MÜSİAD VİZYONER 17 SEKTÖRLER ZİRVESİ GALA YEMEĞİ 11.10.2017 Sayın Başbakanım, Sayın Bakanım, Kıymetli Misafirlerimiz, Kıymetli MÜSİAD Üyeleri ve MÜSİAD Dostları, Kıymetli Basın Mensupları
Vizyoner 17 Sektörler Zirvemizin Gala Yemeği ne hoş geldiniz, teşriflerinden onur duyduğumuzu belirtmek isterim. MÜSİAD çatısı altında özen ve emekle gerçekleştirilen bu buluşmada bizleri yalnız bırakmadığınız ve misafirimiz olduğunuz için teşekkür ederim. Bu yıl, dönüşüm kavramı etrafında bir araya geldik. Gündüz, açılış konuşmam esasınsa, dönüşüme genel bir bakış açısı vermek adına yüreğimden geçenlerdi. Çünkü dönüşümün temel gereklerinden biri aslında samimiyettir, değil mi? Kendi adıma bütün samimiyetim ve açık yürekliliğimle dönüşümün kalbimde ve ruhumda bulduğu karşılığı anlatmak istedim. Sonrasında sözü ve sahneyi işin erbaplarına bırakmak istedim. Çünkü bu tür çalıştay buluşmalarında hedef, veri toplamak ve sonrasında analizlere tabi tutarak faydalı çıktılar üretmektir diye düşünmekteyim. Biz MÜSİAD olarak eminiz ki dönüşümün anahtarı bilgi ve bilgiye hürmettir. Bilgi ışığında yaşanan dönüşümler kişilere ve kurumlara sayısız donanımlar ekler.
Bizler, artık donanımlı ve adanmış nesillerin Türkiye sini konuşmak ve inşa etmek zorundayız. Türkiye nin dönüşümü biraz da budur. Sayın misafirlerimiz, Açılış konuşmamın aksine müsaadeniz olursa bu kez, zihnimden geçenleri belirtmek isterim. Zira bizlerin inanma zemininde, zihnin düşündüğünü kalp onaylar, kararlar ancak öyle alınır. Değil mi? Akif ten yani çok derin bir aşkın adamından dökülen dizeler der ki: Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyada, Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın; Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, aşıkıyız Sade ilanı çekilmez bu acayip aşkın! Bizler, dönüşümü önce kendimizden geçerek, aşkı ben den alıp, bize vererek başlattık. Bu şuurla da devam etmek istiyoruz.
Tek hakikatimiz var: memleketimiz ve değerlerimiz. MÜSİAD kurulalı 27 yıl oldu. Bizler işin ticari tarafı olarak, Türkiye nin ne dönüşümlerden geçtiğini hatırlayalım: 1990 da MÜSİAD kurulduğunda Türkiye, 24 Ocak kararlarının etkisi altında, serbest piyasa ekonomisine ısrarlı geçişin sancılarını yaşıyordu. O vakitler bırakın müstakil bir sermaye birliğinden bahsetmeyi, böylesi bir sermayenin oluşabileceğine dair ümit bile yoktu. 1980-1990 yılları arasında 5 hükümet değişti. 10 yıllık bir süre içerisinde sürekli değişen siyasi yapı, makroekonomik istikrarsızlık doğurdu. Türkiye 90 lı yıllara, 91 ve 94 hariç, kontrolsüz bir açık Pazar, yani denetlenemez bir sermaye hareketiyle girdi. Aşırı değerlenen yerli para, yüksek faiz oranları, artan iç talep, girdide ithal bağımlı bir üretim modeli, sürekli borçlanan holdingler ve KİT ler Bunlar vardı.
Borç sağlayıcıların yüksek faizle ve uzun vadeli işlemler açan uluslararası özel finans kuruluşlarının olması da zaten ayrı mesele. Alınan borçlarla yüksek bir faiz-kur döngüsü oluşmamış mıdır? Hatırlatıyorum. Açık pozisyonlar 94 krizini hazırlamamış mıdır? Hatırlatıyorum. Yüksek enflasyon, artan girdi fiyatları, gelir dağılımındaki dengesizlik ve bu yüzden düşen satışlar, eriyen kamu gelirleri nedeniyle kamu yatırımlarının durma noktasına gelmesi Bunları yaşadık! Haksız rekabet ortamını yaşadık.5 Nisan krizine geldiğimizde ise biz kurulalı 4 sene olmuştu ve sermaye stokumuzu önemli ölçüde kaybettik. Bu 1. Sonrasında, haydi bakalım sıcak para girişleri, gecelik değişen faizler, artan reel işgücü maliyetleri, ihracat teşviklerindeki ciddi azalmalar Bunları yaşadık! Hem de yeniden toparlanmaya çalışırken yaşadık. Yok vergi reformu, yok KİT ürünlerine yüksek zamlar, yok tarım destekleme politikaları Bir sürü deneme yanılma tahtası. İşin özü yok yok yok tu!
Buna rağmen neredeyse 27 yıldır birlikte yürüdüğümüz yol arkadaşlarımızla (ki çoğu burada), bizler yolumuza devam ettik. Derken 95 te Gümrük Birliği geldi. Geldi de öyle tek taraflı ilkelerle geldi ki ilerleyen 10 yılda astarı yüzünden pahalı hale geldi. Sonrası malum: koalisyonlar koalisyonlar koalisyonlar Bir şey daha oldu ki söylemeden geçmek vebaldir: 28 Şubat krizi. Elbette sosyokültürel ve siyasi yansımaları halen belimizde yüktür. Ancak çok az kişi 28 Şubatın ekonomik yıkımıyla ilgilendi. (Ki buradan peşinen söyleyeyim; bu seneki planlarımız arasında bu konuya dair geniş analizleri kapsayan bir rapor-kitap sözümüz olsun sizlere). 28 Şubat müstakil sermayeyi neredeyse sıfırladı. Etti size 2. Sonra 2000 ler geldi. Hoş geldi sefa geldi derken milenyuma havada savrulan Anayasalarla girmedik mi? Hatırlatıyorum. 21 Şubatta bankalar arası para piyasasında gecelik faiz %6200 e kadar çıktı ve ortalama %4019 seviyesinde durdu.
Merkez Bankasının döviz rezervi 16 Şubat ta 27,94 milyar dolar iken 23 Şubat ta 22,58 milyar dolara indi. Yani sadece bir haftada % 5,36 fakirleştik. Bizler faizle beslenen insanlar değiliz. 2001 krizi 11. Yılımızda bizim kendi aktif toplamlarımızın reel değerini % 55-60 düzeyinde eritti. Etti size 3. Enflasyonu Düşürme Programı terk edilerek, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulanmaya başladı. 2001 yılı ekonomisindeki rakamlara bakın: %-9,4 lük negatif büyüme, %68,5 lik enflasyon oranı, %8,4 lük işsizlik oranı, 84,9 milyar dolar iç borç stoku, 38,7 milyar dolar dış borç stoku, ithalat lehine ticaret O dönem üyelerimiz, ağırlıkla tarım-hayvancılık sektöründe, perakendede, taşımacılık, çok azı tekstilde ve yan sanayilerde çalışmaktaydı. KOBİ lerimizin sayısı, büyük ölçekli firmalarımızdan çok daha fazlaydı ve Kobilerimizin yarıdan fazlasını kaybettik. Etti size 4.
Demek ki biz kurulalı 27 yıl oldu ve bunun neredeyse yarısı, yıkılıp yıkılıp ayağa kalkmakla geçti. Sayın başbakanım, kıymetli misafirler, Bugün buradayız. Elhamdülillah. Amerika daki Zirvede de söyledim, tekrar etmekte bir beis görmüyorum: MÜSİAD bugün, toplam 11 bini aşan üyesi, yurt içinde 86 ve yurt dışında 68 farklı ülkede, 181 noktada faaliyet gösteren yapısı ile günden güne büyüyen bir sermaye platformudur. Temel amacımız, Türkiye yi var eden değerlerden taviz vermeden, bir ticaret ve üretim geleneğini canlandırmaktır. Elbette bizim aktif toplamlarımızı oluşturan parametreler çok farklı. Şimdi MÜSİAD olarak şunu sorguluyoruz: Bir ülkeye katma değer kazandıran temel değişken nedir ya da ne olmalıdır?
Üretimden satışlar mı belirlemeli bu faydayı? Faiz vergi öncesi karlılık mı? Bürüt karlılık mı? Aktif toplamları ya da bunların dağılımı mı? Bunun üzerinde çalışıyoruz. Başka konular da var: Faiz-vergi öncesi karlılık farklılığının nedenlerini araştırıyoruz. Vergi payındaki değişken yapının nedenine bakıyoruz: Bunu aktiflerin dağılım ve yapısı arasındaki ilişkisi ile analiz ediyoruz. Bağlı ortaklıklar ve ortaklık içindeki yabancı sermayenin toplam üretimden satışları ve bürüt karlılığı nasıl etkilediğini hesaplıyoruz.
Yabancı büyük sermayenin Türkiye deki bağlı ortaklık yapılarındaki hareketlerine bakıyoruz. Ne kadarlık bir kısımda Türkiye ye katma değer bıraktığını hesaplıyoruz. Çünkü bir şeyden artık eminiz: Uluslararası iş bölümü yapmak adına yabancı ortaklıklar üzerinden yapılan işlemler var. Evet bu durum, milli sermayeye ve firmaya da çıktılar kazandırmaktadır. Ancak yabancı ortak verdiği sermaye karşılığında kendi ülkesine ek kaynak da tahsis etmektir. Girdide bağımlılık gibi, montaj esaslı üretim modelleri gibi, AR&GE kiralanması gibi, kendisinin geliştirmek istediği sektörü belirlemek gibi. Yani aslında maliyetli şeyler. Sonuçta istihdam oluşmaktadır ve Türk firma açısından bakıldığında yüksek bir üretimden satış ve vergi rakamı çıkmaktadır. Ancak Bürüt karda işin rengi değişmektedir. Yabancı ortaklık bilhassa ülkenin ya da ülke içindeki ilgili sektörün gerileme dönemlerinde kendi cari dengesini korumak için ana ülkeden ithalat yapıp
ev sahibi ülkeyi bağımlı hale getirmektedir: sözgelimi girdi ve tedarikte. Yüksek kar marjı ve vergi meselesi böylece cari açıkla ilişkilenmektedir. Biz bunlar üzerinde çalışıyoruz. Aslında her şeyi matematiksel bir süzgeçten geçiriyoruz. Gerçek katma değerin ne olduğu ve nasıl sağlanacağı üzerine çalışıyoruz. Bilinmesi gereken bir şey var: rakamlar bazen yanıltıcı olabilir. Sayın başbakanım, kıymetli misafirler, Göreve geldiğimiz 3 Haziran dan bu yana temel ilkemiz somut öneriler ve çalışmalarla ilerlemektir: Değişen dünyanın üretim algısına karşın bizim milli ekonomi değerlerimiz var mıdır? Nelerdir? Bizi, yekten ve yekunen ayakta tutan (tutacak olan) sermaye hangi sektörlerde verimlidir?
Yükselen İslami değerler, batı menşeli kapitalizmin kuralları ile çatışırsa nasıl bir düzenleme ve teşvik reformu gerekir? Biz sermayemizi değer ve iman algılarımıza uygun biçimde nasıl değerler ve nasıl selim ortaklar buluruz? İktisadi yalnızlık riskine karşın kendi ülkemizdeki sermayenin bloklaşmasının önüne nasıl geçeriz? Bu soruların peşindeyiz ve cevapları için somut projelerimizi başlattık. 1. Faizsiz finans sisteminin hayata geçirilmesi için Girişim Sermayesi Fonu 2. Sanayi gelişimindeki büyük hedeflerimize ulaşabilmemiz için Toplu Sanayi İdaresi (TOSİ) 3. Milli ekonominin temel 5 sektöründe küme yapıları. 4. AR&GE ve KOBİLER için AR&GE Enkübatörleri 5. İslam Ekonomisinde yabancı ortaklık modelleri 6. Türkiye nin İktisadi haritasının çıkarılması 7. Enerji ve sermaye güvenliği
Bunları ilk kez huzurlarınızda paylaşıyorum. Vesile olduğunuz için ayrıca teşekkür ederim. Bu projelerden bir kısmını yavaş ve etkili ilerletmek taraftarıyız. Ben tarımcıyım. Tarımda bir kural vardır. Her tohum her mevsimde her toprağa ekilemeyeceği gibi, bazen tohumken bile ekilmez. Fidecilik bu yüzden önemlidir. Tohum alınır, özel koşullarda nazlı nazlı fideye dönüştürülür. Sonra toprağa verilir. Böylece heba olmaz. Keza İslami ekonomi ve gerekleri projemizdeki şuurumuz da budur. Örneğin 16-17 Kasım da İnsani finans sisteminin temellerini atmak için, Haliç Kongre Merkezinde gerçekleştireceğimiz Küresel Katılım Finans Zirvesi (GPAS) bu amaca hizmet eden bir çalıştay olacaktır. Buradan hepinizin teşriflerini rica ederim.
Sayın başbakanım, kıymetli misafirler Dünya kapital sistemi değişiyor. Sermaye, devletine ve akademisine ne vaat etmekte ve onlardan neler talep etmektedir? Ya da talepleri neler olmalıdır? Büyüyen ya da büyümesi gereken bir sermayenin teşvikleri, bir önceki yüzyılın klasik maliye politikaları ile sağlanır mı? Bize bir yol haritası lazım. Bize siyasi bir çerçeve lazım. Biz yenilenen MÜSİAD olarak, ülkemiz sermaye yapısını saran jeopolitik çevreyi, yeni iktisadi mimarinin değişen kuralları ve yeni üretim-satış-ticaret algısını anlayarak ilerlemeyi hedeflemekteyiz. MÜSİAD olarak bu konuda elimizden gelenin fazlasını yapmaya hazırız ve talibiz. Biz fark değil birlik vurgusu yapıyoruz. Sermayenin birliği!
Bu zirve kapsamında dönüşümü konuşmak ve değerlendirmek üzere bir araya geldik. Çünkü farkında olduğumuzu ve mecburiyetlerimizi ortaya koyalım istedik. Buradan söylüyorum. Kurumsallaşmak dönüşmenin koşuluyla ki öyle; dönüşüm elzem ve kaçınılmazsa ki öyle; MÜSİAD kurumsallaşma sürecini başlatmıştır. Yıkılmak ya da yara almak, artık böylesi büyük bir sermaye gücünün alternatifleri arasında zikredilemez. Bilginin güç ve anahtar olduğu bir dönüşümde biz, öğrenmeye açığız. Bilgiye hürmet bizim ecdadımızdan devraldığımız bir değerdir. Biz dönüşmeye hazırız. Sözlerimi burada sonlandırırken, başta Sayın Başbakanıma, sayın bakanıma ve değerli misafirlerimize teşekkür ediyorum. Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Allah a emanet olun.