AŞIRI BİRİKİM - FİNANSALLAŞMA İLİŞKİSİNİN 2008 KRİZİ BAĞLAMINDA ANALİZİ

Benzer belgeler
SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI SN. DOÇ. DR. TURAN EROL UN

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

Küresel Krizden Sonrası Reel ve Mali. Sumru Altuğ Koç Üniversitesi, CEPR ve EAF 14 Mayıs 2010

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar

5.21% -11.0% 25.2% 10.8% % Eylül 18 Ağustos 18 Eylül 18 Ekim 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş PARA PİYASASI LİKİT EMEKLİLİK YATIRIM FONU(KAMU) YILLIK RAPOR

Ekonomi Bülteni. 17 Ağustos 2015, Sayı: 23. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

TÜRKİYE EKONOMİSİ MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER (NİSAN 2015)

Grafik-4.1: Cari Açığın GSYH ye Oranı (%)

Küresel Kriz ve. Bekir Sıtkı ŞAFAK Sermaye Piyasası Kurulu

7.36% 2.9% 17.9% 9.7% % Temmuz 18 Nisan 18 Temmuz 18 Ağustos 18

FİNANSAL RİSKLER & KORUNMA YÖNTEMLERİ

Kıvanç Duru 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Programı Değerlendirmesi

Yeni yıla yüzde 13 seviyesinde başlayan işsizlik. Borsa İstanbul da işlem gören 10

Küresel Kriz Sonrası Türkiye de Finansal Sistem Bankacılık Sektörü

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

2010 OCAK AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

7.26% 9.9% 10.8% 10.8% % Mart 18 Şubat 18 Mart 18 Nisan 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

-2.98% -7.3% 19.7% 13.5% % Şubat 19 Ocak 19 Şubat 19 Mart 19

KAMU FİNANSMANI VE BORÇ GÖSTERGELERİ

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

7,36% 5,1% 15,4% 10,1% 87,1 57,1 2,7 17,75% Mayıs 18 Nisan 18 Mayıs 18 Haziran 18

ABD Eşik Altı (Subprime) Finans Krizi. Yrd. Doç. Dr. Cem Demiroğlu Koç Üniversitesi

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER

Bölüm 1 (Devam) Finansal Piyasalar & Kurumlar

IMF KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ

GENEL DEĞERLENDİRME TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

Ekonomi Bülteni. 27 Mart 2017, Sayı: 13. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

PAZAR BÜYÜKLÜĞÜ YATIRIM MALĐYETLERĐ AÇIKLIK EKO OMĐK VE POLĐTĐK ĐSTĐKRAR FĐ A SAL ĐSTĐKRAR

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

Ekonomi Bülteni. 15 Haziran 2015, Sayı: 15. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

RUS TÜRK İŞADAMLARI BİRLİĞİ (RTİB) AYLIK EKONOMİ RAPORU. Rusya ekonomisindeki gelişmeler: Aralık Rusya Ekonomisi Temel Göstergeler Tablosu

AB Krizi ve TCMB Para Politikası

CARİ AÇIK NEREYE KADAR?

FİNANSAL SİSTEM DÜZENLEMELERİ VE EKONOMİK BÜYÜME

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Nisan 2015

2012 SINAVLARI İÇİN GÜNCEL EKONOMİ ÇALIŞMA SORULARI. (40 Test Sorusu)


JAPON EKONOMİSİNİN ANA BAŞLIKLAR İTİBARİYLE ANALİZİ

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

ARALIK 2018-BÜLTEN 11 MARMARA ÜNİVERSİTESİ İKTİSAT FAKÜLTESİ AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KARMA BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

Ekonomi Bülteni. 5 Aralık 2016, Sayı: 47. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2010 OCAK MART DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

2010 OCAK NİSAN DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

ORTA VADELİ PROGRAM ( ) 8 Ekim 2014

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN GELİŞMELER VE 2011 YILI EKONOMİK BEKLENTİLERİ. Dr.Süleyman Yaşar. 17 Nisan 2011

Ekonomi Bülteni. 17 Ekim 2016, Sayı: 40. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2006 YILI EGE BÖLGESİ NİN 100 BÜYÜK FİRMASI

SERMAYE PİYASASI KURULU İKİNCİ BAŞKANI SAYIN DOÇ. DR. TURAN EROL UN KAMU ALTYAPI YATIRIMLARININ SERMAYE PİYASALARI ARACILIĞIYLA FİNANSMANI KONULU

2010 OCAK HAZİRAN DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

Bankacılık sektörü değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri

Döneminde Türk Bankacılık Sektörü

MENKUL KIYMETLEŞTİRME

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

Ekonomi Bülteni. 14 Kasım 2016, Sayı: 44. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

%7.26 Aralık

Ekonomi Bülteni. 15 Ağustos 2016, Sayı: 32. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Ekonomi Bülteni. 14 Aralık 2015, Sayı: 39. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2010 ŞUBAT AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

01/01/ /12/2008 DÖNEMİNE İLİŞKİN GARANTİ EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. BÜYÜME AMAÇLI HİSSE SENEDİ EMEKLİLİK YATIRIM FONU 12 AYLIK RAPORU

FİNANSAL PİYASALAR VE KURUMLAR. N. CEREN TÜRKMEN

II. MALİ SEKTÖRÜN GENEL YAPISI

Ekonomik Rapor 2011 I. MAKRO BÜYÜKLÜKLER AÇISINDAN DÜNYA EKONOMİSİNE GENEL BAKIŞ 67. genel kurul Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği /

31/12/2004 tarihli Bilanço (YTL) 31/12/2004 tarihli Gelir Tablosu (YTL) Varlıklar (+) 10,122,098.- Borçlar (-) -20,410.-

1-Ekonominin Genel durumu

BAKANLAR KURULU SUNUMU

5.21% 4.6% 21.6% 11.1% % Ekim 18 Eylül 18 Ekim 18 Kasım 18

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE EKONOMİSİ K. ÖNDER ERGÜN MALİYE UZMANI

Ekonomi Bülteni. 6 Şubat 2017, Sayı: 6. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

Ekonomi Bülteni. 2 Ocak 2017, Sayı: 1. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

KURUMLAR KISA ÖZET KOLAYAOF

Ekonomi Bülteni. 22 Mayıs 2017, Sayı: 21. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 23 Aralık 2015 Ankara

İçindekiler kısa tablosu

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

Ekonomi Bülteni. 27 Temmuz 2015, Sayı: 20. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

İZMİR TİCARET ODASI EKONOMİK KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ (OECD) TÜRKİYE EKONOMİK TAHMİN ÖZETİ 2017 RAPORU DEĞERLENDİRMESİ

GÜNLÜK BÜLTEN 23 Mayıs 2014

Ekonomide Hızlı Büyüme ve Balon. Hızla Şişmeye Başlayan Balon ve Zincirleme Krizler

Türkiye Ekonomisindeki Son Gelişmeler

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

ÜLKELERİN 2015 YILI BÜYÜME ORANLARI (%)

AÇIKLANAN SON EKONOMİK GÖSTERGELERDE AYLIK DEĞERLENDİRME RAPORU

HAFTALIK EKONOMİ RAPORU

-2.98% -10.0% 19.7% 13.5% % Ocak 19 Ocak 19 Şubat 19 Şubat 19 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER.

TÜRKĠYE DÜNYANIN BOYA ÜRETĠM ÜSSÜ OLMA YOLUNDA

Genel Görünüm. ABD, Euro Bölgesi, İngiltere ve Japonya merkez bankaları da kısa dönemde faiz artırımı yapmayacaklarının sinyalini vermişlerdir.

Transkript:

Ekonomik Yaklaşım, Cilt : 21, Sayı : 77, ss. 1-48 AŞIRI BİRİKİM - FİNANSALLAŞMA İLİŞKİSİNİN 2008 KRİZİ BAĞLAMINDA ANALİZİ Mustafa DURMUŞ Özet 2008 krizi, kapitalizmin tarihinde Büyük Depresyon dan bu yana görülmüş en derin krizdir. Nisan 2009 dan bu yana zayıf da olsa toparlanma işaretleri mevcut olsa da yığınsal işsizlik, devasa bütçe açıkları, kamu borç stoklarındaki büyük çapta artışlar, finansal sektördeki kredi kurumasının henüz tamamen çözülememiş olması ve türev araçların barındırdığı risklerin devam etmesi gibi faktörler toparlanmanın önünde ciddi engeller oluşturmaktadır. Mevcut krizin diğer krizlerden ayrılan en önemli yanı, finansallaşmanın bu krizin tetiklenmesinde oynadığı roldür. Teminatlı Borç Yükümlülükleri (CDO) biçimindeki menkul kıymetleştirme, Kredi Riski Swap ları (CDS) gibi yeni türev araçlar ve hedge fonlar, hem çok büyük risklerin oluşmasında, hem de bu riskin transfer edilerek dünya çapında yaygınlaşmasında çok etkili olmuştur. Diğer taraftan, finansal krizi gerçekte bir semptom olarak görmek gerekir. Finansal kriz, 1960 ların sonlarından bu yana, giderek büyüyen kapitalist aşırı birikim, aşırı kapasite yatırımları, aşırı üretim ve beraberinde kâr oranlarının giderek düşmesinin ve uzatılmış bir durgunluğun bir sonucudur. Giderek finansallaşan ABD ekonomisinin canlılığını koruyabilmesi için 2000 yılındaki Wall Street borsa balonu ve mortgage balonu gibi balonlar yaratılması gerekli olmuş ve akabinde bu son balonun patlaması krize yol açmıştır. Anahtar sözcükler: Kriz, finansallaşma, aşırı birikim, kar oranı, türev araçlar JEL Sınıflaması: E44, E69, G01, H12, O10. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F., Maliye Bölümü.

2 Mustafa DURMUŞ The Analysis of Overaccumulation-Financialisation Relationship in Context of the 2008 Financial Crisis Abstract 2008 crisis is the deepest crisis of capitalism since Great Depression. Although there have been some signs of weak recovery since April 2009, huge unemployment levels, tremendous budget deficits, remarkable increases in public debt stocks, continuing credit crunch problems and existing risks of derivatives threaten any economic recovery that might actually begin. The distinctive character of the current crisis is the triggering role of financialisation in this crisis process. New derivatives instruments of securitisation like collateralized debt obligations (CDO), credit default swaps (CDS) have created huge risks and then so-called hedge funds have spreaded these risks globally. However the current crisis is only a symptom. In fact, current financial crisis is the unavoidable result of the excess accumulation of capital, excess capacity investments, over production and associating diminishing profit rates and stagnation that have prevailed in most capitalist economies since the end of 1960s. Thus, it was necessary to create bubbles like 2000 Wall Street Stock bubble and 2008 housing bubble to keep the American economy going. However, the crash of the housing bubble after a while has led the collapse of the subprime mortgage market then a global crisis. Keywords: Crisis, financialisation, over accumulation, profit rate, derivatives JEL Classification: E44, E69, G01, H12, O10. Giriş 2008 krizi, 1929 1933 küresel krizinden bu yana görülmüş en derin krizdir. Kapitalizmin merkezi Amerika Birleşik Devletleri nde ortaya çıkmış ve sadece üç hafta içinde başta Avrupa olmak üzere tüm dünyaya yayılmış, finansal sektörü bütünüyle çökertmiş, dünya bankacılık sistemini felç etmiş ve daha önce görülmemiş boyutta bir kredi kuruması yaşanmasına neden olmuştur (Durmuş, 2010a: 11). Finansal sektörde başlayan kriz hızla reel sektöre sıçramış ve kapitalist dünyayı, Büyük Depresyon dan bu yana görülen en derin resesyona sürüklemiştir. Gelişmiş ve az gelişmiş tüm kapitalist ülkelerde ekonomik büyüme oranları hızla

Aşırı Birikim Finansallaşma İlişkisinin 2008 Krizi Bağlamında Analizi 3 düşmüş, işsizlik devasa boyutlara ulaşmış, insanlık genel olarak ciddi bir refah kaybına uğrarken, yoksulluk hızla artmıştır. İnsanlar sadece işlerini değil, çöken finansal piyasaların aracı haline getirilmiş olan evlerini ve sosyal güvenlikleri bağlamında geleceklerini de kaybetmişlerdir. Fannie Mae, Freddie Mac ve AIG gibi dev kredi kuruluşları, bankalar ve sigorta şirketleri devlet müdahaleleriyle iflastan kurtarılırken, Lehman Brothers, Bear Stearns a ait iki adet hedge fon batmış ve başta menkul kıymetler borsası olmak üzere sermaye piyasaları çökmüştür. Öyle ki, birkaç yüz milyar ABD doları olarak hesaplanan ABD eşik altı kredi ve menkul kıymetler piyasası riskinin, dünya çapında trilyonlarca ABD doları büyüklüğünde bir reel hâsıla kaybı ve borsa çöküşüne neden olduğu bilinmektedir. Bu hesaba 2010 Mayıs ından bu yana kriz nedeniyle ortaya çıkan kamu gelirlerindeki azalma ve krize karşı uygulanmakta olan mali ve finansal teşviklerin neden olduğu bütçe açıkları ve kamu borç stoklarındaki artışların neden olduğu ilave riskler dâhil edilmemiştir (Durmuş, 2010a: 78 83). 2009 yılının ikinci çeyreğinde ortaya çıkan bazı göstergeler krizden yavaş yavaş da olsa çıkılmakta olduğu yönünde iyimser görüşlerin dillendirilmesine neden olmuştur. Bu iyimserliğin nedeni, dünya borsalarındaki yukarı doğru çıkış, bazı bankaların açıkladığı yüksek karlar, kapasite kullanım oranlarında önceki çeyreğe göre küçük iyileşmeler ve ABD deki işsizlik artışının yavaşlamakta olmasıydı. Diğer bazı göstergeler ise toparlanmanın yavaş ve tembel olacağını, yüksek bir enflasyon riskini ve hatta çift dipli (W biçimli) bir gelişim yaşanabileceğine işaret etmekteydi. Bir çok ana akım iktisatçısına göre istikrarlı, hızlı bir toparlanma henüz bir hayaldi ve bu kriz sonrasında, 1929 krizindeki gibi bir depresyona gidilmeksizin toparlanma sürecine girilmesinin nedeni metropol kapitalist ülkelerin uygulamakta oldukları büyük çaptaki finansal kurtarma paketleri, teşvik paketleri ve bugüne kadar görülmemiş düzeyde piyasalara likidite aktarmalarıydı. Ancak böyle bir müdahalenin büyük bir bedeli olacaktı. Kriz nedeniyle kamu gelirlerinin (temelde vergi gelirleri) ciddi oranda düştüğü bir anda, özel sektörün riski devlet müdahaleleriyle toplumsallaştırıldığında, özel sektörün çöküşünü önlemek mümkün olsa da, bu bir bütün olarak ulusu iflas tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecekti. Kasım 2009 da Dubai de ve ardından 2010 baharında Yunanistan da olanlar bu durumu teyit etmektedir. AB ülkeleri ve IMF sağlayacakları 110 milyar avroluk destek karşılığında hali hazırda beşte biri yoksulluk sınırının altında geçimini sürdüren Yunan emekçilerini çok ağır kemer sıkma politikalarıyla karşı karşıya bırakmıştır. Yabancı kreditörler, ancak böyle kemer sıkma politikaları uygularsa Yunanistan ın borçlarını çevirebileceğini açıklamışlardır. Yani, Yunanistan geçmişte üçüncü dünya ülkelerinin ödedikleri bedeli ödemeye başlamıştır. Buna rağmen, Yunanistan ın kurtarılmasıyla konu kapanmamıştır. Bugün Avrupa bankalarının

4 Mustafa DURMUŞ Avrupa nın bazı çeper ülkelerindeki yüksek düzeyde riskli alacaklarından yola çıkılarak Portekiz, İspanya ve İrlanda ekonomilerinin çökme tehlikesinden söz edilmektedir. Ayrıca, bu ülkelerdeki kamu borç stoku düzeyinin %100 lere ulaşması tehlikenin boyutlarını daha da büyütmektedir. Avrupa bölgesinin dışındaki metropol kapitalist ekonomiler ise teknik olarak resesyondan çıkmış, ya da çıkmakta olsalar da, sözü edilen toparlanma zayıf, hassas ve istikrarsız bir niteliktedir (Choonara, 2010). Öyle ki, Krugman (2010), mevcut durumun bir iktisadi toparlanmadan ziyade kalıcı bir durgunluk ve yüksek işsizlik durumu olduğunun ve ABD deki durgunluğun uzun süreli bir hal alacağının ve Japonya da yaşanandan daha kötü olacağının altını çizmektedir. Aşırı birikim aşırı üretim ve finansallaşma ve kriz ilişkisinin 2008 krizi üzerinden analiz edildiği bu çalışmanın birinci bölümünde aşırı birikim, aşırı kapasite yatırımları ve azalan kâr oranları eğilimi sorunsalından hareketle, krizin kapitalist üretim tarzından kaynaklanan nedenleri, Marxist Azalan Kâr Oranları Eğilimi Yasası çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu bölümde ayrıca Neo-Marxist Durgunluk Tezi ile ilişkilendirilmiş bir biçimde durgunluğu aşmada finansallaşma çözümü ve bunun neden olduğu finansal istikrarsızlık tartışılmaktadır. İkinci bölümde, kapitalizmin finansallaşması ele alınmakta, bu bağlamda 19.yy daki finans sermaye ile günümüzdeki finans sermaye arasındaki farklılıklar irdelenmektedir. Bu bağlamda, finansallaşmanın ölçütleri ve bugünkü boyutları, finansallaşma ve onun özgün bir yanı olarak menkul kıymetleştirme ve türev piyasaların gelişimi ile 2008 krizi arasındaki bağlantı incelenmektedir. Böylece, finansallaşma olgusu; tanımı, tarihsel gelişimi, nedenleri, ölçütleri vb. boyutlarıyla ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde bir finansallaşma balonu olarak ABD deki eşik altı konut kredilerinin (mortgage) menkul kıymetleştirme şeklindeki türev araçlarla 2008 krizini nasıl tetiklediği irdelenmektedir. Sonuç bölümünde ise, karlılık-kriz-sermaye yitimi bağlamında çalışmanın ana bulguları özetlenmektedir. I- 2008 Finansal Çöküşünün Ardındaki Gerçek: Kapitalist Aşırı Birikim- Düşen Kâr Oranları ve Durgunluk 2008 yılında kendisini kredi kuruması olarak gösteren finansal kriz ya da çöküş, aslında bir semptomdur. Bu kriz, mal ve hizmetlerin üretimi ve bölüşümüne kalıcı ve yok edici çatışmalar dokuyan bir ekonomik sistemin kendi bağrında bulundurduğu uzlaşmaz çelişkilerinin bir semptomudur (Durmuş, 2010a: 173).

Aşırı Birikim Finansallaşma İlişkisinin 2008 Krizi Bağlamında Analizi 5 Çünkü kapitalist üretimin kâr için rekabetçi yapısı, üretimde anarşiye neden olur. Genişletilmiş yeniden üretim olarak pazara çıkıldığında, böyle bir üretim anarşisine bu kez de pazar anarşisi eklenir. Bu üretim ve pazarlama süreci sürekli genişlemek durumundadır, zira artı değeri realize etmek ve böylece de kârı ve sonrasında yeni yatırımları gerçekleştirmek gereklidir. Zira artı değer kârın, kâr da genişletilmiş kapitalist üretimi sürdürmek için gerekli olan yeni yatırımların, dolayısıyla da sermaye birikiminin temel kaynağıdır. Diğer yandan, bu gelişme sermaye yoğunluğunun artmasına (sermayenin organik bileşimi) ve böylece kâr oranlarının azalma eğilimine girmesine neden olur ki, bu da üretim tüketim dengesini bozar ve bir aşırı üretim durumu ortaya çıkar (Marx, 1863; 505 522). A. Kapitalist aşırı birikim-kâr oranları krizi 2008 finansal krizi patlak verdiği sırada ABD de otomotiv sektöründe, özellikle de sektörün üç büyüklerinden General Motors (GM) şirketi ile ilgili olarak ortaya çıkan gelişmeler, bu krizin sadece reel üretim üzerinde önemli etkileri olmadığını, aynı zamanda reel üretimden kaynaklanan çok ciddi nedenleri olduğunu ortaya koymuştur. General Motors şirketi, kapitalizmin geçtiğimiz 70 80 yılının dünyadaki en büyük otomotiv tekelidir. Mart 2009 tarihi itibariyle 80 milyar ABD dolarını aşan varlık değeri ile ABD nin tarihi boyunca en büyük sınaî tekeli ve şu ana kadar iflas eden en büyük dördüncü şirketidir. Bu dev tekelin iflas başvurusunda bulunması ve ABD Hükümetinin vakit geçirmeksizin bu dünya devini kurtarabilmek için 60 milyar ABD dolarlık bir müdahale planı ile bu şirketi batmaktan kurtarması, kapitalist devletlerin sınıfsal temelleri konusunda olduğu kadar, yaşadığımız krizin kapitalist üretim tarzının uzlaşmaz çelişkileri ile ilgili gerçekleri gözler önüne sermektedir. Gerçekte otomotiv sanayi krizi sürpriz değildir. 2008 finansal çöküşü ve kredi kuruması krizi tetiklemiş olsa da, aslında otomotiv sanayi gibi bazı sanayiler uzunca bir zamandır aşırı sermaye birikiminden, aşırı kapasite yatırımlarından, dolayısıyla da aşırı üretimden kaynaklanan bir kâr oranları azalması sorunu yaşamaktaydı. Örneğin, GM nin kriz öncesi borcu 174 milyar ABD dolarını bulmuştu. Sadece 2007 yılındaki zararı 39 milyar ABD dolarıydı. Yıllardır satışları düşüyordu. Sadece 2008 yılında bu satışlar % 40 civarında azalmıştı (PWC, 2008). Diğer bir dev tekel olan Chrysler in ise toplam 17 milyar ABD dolarlık kısa vadeli borcu vardı ve satışları 2008 yılında % 50 dolayında düşmüştü (Durmuş 2010a: 191 193). Aşırı üretim sorunu sadece ABD ile de sınırlı değildir. Resmi verilere göre dünya otomotiv sektöründe 20 milyon araçlık bir atıl kapasite, yani aşırı

6 Mustafa DURMUŞ sermaye yatırımı mevcuttur. Bu dünya çapında % 40 lık bir atıl kapasite demektir (PWC, 2009: 8). Dünyadaki her dört otomobilden birinin üretildiği Kuzey Amerika da son on yılda, dev tekeller daha fazla kâr için aralarında sürdürdükleri sert rekabet nedeniyle, aşırı kapasite yatırımları yapmaya yöneldiler. Bu, Marx ın öngördüğü gibi, kullandıkları işgücüne (değişken sermaye) göre sabit sermaye oranının sermayenin organik bileşiminin artmasına ve beraberinde de kâr oranlarının azalmasına neden oldu. Son krizde bu firmalar % 30-40 lar gibi çok düşük fiili kapasite kullanım oranlarıyla üretim yapmak durumunda kaldılar. Marksist kriz teorileri perspektifinden aşırı sermaye birikimi - aşırı sermaye yatırımları ve aşırı üretim kriz ilişkisi Kapitalist sistemde üretim, insan ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, kâr için yapılmaktadır. Bu nedenle, eğer kârlı değilse kanser ve AIDS araştırmaları ya da sanatsal faaliyetler gibi insan ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli üretim yapılmazken (Stiglitz, 2000; 76) silah ya da mücevher gibi insanların gerçekte ihtiyacı olmayan, ancak kârlı olan pek çok şey üretilir. Üretimin çok büyük kısmını kontrol eden dev çok uluslu tekellerin kâr için aralarındaki sert rekabete girişmeleri bu şirketleri plansız bir biçimde aşırı kapasite yatırımları yapmaya yöneltir (Durmuş,2010a: 173). Yani, kapitalistlerin, kalite ve fiyat riskleri nedenleriyle hiçbir zaman teknolojik olarak sanayi normlarının gerisinde kalmak istememeleri, kapitalist işletmelerde düzenli olarak, emek tasarrufu sağlayan makineler ve en yeni teknolojilerin istihdamına, dolayısıyla da aşırı kapasite yatırımlarına yönelmeye yol açar. Bu gelişme, işletmelerin kullandıkları işgücüne göre sabit sermaye oranının (sermayenin organik bileşiminin / otomasyonun) artmasına neden olur. İşçi başına daha fazla sermaye kullanılması anlamına gelen bu durum, sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesiyle gerçekleşirken, sermaye yoğun teknolojik gelişmeler ve kapitalistler arasındaki rekabetle bu eğilim daha da tetiklenir. Sermayenin organik bileşimindeki artış ise, sömürü oranı artırılamıyorsa, uzun dönemde kâr oranlarının düşme eğilimine girmesine neden olur 1. Bu düşüşün önüne geçebilmek için artı-değerin artırılması gereklidir. 1 Marx, sermayeyi değişken sermaye (işgücü: v) ve sabit sermaye (fiziki yatırım malları: c) olarak ayırır. Karın (s) kaynağı ise sadece artık-değerdir. İşçinin ücreti anlamına da gelen (v) işgücünün kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan asgari geçimlik düzeyince belirlenirken, artı-değerin (s) tek kaynağı emektir. Artı-değer, işçi başına üretilen değer/hâsıla ile geçimlik-asgari ücret arasındaki fark olarak hesaplanır ve karın da tek kaynağıdır. Marx buradan yola çıkarak sömürü oranını artı değerin ücret

Aşırı Birikim Finansallaşma İlişkisinin 2008 Krizi Bağlamında Analizi 7 Kârın tek kaynağının artı-değer yaratan emek olması, buna karşılık otomasyon biçiminde sermaye artışının üretimde kullanılan işçi sayısını azaltması emek üzerinden yaratılan artı-değerin ya da kâr fırsatının azalması demektir. Kârlılığı azalan kapitalist diğer kapitalistlerden gelen rekabet karşısında işçisini daha verimli çalıştıracak ve işgücü maliyetlerini düşürecek yeni teknolojilere yönelmek zorunda kalır. Bu ise üretim kapasitesinin, tüketici piyasalarının fiilen emebileceğinin çok üstüne çıkmasına yol açar (atıl kapasite) (Bond, 2009). Diğer yandan maliyetleri düşürmek için, bir yandan işçi çıkartılırken, diğer yandan ücretler baskılanır. Bu da bir kısır döngü yaratır: İşsiz kalan ve/veya ücretleri baskılanan işçiler piyasaya çıkan malları yeterince satın alamaz. Kâr sadece satışla realize edilebildiğinden, kâr için üretim yapan kapitalist işletmeler kâr oranları giderek azaldığında giderek daha az reel yatırım yaparlar. 1929 ve 2008 krizleri sırasında olduğu gibi çok düşük fiili kapasite kullanım oranlarıyla üretim yapmak durumunda kalırlar. Bu durum, vardiyaların iptal edilmesine, fabrikaların kapanmasına, ürün genişletme planlarının ertelenmesine ve yeni yatırımların iptal edilmesine, kitlesel işçi çıkarımlarına neden olur. İktisadi büyüme yavaşlar, hatta ekonomiler fiilen küçülür ve resesyona girerler. Bu süreci yavaşlatan eğilimler de söz konusudur. Bu eğilimlerden başlıcaları sermayenin kendisini çevirme hızındaki artış, otomasyonun iş sürecini hızlandırması, finansallaşmanın derinleşmesi, hızlanması ve kredi sisteminin genişlemesidir. Ancak bütün bu karşı eğilimler, belirleyici durumdaki dinamikleri sürekli olarak engelleyemez. Ayrıca tüketici kredileri biçiminde tüketicilerin borçlandırılmasının da bir üst sınırı mevcuttur. Bu tespit son 40 yıldır gelişmiş kapitalist ekonomilerdeki kâr oranlarındaki gelişim ile doğrulanabilir. Aşağıdaki Grafik 1 özellikle 1950 li yılların sonundan itibaren başta ABD de olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerde kâr oranlarının düşmekte olduğunu ve son 40 yıldır bu oranların 1960 lar düzeyini yakalayamadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, Kliman (2009) a bakıldığında, Büyük Depresyon boyunca süratle düşen, ardından 2. Dünya Savaşı yıllarında toparlanan kâr oranlarının, 1941-1956 döneminde ortalama % 28 civarında olduğu görülür. 1958 1980 döneminde bu oran ortalama % 20 lere, 1981 1984 döneminde % 14 e ve 2001 yılına gelindiğinde % 12 ye kadar gerilemiştir. 2001 2008 arasında yükseliş olsa da (2006 da % 25), bunun nedeni sürdürülebilir bir kârlılık değil, varlık balonları olmuştur. 2008 yılında ise bu oranlar % 18 e düşmüştür. 2000 lerdeki kârlılık sıçramalarına rağmen ABD kurumsal sektöründe gerçekte bir sürdürülebilir kâr toparlanması yaşanmamıştır. içindeki payı olarak hesaplar (s/v) (Marx, 1867). Böylece, özel yatırımların belirleyicisi ve kapitalist ekonominin barometresi durumundaki kar oranı şöyle formüle edilebilir: r = (s / v) / 1 + (c / v).

8 Mustafa DURMUŞ Grafik 1: ABD ve Avrupa da Kâr Oranlarının Gelişimi 30 28 26 24 22 20 18 16 14 12 10 1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 Kaynak: Michel Husson, (July 2010). The debate on the rate of profit, http://internationalviewpoint.org, (Erişim tarihi: 18. 07 2010). Aşırı kapasite yatırımı, aşırı üretim ve kâr oranlarının düşmesi sorunu sadece 2008 kriziyle ortaya çıkmış bir sorun değildir. Örneğin hem 1870 lerde başlayıp 19.yy ın sonuna kadar aralıklı olarak devam eden ilk küresel kriz ve 1929 33 krizi bu tür yapısal sorunlarla ortaya çıkmış krizlerdir. O dönemde yapılan araştırmalara göre, kriz öncesinde aşırı birikim ve aşırı üretim durumu, ekonominin temel sektörlerinde ciddi bir biçimde ortaya çıkmıştı: Nisan 1929 da ABD deki otomobil firmalarının üretim kapasitesi yılda 8 milyon araçtı. O günden beri kapasiteler artırıldı. Mamafih 1929 yılında tüm dünyada satılan araç sayısı sadece 6.295.000 adet yeni araç oldu. Amerikan ayakkabı fabrikaları yılda 900.000.000 ayakkabı üretebilecek bir kapasiteye göre donandılar, buna karşılık biz yılda sadece 300.000.000 civarında satın alıp kullanıyoruz (yani kişi başına 2,5 çift ayakkabı). Savaş dönemi boyunca ülkenin her tarafında kömür madenleri açıldı, öyle ki yılda 600.000.000 ton civarında bir talep vardı. Savaş sonrasında ise bu talep 100.000.000 tona düştü.

Aşırı Birikim Finansallaşma İlişkisinin 2008 Krizi Bağlamında Analizi 9 Kayan talep ve beraberinde gelen atıl kapasite nedeniyle, sanayi devriminin beşiği İngiltere de 15 Haziran 1930 tarihindeki (kriz sırasındaki) durum şöyleydi: 200.000 kömür ocağı işçisi işsiz kaldı (ülke bütününde 2 milyon insan işsiz). Almanya daki işsiz sayısı 2,8 milyon ve yeni yıla kadar bu 5 milyonu bulacak. Avusturya gibi küçük bir ülkede dahi işsiz sayısı 300.000 dolayında. Bunun tek istisnası Fransa idi. Fransa kitle üretimine, büyük sınaî tesislere bel bağlamadı, küçük işletmeler, köylülük, el emeğinin yaygınlığı onun aşırı üretim sorunuyla karşılaşmasını önledi. ABD de ise otomotiv üretimi 1929 a göre % 33 düştü ve fabrikalar çok küçük kapasitelerle çalışıyorlar. ABD de günde 4 milyon varillik bir talebin olmasına karşın, hali hazırda günde 5.950.000 varil üretilmektedir. New Jersey deki Standart Oil Co. nun açıklamasına göre bu % 48 atıl kapasite demektir. Öyle bir atıl kapasite mevcut ki petrol stokları 300.000.000 varil civarında. Tabi ki bu da fiyatların dolayısıyla da karların azalmasına neden olmaktadır. Ortalama % 3,5 kar marjı ile çalışan petrol sektörünün karı 1927 yılında % 1 e geriledi. Yün üretim kapasitesi 656 milyon ABD dolarlık bir fiili üretime karşılık 1,7 milyar ABD dolarlık bir yatırımla donatıldı (Case, 2009). B. Uzun süreli durgunluk (stagnasyon) tezi Finansal krizlerin ardında yatan etmenin, kapitalist üretim tarzının çelişkileri olduğundan hareket eden, böylece de finansallaşmayı, hem kapitalizmin krize yol açan sorunlarına karşı bir çözüm, hem de kriz yaratan bir aşama olarak niteleyen bir diğer tez Neo-Marksist Durgunluk Tezi dir. Bu tezin bakış açısıyla, uzun dönemli tarihsel perspektiften 2008 kriziyle ortaya çıkan olaylar genel bir finansallaşma krizinin semptomu olarak ele alınabilir. Finansallaşmanın ardındaki faktör ise uzun süreli durgunluk olgusudur. Pek çok yorumcuya göre, ABD ekonomisi dev bir ucuz kredi balonundan oluşmakta ve bu balonlar birbirini izlemektedir. Hane halkı borcu, harcanabilir şahsi gelirin % 133 üne çıkarken, finansal kurumların borçları tavan yapmıştır. Ayrıca finans dışı kurumsal sektör ve kamu kesiminin borçları de giderek artmaktadır (Roach, 2007). GSYH nın % 300 ünün üzerine çıkan bu toplam (kurumsal-bireysel ve kamusal) borç stoku bir yandan ekonomiyi canlı tutarken, diğer yandan da istikrarsızlığı artırmıştır. Görüldüğü gibi, bu bakış açısından bugünkü aşama, kapitalizmin finansallaşması aşamasıdır ve finansal sermaye üretime hizmet eden ikincil bir pozisyondan, onu belirleyen birincil bir pozisyona geçiş yapmıştır. Sermaye birikim sürecinin bu şekilde finansallaşması konusu, ilk olarak Büyük Depresyona karşı bir yanıt biçiminde Durgunluk (Stagnasyon) Tezi adı altında A. Hansen tarafından irdelenmiş ve daha sonra, 1966 yılında Baran ve

10 Mustafa DURMUŞ Sweezy tarafından, yazarların Monopoly Capital (Tekelci Sermaye) adlı eserlerinde ele alınmıştır (Magdoff, 1967; 148). Yazarlara göre finansallaşma, reel ekonomideki durgunluğa karşı bir yanıttı, modern sanayinin ekonomik artık üreten kapasitesini dengelemeye yarıyordu ve hem istihdam üzerindeki doğrudan etkileri, hem de varlık değerlemesiyle yaratılan talep üzerindeki teşvik edici etkisiyle (servet etkisi: finansallaşma sayesinde artan varlık fiyatları nedeniyle gelirden bağımsız olarak tüketim eğiliminin artması) dolaylı olarak durgunluğun giderilmesine yardımcı oluyordu. Dikkat edilirse bu tez, ekonomik durgunluğun, sadece döngüsel, ancak kendi kendini düzeltici bir olgu olduğu ve er ya da geç tam bir toparlanma şeklinde kendisini göstereceği ve büyümenin normal yörüngesine gireceği şeklindeki ortodoks görüşü reddetmektedir. Tam tersine, yazarlara göre, ABD, Japonya, Avrupa gibi olgun ekonomilerin normal görüngüsü hızlı büyümeden ziyade uzun süreli durgunluk halidir. Bu perspektiften, bugünkü periyodik krizler, kapitalizmin hızlı gelişimindeki geçici duraksamalardan ziyade, sermaye birikimi üzerindeki ciddi olarak artmakta olan uzun dönemli kısıtları işaret etmektedir. Teze göre, kapitalist ekonomiler büyümeyi sürdürebilmek için, sürekli artmakta olan ekonomik artığı emebilecek yeni talep kaynakları bulmak zorundadırlar, yoksa büyüyemezler. Diğer taraftan artan verimliliklerle sürekli büyüyen bu ekonomik artığın yeni karlı yatırım alanlarına yöneltilmesi, yeni yatırım alanları bulmanın güçlüklerinden dolayı, giderek zorlaşır. Baran, Sweezy ve Magdoff 2. Dünya Savaşı sonrasında yaptıkları çalışmalarda, kapitalist ekonomilerin ekonomik artığı yeniden üretim alanlarına yönlendirmesindeki yetersizliklerinin nedenlerini şöyle açıklamaktadırlar: - Olgun ekonomilerde, temel sınaî yapının yeni baştan kurulmasına gerek yoktur, sadece yıpranan kısımlar yenileme yatırımlarıyla tamir edilir. - Otomobil gibi çığır açıcı, ekonomiyi ciddi dönüşümlere uğratabilen yeni gelişmeler her zaman mümkün değildir. Öyle ki bilgisayarlar ve internet dahi önceki dönüştürücü teknoloji gibi ekonomi üzerinde yeterince teşvik edici bir etkiye sahip olamamıştır. - Gelir ve servet eşitsizliğinin daha da büyümesi ve bu eğilimin giderek artması yoksulların tüketim taleplerini kısarken, zenginlerin fonlarını reel mal ve hizmetler sektöründen giderek daha spekülatif faaliyetlere yatırmalarına, bu da atıl kapasitenin büyümesine ve yeni yatırımların azalmasına neden olmaktadır.

Aşırı Birikim Finansallaşma İlişkisinin 2008 Krizi Bağlamında Analizi 11 - Tekelleşme (oligopolleşme) süreci kapitalist sistemin dinamizminin ve esnekliğinin temeli olduğu kabul edilen fiyat rekabetinin zayıflamasına hatta giderek yok olmasına neden olmaktadır (Foster, 2008). Geçmişte, kapitalist ekonomilerin temel sürükleyicisi, özel sektörce yapılan net sabit sermaye yatırımlarıydı, çünkü bunlar ekonomik artığı emiyorlardı. 1960 ların Altın Çağ ını yaratan ve koruyan şey askeri nitelikteki kamu harcamalarının yanı sıra net özel sabit sermaye yatırımlarının yüksek düzeyi idi. 1970 ler, 1980 ler başı ve 1990 ların sonu gibi istisnalar dışındaki dönemlerde bu tür yatırımlar net bir şekilde azalmıştır. Bu da yeni kârlı yatırım arayışı içindeki ekonomik artığın emilmesi konusundaki yetersizliğin bir göstergesidir. Bu düşüş aynı zamanda reel sektördeki derinleşen resesyonun da bir belirtisidir. Özel sektör net sabit sermaye yatırımlarının yetersizliği ve bir kaç on yıldır kamunun sivil harcamalarının düşüklüğü bağlamında işlerin daha da kötüleşmesini önleyen şey dev gibi büyüyen finans sektörü (FIRE) olmuştur. Finans sektörü ekonomik fonların değerlenebilmesi açısından ciddi bir imkân yaratmıştır. Ayrıca, ekonominin bu üretken olmayan sektöründe yaratılan yeni istihdam imkânları ve varlık değerlemesi dolaylı olarak efektif talebin artmasına katkıda bulunmuştur. Finansın eski günlerinde finans, reel üretim sektörünün mütevazı bir yardımcısıydı. İş döngüsünün son aşamasında spekülatif fazlalar yaratırdı. Kural olarak da bu son aşamalar kısadır ve ekonominin işleyişi üzerinde ve yapısında kalıcı etkilere sahip olmaz. Tam tersine, son yıllarda, finansal sektör bağımsızlaşmaya başladı ve bu aşırı canlanma (overheating) döneminde değil, yüksek durgunluk döneminde oldu. Bu yüksek durgunluk aşaması, askeri harcamalara yönelmiş kamu ekonomisinin neden olduğu bir özel sektör yatırımlarındaki gerçek bir durgunluk aşamasıdır. Yani bu aşamada özel sektör hala kârlıdır, ama genişlemek için artık bir güdüye sahip değildir. Ancak, şirket sahiplerinin işleri gayet iyi olduğundan ve bu sermayedarlar her zaman sermayelerini büyütme arzusu içinde olduklarından, paralarını finansal piyasalara akıttılar. Buna finansal sektörün yanıtı, bu büyük miktarları karşılayabilecek, çekici finansal araçlar sunmak oldu. Bu süreç 1970 lerde başladı ve 1980 lerde kalkışa geçti. 1980 lerin sonunda, üretim sistemi ve onun mütevazı yardımcısından oluşan eski ekonomik yapı ortadan kalkmaya ve yerini devasa büyüyüp, giderek özerkleşen bir finansal sermayenin üretim sisteminin üzerine oturması ve onu yönlendirmesi biçiminde yeni bir yapılanmaya bıraktı (Sweezy, 1995; 8 9). Bu bakış açısından, tekelci finans sermaye aşamasındaki kapitalizm, durgunluğun en kötü yönlerinden kaçınabilmek için giderek kredi borç balonları yaratmaya bağımlı bir hale gelmiştir. Daha önemlisi, finansallaşma sürecindeki hiçbir şey bu fasit daireden kurtulabilmek için bir çıkış yolu sunmamaktadır. Bugün

12 Mustafa DURMUŞ kapitalist sistemin merkezi ABD de, yedi yılda üst üste ortaya çıkan iki balon patlağı, ardında derin bir durgunluğun yattığı bir finansallaşma krizine işaret ediyor, ama bu tuzaktan açık bir çıkış da mevcut değildir, hatta daha şişirilmek için başka balonlar önümüzde beklemektedir. Bir başka anlatımla, giderek finansallaşan kapitalist rejimde, ekonomi esas olarak varlık balonlarıyla ayakta durur (Bellofiore ve Halevi, 2009). Kapitalizmin küresel olarak finansallaşmasının gelişimindeki liderlik rolü; hem böyle balonlar yaratma gücü hem de 1980 lerden itibaren dünya efektif talebi için katalizör konumuna gelmesi ve ABD dolarının rezerv para olması nedeniyle, ABD ye aitti. Ancak böyle bir finansallaşmış büyüme tarzı, sürdürülebilir nitelikte hızlı bir ekonomik büyüme yaratamazdı ve finansallaşma periyodik olarak patlayan, durgunluğu da giderek su yüzüne çıkartan daha büyük balonlara neden olmuştur. Diğer taraftan, Finansallaşma Tezi adı altında Palley, finansallaşmanın, yarattığı iş döngüsünün istikrarsızlığından hareketle, uzatılmış bir durgunluğa neden olabileceğini ileri sürer. Reel ücretlerin baskılanması ve artan gelir dağılımı adaletsizliğinin nedeni ise finansal sektörün yarattığı yeniden bölüşüm ilişkileridir. Borç finansmanına tapınma, ekonomiyi, finansal balonlardan gelecek olan olumsuz etkilere daha da açacaktır. Finansallaşma ekonomiyi borç deflasyonuna ve uzatılmış resesyona sürükleyebilir (Palley, 2007; 8 11). Nitekim 1990 yılında Japonya da gayrimenkul borsa piyasası varlık balonu patladığında bu gerçekleşmiştir. Ancak, finansallaşmanın bu denli önemli hale gelmesi bizi yanıltmamalıdır. Gerçek sorun, üretimden kaynaklanan bir sınıfsal sömürüde yatmaktadır. Bu bağlamda finansallaşma yalnızca sermaye birikimini olumsuz etkileyen hastalığa karşı bir tazmin etme yoludur. Marx, Kapital de bunu şöyle ifade eder: Politik ekonominin yüzeyselliği, kredi genişlemesi ve daralmasını sınaî döngünün periyodik düzeltmelerinin bir nedeni olarak görmesinde ortaya çıkar. Oysa finansallaşma, sınaî döngüdeki gelişmelerin sadece bir semptomudur (Foster, 2008). C. Kapitalist aşırı birikim sorununa karşı çözümler: Küreselleşme, askeri harcamalar ve finansallaşma Aşırı kapasite yatırımlarının yapıldığı, bu nedenle de malların piyasalara yeterince kârlı bir biçimde ve fiyatta ulaştırılamadığı, sermayenin sektörel darboğazlar ya da spekülatif mahreçlerde, çıkış noktalarında takılıp kaldığı, yeni üretken yatırımlara döndürülemediği, fabrikaların, makine ve ekipmanın atıl durumda çalıştırıldığı, büyük çaplı stokların oluştuğu, kâr oranlarının giderek azaldığı ve bütün bunların sonucunda yüksek düzeyde işsizliğin ortaya çıktığı bir durumu anlatan aşırı birikimin sorunları, kapitalistlerce geçtiğimiz yirmi otuz