( KIRIKKALE OTĠSTĠK ÇOCUKLAR EĞĠTĠM MERKEZĠ) OTĠZM

Benzer belgeler
Otizm Spektrum Bozukluğu. Özellikleri

70. Yılında Otizm Spektrum Bozuklukları. Dr. Sabri Hergüner Meram Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi AD

K. Ç. Tanı Süreci: ABA Programı: /Algiozelegitim

T.C. Artvin Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Programlar ve Kanser Şube Müdürlüğü Ruh Sağlığı Birimi OTİZM

Otizm Spektrum Bozukluğu. Tarihçe, Yaygınlık ve Nedenler

A. A. A. Tanı Süreci: Haziran 2015 doğumlu A. nın 18. Aya gelindiğinde var olan kelimeleri kullanmayı bırakmış olması ailenin ilk dikkatini çeken

Y.C. Tanı Süreci

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

P.Y. Tanı Süreci: Temmuz 2014 doğumlu P. nin 2,5 yaşını geçmesine rağmen konuşmaması, yerinde sallanması ailenin çocuğunda bir şeylerin yolunda

Erken Tanıda Dikkat Edilmesi Gereken En Belirgin Gelişim Özellikleri: 1.ay yüze bakma. 2.ay gülümseme ay obje takibi

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

Zihinsel Yetersizliği Olan Öğrenciler

OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU. Prof. Dr. Berna Özsungur Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD

O Dil; Çok geniş anlamıyla dil, düşünce, duygu ve güdüleri, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracıdır.

TERAKKİ VAKFI ÖZEL ŞİŞLİ TERAKKİ ANAOKULU EĞİTİM YILI Bilgi Bülteni Sayı:7 4 5 YAŞ ÇOCUKLARININ GELİŞİM BASAMAKLARI

Hamileliğe başlangıç koşulları

2014

10 Mayıs 2009 tarihinde uygulanan Pep-r Gelişimsel Ölçeği Değerlendirme Sonuçları: Kronolojik Yaş : 3 yaş 9 ay

Bazı araştırmacılar, zihinsel engelli olan ve olmayan çocukların oyun türü ve düzeylerini karşılaştırmışlardır.

Göz teması kuramazlar, biriyle göz göze geldiklerinde sanki boşluğa bakıyor gibi dururlar ya.

Motor Beceri Öğreniminin Seviyeleri

ÇOCUK VE OYUN. Doç. Dr. Ayperi Sığırtmaç. Ç.Ü. Eğitim Fak. İlköğretim Böl. Okul Öncesi Öğretmenliği Anabilim Dalı

ÖZEL ELLER E-BÜLTEN Nisan 2017

Zeka Gerilikleri Zeka Geriliği nedir? Sıklık Nedenleri

ÖZÜR GRUBUNUN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ. bireyin eğitim performansının ve sosyal uyumunun olumsuz yönde etkilenmesi durumunu

OKUL ÖNCESİNDE OYUN VE HAREKET ETKİNLİĞİ

OYUN VE ÇOCUK. Oyunun Aşamaları:

Öğr. Gör. Özlem BAĞCI

ZİHİN ENGELLİLER VE EĞİTİMİ TANIM, SINIFLANDIRMA VE YAYGINLIK

DUYGUSAL ZEKA. Birbirinden tamamen farklı bu iki kavrama tarzı, zihinsel yaşantımızı oluşturmak için etkileşim halindedirler.

ERGOTERAPİ ve OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUKLARI

TANIM. Aşağıdaki gelişim alanlarının bir kaçında ağır ve yaygın yetersizlik ile karekterize edilir;

KOD 1 DAVRANIŞ MR (48-72 AY) xxxxxxx DAVRANIŞ VE UYUM RAPORU. "Sorun, sorun olmadan çözümlenmelidir."

ÇOCUĞUNUZUN İŞİTMESİ NORMAL Mİ?

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BÜLTEN 5

NÖROMOTOR GELİŞİM Prof. Dr. Sevin Altınkaynak. Prenatal motor gelişim-1: Prenatal motor gelişim-3. Prenatal motor gelişim-2

Türkçe dili etkinlikleri, öğretmen rehberliğinde yapılan grup etkinliklerindendir. Bu etkinlikler öncelikle çocukların dil gelişimleriyle ilgilidir.

OTİZMLİ ÇOCUĞA SAHİP OLAN EBEVEYNLERİN, ÇOCUKLARININ HAREKET EĞİTİMİYLE SOSYALLEŞME DÜZEYLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

ÖNSÖZ... IX III

Bu bozukluk madde kullanımına veya genel tıbbi durumdaki bir bozukluğa bağlı değildir.

GELİŞİM DÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ

YGB olgularında infantil spazm, tuberoskleroz, serebral libidozis ve frajil X kromozom anomalisi en yaygın görülen tıbbi bozuklardır.

Mimar Sinan İşitme Engelliler İ.Ö.O. Aile Rehberliği Etkiliğine Hoş Geldiniz

Kişinin çevresiyle etkileşimi sırasında kişide ve çevrede oluşan gözlenebilir ve ölçülebilir değişikliklere davranış denir.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ UYGULAMA ANAOKULLARI ÇOCUK BİLGİ FORMU. 2) Az sorunlu ya da çok sorunlu geçtiyse bu sorunların neler olduğunu kısaca yazınız:

ÖĞRENCİ GÖZLEM VE DEĞERLENDİRME RAPORU

MY SCHOOL IS MY HOME NOW (EVİM ARTIK OKULUM) ERASMUS+ KA204 PROJESİ

NEVŞEHİR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ PSİKOLOJİK DANIŞMANI

EĞİTİMDE KAVRAMLAR, İLKELER, HİZMETLER VE SAYISAL BİLGİLER

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLAR

SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÇOCUK GELİŞİMİ TEZLİ YÜKSEK LİSANS DERSLERİ YÜKSEK LİSANS BİLİMSEL HAZIRLIK DERSLERİ YÜKSEK LİSANS ZORUNLU/SEÇMELİ DERSLERİ

GELİŞİMİN EN HIZLI OLDUĞU DÖNEMİ 0-3 YAŞTIR Fakat 0-6 yaşın her döneminde çocuğun öğreneceği fiziksel, sosyal, zihinsel, cinsel, duygusal ve ahlaki gö

Zihinsel Bozukluk Belirtileri ve Semptomları

KLİNİK PSİKOLOJİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 18 Mayıs :56 - Son Güncelleme Pazartesi, 18 Mayıs :58

Bağlanma Nedir? Bağlanma, kişinin kendisi için önemli gördüğü bir başkasına (bağlanma figürü) karşı geliştirdiği güçlü duygusal bağlardır.

OKULA HAZIR MISINIZ? VELİ BÜLTENİ EYLÜL ATA KOLEJİ REHBERLİK SERVİSİ

3-6 YAŞ GELİŞİM ÖZELLİKLERİ

O Oyunların vazgeçilmez öğeleri olan oyuncaklar çocuğun bilişsel, bedensel ve psikososyal gelişimlerini destekleyen, hayal gücünü ve yaratıcılığını

GELİŞİM, KALITIM ÇEVRE ETKİLEŞİMİNİN BİR ÜRÜNÜDÜR.

Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme İLETİŞİM

OYUN ETKİNLİĞİ Çocukların okula geldikleri ilk saatlerde ve günün farklı saatlerinde sınıflarda bulunan öğrenme merkezlerinde (evcilik, kitap, kukla,

OYUN VE ÇOCUK. -Çocuğun iç dünyasını anlayabilmek. -Çocuğun olayları anlamasına yardım etmek. -Çocuğa olaylarla baş etme becerileri kazandırmak

O Gelişim, organizmanın döllenmeden başlayarak bedensel, zihinsel, dil, duygusal ve sosyal yönden en son aşamaya ulaşıncaya kadar sürekli ilerleme

MEB Okul Öncesi Yeni Programına Uygun MAYIS AYLIK PLAN. 11 Eylül eğiten kitap

Otizmin ortaya çıkma sıklığı 30 aylıktan önce görülmektedir.

Öğrenme nedir? Büyüme ve yaşa atfedilmeyecek yaşantılar sonucunda davranış ve tutumlarda meydana gelen nispeten kalıcı etkisi uzun süre

İSTEK ÖZEL ACIBADEM İLKOKULU PDR BÖLÜMÜ EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

Çocuğun konuşma becerilerinin akranlarına göre belirgin derecede geri kalmasıdır. Gelişimsel aşamalardan birisidir.

OKUMA YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

araştırma alanı Öğrenme Bellek Algı Heyecanlar PSİKOLOJİNİN ALANLARI Doç.Dr. Halil EKŞİ

CAN KARDEŞ KREŞİ REHBERLİK SERVİSİ

DERS: ÖĞRENME GÜÇLÜKLERİ

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

BEYİN GELİŞİMİNİN HİKAYESİ

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI

ÖZEL ÇEKMEKÖY NEŞELİ ANAOKULU. PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK ve REHBERLİK BÜLTENİ ÇOCUKLARDA DAVRANIŞ GELİŞİMİ

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

Cinsiyet Hormonları ve Nörogelişimsel Bozukluklar

ÖĞRENCİ GÖZLEM VE DEĞERLENDİRME RAPORU

ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI

Çoklu Zekâ Teorisi Ek 2

Gelişim Psikolojisinde Temel Kavramlar ve Gelişimi Etkileyen Faktörler

EĞİTSEL VE DAVRANIŞSAL DEĞERLENDİRME ASSESSMENT Ders 1: Tarihsel, Felsefi ve Yasal Boyutları. Prof. Dr. Tevhide Kargın

Maslow a Göre İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Çocuğunuzun uyumu, öğrenimi ve gelişimi

ÖZEL ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ OLAN BİREYLER İÇİN PERFORMANS BELİRLEME FORMU

ZİHİN ENGELLİLER VE EĞİTİMİ ÖZELLİKLERİ

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUKLARDA CİNSEL EĞİTİM

Psikomotor Gelişim ve Oyun

DUYGUSAL GELİŞİME UYGUN ETKİNLİKLER

İNSAN HAYATINI ŞEKİLLENDİRMEK: OKULÖNCESİ EĞİTİM

Okul Dönemi Çocuklarda

BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ EĞİTİM PROGRAMI UYGULAMA ÖRNEĞİ. Neşe EKŞİ, Meryem DEMİRTAŞ TSK Sağvak Güvercinlik Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi / Ankara

ÇOCUKLARDA OYUN EVRELERİ VE OYUN ÇEŞİTLERİ

3-4 Yaş Grubu Yaz Okulu Programı ETKİNLİK İÇERİĞİ VE AMAÇLARI

Histeri. Histeri, Konversiyonun kelime anlamı döndürmedir.

O Drama, temel kuralları önceden belirlenmiş, bir grupta yaşanan, yetişkin bir lider (örneğin bir öğretmen) tarafından yönlendirilen ya da en azından

MERSİN HALK SAĞLIĞI MÜDÜRLÜĞÜ ÇEKÜSH ŞUBESİ ÇOCUK GELİŞİMCİ DAMLA ATAMER

ZİHİNSEL ENGELLİ BİREYLERE OKUMA YAZMA ÖĞRETİMİ

Transkript:

( KIRIKKALE OTĠSTĠK ÇOCUKLAR EĞĠTĠM MERKEZĠ) OTĠZM İnsanlarla ilişki kurmada zorluk çekme, konuşmanın iletişim aracı olarak kullanılmaması, öğrenme ve sosyal becerilerdeki sınırlılık gibi özelliklerle tanımlanan otizmin nedenleri ve bu özellikteki çocukların davranışları üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda da, otizmin nedenleri konusunda farklı görüşler benimsenmiştir. Otizmin ilk tanımlandığı yıllarda ağırlıklı olarak kabul edilen Psikojenik Teori, otizmi, bir kişilik bozukluğu ya da psikolojik baskıya dayalı duygusal yetersizlik olarak değerlendirmiş ancak bu görüş geçerliliğini kısa süre devam ettirebilmiştir. İlk kez 1960'lı yıllarda ortaya atılan Organik Teori ise; günümüzde de halen geçerliliğini korumaktadır. Bu teori, otizmin organik kökenli olduğunu savunmakta ve normal dışı davranışların beyindeki bir probleme bağlı olarak ortaya çıktığı görüşünü benimsemektedir. Otizmin 1943 yılından itibaren geliştirilen tanımı, nedenleri ve bu çocukların özelliklerini içeren ilk iki bölüm bu konuda ailelere ve eğitimcilere daha kapsamlı bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır. Geçmiş yıllarda otistik çocukların tedavisinde genelde oyun terapisi ve psikoterapi uygulamaları kullanılmaktayken son yıllarda, otistik çocukların eğitimine daha çok ağırlık verilmeye başlanmış ve planlı bir eğitim ile pek çok beceriyi kazanabilecekleri kabul edilmiştir. Üçüncü bölümde ağırlıklı olarak ele alınan otistik çocukların eğitimi; eğitimde kullanılan teknikler ve bu çocuklara kazandırılması amaçlanan becerileri içermektedir. Bu bölümden ailelerin ve eğitimcilerin hem teorik hem de pratik olarak yararlanabilecekleri düşünülmektedir. Kitabın dördüncü bölümünde ise, ailelerin çocukların eğitimindeki rolü, aile-eğitimci işbirliğinin önemi ve ev-okul paralelliğinin çocuğa sağladığı yarar gibi konular üzerinde durulmaktadır. Eğitim kurumlarında hazırlanan programlar her ne kadar eğitimciler tarafından uygulanıp sonuçları annebabalara iletilse de bu programların ev ortamında da uygulanarak pekiştirilmesi gerekmektedir. Programlar içinde yer alan beceriler ev ortamında pekiştirilmediği sürece çocuk öğrendiği becerilerde genelleme yapamayacaktır. Bu nedenle çocukların gelişimlerinde ve öğrenmelerinde anne-babaların yeri gözardı edilemeyecek kadar önemlidir. EKİM, 1992 OTĠZMĠN TANIMI Otizm, ilk olarak 1.943 yılında Amerikalı çocuk psikiyatristi Leo Kanner tarafından "Erken Çocukluk Otizmi" olarak adlandırılmış ve aşağıdaki özellikler doğrultusunda tanımlanmıştır. Kanner'a göre otistik çocuklar; * Kendine yöneltilen sözel ifadeleri sıklıkla aynı şekilde tekrar eden, "ben" yerine "sen" gibi şahıs zamirlerini ters kullanan, ekolalisi ve gecikmiş dil gelişimi olan, * Çok iyi bir belleğe sahip olan, * Kendiliğinden başlattığı davranışları sınırlı oranda bulunan, * Stereotip hareketleri bulunan ya da belli hareketlere aşırı bağlılık gösteren, * Aynılığı koruma isteği olan, * İnsanlarla ilişki kurmada zorluk çeken, * Cansız nesne veya resimleri tercih eden, çocuklardır. Asperger de Kanner'dan bağımsız olarak 1944'de otizmi, yaklaşık 10.000 çocuktan 4'ünde doğumda ya da doğumdan sonraki ilk 30 ayda görülen, davranışla ilgili bir sendrom şeklinde tanımlamıştır. 1961 yılında, Dr. Mildred Creak başkanlığında bir kurul, çocukluk otizminin belirtilerini daha açık şekilde ortaya koymak amacıyla "Dokuz nokta" diye niteledikleri bir teşhis ölçütü geliştirmişlerdir. Bu ölçüt, otistik çocuklarla uzun bir süre çalışma yapmış olan bir grubun gözlemlerine dayandırılarak geliştirilmiştir. "Dokuz nokta" ölçütünde, otistik çocuk; * Kendi kişisel kimliğinin farkında olmaması,

* Belli nesnelere bağımlılık geliştirmesi, * Nesneleri amacına yönelik kullanamaması, * İçinde bulunduğu ortamdaki değişikliklere karşı tepki göstermesi, * Mevcut normal ya da özel zihinsel yeteneklere sahip olmanın yanısıra gözlenen genel bir gerilik olması gibi özelliklere bağlı olarak tanımlanmaktadır. "Dokuz nokta" teşhis ölçeğindeki özellikler daha sonra O'Gorman (1967) tarafından tekrar geliştirilmiştir. Rendle-Short'un "Kontrol Listesi" yöntemi ise; otizmi yalnızca tanımlayıcı niteliktedir. Bu listede otistik, çocuklar; * Diğer çocuklar ile etkileşimde bulunmada güçlük çeken, * Sıklıkla tehlikelerin farkında olmayan, * Çevresindeki değişikliklere karşı çıkan, * Fiziksel temastan kaçınan, * Gereksinimlerini işaret ile belirten çocuklar olarak tanımlanmıştır. Yukarıda belirtilen tüm özellikler, Rutter ve arkadaşları tarafından tekrar gözden geçirilerek geliştirilmiş ve günümüze kadar, otistik çocuklar için öne sürülen tüm görüşleri içeren dört ana nokta aşağıdaki şekilde özetlenmiştir. l. Otizmin ortaya çıkma sıklığı 30 aylıktan önce görülmektedir. 2. Çocukların konuşma ve dil gelişiminde belirgin bir gecikme söz konusudur. 3. Zihinsel gelişimle ilişkisi olmayan, ancak sosyal gelişimle ilgili bir yetersizlik söz konusudur. Örnek olarak; çocukların sıklıkla sarılma-kucaklama gibi fiziksel teması reddettikleri, insanlara karşı genel bir ilgisizlik ve göz kontağı kurmada yetersizliklerinin olduğu görülmektedir. 4. Kalıplaşmış oyun becerileri gözlenmekle birlikte aynılığı korumada ısrar etme ve değişikliğe karşı tepki gösterme de belirgin davranışlar arasındadır. Otizmin teşhisinde, önceki yıllarda bu özelliklerin hepsinin görülmesi gerekliği düşünülmekte ve sadece bu özelliklere bağlı olarak değerlendirme yapılabilmekteyken, otizmin gittikçe önem kazanması ve bu alandaki çalışmaların da artması sonucu, birbirinden farklı çalışma sonuçlarıyla değişik davranış özelliklerinin olabileceği düşüncesi öne sürülmüş ve çeşitli yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Son yıllarda DSM-III (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental-Disorders) olarak bilinen ve Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından öne sürülen özellikler, Kanner'ın kendine özgü tanımlamalarına bağlı kalınarak aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir. * Diğer insanların farkında olmama ya da çevresindeki kişilere belirgin bir tepkisizlik gösterme, * Dil gelişiminin tüm aşamalarında gözlenebilir bir gecikmenin olması, * Sözel iletişimle ilgili kendine özgü konuşma örneklerini sergileme, * Başlama yaşının 30 aydan önce olması. Ayrıca, otizmin şizofreninin başlangıcı olduğu düşüncesi, şizofrenide görülen hallüsinasyon ve delüzyonların otizmde olmaması ile birbirinden ayırdedilmiştir. DSM-III'ün, otizmin teşhisiyle ilgili görüşlerinin tanınması ve kesin teşhis özelliklerinin kullanımı hu alanda gözlenen önemli bir gelişme olmasına rağmen, otizmin "çocukluk" ile ilgili yönüne daha çok ağırlık vermesi, bu ölçütün eksik yanı olarak belirlenmiştir. DSM-III'ün tanımlayıcı özelliklerinin, çok küçük yaşlardaki ve daha yoğun davranış bozukluğu gösteren bireylere uygulanabilir olması, sıklıkla da ortaya çıkış yaşı ile ilgili özelliklerde büyük sorunlar çıkmasına bağlı olarak, gözlenen eksiklikleri düzeltmek ve problem durumları azaltmak amacı ile DSM-III-R ölçütü geliştirilmiştir. Geliştirilen DSM-III-R ölçütünde otizmin "geniş kapsamlı bir gelişim geriliği" olduğu düşüncesi kabul edilmiş ve "çocukluk otizmi" terimi, çoğu Otistik bireyin gözlenen davranış özelliklerini çocukluk yıllarından sonra da sürdürdüğü gerçeğinin kabul edilmesiyle kaldırılmıştır. DSM-III-R; A,B,C gruplarından oluşmuş tanımlayıcı 16 özelliği içermektedir. Bu özelliklerden en az 8 tanesinin bir çocukta bulunması teşhis durumunun gerçekleşmesi için gereklidir. Otizm teşhisinin konulabilmesi için çocukta; A grubundan en az 2, B grubundan 1, C grubundan 1 özellik gözlenmelidir. DSM-III-R ölçütünde bulunan özellikler, gelişim düzeyinin normal olmadığını gösteren bazı davranışlardan oluşmaktadır. Bu davranıģlar, aģağıdaki Ģekilde basamaklandırılmıģtır: A) Sosyal etkileşimdeki yetersizlik

1. Çevresindeki bireylerin farkında olmama, 2. Kendisinin rahat ve güvenli olabileceği ortamı seçme becerisinin olmayışı, 3. Taklit davranışının yetersizliği ya da hiç olmaması, 4. Sosyal oyun davranışının yetersizliği ya da hiç olmaması, 5. Arkadaşlık ilişkilerindeki yetersizlik: B) Dil, iletişim ve sembolik gelişimde normalden farklı olma 1. Karşılıklı iletişimin olmaması, 2. Sözel olmayan normal dışı iletişimin kurulması 3. Yaratıcılığın olmayışı, 4. Sözel dilin kullanımındaki farklılık, 5. Konuşmanın içeriği ve şeklinde normalden farklılık, 6. Karşılıklı diyalog kurmada yetersizlik. C) İlgilerinin ve ilgilenilen etkinliklerin sınırlı sayıda olması 1. Stereotip hareket sergileme, 2. Nesnelerin daha çok ayrıntılarıyla ilgilenme, 3. Çevredeki değişikliklere karşı tepki gösterme, 4. Günlük yaşamla ilgili alışkanlıkların değişimine karşı çıkma. 5. İlginin son derece sınırlı olması. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan otizmin özellikleri, daha sınırlı başlıklarda toplandığında, otizmin belirtileri; sosyal ilişki, iletişim ve yaratıcı etkinliklerdeki yetersizlik olarak görülmektedir. Son yapılan çalışmalarda, Uta Frith (1989), otizmde sosyal uyumsuzluğun, her zaman iletişim ve yaratıcı faaliyetlerin eksikliğiyle beraber görüldüğünü belirtmektedir. Bu durumda, otizmin birbirinden bağımsız belirtilerin birleşimi değil, sözü edilen bu üç sınıflamayı içeren bir durum olduğu söylenebilmektedir. Otistik çocuklara yönelik araştırmaların sayısı arttıkça, "erken çocukluk otizmi" nin tanımının bazı yönlerinde değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler aşağıda belirtilen başlıklar altında toplanabilmektedir. Etiyolojik Açıdan: Kanner ve diğerleri, klinik gözlemlerini değerlendirerek yaptıkları yorumlarda; otizmin belirtilerinin temelini, anne-baba psikopatolojisinde bulunan tek nedene dayalı bir durum olarak belirtmişlerdir (Bkz. Psikojenik Teori sf:7). Oysa, bu alandaki çalışma sonuçlarına göre; otistik çocukların anne-babaları, özürlü çocuklarının onlara verdiği duygusal baskı dışında çocuklarına yaklaşım tarzları açısından, normal çocukların anne-babalarından önemli derecede farklılık göstermemektedirler. Ortaya Çıkma Sıklığı: Otizm, başlangıçta ruhsal problemlerin çok sık görülmeyen bir şekli olarak düşünülmüş ve birçok araştırma sonucunda vak'a oranı 5/10.000 olarak belirtilmiştir. Oysa, 1986'da Wing ve "Ulusal Otistik Çocuklar ve Yetişkinler Derneği" nin bildirisinde, vak'a oranı 15/10.000 olarak açıklanmaktadır. Tahmini vak'a sayısındaki bu üç kat artış, büyük oranda Kanner'ın belirlediği tanım kriterlerinin genişletilmesinden ve otizmin anlaşılması konusundaki yeni gelişmelerden kaynaklanmaktadır. Görülme YaĢı ve Cinsiyet Faktörü: Önceki yıllarda araştırmacılar, otizm başlangıcının, çocuğun doğuştan ya da doğumdan sonra yaklaşık 30 aylık oluncaya kadarki süre içinde görülebileceğini belirtirken, son çalışmalarda, otizm başlangıcının erken çocukluk dönemiyle sınırlandırılmış olduğu ileri sürülmektedir. Bunun yanısıra, çocuk 36 aylık olduğunda ya da daha ileri yaştayken de otistik davranış özellikleri gösterebilmektedir. Yine bir çok geniş kapsamlı araştırma bulguları; otizmin, kızlara oranla erkeklerde daha yaygın olarak görüldüğünü (yaklaşık 1/4 oranında) doğrulamaktadır. Bununla birlikte otistik kız çocuklarda,

büyük oranda beyinde hasar ve düşük IQ (zeka düzeyi) gibi ciddi yetersizlikler daha sık görülürken, erkeklerde daha çok, dil ve zihinsel fonksiyonların yetersizliğinin söz konusu olduğu da öne sürülmektedir. Ġçinde Bulunulan Sosyo-Ekonomik Düzey: Otizmin ilk tanımında, otistik çocukların yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerden geldiği düşüncesi vurgulanmaktayken, son yıllarda yapılan çalışmalardan elde edilen veriler doğrultusunda bu görüş geçerliliğini kaybetmiştir. Özellikle Kuzey Carolina'da yapılan bir araştırmanın sonuçları oldukça çarpıcı değerler ortaya koymuştur. Bu araştırmada, çoğu otistik çocuğun anne-babalarının % 59'unun düşük sosyo-ekonomik düzeyden, % 23'ünün orta sosyo-ekonomik düzeyden, % 18'inin ise üst sosyo-ekonomik düzeyden olduğu ortaya çıkarılmıştır. Yapılan son çalışmalarda otizmin; etnik, ırksal ve milliyetçi gruplarda eşit olarak görüldüğü savunulmaktadır. Tanının Kesin Olarak Konması: Otizmdeki davranış özelliklerini gösteren çocukların kesin teşhis edilmelerine ilişkin problemler söz konusu olabilmektedir. Bu ise, otizmin diğer öğrenme, iletişim ve davranış yetersizliklerine benzerlik göstermesinden kaynaklanmaktadır. Otizmin sık gözlenmeyen bir yetersizlik olması; çoğu uzmanın, bu sendrom ve ilgili yetersizlikler arasındaki farklılıkları tamamen ortaya koyan yeterli sayıda durumla karşılaşmamalarına neden olmakta ve bu durum da teşhisteki güçlükleri getirmektedir. Oysa, teşhisteki güçlükler, otizmin ilk tanımlandığı yıllarda, otizm ve duygusal güçlükler arasındaki karışıklıktan kaynaklanmaktayken, zamanla otizmin tanımlamalarında değişiklikler yapılarak; şizofreni, zeka geriliği, işitme özürü gibi yetersizliklerle açıklanmaya çalışılmıştır. Leo Kanner (1943) durumlar arasında gözlediği benzerliklerden dolayı otizmi, çocukluk şizofrenisinin erken şekli olarak tanımlamıştır. Oysa günümüzde, otizm ve şizofreni birbirinden farklı ve uzak görünmektedir. Otizm sıklıkla, gelişimsel bir yetersizlik olarak görülmekteyken şizofreninin yaşamın ileri dönemlerinde normal bir gelişim süresinden sonra ortaya çıktığı belirtilmektedir. Diğer önemli farklılık ise, şizofrenide görülen hallüsinasyon ve delüzyonların otizmde görülmemesidir. OTĠZMĠN NEDENLERĠ Otizmin tanımlanmasından bu yana, otizmi açıklamayı amaçlayan çok sayıda teori ortaya atılmıştır. Ancak, otizmin tek bir nedene değil, birçok nedene bağlı olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bu konuda öne sürülen teoriler; Psikojenik, Davranışsal, Organik ve Kavramsal olmak üzere 4 grupta toplanmaktadır. Psikojenik Teori: Bazı gözlemciler otistik çocukların, içe kapanma ve sosyal olmayan davranışlarda bulunmalarındaki ana nedenin, duygusal etkenler ve yetiştirilme biçimi olduğunu ileri sürmektedirler. Psikojenik teoriye güre otizm; özellikle anne-çocuk ilişkisinde soğuk reddedici olarak algılanan davranışlarla çocuğun karşılaşması sonucunda ortaya çıkan, psikolojik bir geri çekilme davranışı olarak ileri sürülmektedir. Bu görüş, Bruno Bettleheim ( 1967)'in teorisi olarak anılmaktadır. 1950 ve 1960'lı yıllarda geçerliliğini koruyan bu görüş soğuk, reddedici ve çocuklarıyla iletişim kuramayan orta sınıf düzeyindeki annelerin çocuklarının genellikle otistik özellikler gösterdiğini, sıklıkla da içe kapanık olduklarını ve sosyal ilişkide yetersiz kaldıklarını savunmaktadır. Benzer olarak; Kanner'ın 1954'te, otistik çocukların anne-babalarının davranış özelliklerini incelemye yönelik yaptığı çalışmada; otistik çocuğa sahip anne-babaların eğitim düzeylerinin yüksek ve özellikle babaların eğitimsel yönden üst statüye sahip oldukları belirtilmektedir. Kanner'ın otistik çocukların ailelerinde, psikolojik bir hastalığa çok az rastlandığını belirtmesine rağmen, bu annebabalar genellikle *obsesif, duygusallıktan uzak ve çocukları ile yakın, sevecen bir ilişki kuramayan kişiler olarak değerlendirilmektedirler. Bu gözlemlerin çoğu; otizme yönelik çalışmaların ilk yıllarında yapılmış ve konu ile ilgili psikojenik açıklamalar, derinlemesine yapılan çalışma ve araştırma sonuçlarına dayandırılmamıştır. Oysa, son yıllarda otistik çocukların anne-babaları ile normal çocukların anne babaları arasında

yapılan karşılaştırmalı çalışmalarda; otistik çocukların küçük yaşlarda, ailelerinden kaynaklanan ilgisiz, soğuk tavır ve yetiştirilme biçimi gibi nedenlerden dolayı zarar görmüş olmaları konusunda normal çocuklardan belirgin bir farklılıkları olmadığı görüşü ileri sürülmektedir. Bu çalışma sonuçları, psikolojik problemli anne-babaların sorunlarının daha çok, özürlü bir çocuğa sahip olmanın getirdiği duygusal baskı ile ilgili olduğunu göstermektedir. Davranışsal Teori: Davranışsal teoriyi savunanlar; otizmin ödül ve ceza sistemleriyle pekiştirilen ve bir seri tesadüfi olasılıklarla şekillendirilmiş, öğrenilmiş davranış grupları olduğunu ileri sürmektedirler. Bu görüşe göre; otizm, çocuğun içinde bulunduğu ortamda, çevresiyle ilişki kurma yoluyla öğrendiği, bir takım atipik ve özel davranışlar bütünüdür. Davranışsal teori; otizmi anne-baba- çocuk ilişkisini sınırlamaksızın, psikojenik teorinden daha geniş kapsamlı olarak ele almaktadır. Ancak, bunu daha çok ortamın, gelişmekte olan çocuğa sağladığı olumlu ya da olumsuz sonuçları açısından değerlendirilmektedir. Otistik çocukların ortaya koydukları birçok davranış, bu teoriye göre, öğrenilmiş davranışlardır. Ancak bu davranışların çevreyle ilgisi, çoğu otistik çocuğun vak'a hikayesinde yoktur. Bu vak'a hikayelerinin incelenmesinde; aile-çocuk ilişkisinin gözlenmesi ve otistik davranışın ne kadar erken ortaya çıktığının belirlenmesiyle birlikte, otistik çocuğun çevresinden aldığı uyarıların şeklinin ve karşılaştıkları olayların, normal çocukların karşılaştıkları olaylardan çok farklı olmasına karşın, bu olaylara verdikleri tepkilerin normal çocuklardan çok daha farklı olduğunu öne süren ayrı bir görüş ortaya çıkmaktadır. Genelde bu görüşü savunan teoristler, otistik çocuğun kendi kendine doğal olarak normal çevreden bazı bilgi ve becerileri öğrenmesini olanaksız kılan, özüre bağlı bir yetersizliğin söz konusu olduğunu ileri sürmektedirler. Organik Teori: Son on yıldır, otizmin biyolojik bir kaynağının olduğu kesinlik kazanmakta ve beyindeki bazı yapısal anomalilerin otizme neden olduğu kabul edilmektedir. Bu konuda yapılan son araştırmalar, cerebellumun (beyincik) gelişmesi ile ilgili bir bozukluk olduğu üzerinde durmakta ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak, ilerde beyin yapısının daha ayrıntılı inceleneceği düşünülmektedir. Otizmin, organik bir nedene bağlı olarak beynin bazı fonksiyonlarını yerine getirememesi sonucu ortaya çıktığını öne süren bu teori, günümüzde oldukça benimsenmektedir. Teori, otistik çocuğun gösterdiği öğrenme, dikkat ve algı süreçleri ile ilgili yetersizliği kapsamaktadır. Bu görüş aynı zamanda, otistik çocuktaki belirli fiziksel ve biyokimyasal farklılığı vurgulayan verilerle de doğrulanmaktadır. Otizmin ortaya çıkma riskini arttırmada, doğum öncesi ve sonrası oluşan biyolojik yönden yeterince gelişememe ve özellikle hamileliğin ilk üç ayında, olumsuz etkileri olan bazı durumlar da etken olabilmektedir. Bunun yanısıra, genetik yönden yapılan incelemelerde; otistik çocuklar ve ailelerinin kanında normalden farklı bulgulara rastlanmaktadır. Genetik çalışma sonuçları, otizmin çift yumurta ikizlerinden çok, tek yumurta ikizlerinde belirgin olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Yapılan araştırmalar, otizmin ikizlerde görülme oranının % 50 daha fazla olduğu yönündedir. Diğer çalışmalar, otistik çocuğun ailesindeki konuşma, gecikmiş dil ve gelişimsel problemlerin, risk faktörünü arttırdığını göstermektedir. İletişim veya konuşma problemleri için de, genetik bir eğilimin varlığından söz edilmektedir. Örneğin; Fragile X sendromu adı verilen genetik bozukluğun, otizme neden olan genetiksel geçişlerden birisi olduğu belirtilmektedir. Kromozom anomalisi olan

çocukların % 10-15'inin otistik olması da genetik çalışma sonuçları içinde yer almaktadır. Kavramsal Teori: Frith'in teorisi, otistik bireylerdeki temel problemin, doğuştan gelen zihinsel kavramaya ait bir eksiklik olduğu ve bu eksikliğin mantıki sonuçlar çıkarmayı engellediği şeklindedir. Bu eksiklik, çocuğu farklı bir gelişme yönünde zorlamakta, böylece farklı otistik belirtiler ortaya çıkmaktadır. Yaratıcılık, taklit etme, hayal gücüne dayalı oyunlar oynayabilme gibi becerileri kolaylıkla yapabilen normal çocukların tersine, otistik çocukların iç ve dış dünyada gelişen olaylar arasında ilişki kurabilme, tahmin yapabilme becerisinden yoksun oldukları görülmektedir. Bu durum, otistik çocukların, diğer insanların hareketlerini yönlendiren inançları, istekleri ve eğilimleri olabileceğini anlamalarındaki yetersizlikten kaynaklanmaktadır ve böyle bir bilgi dağarcığı olmaksızın da sosyal ilişkilerini geliştirmeleri oldukça zor olmaktadır. Yukarıda otizmin nedenleri ile ilgili öne sürülen görüşlere rağmen, bütün bu teoriler şu anda tek başına bu problemi açıklamada yetersiz kalmaktadır. Bu problem ile ilgili çalışmaların artması ve daha çok verinin toplanması gerekmektedir. BÖLÜM II OTĠSTĠK ÇOCUKLARIN ÖZELLĠKLERĠ Son yıllarda, otizmin nedenleri ve belirtileri ile ilgili en son kabul edilen görüşün; psikiyatri kliniklerinde tanı amacı ile kullanılan DSM-III-R ölçeğine ait kriterler olduğu görülmektedir. Ölçeğin içeriğindeki kriterlerde de belirtildiği gibi; otizmin en belirgin özellikleri sosyal, iletişim ve yaratıcı etkinliklerdeki yetersizliklerdir. Genelde literatürde, otistik çocukların özelliklerinin birbirinden farklı olduğu, otistik olarak tanımlanan çocukların hepsinin aynı özellikleri ve aynı davranışları göstermedikleri belirtilmektedir. Bununla birlikte, bu çocukların genel özelliklerini ve tamamen onlara ait davranış özelliklerini bilmek, tanımlamada yardımcı olabilmekte, diğer çocuklardan ayırdedilmelerini sağlayarak en uygun eğitim programlarının planlanmasını kolaylaştırabilmektedir. Normal çocuklar her gelişim alanına yönelik birçok beceriye sahip olarak doğmalarına rağmen, otistik çocukların bu alanlarla ilgili becerilerinde bazı yetersizlikler olduğu görülmektedir. Bu yetersizlikler; elleriyle bir nesneyi kavrama, emekleme, yemek yeme, konuşma ve mimikleri anlama ve bunları taklit etme gibi becerilerle ilgilidir. Normal bir bebek, doğduğu andan itibaren çevresiyle değişik deneyimler geçirerek araştırmaya ve bu deneyimlerinden anlam çıkarmaya yönelir. Bu dönemde oldukça meraklı ve yeni yaşadığı olayları daha öncekilerle birleştirerek anlamlı bir bütün oluşturmaya çalışmaktadır. Normal çocukların doğumla ortaya çıkan bir başka becerileri de, insanların diğer nesnelerden daha ilginç ve önemli olduğunu fark etmeleridir. Aynı zamanda, yetişkinlerle özellikle istediklerinde-iletişim kurmaya yönelik sesler çıkarabilen ve çok değişik yüz ifadeleri, vücut hareketleri sergileyebilen normal çocuklar için, tüm bu beceriler çok doğal ve sıradan olarak nitelenmektedir. Oysa otistik çocuklar bu becerilerden yoksun ya da bu becerilerin çok azına sahip olarak dünyaya gelmektedirler. Otizm, anne-babalar tarafından bebeklik döneminde her zaman farkedilemeyebilmektedir. Ancak bazı anne-babalar, yaşamın ilk haftalarında bebeklerinin gülümseme, kucaklamaya tepki verme gibi normal davranışları göstermediklerini belirtmekte, hatta göz kontağı kurmaktan yoksun olduklarını ifade etmektedirler. Yapılan araştırmalarda da, otistik özellikler gösteren bebeklerin, iki tip davranış içinde oldukları gözlenmektedir. Bunlardan biri; sürekli ağlama ve huysuzluk, diğeri ise; sakin,bütün gününü yatakta tepkisiz geçirmedir. Daha sonraki yaşlarda, çocukların gelişimine bağlı olarak otistik özellikler çeşitlenmekte ve normal çocuklardan ayırdedici özellikler ortaya çıkmaktadır. (özellikle 2-5 yaş dönemi, otistik özelliklerin belirginleştiği, tanı için oldukça önemli bir dönemdir. Bebeklik döneminde gözlenen çevreye karşı ilgisizlik, bu dönemde daha belirgin hale gelmektedir. Çevresindeki kişilerin yüzüne bakmama ya da göz kontağı kurmama hemen hemen her otistik çocuğun en belirgin özelliğidir. Tamamen kendilerine

ait bir dünyada yaşıyormuş gibi görünen bu çocuklar, çevrelerindeki olaylara karşı da oldukça ilgisizdirler. Çağrıldıklarında tepki vermez, konuşulurken dinlemez gibi görünürler. Bebekliklerindeki gibi fiziksel temastan kaçınırlar. Herhangi birisi tarafından dokunulmaya ya da kucağa alınmaya çalışıldığında o kişiyi iterek, ondan kaçarak fiziksel teması engellemeye çalışırlar. DUYUSAL ÖZELLĠKLER a) İşitsel Uyarılara Karşı Tepkileri: Seslere karşı çok değişik tepkiler gösteren otistik çocukların, erken çocukluk döneminde bazı seslere hiçbir tepki vermemesi birçok anne-babayı, çocuğunda işitme problemi olduğu düşüncesine yöneltmektedir. Yapılan işitsel testlerin sonuçları, bu çocukların işitmelerinde organik olarak bir problemin olmadığını ancak otistik çocukların çevrelerindeki uyarılara çok açık olmamaları nedeniyle tepkisiz kaldıklarını göstermektedir. b) Görsel Uyarılara Karşı Tepkileri: Otistik çocukların insan yüzüne ve çevrelerindeki birçok nesneye bakmamalarına karşın, hareket eden, dönen ya da parlak olan bazı nesnelere çok uzun süre bakabildikleri, bazılarının, zaman zaman ışıktan rahatsız oldukları hatta karanlık bir odada daha rahat ettikleri görülebilmektedir. Bazen ışıkla karşılaştığında kulaklarını, yüksek bir ses duyduğu zaman gözlerini kapatan otistik çocuklar olduğu da belirtilmektedir. c) Acı-Sıcak-Soğuğa Karşı Tepkileri: Bu tepkiler bazı çocuklarda acıyı-sıcağı ve soğuğu farketmeme şeklinde ortaya çıkarken, bazılarında ise, soğuk suyla ellerini yıkarken ağlama, eline bir toplu iğne battığı zaman çığlık atma gibi aşırı duyarlılıklar şeklinde de görülebilmektedir. d) Dokunulmaya karşı Tepkileri: Normal bir bebek ilk üç ayda annesi onunla konuşurken ona gülümser, bazı sesler çıkarır. Daha sonraki aylarda ise, kucağa alınmak için kollarını kaldırır. İnsanlarla ilişki kurmaktan hoşlanır. Herhangi bir kimse tarafından dokunulmaya, kucağa alınmaya tepki gösteren otistik çocuklar ise, firiksel teması reddetmekte ve çevreleriyle ilişki kurmaktan kaçınmaktadırlar. Otistik çocukların çevrelerindeki duyusal uyarılara çok farklı tepkiler vermelerine karşın, yeni bir nesneyi tanımada genellikle koklama, dokunma duyularını kullandıkları görülmektedir. Hiç tanımadıkları bir nesneyi, parmaklarını üzerinde gezdirerek dokunma, koklama, zaman zaman da ağrına alma veya yalama şeklinde keşfetmeye çalıştıkları gözlenmektedir. Yukarıda belirtilen duyusal uyarılara olumsuz tepkilerin görüldüğü 2-5 yaş döneminde; beslenme ve uyku problemleri de yoğun bir şekilde gözlenmektedir. Beslenme ile ilgili olarak; otistik çocukların genellikle katı yiyecekleri reddettikleri, bazılarının ise sürekli püre haline getirilmiş yiyecekleri yedikleri, bu yüzden de çiğneme kaslarını kontrol etmekte güçlük çektikleri görülebilmektedir. Yine aileler tarafından, çocuklarının değişik yemek yeme alışkanlıklarının olduğu, sıklıkla yiyecek seçimi yaptıkları da belirtilmektedir. Normal çocukların % 6'sında beslenme ile ilgili problemler görülürken, otistik çocuklarda bu oran % 21 olabilmektedir. Bunun yanısıra, otistik bebeklerin % 9'unun hiçbir normal bebekle kıyaslanamayacak ölçüde "çok iştahlı" olduğu da belirtilmektedir. Normal bebeklerde çiğneme, emme veya yutma gibi güçlükler görülmemesine rağmen, otistik bebeklerin yaklaşık % 18'inde çiğneme, emme ve yutma güçlüklerinin olduğu görülebilmektedir. Bu güçlüklerin; dil, çene, ağız ve çiğneme kaslarını kullanmadaki yetersizliğe bağlı olarak gecikmiş motor gelişiminin bir özelliği olduğu belirtilmektedir. Otistik çocukların uyku problemlerine bakıldığında; bu çocukların sürekli ağlayan, susturulması kolay olmayan bebekler olduğuna, ağlamaların ve bağırmaların gece-gündüz aralıksız olarak devam ettiğine dikkat çekilmektedir. Uyku problemleri normal çocuklarda da oldukça yaygın olarak görülmekte, ancak otistik çocuklara göre daha az önemli olduğu belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar, otistik çocuklarda gözlenen uyku problemlerinin, normal çocuklara kıyasla iki kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte otistik bebeklerde, sınırlı ve değişik yiyecekleri tercih etme gibi yemek yeme ve tüm gece uyanık kalma şeklinde görülen uyku problemlerinin adolesan döneminde kendiliğinden çözümlendiği belirtilmektedir.

MOTOR GELĠġĠM ÖZELLĠKLERĠ Kanner'ın 1944'de bu çocukların normal motor gelişimine sahip olduklarını belirtmesine ve bu görüşün diğer araştırmacılar tarafından da (Rutter, 1972) desteklenmesine rağmen, fiziksel görünüşleri normal çocuklardan ayırdedilemeyen otistik çocukların motor becerileri yaşıtlarına göre farklılık gösterebilmektedir. Genelde otistik çocukların 14-17 aylıkken top atıp tutma becerilerini kazandıkları, 3-4 yaşındayken de tahta üzerinde dengede durabildikleri farklı çalışma sonuçlarında belirtilmektedir. Bununla birlikte, otistik çocukların ip atlama, dans, yüzme gibi büyük kas motor becerilerin kullanılmasını gerektiren bazı hareketleri, taklit etme becerilerinin çok az ya da hiç olmamasına bağlı olarak, daha geç öğrendikleri görülmektedir. Kağıt kesme, kutu içine küp atma ve ipe boncuk dizme gibi küçük kas motor becerilerinin de oldukça zayıf olduğu gözlenmektedir. Fiziksel olarak birçok beceriyi normal gelişim dönemlerine ait sürelerde kazanmaya hazır olan bazı otistik bebeklerin çevrelerine karşı ilgisizlikleri nedeniyle bu becerileri kazanamadıkları, daha geç yaşlarda oturdukları ve yürüdükleri de belirtilmektedir. Otistik çocukların duruşlarında, ellerini kullanmada zaman zaman normalden farklı bir görünüm sergiledikleri, parmak ucunda yürüme, belirli hareketleri tekrar etme, bir ayağı önde diğeri arkada olmak ürere tek ayağının üzerinde ileri-geri sallanma, uzun süre kendi etrafında dönme gibi davranış özellikleri sergiledikleri bilinmektedir. Bununla birlikte hiperaktif (çok hareketli) veya hipoaktif (az hareketli) olmaları da diğer motor davranış özellikleri olarak kabul edilmektedir. SOSYAL GELĠġĠM ÖZELLĠKLERĠ Kanner 1943'te otizmi tanımlarken sosyal çekingenliği (içine kapanıklık) en önemli belirti olarak değerlendirmiştir. Sıklıkla otistik çocukların sosyal özellikleri; fiziksel temastan kaçınmaları, özellikle yaşamlarının ilk yıllarında karşılıklı göz kontağı kurmamaları, kendilerine gülümsendiği zaman aynı tepki ile karşılık vermemeleri; diğer insanların varlığının farkında olmamaları, insanlara karşı ilgisizlik, sosyal kuralları anlama ve oyun becerilerindeki yetersizlikler şeklinde belirtilmektedir. Otizmin ilk tanımlandığı yıllarda, otistik çocukların sosyal özelliklerindeki bu farklılıklar bilinmekte ve bunlar otizmin en belirgin özelliklerinden birisi olarak kabul edilmekteydi. Günümüzde de bu görüş geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla, ortaya çıkan sosyal yaşamla ilgili problemler; dili, karşılıklı iletişimi, düşünmeyi, kavramayı ve aile ilişkilerini engellediği için oldukça karmaşık görünmektedir. Otistik çocukların sosyal gelişimlerini açıklamaya yönelik çok az çalışma bulunmaktadır. Wing (1971)'in yaptığı bir çalışmada, 6-15 yaşları arasındaki otistik çocukların anne-babalarına yönelik hazırlanmış anket aracılığıyla, çocuklarının bir yıl içindeki davranışları belirlenmeye çalışılmıştır. Toplanan verilerde, 14 aile doğumdan itibaren çocuklarında bir farklılık sezdiklerini, 10'u ise çocuklarının kucağa alınmak için kollarını kaldırmadıklarını belirtirken, 7 anne çocuklarının anne sesine çok az tepki verdiklerini, 11 anne ise, çocuklarının kendilerine gereksinimlerini belirtmek için işaret bile kullanmadıklarını vurgulamışlardır. Aynı problemler, otistik özelliklerin bir yaşından sonra ortaya çıktığı durumlarda da gözlenmiştir. Bu gözlemlerin sonuçları, normal gelişim gösteren bebeklerinkinden farklı bulunmuştur. Kucağa alındığında sarılmama, annenin sesine tepki vermeme gibi davranışları gösteren otistik çocukların çoğu, normal çocukların özelliklerinden biri olan anneye bağımlılık davranışının yoksunluğunu göstermektedirler. Otistik çocukların normalden farklı olan sosyal gelişim özelliklerinden birisi de, normal çocuklarda çok sık gözlenen sevgi ve güvende olma ihtiyacı için diğer bireylere fiziksel yakınlaşma davranışlarının görünmemesidir. Genellikle, yapılan gözlem sonuçlarına dayanılarak küçük yaş otistik çocukların, zamanlarının çoğunu tek başına oynayarak geçirdikleri ve anne-babaları ile iletişim kurmadıkları belirtilmektedir. Otistik çocukların sosyal çevreye karşı belirgin bir ilgi eksikliklerinin olması ve cansız çevreye karşı olan hassas duyarlılıkları, diğer normal çocukların durumuna tamamen terstir. Küçük yaş otistik çocuklar, çevreyle ilgili en ufak değişikliklerin karşısında çok duyarlı olabildikleri halde, insan yüzü ve karşılıklı iletişim, bu çocuklar için çok az önem taşımaktadır. Otistik çocukların yaşıtlarıyla çok seyrek etkileşime girdikleri ve girdikleri bu ilişkinin de genellikle sınırlı ve olumsuz olduğu gözlenmektedir. Bu nedenle, çoğu otistik çocukta uygun sosyal beceriler ve oyun davranışları son derece sınırlı kalmaktadır. Otistik çocukların genelde sözel ifade kullanarak iletişim kurma ile ilgili yetersizlikleri vardır ve bu yetersizlik onların tek başına ya da yaşıtları ile birlikte oyun

oynama becerilerini kısıtlamaktadır. Otistik çocuklara göre; oyuncak bir tren, gerçek bir trenin yerine geçememektedir. Tren, yalnızca soğuk, sert, ağır bir nesnedir, metalik tadı vardır ve sallandığında ses çıkarmaktadır. Çoğu otistik çocuk, saatlerce bıkmadan su ve kum ile oynayabilmekte, bazısı ise, çamaşır makinesinde dönen çamaşırları ya da pikapta dönen plak gibi bir seri tekrarlanan hareketleri bıkmadan izleyebilmektedir. Sık sık, dönen nesnelerle ilgilendiklerinden herhangi bir tekerlekli nesneyi; bir oyuncak kamyon ya da bisikleti normal pozisyonda sürmek yerine yan yatırıp tekerleklerini döndürmekten daha çok zevk almaktadırlar. Otistik çocuklar, sıklıkla trambolinde zıplama, sallanan bir oyuncak at üzerinde sallanma, kaydıraktan kayma gibi ilginç ve tekrarlanan oyunları daha çok tercih edebilmektedirler. Oyun becerisinin normal olarak yaşamın ilk iki yılında geliştiği, çocukların öncelikle nesneleri dokunarak tanımaya çalıştıkları, sonraları nesneleri amacına göre kullanarak oynadıkları belirtilmektedir. Oysa otistik çocuklarda oyun becerisi, sembolik düşüncenin kazanıldığı duyu motor dönememe paralel olarak gelişmemektedir. Black, Freeman ve Montgomery'nin 1975'de yaptıkları bir araştırma sonucuna göre, otistik çocukların oyunu, nesnelerin amacına uygun olarak kullanılmaması, yalnızca döndürülmesi şeklindedir. Bununla birlikte, otistik çocuklar, iletişim ve hayal gücünden yoksun olmaları nedeniyle diğer çocukların oyununa katılmazlar. Oldukça yüksek zihinsel potansiyele sahip otistik çocukların bile oyun ile ilgili sınırlı becerilere sahip oldukları görülebilmektedir. Bu oyunlardan en önemlisi, hayal gücünü kullanmaya yönelik oyunlardır. Bu tip oyunlar büyük oranda zihinsel süreçlerin kullanılmasını gerektirmekte ve çok az oyun materyali içermektedir. Normal çocuklar oyun sırasında tüm duygularını ortaya koyarlar ve bazı nesneleri sembolik olarak kullanırlar. Örnek olarak; sandalyelerden "otobüsler" ve ters çevrilmiş masalardan da "gemiler" yapabilirler. Oysa aynı yaştaki otistik çocuklara bu nesnelerle nasıl oynamaları gerektiğinin öğretilmesi ve oyuna dönüştürebilecekleri normal günlük yaşantıların sunulması gerekmektedir. Otistik çocukların oynadıkları oyunların değerlendirilmesine yönelik yapılan çalışma sonuçları, oyunların büyük oranda nesneleri yalama ve emme gibi ağız bölgesine haz veren oyunlar olduğunu ve oyuncakların sürekli aynı şekilde tekrarlanan hareketlerle kullanıldığını göstermiştir. Yapılan bir araştırma sonucunda; normal çocukların % 100'ü, zihinsel özürlü çocukların % 83'ü, otistik çocukların ise sadece % 38'inden azının oyuncaklarla oynamayı tercih ettikleri gözlenmiştir. Clark ve Rutter (1981), otistik çocukların bazı sosyal durumlar içinde kullanılması beklenen tepkileri verebileceklerini belirtmektedirler. Bu durum McHale ve arkadaşlarının (1980) bulguları ile birleştiğinde, otistik çocukların grup olarak yalnız bırakıldıklarında, kendi aralarında hiçbir sosyal iletişim davranışlarının olmadığı ancak eğitimcinin çocuklarla birlikte olmasının, sosyal iletişim davranışını arttırdığı şeklinde değerlendirilmiştir. Bununla birlikte otistik çocukların diğer bireylerle kurdukları sosyal ilişki, normal çocukların kurdukları ilişkilerden çok farklı görülmektedir. Öyle ki, bazı otistik çocuklarda gözlenen olumsuz davranışların nedeni çevrelerindeki diğer bireylerin davranışlarını taklit edebilmedeki yetersizlikle de açıklanabilmektedir. Kısaca, otistik çocuk, taklit etme becerisinin yetersizliği sonucu, ona gülümsendiğinde gülümseme ile karşılık vermeyecek, ona "hoşçakal" anlamında el sallandığında aynısını yapmayacaktır. Otistik çocukların sosyal becerilerinin geliştirilmesi sonucunda, onların yaşamlarının geri kalan kısmında birbirleriyle olan etkileşimlerinin artabileceği ve böylece hem aile hem de toplum içine kendi rollerini yeterince yerine getirebilen bireyler olarak katılabilecekleri düşünülmektedir. DĠL VE ĠLETĠġĠM ÖZELLĠLERĠ Çevredeki bireylerle iletişim kurmada yetersiz olma, otizmin en belirgin özelliklerinden birisi olarak belirtilmektedir. Otistik çocukların iletişim kurma becerilerindeki yetersizlik ve sınırlılık, bu çocukların konuşma ve dil becerisini kazanmadaki güçlüklerine bağlanarak açıklanmaktadır. Annelerden alınan bilgilere göre, yaşamın ilk yılları süresince, özellikle bebeklik döneminde görülen; * 0-3 ay arası ağlama ve cooing (çocuğun ağlamadığı zamanlarda çıkardığı sesler), * 3-7 ay arası babbling (anlamsız sesler çıkarma, mama veya gıgı gibi sesleri tekrar etme), * 7-10 ay arası lalling (sesleri taklit etme) gibi dil gelişimine ait aşamaların otistik çocuklarda çok az ya da hiç olmadığı ya da konuşma şeklinde görülmediği belirtilmektedir.

Hece tekrarlarının görüldüğü babıldama dönemini, normal çocuklardan farklı bir şekilde geçiren otistik çocukların bazılarının konuşmayı normal zamanda kazandıkları daha sonra genel gelişimsel gerilemenin bir parçası olarak bu konuşmalarını kaybettikleri gözlenmektedir. Buna bağlı olarak, otistik çocukların yarısının, dili amacına uygun kullanmayı öğrenemedikleri de yapılan araştırmalarda vurgulanmaktadır. Genellikle, otistik çocukların ilk sözcüklerini herhangi bir yaşta söyleyebildikleri, sıklıkla da ilk sözcüklerin 5 yaş civarında çıktığı belirtilmektedir. Otistik çocukların özellikle 5-6 yaşlarında, normal çocuklara göre dil gelişimlerinin birkaç sözcük ile sınırlı olması, dil ve konuşmaya bağlı becerilerdeki belirli güçlüklerinin olduğunu göstermektedir. Literatürdeki bilgiler, konuşmanın kazanılmasında iletişimin, sözel ya da sözel olmayan iletişim olarak iki yönde ele alındığını göstermektedir. SÖZEL OLMAYAN ĠLETĠġĠM: Otistik çocuklarda, normal dil gelişimini izlerken meydana gelen yetersizlik bu problemin ilk belirtisi olmakta ve bu çocukların yaşamlarının ikinci yılına kadar sözcükleri kullanmamaları, kesin teşhisin iki yaşından önce yapılmasını güçleştirmektedir. Ancak, yaşamın birinci yılında belirgin olarak gözlenen sözel olmayan iletişimde, gülümseme, el sallama, kucağa alınmak istendiğinde kolunu kaldırma gibi temel bazı hareket ve jestlerin kullanılması, konuşmanın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Normal gelişim gösteren bebeklerin, insan yüzüne, hareket eden nesnelere baktıkları ve seslere güldükleri gözlenirken, otistik bebeklerin ancak gıdıklandıkları, sallandıkları ya da havaya hoplatıldıkları zaman güldükleri gözlenmiştir. Otistik bebekler. insanlara olduğu gibi çevrelerindeki nesnelere karşı da ilgisizdirler. Bu ilgisizlik, çevrelerindeki nesnelere uzanıp onları yakalama isteği göstermeme şeklinde görülmektedir. İsteklerini ağlayarak, çığlık atarak belirten birçok otistik bebeğin, yürümeyi öğrenir öğrenmez iletişim kurmak için yetişkinin elinden tutarak, çekerek isteklerini belirttiği ancak bunu yaparken de yetişkinin yüzüne bakmadığı gözlenmektedir. Karşılıklı iletişim kurmak istemediğinde ise, bağırma-vurma-çığlık atma gibi olumsuz davranışlarda bulunabileceği belirtilmekledir. Anne-babalar, çocuklarının ne istediğini çıkan sesin şiddetinden farklı tonlamalardan anladıklarını belirtmektedirler. Ricks (1s72-1975) yaptığı bir çalışmada, normal bebeklerin duygularını ifade etmek için farklı sesler çıkardıklarını gözlemiştir. Bu çalışmada; 8-10 ay arasındaki 10 normal bebeğin çıkardığı farklı sesler anneleri tarafından teybe alınmış, seslerin kaydedilmesi 4 farklı zamanda yapılmıştır. a. İstek (yemeğinin hazırlandığını görünce), b. Engellenme (hazır yemeğin verilmemesi), c. Selamlaşma (sabah annesini ilk gördüğünde), d. Hoş bir sürpriz (bir balon gördüğünde). Daha sonra 10 anneye bebeklerinin sesleri dinletilmiş, anneler kendi çocuklarının seslerini ayırdedememişler ancak bu seslerden çocukların ifade ettikleri duyguları doğru olarak tanımlamışlardır. Normal çocuklarda bu şekilde görülen duyguların sesle ifade edilmesinin, zihinsel özürlü çocuklarda da aynı şekilde ortaya çıktığı gözlenmiştir. Ancak aynı ses bantları otistik çocukların annelerine dinletildiğinde, anneler sesleri ayırdedebilmede zorlanmışlardır. Bu çalışma sonunda, konuşma öncesi dönemde otistik çocukların 4 farklı duyguyu sesle ifade edebildikleri ancak seslerinin kendilerine özgü olduğu belirlenmiştir. Bazı otistik çocukların anneleri, 0-1 yaş döneminde, çocuklarının çıkardıkları sesle neyi ifade etmek istediğini anlayamadıklarını, ancak çocukla birlikteyken geçirdikleri yaşantı deneyimlerine bağlı olarak bu seslerin anlamlarını öğrendiklerini dolayısıyla tanıdıklarını ifade etmişlerdir. Otistik çocukların dil gelişimlerine ait bu ilk dönemle ilgili bilgiler ancak anne-babalara sorulan belirleyici bazı sorular yardımı ile edinilmektedir. Araştırmacıların anne babalarla yaptığı görüşmelerde, tüm anne-babaların otistik çocukların ses çıkartmaları ve çıkardıkları seslerle mutlu olduklarını ifade ettikleri bir durumu hiç hatırlamadıklarını belirttikleri saptanmıştır. Ayrıca annebabalar, çocukların bir şeyler söylemeleri için birçok yol denediklerini ancak sonuçta birkaç sözcüğü öğrenseler bile, bu sözcükleri kullanmaktan haz duymadıklarını ifade etmişler ve sıklıkla bu sözcükleri

değişik durumlar içine genelleyemediklerini de belirtmişlerdir. Frith ve arkadaşlarının 1988'de yaptıkları bir çalışmaya göre, otistik çocukların belli el hareketlerini sosyal iletişim amacı ile istenilen şekilde kullanabildikleri belirtilmektedir. Otistik çocukların "gel-bak-sus' gibi ifadelerin anlamlarına uygun el hareketlerini kullanarak iletişim kurabildikleri gibi, "mutluluk-üzüntü" gibi bir duyguyu ifade etmek amacı ile de bu hareketlerden yararlandıkları öne sürülmektedir. SÖZEL ĠLETĠġĠM Sözel olarak iletişim kurabilen otistik çocukların ses tonlarının ve şiddetinin çok farklı, konuşma tonunun ise tek düze olduğu gözlenmektedir. Bu şekilde farklı ses ve tekdüze konuşma tonunu kullanan otistik çocukların konuşma gelişimi, normal çocuklarınkinden daha farklı bir tablo çizmekte, konuşmaya başlama yaşının gecikmiş olduğu ve normal çocuklar kadar istek ve arzulu konuşmadıkları görülmektedir. Otistik çocukların konuşma ile ilgili problemlerini tanımlamaya yönelik çalışma sonuçlarına bakıldığında; konuşulanları anlamada güçlük, ekolali, * gramer bozuklukları, zamirlerin yer değiştirilerek kullanılması, edatların uygun yer ve zamanda kullanılmaması, zaman kavramını kazanmada güçlük; * telaffuz bozukluğu gibi yetersizliklerin olduğu görülmektedir. Otistik çocukların dil gelişimindeki yetersizliklerini açıklayabilmek için normal çocukların dil gelişiminde geçirdikleri aşamaları incelemek yerinde olacaktır. Normal çocuklar, çevrelerindeki yetişkinlerin sözel ifadelerini taklit ederek dilin yapısını, konuşmayı öğrenmektedirler. Bu taklitler özellikle iki yaş civarında daha faza gözlenmektedir. Ancak 2,5-3 yaştan sonra taklit etmenin yanısıra çocuğun kendisi de bazı sözcükler dolayısıyla üretmeye başlamaktadır. Aşağıda 11-72 aylar arasındaki normal çocukların konuşma gelişimine ait özellikler belirtilmektedir.