TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI



Benzer belgeler
GÜNEY SİBİRYA TÜRKLERİNDE AVA DESTANCI ve MASALCI GÖTÜRME GELENEĞİ

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

ANA DİL Mİ, ANA DİLİ Mİ? IS IT PARENT LANGUAGE OR OR MOTHER TONGUE?

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI 1. SINIF

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti

Metin Edebi Metin nedir?

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

TÜRKİYE DE SİBİRYA TÜRK TOPLULUKLARININ HALK EDEBİYATI HAKKINDA YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR ÜZERİNE BİR BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KARADENİZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

PROGRAMLAR. Türk Din Musikisi Lisans Programı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15)

PROF. DR. CENGİZ ALYILMAZ

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Ders Adı : YÜZYIL ASYA TÜRK TARİHİ I Ders No : Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 5. Ders Bilgileri.

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ VİZE PROGRAMI

A Y I NUMBER Y I L 10

TÜRKİYE DEKİ ÜNİVERSİTELERDE OKUYAN TÜRK ASILLI ÖĞRENCİLERİN OKUMA ALIŞKANLIKLARINA YÖNELİK ANKET ÇALIŞMASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ FİNAL PROGRAMI

Elveda Rumeli Merhaba Rumeli. İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa.

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

13 MAYIS 2016 CUMA OSMANCIK BELEDİYESİ KÜLTÜR SALONU Çorum-Osmancık İlçesine Hareket AÇILIŞ KONUŞMALARI

Bülent Ecevit Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

13 MAYIS 2016 CUMA OSMANCIK BELEDİYESİ KÜLTÜR SALONU Çorum-Osmancık İlçesine Hareket AÇILIŞ KONUŞMALARI

Türk Mitolojisi ve Türklerde Totemizm DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

ÖZGEÇMİŞ. 1. Adı Soyadı Salahaddin BEKKİ İletişim Bilgileri AEÜ Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Adres Bölümü Bağbaşı Yerleşkesi KIRŞEHİR

DR. MUHAMMED HÜKÜM ÜN ŞAİR - SOSYOLOG: KEMAL TAHİR ADLI ESERİ ÜZERİNE

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS FİNAL PROGRAMI SINIF

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli. Araştırma Merkezi TÜRK KÜLTÜRÜ. ve HACI BEKTAŞ VELi. Araştuma Dergisi. Research Quarterly

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Kültür Merkezi Mavi Salon. Prof. Dr. Mustafa ALİŞARLI Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörü

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

1 İSMAİL GASPIRALI HER YIL BİR BÜYÜK TÜRK BİLGİ ŞÖLENLERİ. Mehmet Saray

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

İLERİ DÜZEY SENARYO YAZARLIĞI SERTİFİKA PROGRAMI

ÖZ GEÇMİŞ. Bingöl Masalları (İnceleme-Metin), (Danışman Prof. Dr. Esma ŞİMŞEK)

[TÜRK KÜLTÜRÜ VE HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA MERKEZİ] [GAZİ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜK KAMPÜSÜ ESKİ MİSAFİRHANE TEKNİKOKULLAR-ANKARA]

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

ORTA ASYA (ANONİM) KURAN TERCÜMESİ ÜZERİNDE ÖZBEKİSTAN DA YAPILMIŞ BİR İNCELEME. ТУРКИЙ ТAФСИР (XII-XII acp) *

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

HİKÂYE ETME BİLİMİ 1 :

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

COĞRAFYA BÖLÜMÜ NDEN EDREMİT KÖRFEZİ KUZEY KIYILARINA ARAZİ ÇALIŞMASI

ÖZGEÇMİŞ II. Akademik ve Mesleki Geçmiş

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ GÜZ DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

TURKLUK Sayı i BILIMI (TÜBAR) ARAŞTIRMALARI. IHALKBİLİMİ ÖZEL SAYISlı. hakemli dergi Güz ... Niğde

MehMet Kaan Çalen, tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı yılında Trakya

PROF. DR. HÜLYA SAVRAN. 4. ÖĞRENİM DURUMU Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

NER TERİMİNDEN HAREKETLE TÜRK MİTOLOJİK DEĞERLERİNİN SÜNNET TÖRENLERİNE ETKİSİ THE EFFECT OF TURKISH MYTHOLOGICAL VALUES TO

EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ BAHAR DÖNEMİ LİSANS DERS PROGRAMI

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Etkinlikler T.C. İstanbul Aydın Üniversitesi. Adına Sahibi Dr. Mustafa AYDIN. (Mütevelli Heyet Başkanı) YAYIN KURULU YAYINA HAZIRLAYANALAR

GİRNE AMERİKAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ OKUL ÖNCESİ ÖĞRETMENLİĞİ AKTS. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Dersin Kodu TAR - 101

SEÇMELİ DERSLER (Öğrenci aşağıda belirtilen en az 2 (iki) dersten başarılı olmalıdır.)

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm/Program Üniversite

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

Transkript:

ISSN: 1300-7874 TÜRKLÜK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI (TÜBAR) hakemli dergi 12. Yıl 21. Sayı Niğde 2007-Bahar

Sahibi ve Editörü Prof. Dr. Nâzım Hikmet POLAT Yazı İşleri Müdürü Ramis KARABULUT Yayım Kurulu Prof. Dr. Nâzım Hikmet POLAT (Niğde Üni.) Prof. Dr. Muhsin MACİT (Yüzüncü Yıl Üni.) Doç. Dr. M. Fatih KÖKSAL (Gazi Üni.) Yard. Doç. Dr. Ahmet KÖKDEMİR (Ondokuz Mayıs Üni.) Yard. Doç. Dr. Burhan PAÇACIOĞLU (Cumhuriyet Üni.) Danışma Kurulu Prof. Dr. Erman ARTUN (Çukurova Üni.) Prof. Dr. Mustafa DENKTAŞ (Erciyes Üni.) Prof. Dr. Nazan BEKİROĞLU (Karadeniz Teknik Üni.) Prof. Dr. Osman HORATA (Hacettepe Üni.) Doç. Dr. İ. Hakkı AKSOYAK (Gazi Üni.) Düzenleme Doç. Dr. Ahmet KARATAŞ Yrd. Doç. Dr. Hikmet KORAŞ Banka Hesap Numarası Garanti Bankası, Niğde Şubesi Hikmet KORAŞ-6694566 Haberleşme Adresi rkarabulut611@hotmail.com Ramis KARABULUT Sırasöğütler Mah. Çevreyolu Aydoğdu Ap. Kat: 2, Nu. 2 Bor-NİĞDE nazimhikmetpolat@yahoo.com nazimhpolat@hotmail.com turklukbilimi@gmail.com (0 388) 224 71 70, 225 21 43 /44 Belgegeçer: (0 388) 225 01 80 ISSN: 1300-7874 Baskı: Bizim Büro Mat. Demirtepe-ANKARA (2007) (0 312) 435 82 07 / 229 99 28 21. Sayının Hakemleri Doç. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üni.) Prof. Dr. Şerif AKTAŞ (Gazi Üni.) Doç. Dr. Hayati AKYOL (Gazi Üni.) Prof. Dr. Üçler BULDUK (Ankara Üni.) Prof. Dr. Özkul ÇOBANOĞLU (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Cezmi ERASLAN (İstanbul Üni.) Prof. Dr. Metin ERGUN (Gazi Üni.) Prof. Dr. Sadettin GÖMEÇ (Ankara Üni.) Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üni.) Prof. Dr. Adnan İNCE (Doğu Akdeniz Üni.) Prof. Dr. Mustafa KESKİN (Erciyes Üni.) Doç. Dr. Fatih KÖKSAL (Ahi Evran Üni.) Prof. Dr. Muhsin MACİT (Yüzüncü Yıl Üni.) Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN (Çukurova Üni.) Prof. Dr. Çetin PEKACAR (Gazi Üni.) Prof. Dr. Nâzım H. POLAT (Niğde Üni.) Prof. Dr. Esma ŞİMŞEK (Fırat Üni.) İngilizce metinler için Doç. Dr. Necdet OSAM (Doğu Akdeniz Üni.).

İÇİNDEKİLER Sayfa Nâzım H. POLAT Takdim 21-5-6 Doç. Dr. Mehmet AÇA Güney Sibirya Türklerinde Ava Destancı ve Masalcı Götürme Geleneği The Tradition ofalong the Taking Epic Teller and the Storyteller to Hunting in South Siberian Turks 7-16 Dr. Birol AZAR Sözlü Kültür, Tarihi Gerçek ve Saltukname Örneği Verbal Culture, Historical Reality And Sample Of Saltukname 17-27 Dr. Hasan BAĞCI Türkçe Öğretmeni Adaylarının Yazılı Anlatıma ve Yazılı Anlatım Derslerine Yönelik Tutumlarının Değerlendirilmesi An Evaluation of the Attitudes of the Candidates of Teacher of Turkish Towards Written Expression and the Courses of Expression 29-61 Araş. Gör Aslı BÜYÜKOKUTAN Muğla Yöresi Alevî Türkmenlerinde Ölümle İlgili İnanç ve Pratikler Beliefs and Practices Releated to Death in Alevi Turkmens who Live in the Region of Muğla 63-86 Dr. Genç Osman GEÇER Sokak Çocuğu Tipi Yaratmada Argo Tercihi ve Romanlara Yansıması The Preference of Slang on The Creation Process of Street Boys and its Reflection on Novels 87-108 Prof. Dr. Adnan İNCE Kuyu Cadısı ve Düşündürdükleri The Well-Witch and its Connotation 109-122

Sovyetler Döneminde Kazakların Göç Dr. Mustafa KALKAN Hareketleri ve Anadolu da (Altay Köyü nde) İskân Edilişleri Emigration Movements of the Kazakh Turks During Soviet Era And Their Settlement in Anatolia (The Village of Altay) 123-141 Yard. Doç. Dr. Hikmet KORAŞ Özbek Türkçesinde gän/-kän, -ķän Sıfat-fiil Eki, Yapım Ekiyle Genişlemiş gänlig/-känlig, -ķänlig Şekli ve Türkiye Türkçesinde Kullanışlara Karşılık Gelen Şekiller The Verbal Adjectıve Affıx gän/- kän, -kän In Uzbek Turkısh -gänlig/- känlig, -känlig form Broadened By Derıvatıonal Affıx And Morphemes (Fıgures) Referıng To The Uses In Turkey Turkish 143-167 Yard. Doç. Dr. Salih ÖZKAN 1923 Tarihli Türk-Rum Nüfus Mübadelesinin Niğde nin Demografik Yapısına Etkisi The Exchange of Turkish and Greek Population in 1923 and its Effects on Niğde s Demographic Distribution 169-178 Araş. Gör Özer ŞENÖDEYİCİ Nef î Biyografisine Ek Appandix for Nef i s Bibliyography 179-200 YAYIN TANITIM Araş. Gör. Kaplan ÜSTÜNER Gelibolulu Mustafa Âlî nin Menşeü l- İnşâ Adlı Eserinin Yayımı Üzerine 201-202 Yard. Doç. Dr. Hikmet KORAŞ Türklük Bilimi Araştırmaları (Tübar) Yazılar Dizini (1-20 sayılar) 203-221

TAKDİM (21) NEDEN TÜRKLÜK BİLİMİ? Türklük Bilimi, ancak 19. yüzyıla kadar inen bir bilim dalı. Emperyalist emellerle Avrupa da başlamış, fakat 20. yüzyılda asıl mecrasını bulabilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında ise asıl merkezi Türkiye olmuştur. 21. yüzyıla girerken, Türkiye de yapılan konu ile ilgili çalışmaların hem sayısında, hem de kalitesinde önemli bir yükselmenin olduğu, ayrıca coğrafyasında sevindirici bir genişlemenin görüldüğü dikkatten kaçmamaktadır. Türklük Bilimi söz grubunu, daha önce Türkoloji olarak bilinen terim karşılığında kullanıyoruz. Neden böyle bir ihtiyaç duyuyoruz? UNESCO nun, -sonucu 1991 yılında açıklanan- bir araştırmasına göre Türkçe, konuşan kitle bakımından, dünyanın beş büyük dilinden biridir. UNESCO daha sonra sadece Türkiye Türkçesini saysa da başka devlet vatandaşlarından bu kola dahil edilebilecekler düşünüldüğünde yine etki alanı çok geniş bir dildir. Öyle ise Türkçe, kendiyle ilgili bilim dalının terminolojisini de kendi bünyesinden çıkarmalıdır. En azından Türklükle ilgili bilim dalının adı Türkçenin imkânlarıyla verilmelidir. Sevindiricidir ki bu terim gittikçe yaygınlık kazanmaktadır. Belki bu terim ilerde şekil değiştirerek Türkbilim hâlini alacak, Türkolog yerine Türkbilimci, bu alanla ilgili çalışmalar kast edilirken Türkbilimsel denecektir. Türklük Bilimi nin çalışma alanı, kapsamı nedir? En kısa biçimde ifade edelim: Türklüğü ilgilendiren her türlü sosyal bilim. Bu tanıma göre, iktisat tarihi Türklük Biliminin sınırları içindedir. Ama doğrudan iktisadî olaylar bunun dışındadır. Bugünün siyasî kapışmalarına kapalıyız. Ama Türklük Bilimi, siyasî tarihi ve siyaset tarihini ihmâl edemez. İktisadî ve beşerî coğrafya da Türklük bilimi için siyasî tarih kadar önemlidir. Türklük Biliminin Türkiye de bilimsel sisteme kavuşması, Ziya Gökalp ın sosyoloji (toplumbilimi) alanındaki çalışmalarıyla başladı. Fakat

6 üzülerek itiraf etmeliyiz ki Türk sosyolojisinde Gökalp tan gelen damar kurumuştur. Günümüz üniversitelerindeki falanca mahalledeki horoz dövüşü seyircilerinin kültürel profili tarzında kâğıt ziyanı tezlerle sosyoloji olmaz. Sosyal psikoloji de vazgeçilmezlerden biridir. Türklük Bilimi tahsil edenler, mutlaka düşünce tarihi ve felsefe de okumalıdır. Her türlü sanat akımının arkasında, zemininde mutlaka bir felsefî sistem vardır. Her türlü sanat sistemi de Türkbilimcinin yabancı kalacağı konulardan değildir. Türk lehçeleri ve halkbilim, Türk Edebiyatı tarihi, Türk Dili tarihi, dinler tarihi gibi alanlar, bu işin alt cümlesidir. Bunların hepsini bütünleştirecek olan, kuvvetli bir biçimde verilecek yabancı dil öğretimidir. Bütün bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki bir bölümün adının Türkoloji olması, mezunlarına Türkolog unvanı vermesi, terimlerin içini boşaltmaktan öte bir anlak taşımaz. Türk Dili ve Edebiyatı, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği, Türkçe Eğitimi, Türkçe Öğretmenliği gibi bölümlerin Türklük Bilimi uzmanı yetiştirdiğini söylemek, kupkuru bir iddiadan öteye geçemez. Zaten maksat da bu değildir, terim yanlış ve hafife alınarak kullanılmaktadır. Bu kadar geniş bilim dalını kimler okuyacak? 1. Bütün Dışişleri Bakanlığının temsil kadrosundaki herkese veya bu makamlara hazırlananlara, uluslararası ilişkiler okuyanlara Türklük Bilimi tahsil ettirmek, onlara gerçek kimlik vermektir. 2. Kaymakam, vali gibi vatandaş nazarında devleti temsil edenler, bu tahsili almadan, sadece memur kalırlar. 3. Bütün siyasî partilerin hele hele iktidar adaylarının, hiç olmazsa idareci kadrosu bu eğitimi almış olmalıdır. Memleketin idaresine talip o- lanlar, kahvehane kültürüyle ancak senin adamın benim adamım kavgası ve devlet imkânlarını paylaşmanın hesabını yapabilirler. 4. Kurmay subaylar bu tahsilden azamî ölçüde yararlanabilirler. Bu bir hayâlcilik midir? Bu bir hayâldir. Ama düşünce tarzı hayâlcilik değildir. Bu zordur, zor olacaktır, zor olmalıdır. Çünkü zorda ulviyet vardır. 1 Mayıs 2007-Gazimagusa Nâzım Hikmet POLAT

GÜNEY SİBİRYA TÜRKLERİNDE AVA DESTANCI ve MASALCI GÖTÜRME GELENEĞİ Doç. Dr. Mehmet AÇA * ÖZ: Bu yazıda, Güney Sibirya Türk topluluklarının destancı ve masalcıları ava götürme geleneği, en eski sığır törenleri (umumî av merasimleri) ve Türklerdeki iye inancı da göz önünde tutularak karşılaştırmalı bir şekilde incelenmeye ve konu ile ilgili değerlendirmeler yapılmaya çalışılmıştır. Köklü bir destancılık ve masalcılık geleneğine sahip olan Altay, Hakas, Şor ve Tıva Türklerinde destancı ve masalcılar (kayçı, haycı, toolçu, nımahçı), avcılar tarafından götürüldükleri avlar sırasında da masal ve destan dinlemeyi seven tayga iye sini (tayga eezi) memnun etmek amacıyla masal ve destanlar anlatmışlardır. Destancı ve masalcıların anlattıkları metinlerle tayga eezi ni memnun ettiklerine ve memnun kalan tayga eezi nin de memnuniyetinin göstergesi olarak avcılara av hayvanları sunduğuna inanılmıştır. Yazıda, Güney Sibiryalı avcıların taygaya ava giderken yanlarında destancı ve masalcı götürmelerini izah ederken kut, bereket ve bolluk kavramlarına dikkat çekmenin yanı sıra, avlanmayı sıradan bir öldürme eylemi olmaktan çıkararak destancı ve masalcının aracılığı ve tayga iye sinin gözetimi ve rızasıyla gerçekleştirilen gönüllü bir alış-verişe dönüştürme çabasına da dikkat çekilmiştir. Anahtar Kelimeler: Güney Sibirya, Destan, Masal, Destancı, Masalcı, Avlanma, İye The Tradition of taking along the Epic Teller and the Storyteller to Hunting in South Siberian Turks ABSTRACT: In this study, the tradition of taking the epic teller and storyteller to hunting of South Siberian Turks has been comparatively examined and exercised considering the ceremony of sığır (general hunting ceremonies) in old Turks and iye (protective spirit) belief of Turks, too. * Balıkesir Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl.. mehmetaca@yahoo.com

8 TÜBAR-XX1/2007Bahar/Doç. Dr.. Mehmet AÇA Epic tellers and storytellers (kayçı, haycı, toolçu, nımahçı) had told epics and folktales for the purpose of making happy the tayga eezi who likes to listen a folktale and an epic when taken along to hunting by hunters in Altai, Khakas, Shor and Tuva Turks, who have a rooted epic and folktale traditions. South Siberian Turks believed that epics and folktales which were told by epic tellers and story tellers during hunting happy the tayga eezi and pleased tayga eezi presents hunting animal to hunters as an indication of its pleasure. In this article, it is explained that taking an epic teller and a storyteller to hunting in the tradition of South Siberians means to go to tayga for hunting refers to the concepts of the kut, fertility, abundance. In addition to this, it has been emphasized that hunting is not a simple matter of killing; on the contrary, it is regarded as a volunteer commerce in intervention of epic teller and storyteller and supervision of tayga iyesi. Key Words: South Siberia, Epic, Folktale, Epic teller, Storyteller, Hunting, Protective Spirit Altay, Hakas, Tıva ve Şor Türklerine mensup avcıların tayga ya (ormanla kaplı dağ) avlanmaya giderken yanlarında destancı ve masalcı götürme geleneklerinin, en eski sığır törenleri (umumî av merasimleri) ve Türklerdeki iye inancı da göz önünde tutularak yorumlanacağı bu yazıda, anlatıcı (destancı, masalcı), anlatı (destan ve masal), tayga iyesi ve av hayvanı arasında ne tür ilişkiler olduğu ve bu ilişkilerin kut, bereket, ihsan, öldürme ve cinayeti inkâr gibi kavramlar çerçevesinde ne anlama geldiği sorularına da cevap verilmeye çalışılacaktır. Köklü bir destancılık ve masalcılık geleneğine sahip olan Altay, Hakas, Tıva ve Şor Türklerinde destancı ve masalcılar (kayçı, haycı, toolçu, nımahçı), sadece eğlencelerde, toylarda, mevsimlik törenlerde, cenaze merasimlerinde icrada bulunmamışlar, avcılar tarafından götürüldükleri avlar sırasında da masal ve destan dinlemeyi seven tayga iye sini (tayga eezi) memnun etmek amacıyla masal ve destanlar anlatmışlardır. 1 Adı geçen Türk topluluklarında destancı ve masalcıların anlattıkları metinlerle tayga iyesi ni memnun ettiklerine ve memnun kalan tayga iyesi nin de memnuniyetinin göstergesi olarak destancı ve masalcılara, dolayısıyla avcılara, av hayvanları sunduğuna inanılmıştır. Altay, Hakas, Tıva ve Şor Türklerinde avlanmaya giderken yanlarına destancı ve masalcıları da alan avcılar, avlandıktan sonra av hayvanlarını, hem 1 Tıva Türklerinde toolçular, bir başlarına ava gittiklerinde de kendi kendilerine destan ve masal anlatmışlardır. Örneğin meşhur toolçu Çançı-Höö, taygaya tek başına ava gittiği zamanlarda da kendi kendisine tool anlatmıştır. Böyle yaparak talihin kendisine güleceğine, bolca av elde edeceğine inanmıştır. (Ergun-Aça, 2004: 91)

9 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Güney Sibirya Türklerinde Ava Destancı... avlanan hem de tayga iyesi ni memnun etmek için destan ve masal anlatan sanatkârlarla eşit bir şekilde paylaşmışlardır. Tıva Türklerinin destancı ve masalcıları (her ikisi için de toolçu terimi kullanılmaktadır), destan ve masallarını genellikle dinlencelerde, eğlencelerde, avlarda, toylarda, ok atma ve güreş yarışlarında, naadım (yaz bayramı) ve şagaa (bahar bayramı) adı verilen bayramlarda anlatmakla birlikte, dinlenmeyi, eğlenmeyi ve bayramı akla getiren dönemlerin dışındaki diğer bazı özel günlerde de masal ve destan icrasında bulunmuşlardır. Bu özel günlerde anlatılan masalların konuları da genellikle özel günlerle bağlantılı olmuştur. Ayrıca, masalı dinleyen dinleyicilerin özel durumları da anlatılan masalların konularının belirlenmesinde etkili olmuştur. Örneğin meşhur toolçu Çançı-Höö, öksüz-yetim çocuklara masal anlatırken Ösküs-ool adlı masalı anlatmıştır. Doğum sırasında da toolçular tarafından olayla ilgili masallar anlatılmış, böylece, anlatılan masalların yeni doğan bebeğin güçlü ve iyi bir insan olmasına katkıda bulunması arzulanmıştır. Toolçular, hasta başlarında ve cenaze törenlerinde de destan ve masallar anlatmışlardır. Bu durumlarda anlatılan destan ya da masalların hastaların iyileşmesine katkıda bulunacağına, ölü ruhlarının öteki dünyaya doğru olan yolculuklarını güven içinde geçirmelerine ve ruhların öteki dünyada huzur bulmalarına yardımda bulunacağına inanılmıştır. (Samdan, 1994: 29-30) 2 Yukarıda da ifade edildiği üzere, destanla masalın avlarda bereketi sağlamak ve koruyucu ruhları (iyeleri) memnun etmek amacıyla anlatılması hususu, Altay, Hakas 3, Şor 4 ve Saha Türkleri için de geçerlidir. Ku- 2 3 4 Yaşlıların inancına göre, cenaze töreni öncesinde anlatılan toollar, ölünün öbür dünyada rahat yaşamasını sağlamaktadır. Aynı inanışı Altay Türkleri ile Buryatlar arasında da görmek mümkündür. Altay Türkleri arasındaki bir inanışa göre, ölümden sonra ölen kişinin ruhu kırk gün daha yaşamaktadır. Bu süre içerisinde de öteki dünyadan ölen kişinin ruhunu almak amacıyla gelen ruhlarla ölen kişinin ruhunun toplumdan insanlara zarar verebileceğine inanılmıştır. Bunun için de dikkatli olmak ve çeşitli önlemler almak gerekmiştir. Alınan önlemlerden birisi de, toolçuya tool anlattırmaktır. Bu tür toollar, çoklukla ölünün yedinci ve kırkıncı günlerinde anlattırılmıştır. (Orusool, 1997: 18) Ölen kişinin ardından destan anlattırma geleneği, Güney Sibirya Türklerinden Hakaslarda da yakın zamanlara kadar canlı bir şekilde yaşatılmıştır. Konu hakkında bk. (Maynogaşeva, 1970; Özkan, 1997) Wilhelm Radloff, Abakan Tatarları adını verdiği Hakas Türklerinde kahramanlık masalları ya da destanlarının akşamları, özellikle de av gezilerine katılanların akşam vakitlerini geçirebilecekleri kamplarda anlatıldığına dikkat çekmiştir: Kahramanlık destanları, Altay lılarda olduğu gibi ağız içinden, umumiyetle akşamları ve bilhassa sonbaharda, adamların av esnasında geceledikleri karargâhlarda söylenmektedir. Meraklı dinleyici kitlesi arasında ateş ışığı ile aydınlatılan şarkıcı, bir sanatkârın tasvirine lâyık bir manzara teşkil etmektedir. (Radloff, 1994: 147) Avcı ve balıkçı bir halk olarak tanınan Şorlar, ava giderlerken mutlaka yanlarına bir kayçı alırlar. İnançlarına göre ava başlamadan önce, taygada kopuz sesi ve kay/destan dinlemek gerekir. Kopuz sesi ve destan dinlenerek başlanan avlar, bereketli olurmuş.

10 TÜBAR-XX1/2007Bahar/Doç. Dr.. Mehmet AÇA zey Sibirya da yaşayan Saha Türkleri, taygalarla hayvanların en büyük koruyucu ruhu Baay Bayanay ın tam anlamıyla bir masal delisi olduğuna, ava çıkılmadan önceki gece avcılar masal anlatmazlar ve Baay Bayanay ı memnun etmezlerse avda başarı sağlanamayacağına inanmışlardır (Reichl, 2002: 97). Diğer bazı Türk gruplarında da olduğu üzere, Saha Türklerinde, av töreni sırasında gündüzleri ve yaz aylarında anlatım yasaklanmıştır. 5 Altay Türklerinde de destancılar avlara götürülmüş, onların anlatacağı destanların tayga eezi ni memnun edeceğine, avın bereketli geçeceğine inanılmıştır (Ergun, 1997b: 20). Güney Sibiryalı avcıların taygaya avlanmaya giderken neden yanlarında destancı ve masalcı götürdüklerini daha iyi izah edebilmek ve destancılarla masalcıların bu ortamda anlattıkları metinlerin işlevlerini ortaya koyabilmek için her şeyden önce, destancı ve masalcı ile iye ler 6, özellikle de tayga iyesi arasındaki ilişkiyi her yönüyle izah etmek ge- 5 6 Tayga eezi, yani dağ ruhu/iyesi, kopuz ve kay dinlemeyi severmiş. Kayçının boğuk, mitolojik kayıyla ve kutlu kopuz sesiyle avlanmaya başlayan avcıları, tayga eezi bol avla ödüllendirir; kayçı getirmeyen avcıları ise cezalandırırmış. Cezalandırma, avı bereketsiz kılmanın ötesinde avcının kendisine, ailesine veya malına-mülküne zarar verme şeklinde de olabilirmiş. (Ergun, 2006: 25) Karl Reichl ın Saha Türklerindeki oloñho anlatımı ile ilgili olarak İ. V. Puhov ile G. D. Ergis ten yaptığı şu alıntılar, Saha Türklerindeki ava destancı götürme ve destan anlatım zamanı ile çok daha ayrıntılı bilgiler içermektedir: Yakutlar arasında bir av (veya daha doğrusu balık avı) seferi, olongho adındaki destani şiiri söylemek için gerekli olan sebeplerden sadece birisidir: Olongho büyük toplantılarda ve ziyafetlerde de anlatılır. Balık avı, at yarışları vb. çeşitli toplantılar sırasında verilen aralarda ve özellikle de ıhıah adındaki festival ve düğünlerde, akşamları ve geceleri olongho anlatılırdı. Anlatıcılar akşamüzeri saat beş veya altı sıralarında anlatmaya başlar ve gece yarısı (ve sık sık tan vaktinde) bitirirler. Anlatım sekiz ile on (ve bazı zamanlarda on iki, on üç) saat devam eder, bazen kısa aralar verilir. Anlatmanın sonuç kısmı, bir sonraki akşam anlatılır ve herhangi bir sebeple sonucu anlatmak mümkün olmazsa, anlatıcı sonuç kısmına ait kısa bir olay özeti verir. (Reichl, 2002: 98-99) Kimi araştırıcılarca yanlış bir şekilde Tanrı ya da İlâh/İlâhe olarak nitelendirilen iye ( idi, izi, ege, ezi, eye, yeye, eke, ike, is, issi, iççi, es, eçe ) kavramı, sahip, koruyucu ruh anlamına gelmektedir. Tanrı ya da İlâh/İlâhe olarak algılanamayacak olan ve iyiliği temsil eden Tanrı ile bağlantılı olan bu kutsal ruhlar, kötülüğün temsilcisi olan Erlik le bağlantılı diğer şerir (kötü, zarar verici) ruhlar gibi, kendilerine karşı saygısızlık edilmediği müddetçe insanlara zarar vermemekte, koruma ve yardım görevlerini yerine getirmektedirler. İye lerin muhtelif yerleri (evi, taygayı, ormanı, ağılı, suyu, vd.) kötü güçlerden, âfetlerden koruduklarına, insanların yoldaşları ve yardımcıları olduklarına inanılmıştır. Kötü ruhların (azalar, cinler, devler, vd.) ise tabiata, insanlara, hayvanlara, barınaklara zarar verdiklerine inanılmıştır. Bu nedenle, iye kavramı içerisine şerir/kötü ruhları da dahil etmek ve iye leri iyilik ve kötülük yanlısı olarak sınıflandırmak yanlıştır. Burada, Müslüman Türkler arasındaki pir-ocak kültü, evliya, dede ve baba inancı ile tabiat güçlerine inanmanın ifadesi olan izi/iye inancı arasındaki bağlantıyı da özellikle zikretmek gerekmektedir.

11 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Güney Sibirya Türklerinde Ava Destancı... rekmektedir. Ayrıca, destan ve masal anlatıcılarına verilen kutsallıkla onlarda olduğuna inanılan Şamanik vasıflar üzerinde de durulmalıdır. Anlatıcıların seçilmiş özel kişiler olduğuna, destan ve masal anlatımının kut, bereket ve talih getirdiğine inanılan bir toplumda, anlatıcı ve anlatımın iye ve ruhlardan (destan kahramanlarının ruhları) bağımsız bir şekilde düşünülmesi mümkün değildir. Kuzey ve Güney Sibirya Türk topluluklarının sözlü geleneğinde, destan ve masal anlatıcılarına ciddî anlamda bir kutsallık atfedildiği görülmektedir. Bu geleneklerde, sadece anlatıcıya değil, anlatılan metne ve anlatım ortamına da kutsallık atfedildiğinden söz etmek gerekmektedir. Anlatıcılara atfedilen kutsallık, sadece bu bölgelerin anlatıcıları için değil, diğer bazı Türk topluluklarının (Kırgız, vd.) anlatıcıları için de geçerlidir. Kutsal ruhlar ya da iyeler tarafından destan anlatmak amacıyla seçildiklerine inanılan destancılar etrafında, tıpkı ruhlar tarafından seçilen Şamanlar gibi, zengin bir inanış halkası oluşturulmuştur. Anlatıcılara ve anlatılan metinlere yönelik inanışlar, hem anlatıcıların kendileri hem de onların muhatabı olan dinleyici çevre tarafından meydana getirilmiştir. Güney ve Kuzey Sibirya bölgelerinde destancı ve masalcılar, sadece destan ve masal anlatan sanatkârlar olarak algılanmamış, Şamanik özellikler taşıyan kutlu kişiler olduklarına da inanılmıştır. Bu anlatıcıların, tıpkı Şamanlar gibi seçilmiş ya da görevlendirilmiş insanlar olduğunu gösteren en önemli husus, anlattıkları destan ve masalları bizzat ruhlar ya da iyelerden öğrenmiş olduklarına dair inanıştır. Bazı bölgelerde anlattıkları destanları bizzat destan kahramanlarından öğrenen anlatıcıların, mesleğe başladıkları andan itibaren sürekli olarak iye ya da ruhlarla temas halinde olduklarına inanılmış, anlattıkları destan ve masalların sadece eğlendirici ve hoşça vakit geçirici metinler olmadığına, diğer bazı Şamanik fonksiyonlar da üstlendiğine hükmedilmiştir. Altay, Hakas, Şor, Tıva ve Saha (Yakut) Türklerinde tayga iyeleri (tayga eezi) ve destan kahramanlarının bizzat kendileri (ruhları), destancıların rüyalarına girerler ve onlara anlatacakları destanları öğretirler. Rüyalarla ruhların Şamanlığa ve Anadolu ile diğer Türk sahalarındaki âşıklığa (cıravlık, akınlık, bahşılık, vd.) geçişte de önemli bir yere sahip olduğu bilinen bir husustur. İslâmlaşmanın yaşandığı bölgelerdeki âşıklık geleneklerinde iyelerle ruhların yerini, peygamberler, Hızır, pirler, veliler, kırklar, dervişler ve daha önce yaşamış usta âşıklar almıştır. 7 Altay Türklerinin sözlü geleneğinde kayçı olabilmek için düş görmek gerekmektedir. Tayga eezi tarafından kendisine belirli yetenekler 7 Şamanlığa ve âşıklığa (akınlık, cıravlık) geçişte rüyalarla ruhların üstlendiği rol için bk. (Başgöz, 1986; Ergun, 1994; Eliade, 1999; Günay, 1999)

12 TÜBAR-XX1/2007Bahar/Doç. Dr.. Mehmet AÇA verilen gençlerin rüyalarına giren destan kahramanlarıyla tayga eezi, bu gençlere destan metinlerini öğretir. Destanları, gördükleri rüyalarda bizzat tayga eezi ile destan kahramanlarından öğrenen gençler, müzik âleti çalmada ve destanı ezgisine göre anlatmada ustalaşabilmek için ustaların yanında eğitim alırlar (Ergun, 1997a: 126-127; Ergun, 1997b: 20). Tıva Türklerinde de toolçular, gördükleri rüyalar ve bu rüyalarda kendilerini ziyaret eden tayga iyeleri ya da tool eezi sayesinde tool metinlerini öğrenip toolçu olurlar. Elbette, bu gelenekte de toolçu olabilmek için bir ustanın eğitiminde geçmiş olmak, olmazsa olmazlardandır. (Ergun-Aça, 2004: 73) Şor destancılık geleneğinde bir gencin destancı (kayçı) olabilmesi için mutlaka usta bir destancının (kayçının) yanında çıraklık yapması şarttır. Tayga eezi tarafından kendisine ataların kahramanlıklarını anlatabilme, kopuz çalıp kög, sarın söyleyebilme yeteneği verildiğine inanılan genci, ailesi usta bir kayçının yanına çırak olarak verir. 8 Hakas Türklerinin destancılık (haycılık) geleneğinde de destancı olmada rüya ile tayga eezi nin önemli bir yeri vardır. Örneğin meşhur kayçı Pyotr Vasilyeviç Kurbijekov, düşüne giren tayga eezi tarafından haycı yapılmış ve kendisine bu iye tarafından destanlar ezberletilmiştir: Kurbijekov, haycılığı her ne kadar ailesinden öğrenmişse de destan anlatmaya başlaması gençliğinde bir gün ormanda dolaşırken tayga eezi ni görmesinden sonra olmuştur. O gün dolaşırken ormanda uyuyup kalan Kurbijekov un rüyasına tayga eezi girer ve ona kırk gün boyunca destan öğretir. Genç haycı kırk gün sonra uyanınca tayga eezi nin öğrettiği bu destanları haylamaya başlar. (Ergun, 1996: 125) İyeler, özellikle tayga eezi, destan ve masal anlatımından çok hoşlanır, kendisine anlatılan destan ve masallardan memnun kaldığı takdirde avların bereketli geçmesini sağlar. Anlatılan destan ve masallar, kötü ruhları uzaklaştırır, doğumları kolaylaştırır. Ölüm öncesi ve sonrasında anlatılan destanlar sayesinde ölenlerin ruhlarını götürmeye gelen ruhlar diğer insanlara ilişmez, ölenlerin ruhları huzur bulur, Tanrı katına daha kolay çıkar. İyelerle destan kahramanlarının ruhları, destan anlatılan ortamın kut la dolmasını, anlatıcılarla destan ve masala gerekli saygıyı gösteren dinleyicilerin ömürlerinin uzun olmasını sağlarlar. Bu durum, masal ve destana eğlendirme ve hoşça vakit geçirme işlevlerinin yanı sıra, başka işlevler de yüklemektedir. İyelerin anlatıcı ve anlatımla olan bu ilişkileri ile halkın anlatıcılara verdiği kutsallık, zikredilen Türk topluluklarına mensup avcıların taygaya 8 Şor destancılık geleneğindeki bu durum için bk. (Dırenkova, 1940; Çudyakov, 1998)

13 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Güney Sibirya Türklerinde Ava Destancı... avlanmaya giderlerken yanlarında neden destancı ve masalcı götürdükleri sorusuna verilecek cevabın esasını oluşturmaktadır. Türkiye de şiir ve şairin umumi av törenleri ndeki rolüne ilk dikkat çeken merhum M. Fuad Köprülü olmuştur. Avın mutlu ve bereketli olması için çok daha eski dönemlerde rahip-şairlerce dinî-sihirbazâne şiirler terennüm edildiğine dikkat çeken Köprülü, ileriki dönemlerde bu dinî-sihirbazâne şiirler terennüm eden rahip-şairlerin, yeni dinlerin de etkisiyle, avları takip eden şeylan larda hükümdarların büyüklük ve kahramanlıklarını bildiren medihler ya da eski kahramanların menkıbelerini anlatan kahramanlık destanlarını terennüm etmeye başladıklarını, zamanla, zaferler sonrasında şiirler terennüm eden ozan-baksılara dönüştüklerini ifade etmiştir (Köprülü, 1989: 85-86). Rahip-şairlerin avların mutlu ve bereketli olması için söyledikleri şiirleri, dinî-sihirbazâne şiirler olarak nitelendiren Köprülü, bu tür şiirler ile avlanma arasındaki irtibat, bir başka deyişle, av hayvanlarıyla bu hayvanları koruyan ruhlar arasındaki ilişki üzerinde ayrıca durmamıştır. Kanaatimizce, Köprülü nün sözünü ettiği durumu daha anlaşılır kılabilmek için Altay, Hakas, Tıva ve Şor Türklerinin tayga iyesi inancıyla avlara destancı ve masalcı götürme geleneklerini gözden geçirmek yeterli olacaktır. Güney Sibirya Türklerinin zikredilen inanışlarıyla geleneklerinin kökleri, şüphesiz, Köprülü nün sözünü ettiği dönemlere kadar gitmektedir. Köprülü nün sözünü ettiği dinî-sihrî şiirlerle onları terennüm eden rahip-şairlerin yerini, zamanla destan ve masallarla, onları terennüm eden destancı ve masalcılar almıştır. Elbette, artık burada söz konusu olan umumî av törenleri nden ziyade, birkaç avcının katılımıyla gerçekleştirilen sıradan avlardır. SONUÇ Yukarıdaki izah ve çözümlemeler ortaya koymaktadır ki, Güney Sibirya Türk toplulukları için avlanma, basit bir öldürme eylemi değildir. 9 Avı öldüren de avcı (insan) değildir. Av, anlatılan destan ve masaldan memnun kalan tayga iyesi nin destancı ve masalcıya, dolayısıyla avcıya bir armağanıdır. İye, ne kadar memnun olursa o kadar çok av verir. Böylece öldürme eyleminin ortaya çıkardığı sorumluluk ya da suçluluk duygusu, ya en aza indirgenmekte ya da kendiliğinden bütünüyle ortadan 9 Deliorman Türklerinin, ağaç kesmeye gittiklerinde ormana hitaben söyledikleri şu sözler, tayga ya da ormana avlanmaya ya da odun kesmeye gidenlerin hayvanlara ve ağaçlara vahşice zarar vermek amacını gütmediklerini ifade etmeleri bakımından oldukça önemlidir: Ey orman! Biz seni kesip biçerek yok etmeğe gelmedik. Seni kırıp incitmeğe gelmedik. Senin artık işe yaramaz, kurumuş ve çürümüş dallarını, ağaçlarını ayıklamak, seni temizlemek ve rahatlatmak için geldik. Bize izin ver. (Destur)! (Altaş, 2006)

14 TÜBAR-XX1/2007Bahar/Doç. Dr.. Mehmet AÇA kalkmaktadır. 10 Bu inanışla, hem insanın kutsallar ve tabular sayesinde doğanın dengesine müdahalesi sınırlandırılmakta 11, hem de öldürmenin doğurabileceği kötü sonuçlar (uğursuzluk, bereketsizlik, vahşi hayvanlarca parçalanma) bertaraf edilmektedir. Tayga iyesi nin memnuniyeti, av hayvanlarının, insanların (avcıların) sergilediği vahşet sonrasında taygayı terk etmelerini ve sonraki avlarda avcılardan kaçmalarını engellemektedir. Avlanma, tek taraflı bir öldürme sürecinden çıkarılmakta, destancı ve masalcıların aracılığı ile iyelerin rızası ve gözetimi altında gerçekleştirilen doğal ve dengeli bir alış-verişe dönüştürülmektedir. Avcı, av hayvanlarına yönelik öldürme eylemini kendi iradesiyle gerçekleştirdiği bir eylem olmaktan çıkarmakta, sorumluluğu büyük oranda koruyucu ruha yıkmaktadır. Sanatkârlığa adım attıkları ilk günden itibaren tayga iyeleriyle ilişki içerisinde olan destancı ve masalcılar, avcılar adına tayga iyelerinin rızasını kazanmakta, anlattıkları destan ve masallarla, sergilenen vahşi eylemi, kutsal bir zeminde gerçekleştirilen bir ayine dönüştürmektedirler. İyelerle ilişki içerisinde olan destancı ve masalcı, anlattığı destan ve masalla tayga iyesini kut ve bereketi arttırıcı bir pozisyona taşımakta; avcı, av hayvanı ve koruyucu ruhlar arasındaki doğal dengenin sürdürülmesine katkıda bulunmaktadır. Destancı ve masalcının icrası, meydana getirdiği kutlu ortamla, avcıya musallat olabilecek her türlü uğursuzluk ve kötülüğü engellemektedir. Kendisine Şamanik vasıflar atfedilen destancı ya da masalcı, bir Şaman ya da Bakşının fonksiyonları- 10 Avın bizzat öldürülerek elde edilen bir şey değil de, hayvanlarla taygaların koruyucusu olan ruhların kendi rızalarıyla verdikleri bir armağan olduğuna dair inanış, yukarıda da ifade edildiği üzere, öldürme eylemini ve öldürme eyleminin doğuracağı olumsuz sonuçları ortadan kaldırmaya yöneliktir. İlkel insandaki ruh anlayışı üzerine çok önemli bir çalışma hazırlayan Fransız antropolog Lucien Lévy-Bruhl, ilkel insanın, vahşetin yok sayılmasına ve vahşet sonrasında ortaya çıkabilecek tehlikeli durumların bertaraf edilmesine yönelik çabayı, sadece insanlara değil, hayvanlara da has bir özellik olarak gördüğünü çarpıcı bir örnekle ortaya koymaktadır: Timsahların da insanlar gibi yaşadıklarına inanılmaktadır. Timsah yakaladığı her kurbanı suyun altına çekip, bataklık çamuru içinde boğarak öldürmekte ya da suyun içine devrilmiş bir ağacın gövdesi, bir kökün altına sıkıştırdıktan sonra geri çekilip havasız kalarak ölmesini izlemektedir. Kurbanın öldüğüne emin olduktan sonra onu alıp, su yüzüne çıkarmaktadır. Güneş, Ay ve Yıldızlardan yardım dilenip, bu cinayetin sorumlusu olmadığına tanıklık etmelerini istemektedir: Sizi ben öldürmedim, sizi su öldürdü. Bu tuhaf töreni üç kez yineledikten sonra timsah yeniden su altına dönerek cesedi yemek için hazırlık yapmaktadır. Bu cinayeti yadsıma olayı avcının avına kendisini onun öldürmediğini, bu yüzden kendisine kızmaması ve sonraki avlar sırasından kendisinden kaçmaması gerektiğini anlatmaya çalışmasının bire bir taklididir. (Lévy-Bruhl, 2006: 42) 11 Avcı-çoban, gereksinimden fazla avlanmaya, yani, gereksiz yere daha çok hayvanın insanlar tarafından öldürülmesine karşıdır. Çünkü burada avcı insan, vahşi doğanın ve doğal yaşamın dışında olan bir başka vahşi yaratıktır; dolayısıyla onun doğal hayata müdahalesi asgari düzeyde tutulmalıdır; doğanın düzeni insan müdahalesinin ancak bu kadarını kaldırabilir.

15 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Güney Sibirya Türklerinde Ava Destancı... nı üstlenirken anlatılan destan ve masal metinleri de Şaman ya da Bakşılar tarafından terennüm edilen kutsal ve büyülü sözlerin yerini almaktadır. Yukarıdaki tespitler de göstermektedir ki, destan ve masal dinlemekten hoşlanan tayga iyesi (kendisi, aynı zamanda bizzat destan ve masal öğreten bir öğretmen konumundadır) kendisine destan ve masal anlatan anlatıcıyı ödüllendiren zengin bir kişi konumuna oturtulmaktadır. Avcıların taygaya ava giderken yanlarında destancı ve masalcı götürmelerini izah ederken kut, bereket ve bolluk kavramlarına dikkat çekmenin yanı sıra, avlanmayı sıradan bir öldürme eylemi olmaktan çıkararak destancı ve masalcının aracılığı ve tayga iye sinin gözetimi ve rızasıyla gerçekleştirilen gönüllü bir alış-verişe dönüştürme çabasına da dikkat çekmek gerekmektedir. KAYNAKLAR ALTAŞ, Hanifi: (2006), Koyun Sürüleri, Kurtlar ve Köpekler!, http://www.turkdirlik.com/turkculuk/haltas0033.htm (25.06.2006) BAŞGÖZ, İlhan: (1986), Türk Halk Hikayelerinde Düş Motifi Zinciri, Folklor Yazıları, Adam Yayınları, İstanbul, s. 24-38. ÇUDYAKOV, A. İ.: (1998), Traditsii Şorskogo Eposa i Skazaniya Pavla Kıdıyakova, Şorskie Geroiçeskiy Skazaniye. Kan Pergen-Altın Sırık, Moskva-Novosibirsk, s. 11-33. DIRENKOVA, N. P.: (1940), Şorskiy Folklor, Moskva-Leningrad. ELİADE, Mircae: (1999), Şamanizm, (çev. İsmet Birkan), İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul. ERGUN, Metin: (1994), Kazak Halk Akınlarında (Şâirlerinde) Rüya Motifi, Milli Folklor, 3 (23), Güz 1994, s. 8-14. ERGUN, Metin: (1996), Hakas Haycıları, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 1, Bahar 1996, s. 121-129. ERGUN, Metin: (1997a), Manasçılarda Rüya Motifi, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, 4, Ankara 1997, s. 125-132. ERGUN, Metin: (1997b), Altay Türkleri nin Kahramanlık Destanı Alıp Manaş, Cemre, Konya. ERGUN, Metin: (2004), Oloñho ve Oloñhosut, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel e Armağan, (ed. İsmet Çetin), Ankara, s. 341-356. ERGUN, Metin: (2006), Şor Kahramanlık Destanları, Akçağ Yayınları, Ankara. ERGUN, Metin-Aça, Mehmet: (2004), Tıva Kahramanlık Destanları-I, Akçağ Yayınları, Ankara. GÜNAY, Umay: (1999), Türkiye de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, 3. b., Akçağ Yayınları, Ankara.

16 TÜBAR-XX1/2007Bahar/Doç. Dr.. Mehmet AÇA KÖPRÜLÜ, M. Fuad: (1989), Edebiyat Araştırmaları-I, Ötüken Neşriyat, İstanbul. LÉVY-BRUHL, Lucien: (2006), İlkel İnsanda Ruh Anlayışı, (çev. Oğuz Adanır), Ankara, Doğubatı. MAYNOGAŞEVA, V. E.: O Traditsionnom Bıtovanii Hakasskogo Geroiçeskogo Eposa-Alıptıh Nımah, Uçenıe Zapiski Hakasskogo Nauçno İssledovatelskogo İnstituta Yazıka, Literaturı i İstorii, vıp. XIV, No: 1, 1970, s. 93-113. ORUS-OOL, S. M.: (1997), Tuvinskie Geroiçeskie Skazaniye, Tuvinskie Geroiçeskie Skazaniye, (hzl. S. M. Orus-ool-vd.), Moskva, 10-38. ÖZKAN, Fatma: (1997), Altın Arığ, Bilig Yayınları, Ankara. RADLOFF, W.: (1994), Sibirya dan, 2. c., (çev. Ahmet Temir), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul. REICHL, Karl: (2002), Türk Boylarının Destanları, (çev. Metin Ekici), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. SAMDAN, Z. B.: (1994), Mir Tuvinskoy Skazki, Tuvinskie Narodnıe Skazki, Novosibirsk, s. 10-34.

SÖZLÜ KÜLTÜR, TARİHÎ GERÇEK ve SALTUKNÂME ÖRNEĞİ Dr. Birol AZAR ÖZ: Halk edebiyatımızın tarihî romanları sayılabilecek Battalnâme, Danişmendnâme, Müslümnâme ve Saltuknâme gibi eserler, Anadolu ve Rumeli de Türklüğün ve Müslümanlığın yayılıp yerleşmesi bakımından oldukça önemli eserlerdir. Tarihî, siyasî, sosyal ve destanî özellikleri bakımından pek çok açıdan incelenebilecek bu eserlerde, Türk ün yaşam biçimi, dünya görüşü, olaylara bakışı, felsefesi çıkarılabilir. Anahtar Kelimeler: Sözlü Kültür, Tarihî Gerçek, Tarihî Roman, Destan Verbal Culture, Historical Reality And Sample Of Saltukname ABSTRACT: Works such as Battalnâme, Danişmendnâme, Müslümnâme and Saltuknâme which can be counted as the historical novels of our folk literature, are quite important materials since they paved the way for being spread and becoming popular of Turkishness and Islam in Anatolia and Rumelia. On the basis of history, politics, social and epic characteristics of the works cited above, the life style, the world view, the attitudes and the philosophy of a Turk can be inferenced. Key Words: Verbal Culture, Historical Reality, Historical Novel, Epic GİRİŞ Bir milletin çağlar boyu tarih sahnesinde ayakta kalabilmesini sağlayan manevi unsur, o milletin yaşayan ruhudur. Bu ruh, sendelemeye, zayıflamaya başladığı zaman, milletlerin güçsüzleştiği, gerilediği görülür. Halk edebiyatımızın tarihî romanları sayılabilecek Battalnâme, Danişmendnâme, Müslümnâme ve Saltuknâme gibi eserler, Anadolu ve Fırat Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl., bazar@firat.edu.tr / birol_azar@mynet.com

18 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Dr. Birol AZAR Rumeli de Türklüğün ve Müslümanlığın yayılıp yerleşmesi bakımından oldukça önemli eserlerdir. Bunlardan Saltuknâme, yalnız Anadolu yu değil, Rumeli yi de kapsadığı için, oldukça geniş bir mekâna yayılmış, hatta olaylar Avrupa dan Hindistan a, Kırım dan Habeşistan a kadar uzanarak âdeta Türk cihan hâkimiyeti ve mefkûresinin tarihsel devamını arz etmektedir. Dinî ideallerin her türlü mukaddes duygu ve düşüncenin üstünde tutulduğu bir ümmet devri eseri olan Saltuknâme de Türklerin diğer Müslüman milletlere göre bir başka biçimde değerlendirildikleri, âdeta bir milliyetçi görüşün doğma hiç olmazsa emarelerinin eserde görüldüğünü belirten Cumbur, Saltuknâme için: Türklerin yeni yurtlarına yerleşmelerinin destanî bir tarihî de denilebilir demektedir (Cumbur, 1977: 53). Tarihî, siyasî, sosyal ve destanî özellikleri bakımından pek çok a- çıdan incelenebilecek bu eserlerde, Türkün yaşam biçimi, dünya görüşü, olaylara bakışı, felsefesi çıkarılabilir. Türk kültürünün İslami dönemde ortaya koyduğu dikkate değer e- debî ürünlerden olan evliya menkıbeleri, bu kültürün tarihî, sosyolojik, psikolojik ve folklorik açıdan incelenmesine kaynaklık etmesi bakımından önemli eserlerdir. Batıda aziz menkıbelerinin önemi daha önce anlaşılmış olduğundan, üzerlerinde bir hayli çalışma yapılmıştır. Bizde ise, başta Abdulbaki Gölpınarlı, Fuat Köprülü, Ahmet Yaşar Ocak, Abdurrahman Güzel olmak üzere son yıllarda menkıbeler üzerinde durulmuş, menkıbelere konu olan tiplerin tarihî bağlantıları ve tarihten gelen özellikleri göz önüne serilerek İslamî motiflerle, Şamanizmden gelen motifler bir çerçeve içerisinde araştırmacıların dikkatine sunulmuştur. Bu menkıbelerin başında gelen Saltuknâme, 1480 lerde Fatih in oğlu Cem Sultan ın isteği üzerine Ebü l-hayr-ı Rûmî tarafından kaleme alınmış olup, XIII. yy. alp erenlerinden Sarı Saltık ın hayatını, savaşlarını, kerametlerini anlatan bir eserdir. Bir Türk kahramanı olan Sarı Saltık ın menkıbeleri halk arasında ağızdan ağıza yayılmış, fetihler esnasında ordunun manevi gücünü arttıran unsurlardan biri olmuştur(akalın, 1992: 39). Sözlü gelenekte yaşarken, derlenip yazıya geçirildiği için, sözlü kültür malzemelerine ait pek çok özelliği Saltukname de görebiliriz. Hayatı hakkında kesin bilgiler olmamasına rağmen, o dönemin genel bir özelliği olarak Horasan dan geldiği sanılan Sarı Saltuk, İslamiyet öncesi dönemlerde görülen alp tipi nin İslami motiflerle süslenip, zenginleşmesiyle alperen bir tip olarak karşımıza çıkmıştır. Zira Saltuk,

19 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Sözlü Kültür Tarihî Gerçek ve Saltuknâme... sadece kerametler göstermekle kalmayıp, aynı zamanda yiğit, cesur, gözü pek savaşçıdır. Bu yüzden bu esere, Türklerin yeni yurtlarına yerleşmelerinin destanî bir tarihî de denilebilir. Bugüne kadar bu eser üzerinde pek çok ilmî çalışma yapılmıştır. Eser çeşitli yönleriyle ele alınmış tezlere konu olmuştur. Biz bu incelememizde eseri sözlü kültür, sözlü tarih, tarihî gerçek ve edebi metin bağlamında ele alıp, analiz etmeye çalışacağız. Elbette ki yapılan her çalışma, bu alan için oldukça önem arz edecektir. Zira âtıl bir vaziyette incelenmeyi bekleyen bu eserler tarihîmizi, kültürümüzü kısacası felsefemizin gizidir. Sözlü Kültür-Sözlü Tarih İnsanı öteki yaratıklardan ayıran ve onu insan yapan yönlerinden biri onun sanat yapma gücüdür. Konumuzla ilgili olduğu için inceleyeceğimiz sanatların da hammaddesi ve ürünleri dildir. Dil olmadan insanların bir arada yaşamaları, birbirleriyle anlaşmaları mümkün değildir. Toplum bilimci gözüyle bakılınca da dil, toplumu ulus yapan bağların en güçlüsüdür. Kişiyi toplumun bir ferdi yapan, geçmişle gelecek arasında bir köprü kuran dil, kişiyi geçmişle gelecek arasındaki zaman halkası durumuna getirir (Aksan, 1988: 13). Bir toplumun, bir milletin bir çok özelliği, dünya görüşü, sanatsal kabiliyeti, yaşam gerekçesi konuştuğu dile yansır. Yıllar sonra bile toplumun veya milletin dille meydana getirdikleri ürünler incelendiğinde tarihî bir vesika olmasa bile o toplumun, milletin yapısı ortaya çıkarılabilir. Dil, aynı zamanda her yönüyle bir ulusun kültürünün de aynasıdır (Akalın, 1988: 12). Bu bakımdan dil, ait olduğu toplumun sosyo-kültürel durumunu ortaya çıkarır. Milletlerin yakaladıkları kültür seviyeleri kendini en iyi dil vasıtasıyla ifade eder. W. Ong, dilin temelinin sese dayandığını söyleyerek el kol hareketleri çok şey ifade etse de işaret dillerinin konuşmanın yerini tutmak için kullanıldığını, bunun da aslında sözlü konuşma sistemine bağlı olduğunu belirtir (Ong, 1995:19). Gerçekten çok önemli olan söz, iletişimin temel vasıtalarındandır. İletişimin sağlanmasına yardımcı olan söz göndericiden alıcıya iletişimi sağlayan en etkin vasıtadır. Sözün etkisi icra edildiği anda yapılan mimikler, vurgulamalar ve taşlamalarla daha da güçlüdür. Bu gücün etkinin yazı ile sağlanması oldukça zordur. Bu yüzden eski çağlarda-özellikle Yunanlıların titizlikle ele alıp geliştirdikleri hitabet sanatında- yazılı hazır bir metni birebir okumak en beceriksiz konuşmacılara mahsus olmuştur (Ong, 1995: 22).

20 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Dr. Birol AZAR Bilincin ayrılmaz bir parçası olan konuşma yeteneği, onun da malzemesi olan dil, yazının icadından çok önce de insanları büyülemiş ve konuşmaların üzerinde uzun uzun durup düşünmelerini sağlamıştır. Konuşma yani söz, yazının icadından yüzyıllar sonra da büyüsünden hiçbir şey kaybetmemiştir (Ong, 1995: 22). Batı da bir çok bilim adamı (özellikle Milmen Parry ve Albert B. Lord) sözün etkisini ortaya çıkarmak için gayret göstermişler ve yeni teoriler ortaya koymuşlardır (Çobanoğlu, 1998: 144). Söz ve sözlü kültür üzerinde de bir çok yeni görüş ortaya atılmıştır. W. Ong sözlü kültür için yazı hakkında en ufak bilgisi olmayan toplumlar ın kültürleri olarak tanımlarken, halk bilimi alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Dursun Yıldırım, sözlü kültür kavramını folklor yerine kullanılır ve ayrıntılı bir şekilde tanımlar. Yıldırım ın ifadesine göre Sözlü gelenekte yer alan tamamen söz ile, kısmen söz ile ve tamamen sözsüz yaratılan, ama sözlü geçiş ve iletişimle fertler arasında dolaşan veya nesilden nesile geçen tüm unsurları, yapı muhteva, biçim ve fonksiyonları ne olursa olsun sözlü kültür unsurlarıdır. Bunların her biri oluştukları sözlü ortam toplumunun ortak kabulleri olarak kendilerine mahsus bir gelenek yaratmışlardır. Her unsur bu gelenek içinde kendini korur, geliştirir veya değiştirir. Her unsur, kavram ve kapsamını bu gelenek içinde ifade etme imkânı kazanır. Gelenek kendini ortak kabul sahibi olan topluluğun -teoride en az iki kişi- veya milleti meydana getiren fertlerin ihtiyaçlarına cevap verdiği ölçüde yaşatır. (Yıldırım, 1998:39). Paul Connerton, sözlü kültür kapsamına sözsüz gösterime (performance) dayanan uygulamaları da dahil ederek Günümüzle ilgili deneyimlerimizin büyük ölçüde geçmiş hakkında bildiklerimizin üzerine oturduğu ve genellikle geçmişle ilgili imgelerimizin var olan toplumsal düzeni meşrulaştırmaya yaradığını belirtir (Üçüncü, 2000:VII). Sözlü kültürün özelliklerini açıklayan Ong, sözlü kültür yoluyla ifade edilmeye çalışılan bir konunun kalıplaşmamış ve belleğe seslenmeyen bir yolla ifadesinin sadece zaman kaybına yol açacağını, aksi taktirde ifadenin kaybolup gideceğini belirtir. Sözlü kültürlerde toplumun ortak malı olan hazır kalıplar ve yoğun biçimlendirmeler, yazılı kültürde yazının üstlendiği görevlerden bazılarını görürler, elbette deneyimlerin zihinsel düzenlenişini, düşüncenin tarzını da belirler. (Ong, 1995: 51) diyerek sözlü kültür ürünlerinin hafızalarda kalmasını sağlayan en önemli faktörlerin kalıp ifadeler olduğunu söyler. Görüşünü desteklemek için insanoğlunun dünya üzerinde 30.000-50.000 yıldır yaşadığını, ilk yazının 6000 yıl önce kullanıldığını (Ong, 1995: 16), tarih boyunca konuşulan on binlerce dilden sadece 106 tanesinin edebiyat üretebilecek seviyeye ulaştığı-

21 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Sözlü Kültür Tarihî Gerçek ve Saltuknâme... nı, bugün konuşulan 3000 kadar dilden yalnızca 78 tanesinin edebiyatı bulunduğunu belirtir (Ong, 1995: 19). Sözlü kültür kavramı ile ilgili görüşleri kısaca belirttikten sonra sözlü tarih kavramının oluşumu ve sözlü kültürle olan ilişkisi üzerinde durmak istiyoruz. Sözlü tarih, sözlü kültür dairesinin içinde kendine yer bulur. Z.V. Togan: Kendisinin yahut başkalarının başından geçenleri manzum veya mensur hikayeler tarzında nakledenlerin rivayetleri tarihlere menba olan haberlerin en eski şeklidir. demekle tarih biliminin destan, efsane, atalar sözü ve fıkralardan faydalandığını açıklar (Togan, 1981:38-39). İlk başta sözlü gelenekte yaşayan bu ürünlerden tarihçi, oldukça önemli bilgiler çıkarabilir. Zira tarihî olaylar toplumları ve milletleri o kadar çok derinden etkilemiştir ki olaylarla sarsılan, üzülen, dağılan, yıkılan veya büyüyen, genişleyen toplumlar o olayların etkisinden kendilerini uzun zaman kurtaramamışlardır. Eski Türk toplumunda toplumu etkileyen büyük ve acı olaylar, ozanlar, kamlar, baksılar tarafından edebi bir şekilde dile getiriliyordu. Bu sanatçılar toplumun ortak hafızası olup bir nevi tarih kaydedicileri olmuşlardır. Bunlar sayesinde toplumu derinden etkileyen olaylar unutulmuyor, gelecek nesillere aktarılarak bir nevi arşivleniyordu. İngiliz tarihçi P. Thompson, Afrika kıtasındaki sözlü geleneği değerlendirdiği eserinde yazı öncesi dönemdeki tarihîn tümüyle sözlü olduğunu belirtir. Thompson a göre yazı öncesi dönemde zaman, gökyüzü, zanaatlar, beceriler, kanun ve konuşmalar, ticarî işlemler kısaca bütün toplumsal birikimin akılda tutulması gerekiyordu (Üçüncü, 2000: VIII). Yazılı ortamların olmadığı veya çok az olduğu dönemlerde elbette ki, toplumun sözlü geleneğinde yer alan ürünlerden tarihçiler yararlanacaklardır. Sözlü tarih, tarihîn kabul edilmiş mitlerini ve baskın yargılarını yeniden değerlendirme, tarihîn toplumsal anlamını kökten dönüştürme aracıdır. İnsanlara tarihlerini kendi sözleriyle geri verir. Onlara geçmişi verirken geleceği kurmak için de yol, gösterir (Üçüncü, 2000: VIII). Sözlü kültür ürünlerinin yanı sıra, tarihçinin faydalanması gereken bir başka alan ise daha önce de belirttiğimiz gibi edebiyattır. Sadık Kemal Tural, tarihçinin inceleme yaparken yapması gerekenlere değinir ve Tarihçinin büyük şehir çevresinde teşekkül eden üst kültür ve üst siyasi olaylar yanında merkeze uzak şehir, kasaba ve köylerdeki partikularistik kavram, kabul ve olaylarla ilgilenmesi gerekli değil midir? diye sorarak tarih yazıcılığını zenginleştirecek olan bilgileri halk

22 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Dr. Birol AZAR edebiyatı ve folklor araştırmacılarımızın eserlerinde bulmanın mümkün olduğunu söylemektedir. (Tural, 1993:41). Tarihçinin edebiyat dünyasında faydalanması gerektiğini ve bunun gerekli olduğunu söyleyenlerden biri de M. Fuad Köprülü dür. Köprülü tarihle uğraşanların sadece vekayinâmeler ile resmi vesikalardan faydalandığını edebi eserlerden faydalanmadıklarını belirttikten sonra yeni tarih telakkilerine göre toplumun dinî, fikrî, bediî, iktisadî, hukukî yönlerini ortaya çıkarmak için tarihçilerin edebi eserlerden de faydalanması gerektiğini ifade eder (Köprülü, 1943: 63). Mehmet Kaplan da bu konuya işaret ederek Divan Edebiyatı nda manzum olarak tarih düşürmenin, gazavatnamelerin ve destanların bir çok bakımdan tarih araştırmaları için önemli olduğunu belirttikten sonra Edebî eserler tarihî bir vakıayı ihtiva etmeseler de tarihî aydınlatma bakımından değer taşırlar demektedir (Kaplan, 1990: 71-72). Dikkat edilmesi gereken bir nokta da tarihçi edebi eserlerden faydalanırken nelere dikkat edecektir? Sorusu olacaktır. Zira edebiyatçı eserini meydana getirirken, kronolojiye, gerçeğe pek dikkat etmez. Halbuki edebiyat eseri estetik kaygıları da içinde taşıyan bir kompozisyondur. Tarihçi bir edebiyatçı gibi edebî esere yaklaşmamalıdır. Zaten edebiyat eserinden faydalanırken kronolojiye, gerçeğe dikkat edeceğinden çeşitli zorluklarla karşılaşır. S. K. Tural estetiğin ikinci planda olduğu edebi eserlerin tarihçiler için iyi bir kaynak olduğunu belirttikten sonra Tarihçi ilgisini çeken belge ve bilgilere yönelirken edebi eser yazarı başkalarının ilgisini çekecek unsurları buluyor. Pek tabiî gerçekten olmuş olayları değiştirebiliyor, olmamış unsurları da ilave edebiliyor demektedir. Tarihçinin edebî esere yaklaşırken dikkat edeceği noktalardan birisi eserin sadece yazıldığı yıla değil, edebî eserin yazıldığı/gerçekleştiği zaman hakkındaki şahitliğine ve daha sonraki yıllara yaptığı tesirin de etkisini araştırmaktır (Tural, 1993: 32-33). Bütün bunlar göstermektedir ki, edebî eserler ve sözlü kültür ürünleri, tarihçiler ve tarih araştırmaları için önemli kaynaklardır. Edebî eserlerin ve tarihî eserlerin incelenmesi bize ait oldukları toplumların yaşayışlarını, dünya görüşlerini, değer yargılarını bildirmesi bakımından oldukça önemlidir. Tarihî Gerçek Yukarıda belirttiğimiz görüşler ışığı altında Saltuknâme de vuku bulan olayların tarihî gerçekle ilgisini ve taşıdığı tarihî değeri göz önüne sermeye çalışacağız.

23 TÜBAR-XXI-/2007-Bahar/Sözlü Kültür Tarihî Gerçek ve Saltuknâme... Saltuknâme deki masal ve efsane unsurlarını ayırırsak, bir çok tarihî olayı ortaya çıkarabiliriz. Saltuknâme de farklı devrelere ait olaylar incelendiğinde hepsinin tarihî bir gerçek olduğu görülecektir. Olayların cereyan ettiği devirleri şöyle sıralayabiliriz: 1. Türklerin Anadolu ya gelmeden önceki hayatlarını işleyen devir. 2. Türklerin Anadolu ya gelişleri a-selçuklular b-beylikler dönemi 3. Osmanlı İmparatorluğu dönemi (Yüce, 1992:62). Saltuknâme deki Sarı Saltuk menkıbelerinin mahiyeti incelendiğinde coğrafî alanın da iki ana gruba ayrıldığını görürüz. a. Amasya dolaylarında geçen kuzey-güney doğrultusundaki çizginin batısında kalan Anadolu toprakları, Trakya, Bulgaristan, Romanya, Karadeniz i kuzeyden çevreleyen bütün bölgeler ve nihayet Doğu Karadeniz e sahili olan topraklarda geçen menkıbeler ki, önemli bir kısmı tarihî bir esası olan başka bir deyişle çekirdeğini tarihî vakaların teşkil ettiği menkıbelerdir. b. Portekiz, Almanya, İspanya, Lehistan, Çekoslovakya, Yunanistan, Rusya, İran, Türkistan, Afganistan, Çin, Fas, Cezayir, Libya, Tunus, Habeşistan ve Arabistan da geçen menkıbeler de daha çok masal karakteri taşıyan menkıbelerdir (Ocak, 1997: 267-268). 1. M. 1263 yılında Sarı Saltuk ile 1200 göçer evli Türkmen ailesi, Karadeniz den Kırım ve Dobruca ya göç etmişlerdir. Bu tarihlerde Kırım Hanı Berke Han ile Tatar Hanı Şehzade Nogay birlik olup İlhanlı Hülagu Han a karşı İslamiyet için mücadele etmişlerdir. Tarihlerin kısaca belirttiği bu mücadele hakkında Saltuknâme de ayrıntılı olarak bilgi bulunmaktadır. Bu mücadelede Berke Han a Sarı Saltuk un dışında, Horasan dan Anadolu dan ve başka yerlerden pek çok gazi-dervişin katıldığı bilinmektedir. (Togan, 1981:267) 2. Oğuznâme ve Tevârih-i âl-î Selçuk gibi tarih kaynaklarının belirttiğine göre, 1246 yılında Anadolu ya Moğolların iyice hakim olmalarından sonra II. Gıyasettin Keyhüsrev in ölümü ile oğulları II. İzzettin Keykavus, IV. Kılıçarslan ve II. Alaaddin Keykubat taht kavgasına tutuşmuşlardır. Yapılan mücadeleler sonunda yenilen II. İzzettin Keykavus maiyeti ile birlikte Bizans imparatoru VIII. Mihael Paleologos a sığınmıştır. İmparator, II. İzzettin Keykavus a Romanya daki Dobruca topraklarını vermiştir. Bunun üzerine II. İzzettin Keykavus, maiyeti ve 20-30