikle, Boyle ve Rice Đngiltere, 27 Nisan 1988 tarihli karar, Seri A no. 131, 52). Yukarıda vardığı sonuçlar karşısında, AĐHM, başvuranın, 13. madde anlamı dahilinde bir hukuk yolunu gerekli kılacak, 3. madde uyarınca olan haklarının ihlaline dair savunulabilir bir iddia oluşturamadığını değerlendirmektedir. Dolayısıyla, başvurunun bu kısmı AĐHS nin 35 3. maddesi anlamı dahilinde açıkça dayanaktan yoksundur ve 35 4. madde uyarınca reddedilmelidir. Başvuran, ilk başvuru formunda, Cumhuriyet Savcısı na yaptığı şikayeti geri almaya zorlamak amacıyla polis memurları tarafından taciz ve tehdit edildiği ve dövüldüğü konusunda şikayetçi olmuştur. Başvuran, 18 Eylül 2003 tarihli ek görüşlerinde aynı unsurlara dayanarak, kişisel başvuru hakkını kullanmasının engellendiği konusunda şikayetçi olmuştur. Bu şikayetini AĐHS nin 34. maddesine dayandırmıştır. Sözkonusu madde şöyledir: Đşbu Sözleşme ve Protokollerinde tanınan hakların Yüksek Sözleşmeci Taraflardan biri tarafından ihlalinden zarar gördüğü iddiasında bulunan her gerçek kişi, hükümet dışı her kuruluş veya kişi grupları Mahkeme ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasına hiçbir suretle engel olmamayı taahhüt ederler. Hükümet bu iddiaları yalanlamıştır. AĐHM, ilk olarak, başvuranın başvuru formunda ortaya konan şikayetinin, AĐHS nin 34. maddesi anlamı dahilinde sorumlu Hükümet tarafından kişisel başvuru hakkının engellenmesi ile ilgili olmadığını gözlemlemiştir. Başvuran şimdi AĐHM deki işlemler ile ilgili olarak aynı unsurlardan şikayetçi olsa da başvuranın polis memurlarının davranışını yetkililere bildirdiğine dair dava dosyasında bir gösterge olmadığına dikkat edilmelidir. Ayrıca, başvuranın AĐHM ye başvurması ve birtakım görüşler sunması mümkün olmuştur.
7 Aynı zamanda, herhangi bir engel olmadan AĐHM ile yazışmaya devam etmiştir (bkz., özellikle, Toğcu Türkiye, no. 27601/95, 148, 31 Mayıs 2005). Başvurunun bu kısmının da AĐHS nin 35 3. maddesi anlamı dahilinde açıkça dayanaktan yoksun olduğuna ve 35 4. madde uyarınca reddedilmesi gerektiğine karar vermiştir. Bu sebeplerle, AĐHM oybirliği ile Başvurunun kabuledilmez olduğuna karar vermiştir. Vincent BERGER Yazı Đşleri Müdürü Boštjan M. ZUPANČIČ Başkan