S.S. BEYDAĞLARI SAKLIKENT KONUT YAPI KOOPERATİFİ ÇEVRE BİLDİRGESİ Murat PARMAKSIZOĞLU, Yaseman ALTINAY, Ayhan KIZILSAVAŞ, Mehmet BARUT, Tuğrul KONUK Özet: Dünyanın en önemli turistik merkezlerinden olan Antalya ilimizde, ekonomiye katkı amaçlı son bir yıl içinde açılmış olan mermer ocaklarının çevreye verdiği zararı kamuoyuna duyurmak. Saklıkent yayla kasabasındaki ağaçlarının sözde kontrole tabii ancak sınır gözetilmeksizin kesilmesinin engellenmesi. Bu etkilerin Antalya-Saklıkent yoluna zararları. Özellikle kayak merkezinin bu durumlardan olumsuz etkilenmesi. İspanya dan Hindistan a kadar en özellikli bilimsel çalışmaların yapıldığı TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi nde yapılan çalışmalara kötü etkilerini bildirmek.
1.1 Turizm Merkezi Antalya 2011 yılının ilk yarısında 13.5 milyon turistin geldiği dünya şehri ilimizin ziyaretçilerinin çoğunun hava yolu ile geldiğini biliyoruz. Antalya ya yaklaşırken havadan edindikleri ilk izlenimin maden ocakları tarafından tahrip edilmiş orman görüntüsüdür. 1.2 Mermer Ocakların Durumu Torosların batı başlangıcı Beydağları civarında 12 Maden ocağı işletmesi vardır. Bunların dünya pazarındaki rekabet ortamında yer edine bilmek için doğadan alabildikleri maddi getirisi olan vasat mermerlere karşılık yeşili feda etmektedirler. Saklıkent yerleşkenin çok yakınında arama faaliyetleri sonucu işletmeye değer bulunmayan mermer ocağı yangından kaçarcasına terk edilmiştir. İş makinesi lastikleri bırakıp, yağ tenekelerini ortalığa saçmışlardır. Bu durum da bize ocak işletmecilerinin, AYMAZLIĞINI, PARA İÇİN YAPMAYACAKLARI KÖTÜLÜĞÜN OLMADIĞINI bu konudaki hassasiyetlerinin asla olmadığını göstermektedir. Yıllar sonra bizi nasıl bir geleceğin beklediğini göstermektedir.
1.3 Kesilen Ağaçlarının Görüntüleri Kıyıdan 500-600 m. yüksekliğe kadar olan yerlerde aşırı yaz kuraklığına uyan, kışın da yeşil kalan makiler egemendir. Boyları 3-5 m.`yi geçmeyen bu bitkiler arasında delice, kocayemiş, sandal, yabani çilek ve zakkum en yaygın olanlarıdır. 600-1.200 m. arasında, kızılçam ve meşelerin egemen olduğu, karışık ormanlar ya da yamaç ormanları ortaya çıkar. Kızılçamların aralarında yer yer meşelikler, daha yükseklere doğru halep çamı ile karaçamlar görülür. 1.200-2.100 m. arasında ise yüksek ormanlar diye adlandırılan ve sedir, köknar, sarıçam, kayın ve çeşitli ardıç türlerinden oluşan orman kuşağı yer alır. Özellikle Batı Toroslar`da saf sedir ormanları vardır. 2.000 metrenin üstünde iğne yapraklı ağaçlar seyrekleşir ve bodurlaşır. Bu alan 2.100-2.300 metrede sona erer ve alp çayırları denen, renkli çiçeklerle bezenmiş, yazları kurumayan yüksek otluklara geçilir. Teke Yaylası`ndaki yüksek ovalarda meşe ormanlarının tahribi sonucu oluşmuş step bitkileri yetişir. Genişliği 946.466 hektarı bulan Antalya ormanlarında köknar, meşe, dişbudak, karaağaç, kocayemiş, çınar, ahlat, ıhlamur, yabani ve aşılı zeytin, kermes meşesi, mazı meşesi, sandal, sakız ağacı, mersin, tespih ağacı, defne, akça kesme, hayıt, zakkum, harnup, kayacık, funda, ladin, çılbırdı, cehri, katırtırnağı, kekik, patlangaç, sütleğen, dikenli mersin, deve dikeni, ballı baba, alev doda, adaçayı, safran, kanada şifa otu, tokuz otu, çakır dikeni, çiriş
otu, kuşkonmaz, krizantem gibi ağaç ve ot cinsleri bulunur. Antalya ormanlarının katran ve sedir ağaçlarının kerestesi de çok değerlidir. Roma imparatoru Mark Antonius, sevgilisi Kleopatra`ya Antalya ve çevresini armağan ettiğinde, Kleopatra gemileri için gerekli ağaçları bu ormanlardan sağlamıştır. Il. Beyazıt`ın oğlu Şehzade Korkut Antalya`da valiyken, o zamanki adı Hızır Reis olan Barbaros`la dostluk kurmuştu. Korkut Antalya ormanlarından sağladığı kereste ile Barbaros`a büyük bir donanma inşa ettirmiş, Barbaros da bu gemilerle Akdeniz`e açılmıştı. Süveyş Kanalı`nın inşaatında, demiryollarının yapımında, Selçuklar devrinde Alanya ve Antalya tersanelerinde yapılan gemilerin ve evlerin kerestesi bu ormanlardan sağlanmıştır. Ama ne yazık ki şimdiki durumu gerçekten çok kötüdür. Yaşı beş yüz yılın üzerinde olan, köylülerin yaprağına bile dokunulmasına izin verilmeyen koruma altındaki ardıç ağaçları pırasa gibi doğranmaktadır. 1.4 Tarihi Alanlardaki Anıt Mezarların Durumu Mitolojinin yıllardır bize göstermek istediğini güzellikleri görmezden gelemeyiz, tarih yıllar önce bu güzellikleri anıt mezarlar surlar, limanlar ve benzeri bir çok
kalıntı ile bizlere göstermektedir. YUKARIDAKİ FOTOĞRAF HAZİRAN 2011 TARİHİNDEN GÖRÜNTÜLENDi 14 AĞUSTOS 2011 TARİHİNDE ANIT MEZARIN PARÇALANDIĞI GÖZLENDi
1.5 Kayak Merkezi Türkiye de hem kayak yapılan hem de denize girilebilen tek kayak merkezi bu ocakların arasında tutunmaya çalışmaktadır.mermer ocaklarının doğayı yok eden,saldırısı sonuçu doğal güzellik yok olmuş, turizm potansiyeli büyük zarar görmüştür.kayak MERKEZİ ile kazanılan turizm bölgesi ruhu yara almıştır.bu nedenle bölgenin ivedi TURİZM ALANI ve DOĞAL TABİAT ALANI, ARKEOLOJİK SİT ALANI ilan edilmesini, KORUMAYA ALINMASINI diliyoruz. 1.6 TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi Ulusal bir gözlemevi kurulması ve bu gözlemevinin ülkemizdeki tüm gökbilimcilere hizmet vermesi fikri 1960'larda ilk kez İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nüzhet GÖKDOĞAN ve Ege Üniversitesi'nden Prof. Dr. Abdullah KIZILIRMAK tarafından gündeme getirilmeye başlanmıştı. Bu fikrin hemen destek bulmasından sonra ilk önemli adım, TÜBİTAK bünyesinde 1979 yılında "Uzay Bilimleri Araştırma Ünitesi" adı altında bir birimin kurulmasıyla atıldı. Bu ünite 1983'te "Ulusal Gözlemevi Yerseçimi Güdümlü Projesi" ne dönüştürülerek gökbilimcilerin uzun sürecek macerası başlamış oldu.
1991 yılında yeniden belirlenen TÜBİTAK Yönetimi DPT'ye sunulmak üzere TAD Başkanlığı'ndan 5 yıllık bir Ulusal Gözlemevi kuruluş projesi istedi. Hazırlanan proje 20 Temmuz 1991'de TÜBİTAK'a sunuldu. DPT'ye iletilen proje 1992-1996 yılları arasını kapsayan yaklaşık 7 Milyar TL bütçeli bir Ulusal Gözlemevi kuruluş projesi olarak başlamış oldu. 7-11 Eylül 1992 tarihlerinde İnönü Üniversitesi'nde yapılan 8. Ulusal Astronomi Toplantısı sırasında, bu projenin yürütücülüğüne Prof. Dr. Zeki Aslan'ın önerilmesine karar verildi. Zeki Aslan'ın hazırlayıp sunduğu, 1992 yılı için 541 milyon TL bütçeli, TBAG-DPT destekli bir yıllık proje, Ulusal Gözlemevi Kurulması adı altında 1 Ekim 1992'de yürürlüğe girdi. Gözlemevi kuruluş çalışmaları belirli bir aşamaya geldiğinde TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG) Kuruluş ve İşletme Yönetmeliği olarak 17.07.1995 tarihli ve 22346 sayılı Resmi Gazete'de yayınlandı. Ardından 6 Ekim 1995 tarihinde de ilk müdürü olarak Prof. Dr. Zeki Aslan atandı. 2500 m yükseklikte modern bir araştırma merkezi kurmak hiç de kolay olmadı. Saklıkent'ten gözlemevine yol açılması, elektrik hattının döşenmesi, teleskop ve hizmet binalarının yapılması, gözlemevinde çalışacak teknik, idari ve araştırmacı personelinin oluşturulması gibi önemli aşamalar birer birer aşılarak 5 Eylül 1997 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından TUG'un resmi açılışı yapıldı. TUG'un ilk teleskopu olan 40 cm çaplı T40 teleskopunda ilk ışık Ocak 1997'de, 150 cm çaplı RTT150 teleskopunda ise ilk ışık Eylül 2001'de alınarak gözlemevinde bilimsel gözlemler başlamış oldu. http://www.tug.tubitak.gov.tr/
SONUÇ: Doğaya yapılan bu acımasız, geleceği yok eden, ülke çıkarı gözetmeyen, doğal mirası yok eden saldırının durdurulmasını, Ortak yaşam ve kullanım(yol) alanlarının iyileştirilmesini istiyoruz.