Şeyh Galip Asıl adı Mehmet Esat olan Şeyh Galip 1757 de İstanbul da, Yenikapı Mevlevihanesi yakınlarındaki bir evde dünyaya geldi. Şairin ilk eğitmeni sayılan babası Reşid Efendi tasavvuf öğrenimi görmüş, Mevleviliğin Melamilik koluna bağlı, söz sanatlarına tutkun biriydi. Galip erken yaşlardan itibaren aralarında Süleyman Neşet in de bulunduğu ünlü hocalardan dil, din, bilim ve edebiyat dersleri aldı. Mevleviliğe bağlılığı tüm yaşam seyrini belirledi. Mevlânâ nın Mesnevî sinin güçlü etkisi altında şiirler yazmaya başladı. Daha yirmi dört yaşındayken Divan ını tamamlamış, hemen ardından Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı benzersiz mesnevisini kaleme almıştır. Sebk-i Hindi olarak anılan karmaşık ve yoğun imgelerle örülmüş anlatı biçeminin tüm öğelerini coşkuyla kullanmış, zengin düşünsel ve kültürel birikimini yepyeni bir dille şiirine yansıtmıştır. 1784 te, Mevlevilik hakkında görgü ve bilgisini geliştirmek ve Galata Mevlevihanesi nde başladığı çile sini tamamlamak amacıyla Konya ya gitti. Ailesinin isteği üzerine tekrar İstanbul a döndü ve çilesini Yenikapı Mevlevihanesi nde bin bir gün de tamamlayarak dede ve hücrenişîn oldu. Şeyhi olan Ali Nutkî Dede Efendi den hilâfet alıp Mevlevi Şeyhi adayı haline geldi. Çilesini bitirmesinin ertesinde tekrar şiire dönen Galip dini tasavvufi eserler üzerinde çalışmalarına devam etti. Tarabzonlu Köseç Ahmed Dede nin Es-Sohbetü s-sâfiye adlı eserine yazdığı haşiye ile Mevlevi dervişi ve şairi Yusuf Sineçâk ın Cezîre-i Mesnevî sine yazdığı şerh bu dönemin ürünleridir. Mevleviliğe eğilimi olan III. Selim in 1789 da tahta çıkması Galip için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Galata Mevlevihanesi postnişîninin şeyhlikten azledilmesini takip eden bir dizi gelişme sonunda 1791 de Galata Mevlevihanesi şeyhliğine tayin edildi. Şeyhliği döneminde padişahın şaire teveccüh gösterdiği, divanını tezhip ettirdiği, talebi üzerine Galata daki mevlevihaneyi ve Mevlânâ nın Konya daki türbesini onarttığı bilinmektedir. Şeyh Galip 1799 yılında hayatını kaybetti. Annesini ve tüm hayatı boyunca dostu olan mevlevi dervişi Esrar Dede yi peş peşe kaybetmenin acısının şairi ölüme götüren hastalığın nedenleri arasında olduğu kaydedilmiştir. Mezarı Galata Mevlevihanesi nin avlusundaki türbededir. Divan edebiyatının son büyük şairi sayılan Şeyh Galip, şiire getirdiği dil ve biçem yenilikleri, kendi deyimiyle tekellüm etmiş olduğu bir başka lûgat dolayısıyla birçok edebiyat tarihçisi ve eleştirmen tarafından modern Türk şiirinin ilk büyük şairi olarak anılmaktadır.
Ahmet Necdet (Sözer) (1 Mart 1933-5 Mayıs 2010) Prof. Dr. Ahmet Necdet (Sözer) 1933 te İnegöl de doğdu. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu nu ve İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü nü bitirdi. Çeşitli Anadolu kentlerinde öğretmenlik yaptı, uzun yıllar beşeri ve iktisadi coğrafya profesörü olarak hizmet verdi. Şiirlerini Uzuneşek (1977), Ne Çok Enkaz (1988), Sana Bunca Yangından (1991), İnegöl Hey İnegöl (1992), Gün Yüzleri (1992 / Türk Dil Kurumu 1994 Şiir Ödülü), Kün (1994), Ay Kasidesi (1995), Zümrüt Longa (1998) ve Aşk Ey (2001 / Yunus Nadi 2002 Şiir Ödülü) ve Haiku Kuşu (2004) adlı kitaplarında bir araya getirdi. Kraliçe Stratonike (2002) adlı şiirli oyunu ve deneme-incelemelerden oluşan Bir Bölük Ankâ kitapları ve geniş kapsamlı Türk Şiiri (Tekke, Divan, Modern) antolojileri yayımladı. Ahmet Necdet 1950 lerin sonlarından başlayarak birçok Fransız şairini Türkçe ye kazandırmış, Çağdaş Fransız Şiiri (1959) ve Baudelaire den Günümüze Fransız Şiiri Antolojisi (1997) adlı antolojilerinde yayımlamıştır. Çok sayıda dünya şairini ortak çalışmalarla şiir okurumuza tanıtmış olan Ahmet Necdet in Kanşaubiy Miziev le yaptığı çevirilerin yanı sıra bazı ortak çalışmaları şunlardır: Gertrude Durusoy la birlikte, Paul Celan ın Bademlerden Say Beni (1983), Haşhaş ve Bellek (1994), Zaman Kırmızısı Dudaklarla (1996), Hiçkimsenin Gülü (1996) ve Dil Kafesi (1999) adlı kitapları, Apollinaire den Alkoller (1997), George Trakl den Akşamları Kalbim (1990); Mırbatır Husanov un da katkılarıyla Voznesenski den Telefon Kulübesi (1997); Jean-Louis Mattei ile birlikte, Latin Şiiri Antolojisi (1998). Baudelaire in ünlü Kötülük Çiçekleri (2001) ve Aragon dan Mutlu Aşk Yoktur (1998) seçkisi de Ahmet Necdet in dilimize kazandırdığı yapıtlar arasındadır. Ahmet Necdet in bütün şiirlerini tek ciltte bir araya getiren Ey Gece! Ey Uçurum! (2017) Ayrıntı Yayınları şiir dizisinde yayımlandı.
Şeyh Galip Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk)
Ayrıntı: 1082 Şiir Dizisi: 18 Hüsn ü Aşk Güzellik ve Aşk Şeyh Galip Dil-içi Çeviri Ahmet Necdet Bu çevirinin tüm yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapak Tasarımı Petek Yılmaz Kapak Düzeni Gökçe Alper Yayıma Hazırlık ve Uygulama Hediye Gümen, Esin Tapan Yetiş, Ceren Ataer Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İstanbul Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım: İstanbul, Ekim 2017 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-605-314-226-3 Sertifika No.: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No.:3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr twitter.com/ayrintiyayinevi facebook.com/ayrintiyayinevi instagram.com/ayrintiyayinlari
Şeyh Galip Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) Dil-içi Çeviri: Ahmet Necdet
Sunuş Divan edebiyatımızın son büyük şairi, hiç kuşku yok ki, Şeyh Galip tir (1757-1799). Onun daha yirmi dört yaşındayken Divan ını tertip ettiği, bundan iki yıl sonra da Hüsn ü Aşk adlı mesnevisini kaleme alarak altı ay gibi kısa bir süre içerisinde tamamladığı bilinmektedir. Bu mesnevi ile yaygın bir üne kavuşan Galip, etkisini günümüze kadar sürdürebilmiş tek Divan şairi olarak kabul edilir. Ziya Paşa nın Harâbât Mukaddimesi nde yer alan Hüsn ü Aşk ile ilgili şu beyit, dikkat çekicidir: Gelmiştir o şair-i yegâne Güya bu kitab için cihâne Nedir, neyin nesidir Hüsn ü Aşk: Divan edebiyatının son büyük tasavvufi mesnevisi mi, bir Mevlevi dervişinin seyr ü sü- 11
lük u mu, bir müridin içsel hayatı mı, klasik edebiyat geleneği içinde bir reform mu, alegorik bir masal veya fantastik bir anlatı mı, tasavvuf düşüncesi mi, yoksa Tanpınar ın deyişi ile âvîze gibi renk ve ışık dolu şiir mi? Veya bunlardan hiçbiri değil de, Fuzûlî nin Leylâ vü Mecnûn u gibi su katılmadık bir aşk hikâyesi mi? Biri mi, birkaçı mı, hepsi mi? Bütün bu sorular, çok yönlü ve çok katmanlı bir edebiyat metnine tanıklık eder. Nitekim Hüsn ü Aşk üzerine yapılan bir incelemede şöyle bir saptamayla karşılaşmaktayız: Aşk ın Diyar-ı Kalb e olan seyahati, doğrudan Mevlevi çilesidir ve sırasıyla şu anlam katmanlarını içerir: 1. Çok kaba bir okuyuşla beşeri bir aşk hikâyesi, 2. Mecazdan yola çıkan bir aşkın ilahi düzleme yükselmesi ve vuslata dönüşmesi, 3. Bir Mevlevi dervişinin seyr ü sülûku, 4. Mevlevi ayinlerinin coşturduğu hayallerin hikâye olarak şekil ve suretlere bürünmesi, Mevlevi ayini istiaresi, 5. Mevlevi düşüncesinde, vuslat noktasına kadar gelen insanın geçirdiği aşamaların her birinin temsili hikâyesi. * Hüsn ü Aşk ın mesnevi bölümü 2.041 beyittir. Bu sayı, aralara serpiştirilen ve her biri altı kıtalık dört tardiye ile beraber 2.101 e ulaşır. Mesnevinin konusunu oluşturan aşk hikâyesi/masalı veya anlatısı, yapıtın başındaki on sekizer beyitlik methiye bölümcükleri hariç şöyle özetlenebilir: Arapların içinde Benî Mahabbet adlı bir kabile vardır. Bir gece bu kabilede, biri kız, diğeri erkek iki çocuk dünyaya gelir. Kıza Hüsn, erkeğe Aşk adı verilir ve kabilenin ileri gelenleri tarafından birbiriyle nişanlanırlar. * Necmettin Türinay, Klasik Hikâyenin Son Merhalesi: Hüsn ü Aşk, Şeyh Galip Kitabı, İstanbul 1995, s. 11. 12
Aşk ile Hüsn tahsil çağına gelince Mekteb-i Edeb adı verilen bir okula gidip Molla-yı Cünûn adlı bir hocadan ders okumaya başlarlar. Mektepteyken aralarında aşk başlayan Hüsn ile Aşk, zaman zaman buluşup beraberce nüzhetgeh-i ma nâ denilen bahçede dolaşır, burada yer alan havz-ı feyz kenarında sohbet ederler. Bahçenin sahibi, her şeyi bilen ve istediği zaman her kılığa girebilen Sühan adlı bir ihtiyardır. Sühan bunların dertlerini anlar. Fakat kabileden Hayret adlı bir kişi, Hüsn ile Aşk ın bir arada bulunmalarına ve birbirleriyle görüşmelerine engel olur. Birbirinden ayrılan Aşk ve Hüsn, Sühan vasıtasıyla mektuplaşırlar. Aşk ın Gayret adlı bir lâlası, Hüsn ün de İsmet adlı bir dadısı vardır. İsmet Hüsn e sabır tavsiye eder. Öte yandan Aşk a da lâlası Gayret yardım sözü verir. Bunun üzerine Aşk kabile reislerine başvurarak onlardan Hüsn ü ister. Kabile reisleri bu isteği alayla karşılarlar ve Kalp diyarı na gidip oradaki kimyayı bulup getirirse ancak o zaman Hüsn ü kendisine verebileceklerini söylerler. Aşk Gayret le birlikte yola çıkar. Fakat daha ilk adımda içinde korkunç bir dev bulunan derin bir kuyuya düşerler. Dev bunları hapseder. Bu arada Sühan yetişerek onları kurtarır. Aşk ile Gayret dondurucu soğuklar içinde harabe-i gam da yürürken ihtiyar bir cadıya rastlar. Cadı Aşk a gönül verir ve onu sultan yapacağını söyler, fakat bir karşılık göremeyince onu çarmıha gerer. Sühan imdada yetişir, sihri bozarak Aşk ı kurtarır ve cadıyı öldürür. Hüsn, Aşk a Sühan vasıtasıyla tîğ-i âh isimli kılıçla Aşkar adlı bir at, Gayret e de iki kanat gönderir. Aşk bu ata binerek yoluna devam eder. Birçok macera atlatarak kıyısında mumdan yapılmış gemiler bulunan deryâ-yı âteş e ulaşırlar. Cinler onlara bu gemilere binmelerini teklif ederlerse de binmezler. At semender gibi süzülerek, Gayret de uçarak denizi geçer, Çin ülkesinin sahiline ulaşırlar. Bir papağan şekline giren Sühan gelip Aşk a, Çin padişahının Hüşrüba adlı kızına gönlünü kaptırırsa onu Zâtü s-suver Kalesi ne hapsedeceğini haber verir. Fakat Aşk Hüsşrüba yı görünce onu Hüsn zanneder. Kızın daveti üzerine içip eğlenirler. Bu arada kız Aşk ın elinden, tîğ-i âh ı alıp kaybolur. 13
Ertesi sabah Hüşrüba yine görünür. Aşk ı Zâtü s-suver Kalesi ne götürüp hapseder. Kaleye girdikleri kapı silinip yok olur. Gayret le orada mahpus kalırlar. Burası da bin bir tehlikeyle dolu bir yerdir. Aşk Gayret in nasihatiyle Aşkar a binerek kaleden kurtulmak ister, yine çadırlarla, gulyabanilerle savaşır. Ancak çıkacak yol bulamaz; artık perişan haldedir. Nihayet Sühan imdadına yetişir ve kaleyi ateşe verip kurtulurlar. Hüşrüba ile birlikte kale yanar. Aşk perişan bir vaziyette yoluna devam eder. Daha sonra Sühan bir hekim kılığında gelir. Bu arada Gayret kaybolur. Sühan Aşk ı alıp Kalp Kalesi ne götürür; burası Hüsn adlı sultana tabi olan melekler ve perilerle doludur. Aşk sevgi ve hürmetle karşılanır. Sühan Aşk a yanlış bir yol tuttuğunu, cadıyı öldürenin, öğüt verenin, hekim kılığında gelenin hep kendisi olduğunu söyler. Aşk Hüsn dür, Hüsn de Aşk, birliğe ikilik sığmaz, bu dertlere yanlış düşüncen yüzünden uğradın der. Artık başına gelenlerin hepsi geride kalmıştır. Gayret Aşk ı alıp Hüsn e götürür. Nihayet gayb perdeleri açılmış, Aşk bütün engelleri aşmış, olgunluğa ulaşmış ve gerçeği anlamıştır.* Hüsn ü Aşk ın kahramanları, HÜSN/GÜZELLİK ile bu güzelliğe yönelişin ifadesi olan AŞK tır. Denilebilir ki, bütün kişi ve yer adları tasavvufi bir simgedir. HÜSN/GÜZELLİK Allah, AŞK mürit (derviş), BENÎ MAHABBET / SEVGİOĞULLARI tarikat, MEKTEB-İ EDEB / GÖRGÜ OKULU dergâh, Molla-yı CÜNÛN / Molla ÇILGIN mürşit, SÜHAN / SÖZ kâmil mürşit, GAYRET mücadele (savaşım), İSMET ihlas (temiz yüreklilik), KALP Kalesi gönül, HÜŞRÜBA nefis tir. Mesnevide yer alan öteki kişi ve yerler (kuyu, cadı, gulyabani, harabe-i gam/gam harabesi, deryâ-yı âteş/ateş denizi... vb) dervişin aşmak zorunda olduğu engelleri simgeler. Hüsn ü Aşk mesnevisi, özgün bir metin midir? Bu metnin eski Doğu hikâyeleri ile benzerlikleri veya ortak motifleri yok mudur? Abdülbâki Gölpınarlı İbni Sinâ nın Risâletü t-tayr ı, Sühreverdi nin Mûnisü l-uşşâk ı, Feridüddin Attâr ın Mantıku t-tayr ı, * Naci Okçu, Hüsn ü Aşk, TDV / İslâm Ansiklopedisi, XIX. s. 29-30. 14
Fuzûlî nin Leylâ vü Mecnûn u ve Sıhhat ü Maraz ı ile Şeyh Galip in Hüsn ü Aşk ı arasında bazı ortak veya benzer yanların varlığına dikkat çekerse de, bunların öykünme veya kopya anlamına gelmeyeceğini belirtmekten geri durmaz. Ona göre bu mesnevi, Galip in kudretli muhayyilesi ve tasarrufu ile yepyeni bir şekilde ibda edilmiştir.* Şairin kendisi ise Mevlânâ nın Mesnevî sinden yararlandığını gizlememekte, yapıtında bunu açıkça dile getirmektedir. Hüsn ü Aşk, Gölpınarlı nın işaret ettiği etkilenmelere rağmen, daha sonraki bazı şairler ve yazarlar için yaratıcı bir esin kaynağı olmuştur. Keçecizâde İzzet Molla nın Gülşen-i Aşk mesnevisi ile Yenişehirli Avnî nin Âteşgede si, Hüsn ü Aşk a yazılmış nazire örnekleri oluşturur. Abdülhak Hâmid in Makber ve Eşber adlı yapıtlarında, Ahmet Hâşim in bazı şiirlerinde, Ahmet Hamdi Tanpınar ın Huzur, Halide Edip Adıvar ın Döner Ayna, Orhan Pamuk un Kara Kitap adlı romanlarında ve Turan Oflazoğlu nun Güzellik ile Aşk adlı oyununda Hüsn ü Aşk tan geniş ölçüde yararlandığını görmekteyiz.** Elinizdeki yapıtı, şimdiye kadar yayımlanmış öteki Hüsn ü Aşk lardan farklı kılan temel özellik nedir? Bu özellik, hiç kuşkusuz, Hüsn ü Aşk taki koyu Osmanlıcadan kaynaklanan dil güçlüklerini çözümlemek ve onun daha iyi anlaşılmasını sağlamak amacıyla başvurduğu yöntemdir: Daha önce bir Divan şiiri antolojisi için uyguladığımız*** eski şiirimizi bugünün diliyle yeniden şiir olarak kurma veya kurgulama, başka sözcüklerle ifade etmek gerekirse, dil-içi çeviri yöntemi! Dil-içi çeviri, bir dilde yazılmış eski bir yazınsal metnin düz anlamını, bugün aynı dille açıklamak yerine, o yazınsal metni bugünün diliyle yeniden kurma veya söyleme amacını taşır. Hüsn ü Aşk için bu yapıtta izlenen yol da budur: Aruzun mef ûlü/ mefâilün/feûlün kalıbı ile yazılan 2.101 beyitlik bir mesneviyi, * Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1968, s. 36. ** Beşir Ayvazoğlu, Yaşayan Şeyh Galip, Şeyh Galip Kitabı, İstanbul 1995, s. 143-149. Ayrıca bkz. İnci Enginün, Şeyh Galip in Bugüne Etkisi, Araştırmalar ve Belgeler, İstanbul 2000, s. 117-136. *** Ahmet Necdet, Bugünün Diliyle Divan Şiiri Antolojisi (2. basım), İstanbul 1999, s. 7-8. 15
yeni kuşaklara ve bugünün genç insanına düz anlamını içeren açıklamalı metinlerle değil, bugünün diliyle yine şiir olarak taşımak! Böyle iyi niyetli bir çabanın karşısına Aruza rağmen mi? sorusu çıkarılabilir. Evet, kafiye yi, redif i, sözdizimi ni, 11 lik hece ölçeğini titizlikle koruyarak ve fakat aruz a rağmen... Hüsn ü Aşk ı (Güzellik ve Aşk) bugünün diliyle yayına hazırlarken iki önemli çalışmadan büyük ölçüde yararlandığımı belirtmek isterim: Bunlardan ilki Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1968, ötekisi ise yine Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk (haz. Orhan Okay-Hüseyin Ayan), İstanbul 1975 tir.* Çalışmalarım sırasında benden büyük destek ve yardımını esirgemeyen yarım yüzyıllık sevgili arkadaşım ve değerli dostum Orhan Okay a teşekkürlerimi sunuyor, onu ve Şeyh Galip in başyapıtı Hüsn ü Aşk ı günümüze taşımak için çaba harcayan her emek sahibini burada saygıyla anıyorum. Hüsn ü Aşk ile yeni yetişen kuşaklar arasındaki büyük dil engelini ortadan kaldırmak, genç okuyucuyu bu aşk hikâyesinin güzellik ve zenginliğiyle karşı karşıya getirmek ve onu sevdirmek, en içtenlikli dileğimizdir. Ahmet Necdet Pangaltı, Şubat 2003 * Bu iki önemli çalışmaya bir yenisi daha eklenmiş bulunmaktadır: Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk (haz. Muhammet Nur Doğan), İstanbul 2002. 16