10. KALKINMA PLANI HAZIRLIK ÇALIŞMALARI AKİL ADAMLAR TOPLANTISI



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Sn. M. Cüneyd DÜZYOL, Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Açılış Konuşması, 13 Mayıs 2015

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

İzmir İktisat Kongresi, Ekim 2013 Oturum 7D: Tarım ve Gıda Sektöründe Dönüşüm. Panel Başkanı: Vedat Mirmahmutoğlları, GTHB Müsteşarı

tepav Biyoteknolojide son yıllarda artan birleşme ve satın alma işlemleri ne anlama geliyor? Haziran2014 N POLİTİKANOTU

BÖLGESEL TİCARET TOPLANTISI İZMİR

Türkiye de Kadın İstihdam Sorununa Çözümler LİZBON SÜRECİ ve KADIN GİRİŞİMCİLİĞİ

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

Türkiye, bu oranla araştırmaya katılan 24 ülke arasında 5. sırada yer alıyor.

Ekim Ayı Tekstil Gündemi

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

World Energy Outlook Dr. Fatih BİROL UEA Baş Ekonomisti İstanbul, 1 Aralık 2011

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

"Yenileşim ve Gelecek" 9. Kalite Sempozyumu. C. Müjdat ALTAY 15 Nisan 2011

Koçluk Sürecini Amaçlara ve Sonuçlara Göre Yönetir. R. ŞAFAK KEKLİK

Dünya ekonomisinde kartlar yeniden karılıyor!

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK, ÜRÜN ÜRETMEK, PARA KAZ

İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ GİRİŞİMCİLİK BÖLÜMÜ

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Yavuz Bayülken Tarafından Hazırlanıp Sunulan Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmeleri Başlıklı Rapor Üzerine Görüşler

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Değerli İhracatçılar, Değerli Basın Mensupları,

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER

10SORUDA AİLE SİGORTASI

21. Yüzy lda Yafll l k Yeni Bir ktisadi Güç

Mayıs Ayı Tekstil Gündemi

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Teknoloji Geliştirme Alanında Üniversite Sanayi Ortak Çalışmalarında Deneyimler Dr.- Ing. Yalçın Tanes Ak-Kim Ar-Ge Direktörü

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

YENİ TEŞVİK SİSTEMİ 1 / 7

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

KRİZ ÖNCESİNİN TEK İYİ HABERİ

NİTELİKLİ EĞİTİMİN TOPLUMUN REFAH SEVİYESİNE ETKİSİ. Prof.Dr. Muammer Kaya, ESOGÜ Rektör Adayı,

ULUSLARARASI RAPORLAR, TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GELECEĞİNİ PARLAK GÖRÜYOR

Türkiye Üretici Fiyatlarıyla 7. Büyük Tarım Ülkesi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

kalkınma gücü Gülara Tırpançeker YASAD Başkanı Yazılım Sektörü Sayfa 1

FAO SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ FİYAT VE TİCARET GÜNCELLEME: KASIM 2014

LÜTFEN KAYNAK GÖSTEREREK KULLANINIZ 2013

YUSUF ATA ARIAK - TELKODER 10. OLAĞAN GENEL KURUL AÇILIŞ KONUŞMASI 29 KASIM 2018

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı. 25 Şubat 2019

Türkiye birden fazla yerli araç üretecek kabiliyette

TÜRKİYE DE TARIMIN GELECEĞİ ve AVANTAJLAR

ABD Büyükelçiliği Ekonomi Müşaviri Treiber den SGK ya ziyaret

PricewaterhouseCoopers CEO Araştõrmasõ

TÜRKİYE DIŞ TİCARETİNDEN İZMİR İN ALDIĞI PAYIN ANALİZİ

ÜLKELERİN 2015 YILI BÜYÜME ORANLARI (%)

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Toplam Perakende 2016

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK POLİTİKASI. Sürdürülebilirlik vizyonumuz

Çin in Avrupa da Pazar Kaybı Devam Ediyor Yazar: Mithat Aracı/Da Kong

BRIC ÜLKELERİ VE TÜRKİYE FEYZULLAH ALTAY

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 201 CEVAPLAR VE PARALEL OTURUM I SORULAR 201

TBD Antalya Şube Başkanı Akyelli: Özellikle yazılımcıların yatırımlarını Antalya da yapmamaları için hiçbir neden yok

Avrupa hastanelerinde

Enerjide yüksek ithalat ekonomiye büyük risk

ÇOCUĞUM BAŞARACAK MI?

KALKINMA BAKANLIĞI KALKINMA ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Tuzaktan çıkmak için sanayisizleşmeyi durdurmak gerekmektedir

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

24 HAZİRAN 2014 İSTANBUL

Neredeyiz? Nereye gidebiliriz?

2. Gün: Finlandiya Maliye Bakanlığı ve Birimleri

AB Ekonomisinin Mevcut Durumu ve Geleceğe Dönük Projeksiyonlar. Prof. Dr. Lerzan ÖZKALE, İTÜ Ankara, 18 Ekim 2006

BİLGİ İşletme

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

AKP hükümeti zamanında ekonomik büyüme ve istikrar sağlanmıştır

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı. Okullarda garip şeyler oluyor İstanbul, 8 Nisan 2014

SAYIN EKREM DEMİRTAŞ İZMİR EKONOMİ ÜNİVERSİTESİ MÜTEVELLİ HEYET BAŞKANI İZMİR TİCARET ODASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI

Beyin Gücünden Beyin Göçüne...

Hepinizi Şahsım, Yönetim Kurulum ve etkinliğe emeği geçenler adına selamlıyorum.

Avrupa nın en cesur ülkesi Türkiye

12. Araştırmacılar Zirvesi nin açılış konuşmasını yapmak için beni davet etmenizden, bana bu fırsatı vermenizden dolayı sizlere teşekkür ederim.

SEKTÖREL GELİŞMELER İÇİNDEKİLER Otomotiv. Beyaz Eşya. İnşaat. Turizm. Enerji. Diğer Göstergeler. Sektörel Gelişmeler /Ağustos

EĞİTİMİN EKONOMİK TEMELLERİ

LİDER DEĞİŞİRKEN. Prof. Dr. Necmi Gürsakal ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İ.İ.B.F. ÖĞRETİM ÜYESİ

KADEM METE: MUĞLA DA 12 AY TURİZM HAYAL DEĞİL

We create chemistry. Kurumsal stratejimiz

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Tarım alanlarının bölünmesi 50 bin kişiye sorulacak

Altın Ayarlı İslâmi Finans

Türkiye nin G-20 Başkanlığı ndaki 3 Önemli Önceliği. 1. Investments (Yatırımlar) 2. Inclusiveness (Kapsayıcılık) 3. Implementation (Uygulama)

TÜRKİYE TAKIM TEZGAHLARI ALT SEKTÖRÜ

Türkiye İleri Teknolojiye Sıçramayı Nasıl Yapar? Dün Nerede Hata Yaptık?

Türkiye İstişare Toplantısı. Hayvancılıkta Kalkınma MÜSİAD Kasım 2017

Transkript:

10. KALKINMA PLANI HAZIRLIK ÇALIŞMALARI AKİL ADAMLAR TOPLANTISI (19 Mart 2012, İstanbul) OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Biliyorsunuz, bu toplantının amacı 10. plan üzerine serbest görüşler. Konuşmalar serbest görüşler tarzında olacak. Önceden konuşmacılara perspektif verilmeyecek ki konuşmacılar kendi serbest perspektiflerini söylesin diye. Ancak biliyorsunuz Cumhuriyetin 100. yıldönümü olması dolayısıyla bu plan hakkında siyasi iradenin birtakım çok genel hedefleri var. İşte, ihracatın 500 milyar dolara çıkması, dünyada 10. Ekonomi. Bunlar tabi izafi şeyler. 10. ekonomi başkalarının da performansına bağlı çünkü. Bu konuda tamamen bir sıralama olmaksızın, herkes kendisini etkin saydığı konuda görüş bildirecek. Önce Sayın Müsteşar Kemal MADENOĞLU ndan bize bu planın hiç olmazsa hedefleri hakkında genel bir fikir vermesini rica edeceğiz, ondan sonra da konuşmalara başlayacağız. Buyurun Kemal Bey. KEMAL MADENOĞLU- Teşekkür ediyorum ben de bütün katılımcılara, bizleri kırmayıp geldikleri için, bugünlerini bize ayırdıkları için. Çok sağ olun. Biz bu toplantıyı 10. plan hazırlıkları sürecinde Türkiye nin geleceğini tasarlama, ona ilişkin bir birikim oluşturma ve bunun politikalara yansıması için çok anlamlı ve değerli bir toplantı olarak görüyoruz. O açıdan sizlerin serdedeceği fikirler, düşünceler, analizler, değerlendirmeler bizler için çok anlamlı ve değerli. Bu plan konusunda çok değişik imajlar olabilir zihinlerde. İlk yıllarında, 60 lardan başlayarak daha devletçi, daha merkeziyetçi, her ne kadar özel sektörü de yönlendiren bir plan olsa da, özellikle son üç plan oldukça stratejik, belirli analizlere dayanan, ülkenin geleceğine yönelik temel stratejik alanları ve yönleri belirleyen planlar olmuştur. Bu konuda bildiğiniz gibi hükümet tarafından deklare edilmiş ve belirli toplum kesimleri tarafından da benimsenen ve onlar tarafından da deklare edilen belirli 1

hedefler söz konusu. Fakat tabi 2023 deyince, sadece ekonomik büyüklük gibi bir rakama ya da ihracat gibi bir rakama indirgenmiş bir 2023 resmi çizmek yeterli değil. Biz 2023 te nasıl bir Türkiye yi görmek istiyoruz? Biz plan hazırlıklarına da bu kapsamda bakıyoruz. Çünkü bu planlar hakikaten hükümetler için ana dokümanlar olacak ve diğer toplum kesimleri için de belirli bir yönlendirici boyutu olabilecek. Bu açıdan iktisadi alandan sosyal alanlara, üretim boyutundan tüketime, araştırma geliştirmeye, nasıl bir Türkiye de, yeni nesillerin nasıl bir havayı teneffüs edeceklerine kadar, mekânların kullanımından tarımına, enerjisine, Türkiye nin dünya ölçeğindeki yerine, konumuna, gücüne kadar uzanan, bireylerin düşünme biçimlerine kadar uzanan çok boyutlu bir alanı konuşuyoruz. Dolayısıyla birkaç tane ya da on tane rakamdan, somut hedeften ibaret değil. Rakamların mutlaka sembolik ve insanları sürükleyen boyutu var ama burada çok daha geniş kapsamlı, nasıl bir 2023 Türkiye si görmek istiyoruz gibi çok geniş bir alana ilişkin birikimlerinizi, düşüncelerinizi, değerlendirmelerinizi almak istiyoruz. Benim özetle bu aşamada söyleyeceklerim bu kadar. İçeriğe dair bizim elbette hem bireysel olarak hem kurumsal olarak belirli konularda belirli düşüncelerimiz var ama temel olarak burada hakikaten arayış içerisindeyiz. Biz sizlerin birikimlerinizi bu plana yansıtmak için buradayız ve sizleri de onun için davet ettik. Sağ olun, geldiniz. Bundan sonraki süreç de devam edecek. Yaklaşık bir buçuk yıllık bir sürecimiz var. 2013 yılı ortasına kadar tamamlamayı planlıyoruz. Dolayısıyla bu bizim ilk adımımız, bundan sonraki süreçte de sizlerden değişik aşamalarda yararlanmayı arzu ediyoruz ama bu ilk olacak. Ben tekrar hepinize katılımınız ve burada bizlere sağlayacağınız katkılar için çok teşekkür ediyorum. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Sayın Müsteşar, biz teşekkür ediyoruz. Efendim konuşmanın çok genel konusu belli, önümüzdeki dönemde kalkınma alanında dünyada etkili olacak temel trendler ve değişim dinamikleri, bunlar nelerdir? Bunların ülkemize olan etkileri, Türkiye nin vizyonu ne olmalıdır? Bu konuda, buyurun lütfen. Sayın İshak ALATON buyurun. 2

İSHAK ALATON- Teşekkür ederim. Sayın Başkan, çok rahatlıkla hemen şöyle başlıyorum; yaşım 85 olduğu için ve hiç biriniz benimle yarışamadığınız için, ilk söz benim. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- 85 mi? Ben 55 biliyorum. İSHAK ALATON- Sağ olasın, bir kahve borcum var. Az ve öz ve böyle belirgin hedefleri ortaya koymak istiyorum. Çok heyecanla geldim buraya, o heyecanımı size taşımak istiyorum. Önce menfileri dile getiriyorum, çok kısa. Öncelikle 500 milyar dolar ihracatı 2023 de mümkün görüyorum, mümkün. Yeter ki bazı hataları önleyelim ve bazı hedefleri iyi tarif edelim. Hataların başında fındık, buğday ve benzeri ürünleri çoğaltarak 500 milyara gelmemiz bence yanlış olur. Bir başka hata, yerli otomobil diye bir şey okuyorum arada bir, onu da büyük bir kaynak israfı olarak görüyorum. Çünkü ne Almanlar ın kalite imajıyla yarışabiliriz, kalitesiyle yarışabiliriz belki ama imajıyla yarışmamız mümkün değil, ne de Çin in, Hindistan ın, Bangladeş in ve şimdi Vietnam ın ucuz işçiliğiyle yarışabiliriz. Onun için yerli otomobili ben tehlikeli buluyorum. Ancak bir araştırma yaptım, size bazı rakamlar vermek istiyorum. O araştırmayı de belirgin bir mevzu üzerinde yaptım. 2000 yılı ile 2050 yılı arasındaki ilişkileri, raporları irdeledim ve bazı enteresan rakamlar buldum. Biri, 2000 ile 2050 yılları arasındaki tarım ihtiyacı için yüzde 50 ilâ 55 kadar ilave bekleniyor çünkü insanlar 7 milyara geldiler; 9,2 ye kadar da gelecekler. Nüfusun sonra bir platoya geleceği varsayılıyor. Fakat tarım ihtiyacı, yani gıda ihtiyacı yüzde 55 kadar artacak. Enerji ihtiyacı yüzde 90 ilâ yüzde 100 arası artacak. Yani iki misli enerjiye ihtiyacımız olacak ve bunun için de fena halde zorlanacağız. Nükleer enerji hâlâ piyasada olacak, güneş enerjisine çok önem verilecek ki Türkiye buna başladı. Belki denizin git-gelleri kullanılacak ve böylece enerjide bire bir veya yüzde 100 bir artış bekleniyor. Ancak üçüncü bir dalda artış, insanın hayalini zorlayan bir yüzdeye geliyor, o da sağlık. Sağlığın çok önemli bir gelişme göstereceği görülüyor. Yüzde 1800. Yani 2000 yılında 1 dolar yatırılmakta ise, 2050 yılında 18 dolar yatırılacak. Bu iki türlü sağlık dalı: Biri önleyici yani prevantif, diğeri de tedavi edici yani küratif. Yani bunun 3

içine huzurevleri dahi giriyor. Neden? Çünkü bir taraftan insanlar çoğalıyor, diğer taraftan insanın ömür beklentisi hızlı bir şekilde çoğalıyor. Çünkü daha 50 yıl önce normal yaşam beklentisi 54-55 yaş idi, dünya ortalaması bugün 70 i buldu. Bazı ülkelerde 82-84, hatta Japonya da 100 yaşındaki insanların kulüpleri konuşuluyor ve İskandinavya da da aynı durum. Yani insan hayatının, ömrünün uzaması ve aynı zamanda da insan miktarının artışı, sağlık beklentisinde olağan dışı bir gelişme gösterecek. Bir de önemli bir şey var. Bugün sağlıkla ilgili bildiklerimiz, bilmemiz gereken bilgiler yanında ancak yüzde 10, yüzde 12 yi buluyor. Yani daha önümüzde yüzde 90 a yakın bilmemiz gereken, henüz bilinmeyenler var. Efendim bütün bunlardan hareket ederek ve heyecanla bundan 5 sene önce bir maceraya girdim ve muhteşem bir netice aldım. Bunun da adı Albi Medica. Ben çok sık gidiyorum yurtdışına ve konferanslar veriyorum, özellikle İskandinavya da, İsveç te, Danimarka da filan ve orada yerleşik Türk insanları, doktorlar, işadamları vesaire ile konuşuyorum. Bunlar Türkiye de bir yatırım yapmak istediler, belirgin bir yatırıma girdiler ve beni heyecanlandırdılar. Ben de yüzde 5 ortak oldum başta. Bu, neticede Çatalca da serbest bölgede Albi Medica bugün dünyanın en kaliteli stentlerini, katellerini ve balonlarını yapıyor ve bu damar girişimciliğinde önemli bir yatırım oluyor. 240 kişi çalıştırıyor. Şimdi Türkiye de bu teknolojiyi hızlı bir şekilde geliştiremediğimiz için, bu teknolojinin gelişmiş olduğu ülkelerden Hollanda yı seçtik. Hollanda nın kuzeyinde 23 kişinin çalıştığı bir Ar-Ge merkezi kuruldu. Yüzde 100 Türk sermayeli, Albi Medica Ar-Ge Merkezi ve bunu da gelecek ay kuruyoruz. 19 Nisan da Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül kurdelesini kesiyor. Ayrıca ikinci bir Ar-Ge merkezimizi de Stanford California da ve aynı zamanda Çatalca da 550 dönümlük bir yerde de bir teknopark kuruyoruz. O teknoparkın hedefi, yurtdışındaki Türk asıllı bilim adamları, araştırmacılar, doktorlar Türkiye ye dönmek istiyorlar fakat Türkiye ye dönünce çalışacak yer bulmakta sıkılıyorlar. Çünkü henüz altyapı hazır değil. İşte o altyapıyı hazırlayabilmek için de böyle bir teşebbüsümüz var. Bir de büyük bir Ar-Ge merkezi kuruyoruz Çatalca da ve böylece tersine beyin 4

göçünü temin etmeye çalışıyoruz. Bunun için de Harvard Üniversitesi, Stanford vb. ile çalışmalarımız var. Ben fazla vaktinizi almak istemiyorum, şöyle yuvarlamak istiyorum. Düşünün ki 18 misli yatırım yapılacak sağlığa ve diyorum ki, gözünüz hep sağlıkla ilgili neler yapılabilire baksın. Çünkü çok insan istihdamına ihtiyaç gösteren bir şeydir. Ben noktaladım Sayın Başkan. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Evet, buyurun. YILMAZ ARGÜDEN- Teşekkürler, öncelikle böyle bir toplantıya davet ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Ben 2023 le ilgili Türkiye nin hangi amaca ulaşması Türkiye yi ileriye götürür diye düşündüğümde, zamanı iyi kullanmak olarak görüyorum. Öğrenme hızı en yüksek toplum haline gelirsek, kendimizi çevreye de adapte edebiliriz, daha da fazla katma değer üretebiliriz ve uygulama konusunda da daha iyi bir noktaya gelebiliriz. Dolayısıyla öğrenme hızımızı arttırmamız lazım toplum olarak. Bu neden önemli? Birkaç noktaya değinmek istiyorum. Birincisi, bir kere demografiyi çok iyi değerlendirmemiz lazım, demografi en kolay tahmin edilen ama en az kullanılan istatistiklerden bir tanesi. 40 sene sonra 40 yaşında kaç tane elemanımız olacağı bugünden belli, savaş veya salgın olmazsa. Dünyanın etrafında da ne kadar olacağı belli, başka hiçbir teknolojik trend için bunu söyleyemeyiz. Demografinin bize söylediği birkaç tane nokta var. Bunlardan bir tanesi, mesela bu masanın etrafındaki ortalama yaşımız. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Yılmaz Bey pardon, kayda geçtiği için Yılmaz ARGÜDEN diye isminizi belirteyim. Bundan sonra kayıt bakımından söz alanlar isimlerini belirtirlerse memnun olurum. Buyurun. Dr. YILMAZ ARGÜDEN- Masanın etrafındaki ortalama yaşın 50 olduğunu varsayalım. Türkiye de yaşam süresi 74 diye, önümüzde 24 yıl olduğunu varsaymayınız. Bu masanın etrafındaki ortalama yaş 50 ise, tahmini ömür süremiz 95 ila 100 arasında. Hemen anlatayım. Matematiksel bir konu yani tamamen 5

matematiksel. 74 yaş, doğumdaki beklenti. Sağlıklı bir şekilde 50 ye gelmişin beklentisi zaten 85 ile 90 arasında. Bir de geçtiğimiz 30 sene içerisindeki ömrün uzamasına bakın. 12 sene kadar filan uzamış. Önümüzde de bir 35 sene var. Orada da bir 8-10 sene uzasa, 12 sene uzamasa bile, etti 100. Dolayısıyla hayatımızı, şimdi kimin başına ne geleceğini Allah bilir, şuradan çıkarken başına saksı düşer gider ama istatistiki olarak bu jenerasyonun 100 yaşına kadar yaşayacakmış gibi planlaması lazım. 60 yaşında emekli olamayız, 85 yaşına kadar çalışabilmemiz lazım. Bunun için de şehirlerimizi buna göre yapmamız lazım, bilgi düzeyimizi buna göre yapmamız lazım, işlerimizi buna göre tasarlamamız lazım. Bunun yanı sıra dünyada en fazla nüfusu azalacak ülkeler bizim etrafımızda bulunuyor. Avrupa, Ukrayna, Rusya, bunların hepsinin nüfusu azalacak önümüzdeki 50 yıl içeresinde veya 20 yıl içerisinde. Dolayısıyla burada da bakış açımıza bakarken, sadece Türkiye nin işlerini, Türkiye nin sorunlarını değil, daha geniş bir bölgenin sorunlarını çözmek üzere kendimizi planlamamız lazım. Çünkü daha çok insan bizde olacak, daha çok sorunla biz karşılaşacağız. Bunları çözmek de bizim görevimiz olacak. Şimdi bunu yaparken beni en rahatsız eden iki tane konumuz var, bunlardan bir tanesi eğitimle ilgili. Şöyle ki; senede yaklaşık 18 milyon adam yılı eğitim sistemimizde tutuyoruz. Bunların önemli bir kısmı yarı zamanlı olarak okulda oluyorlar, yarı zamanın da önemli bir kısmını oldukça boşa geçiriyoruz. Bir adam yılın ne kadar önemli olduğunu düşünün. 18 milyon adam yılı ne kadar verimli bir şekilde kullanarak ne öğretiyoruz, bunu ölçmemiz lazım. 18 adam milyon yılda her gün milyonlarca adam yılı boşa geçiriyoruz. Bu sadece milyonlarca adam yıl demek değil, ikinci konuyla bağlantısını kurarak anlatmaya gayret edeceğim. Bence ikinci en önemli konu da genç işsizlik konusu. Genç işsizliğin yüksek olmasını da toplumumuz için son derece ciddi bir sorun olarak görüyorum. Ne iş yaparsa yapsın, hamallık bile yapacak olsa çalışması lazım insanların. Sebebi de şu: Çalışmaktan elde edilen en büyük kazanç, kazanılan para değildir. O gün için üretilen ürün de değildir. En büyük kazanç, bir sonraki sene için elde edilen bilgilerdir, 6

çalışabilmek için elde edilen bilgilerdir. Dolayısıyla eğitim zamanımızı verimsiz kullanırsak, genç dönemde insanlarımızı iyi çalıştırmazsak, bunun zararı, o bir senelik zaman kaybı değil, onun önündeki 50 senelik daha kariyerin kaybı demektir. Bu durumda elde edebileceğinden daha düşük bir kariyer elde edecektir, daha az şey öğreniyor olacaktır. Dolayısıyla birinci önceliğimiz, gençlerimizin zamanını öğrenme hızını geliştirmek üzerine kullanmak. Bunun için baştan aşağı hem okul sistemimize bakmamız lazım, hem de istihdam politikamıza bakmamız lazım. Çünkü bu sene çalıştırmadığımız 25 yaşındaki bir adam, 75 yaşına kadar üretkenliğinden ciddi bir sekteye uğramaktadır. Bunun da ülkemiz açısından maliyeti inanılmaz derecede yüksektir. Bunun için eğitimde özellikle farklılaşmayı, herkesin kendi yetkinliklerini geliştirmesine fırsat tanınmasını önemli buluyorum. Herkesin aynı şekilde eğitilmesi sağlıklı olmuyor. Malcolm Gladwell, bir kitabında dünya çapında olabilmek için herhangi bir konuda en az 10 bin saat harcamış olmak lazım diyor. Bir insanın herhangi bir konuya 10 bin saat yatırım yapabilmesi için, büyük bir tutkusunun olması lazım ve çok ciddi de zaman harcaması lazım. İnsanların bu tutkularının olduğu konularda gelişmelerini sağlayacak bir yapı. Bu, resim olabilir, sanat olabilir. Ne olursa olsun, onlar dünyada daha başarılı insanlar olacak. Bu tip bir ortam yaratmamız, herkese aynı bilgiyi yüklemeye çalışan bir eğitim sistemine nazaran çok daha önemlidir diye düşünüyorum. Tutkusu olmadan kimse 10 bin saat bir işe vakit ayıramaz. İnsanlarımıza kendi tutkularını ortaya çıkartabilecekleri bir eğitim ve çalışma ortamına kazandırmamız faydalı olur diye düşünüyorum. Bir noktaya daha değinerek, çok fazla monopolize etmek istemiyorum. Fikir daha çok başka da paylaşabiliriz ileriki aşamalarda, ama bir noktaya daha özellikle vurgu yapmak istiyorum. O da şu: Konulara bakarken Türkiye boyutunda değil, dünya boyutunda bakmayı öğrenmemiz lazım. Gerek kendi kültürümüzde, gerek çevremizdeki fırsatlarda bu bizi çok daha ileriye taşıyacak. Mesela demin İshak Bey, ben Türk otomobiline karşıyım dedi. Ben bir çılgın fikir atacağım. İlla bu olsun diye, 7

bu çok iyi bir örnektir diye de söylemiyorum. Sadece bakış açısını anlatmak adına vurgulamak istiyorum. Mesela, bugün dünyanın her yerinde şehirlerdeki en büyük sorun trafik sorunu, bütün ülkelerde trafik sorunu var. Yine bugün otomobillere bakacak olsak, dünyada belki en verimsiz olarak kullanılan kaynak. Otomobillerin, etrafınıza bakın, yüzde 90 ından fazlası bir kişiyle gider. Bu otomobilin yapılması için gerekli demir-çeliği, onu bir yerden bir yere taşımak için enerjiyi vesaireyi düşündüğünüzde, inanılmaz verimsiz kullanılan bir şey ama hepsinden daha önemli bir verimsizlik var. O da insanların vakti, şehirlerde yaşayan insanların vakti. Fabrikalarımızda üç kuruşluk bir malzemeyi, bir yerden bir yere daha iyi taşıyabilmek, daha hızlı taşıyabilmek için, dünya kadar endüstri mühendisliği yapıyoruz, dünya kadar çalışmalar yapıyoruz. Hâlbuki katma değer üreten insanlar, şehirlerde çok daha önemli. Bu adamların boşa vakit geçirmelerinden en ufak bir rahatsızlık duyduğumuz yok. Yani en akıllı adamları trafik sorununu çözmek için kullanmamız lazım. Şimdi otomobil tasarımına geleceğim. Mesela şöyle bir otomobil tasarımı yapsak, sadece Türkiye için değil, dünyaya bir çözüm üretmiş olmaz mıyız? Bu, çılgın fikir. Otomobillerin, şimdi her şehrin, özellikle eski şehirlerin önemli sorunlarından bir tanesi yol. Yolları fazla genişletemiyorsunuz. Damar gibi, buraları tıkanıyor, kolesterol olduğu için. Dörder kişilik geniş arabalar yerine, ikişer kişilik kapsül şeklinde arabalara özel teşvik versek. Bir anda bizim yollarımızın akışkanlığı çok daha fazla artar. İki şeritli bir yol, olur size dört şeritli bir yol. Hatta bunu Lego şeklinde yaparsınız, isteyenler iki tane alsın, yan yana koysun ama daha pahalı olsun. Yani çoğu kimsenin de almayacağını garanti ederim. İkişer kişilik otomobiller, ama iki kişi yan yana değil, arka arkaya olacak çünkü yoları iyi kullanmamız lazım. En kıt kaynak yollar. Dolayısıyla yolları daha iyi kullanabilecek tasarımı Türkiye den çıkartsak, bütün dünyanın şehirlerine bir çözüm üretmiş oluruz. Tutar, tutmaz, kaliteli olur-olmaz ama farklı bir şey yapmış oluruz. Yani dünya sorununa çözüm üretmiş oluruz, o ölçekte düşünmüş oluruz. Dolayısıyla fikirlerimizin daha çok 8

dünyanın sorunlarına, çevremizin sorunlarına odaklaması gerektiğini düşünüyorum. Bu dünyanın sorunları konusuna da ileride tekrar değiniriz. Ben bununla şimdilik bırakayım. Teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Çok teşekkürler Sayın ARGÜDEN. Mustafa ERDOĞAN buyurun. MUSTAFA ERDOĞAN- Ben bu eğitim meselesinden söz açılmışken ve çalıştığım alan itibarıyla da daha yakın olduğum bir konu olduğu için eğitimden başlamak istiyorum ve tabi hukuk eğitiminden. Buradaki konuşmalarda muhtemeldir ki, Kalkınma Bakanlığının yönlendirdiği bir tartışma platformu olarak çokça rakam dinleyeceğiz. Ben tabi rakamların diline çok aşina değilim ama daha ilkeler düzeyinde konuşmak istiyorum. Şimdi Yılmaz Bey bilgiye hızlı ulaşmadan, öğrenme hızını arttırmaktan söz etti. Bizim eğitim sistemimizde bunun çok hayati olduğuna katılıyorum. Bir şey daha önemli, artık bilgiye ulaşmanın geleneksel, örgün dediğimiz eğitim kurumları aracılığıyla olduğu anlayışının yakın bir gelecekte ortadan kalkacağını da varsaymamız gerekiyor. Yani bu ne kadar olur bilmiyorum ama biz bütün eğitimle ilgili reform adını verdiğimiz düzenlemeleri ki, aynı hatanın son 4+4+4 te de saklı olduğu kanaatindeyim- hep eğitim sistemini, bu devletin örgütlediği kurumsal yapı içerisinde devam edecekmiş gibi düşünüyoruz. Dolayısıyla eğitimi gözden geçirirken, önümüzdeki döneme ilişkin olarak eğitimle ilgili hedefleri belirlerken, meselenin bu yönüne de, yani örgün olmayan eğitime de ağırlık vererek, ona doğru bir hazırlık yapmamız gerekiyor. Tabi bu eğitimin öteden beri zaten bildiğimiz veya çokça konuştuğumuz rekabetçi olması, daha özgür, araştırmacı olması gibi özelliklerini tekrarlamaya ihtiyaç duymuyorum. Küresel olması gerekiyor. Biz yine eğitimimizi sadece kendi ihtiyaçlarımıza, aslında toplumumuzun sahici ihtiyaçları da değil bunlar genellikle, bürokratların meseleye bakış açısına göre ortaya çıkan ihtiyaç kavramına göre tanzim ediyoruz ve öğrencileri hayatla baş edebilecek şekilde yetenekler bakımından, bilgi ve beceri bakımından donatılması yerine, yani bir bakıma evrensel dünya insanı 9

olarak hayatla baş edebilecek bir kişi olarak yetiştirmek yerine, Türkiye de devletin insanlardan beklediği zihinsel, ideolojik tutumları onlara kazandırmaya öncelik veriyoruz. Bu tabi eğitim sisteminin yaratıcı, girişimci insan yetiştirmesine de büyük engel teşkil ediyor diye düşünüyorum. Tabi bu eğitim müfredatının da gözden geçirilmesini gerektiriyor. Bu çerçevede, hukuka bir göz atarsak; burada da hem eğitim meselesinde hem bugün tartışacağımız başka meselelerde hem de hukukta ve hukuk eğitiminde sanıyorum önce bir şeyi ortaya koymamız lazım. Bu bizim kararlaştırabileceğimiz bir konu değil ama yine de üzerine tezekkür edilmesi gereken bir şey var. Siyasi kararda bir ön bilgiye ihtiyacımız olan bir alan var. O da şudur: Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olmayı sahici bir hedef olarak devam ettiriyor mu? Evet, Türkiye küresel ölçekte düşünmeyi öne çıkarmalı ama bu küresel ölçeğin bir bakıma bir yönü de bu bölgesel ölçek ve Avrupa Birliği ölçeği. Dolayısıyla bizim pek çok alandaki belirleyeceğimiz hedefler, onlara bizi götürecek olan stratejiler ve politikalar da tamamen Avrupa Birliği konusunda nasıl bir yol tutturacağımıza bağlı. Hedeflerimizi nasıl belirlememiz gerektiği bununla doğrudan doğruya bağlantılı. İkincisi, Türkiye Avrupa Konseyinin aşağı yukarı 60 küsur yıldır üyesidir. Bu çerçevede biliyorsunuz Avrupa İnsan Haklara Mahkemesinin Türkiye deki insan hakları ihlalleriyle ilgili verdiği kararlardan dolayı Türkiye nin başı epeyce derttedir. Bence, Türkiye nin devlet olarak başının dertte olmasından önce biz yurttaşların başı epeyce sıkıntılıdır. Dolayısıyla bu hayati bir mesele. Hukuk sistemini dönüştürürken bunları nazarı itibara almalıyız. Burada da önemli bir nokta, bizde hukuk yapma tekniğinde ve hukuk siyasetinde şöyle geleneksel bir hata olduğu kanaatindeyim. Hani eskiler demişler ya yok kanun, yap kanun. Hayatın her alanını kanunla düzenleme bir tür şehvet haline geliyor. Bu bir yana sistematik olarak hukuku yeniden üretmiyoruz biz. Günübirlik ihtiyaçlara göre, hatta çok yakın bir geçmişte yaptığımızı yeniden revize ederek filan. Ona tamamen zıt yeni ilkeler getirerek veyahut da ona yeni istisnalar getirerek... Getirdiğimiz istisna spesifik, somut, acil bir ihtiyaca karşılık geliyormuş gibi oluyor 10

ama aradan bir süre geçiyor, bakıyoruz o istisnaya da istisna getirmemiz gerekiyor veyahut da istisna isabetli değilmiş, esasa rücu etmemiz filan gerekiyor. Yani bu hukuk meselesini gündelik bir ilgi konusu olmaktan da çıkarmak gerekiyor. Şimdi biz kanun yerine, yasa deme alışkanlığı edindik. Bu literatüre aşina olanların hatırlayacağı gibi Frederic Hayek in bence çok öğretici bir ayrımı var. Kanunla diyelim ki bugün bizim yasa dediğimiz şeyi ayırır. Mesela o hukuk devleti değil de, kanun devleti diyor ama bizim hukuk devleti dediğimiz şeyi kastediyor. Yani kanun dediğimiz şey, sahiden temel bir kod olmalıdır. Gündelik ihtiyaçlara göre şurasından, burasından belirli gelip geçici siyasi çoğunlukların delip geçeceği bir şey olmaması lazımdır. Kalıcı birtakım ilkeleri partiküle eden bir metin olması lazım bir kanunun. Bu anlayış bizde olmadığı için, Anayasa bile böyle hani 82 Anayasasını çok eleştirirken söylediğimiz gibi, günübirlik ihtiyaçlara, gündelik ihtiyaçlara daha fazla dönük olarak bir yaklaşımı yansıtıyor. Yani bizim hukuk sistemimizi, başta Anayasayı da bu şekilde gözden geçirmemiz gerekiyor. Tabi Anayasa meselesi şu anda Türkiye nin gündeminde, dolayısıyla burada ortaya çıkacak olan durum bu çalışmaları etkileyeceği gibi, belki bu tartışmalarda ortaya çıkacak olan bazı temel perspektifler, Anayasa yapıcılarının da önceden gözetmesi gereken konular arasında yer almalıdır diye düşünüyorum. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Sayın Tosun TERZİOĞLU, buyurun. TOSUN TERZİOĞLU- Teşekkür ederim. Şimdi demografimize bakarken, etrafımızın da tabi demografisine bakmamız lazım. Katılıyorum, yani biz Türkiye nin stratejik vizyonunu oluştururken, sadece Türkiye için değil, sadece yakın bölgemiz için değil, bütün dünyayı da düşünmemiz, global trendleri görebilmemiz gerekli. Şimdi ilginç bir bölgede yaşıyoruz. Yani batımız, kuzeyimiz büyük ölçüde demografik açıdan yaşlanan ülkeler, Avrupa Birliği, Ukrayna, Rusya. Avrupa Birliğini Atlantik Okyanusuna kadar götürebilirsiniz ama güneyimiz ve doğumuz öyle değil. Demografik olarak Suriye, Irak, İran. Irak, geçirdiği bütün savaşlara rağmen farklı bir 11

demografik evrede. Mısır keza öyle, Kuzey Afrika keza öyle, Arabistan Yarımadası keza öyle. Tabi ihracatı düşünürken, özellikle bu iki farklı bölgenin, yakın bölgelerimizin farklı ihtiyaçları olduğunu, bu ihtiyaçların da demografilerine göre değişebileceğini de takdir etmek gerekiyor. Şimdi şunu da biliyoruz: Evet, biz gerçekten belki bundan 10 yıl evvel, 20 yıl evvel hayal edemeyeceğimiz, çoğumuzun hayal edemeyeceği yerlere geldik. Geçtiğimiz yollarda yaptığımız hataları filan çok irdeleriz de, başarıları bir tarafa bırakırız, unuturuz. Yani bizim ihracatımız durup dururken, vakti zamanındaki 4-5 milyar dolardan bugünlere gelmedi. İmalatımızın, üretimimizin kalitesi gerçekten övünülecek bir durumda. O, durup dururken bugünlere gelmedi. Şu da bir gerçek, bugün geldiğimiz seviyeyle, bizim 500 milyar dolarlık bir ihracat vizyonuna ulaşmamız zor gözüküyor, bir şeyler değişmezse. Değişmesi gereken şeylerin başında, ihracatımızın kompozisyonu var. Yani bugün bilgiye dayalı üretim yapan ülkeler, hatta sadece bilgiyi satan ülkeler kârlı. Bunu biliyoruz. Biz ise, çoğu zaman başkasının bilgisini kullanarak güzel üretim yapıyoruz, kaliteli üretim yapıyoruz, ona kimsenin pek itirazı yok. Bakıyoruz uluslararası şirketlerden, burada da imalat yaptıranlar, otomotivde olsun, başka alanlarda olsun, havacılıkta olsun, gerçekten Türkiye deki imalatın kalitesinden fevkalade memnunlar ama unutmayalım ki bilgi onların bilgisi. Her alanda bu böyle değil ama şunu da biliyoruz: Geçtiğimiz 20 yıla baktığımız zaman, birtakım sektörlerde, örneğin ilaç sektöründe, araştırma-geliştirmeye yeterince vaktinde kaynak ayıramadığımız için, eskiden Türk şirketi olarak bildiğimiz şirketler, bugün yabancı sermayeli. Bundan o kadar da gocunacak bir şey de duymamalıyız. Çünkü yani üretim hâlâ burada yapılıyor, çalışan insanlar yine bizim insanlarımız. Öbür taraftan onu da düşünmeliyiz ki araştırma geliştirmeye vaktinde kaynak ayıramamış, ayırmamış, o stratejiyi görememişler, patron olarak bir anlamda patronluklarını kaybetmek zorunda kaldılar. İshak Bey e katılıyorum, tarım çok önemli. Tarımı biz hep geri planda bıraktık ve zaman zaman da hani bu köylünün işi, çiftçinin işi filan diye küçümsedik. Tarım gelecek 50 yılda çok önemli olacak. Onunla beraber bir de doğal kaynakların, buna 12

enerji kaynakları da dâhil, verimli ve etkin kullanımı birlikte gelecek. Yani bunların ikisi de enerji ve doğal kaynakların verimli kullanımı birbirine bağlı. Enerjide hep jeotermal, güneş, rüzgâr, gelgit enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklardan bahsediyoruz ama hiçbir zaman da hayale kapılmayalım. Yani sadece yenilenebilir kaynaklarla bugünkü teknolojik düzeyimizde Türkiye nin veya dünyanın herhangi bir gelişmekte olan ülkesinin enerjisini böyle sağlayabilmek imkânsız. Bunu küçük bir hesapla oturup bakarak görebiliriz. Enerjide dışa bağımlıyız, bunu tabiî ki çeşitlendireceğiz, ama bir şekilde ister istemez, örneğin nükleer enerjiyi de gündemimizde tutmak zorundayız. Tarımdan bahsettim, tabi bilgiden üretimden bahsettiğimiz zaman, ister istemez araştırma geliştirmeye geliyoruz. Şimdi araştırma geliştirme dediğimiz zaman, eskiden böyle milyar dolarlık laboratuarların filan olması gerekiyordu. Evet, öyle mesela CERN de yapılan deney. Yani bütün Avrupa nın en zengin ülkeleri filan bir araya gelip bir kulüp kuruyorlar o tür şeyleri yapmak için. Araştırma aletleri gerçekten çok ucuzladı. Özellikle bilgisayarların ortaya çıkmasıyla, simülâsyonun yapılmasıyla, araştırma bambaşka bir hıza kavuştu ve ucuzluğa kavuştu. Ancak o aletin önünde oturan adamın yaratıcılığına bağlı bu iş, yoksa bilgisayarların hepsi aynı bilgisayarlar, hiç birbirlerinden farkı yok, ama onun önüne oturttuğunuz adamın bilgisi, yaratıcılığı, cin fikirliği, bütün bunlar fevkalade önemli. Bu da ister istemez bizi eğitime getiriyor. Bütün bunları yapan insandır. İyi eğitilmiş, öğrenmiş insan; yaratıcılığı körelmemiş, tam tersine keskinleşmiş insan. Şimdi eğitimde de gerçekten mesele, sadece bilgiye ulaşmak değil. En azından temel eğitimde, daha küçük yaşlarda okulda bir arada olmanın getirdiği sosyal kazançları, kaynaştırmayı hiç göz ardı etmemeliyiz. Yani ilk yıllarında çocuklarımız okulda çevrelerini tanımaya başlıyor. Tamam, okuma yazma da öğreniyor; çarpma, bölme, toplama, çıkarma da öğreniyor. Onlar olur. Ben onları o kadar önemsemiyorum ama çevresini tanıma, yaşadığı ülkeyi tanıma, diğer kendi yaşıtlarını tanıma, akranlarını tanıma, akranlarından öğrenme, farklı aileleri görebilme, onun dünyasını zenginleştiren bu. Bu temel eğitimin üstüne mutlaka 13

OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Hocam pardon, bu konu çok önemli, bir şey söyleyeceğim. Biz bu anlattığınızı şöyle özetleyebilir miyiz gazeteci mantığıyla? O yaştaki çocuklar için sosyalleşme, edinecekleri bilgiden önemli. Evet, buyurun. TOSUN TERZİOĞLU- Tabi bu ne zaman, ne kadar sürecek? Evet, ben de şeyi düşünüyorum, yani eğitimde geçirdiğimiz zaman önemli değil. Biz girdilere çok önem veririz. Ben mesela TÜBİTAK ta çalışırken de bunu biliyorum. İşte bir proje gelir, işte burada şu kadar profesör çalışacak, şu kadar metrekare laboratuar alanı olacak vesaire, vesaire, vesaire. Bir sürü de söz verilir, bununla şunu yapacağım, bunu yapacağım filan. Proje olur veya olmaz ama geri dönüp iki sene, üç sene sonra bunlar yapıldı mı, ne kadarı yapıldı? Çıktılara pek bakmayız. Eğitimde de girdilere bakıyoruz. Şimdi üniversitelerimizde, malum vakıf üniversitelerimiz de ortaya çıktıktan sonra, bir rekabet başladı. Hep şununla övünüyoruz: İlk 100 den işte Koç Üniversitesi kaç kişi aldı, Sabancı Üniversitesi kaç kişi aldı. O girdi, kaç kişi çıktı, mutlu olarak çıktı? Bilgili olarak değil sadece, mutlu olarak çıktı? Kaç kişi iş bulabildi? Kaç kişi bulduğu işten memnun? Bu önemli aslında, girdi önemli değil. İlk 100 den olmuş, ilk 100 binden olmuş, hiçbir önemi yok. Eğitimde bir yerden sonra, bir temel eğitimden sonra bir şekilde bir esnek eğitim olacak. Esnek üretim nasıl diyorsak, farklılaşma başlayacak tabiî ki. Eğitimde biz ister istemez, çoğu zaman, son zamanlarda da olduğu gibi, şunu tartışıyoruz: Kimin tornasını kullanacağız? Taha Bey in tornasını mı kullanalım, Tosun Bey in tornasını mı kullanalım? Ama bir torna kullanacağız, yani hepsini aynı yapacağız. Sizin istediğiniz şekilde mi aynı yapalım, benim istediğim şekilde mi aynı yapalım? Mesele bu değil. Mesele, çocuklarımızın özgür bireyler olarak, meraklarını geliştirerek, kendi yetenekleri doğrultusunda mutlu olabilecekleri bir hayata onları hazırlamak. Bunu 12 yılda mı yaparız, 8 yılda mı yaparız, evde mi yaparız, başka yerde mi yaparız, o önemli değil o kadar. Bunu yapabilmek önemli. Şu da önemli değil: Bu eğitime gelirken hangi kıyafetle geliyorlar, onun hiçbir önemi yok. Bunun eğitim 14

politikalarıyla hiçbir ilgisi yok ama bizim hâlâ bir kısmımız bunu ısrarla tartışmakta. İçeriği tartışmamız lazım. Bunun için de, tabi çok önemli olan bir şey, bizim eğitim sistemimiz, ister istemez bir devlet odaklı yani biz ister istemez son yıllarda biraz bu gevşedi ama devlete uysal, söz dinleyen vatandaş yetiştirmeye çok önem veriyoruz. Sosyal bilgiler müfredatımız son yıllarda değişmiş olmasına rağmen, hâlâ bu şekilde. Bundan vazgeçmemiz lazım. Bir de eğitimimizi sınav odaklı yapmayalım. Şimdi bütün liselerimizi, üniversite giriş sınavları yapılsın bakın, önlerinden geçin, devlet liseleri de hiç fark etmez, afişler. Kaç çocuğu işte filanca üniversiteye sokmuş. Neyin sonucunda? İşte 90 dakikalık bir sınavın sonucunda. Beş seçenekten hangisini en fazla doğru işaretlemiş de oraya girmiş. Hayat önümüze her zaman beş seçenek sunmuyor, o seçenekleri de biz buluyoruz, birisi vermiyor bize. Mesele şu ki eğitim sistemi çok sınav odaklı. Daha doğrusu sınavları kötüye kullanıyoruz onu söyleyeyim. Bir an önce uzaklaşmamız, eğitimi esas mecrasına sokmamız lazım. Bunda çok kötümser de olmayalım. Yaptığımız şeylere baktığımız zaman şimdiye kadar, bunları da bu sistemde eksik de olsa, kötü de olsa kiminin merakını köreltsek de büyük ölçüde kendi eğitim sistemimizden çıkan insanlarla yaptık ama şimdi bir sıçrama yapmak istiyoruz. Onun için o sıçrayacağımız, üzerine basacağımız tramplenin çok sağlam olması lazım. O da eğitim sistemi, bugünkünden çok ama çok farklı olması lazım. Çok uzattıysam özür dilerim. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Sayın Ercan UYGUR, buyurun. ERCAN UYGUR- Ben buraya gelirken bu konuda başkaları acaba nasıl bir perspektifle bakmışlar diye bazı kaynaklar araştırmaya çalıştım. Burada iki tane kaynaktan kısaca söz edeceğim. Birincisi OECD nin yaptığı bir araştırma. Bu araştırmayı OECD nin iktisat tarihçisi olarak bilinen Angus Madison yapmış. Kendisi 2010 sonunda vefat etti ama 2008 de yapılan bir araştırma. Başlık, 2030 da nasıl bir OECD ve nasıl bir dünya bekliyoruz, soru bu. 1990 da dünya toplam hasılasına bakmışlar ve yüzde 70 ini zengin ülkeler denilen ülkeler grubu üretmiş toplam hasılanın. Burada Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya gibi bir ülke grubu var. 2008 de bu ülke grubunun payı yüzde 55 e inmiş toplam içerisinde ve 15

2030 da bu payın yüzde 30 a inmesi bekleniyor. Yani 40 senede yüzde 70 den yüzde 30 a geliyor. Madison ve arkadaşları neden böyle oluyor sorusuna da cevap aramışlar. Burada zengin ülkelerin dışındaki ülkeler içinde beklendiği gibi esas öncülüğü yapanın, büyümede ve kalkınmada öncülüğü yapanın Asya ülkeleri olacağı sonucuna varmışlar. İki özellik belirtmişler burada Asya ülkelerinin özelliği olarak, büyümede ve kalkınmada. Birincisi, tasarruf oranlarının yüksekliği, bunu belirtmişler ama çok da önemli görmemişler. Asıl önemli gördükleri toplam faktör verimliliği ve burada biraz geniş bir tanım almışlar. Sadece işgücünün ve sermayenin verimliliğini değil, çevreninde daha iyi kullanılması, hatta girdilerin daha iyi kullanılması anlamında bir faktör verimlilik artışının, diğer bölgelere göre, özellikle zengin ülkelere göre daha hızla devam edeceğini öngörmüşler. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Pardon şimdi Çin ve Hindistan lokomotiflik yapıyor, onlarda faktör verimliliği daha mı yüksek? ERCAN UYGUR- Evet, Çin de oldukça yüksek. Son yapılan araştırmalara göre, Çin ve Kore dünyada en yüksek faktör verimliliği olan ülkeler ve Malezya, Singapur filan da var. Şimdi diğer şeyler de belirtiliyor. İşte araştırma geliştirme, enerji vesaire gibi ama iki şeyin üzerinde demek ki vurgulama var, tasarruf ve verimlilik. Şimdi herhalde Türkiye nin geleceğine bakarken, bizde bu iki konuya bakmak durumundayız diye düşünüyorum. Fazla uzatmamak adına, buradaki bazı ayrıntılara girmiyorum, ama bu herhalde OECD nin yaptığı, Angus Madison un başkanlığında yaptığı çalışmaya bakmakta yarar var diye düşünüyorum. İkinci bir çalışma ise, Avrupa Birliği nde yapılan bir çalışma. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Hocam pardon, Türkiye açısından tasarruf oranları ve faktör verimliliği konusunda birkaç done verebilir misiniz, hazır mı? ERCAN UYGUR- Evet, var tabi. Bu aslında tesadüf Kalkınma Bakanlığının önderliğinde geçen hafta Ankara da ve İstanbul da da yanılmıyorsam tartışılmıştı. 16

Türkiye de tasarruf oranları çok düşük, karşılaştırma için söyleyebilirim. Çin de şu anda tasarruf oranı yüzde 45 dolayında, Türkiye de ise, yüzde 15 dolayında. Sayın Müsteşar beni doğruluyor herhalde. Evet, çok düşük, buna karşılık Türkiye nin verimlilik artış oranı da düşük. Çin de yüzde 2,5 a yaklaşıyor, Amerika da görece yüksek. Onu da söyleyeyim, yüzde 1,5 un üzerinde. Türkiye de sanıyorum yüzde 1 dolayında, o da düşük. Yani bu iki konunun herhalde tartışılması gerekiyor. İkinci bir araştırma dediğim gibi Avrupa Birliği nin yaptığı ve Avrupa 2020 başlıklı bir araştırma. Burada birçok alt başlık var. İshak Bey in belirttiği sağlık konusu var, emeklilik gibi konular var, enerji, inovasyon, araştırma geliştirme, eğitim var. Benim dikkatimi çeken bir konu daha var, bence bunu da Türkiye bağlamında ele almak lazım, bu da toplumsal uyum. Toplumsal çatışma, anlaşmazlık ve toplumsal uyum. Avrupa Birliği nde bu iş şöyle önemli görülmüş. Bilindiği gibi Avrupa ülkelerine önemli bir göç oldu, giderek azalıyor ve azaltılmak isteniyor, o da var. Belki onun da sonucu olarak toplumsal uyumda bir gerileme, kalitesinde bir gerileme olduğu saptaması var ve bunun başka faktörler yanında Avrupa Birliği nin büyüme potansiyelini düşürücü bir etki yaptığı söyleniyor. Bu nedenle de toplumsal uyum konusunda bir vurgulama var. Bence bu konuda da bizim bir başlık açmamız iyi olur diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Pardon, mesela toplumsal uyum meselesine bu açıdan bakabilir miyiz? 2023 hedefine yürümede bu meseledeki çatışmalı ortamın engelleyici faktör olması. ERCAN UYGUR- Evet, tabiî ki, elbette ki Türkiye deki değişik toplumsal uyumsuzluk yaratan, toplumsal çatışma yaratabilen konulara bu bağlamda bakmak gerekir. Evet ben bu noktada bitireyim, teşekkür ederim. HALİS AKDER- Teşekkür ederim. Epeyce bir söz edildi tarımdan, ben biraz tarımla ilgili ama daha uçuk değil de, daha ayağı yere basan bir değerlendirme yapayım. Önce dünyadaki hangi trendleri bekliyoruz? En önemlisi tarımda, gıda fiyatları artacak, önümüzdeki beklenti bu yönde. Zaten başka türlü de söylendi. Talep 17

artacak demek, fiyat artacak demektir. Bunun yanında yakın değil, uzun dönemde etkilerini göreceğimiz ama bugünden tedbir almamız gereken iklim meselesi var. Bana göre, iklim konusunda bir şey yapmak demek, suyu ekonomik kullanmak demek en başta. Bunun da iktisadi olarak yapılması, suyun iyi fiyatlandırılması demek. Hatta problemi özetlemek gerekirse, ürünlere göre su fiyatı bulmak lazım ve bunların ileri dönük olması lazım. İlerideki bir problemi nasıl çözeceğimiz, istiyorsanız su kullanma eğitimi de diyebilirsiniz, toplumsal bilinç yaratma vesaire. Şimdiki doktora çalışmaları, bu iklim değişikliğinin 2050 lerden sonra ciddi boyutlara geleceğini, önümüzdeki 10 yılda bizi kısıtlayacak bir şey olmadığını söylüyor ama mutlaka önceden çalışılmaya başlanması gereken, çözüme o an başlanırsa çok geç olacak konulardan bir tanesi. Fiyatların artışı, üreticiler ve tüketiciler açısından farklı şeyler ifade ediyor. Destek veren hükümetler için iyi, daha az destek verme ihtiyacı hissedebilirler, üreticilerin gelirleri artabilir ancak tüketiciler arasında bu ciddi bir sorun. Bize nasıl yansır? Bizde fiyatlar zaten yüksek, çok çabuk yansımaz. Daha çok ithal ettiğimiz ve üzerinde az gümrük olan mallar, yani sanayiyi daha çok etkiler. Daha açık bir soru olarak önümüzde, ama net tutum almamız gereken, bir türlü yapmak istemediğimiz ama dünyanın da yapmak istemediği, yarım bıraktığı bir gelişme, uluslararası diyelim bir anlaşmayla sonuçlanacak bekliyoruz. Fakat Amerika Birleşik Devletleri yahut Avrupa Birliği nden bir liderin bu anlaşmayı üstlenip sonuçlandırması lazım. Şimdilik böyle bir liderlik yok, anlaşma öngörülen sürede yapılmadı ama eninde sonunda bir yere gidecek ve bağlanacak. Eğer bağlanırsa bu bizi çok etkileyecek. Çünkü biz bu konuda, orada beklenenleri yapmıyoruz. Şöyle özetleyebilirim; kendini daha şiddetli koruyanların, daha şiddetle liberalleşmesi gibi bir anlayış üzerinde hemfikir olunmuştu. Bu olduğu takdirde, bizim tarım problemimiz rekabet gücü eksikliği olarak kristalleşecektir. Biz bu konuda bir şey yapmıyoruz. Tarım politikamız hükümetle çiftçiler arasındaki bir alışveriş. Demokratik olabilir bu, ona bir itirazım yok ama tarımın sorunları hep olduğu gibi kalıyor. Yani bunu saptamış olalım. 18

OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Hatta Hocam, biliyorsunuz, güzel bir vecizemiz de var. Onlar ne verirse, 50 kuruş fazlasını ben veririm diye. HALİS AKDER- Yani problemi çözmek değil. Ötekine bir şey demiyorum, hakikaten bu demokratik bir şey olabilir, diğer sektörler de seçim sırasında hükümetten bazı şeyler istiyorlar, alıyorlar, veriyorlar. Benim vurguyu üzerine getirmek istediğim şey, bu süreçte, bu kaynaklarla sorunların üzerine gidilmiyor. Daha az gidiliyor, o kısmını vurgulamak istiyorum. Özellikle Doha sürecinden dünyada gidişat olarak da tarımda dört tane eğilim görüyoruz. Yani tarım, hangi tür tarım diye. Ben kendime göre dört tane kristalizasyon noktası saptadığımı düşünüyorum. Biri eskisi gibi kalalım istiyor, belki Türkiye yi bu gruba sokabiliriz. Yani şu anlayış: Tarım hükümet desteği olmaksızın ayakta durabilecek bir sektör değildir, mutlaka hükümet paralarıyla desteklenerek devam etmelidir. Bunu bütün sektörlerimiz için yapıyor muyuz, tarımın alt sektörlerine? Hayır, meyve sebze de öyle fazla bir desteğimiz yok. Yani genel anlamda anlaşılması gereken şey bu. Mesela, buna en büyük taraftar Japonya olabilir. Yani çok çeşitli ülkeler farklı farklı şekilde bu kategoriye konulabilir. İkinci bir eğilim, rekabetçi tarım diyeceğimiz bir şey. Rekabetçi tarımdan anlamanız gereken şey şu: Diğer sektörler gibi, sanayi ve servis sektörü gibi piyasadan kredi alarak, bu kredi marjlarıyla kârlı bir tarım işletmesi açıp, kurup para kazanabilen tarım demek, piyasada faktör piyasalarıyla rekabet eden demek. Bu tür rekabetçi tarıma örnek olarak; Avustralya, Yeni Zelanda verilebilir. Biraz daha nüanslı olarak Kanada, Brezilya bunlara eklenebilir. Bazı sektörler olarak, ABD eklenebilir. Benim idealim burası, Türkiye yi rekabetçi bir tarıma kavuşturmaya çalışmanın en iyi yol olabileceğini düşünüyorum. Diğeri, küreselleşmiş tarım diyoruz. Bunu özetlemek için şöyle anlayabiliriz: Dünya Ticaret Örgütünün tarım anlaşması var, biz şimdi onun devamını tartışıyoruz. Bu uluslararası ve bağlayıcı bir anlaşma ama bu anlaşma ortaya çıktıktan ve daha sonra Dünya Ticaret Örgütünün çok sayıda ekonomik faaliyetleri yönettiği anlaşmaları var. Bütün bu anlaşmaların tarıma da uygulanması demek, mesela fikri 19

haklar, yani birinin tohumunu kullanamazsın gibi. Yani, bu tür bütün diğer anlaşmaları da tarıma uygularsak, buna küreselleşmiş tarım diyebiliriz. Daha da somutlamak istiyorum Küreselleşmiş tarımın en büyük ajanı gıda zincirleri. Bu, bizim alışveriş merkezlerimiz. Bunlar tarım politikasının en büyük politika yapanları olmak üzere. Şu an çok öne çıkmıyorlar ama her an çıkabilirler. Çünkü koydukları her standart tarımı belirliyor. Hükümet istediğini koysun, eğer bir alışveriş merkezi ben şu standartta malı satmıyorum derse, o bitmiştir. Ben şöyle mal istiyorum derse, iş o noktaya gelebilmiştir. Bu henüz, nasıl diyeyim, potansiyel olarak olabilecek, yavaş olan bir süreç ama oluyor. Biz iki türlü şey yapabiliriz. Hem böyle bir şirketi biz kurabilir miyiz yahut böyle bir şirketle kendi tarım ürünlerimiz arasında daha dengeli bir ilişki kurabilir miyiz? Ama bu konuyu düşünmemiz lazım. Yani alışveriş merkezleri ve gıda zincirleriyle tarımımız arasındaki ilişki tartışılmış, düşünülmüş bir ilişki değildir. Bunun ötesinde bir tane daha tarımla ilgili bir şey söylüyorum. Bu daha önemli bizim için. Bu, Avrupa Birliği nin henüz yapmadığı ve yapmak istediğini söylediği şey, o da tarıma ekonomi dışı amaçlar yüklemek. Yani şöyle söyleyelim; tarım politikasının ekonomik olmayan amaçlarla yönetilmesi anlamında. Bunlar neler? Avrupa Birliği bunu tam tarımla ifade etmiyor ama ortak tarım politikasına bir de ortak kırsal politika diye bir politika ekledi Bu ikisini beraber ele alıyor. Bu kırsal politikanın üç tane ayağı var. Bunlardan bir tanesi tarımın rekabet gücünü yükseltmek. Bu, hepimizin tanıdığı bir şey, bizim de işimize gelecek bir şey. Ayrıca sorunlarımıza değiniyor. İkincisi, bütünüyle çevreyle ilgili bir şey, ormancılık ve çevre konularını öne çıkarıyor ve buna iklim değişikliği konusunu, biyolojik zenginlik konusunu ekliyor. Son kısma ise, daha da enteresan, kırsal kesimde yaşam kalitesinin arttırılması. Yani, yaşam kalitesinin yükseltilmesini tarım politikasının amaçları içine almış oluyor. Yani, bunlara özet olarak ekonomik olmayan yahut klasik anlamda ekonomik olmayan amaçlarla tarım politikası. Hakikaten hepiniz duyuyorsunuz; çevre sorunu, biyolojik zenginlik, iklim değişikliği. Bunlar tarım politikasının ayrılmaz parçaları olarak ifade ediliyor. Bizde de Avrupa Birliği tarım politikasına ne uyum göstereceksiniz? Kırsal politikaya uyum gösterin diye gayri 20

resmi olarak defalarca bunu bize gösterdi. Bu konuyu da bizim düşünmemiz, dikkate almamız gereken bir tarım konusu olarak düşünüyorum. Çok özet olarak, mevcut durumumuza da değinmek istiyorum, biraz sabrınızdan yararlanarak. Kişisel düzeyde geleneksel tarımımız, yani yağmurla beslenen, sulu değil; kıyılardaki zengin tarımımız değil. İç bölgelerimizdeki tarımımızı yapan insanlar, kadın-erkek çok yaşlanıyor, yaşlandılar, bu masadakilerden daha yaşlılar. Yani istediğiniz an bir vasıtayla gidelim, bir köylerimizi görelim, ebe-dededen başka bir şey bulamayacağız. Ne çocuk görürsünüz köyde, ne genç bir insan. Tesadüfen ziyarete gelmemişlerse, yoklar. Kıyılar için demiyorum, sulu tarım için demiyorum. Geleneksel tarımı devralacak herhangi bir şey göremiyorum ben, bu konunun önemli olduğunu düşünüyorum. İkincisi, eğitimden çok söz edildi, ben kendi alanım için özet bir şey söyleyeyim. En cahiller, özellikle bayanlar tarım kesiminde çalışanlar. Yani eğitimle ilgili şöyle bir şey söylersek; sizin söylediğinizden, en kıt kaynağın verimini arttırmak en büyük başarıyı getirecektir. Ben biraz değiştirerek bir versiyonunu söyleyeyim, yani en sorumlu kesime değinirsek, bir de eşitlik sağlamış oluruz belki. Bu bakımdan kırsal kesimde bayağı bir sorun var. Yani, eğitim sorununun en yüksek olduğu yer. İşletmelerimiz yanlış tartışılıyor bence. Şöyle bir ayrım yapalım; işletmelerimiz küçük, 5 ilâ 6 hektar ama küçülmüyor. Ben geç Osmanlı dönemine de baktım, bütün Cumhuriyet tarihine baktım, 50-60 lı yıllar hep 5-6 hektar arası. Eğer söylendiği gibi miras yoluyla parçalanıyor olsaydı, bir nesilde yani 25 yıl içinde 6 hektarın 1 hektara düşmesi, ikinci nesilde ise çok daha aza düşmesi gerekirdi. Öyle bir süreç olmuyor, hep küçük kalıyor. Ben nedenini söyleyeyim; şöyle bir şey var; Aslında potansiyel olarak parçalanmış durumda ama bürokratik ve hukuki olarak parçalanmadı. Şöyle söyleyeyim; bu daha da büyük bir sorun yaratıyor. Türkiye de çok geniş bir alanda toprağın sahibi belli değil. Bunun ifadesi de şu: Miras işleri halledilmediği için, bu 5 hektarlık işletmenin ve hâlâ 5 hektar görülüyor, belki 60 tane veresesi var. Bunun anlamı şu: Bu o anda o toprağı işleyen kişinin tam mülkiyeti olmadığı için, o kişi bununla ilgili cesur kararlar 21

alamıyor. Mesela orada bir bağ kuramıyor. Çünkü onu ne zaman kârlı bir işletme yapsa, diğerleri haklarını isteyecekler. Bu onun, benim deyimimle izin verirseniz korsan tarım yapmasına neden oluyor. Yani topraktan o anda en basit anlamda kârlı olarak neyi alabilecekse en basit olarak onu alıyor. İki-üç tane kavun dikiyor, olursa kavunlar kavunu satıyor. İki-üç tane nohut ekiyor, olursa onu alıyor ama orayı bir bağa çevirmiyor, mesela yatırım yapılmıyor. Türkiye de toprağın sahibi belli değil, sorunumuz burada. Yani istediğiniz toplantıda, İstanbul da sorun, kırsal alanda toprağı olan, miras yoluyla var mı deyin, salonun dörtte biri en az elini kaldırmazsa, gelin bana deyin ki siz yanlış bir şey söylediniz o toplantıda. Sorun küçükte değil, toprak sahipliği belli değil daha. Ne kadar küçüldüğümüzü de gerçekten bilmiyoruz. Yani, bu gerçekleşmiş değil. Bu yüzden Miras Yasasında işletmelerin küçülmesini önlemekten daha önce yapılması gereken, bu süreci, yani bu parçalanma sürecine izin vermenin, bunu maliyetsiz bir şekilde bir afla bir çözüme bağlamak önce, daha sonra bunun küçülmesini yahut birleşmesini sağlamak. OTURUM BAŞKANI (TAHA AKYOL)- Yani kadastro çalışmaları bu problemi çözmüyor. Kadastroya da 5-6 dönüm diye geçiyor. HALİS AKDER- Doğru, öyle, mesela ölmüş bir dedenin tapusu hâlâ duruyor. O da 5 hektar. 50 hektar neyse hukuki olarak başka bir şey söyleyemezsiniz ki zaten. ABDÜLKADİR KONUKOĞLU- Hocam bir de şu var, biz Anadolu da çok bulunduğumuz için, tabi benim sizler kadar bilgim yok ama, 20 dönümün altındaki hiçbir satış kabul edilmiyor. Türkiye deki tabiîki tarım konusunda hakikaten siz haklınız söylemenizde ama şu anda hükümet zaten bu konuya da eğildi, başladılar. Mesela hiçbir alışveriş kolay kolay küçük şeylerde olmuyor. Mesela sulu da 5 bin dönüm, kuruda 20 bin dönümün altında. Bunun bir an önce çözülmesinde tabiîki büyük fayda var diye düşünüyorum. HALİS AKDER- Şimdi bu söylediğiniz, tarımın en temel problemine geliyor. Tarımda iki tür piyasa var. Biri, ürün piyasası, fiyatın oluştuğu, bu Türkiye de çalışıyor. Kavgalı gürültülü de olsa Haller Yasasıyla, şununla bununla bir pazar var, 22

orada piyasa belirleniyor ama tarımın girdi piyasaları çalışmıyor. İşte burada söylediğimiz gibi, toprak rahatlıkla alınıp satılamıyor, işgücü de öyle. Çok geleneksel Güneydoğu da bir işgücü var. Nereye olsa onlar gidiyor. Fındığı toplamaya onlar gidiyor, pamuğu toplamaya onlar gidiyor. Bunun dışında Türkiye de tarım işgücü yok neredeyse, yani çok düşük yahut bu piyasa çok geleneksel olarak çalışıyor. Tarımda işgücü fiyatı piyasada belirlenmiyor. Diğeri sermaye. O da aynı şekilde. Hükümet hep borçları affediyor ve hep yine siyasi nedenlerle bu konudaki desteği doğrudan çiftçiye kendi vermek istiyor. Doğru yöntem, desteklenmesi gereken bir piyasa ama bu işi yapan kurumu desteklemesi lazım. Mesela çiftçiye destek veren bankayı desteklemesi lazım ki onlar yok olup çekilmesin. Başka türlü piyasa oluşmuyor. Öteki türlü her şey yeniden hükümetin insafına kalmış oluyor. Ama işletmelerimiz küçük. İşletmelerin büyümesiyle bir şey elde edeceğini düşünen varsa, bunu ürün bazında söylemek zorunda. Örnek vereyim; küçücük bir seradan çok iyi geçim sağlayabilirsiniz, hiç de büyük seraya ihtiyacınız yok. Yani illaki büyük bir şey, daha büyük bir sera ekonomi sağlar diye bir şey yok. Türkiye nin en çok, hâlâ bugün rekabet gücü olan bütün tarım ürünleri küçük işletmelerdir. Tütün, üzüm, incir, bunların hiçbirinin büyümesi söz konusu değildir, küçükken rekabet gücümüz vardır. Aile işgücünü kullanmaktadır, rekabet gücünün kaynağı da buradan gelmektedir. Büyükte nerede kazanırız? Nerede petrol kullanıyorsak, orada büyükten para kazanabiliriz. Tarla ziraatından, buğday yetiştirirken işletme büyürse mesela. Yani bu büyük işletmenin iyi olması, genel bir reçete olamaz. Ürüne göre, iklime göre çok daha spesifik bir konudur. Sektör olarak en büyük sorunumuz, tartışmadığımız, hep yarım tartıştığımız, bitkisel üretimle, hayvancılık arasındaki rekabeti illa görmezden gelmek istiyor olmamız. Belki bu bir meslek sorunudur, ben bilemiyorum ama bu ikisi rekabet ediyor. Şöyle özetleyeceğim; biz Türkiye de bitkisel üretimi hayvancılıktan daha şiddetli desteklediğimiz sürece hayvancılık ayakta duramaz. Yani siz yemi pahalı yaparsanız, hayvancılık girdi olarak kullandığı için bunu olamaz. Bugün yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz sorunlar tekrarlayacaktır. Ekonomi için de bir 23