-Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya Çıkışı; Klasik okul, makro düşünce okullarının ilki olarak kabul edilir. Klasik iktisat, döneminde

Benzer belgeler
FİYATLAR GENEL DÜZEYİ VE MİLLİ GELİR DENGESİ

8.1 KLASİK (NEOKLASİK) MODEL Temel Varsayımlar: Rasyonellik; Para hayali yoktur; Piyasalar sürekli temizlenir.

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

2018/1. Dönem Deneme Sınavı.

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM KLASİK VE KEYNESYEN EKONOMİ

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

A. IS LM ANALİZİ A.1. IS

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI

BAHAR DÖNEMİ MAKRO İKTİSAT 2 DERSİ KISA SINAV SORU VE CEVAPLARI

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması

IS LM MODELİ ÇALIŞMA SORULARI


ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI

Klasik & Keynesyen İktisat Çalışma Soruları.

1. KEYNESÇİ PARA TALEBİ TEORİSİ

9. DERS : IS LM EĞRİLERİ: MALİYE VE PARA POLİTİKALARI

4)Yukarıdaki 3 temel varsayım altında ekonomi daima tam istihdamdadır ve fiyatlar genel seviyesi istikrarlıdır.

TOPLAM TALEP VE TOPLAM ARZ: AD-AS MODELİ

Ekonomi II. 20.Para Teorisi ve Politikası. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

MODERN MAKROEKONOMİNİN KÖKLERİ

IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI

1. Yatırımın Faiz Esnekliği

A İKTİSAT KPSS-AB-PS/2007

İçindekiler kısa tablosu

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

2. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir

BİRİNCİ SEVİYE ÖRNEK SORULARI EKONOMİ

2.BÖLÜM ÇOKTAN SEÇMELİ

BÖLÜM FAİZ ORANI-MİLLİ GELİR DENGESİ. Bu bölümde, milli gelir ile faiz oranı arasındaki ilişkiler incelenecektir.

İKT 207: Mikro iktisat. Faktör Piyasaları

2001 KPSS 1. Aşağıdakilerden hangisi A malının talep eğrisinin sola doğru kaymasına neden olur?

BÖLÜM 9. Ekonomik Dalgalanmalara Giriş

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

Dengede; sızıntılar ve enjeksiyonlar eşit olacaktır:

M2 Para Tanımı: M1+Vadeli ticari ve tasarruf mevduatları (resmi mevduatlar hariç)

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU

MAKRO İKTİSAT KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ(KARMA)

8. DERS: IS/LM MODELİ

PARA TALEBİ VE KURAMLARI

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

SORU SETİ 10 MALİYET TEORİSİ - UZUN DÖNEM MALİYETLER VE TAM REKABET PİYASASINDA ÇIKTI KARARLARI - TEKEL

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

ÇALIŞMA SORULARI. S a y f a 1 / 6

Hasıla, IS ve FE eğrilerinin kesişmeleri ile belirlenir, LM eğrisi IS ve FE nin kesiştiği noktaya intibak eder.

Para Piyasasında Denge: LM (Liquit Money) Modeli

P M/P i Ip AE, AD ve Y. Şekil 7.1: Kapalı Bir Ekonomide Toplam Talep Eğrisinin Türetilişi

Ayrım I. Genel Çerçeve 1

2016 YILI I.DÖNEM AKTÜERLİK SINAVLARI EKONOMİ

AD AS MODELİ. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı Ekonomide Kıtlık ve Tercih

iktisaoa GiRiş 7. Ürettiği mala ilişkin talebin fiyat esnekliği değeri bire eşit olan bir firma, söz konusu

İKTİSADA GİRİŞ - 1. Ünite 4: Tüketici ve Üretici Tercihlerinin Temelleri.

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT. 1. Ekonominin bulunduğu noktanın, üretim olanakları eğrisinin solunda olması aşağıdakilerden hangisini gösterir?

BÖLÜM 6: PARA VE MALİYE POLİTİKASI ( )

İktisada Giriş I. 31 Ekim 2016

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...


KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK TEORİSİ

Kamu bütçesi, Millet Meclisi tarafından onaylanıp kanunlaşan ve devletin planlanan gelir ve harcamalarını gösteren yıllık bir programdır.

Mikroiktisat Final Sorularý

Talep ve arz kavramları ve bu kavramları etkileyen öğeler spor endüstrisine konu olan bir mal ya da hizmetin üretilmesi ve tüketilmesi açısından

Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

N VE PARA ARZININ ÖZELL

meydana gelen değişmedir. d. Ek bir işçi çalıştırıldığında sabit maliyetlerde e. Üretim ek bir birim arttığında toplam

ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER... XI BİRİNCİ BÖLÜM MAKRO İKTİSADA GİRİŞ

7. BÖLÜM EKONOMİK İSTİKRARIN GERÇEKLEŞTİRİLMESİNDE PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ ETKİNLİĞİ

kpss 2013 iktisat ÖSYM sınav formatına %100 uygun

Bölüm 7. Para Talebi. 7.1 Klasik İktisat ve Paranın Miktar Teorisi

MAL VE PARA PİYASALARINDA EŞ ANLI DENGE. Mal ve para piyasalarında eşanlı denge; IS ile LM in kesiştiği noktada gerçekleşir.

TARIM ÜRÜNLERİ TİCARETİNİN ULUSLARARASI BOYUTU

4. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN

İktisada Giriş I. 17 Ekim 2016 II. Hafta

-MAKROEKONOMİ KPSS SORULARI- 1) Nominal faiz oranı artarsa, reel para talebi nasıl değişir?( KPSS 2006)

6. HAFTA DERS NOTLARI İKTİSADİ MATEMATİK MİKRO EKONOMİK YAKLAŞIM. Yazan SAYIN SAN

Ödemeler Bilançosunda Denge: BP Eğrisi

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ. Yrd. Doç. Dr. Hasan GÖCEN MELİKŞAH ÜNİVERSİTESİ

ÜNİTE 6: PARA TALEBİ VE PARA PİYASASINDA DENGE İŞLEM AMAÇLI PARA TALEBİ TEORİLERİ

1. Mal Piyasası ve Para Piyasası

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

Para talebi teorisi bu yüzden önemlidir. Yunus Emre ERDOĞAN 1

İKTİSAT. İktisata Giriş Test Dolmuş ile otobüs aşağıdaki mal türlerinden

ÜRETİM ve MALİYETLER. Üretim Fonksiyonu Kısa Dönemde Üretim Fonksiyonu. Doç.Dr. Erdal Gümüş

Bölüm 4 ve Bölüm 5. Not: Bir önceki derste Fiyat, Piyasa kavramları açıklanmıştı. Derste notlar alınmıştı. Sunum olarak hazırlanmadı.

Ders Notları Dr. Murat ASLAN. Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT

Orta Vadede (Dönemde) Piyasa Dengesi:

Rasyonel Beklentiler Teorisinin Politika Yansımaları ve Enflasyonla Mücadele

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

İKTİSAT BİLİMİ VE İKTİSATTAKİ TEMEL KAVRAMLAR

TAM REKABET PİYASASINDA DENGE FİYATININ OLUŞUMU (KISMÎ DENGE)

EKONOMİ SORULARI VE CEVAPLARI

Transkript:

-Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya Çıkışı; Klasik okul, makro düşünce okullarının ilki olarak kabul edilir. Klasik iktisat, 1776 1929 döneminde dünyada hakim iktisat öğretisi konumundadır. Okulun önde gelen isimleri ve özdeşleştikleri eserler ve öğretiye yaptıkları önemli katkılar şu şekilde sıralanabilir; Adam Smith, (1723-1790) ; Ulusların Zenginliğinin Sebep ve Sonuçları(1776), kısa adıyla Ulusların Zenginliği, Katkıları; mutlak üstünlükler teorisi, emek-değer teorisi, işbölümü ve uzmanlaşma, kullanım değeri-değişim değeri, doğal fiyat-piyasa fiyatı, doğal düzen. David Ricardo, (1772-1823); Ekonomi Politikasının Prensipleri ve Vergilemenin İlkeleri (1871) Katkıları; klasik rant teorisi, karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, Ricardocu denklik (eşdeğerlik) hipotezi, T. Robert Malthus, (1766-1834); Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (1798) Katkıları; Nüfus Kanunu, Tasarruf-Yatırım Eşitsizliği, Say Kanununun Reddi, nüfus kontrolü J.Babtiste Say, (1767-1832); Politik İktisat Üzerine İncelemeler (İki Cilt), (1803), Katkıları; Say Kanunu, emek-değer teorisinin reddi; sermaye ve toprağın da ür2etime katılması, müteşebbisin üretim fonksiyonuna eklenmesi John Stuart Mill, (1806-1873); Ekonomi İlkeleri (Üniversitelerde Ders Kitabı)(1848) Katkıları; Dış ticarette karşılıklı talep kanunu Makro düşünce okullarının kendilerinden önceki düşüncelere tepkiden doğduğu bilinen bir gerçektir. Klasik düşünce okulu da merkantilist görüşlere tepkiden doğmuştur. Merkantilist görüş, 16. ve 17. y.yıllarda imparatorlukların dağılıp ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemde Avrupa da yaklaşık 300 yıl hüküm sürmüştür. Bu düşünce, ulusların zenginliğini sahip olduğu değerli madenlerle (altın-gümüş) ölçmüş, değerli maden stoklarının artırılabilmesi için devletin iktisadi hayata aktif müdahale etmesi gerektiğini savunmuş, ülkenin gelişmesi için finansal faktörleri reel faktörlerin önünde tutmuş ve parayı toplam talebi etkileyen bir unsur olarak görmüşlerdir. Sanayi devrimi sonrası gelişen klasik düşünce bu görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ekonomik hayatın düzenlenmesinde devlete ihtiyaç olmadığı, piyasa mekanizmasının fiyat mekanizması yardımıyla kusursuz işleyerek bu düzeni sağlayabileceğini öne sürmüştür. J.B. Say tarafından ileri sürülen ve say Yasası olarak bilinen Her arz kendi talebini yaratır sözüyle toplam arzın önemli olduğunu, paranın ve dolayısıyla finansal faktörlerin iktisadi faaliyetlerde etkili olamayacağını savunmuşlardır. Klasik iktisat aynı zamanda büyüme iktisadı olarak ta adlandırılır. Zira klasik iktisatçılar, günümüzün gelişmiş ülkelerinin sanayi devrimi sonrası göstermiş olduğu büyüme-kalkınma sürecini bizzat yaşamış ve büyüme-kalkınma ve makro konularda teoriler geliştirmişlerdir. 1870 li yıllara gelindiğinde makro konular gözden düşmeye başlamıştır. Bu yıllarda W.S. Jevons, C. Menger, L. Walras, ve A. Marshall gibi iktisatçılar makro konular yerine mikro konularda araştırma yapmaya ve eserler vermeye başlamışlardır. İktisadın mikro alanıyla ilgilenen bu akım neo-klasik iktisatçılar olarak adlandırılmışlardır. Ayrıca, A. Marshall ın değer konusunda yapmış olduğu marjinal analiz yaklaşımı döneme damgasını vurmuş ve bundan dolayı akım marjinalist okul olarak ta adlandırılmıştır. Yine bu okulun; Cambridge, Lozan ve Avusturya okulları şeklinde üç ayrı koldan oluştuğu da bilinmektedir. Klasik Okulun Varsayımları Klasik okulun görüşlerinin şekillenmesinde önemli yer tutan varsayımlarını şu şekilde özetlemek mümkündür; 1

a. Genel anlamdaki varsayımlar; - İktisadi birimler homo-economicus bir yapıya sahiptirler. Yani rasyonel davranış biçimi sergilerler. Bireyler fayda maksimizasyonu, firmalar ise kar maksimizasyonu ilkesine göre hareket ederler. - Ekonomik analizlerde uzun dönem dikkate alınır. Kısa dönemli istikrarsızlıklar yerine uzun dönemli büyüme-kalkınma konuları ön planda tutulmuştur. - Makro ekonomik istikrarın sağlanmasında arz yönlü politikalar talep yönlü politikalara göre daha etkilidir. Yani arz yönlü bir okuldur. - Bütün piyasalarda tam rekabet şartları geçerlidir. Görünmez el olarak adlandırılan fiyat mekanizması piyasaların mükemmel işlemesini sağlar. Eksik rekabet piyasalarının varlığı kabul edilmez. - Ekonomik istikrarsızlıkların kaynağı devlet müdahaleleridir. Bu nedenle devletin ekonomiye müdahalesine karşıdırlar. b. İşgücü piyasasına ilişkin varsayımlar; - İşgücü arzı, reel ücretin artan bir fonksiyonu iken, işgücü talebi reel ücretin azalan yönlü bir fonksiyonudur. - İşgücü ücretleri, işgücü arzı ve talebi tarafından belirlenir. Reel ücretler tam esnek bir yapıya sahiptir. Bundan dolayı işgücü piyasası sürekli temizlenir. Yani, işgücü arzı işgücü talebini aştığında reel ücretler düşer, işgücü talebi işgücü arzını aştığında ise yükselir ve piyasa dengesi otomatik olarak sağlanır. - Ekonomi daima tam istihdamdadır. Bunu sağlayan da reel ücretlerin esnek olmasıdır. Ücretler, en son işsiz kişi istihdam edilinceye kadar düşer. Tam istihdamdan sapma olması yani eksik istihdam durumu geçicidir. Otomatik işleyen piyasa mekanizması tekrar tam istihdamı sağlar. - Ekonomide sadece iradi işsizlik (yani isteğe bağlı) söz konusudur. c. Para piyasasına ilişkin varsayımlar; - Para sadece günlük alışverişlerde kullanılmak üzere yani işlem amaçlı olarak talep edilir. İhtiyat ve spakülatif güdülerle para talep edilmez. Bu nedenle de para talebinin faiz esnekliği sıfır dır. - Para ve mal piyasaları birbirinden ayrılmıştır. Bu varsayım klasik dikotomi olarak adlandırılır. Buna göre, para piyasasında meydana gelen bir değişim mal piyasasını etkileyemez. - Klasik dikotomi ilkesinin bir sonucu olarak, para yansızdır yani nötr özelliğe sahiptir. Örneğin; para miktarının artırılması ile, istihdam ve gelir düzeyi (mal piyasası yada reel sektör) artırılamaz. - Reel faiz oranları, tasarruflar (fon arz edenler) ve yatırımlar (fon talep edenler) tarafından belirlenir. Ayrıca reel faiz oranları, reel ücrette olduğu gibi tam esnek özellik gösterirler. - Tasarruflar faizle doğru orantılı iken yatırımlarla ters orantılı ilişki içindedir. - Aynı zamanda faiz tüketimden vazgeçmenin bedelidir. Yani faizler artarsa tüketim azalır, tasarruf artar. - Yatırımların faiz esnekliği yüksektir. 2

- Paranın dolanım hızı sabittir. - Rasyonel davranma özelliğine sahip iktisadi birimler gerek fayda gerekse kar maksimizasyonu güdülerine göre hareket ederken nominal değil reel değişkenleri dikkate alırlar. Bundan dolayı üreticilerin ve tüketicilerin para yanılgısı ya da para aldanması olgusu ile karşılaşması söz konusu değildir. - Ekonomik istikrarın sağlanmasında para politikasının etkin, maliye politikasının ise etkisiz olduğu kabul edilir. d. Mal piyasasına ilişkin varsayımlar; - Say kanunu geçerlidir. Yani her arz kendi talebini yaratır - Mal piyasasında oluşan mal fiyatları, reel ücret ve reel faiz oranlarında olduğu gibi tam esnek özelliğe sahiptir. Mal piyasalarında da sürekli temizlenme söz konusudur. - İktisadi birimler piyasalar hakkında tam bilgiye sahiptirler. - Ekonomik büyümenin belirleyicisi (motoru) tasarruflardır. - Tasarruf ve yatırım aynı kişiler tarafından yapılır. Dolayısıyla planlanan yatırımların planlanan tasarruflara eşit olduğu kabul edilir. e. Diğer konulara ilişkin varsayımlar - Denk ve küçük bütçe politikasını savunurlar - Tarafsız maliye anlayışı hakimdir. - Kamu harcamaları vergilerle finanse edilmelidir. Borçlanma ancak olağanüstü durumlarda olmalıdır. - Dış ticarette korumacılığa karşıdırlar. Serbest dış ticareti savunurlar. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler anlayışı hakimdir. Klasik Okul ve İşgücü Piyasası Klasik düşüncede ekonominin arz yönü daima ön planda tutulmuştur. Bu nedenle analizlere genelde üretim-istihdam ve işgücü cephesinden başlanır. İşgücü piyasasının aktörleri (işçiler ve firmalar) piyasalar hakkında tam bilgiye sahip olup rasyonel davranırlar. Yani, işçiler ne miktarda emek arz edip faydalarını maksimize edeceklerine, firmalar da ne miktarda emek talep edip karlarını maksimize edeceklerine özgürce karar verirler. Analize öncelikle üretimin belirleyicilerini ortaya koyarak başlamak gerekir. Zira klasik düşüncede para yansız olup, üretim ve istihdam üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Üretimin belirleyicileri, üretim fonksiyonundan yararlanılmak suretiyle açıklanabilir. Emek talebi üretim fonksiyonundan türetilir. Bu amaçla, öncelikle bir firmanın ne kadar işgücü istihdam edebileceği sorusunu yanıtlamak gerekir. Bu soruyu yanıtlarken temel kural; ilave emek istihdamı ile üretimin arttırılması firmanın karını arttırdığı sürece, yani ücret maliyetinden fazla getiri sağladığı sürece istihdam ve üretim artırılır. Üretim Fonksiyonu Bir üretim fonksiyonu, kullanılan girdi miktarları ile bu girdilerle üretilebilecek maksimum ürün miktarı arasında bir ilişkidir. Üretim fonksiyonunu Y = f ( K, L ) şeklinde ifade edilebilir. Burada; Y = reel üretimi, K = sermayeyi, L = emek miktarını ifade etmektedir. 3

Kısa dönemde sermaye sabit, emek değişken konumdadır. Yani üretim miktarını belirleyen unsur istihdam edilen emek miktarıdır. İstihdam edilen emek miktarı arttıkça üretim de artar. Kısa dönem üretim fonksiyonunu ifade eden Grafik 1 de, kullanılan emek miktarı arttıkça emeğin marjinal ürününün azaldığını ifade eden azalan verimler varsayımına dayanmaktadır. Yani, istihdam edilen her ilave emeğin üretime katkısı bir öncekinden daha az olmaktadır. Bunun nedeni, sermaye sabit düzeyde olduğundan her ilave emek daha az sermaye ile (makine-ekipmanla) çalışmaktadır. Bu durumda emek kullanımı eşit miktarlarda artırılmaya devam edildikçe üretimdeki artış giderek azalır. İlave emeğin üretime (hasılaya) katkısına emeğin marjinal ürünü denir. Her ilave emeğin üretime katkısı (yani marjinal ürün) üretim fonksiyonun eğimi (ΔY/ΔL) ile ifade edilmiştir. Her ilave işgücünün üretime katkısı aynı zamanda emeğin marjinal ürünü yada marjinal verimi (MPL) olarak adlandırılır. Bir başka ifadeyle, üretim miktarındaki değişmenin (ΔY), emek miktarındaki değişmeye oranı emeğin marjinal ürünü denir. Üretim Miktarı (Y) Yo α ΔL ΔY Y= f ( K, L) A Eğim = Tgα = ΔY ΔL = MPL 0 Lo Emek Miktarı (L) Grafik 1; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü Üretim fonksiyonun eğimi emeğin pozitif fakat azalan marjinal ürüne sahip olduğu (üretim sürecinde kullanılan toplam emek miktarı artınca toplam üretiminde da artacağı ancak her ilave birim emeğin toplam üretimde meydana getireceği artışın azalacağı) varsayılır. 4

Grafik 2; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü Arasındaki İlişki Kısa dönem toplam üretim fonksiyonu eğrisinin yatay eksene doğru kıvrılması ise, istihdam düzeyi arttıkça her ilave emeğin toplam üretimde meydana getireceği artışın (emeğin marjinal ürününün) azalacağını (MPL 1 = L 1A > MPL 2 = EB > MPL 3 = FC > MPL 4 = GD) ifade eder. Bu söylenenler dikey eksende emeğin marjinal ürününün, yatay eksende istihdam düzeyinin yer aldığı Grafik 2 de, negatif eğimli MPL emeğin marjinal ürünü eğrisi ile gösterilmiştir. Emek Talebi Klasik modelde emek talep eğrisi üretim fonksiyonundan elde edilir. Kar maksimizasyonu ilkesiyle rasyonel davranış sergileyen firma ne kadar emek talep edecektir? Her ilave emeğin üretime katkısı emeğin marjinal ürünü olarak adlandırılmıştı. İşgücüne ödenen reel ücret ise emeğin marjinal maliyeti olarak adlandırılır. Bir firma marjinal ürünü (MPL), ilave emeğin maliyetini aştığı müddetçe ek işgücü istihdam edecektir. İlave emeğin maliyeti nominal ücretin fiyat düzeyine bölümü elde edilen reel ücrettir. Reel ücret firmanın her bir işçiye ödediği ürünün miktarını ölçer. Her fazladan işçi firma açısından hem MPL kadarlık bir üretim (hasıla) artışı sağlamakta hem de reel ücrete eşit bir maliyet artışına yol açmakta olduğundan firma MPL reel ücreti aştığı sürece istihdamı arttırmaya devam edecektir. Buna göre, işletmenin üretimini durduracağı nokta, emeğin marjinal verimliliğinin marjinal ücrete eşitlendiği noktaya kadar sürecektir. Marjinal emeğin sağladığı üretim, malın fiyatı ile çarpılırsa fiziki marjinal ürün parasal marjinal ürüne çevrilebilir. Böylece marjinal emeğin işletmeye sağlayacağı gelir elde edilir. Emeğin marjinal verimliliği (MPL) ile gösterilirken, (P) üretilen malın fiyatını, (W) ise nominal ücreti ifade ederse, iş gücü talebi dengesi; MPL=W/P Grafik 3 den de görüleceği aşağı eğimli eğri emeğin marjinal verimliliği (MPL) eğrisidir. Bu eğri aynı zamanda emek talep (L D) eğrisidir. Firmalar MPL ile reel ücretin eşit olduğu noktaya kadar emek istihdam etmektedir. MPL eğrisi ilave işgücünün hasılaya (üretim) katkısını gösterir. Bu katkının pozitif olması, fakat ilave istihdam onu azaltması nedeniyle MPL eğrisi negatif eğimlidir. Grafik 3; Emek Talebi Eğrisi Grafik 3 de reel ücret t(w/p) 0] iken L 3 kadar işgücü istihdam edilirse ne olur?. Bu ücret düzeyinde firma çok fazla emek istihdam etmektedir. Bu istihdam düzeyinde reel ücret (W/P) 0 MPL 1 i aşmaktadır. Firma istihdamının bir birim azalması durumunda, hasıla MPL kadar azalırken, firmanın geliri de düşecektir. Ancak diğer taraftan ücrette de bir azalma söz konusudur. Ücretteki düşmenin sağladığı bu maliyet tasarrufu, gelirdeki azalmadan KR düşey uzaklığı kadar daha fazladır. Bu durumda firmanın istihdam düzeyini azaltması mantıklı olacaktır. Aynı mantık L 1 istihdam düzeyi için de yürütülecek olursa, firmanın istihdamı birim arttığında ödeyeceği ücretin MN kadar üzerinde bir hasıla elde edileceği görülmektedir. Bu durumda firmanın kar 5

maksimizasyonu açısından istihdamı artırması uygun olacaktır. Şekilden firmanın karını maksimize eden istihdam hacminin L 2 olduğu görülmektedir. Grafikten de görüleceği üzere firmanın optimum istihdam düzeyi, emeğin marjinal veriminin, reel ücrete eşit olduğu ( MPL= W/P), L 2 istihdam düzeyidir. Emeğin marjinal veriminin, azalan verimler kanunundan dolayı negatif eğimli olduğu dikkate alınırsa emek talebi reel ücretin azalan bir fonksiyonu olarak yazılabilir. Bunun anlamı, emek talebi ile reel ücret arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Reel ücret düşerse emek talebi artar, yükselirse emek talebi azalır. Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (L D) Emek Talebi; L D = f (W / P) Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (L D) Reel ücretin düşmesi ise iki biçimde olur. Ya parasal ücretler (W) düşer yada üretilen malın fiyatı (P) yükselir. Klasik görüşe göre tam rekabet koşulları geçerlidir. Bu durumda firmanın üretim ve satış hacmi ne olursa olsun malın fiyatı sabit kalmaktadır. Demek ki (P) değişmeyeceğine göre nominal ücretlerde (W) her değişme reel ücretleri de (W/L ) değiştirecektir. Böylece nominal ücretlerdeki azalma, kendiliğinden reel ücretleri de azaltacak, böylece firmanın emek talebi artacaktır. Kısacası nominal ücret ile reel ücret aynı yönde hareket etmektedir. Bu yaklaşımın makro açıdan kabul edilebilmesi için genel ücret düzeyindeki azalmanın reel ücret düzeyindeki azalma anlamına geldiğini benimsemek gerekir. Klasiklere göre, bir ekonominin toplam emek talep eğrisi, tek bir firmanın emek talep eğrisine benzerdir ve eğri reel ücretlerin azalan bir fonksiyonudur. Makro düzeyde, ekonomide reel ücretler düştüğünde istihdam hacmi yükselir. Emek Arzı Birey, günlük sahip olduğu 24 saatlik zamanını çalışmak ve dinlenmek arasında bölüştürür. Fayda maksimizasyonu ilkesiyle hareket eden işgücü bölüştürme kararını verirken reel ücretlerdeki değişimi takip eder. Reel ücret arttığında, elde ettiği ücret ve satın alma gücü artacağından daha fazla çalışmak ister, tersi söz konusu olduğunda da çalışma isteği azalır. Bu durumda emek arzının reel ücretin doğru yönlü bir fonksiyonu olduğu söylenebilir. Yani reel ücret artarsa emek arzı artar, reel ücret azalırsa emek arzı da düşer. Reel ücret (W/P) 1 olduğunda emek arzı L 1 iken, reel ücret (W/P) 2 ye yükseldiğinde emek arzı da L 2 ye yükselir. Reel Ücret (W/P) Emek Arzı (L S) Emek Arzı; L S = f (W / P) Reel Ücret (W/P) Emek Arzı (L S) 6

(W/P) Reel Ücret (W/P) 2 Ls = f (W/P) (W/P) 1 0 L 1 L 2 İşgücü Arzı (L s ) Grafik 4; Emek Arzı Burada açıklanması gereken bir husus daha vardır. Reel ücret arttığında emek arzı üzerinde iki türlü etki meydana getirir. Bunlar; ikame etkisi ve gelir etkisi dir. İkame etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin dinlenme amaçlı olarak ayıracağı boş zamanın da maliyeti artar. Zamanı boş geçirmekle uğranılacak gelir kaybı artacağından birey, boş zaman yerine çalışmayı tercih eder. Bireyin reel ücret artışı karşısında daha fazla çalışmak istemesi, yani emek arzının artması ikame etkisi olarak adlandırılır. Gelir etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin geliri ve satın alma gücü artar. Eskisine oranla kendini gelir anlamında daha iyi durumda hisseden birey çalışma zamanını azaltıp boş zamanını ise artırabilir. Emek arzının azalmasına sebep olan bu olgu ise gelir etkisi olarak adlandırılır. Reel ücret artışları sonucunda emek arzının artıp artmayacağı ikame ve gelir etkilerinin birbiriyle karşılaştırılmaları sonucunda ortaya çıkacak net etki ye bağlıdır. Eğer, emek arzının artmasına sebep olan ikame etkisi, emek arzının azalmasına neden olan gelir etkisinden büyükse, sonuç olarak emek arzı artar, emek arz eğrisi pozitif eğimli bir doğru olur. Tersi durum olursa yani, gelir etkisi ikame etkisinden büyükse emek arzı azalır. Bu durumda oluşacak işgücü arz eğrisi ise tersine dönen emek arz eğrisi olarak adlandırılır. Klasik makro düşüncede, ikame etkisinin gelir etkisinden büyük olduğu kabul edilir ve emek arzı pozitif eğimli bir doğru olarak alınır. İkame Etkisi > Gelir Etkisi Emek Arzı Artar Pozitif Eğimli Emek Arz Eğrisi Gelir Etkisi > İkame Etkisi Emek Arzı Azalır Tersine Dönen Emek Arz Eğrisi Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi Emek arz eğrisi, reel ücretin artan bir fonksiyonu olup pozitif eğime sahiptir. Emek talep eğrisi ise, reel ücretin alan bir fonksiyonu olup negatif eğime sahiptir. 7

(W/P) Reel Ücret (W/P) 1 A B Ls = f (W/P) (W/P) FE D (W/P) 2 X Y Ld = MPL= f (W/P) 0 L 1 L FE L 2 İşgücü Arzı (L s ) Üretim (Y) Y 2 Y FE D Y Y= f (K, L) A Y 1 A 0 L 1 L 2 L FE İstihdam (L) Grafik 5; Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi Emek piyasasında denge, işgücü arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada (D noktası) sağlanır. D noktası aynı zamanda tam istihdam üretim düzeyinin de (Y FE) belirleyicisidir. Piyasada D noktasının dışında bir noktada denge sağlanması söz konusu değildir. Zira, reel ücret (W/P) 1 düzeyinde iken emek talebi L 1 seviyesindedir ve AB kadar emek arzı fazlası vardır. Arz fazlası işgücü arasında rekabete neden olacak ve ücretleri düşmeye zorlayacaktır. Diğer taraftan, reel ücret (W/P) 2 düzeyinde iken emek talebi L 2 seviyesindedir ve XY kadar emek talebi fazlası vardır. Talep fazlası işveren arasında rekabete neden olacak ve ücretleri artış yönünde baskı altına alacaktır. Neticede D noktasında denge sağlanacaktır. Bu denge noktasında, çalışmak isteyen herkes iş bulabilecek, iradi işsizlik dışında işsizlik olmayacaktır. Benzer şekilde işverenler de bu reel ücret düzeyinde talep ettikleri miktarda işgücünü hazır halde bulabileceklerdir. Fiyat Düzeyinin Değişmesi ve Emek Piyasasında Denge Emek piyasasında dengeyi belirleyen iki eğrinin, emek talebi ve emek arzı eğrilerinin değişmesi halinde piyasada oluşan denge de değişecektir. Klasik yaklaşımın taraftarları değişme nereden kaynaklanırsa kaynaklansın ekonominin yeniden işgücünün tam istihdamını sağlayacak bir dengeye ulaşacağını öne sürmektedirler. Emek arzı eğrisi fiyat düzeyinin değişmesi gibi bir nedenle kayabilir. Fiyat düzeyinin değişmesi benzer biçimde emek talebini de etkileyecektir. Ancak bu etki emek arzının tersi yönde olacaktır. 8

Fiyat düzeyindeki bir değişmenin emek piyasasına etkilerini analiz edebilmek için daha önceki şekillerden yararlanılacak ve bu şekiller üzerinde küçük değişiklikler yapılacaktır. Grafik 6 da, ise düşey eksene nominal ücret haddi yerleştirilmektedir, yani emek arz ve talebi nominal ücretin bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Emek talebi nominal ücretin bir fonksiyonu olarak yazılmak istenirse, firmaların işçilere marjinal verimliliklerinin parasal tutarı kadar ücret ödeyecekleri düşünülerek emek talebi MPL x P biçiminde yazılabilir. Hatırlanacağı gibi, (MPL x P) ye emeğin marjinal ürünün değeri denmektedir. Başlangıçta iş gücü piyasası, P 1 fiyat düzeyi geçerliyken E 1 noktasında dengede olup, W 1 ücret haddinde tam istihdam sağlanmaktadır. Fiyat düzeyinin P 1 den P 2 ye yükselmesi firmaların emek talebini arttıracaktır. Çünkü firmalar ürünlerini daha yüksek fiyattan satabilmektedirler. Ancak işçiler reel ücretlerinin düştüğünü görerek, arz ettikleri emek miktarını azaltacaklardır. Grafik 6; Fiyat Düzeyinde Bir Yükselmenin Emek Piyasasına Etkisi Sonuçta yeni denge E 2 noktasında oluşmakta ve daha yüksek olan W 2 nominal ücret düzeyinde tam istihdam sağlanmaktadır. Grafikte bu işgücü piyasasında denge durumu nominal ücrete göre çizilmiştir. Eğer bu analiz doğrudan reel ücret esas alınarak yapılsaydı emek arz ve talebinde hiçbir değişme olmadığı görülecekti. Bunun anlamı nominal ücretin de fiyat düzeyindeki artış oranında yükselmesidir. Yani W1/P1= W2/P2 eşitliği de geçerlidir Klasik Okul ve Mal Piyasası Klasik teoride mal piyasasının analizini yaparken, Say Yasası nı ve Klasik Faiz Teorisi ni birlikte düşünmek gerekir. Mal piyasasında denge, toplam gelirle toplam harcamaların eşitliğini ifade eder. Bu eşitliği sağlayan mekanizma ise J.B. Say tarafından ileri sürülen ve Say Yasası olarak bilinen her arz kendi talebini yaratır şeklindeki yaklaşımdır. Bu yaklaşım ekonomideki toplam üretim, toplam gelir ve toplam harcama eşitliğine dayanır. Bu süreçte emek üretime katılma karşılığında üretime eşit büyüklükte bir gelir elde eder ve bu gelirini söz konusu üretimi satın almak amacıyla harcar. Dolayısıyla ekonomide toplam arza eşit büyüklükte talep yaratılmış ve denge sağlanmış olur. J.B. Say in bu düşüncesi ilk olarak klasik iktisatçılardan D. Ricardo ve J.S. Mill tarafından desteklenmiştir. Bu iktisatçılar, Say tarafından takas ekonomileri dikkate alınarak geliştirilen teorinin para ekonomilerine de kolaylıkla uygulanabileceğini öne sürmüşlerdir. Say yasası, elde edilen gelirin tamamının hemen harcamaya dönüştüğü varsayımına dayanmaktadır. Gelirin tamamı harcanmayıp bir kısmı tasarruf edilirse bu durumda ne olur? Yani ekonomide bir sızıntı olursa talep yetersizliği ortaya çıkmaz mı? (harcanmaya dönüşmeyen tasarrufların sızıntı olarak adlandırıldığını ve değerlendirildiğine dikkat ediniz) Klasikler bu durumda klasik faiz teorisini devreye sokarlar. Zira klasiklere göre faiz, tasarrufları firmalara aktaran ve tekrar harcamaya dönüştüren bir fonksiyon icra eder. Klasik iktisatçılar Say Yasası nın açıklayamadığı bu sorunlara yanıt olarak faiz teorisini kullanmışlardır. Böylece faiz oranındaki değişmeler ekonomideki tasarrufun yatırımları eşitleyecektir. Bu durumda hanehalkı gelirlerinin harcama akiminın sızan kısmı, ekonominin firmalar sektörünce harcamalara dönüştürülecektir, sonuçta ekonomide mal arz ve talebi dengelenmektedir. 9

Klasik Faiz Teorisi; Tasarruf - Yatırım Eşitliği Eğer hane halkları kazançlarının belirli bir oranını tasarrufa ayırmaya karar verirse, firmalar tarafından yaratılan gelirin tümü harcama biçiminde geri dönmeyecektir. Böylece mal ve hizmetler için talep arzdan daha düşük olacaktır, yani bazı ürünler satılmayacaktır. Böyle bir durumda firmalar üretimlerini kısarak ve çalışanlarını işten çıkararak tepki gösterecek, böylece işsizlik ortaya çıkacaktır. Ancak Klasik iktisatçılar tasarrufu bir sorun olarak görmediler. Tasarruf harcamalarda azalmaya yol açmaz. Çünkü firmalar tasarruf edilen tüm parayı yatırım için ödünç alırlar. Klasik iktisatçılar, hanehalklarının istedikleri tasarruf miktarının, firmaların istedikleri yatırım miktarına eşit olacağından neden bu kadar emindirler? Klasik modelde faiz oranları ödünç verilebilir fonların arzı (kısaca tasarruflar) ve talebi (yani yatırımlar) tarafından belirlenir. Klasik teoride faiz, birey için bugünkü tüketimden vazgeçmenin bedeli olarak kabul edilir. Kişi elde ettiği faiz geliriyle gelecekte daha fazla tüketim imkanına kavuşur. Bu nedenle faiz oranı arttığında kişi daha fazla tasarrufta bulunur. Yani klasik teoride tasarruf, faizin artan oranlı bir fonksiyonudur. Firmaların amacı karlarını maksimize etmek olduğundan, bunu yatırımlar içinde uygularlar. Firmalar, bir yatırımdan bekledikleri getiri, bu yatırımın maliyetini aştığı müddetçe yatırım yaparlar. Yatırımın maliyeti ise faiz oranına bağlıdır. Ancak yatırımın faiz oranı ile ilişkisi ters yönlüdür, yani faiz oranı yükseldikçe firmalar daha az yatırım yapmayı tercih etmektedirler. Bunun nedenini şöyle açıklayabilir: Firmaların programladığı belli yatırımlar vardır ve her bir yatırımdan beklenen bir getiri oranı vardır. Firmalar yatırımlarını getiri oranlarına göre sıralarlar ve bunları gerçekleştirmeye en yüksek getiri oranına sahip olandan başlarlar. Faiz oranı yükseldikçe, bir yatırım için kullanılabilecek fonların maliyeti de yükselecektir. Bu durumda, faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayabilen yatırım projelerinin sayısı azalacaktır. Bu da firmaların daha az yatırım yapması anlamına gelir. Ödünç verilebilir fonlar teorisi olarak da adlandırılan Klasik faiz teorisinde, ödünç verilebilir fonların arzı, yani tasarruflarla, ödünç verilebilir fonların talebi, yani yatırımlar, arasındaki ilişki grafik 7 de gösterilmiştir. Tasarrufların yatırımlara eşit olduğu noktada ödünç verilebilir fon piyasası dengededir. Bu denge E 1 noktasının gösterdiği i 1 faiz oranı ve I 1 yatırım ile ona eşit S 1 tasarruf hacminde sağlanmaktadır. Eğer hane halkları yatırımcıların ödünç olarak kullanacağından fazla tasarruf etmek isterlerse, i 2 gibi bir faiz oranında, fonlardaki fazlalık faiz oranını aşağı çekecektir. Faiz oranı hem hane halkının tasarruf için elde ettiği bir ödül (ya da fayda) hem de firmaların yatırımlarını finanse etmek için ödedikleri bir fiyat olduğundan,, faiz oranındaki düşüş yatırımı teşvik ederken, tasarrufların azalmasına neden olur. Faizlerdeki bu düşüş, firmaların arzu ettikleri yatırım miktarının hanehalklarının tasarruf isteklerinin miktarına eşit oluncaya kadar devam eder. Denge faiz oranında yatırıma yönelmemiş tasarruf kalmaz. Bu durumda firmalar tüm üretimlerini ya tüketicilere ya da yatırımcılara satmış olur ve böylelikle de tam istihdam sağlanmış olur. 10

Faiz Oranı S (Fon Arzı) i D 1 i 1 M N I (Fon Talebi) 0 S 1 S = I I 1 S, I Grafik 6; Klasik Teoride Mal Piyasasında Denge ; Tasarruf-Yatırım Eşitliği Klasik Modelde Toplam Arz Klasik yaklaşımın temel varsayımlarından biri, ekonominin her zaman tam istihdamda olmasıdır. Bu nedenle toplam arz eğrisi (AS), tam istihdam hasıla düzeyini belirler. AS eğrisi de bu hasıla düzeyi (doğal hasıla Düzeyi) üzerinden dikey bir eğri olur. Toplam arz eğrisi emek piyasası dengesi ve üretim fonksiyonu kullanılarak elde edilir. Grafik 7 de AS eğrinin elde edilişi dört panel yardımıyla gösterilmekte sol alt panelinde işgücü piyasası, sol üst panelde üretim fonksiyonu, sağ üst panelde yansıtma doğrusu ve sağ alt panelde ise düşey toplam arz (AS almaktadır. Grafik 7; Klasik Teoride Toplam Arz Emek piyasasında emek arzı ve talebi nominal ücretin fonksiyonu olarak yer almaktadır. Fiyat düzeyindeki değişmeler sadece nominal ücret düzeyini etkilemekte, ancak reel ücretleri ve istihdamı 11

etkilememektedir. İşgücü piyasasında belirlenen istihdam düzeyinde gerçekleştirilen üretim düzeyi, üretim fonksiyonuna göre Y* ile gösterilmiştir. Sağ üst paneldeki yansıtma doğrusu bu üretim ya da çıktı düzeyini sağ alt panele aktarmak için kullanılmaktadır. Sağ alt panelde ise her bir fiyat düzeyi için tam istihdam hasılasını gösteren toplam arz eğrisi elde edilmiştir. Tam istihdam hasıla düzeyinde düşey bir doğru olarak elde edilen toplam arz bazı durumlarda sağa ve sola doğru kayabilir. Örneğin ekonomide sermaye stokunun artması ve teknolojik gelişme durumlarında AS eğrisi sağa kayar. Çünkü üretim fonksiyonu bunlara bağlı olarak yukarıya kayarken, öte yandan emek piyasa emek verimliliğindeki artışa bağlı olarak emek talebi sağa kayacaktır. Daha bir istihdam düzeyinde daha yukarıdaki bir üretim fonksiyonuna göre elde edilecek AS ise eskisine göre sağ tarafta elde edilecektir. Yine nüfus artışı emek arz eğrisi sağa kaydırdığı için AS eğrisi de sağa kayacaktır. Çünkü emek piyasanda istihdam düzeyi yükselmiştir. Tersi durumlarda ise AS sola kayacaktır. Klasik Okul ve Para Piyasası Klasik iktisatçılara göre para, alışverişlerde kullanılan bir ödeme ya da değişim aracıdır. Bireylerin gelir elde etme ve harcama zamanları farklılık arz ettiğinden klasiklere göre para sadece işlem güdüsüyle talep edilir. Diğer güdülerle (ihtiyat ve özellikle spekülatif amaçlı) talep edilmediğinden dolayı para talebinin faiz esnekliği sıfırdır. Yani para, faiz oranlarına karşı duyarlı olmadığından, üretim ve istihdam üzerinde etkili olamaz. Klasikler bu durumu, para ve mal piyasalarının birbirinden ayrı olduğunu ifade eden klasik dikotomi kavramıyla açıklamışlardır. Ayrıca klasiklere göre bu durum, paranın yansız yada nötr olması anlamına da gelmektedir. Yani para arzında meydana gelen değişmeler üretim ve istihdam gibi reel değişkenleri etkilemez, sadece parasal değişken konumunda olan fiyatlar genel seviyesini etkiler. Klasik teoride para arzı ile fiyatlar genel seviyesini ilişkilendiren görüş paranın miktar teorisi olarak bilinmektedir. Literatürde teorinin iki farklı versiyonu yer almaktadır; 1. Mübadele Yaklaşımı; Irwing Fisher 2. Nakit Dengesi yada Cambridge Yaklaşımı; Alfred Marshall ve Cecil Pigou 1.Mübadele Yaklaşımı Amerikalı iktisatçı I. Fisher (1867-1947) tarafından ortaya konulan bu yaklaşımda kullanılan özdeşlik mübadele yada değişim denklemi olarak bilinir. Bu özdeşliğe göre, bir ekonomide belli bir dönemde yapılan mübadelelerin parasal değeri, para arzı ile paranın dolanım hızının çarpımına eşittir. M= para arzı V= paranın dolanım hızı P= fiyatlar genel seviyesi T= ekonomide yapılan mübadele sayısı olmak üzere özdeşlik şu şekilde ifade edilmektedir. M.V = P.T (1) Paranın dolanım hızı (V), paranın mübadele işlemlerinde ortalama kaç kez kullanıldığını gösterir. Örneğin; bir yılda 1000 işlem gerçekleştirilmiş ve para arzı da 250 ise V= T/M gereği paranın dolanım hızı 4 olur. Yani para 1 yılda ortalama olarak 4 kez mübadele işleminde kullanılmış demektir. Bu şekilde hesaplanan dolanım hızı paranın işlem dolanım hızı olarak adlandırılır. Eşitlikte toplam mübadele sayısı (T) yerine, sadece reel milli gelir (Y) hesabına giren işlemler dikkate alınırsa eşitlik şu şekilde yazılır. M.V = P.Y (2) 12

Bu durumda hesaplanan paranın dolanım hızı (V), sadece milli gelir hesabına giren değişimleri ihtiva ettiği için paranın gelir dolanım hızı olarak adlandırılır. Klasik teoride paranın dolanım hızının ( işlem yada gelir fark etmez) sabit olduğu varsayılmıştır. Burada ele aldığımız basit mübadele denklemi bir teori değildir. Bunu teoriye dönüştürmek için bazı varsayımlar yapılması gerekir. Mübadele denkleminden miktar teorisine geçmek için Fisher aşağıdaki varsayımları yapmıştır Para, sadece işlem amaçlı olarak talep edilir. Paranın dolaşım hızı (V ) kısa dönemde sabittir. Bunun sebebi, paranın dolaşım hızının nüfus yoğunluğu, ticari gelenekler ve iktisadi birimlerin işlemlerini gerçekleştirmelerini sağlayan kurumsal faktörler tarafından belirlenmesidir. Teknolojik değişiklikler ve kurumsal faktörler kısa dönemde değişmeyeceği için, paranın dolasım hızı da değişmez. Kısa dönemde ekonomi tam istihdam düzeyinde olacağına göre toplam hasıla (Y ) sabittir (2) numaralı denklemde eşitliğin sağ tarafı (PY); fiyatlar genel seviyesi ile üretim miktarının çarpımından oluşmakta yani toplam arzı ifade etmektedir. Sol tarafı ise (MV); para arzı ile paranın gelir dolanım hızının çarpımından oluşmakta yani toplam talebi ifade etmektedir. Bu durumda Fisher in mübadele denkleminin aynı zamanda toplam arz-toplam talep eşitliğini de ortaya koyduğu söylenebilir. Eşitliğin sağ tarafında yer alan üretim miktarı(y), klasik iktisatçılarca tam istihdam düzeyinde sabit kabul edilmektedir. V ve Y sabit kabul edildiğine göre mübadele denklemi P ye göre yeniden yazılırsa miktar teorisinin özüne inilmiş olunur; P = M.V Y Sabit Sabit Fisher in miktar teorisiyle ortaya konulan tespit şudur; Para arzında meydana gelen değişimler doğrudan doğruya ve sadece fiyatlar genel düzeyini etkiler. Örneğin; para arzı %10 artarsa fiyatlar genel düzeyi de %10 artar. 2.Cambridge Yaklaşımı Amerika da Fisher in mübadele denklemini ortaya koyduğu dönemde İngiltere de Cambridge Üniversitesi nde başta Alfred Marshall olmak üzere bir grup iktisatçı da aynı konudaki görüşlerini farklı bir yorumla ortaya koymuşlardır. Fisher ve Cambridge iktisatçıları arasındaki temel görüş ayrılığı para talebinin gerekçesi üzerinde olmuştur. Fisher e göre para talebi sadece işlem amaçlı olarak yapılmaktadır. Cambridge iktisatçıları ise, paranın sadece işlem amaçlı olarak değil aynı zamanda değer saklama (servet biriktirme) aracı olarak ta talep edilebileceğine dikkat çekmişlerdir. Bu anlamda Cambridge denklemi bir para talebi denklemidir ve şu şekilde ifade edilmiştir. M d= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istediği toplam para miktarı k= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istedikleri paranın % ile ifadesi (nakit talebi / nominal gelir) (Diğer bir ifadeyle para talebinin gelire duyarlılığı) PY= nominal gelir yada hasılat olmak üzere M d = k. PY 13

Burada bireylerin nakit talebinin % ile ifadesi olan k katsayısı, Fisher denklemi ile Cambridge denklemini örtüştürme fonksiyonunu da icra etmektedir. Fisher denkleminde paranın dolaşım hızını temsil eden V katsayısı ile k katsayısı arasında şu ters ilişki bulunmaktadır; k= 1/V yada V = 1/k Fisher denkleminde V sabit olduğundan Cambridge denkleminde de k katsayısının sabit ve istikrarlı olduğu kabul edilmektedir. Cambridge denklemi C. Pigou tarafından farklı bir yorumla ortaya konulmuştur. Pigou, reel gelir (Y) yerine servet (w) kavramını kullanmış ve formülü şu şekle dönüştürmüştür. M d = k. Pw Burada w; ekonomideki reel serveti, Pw ise servetin parasal değerini ifade etmektedir. Toplam Talep Eğrisi Paranın miktar teorisi Klasik yaklaşımda toplam talep (AD) eğrisinin elde edilmesine olanak sağlar. Şöyle ki; klasiklere göre paranın dolanım hızı (V) sabittir. Veri bir para miktarı için (yani para arzı sabit tutulduğunda) özdeşliğin geçerli olması demek, (P) ile (Y) arasında ters yönlü bir ilişkinin olması demektir. Yani M.V bir sabite eşit olduğunda, fiyatlar (P) artarsa reel hasıla (Y) azalmalı ya da fiyatlar (P)azalırsa (Y) artmalıdır. Aslında değişim denklemini (P) ye göre yeniden yazarsak; i P = M.V/Y Burada (P) ile (Y) arasında negatif ilişki gözlenebilir. Çünkü (M.V) sabit olduğunda, (Y) nin değeri artarsa, (P) düşer. Bu ilişki negatif eğimli toplam talep (AD) eğrisinin varlığını açıklar. Aşağıdaki şekilde (AD) eğrisi hiperbol biçiminde çizilmiştir. Klasik iktisatçılarca (V) sabit varsayıldığında (M) deki değişmeler (AD) eğrisinin kaymasına neden olur. Örneğin para arzındaki (M) artışlar (AD) eğrisini sağa kaydırırken, (M) deki azalma (AD) eğrisini sola kaydırır. Miktar teorisinin, para arzındaki ve paranın dolaşım hızındaki değişmelerin neticesinde fiyatlar genel seviyesinin değişeceğini ifade eden bir para teorisi olduğunu yukarıda belirttik. Bir başka ifadeyle, 14

miktar teorisi, para miktarındaki değişmelerin doğrudan doğruya fiyatlar genel seviyesindeki değişikliklere yansıyacağını ifade eder. Konuyu çok basit olarak bir şekille göstermemiz mümkündür. Şekil III.3 de yatay eksende para arzı, dikey eksende ise fiyatlar genel seviyesi gösterilmiştir. Para talebi ise orijinden yukarı doğru çizilen 45 derecelik bir doğru şeklinde gösterilmiştir. Şekilden anlaşıldığı üzere para arzının M düzeyinde olduğu noktada fiyatlar genel seviyesinin P1 düzeyindedir. Para arzının M(s) noktasına artırılması ile birlikte fiyatlar genel seviyesi de P1 den P2 ye yükselmektedir (bkz. Şekil- 2 ). Klasik Modelde Tam İstihdam Dengesi ve İşsizlik Say Yasası na olan inancın ücret ve fiyatların esnekliğinin bir sonucu olarak Klasik iktisatçılar tam istihdamı normal bir durum olarak görürler. Ekonominin dengesi toplam arz eğrisi ile toplam talep eğrisinin kesişimi ile elde edilmektedir. Aşağıda grafikte gösterilen bu analiz, ekonomide fiyat düzeyinin yalnızca toplam talebe bağlı olarak oluştuğunu söylemektedir. Yukarıdaki açıklamalar göz önüne alındığında Klasik sistemde üretim hacminin emek piyasasına ve teknolojiye, fiyat düzeyinin ise para piyasasına bağlı olarak oluştuğu biçiminde: bir sonuca varılabilir. Klasik ekonomi kuramının öngördüğü işsizlik geçici işsizliktir. Yani oldukça kısa dönemli bir işsizliğin talep şoklarından doğabileceği kabul edilmektedir. Örneğin, ekonomide para stokundaki bir azalma ortaya çıktığında AD 1 eğrisi AD 2 ye kayacaktır.. Her ne kadar ücretlerin esnek olduğu kabul edilmekte ise de ücretlerin ve fiyatların değişimi anında olmayacaktır. Şekilde görüldüğü gibi, ekonomi önce A noktasına gelecektir. Ancak bu noktada oluşan işsizlik kısa sürede fiyatların ve nominal ücretlerin düşmesine ve ekonominin tekrar tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi yeniden tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi tam istihdam dengesine ayarlanırken, izlediği yol E 1-A-B-E 2 olmaktadır. Burada işsizlik geçici işsizliktir. Ekonomi fiyat ve ücret esnekliği sayesinde kendi kendine bu sorunu kısa sürede çözmektedir. 15

Klasikler her arzın kendi talebini yarattığına inandıkları için, ekonominin genelinde mal veya hizmet arzında bir fazlalık olacağına inanmazlar. Ancak bireysel üretimlerde aşırı üretim durumuyla karşılaşılabilir. Örneğin otobüs üreticileri varolan piyasa için yanlış hesaplama yüzünden çok fazla otobüs üretebilirler. Kısa dönemde otobüs stoklan artar, satılmayan stoklar işsizliğe yol açar. Otobüs endüstrisinde mevcut işçilerin sayısı fazla olduğundan bunların istihdamı karlı olmaz. Uzun dönemde sorunlar çözümlenir. Şöyleki, otobüs arz fazlası fiyatların düşmesine yol açar, sonuçta otobüs endüstrisinden emek ve diğer kaynakların bir kısmı fiyatların yüksek olduğu ya da talep fazlalığının bulunduğu endüstrilere kayar. Ekonomide bu tür ayarlamalar zaman gerektirir, işte bu zaman içinde işsizlikle karşılaşılır. Fakat bu işsizlik çok kısa zaman içindir ve devam etmez. Ancak piyasalara dışarıdan bir müdahale olursa, uzun süreli işsizlikle karşılaşılır. Örneğin güçlü sendikalar denge ücret düzeyi üzerinde bir ücret uygulatırlarsa ya da devlet asgari ücret uygulaması gibi nedenler kalıcı işsizliğe yol açar. Bunun dışında uzun süreli işsizlik imkansız görülmektedir. Bu çerçevede kısa süreli işsizlik önemli bir sosyal sorun sayılmadığından, Klasik iktisatçılar enerjilerini başka alanlara yönelmişlerdir. Bunlar daha çok mikroekonomik konulara odaklaşmışlar ve ekonomi uzun dönemde büyüme oranının altındaki güçlerin neler olduğunu açıklamaya ağırlık vermişlerdir. Ekonominin kendi iç mekanizmaları yoluyla tam istihdamı sağlama yeteneği Klasik iktisatçıların bırakınız yapsınlar ya da müdahale etmeyen hükümet politikalarını onaylamalarının altında yatan neden olmuştur. Topluma ise ekonomiyi koruyacak, piyasa mekanizmasına bağlı kalmaları ve hükümetlerin rolünü belirli alanlarla sınırlandırılması (güvenlik, yasa yapmak ve adalet gibi pozitif katkılar yapabileceği alanlarla sınırlamak gibi) salık verilmiştir. Klasik Modelde Para Politikasının Etkinliği Klasik modelin varsayımları gereği ekonomi daima tam istihdamdadır. Para yansızdır ve klasik dikotomi gereği piyasalar birbirinden ayrılmıştır. Fiyat ve ücretlerin esnek olmasından dolayı da piyasalar sürekli temizdir. Yani piyasa dengesinin bozulması durumunda dıştan müdahale olmaksızın denge, esnekliklerden dolayı yeniden kendiliğinden dengeye gelir. Bu varsayımların genel bir sonucu olarak klasiklere göre; ekonomik istikrarın sağlanması için herhangi bir ekonomi politikasının uygulanmasına ihtiyaç yoktur. Diğer bir ifadeyle para ve maliye politikaları gereksizdir. 16

P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi çalıştırmak isterler. Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir Fiyat düzeyinin yükselerek P2 düzeyine gelmesi sonucunda, talep fazlası azalır Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(M2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir Bu analizden çıkan sonuç, nominal para arzı artınca, fiyatlar genel düzeyinin de aynı yönde artmasıdır.klasik modelde, fiyat artışlarının (enflasyonun) tek nedeni, para arzındaki sürekli artışlardır Klasik Modelde Genişletici Maliye Politikası 17

Başlangıç noktası: YFE doğal hasıla düzeyinde, P1 fiyat düzeyinde denge (E1). Genişletici maliye politikası sonucu, toplam talep eğrisi sağa kayar: (AD(G1) AD(G2)) P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi çalıştırmak isterler Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir Fiyat düzeyinin yükselerek, P2 düzeyine çıkması, reel para arzının (M/P) azalmasına, faiz oranının yükselmesine ve buna bağlı olarak özel sektör yatırım harcamasının ve böylece toplam talebin azalmasına neden olur. Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(G2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir Sonuçta,Klasik modelin ikinci temel önermesi gereğince, genişletici maliye politikası, özel sektör yatırım harcamasını azaltmaktadır. Bu süreç, tam dışlama (crowding-out) olarak adlandırılır. 18