Bir Devrimi Tanıyabilmek

Benzer belgeler
Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Teröre karşı mücadele cephesi!

Araştırma Notu 15/179

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Araştırma Notu 12/126

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Referandum ve tezkere

HALI SEKTÖRÜ. Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 3 UNDERSTANDING IRAQ THROUGH CARTOONS 3

İ Ç İ N D E K İ L E R

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

HALI SEKTÖRÜ. Ocak Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

KOR KİTAP STRATEJi ve TAKTiK - J. V. STALiN. ÇEVİREN A. FIRAT KAPAK ve İÇ TASARIM DEVRİM KOÇLAN

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

Katar krizinin anlattıkları

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ..i. İÇİNDEKİLER.iii. KISALTMALAR..ix GİRİŞ...1 BİRİNCİ BÖLÜM DEMOKRASİ - VESAYET: TEORİK VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2015 KASIM DIŞ TİCARET RAPORU

2018 AĞUSTOS DIŞ TİCARET RAPORU

HALI SEKTÖRÜ. Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

2015 EYLÜL DIŞ TİCARET RAPORU

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

HALI SEKTÖRÜ. Mart Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı

Suriye devrimi üzerindeki ihanet çemberi

Baskı: Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı / İstanbul Tel:

UIT-CI bildirisi: Kobane de Kürt halkının direnişiyle dayanışmaya!

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

ÜNİTE:1. Anayasa Kavramı, Anayasacılık Akımı ve Anayasa Çeşitleri ÜNİTE:2. Türkiye de Anayasa Gelişmelerine Genel Bakış ÜNİTE:3

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

HALI SEKTÖRÜ. Kasım Ayı İhracat Bilgi Notu. TDH AR&GE ve Mevzuat Şb. İTKİB Genel Sekreterliği. Page 1

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Mart Ayı İhracat Bilgi Notu

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

2014 MAYIS DIŞ TİCARET RAPORU

4. İslam İşbirliği Teşkilatı ( İİT ) Ülkeleri Düşünce Kuruluşları Forumu

TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU DIŞ TİCARET İSTATİSTİKLERİ VERİ TABANI

A) Siyasi birliklerini geç sağlamaları. B) Sömürge alanlarını ele geçirmek istemeleri. C) Sanayi devrimini tamamlayamamaları

2014 EKİM DIŞ TİCARET RAPORU

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

Fidel ve Che : Birbirinden farklı iki politika

2018 OCAK DIŞ TİCARET RAPORU

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

ULUSLAŞMA SÜRECİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ROLÜ: ÖZBEKİSTAN HALK HAREKETİ ÖRNEĞİ *

2017 OCAK DIŞ TİCARET RAPORU

2017 EKİM DIŞ TİCARET RAPORU

SAHA RATING, DÜNYA KURUMSAL YÖNETİM ENDEKSİ Nİ GÜNCELLEDİ

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Devrim Öncesinde Yemen

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

2016 ARALIK DIŞ TİCARET RAPORU

ABDÜSSELAM: ARAP BAHARI NIN MIRASI: BIR ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ? ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER SÖYLEŞİLERİ. Refik Abdüsselam

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Haziran Ayı İhracat Bilgi Notu

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

KALKINMA BAKANLIĞI KALKINMA ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜNÜN 2014 MART İHRACAT PERFORMANSI ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2015 Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ!

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

Trump ve Arap-Sünni Beyaz Ordu : Ne bir insan, ne de bir kuruş!

2019 ŞUBAT DIŞ TİCARET RAPORU

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2016 Mayıs Ayı İhracat Bilgi Notu

1/11. TÜRKİYE İSTATİSTİK KURUMU DIŞ TİCARET İSTATİSTİKLERİ VERİ TABANI Rapor tarih 30/03/2018 Yıl 01 Ocak - 28 Subat 2018

2018 HAZİRAN DIŞ TİCARET RAPORU

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Nisan Ayı İhracat Bilgi Notu

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

2018 TEMMUZ DIŞ TİCARET RAPORU

1. BÖLÜM KAVRAM, TARİHÇE VE KAVRAMLAR ARASI İLİŞKİLER BAĞLAMINDA KENDİ KADERİNİ TAYİN

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

İKİNCİ BÖLÜM ENDÜSTRİ DEVRİMİ, SOSYAL SORUN VE SOSYAL POLİTİKA İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL POLİTİKA BİLİMİNİN KONUSU, KAPSAMI VE TEMEL YAKLAŞIMI

2014 YILI MART AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

Deri ve Deri Ürünleri Sektörü 2017 Ekim Ayı İhracat Bilgi Notu

Transkript:

Bir Devrimi Tanıyabilmek 1989-91 döneminde Soğuk Savaş namıyla da maruf bloklar sisteminin yıkılmasına neden olan Doğu Avrupa daki kitlesel halk hareketlerinden bu yana sosyalistler pek alışık olmadıkları bir durumla yüz yüzeler. Durum, bir yönüyle esas olarak SSCB nin, bir dış güç eliyle değil de, ülkeye 1920 li yıllardan başlayarak hâkim olan Stalinci bürokrasinin iç dönüşümü yoluyla çözülüp tasfiye edilmesinin ardından ortaya çıktı. Yeni dönemin en tipik özelliği, ideolojik olarak küreselleşme adıyla anılan ve mali sermayenin ileri derecede uluslararasılaştığı bir dönemde, ulusal kurtuluş hareketlerinin, bağımsızlık savaşlarının veya yıllanmış diktatörlüklere karşı demokratik hak ve özgürlük mücadelelerinin uluslararası toplumla, yani emperyalizm ve özellikle de ABD ile gönüllü veya mecburi, epeyce samimi ilişkiler içinde olması. Böyle bir dünyada, öyle doğrudan Amerikan uşağı olmasalar bile kitlelerin ve önderliklerinin, savaştıkları gücün baskı ve direnci oranında gözü dışarıda olması, dış dünyadan medet umması adeta kaçınılmaz bir durum. Bu durumun ortaya çıkmasında yukarıda belirtilen dış koşulların yanı sıra yeni dünya durumunun ulusal planda bir izdüşümü olarak, devrimci ve reformist işçi sınıfı önderliklerinin ideolojik, politik ve örgütsel iflasının da önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. (Neo)liberalizmin Şuuraltı Etkisi! Hiçbir saltanatın sonsuza kadar süremeyeceği ilkesi, neoliberalizm için de geçerlidir! Nitekim tarihin sonunun liberallerce ilanından kısa bir süre sonra başlayan bir dizi kapitalist krizin ardından (1987, Meksika, G. Kore, Rusya, Türkiye, Arjantin vb.) ortaya çıkan, kapitalizmin dünya çapındaki uzun dönemli yapısal krizi, adeta bir tabiat kanunu hükmündeki bu ilkeyi bir kez daha kanıtladı. Ancak bu, mali

sermayenin dünya çapındaki egemenliğinin, yani kapitalist emperyalizmin egemenliğinin otomatik olarak sona erdiği anlamına gelmiyor; aynen burjuvazinin ideolojik-politik gerilemesinin, hatta kapitalizmin iflasının proletaryanın ve sosyalizmin kendiliğinden yükselişi anlamına gelmediği gibi. Kabul etmek gerekiyor ki, neoliberalizmin tarihsel zaman açısından kısa, ancak bir insan ömrü düşünüldüğünde uzunca sayılabilecek bir dönem boyunca tesis ettiği hegemonya henüz sona ermiş değil. Aksi yönde pek çok alametler belirmiş olsa da, bu hegemonyanın özellikle ideolojik plandaki etkisinin sürdüğü açıkça ortada. Üstelik bu etki, zannedildiği üzere ortalama bir insanın zihin dünyası veya sol liberalizmle de sınırlı değil. Neoliberal hegemonyanın gücü, çoğu zaman, çelişkili bir biçimde, her şeye kadir, neredeyse mistik ve şuuraltı etkileri itibariyle yenilmez bir emperyalizm anlayışı olarak solun liberal olmayan bölümlerini de etkiliyor. Bu etkiyi en son, geçen yılın başlarında başlayıp kısa sürede birçok Mağrip ve Maşrık ülkesine yayılan kitlesel devrimci hareketlere ilişkin tutumlarda gördük. Gerçekte devrimlerden ve devrimci olan her şeyden nefret eden (Buna tarihteki kendi devrimci anıları da dahil!) ancak Kuzey Afrika-Ortadoğu çapındaki devrimci dalgayı çeşitli adlar ve sıfatlarla kendine yontmanın yollarını arayan liberalleri bir kenara bırakacak olursak solun çeşitli eğilimlerinin büyük bir bölümünün, mesela Nikaragua Devrimi nden bu yana geçen 32 yıl içinde devrim le olan somut ve tarihsel bağlarının koptuğu anlaşılıyor. Devrim sorununa olayları öncelikle oldukları gibi kavrama biçiminde değil de nalıncı keseri yöntemiyle bakmayı tercih edenler, bölgede yükselen, kapitalist dünya krizinin ilk sonuçlarından biri olan ve gelecek on yıl içinde uluslararası planda birçok devrimci süreci etkilemesi muhtemel bir toplumsal kabarışı neredeyse yok hükmünde ilan etmiş durumdalar. Kimileri için Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye de

yaşananlar neredeyse baştan sona emperyalizmin bölgeyi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan bir komplosundan başka bir şey değil. Sürecin halihazırda yeterince Atatürkçü-laikçi veya proleter devrimci neticeler vermek bir yana, bir dizi ülkede emperyalizmin müdahalesine ve/veya Müslüman Kardeşler iktidarına yol açmasını bu iddialarının kanıtı olarak sunuyorlar! Öyle ki, ulusalcı bir Cumhuriyet köşe yazarı, daha da ileri gidip Tahrir de tecavüze uğrayan iki kadın gazeteci haberini öne çıkararak Mısır da yaşananlara bambaşka bir bakış açısı getiriyor. Yazıdan çıkan sonuca göre, Mısır daki kitlesel hareketin bir devrimle o kadar ilgisi yok ki, ilerideki günlerde Tahrir in ortasına bir sözde devrim kahramanı olarak Tecavüzcü Coşkun (veya Mısır daki muadili kimse!) heykeli dikilse yeridir! Ve Millici Şuuraltımız! En azından şuuraltlarında Mısır da hâlâ Cemal Abdülnasır iktidarının sürdüğü veya Mısır ve Suriye nin emperyalizme karşı laik birer Arap Sosyalizmi kalesi olduğu inancını besleyen ulusalcıların tutumu bir yana, mesele daha sola doğru biraz daha devrimci ciddiyet kazanıyor. Bu nedenle de bazen son derece soğuk ve uzak ifadelerle bir önderlik ve sosyalizm sorgulaması biçimini alıyor. Geçmişte SSCB veya ÇHC veya her ikisi tarafından desteklenen, muzaffer Halk Kurtuluş Orduları veya Ulusal Kurtuluş cepheleri tarafından gerçekleştirilen ve uzun süreli bir halk savaşının ardından gelen sömürge devrimleri; veya ilk gününden başlayarak bir çeşit süper irade tarafından planlandığı düşünülen (!) devrimci işçi ayaklanmaları şablonuna uymayan her yeni örnek bu kesim tarafından yok sayılıyor, en azından kuşkulu bulunuyor! Bu tutumun temelinde kısmen nostaljik bir ulusalcı antiemperyalizmin izleri bulunsa da, ileri sürdüğü itirazların, açık bir biçimde tartışılmasında yarar var; özellikle de uzun süreli ve nice büyük baharlara, yazlara ve muhtemelen kışlara gebe bir dünya krizi şartlarında. Kitlesel bir halk hareketinin, sınıfsal bileşimi, biçimi, izlediği yol,

hedefleri, talepleri, önderliği, özörgütlenme düzeyi, işçi sınıfının hareket içindeki rolü, ilk aşamasının (kimileri için son aşaması) sonuçları, uluslararası rolü, geleceğe etkisi vb. açısından ele alınıp bir devrim olup olmadığına karar verilmesi ve buna göre devrimci görevlerin neler olduğunun saptanması belli ki önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor. Sadece bugünümüz açısından değil, yarınımız açısından da Hiçbir devrimin kendini devrimcilere ifade etme, kanıtlama ve onlara layık olma zorunluluğu yoktur. Aksine, tarihsel olayların gidişatını ve çapını, nedenlerini ve muhtemel sonuçlarını, kitlesel mücadelelerin gündeme getirdiği sorunları ve görevleri kavrama sorumluluğu devrimcilere aittir. Elbette bu bir çeşit gördüğünü tanıyabilme sanatıdır ve bakış açılarının tarihsel, toplumsal, ideolojik temellerine ve nihayetinde program ve strateji meselelerine yaklaşım biçimlerine bağlıdır. Kitlelerin Rolü Meseleye bir devrimi tanıyabilmede kitle hareketinin rolü boyutuyla girelim. Troçki, Rus Devriminin Tarihi adlı kitabında, Devrimin en tartışma götürmez özelliği, kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahaleleridir der ve devam eder: Eski düzen artık onlar için katlanılamaz hale geldiğinde, kitleler kendilerini siyaset arenasından ayıran duvarları birer birer yıkarlar, geleneksel temsilcilerini yerlerinden ederler ve bu müdahaleleriyle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratırlar. Elbette aniden ortaya çıkan beklenmedik durumları ve başlangıç ortamlarını hele ki bunlar uzun yıllardır toplumsal olarak bir yaprağın bile kıpırdamadığı zannedilen Ortadoğu-Arap dünyasında meydana geliyorlarsa, hemen kavramak zor olsa da imkânsız değildir. Mesela Marksizmin maddeci bakış açısından kaynaklanan Olguları, nesnel gelişmeleri içinde, kendilerini nasıl sunuyorlarsa öyle alma formülü, aslında

birçoğu tartışmalı şablonlardan ve benzetmelerden çok daha fazla işe yarayabilir. Malum, ne de olsa Rus Devriminin Tarihi nde belirtildiği gibi Devrimin tarihi, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden (abç) dalmalarının öyküsüdür. Bütün tarihsel tecrübeler, olayların dinamiğini belirleyen temel unsurun, uzun zamandır korku ve tutuculuğun cenderesinde kısılıp kalmış kitlelerin psikolojilerinde meydana gelen hızlı, yoğun ve coşkulu bir dönüşüm olduğunu gösterir. Moleküler birikimler, bir sıçrama noktasında bütün şiddetiyle sonuç vermeye başlar. Burada ifade edilmeye çalışılan husus, kimi çevrelerin son zamanlarda üzerine yine methiyeler düzmeye başladığı neredeyse saf bir kendiliğindenlik değil, bir devrimin başlangıç noktasının bireylerin ve partilerin iradesinden bağımsız son derece istisnai koşulları dır. (Troçki) Yine Rus Devriminin Tarihi nden devam edecek olursak: Kitleler devrime dört başı mamur bir toplumsal dönüşüm planıyla değil, artık eski rejime tahammül edemeyeceklerini gösteren ham bir duyguyla girişirler. Yalnızca sınıfların önder çevreleri siyasal bir programa sahiptir, ama o da olaylar tarafından doğrulanmaya ve kitlelerce onaylanmaya muhtaçtır. Bütün kitlesel devrimci ayaklanmalarda bu kural geçerlidir. Bu noktada vurgulanması gereken, bir devrimin birinci şartının, artık tahammül edemedikleri bir rejimi devirerek özgürleşmeyi hedefleyen kitlelerin doğrudan eylemi olduğudur. Yenilmiş Devrimler Tarihi Devrimler tarihi baştan aşağı bir başarı hikâyesi değildir. Aksine bu tarihin sayfaları, insanlık tarihinde çok önemli roller oynamış olsalar da daha başlangıç aşamalarında söndürülmüş, yarım kalmış, yenilmiş hatta birer karşıdevrime dönüşmüş devrimlerle doludur.

Bir devrimin başarısının nihai ölçütü kuşkusuz siyasi ve sosyal sonuçlarıdır. Ancak kitlesel bir mücadelenin devrim olarak tanımlanmasının esas ölçütü, eylemin nihai sonuçlarından bağımsız olarak tarihsel, toplumsal ve uluslararası etkileridir. Burada asıl kriter başarı değil, nesnel unsurlardır. Öznel unsurların eksikliği (önderlik, bilinç, mücadele geleneği, görevlerin kavranması, öz örgütlenme düzeyi vb.) devrimin sınırlarını ve sonuçlarını belirler. Zaten başarısız devrimler gerçeği (Yani devrimlerin büyük bir çoğunluğu) bu temel sorundan kaynaklanır. Evet, toplumsal mücadeleler tarihi aynı zamanda yenilmiş devrimlerin de tarihidir. Bu nedenle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratmak anlamındaki kitlesel devrimci ayaklanmalarda öncelikle başarı ve sonuç şartını aramak bir nevi sağlamcılık olmanın yanı sıra gerçek siyasete karşı kronik bir ilgisizliğin de işaretidir. Bu ilgisizliğin çoğu zaman aşırı bir doktrinerlik ve sekter bir devrimcilik veya armudun sapı, incirin çöpü biçiminde zuhur ettiği de malumdur. Yine Rus Devriminin Tarihi nde belirtildiği gibi, Bir devrimin asli siyasi süreci, kesinlikle sınıfın toplumsal krizin ortaya koyduğu sorunların bilincine varması ve kitlelerin aktif olarak ardışık yaklaşıklıklar yöntemi uyarınca yön bulmalarından oluşur. ( ) Bu ileriye doğru atılış nesnel engellere toslayıp kırılmadığı müddetçe kitlelerin sola doğru sürekli biçimde daha güçlü olarak itilmelerini yansıtır. Bu kırılma gerçekleştiğinde gericilik başlar. Devrimci sınıfın bazı çevrelerinde hayal kırıklığı, kayıtsızların sayısındaki artış, ardından karşı devrimci güçlerin pekişmesi. Bu gerçeklik, yenilgiyle sonuçlansalar da dünya tarihinde derin izler bırakmış birçok tarihsel örnekle kanıtlanmıştır. Mesela, zincirleme özelliklerinden dolayı bugünün Kuzey Afrika-Ortadoğu devrimci dalgasıyla bir benzerlik kurabileceğimiz ve kısa zamanda Avrupa nın birçok ülkesine

yayılmış olan 1830 (30-32) ve 1848 devrimleri, bazı kısmi başarılarına rağmen hepsi de yenilgilerle sonuçlanmış birer devrimci ayaklanmalar dizisidir. Üstelik bütün bu devrimci ayaklanmaların yenilerek geri çekilmesini, uzun yıllar süren politik gericilik dönemleri izlemiştir. Ancak bunlar yine de dünya tarihine birer devrim olarak geçmiştir. Kısacası şimdilik Tunus ve Mısır da ortaya çıkan Müslüman Kardeşler iktidarı, bu ülkelerdeki ayaklanmaların birer devrim olmadığını değil, sadece bu devrimlerin önündeki nesnel ve öznel engelleri işaret etmektedir (Aynı geçmişteki İran Devrimi nde olduğu gibi). Üstelik bu ülkelerde yaşananlar, seçimlerin sonuçları ne olursa olsun bazı hayal kırıklıklarına rağmen kırılmanın henüz gerçekleşmediğini göstermektedir. Hareket, iniş çıkışlar, yükseliş ve duraklamalar, kazanım ve gerilemelerle olağan bir seyir izlemektedir: Tunus ve Mısır da, ülkemiz burjuva medyası tarafından kısa bir haber haline getirilmediği sürece kimi sosyalistlerin dikkatine mazhar olamayan kitlesel işçi eylemleri, grevler, yürüyüşler, protestolar, bağımsız örgütlenme, sendikalaşma mücadeleleri; Mısır daki ikinci ve üçüncü dalga Tahrir işgalleri, devlet yanlısı Baltacıların kanlı saldırılarına karşı alanların savunulması, asker ve polisle çatışmalar, askeri yönetime karşı kanlı gösteriler, İsrail elçiliğine yönelik büyük saldırı vb Bütün bunlar, mücadelenin, birinci devrimin kitle hareketinin üzerindeki eğitici rolünün de etkisiyle, sonraki dönemde neoliberal- İslamcı iktidarlara ve emperyalizme karşı, daha bilinçli ve sınıfsal biçimlerde yürütülme ihtimalini ortaya koymaktadır. Uluslararası Etki Bir devrim sürecinin belirleyici özelliklerinden biri de uluslararası planda yarattığı etkidir. Bu uluslararası etkinin iki boyutu vardır. Birincisi yaşananların başka ülke halkları arasında da baskı rejimlerinin, hatta demokratik gericilikle tanımlayabileceğimiz normal burjuva rejimlerinin yıkılabileceği umudunu yeşertmesi, korku ve umutsuzluk

duvarlarının aşılmasını sağlamasıdır. Tarih boyunca bütün devrimler benzeri bir etkiyi yapmıştır. Kuzey Afrika-Ortadoğu bölgesinde tarihsel, sosyal, ekonomik vs. farklarına rağmen birçok ülkede kitlelerin, bazısı kendine özgü, bazısı da benzer nedenlerle başkaldırı yoluna girmeleri bu etkinin kanıtıdır. Tunus ve Mısır emekçileri, mücadeleleriyle Arap (Irak Kürdistanı ndaki olayları da ekleyelim.) dünyasındaki rejime yönelik kitle eylemlerini tetiklemişlerdir. Dünya çapındaki gelişmeler bu etkinin, içinde yol alınan kapitalist dünya krizi şartlarında Araplıkla ve açık bir diktatörlükle ilgisi olmayan (Sınıf diktatörlüğü meselesi bir yana!) ülkelere de yayılabileceğini göstermektedir. Mısır daki Tahrir Ruhu nun ABD, İspanya gibi ülkelerin yanı sıra İsrail de sosyal adalet ve eşitlik talebiyle ayağa kalkan yüzbinleri de etkilemesi (Hem de Burası Tahrir! sloganlarıyla!) bu gerçeğin kanıtıdır. Uluslararası etkinin ikinci boyutu ise, meselenin bir anda uluslararası çapta bir önem kazanması, özellikle de emperyalist ülkeleri bir dizi girişime zorlamasıdır. Emperyalizm, hiç de hesapta olmayan gelişmeler karşısında şaşkınlığını atlatır atlatmaz, Tunus ve Mısır da diplomatik manevralar ve hükümet değişiklikleri yoluyla devrim sürecini kuşatma ve soğutma faaliyetlerine ve Bahreyn e yönelik Suudi askeri müdahalesini organize edip bütün gücüyle omuz vermeye girişmiş, Libya ya insani-ahlaki bahanelerle saldırmıştır. Emperyalist müdahalenin temelinde ne ulusalcılarımızın iddia ettiği üzere BOP veya GOP, ne de liberallerimizin iddia ettiği gibi insani ve demokratik amaçlar vardır. Amaç, kitlelerin, mücadeleleriyle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratmalarını ; başlangıç halindeki bölge devriminin daha ileri aşamalara ulaşmasını engellemektir. Yani sorun, emperyalizm açısından sadece bir petrol sorunu değildir Burada vurgulanması gereken bir önemli nokta da bölgedeki diktatörlüklere karşı hareketlerin tümünün aynı ayarda

olmamasıdır. Arap diye anılıp geçilen bu ülkelerin, tarihsel, kültürel, siyasi ve sosyoekonomik farklılıklarının yanı sıra farklı mücadele gelenekleri vardır. Bu farklar, kitle hareketlerinin boyutlarını, harekete katılan kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeylerini, dış dünyaya bakışlarını ve her ülkenin toplumsal yapısı bağlamında işçi sınıfının etkisini önemli ölçüde belirlemektedir. Dünya devriminin veya bir bölge devriminin, o alandaki tüm kitlelerin aynı vakit ve saatte ve aynı biçimde ayağa kalkması anlamına gelmediğini bilenler açısından bu doğal bir durumdur. Yukarıda tarihsel örnekler olarak gösterdiğimiz eski Avrupa devrimleri de bunu kanıtlar. Mesela Sicilya da başlayıp Fransa, Almanya, İtalya ve Avusturya ya yayılan 1848 Devrimleri, İngiltere de Chartist bir gösteri, İrlanda da cumhuriyetçi bir çalkantı olarak kalırken, Belçika, Hollanda ve Danimarka da bazı reformlarla sınırlı kalmıştır. Önderlik Sorunu Burada Ortadoğu daki diktatörlüklere karşı ortaya çıkan halk hareketlerini soyut bir devrimci bakış açsından kuşkulu bir duruma düşüren kendiliğindenlik-iradi unsur diyalektiğine kısaca da olsa girmek gerekiyor. Evet, her şeyin başında kitlelerin eski rejime artık tahammül edemeyeceklerini gösteren ham duyguları vardır. Bu, elbette mutlak anlamda olmasa bile bir nevi kendiliğindenlik anlamına gelir. (Çünkü o ana kadar bazıları nispeten güçlü, hazırlıklı, planlı programlı, birçoğu küçük ve cılız da olsa örgütlü ve bilinçli unsurlar her zaman vardır.) Zaten korku duvarının aşılmasıyla giderek büyüyen ve kitleselleşen bir kendiliğindenlik olmasa devrimci yükselişlerde her bilinçli unsur kendi üye ve taraftar kitlesinden ibaret kalırdı. Kendiliğinden ayağa kalkan, herhangi bir dönüşüm planından yoksun kitlelerin ham duyguları, eylemlerini, bilinçlerini ve sloganlarını da sınırlar. Ayağa kalkan kitlelerin siyasi bilincinin en azından olayların başlangıç dönemindeki

bulanıklığı, taleplerinin sınırlı yapısı ve kitle hareketinin çeşitliliği, devrimin saflık derecesine de yansır! Bu nedenle hiçbir devrim karşımıza en saf ve sınıfsal haliyle çıkmaz. (Bürokratik tarih kitaplarındaki anlatımları saymazsak!) Lenin de bu nedenle Saf bir devrim aramayın, hiçbir yerde bulamazsınız! der. Bu kendiliğindenlik, önderlik sorununun önemini azaltmak bir yana sorunu daha da yakıcı bir hale getirir. Ancak önderlikler tarihsel rollerini kitleler içindeki siyasi süreçler yoluyla ortaya koyabilirler. Yani önderliklerin yokluğunda kitlelerin enerjileri Troçki nin deyişiyle pistonlu bir silindir içinde sıkışmayan buhar misali uçup gider, ancak hareket silindir ya da pistondan değil, buhardan ileri gelir (Troçki). Kısacası bir devrimin hammaddesi her şeyden önce kitle hareketidir. Ancak, tarihin yönünü belirleyecek o kritik döneme uzun süredir hazırlanan, sadece ayağa kalkan kitleleri değil, kendini de eylem içinde eğiten ve en önemlisi onların devrimci enerjisini gerçek anlamda işleyecek, programı, taktik ve stratejisiyle iktidara yöneltecek bir önderlik yoksa, devrim, en azından uzun bir süre için kitlelerin yenilgisiyle sonuçlanacaktır. Çağımızın krizinin esas olarak proletaryanın önderlik krizi olduğuna dair Devrimci Marksist vecize bu nedenle tarihsel bir öneme sahiptir. Elbette bir önderliğin veya önderliklerin varlığı devrimin başarısını garantilemez. Önderliklerinin aymazlığı, bürokratik yapısı, bağımlılığı ve bağlantıları, program, taktik ve strateji, cephe ve ittifak anlayışı, yabancı sınıfların baskılarından etkilenme dereceleri ve bütün bunlardan dolayı çıkıp gelen bir devrimi tanıyamamaları nedeniyle yenilgiye uğrayan birçok devrim vardır. Bu gaflet birçok örnekte değerlendirme hatası olmanın ötesine geçip sınıfsal bir ihanete dönüşmüştür. Bürokratik tarih kitaplarında bunların bazılarından pek söz edilmezken, bazıları kahramanca kaybedilmiş iç savaşlar olarak yer alırlar (İspanya,

Yunanistan vb.). Elimizdeki en büyük tarihsel örnek olarak, üzerinden sosyalizmin bütün önemli sorunlarını hâlâ tartışmaya devam ettiğimiz Sovyet Devrimi ise, devrimci olanın sadece somut gerçeklik olduğunu bilen Lenin in, kendi partisinin merkez komitesindeki Leninistlere karşı mücadelesi sayesinde başarıya ulaşmıştır. Bu perspektiften bakıldığında, mesela işçi sınıfının görece ağırlığını hissettirdiği Tunus ve Mısır da, artık tahammül edemez hale geldikleri yıllanmış dikta rejimlerini devirmek için büyük bir kararlılıkla harekete geçen kitlelerin eylemini bir devrim olarak kabul etmemenin gerekçesi olarak önderlik sorununu öne sürmek, tarihsel tecrübeden hiçbir sonuç çıkarılmadığı anlamına gelir. Devrimci kitlelere, emekçilere iktidarı ele geçirmeleri yolunda önderlik edecek örgütlü bir gücün yokluğu her şeyden önce solun, sosyalistlerin eksiğidir. Bunun hesabını vermek yerine hem ülkeler, hem bölge, hem de bütün dünya için tarihsel öneme sahip kitle hareketlerini küçük görerek devrimden saymamak ve devrim eksperliğine soyunmak bir nevi pişkinlik ifadesidir. Bütün enternasyonalizm iddialarına rağmen, adı geçen ülkelerin uzaklığını gerekçe göstererek, önderlik sorununu üzerine alınmamak ise, başka ülkelerin sorunları ve toplumsal mücadeleleri konusunda Fethullah Gülen Cemaati kadar bile ilgili davranılmadığına işaret eder. Devrimci bir önderliğin yokluğu, her şeyden önce bir devrimin değil, olaylara müdahale edecek ve devrimi ileri aşamalara taşıyabilecek bir devrimci gücün yokluğuna delalet eder. Emperyalizmin Rolü! Birçok farklı neden öne sürülse de Ortadoğu ülkelerini saran devrimci dalgaya ilişkin kuşkular aslında emperyalizmin rolü meselesinden kaynaklanmaktadır. Emperyalizmin doğrudan müdahalesinin yaşandığı Libya örneği veya Suriye ye yönelik emperyalist tehdit ve baskı, Ortadoğu da yaşananların devrimci bir dalga değil de

emperyalist bir tezgâh olduğunun kanıtı olarak gösteriliyor. Ancak, yaşanan gelişmelerden ve iletişim çağında hızla yayılan bilgi ve haberlerden anlaşılan, olayların emperyalist güçleri gafil avladığı yönündedir. Destek verdikleri baskı rejimlerinin veya varlığından her zaman pek hoşlanmasalar da iyi kötü idare ettikleri diktatörlüklerin büyük çaplı halk hareketleri tarafından yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalması büyük güçler açısından (Bunlara bölgesel planda Türkiye yi de katabiliriz.) bir sürpriz olmuş gibidir. Emperyalist müdahale, şaşkınlık ve kararsızlık aşamasının ardından şekillenmeye başlamıştır. Libya ya yönelik emperyalist askeri müdahale, önceden planlanmış bir tezgâhtan, dizayn hedefinden ziyade, ortaya çıkan şartlarda (Libya nın özel ekonomik değerinin yanı sıra) öncelikle bütün bölgeyi etkileyebilecek bir devrimler dalgasının durdurulup söndürülmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bir takım Batılı vakıfların, demokrasinin geliştirilmesi niyetiyle Mısır daki bazı sivil toplum kuruluşlarına uzunca bir süredir eğitim ve destek vermesi ve bu STK ların olaylarda rol alması, emperyalizmin oyununun bir delili olarak öne sürülebilir. Ancak bu faaliyetler emperyalizmin dünyanın hemen her hassas bölgesinde rutin olarak sürdürdüğü ilişki biçimlerinden biridir ve daha çok bir B planı niteliği taşırlar. Bu planların asıl amacı, desteklenen diktatörlüğün yıkılmasının kaçınılmaz bir hal alması durumunda, ilişki kurulacak potansiyel önderliklerle erken ve eğitici bir temas sağlamak ve bu yolla süreci denetlemek, muhtemel tehlikeleri önlemektir. Bir yönüyle, devrimci sosyalistlerin, işçi öncüsünü eğitip örgütleyerek burjuva düzenine yönelik tehlikeleri büyütme göreviyle yüz yüze olmaları gibi! Sosyalistlerin çoğunun, dünya haline ve meselelerine bir dünya devrimi perspektifiyle bakmadıkları sürece emperyalizmin dünya karşıdevrimi perspektifini sadece dizayn ve komplo boyutuyla algılaması kaçınılmazdır. Açıkça görülen, emperyalizmin halihazırda dünya devrimine ilişkin meselelerde soldan daha hassas davrandığıdır!

Taktik ve Strateji Bu bağlamda üzerinde durulması gereken bir diğer husus da emperyalizmin dünyanın bazı bölgelerinde pürüz veya engel olarak gördüğü rejimleri yıkmaya yönelik politikaları karşısında alınması gereken tutumdur. Emperyalizmin askeri müdahalelerine, işgallerine karşı çıkmak devrimci bir ilkedir. Emperyalizmin saldırısına maruz kalan bürokratik (Hatta K. Kore örneğinde olduğu gibi monarşik ) işçi devletlerini, geri ve bağımlı kapitalist ülkeleri, rejimleri ile olan bütün sorunlarımıza ve uzlaşmaz çelişkilerimize rağmen savunuruz. Emperyalizmin alacağı her yenilginin, dünya devrimi için bir kazanım olacağı çok açıktır. Ancak bu destek, o ülkenin rejimine, iktidarı elinde tutan sınıfa, siyasi zümreye hatta hanedana değil, o ülkenin işçi ve emekçilerine, yoksul halklarına kurtuluşları yolunda verilen bir destektir. Bu önemli bir ayrımdır. İster bir sömürgede olsun, isterse siyasi olarak bağımsız, ancak emperyalist sisteme ekonomik olarak bağımlı geri bir ülkede, sömürgeciliğe, emperyalist saldırıya karşı mücadelede, o ülkenin burjuvazisiyle ittifak, sadece taktik sınırlar içinde geçerlidir; yani, sınırları, süresi, amacı belirli bir eylem birliği olarak. Bu eylem birliğinin asıl hedefi, burjuva düzeninin tasfiyesi, emperyalizmden sadece anlaşmazlık ve savaş dönemlerinde değil, gerçek anlamda kopmayı sağlayacak bir toplumsal devrimin gerçekleştirilmesidir. Ancak bu yolla, bir biçimde (hatta biraz da sosyalistlerin desteği sayesinde) kelleyi kurtarmış olan ulusal burjuvazinin iktidarda kalarak bir süre sonra emperyalizmle yeniden bağlantı kurması, kapitalist sistem içinde yer alması engellenebilir. Tarihsel deneyime bakıldığında bu konuda birçok olumsuz örnek olduğu görülür. Bu örneklerde, komünist önderliklerin bürokratik yozlaşması ve yabancı sınıfların basıncı altında kalması oranında burjuvaziyle (hatta bazen sadece avukatlarıyla ) ittifaklar stratejik bir nitelik kazanmıştır. Bu durum, proletaryanın iktidar alternatifi olduğu yerlerde

çok ağır yenilgilere neden olurken, işçi sınıfı partilerinin yeterince güçlü olmadığı veya gelişmesinin henüz başında olduğu ülkelerde bütün gelişme potansiyellerini kaybetmelerine yol açmıştır. Bu çizginin bir başka biçimi de, bir zamanlar ülkemizde de yaşandığı üzere, burjuva devletinin açık polisiye baskısına rağmen, sırf antiemperyalist olduğu tespitiyle ilerici burjuvazinin gölgesiyle ittifak kurma anlayışıdır. Bazı Arap ülkelerindeki komünist partiler de bugünkü acıklı durumlarını büyük ölçüde, zamanın SSCB bürokrasisinin paralelinde, bu tür ilerici ittifaklara borçludurlar! İlkeler ve Gerçekler İlkeler elbette çok önemlidir, ancak hiçbir ilke boşlukta durmaz. Her ilkenin bir sınıfsal temeli vardır ve devrimci sosyalizm için işçi sınıfının birliği, bağımsızlığı ve toplumsal kurtuluşunun üzerinde hiçbir ilke olamaz. Sınıf mücadelesi (eğer gerçekten böyle bir amaç varsa) soyut ilkelerle değil, gerçek programlar ve politikalar aracılığıyla yürür. Ancak bütün program ve politikalar gibi devrimci program ve politika da gerçek hayattaki güç ilişkileri temelinde bir anlam kazanır. Soyut ilkelerin ve genellemelerin ötesinde, somut gerçekler ve güç ilişkileri üzerinden gidecek olursak, bugünün Ortadoğu sunda yaşanan devrimci önderlik ve neredeyse hiçlik sorununun temelinde, yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi, bu ülkelerdeki komünist partilerin bürokratik intihar politikalarının çok önemli bir yeri vardır. Somut bir Ortadoğu politikasından söz edilecekse, öncelikle var olan hiçlik durumundan yola çıkılmalıdır. Ortadoğu da, sosyalist hareket açısından bugünkü gerçek durum genel olarak, Adın ne: Mülayim; sert olsan ne yazar! durumudur. Yani, sosyalist örgütlenmelerin mevcut siyasi-askeri güçleriyle emperyalist müdahalelere karşı mücadelede antiemperyalist burjuva hanedanlara destek verip vermemesinin ne emperyalizm açısından, ne de müdahaleye uğrayan rejimler açısından bir kıymeti harbiyesi yoktur. Var olan rejimlerin bazılarının uzak geçmişlerinden kalma mitolojik bir hikâye olmanın ötesinde

(Arap sosyalizmi, İslam sosyalizmi, vb.) sosyalizmin devrimci, hatta reformist biçimlerinin ideolojik, siyasi ve toplumsal etkisinin çok zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda sosyalistlerin benzer ülkelerde vatanı kurtarmaktan öte işçi sınıfı ve emekçileri örgütleme, hem kendilerini, hem de işçi sınıfını ideolojik, politik ve örgütsel açıdan bağımsız bir güç haline getirme görevi vardır. Bu görev, işçi sınıfı içindeki günlük ve rutin faaliyetin yanı sıra politik mücadeleyi de zorunlu kılar. Bu mücadele ancak bağımsız bir program ve siyasi çizgiyle yürüyebilir. İşçi sınıfının bağımsızlığının ön şartı, öncüsünün bağımsızlığıdır. Bu aynı zamanda, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde sınıfın diğer emekçi kesimlere önderlik edebilmesinin de temel şartıdır. Sonuç olarak, proleter olmayan herhangi bir hükümete ve rejime karşı bağımsız davranamayan, kaderi rejimin iki dudağı arasında belirlenen bir işçi sınıfı örgütünün devrimci anlamda gelişme ve güçlenme şansı yoktur. Devrimci Gerçekçilik Zannedilenin aksine, gerçekçi politika, eğer burjuva veya küçük burjuva tipi bir gerçekçilikten söz etmiyorsak, politik destek adı altında iki taraftan birinin gölgesine sığınmak değildir. Emperyalist bir saldırı durumunda alınması gereken tutum, bazı taktik öncelik ve incelikler hesaba katılmak şartıyla, stratejik olarak tabiri caizse Hem nalına, hem mıhına vurmak tır! Bu pratik olarak, gücümüz oranında, hem emperyalizme hem de varlığıyla emperyalizme karşı mücadeleyi zayıflatan, zaman zaman emperyalist müdahaleye meşruiyet fırsatı sağlayan milli burjuva rejimine karşı örgütlenme ve ajitastasyon yapmak anlamına gelir. Kitleler arasında kale alınabilir bir etkiye ve siyasi-askeri bir güce sahip olunması durumunda da temel çizgi stratejik özü itibariyle aynı olmalıdır. Böyle bir durumda, devrimci gücün sırtında taşıdığı yumurta küfesi nedeniyle sürecin hassas bir analizi ve doğru taktiklerin saptanması çok daha büyük bir

önem kazanır. Ancak hiçbir şart altında, var olan siyasiaskeri gücü, antiemperyalizm adına mesela somut olarak Libya gibi bir ülkede Kaddafi hanedanı ve yandaş kabilelerin yanında; Suriye de Muhaberat ve genelkurmayla birlikte, siyasi demokrasi ve özgürlük talebiyle ayaklanmış kitlelere ateş açmakta kullanmak devrimci ve antiemperyalist bir tutum olamaz. Nasıl ki Afganistan da ABD emperyalizmine karşı savaşta ilkesel nedenlerle Taliban ın yanında yer almak hem ulusal bağımsızlık ve sosyalizm, hem de en maddi anlamıyla beden sağlığı açısından doğru bir tutum değilse Bütün bunlar, sadece o ülkelerde var olan gerçek veya bugün için muhayyel güçler için değil, onlara ilkesel ve politik tavsiyelerde bulunan veya uzaktan da olsa kendi adına bir tutum almaya çalışan (Hatta zaman zaman bu nedenlerle bölünebilen) çeşitli uluslararası devrimci güçler açısından da önemlidir. Orada Bir Köy Var Uzakta..! Olaylar çok uzağımızda da cereyan etse sorumluluğumuz büyüktür. O nedenle dünya devriminin meselelerine soyut genellemeler ve kulaktan dolma bilgilerle değil, olayların cereyan ettiği ülke ve bölgelerin tarihsel gerçeklerinin, gerçek şartlarının ve oralarda gerçekte neler olduğunun kavranması temelinde bakmak gerekir. Bu noktada en büyük sorumluluk, devrimin uluslararası güçlerini aydınlatacak ve doğru olarak yönlendirecek olan, o ülkenin devrimcilerine aittir. Enternasyonalizm her şeyden önce dünya devriminin ulusal ve uluslararası parçalarının birbirlerini karşılıklı olarak eğitmelerine ve birbirlerinden öğrenmelerine dayanır; elbette aralarında bürokratik bir hiyerarşi yoksa. Devrimci sosyalistlerin görevi devrim eksperliği, diplomatlık veya devlet adamlığı değil; devrimci öncünün rolünü, devrimci kitle hareketinin görevlerini, programını ve her düzeyde örgütlenme sorunlarını devrimci bir bakış açısıyla ortaya koymaktır. Bu aynı zamanda, emperyalizm meselesine

sadece devletlerarası bir sorun olarak değil, esasında bir üretim ilişkileri sorunu, bir sınıfsal sorun olarak da bakmamızı sağlayacaktır. Olaylara devrimci Marksist bakış, her şeyden önce meseleleri en somut biçimiyle ele almak; zorba iktidarları yıkmaya yönelik devrimci kitle hareketlerinin nedenlerini ve niteliklerini ve emperyalizmin rolünü komplocu değil, maddeci-sınıfsal bir bakış açısıyla kavramak demektir. Bu aynı zamanda devrimlerin temel sorunu olan kendiliğindenlik-devrimci önderlik diyalektiğinin doğru biçimde ortaya konulması ve çözümlenmesi anlamına gelir. Diyalektik maddecilik, meseleleri bir fotoğraf karesi olarak değil, bir film şeridi olarak görmeyi gerektirir. Bir devrimi tanıyabilmenin temel şartı budur. Ve en önemlisi, film yeni başlamıştır