Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı. Hakan Gür - dildersleri.gen.tr

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı. Hakan Gür - dildersleri.gen.tr"

Transkript

1 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı i

2 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı GENEL ÇEVİRİ 3 KİTABININ KULLANIMINA İLİŞKİN KURALLAR Genel Çeviri 3 olarak derlenerek internet ortamına yerleştirilen PDF dosyasının kullanımı aşağıdaki koşullara bağlıdır: 1. Genel Çeviri 3 kitabının içeriği dosyanın içinde ve dildersleri.gen.tr sitesinde Genel Çeviri 3 için verilen bağlantıda altında mevcuttur. Kullanım koşulları bu dosyanın tamamını kapsamaktadır. 2. Kullanıcı olarak, söz konusu dosyayı ticari amaçla olmamak koşuluyla kendi bilgisayarınıza kaydedebilir, bu dosyayı kopyalayabilir, başkalarına iletebilir, sayfalarda yer alan ibaresini silmemek ve değiştirmemek koşuluyla dosyanın içeriğinde düzeltme ve düzenlemeler yapabilirsiniz. Burada sözü edilen "ticari" kavramı ile Genel Çeviri 3 kitabının özgün biçimi ya da değiştirilmiş biçimleriyle iletilmesi, çoğaltılması ve/veya kullanılmasının öncesinde ya da sonrasında ücret talep edilmesi, kitabın satılması kastedilmektedir. Kitabın kişi ya da kurumlar tarafından ücretsiz olarak öğrencilere verilmesi ve sonucunda kurumsal (okul, üniversite, dershane ve benzerleri) ya da kişisel temelli (özel ders gibi) çeviri öğretim ortamlarında kullanılması serbesttir. 3. Kuralların erişilebilir olması için çeşitli önlemler alınmıştır; buna göre: a) bu kurallar dosyanın özgün biçimlerinin kullanıma sunulduğu internet sayfalarında yer almakta, b) dosyanın sayfalarının üst bölümünde yer alan ibaresine eklenen bağlantı yoluyla kullanıcı bu kurallara yönlendirilmekte, c) dosyanın girişinde kurallar ayrıca verilmektedir. Bu nedenle kullanıcı olarak dosyayı ister söz konusu siteden ister başka kaynaklardan edinmiş olun, bu kuralları okumuş ve kabul etmiş olmaktasınız. 4. Bu kurallar dosyaya ayrıca eklendiği için, dosyanın yer aldığı dildersleri.gen.tr sitesinin geçici ya da kalıcı olarak devre dışı kalması, siteye erişilememesi, sitenin adının değiştirilmesi gibi durumlarda da kurallar geçerliliğini koruyacaktır....:::::... ii

3 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı Giriş Ġçindekiler 1. Genel Çeviri 1 ve Genel Çeviri 2 Kitapları 2. Çeviri Kursu 3. Çeviri Dersi Gereksinim Saptama Anketi 4. Çeviri Kursuna BaĢlangıç 5. Malzeme Üretimi 6. Öğretmen Kitabı'nın Yapısı Ve Son Olarak Genel Çeviri 1 kitabı notları Genel Çeviri 2 kitabı i

4 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı GiriĢ Bu bölümde Genel Çeviri kitaplarının hazırlanmasında dikkate alınan yaklaģımlar ve kitabın yapısı hakkında bilgiler bulacaksınız. Buna ek olarak, kendi öğrencilerinizin çeviri gereksinimlerine yönelik bir çeviri kursunu oluģturabilmeniz için kısa öneriler sunulmakta. Ardından, Genel Çeviri kitaplarının çeviri dersinde kullanımı hakkında notlar yer almakta. 1. Genel Çeviri 1 ve Genel Çeviri 2 Kitapları Amaçlar Öğrenci Genel Çeviri 1 kitabı çeviriye giriģ, Genel Çeviri 2 kitabı da ileri çeviri niteliğini taģımakta. Amaç, çeviri için Ġngilizce dilbilgisi yeterli olmayan öğrencilerin Genel Çeviri 1 kitabı ile arzulanan düzeye getirilmesi, bu mevcut bilgilerin uygulamasının da Genel Çeviri 2 kitabı ile yapılması. Genel Çeviri kitapları orta-ileri düzeyde Ġngilizce düzeyine ulaģmıģ, çeviriye genelde bir çeviri sınavına girmek için gereksinim duyan yetiģkinler için hazırlandı. Konuların sıralanması Yaklaşım Konuları belirleme safhasında, çeviri kurslarına katılan öğrencilere kurs öncesinde bir Gereksinim Saptama Anketi verildi. Bu anketin sonuçlarından elde edilen bilgilere dayanılarak bir Konu Listesi oluģturuldu. Mevcut çeviri kitaplarının incelenmesi sonucunda, yalnızca özet dilbilgisi ve çeviri için metinler vermenin çeviri için yeterli olmayacağı, asıl önemli olanın çevirinin nasıl yapılacağını öğrencilere aktarmak olduğu sonucuna varıldı. Bir iletiģim aracı olan çevirinin öğretilmesinin iletiģimsel bir yaklaģımla gerçekleģebileceği görüldü. 2. Çeviri Kursu Yaklaşım Çeviri kurslarında modüler (Koç, 1984, 1992; Gür, 1994) bir yaklaģım kullanılması uygun görüldü. Modüler yaklaģımın özelliğinden ötürü, öncelikle öğrenci gereksinimleri ve çeviri için genel hedefler saptanmakta, daha sonra da çeviri kursu inģa edilmektedir. Doğal olarak, öğrencilerin çeviri öğrenme gereksinimleri burada belirlenmiģ olan gereksinimlerden farklı olabilir. Bu durumda, Genel Çeviri kitaplarındaki konu sırasının değiģtirilmesi ve kimi konuların atılması ve/veya öğretmen ya da kurum tarafından yeni konuların oluģturulması gerekebilir. Çeviri kurslarını belirli bir ölçünlü programa oturtmak isteyen kiģi ve kurumlar açısından, tüm kurs yapısının aģağıda verildiği Ģekilde olması amaçlanmakta. ġekilden de anlaģılacağı gibi, Genel ve Özel Hedeflerin belirlenmesinin ardından her bir ders (çeģitli kaynaklar kullanılarak) yazılmakta ve uygulanmakta. Sınama sonucunda hedeflerin gerçekleģmemesi durumunda telafi edici türde bir ii

5 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı öğretme süresi izlemekte ve bunun sonunda yine sınama yapılmakta. Hedeflerin ve ders aģamalarının iyi saptanması ve öğretimin de uygun ortamlarda yapılması durumunda, Ģekilde gösterilen TEKRAR aģamasına gerek kalmayacağı ortada. Çeviri Kursu Oluşturmada Gereksinim Anketi Öncelikle öğrencilerinizin çeviri öğrenme gereksinimlerini saptamanız gerekmekte. Bunun için de bu kitapta verilen anketi kullanmanızı öneririm. Elbette bu anketin kurs baģlamadan bir süre önce verilmesi gerekli konu değiģiklikleri ve eklemelerin yapılabilmesi için gereken süreyi sağlayacaktır. Hedeflerin ve modüllerin saptanması Öğrenci gereksinimlerinden ve sizin beklentilerinizden türetilen genel hedefler ve özel hedeflere dayanılarak, modüllerin oluģturulması gerekmektedir. Genel Çeviri kitapları için saptanılan modüller - ve kursun tüm yapısı - aģağıdaki Ģekilde gerçekleģti. Toplam Süre : 96 saat Dönem Sayısı : 2 dönem Modül Sayısı : 8 modül ÇEVĠRĠ KURSU Toplam Süre : 48 saat Ara Sınav : 2 saat Final Sınav : 2 saat Ders : 44 saat BĠRĠNCĠ DÖNEM iii

6 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı MODÜL 1. KONU 1: SÖZLÜK KULLANIMI (2 saat): ÇEVĠRĠ ĠÇĠN EN ĠYĠ SÖZLÜĞÜN SEÇĠMĠ VE KULLANIMI Farklı sözlük türlerinin, çeviri için en iyi sözlüğün seçiminin ve sözlüğü etkili olarak kullanmanın öğrenilmesi. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Öğrencilerin sözlük kullanımı konusundaki mevcut bilgileri. Sözlük türleri ve kullanım yerleri; iyi bir sözlüğün temel nitelikleri; sözcük türünün ve sözlüklerdeki ifadesinin önemi. Sözlük sayfasını tarama. Sözlük sayfasını tarama. Sözlük kullanımı. KONU 2. Çeviri amacı ile doğru tanımın bulunması. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Doğru tanımın bulunması. Doğru tanımı bulmak için sözlük kullanımı. Çeviri amacı ile sözlük kullanarak doğru tanımın bulunması. Çeviri amacı ile doğru tanımın bulunması. Çeviri amacı ile doğru tanımın bulunması. MODÜL 2. KONU: SÖZCÜK BĠLGĠSĠ (3 saat): BAĞLAMDAN YARARLANARAK ANLAMI VE BĠLĠNMEYEN SÖZCÜKLERĠN KULLANIMINI TAHMĠN ETME YOLLARININ VE TEKNĠKLERĠNĠN BĠLĠNMESĠ Sözcüğün türünün ve tümce içindeki iģlevinin saptanması ve anlamını tahmin. GiriĢ Safhası Öğrencilerin bağlamdan yararlanarak anlamı tahmin konusundaki mevcut bilgilerinin ölçülmesi. Sunu Safhası Anlamı tahmin iģleminin aģamalarının sunulması. ĠĢleme Safhası Bağlamdan kaynaklanan ipuçları ile anlamı tahmin (tümce düzeyinde). Üretme Safhası Bağlamdan kaynaklanan ipuçları ile anlamı tahmin (paragraf düzeyinde). Sınama Safhası Bağlamdan kaynaklanan ipuçları ile anlamı tahmin (metin düzeyinde). MODÜL 3. DĠLBĠLGĠSĠ (39 saat): ĠNGĠLĠZ DĠLĠNDEKĠ DĠLBĠLGĠSĠ YAPILARININ KULLANIMLARININ VE ANLAMLARININ ANLAġILMASI VE TÜRKÇE DĠLBĠLGĠSĠ ĠLE ÇEVĠRĠ AMACINA YÖNELĠK OLARAK KARġILAġTIRILMASI KONU 1: Ġngilizcedeki tense sistemlerinin incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası GiriĢ Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası iv Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması.

7 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 2: Ġngilizcedeki modal verb sistemlerinin incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 3: Ġngilizcedeki edilgen (= passive) yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 4: Ġngilizcedeki coordinator yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 5: Ġngilizcedeki relative clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. v

8 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı KONU 6: Ġngilizcedeki noun clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 7: Ġngilizcedeki comparison clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 8: Ġngilizcedeki time clause ve condition clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 9: Ġngilizcedeki concession, reason, result ve purpose clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. vi

9 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı KONU 10: Ġngilizcedeki exception, similarity, comment ve verbless clause yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. KONU 11: Ġngilizcedeki putative-tentative should ve devrik yapı (=inversion), infinitive, gerund gibi yapıların incelenmesi ve Ġngilizce tümcelerin Türkçeye aktarımı. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin ölçülmesi. Dilbilgisi notlarının incelenmesi. Türkçeye çeviri. Kısa metinler içindeki tümcelerin Türkçeye aktarılması. Kısa metinlerin Türkçeye aktarılması. Önemli dilbilgisi yapılarının tekrarı ve kısa metinlerin çevirisinin ödev olarak verilmesi. ĠKĠNCĠ DÖNEM Toplam Süre : 48 saat Ara Sınav : 2 saat Final Sınavı : 2 saat Ders : 44 saat MODÜL 4. KONU: ÇEVĠRĠ YÖNTEMLERĠ (2 saat): ÇEġĠTLĠ METĠN TÜRLERĠNĠN VE BUNLARI ÇEVĠRMEK ĠÇĠN SEÇĠLEBĠLECEK ÇEVĠRĠ YÖNTEMLERĠNĠN BĠLĠNMESĠ Dört metin türünün saptanması ve çeviri için en uygun çeviri yönteminin seçilmesi. GiriĢ Safhası Sunu Safhası ĠĢleme Safhası Üretme Safhası Sınama Safhası Öğrencilerin metin türleri, okuyucunun önemi ve çevirmenin tutumu konusundaki bilgilerinin saptanması. Metin türlerinin ve bazı çeviri yöntemlerinin sunulması. Metin türünün ve uygun çeviri yönteminin belirlenmesi. Grup çalıģması halinde, kısa metinlerin farklı çeviri yöntemleri ile Türkçeye aktarılması ve çevirilerin karģılaģtırılması. Bir çeviri metninin türünün ve kullanılmıģ çeviri yönteminin saptanması. vii

10 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı MODÜL 5. TÜMCE ANALĠZĠ (13 saat): BASĠT VE BĠLEġĠK TÜMCELERĠN ANALĠZĠNĠ YAPABĠLMEK KONU 1: Basit ve bileģik tümceleri ve bunların unsurlarını saptamak. GiriĢ Safhası Öğrencilerin anlamın kavranması ve çeviri amacı ile tümce analizine kendi yaklaģımlarının saptanması. Sunu Safhası Notların incelenmesi. ĠĢleme Safhası Çeviri için tümce analizi. Üretme Safhası Çeviri için tümcelerin bağlam içinde incelenmesi. Sınama Safhası Tümcelerin verilen sürede analiz edilmesi. Telafiye Yönelik Çeviri için basit ve bileģik tümcelerin analizi. Öğretim Safhası KONU 2: Basit ve bileģik tümcelerin bağlam içinde analizi ve çevirisi. GiriĢ Safhası Öğrencilerin tümce analizi konusundaki bilgilerinin sınanması. Sunu Safhası Notların incelenmesi. ĠĢleme Safhası Tümce analiz ve çevirisi. Üretme Safhası Tümce analiz ve çevirisi. Sınama Safhası Tümcelerin verilen sürede analizi ve çevirisi. Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Tümce analizi ve çevirisi için notların yeniden gözden geçirilmesi ve çeviri alıģtırmaları. MODÜL 6. KONU 1: PARAGRAF VE METĠN ANALĠZĠ VE ÇEVĠRĠSĠ (22 saat): PARAGRAF VE METĠN ANALĠZĠ ĠÇĠN GEREKLĠ OLAN ANA FĠKĠR, DEĞĠNME SÖZCÜKLERĠ VE TÜMCELER ĠÇĠ VE ARASI BAĞLANTILAR GĠBĠ UNSURLARIN BĠLĠNMESĠ Metin analizi için ana fikri belirleme, gönderme sözcüklerini analiz etme, sözcük çalıģması yapma ve metin içindeki bağlantıları saptama aģamalarının incelenmesi. GiriĢ Safhası Öğrencilerin mevcut bilgisinin saptanması. Sunu Safhası Tüm metnin incelenmesi ve göndermen sözcüklerinin önemi gibi konuların sunulması. ĠĢleme Safhası Metin analizi ve çevirisi. Üretme Safhası Daha uzun metinlerin analizi ve çevirisi. Sınama Safhası Metin analizi ve çevirisi. Telafiye Yönelik Öğretim Safhası Metin analizi ve çeviri notlarının yeniden gözden geçirilmesi. KONU 2: Metin çevirisi. Bu aģamada, öğrencilere çeģitli alıģtırmalar eģliğinde çeviri için metinler sunulmaktadır. viii

11 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı MODÜL 7. KONTROL (4 saat): ÖĞRENCĠNĠN KENDĠ ÇEVĠRĠSĠNĠ KONTROL EDEBĠLMESĠ KONU 1: Diğer kurslardaki öğrenciler tarafından yapılmıģ çevirilerin kontrol edilmesi GiriĢ Safhası ĠĢleme Safhası Üretim ve Sınama Safhaları Özellikle çeviri sınavlarında yapılan çevirinin son kontrolüne yönelik önerilerle ilgili bir liste oluģturulması. Daha önceki dönemlerdeki öğrenci çevirilerinin incelenmesi ve değerlendirilmesi. Sınav koģullarında kısa metinlerin çevirisi ve öğrencilerin birbirlerinin çevirisini değerlendirmesi. KONU 2: Çeviriyi teslim etmeden önce değerlendirme ve düzeltme ile ilgili ipuçlarını öğrenme. GiriĢ Safhası Bir önceki derste iģlenen konuların gözden geçirilmesi. Sunu Safhası Geri-çeviri iģlemini tanıtılması. ĠĢleme Safhası Öğrencilerin kendi çevirilerini (önceki derslerde ödev olarak sunmuģ oldukları çeviriler tercih edilmelidir) değerlendirmeleri. Üretme Safhası Metin çevirisi ve kontrolü. Sınama Safhası Sınav koģullarında metin çevirisi ve kontrolü. MODÜL 8. KONU: ÇEVĠRĠ SINAVLARINA HAZIRLIK (3 saat): SINAVDA BAġARI ĠÇĠN SÜRENĠN EN ĠYĠ BĠÇĠMDE KULLANILMASI Sürenin analiz, çeviri ve kontrol aģamaları için paylaģtırılarak çeviride hız kazanma becerisinin geliģtirilmesi. GiriĢ Safhası Öğrencilerin mevcut stratejilerinin saptanması. Sunu Safhası Çeviri sınavlarında sürenin verimli kullanılabilmesi için basit bir zaman tablosunun sunulması. ĠĢleme Safhası Süre tutarak çeviri gerçekleģtirme. Üretme Safhası Sınav koģullarında metin çevirisi. Sınama Safhası Konu açısından final sınavındaki metnin konusuyla benzerlik taģıyan bir metnin sınav koģullarında çevirisi. ix

12 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı 3. Çeviri Dersi Konuların işlenmesi Bu kitapta, öğrenci kitabındaki her bir konunun ne Ģekilde iģlenmesinin uygun görüldüğü ayrıntılı olarak ileride verilmektedir. Çeviri ödevlerinin kontrol edilmesi Öğrencilerin ödevlerini topladıktan sonra - özellikle de kırmızı kalemle - hataların ödev üzerinde yazılarak belirtilmesinin herhangi bir yararı olamaz. Öğrencinin kendi çalıģmasını yeniden değerlendirmesini ve gerekiyorsa düzelterek sunmasını sağlamak için, aģağıdaki numaralama sistemini kullanmanızı önerebilirim. 1. YanlıĢ sözcük; ancak, anlamı fazla etkilememekte. 2. YanlıĢ sözcük; anlamı tamamen bozmakta. 3. Yazım ve/veya noktalama hatası; anlamı fazla etkilemekte. 4. Yazım ve/veya noktalama hatası; anlamı tamamen bozmakta. 5. YanlıĢ anlam: Ġngilizce tümcenin yansıttığı mesaj tam olarak anlaģılamamıģ. 6. Çeviri esnasında tümce eksik bırakılmıģ. 7. Ġngilizce tümcedeki bir sözcük/yapı/tümce/paragraf atlanmıģ. 8. YanlıĢ anlam: Ġngilizce tümcenin dilbilgisi yapısı tam olarak anlaģılamamıģ. 9. Çeviri anlam olarak doğru, ancak bu anlam çeviriden çok yorum eseri. 10. Çeviriyi okunulamaz kılacak ölçüde bozuk el yazısı. 11. Türkçe tümcenin elden geçirilmesi gerekir. Bu uygulamada, öğrencilerin çevirisinde saptanan hataların altı çizilerek uygun sayı yazılmakta ve ödev geri dağıtılmakta, öğrenciler gerekli düzeltmeyi yaparak çeviriyi yeniden sunmakta. Ders içi çalışmalar 1. ÇalıĢmaların daha hızlı ve verimli olması için, öğrencilerin ikili veya üçlü gruplar halinde çalıģmalarını sağlayın. 2. Mümkünse, tepegöz (OHP) kullanın. Tepegöz öğrencilerin tümünün tek bir noktaya dikkatlerini vermelerini tahtaya yazma süresince geçen zamanın kazanılmasını asetata çekilen ders malzemesinin, koruyucu sprey ile sabitleģtirilmesi durumunda, senelerce kullanılabilmesini ek malzemeler için yapılan fotokopi masrafının kaldırılmasını sağlayacaktır. 3. Sınıfta alıģtırmalar esnasında, öğrencilerin tartıģmasına ve doğru yanıtı birlikte bulmalarına fırsat verin. 4. Sıra alıģtırmaları yapmaya geldiğinde, "ġu alıģtırmayı yapın ve bitirdiğinizde de beni uyandırın." yaklaģımından uzak durun. Öğrencilerin arasında dolaģın, hatalara dikkatlerini çekin, diğer öğrencilerle çalıģmalarını sağlayın. x

13 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı ÇEVĠRĠ KURSLARI ĠÇĠN ÖĞRENCĠ ANKETĠ * AD: TARĠH: BÖLÜM 1 1. EĞĠTĠM DÜZEYĠNĠZ. ġu anda herhangi bir öğretim kurumunda öğrenci iseniz <B> bölümünü, Ģu anda öğrenci değilseniz <A> bölümünü tamamlayın. <A>. En son aldığınız diploma: <B>. Devam ettiğiniz okul/üniversite: Fakülte: Bölüm: Kaçıncı yıldasınız : 2. SĠZCE ġu ANKĠ ĠNGĠLĠZCE DÜZEYĠNĠZ NE? a. Temel b. Orta c. Ġleri-Orta d. Ġleri BÖLÜM 2 3. GENEL ĠNGĠLĠZCE ÇEVĠRĠ KURSUNA KATILMAYI NEDEN ĠSTĠYORSUNUZ? a. Bir çeviri sınavına hazırlanıyorum.. Ayrıntılı bilgi verin b. Çeviriden hoģlanıyorum c. Çeviri yolu ile dilbilgisi öğrenmek istiyorum. d. ĠĢimde daha baģarılı olacağım. Ayrıntılı bilgi verin: e. Okulda/Üniversitede çeviri ile uğraģıyorum. Ayrıntılı bilgi verin: f. Ġngilizce düzeyim oldukça iyi. Bu düzeyde baģka kurs olmadığı için çeviri kursuna katılıyorum. g. ĠĢyerim gönderiyor. * Bu anketi fotokopi yolu ile çoğaltabilirsiniz. xi

14 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı 4. DAHA ÖNCE ÇEVĠRĠ ĠLE HĠÇ UĞRAġTINIZ MI? a. Kendi alanım ile ilgili çeviri yaptım. Ayrıntılı bilgi verin. b. Edebi metinler çevirdim. c. Hiç çeviri ile uğraģmadım. d. Sırf çeviri yapmıģ olmak için çeviri yaptığım oldu.. Ayrıntılı bilgi verin: BÖLÜM 3 5. BĠR ÇEVĠRĠ KURSUNDA ÖĞRETMENĠN YAKLAġIMININ NASIL OLMASINI ĠSTERDĠNĠZ? a. Öğretmen dilbilgisi açıklamalarını yapar, örnekleri sunar ve çeviri metinlerini seçer. b. Öğretmen dilbilgisini açıklamalarını yapar; öğrenciler çeviri metinlerinin oluģturulmasına ve seçilmesine katkıda bulunur. c. Öğrenciler dilbilgisi açıklamalarını hazırlar ve sınıfa sunarlar; kendi çeviri malzemelerini kendileri seçerler. 6. ÇEVĠRĠ METĠNLERĠNĠN ÖDEV OLARAK VERĠLMESĠNE YAKLAġIMINIZ NEDĠR? a. Ödev beni çalıģmaya zorladığı için yararlı. b. Zaten ödevden baģka çalıģacak malzemem yok. c. Çeviriden hoģlandığım için ödev formunda olup olmaması önemli değil. d. Ödevden hiç hoģlanmam. e. Ödev kendimi tedirgin ve baskı altında hissetmeme neden olur. f. Ödev yapmak için zamanım yok. 7. YAPTIĞINIZ ÇEVĠRĠLERĠN KONTROLÜNDE AġAĞIDA VERĠLENLERDEN HANGĠSĠ SĠZE DAHA UYGUN? a. Öğretmenin sınıfta diğer öğrencilerle birlikte kontrol etmesinin bir sakıncası yok. b. Öğretmenin sınıf dıģında kontrol etmesini tercih ederim. c. Öğretmenin kendi ödevimi kontrol etmem için doğru olan çeviriyi tahtaya yazmasını tercih ederim. 8. SINIFA HER DERS SÖZLÜK GETĠRMENĠZ ĠSTENSE, BUNA YAKLAġIMINIZ NE OLURDU? a. Getirirdim, çünkü sözcük bilgim yetersiz. b. Getirirdim, çünkü çoğu sözcüğü kontrol etmezsem içim rahat etmez. c. Getirirdim, çünkü sözlüğüm ufak ve hafif. d. Getirmezdim, çünkü sözcük bilgim yeterli. e. Getirmezdim, çünkü sözlüğüm çok büyük ve ağır. f. Sözlüğüm yok. xii

15 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı 9. SAHĠP OLDUĞUNUZ SÖZLÜK TÜRLERĠNĠ ĠġARETLEYĠN. a. Ġngilizce-Türkçe b. Türkçe-Ġngilizce c. Ġngilizce-Ġngilizce d. Türkçe-Türkçe e. Ġngilizce-Türkçe ve Türkçe-Ġngilizce bir arada f. Thesaurus (= EĢanlam ve karģıt anlam sözlüğü) g. Elektronik cep sözlüğü h. Türkçe Ġmla Kılavuzu i. Özel alana yönelik (tıp, hukuk, vs.) sözlük Ayrıntılı bilgi verin: 10. ÇEVĠRĠ DERSĠ DIġINDA, ÇEVĠRĠYE HAFTADA KAÇ SAAT SÜRE AYIRABĠLECEĞĠNĠZĠ YAZIN. Toplam saat YORUM VE ÖNERĠLERĠNĠZĠ BU BOġLUĞA YAZABĠLĠRSĠNĠZ: xiii

16 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı 4. Çeviri Kursuna Başlangıç Çeviri kursunun ilk dersinde 1. Kendinizi tanıtın. 2. Kurs hakkında ayrıntılı bilgi verin: Bunu yaparken Öğrenci Kitabı'nın GiriĢ bölümünün gerekli bulduğunuz kısımlarını öğrencilerle birlikte okuyabilirsiniz. a) Kursun süresi Kursun toplam kaç ders saati süreceği Her bir ders saatinin uzunluğu Dersler arasında ara veriliyorsa süresi b) Kullanılacak malzeme Genel Çeviri 1 ve Genel Çeviri 2 Sözlükler: Ġngilizceden Ġngilizceye, Ġngilizceden Türkçeye, Thesaurus Varsa, ek malzeme (Ek dilbilgisi ve çeviri alıģtırmaları, sözlük çalıģmaları) c) YaklaĢım d) Öğretmenin rolü e) Öğrencinin rolü 3. Genel Çeviri kitaplarını tanıtın. 4. Ders dıģı çalıģmalar konusundaki beklenti ve önerilerinizi anlatın. Bu aģamada ele alabileceğiniz konular: a) Süreden tasarruf açısından ödevin gerekliliği b) Ödevin teslim Ģekli. Pek çok öğrencinin ödevini kontrol etmek zorunda kalacağınız için, ödevin düzgün bir kağıda yapılmasının ve el yazısının okunabilir olmasının iģinizi büyük ölçüde kolaylaģtıracağını unutmayın. c) Ödevin kontrolü 5. Sözlük konusunda bilgi verin. Öğrenci Kitabı'nın birinci konusu zaten sözlük seçimine ayrılmıģ durumda. Bu nedenle, Ġngilizce-Türkçe ve Türkçe-Ġngilizce sözlükler hakkında bilgi verebilirsiniz. Örneğin, a) Ġngilizce-Türkçe sözlükte sözcüklerin tümce içinde örneklerinin veriliyor olması gerekir. b) Cep sözlükleri asla yeterli olamaz. c) Kimi Ġngilizce-Türkçe sözlüklerdeki Türkçe terimleri anlamak için bir de Osmanlıca-Türkçe sözlük gerekmekte. Bu tür sözlüklere karģı öğrencileri uyarın. 5. Malzeme Üretimi Çeviri dersleri için Genel Çeviri kitapları dıģında ek çeviri malzemesi hazırlamayı düģünürseniz aģağıda belirtilen noktaları dikkate almanız önerilir: 1. Tümce düzeyinde çeviri düģünüyorsanız, zorunlu kalmadıkça bundan kaçının. Bunun nedeni, tek tek tümcelerin tam bir bağlamı sağlayamamaları. Ancak, ele alacağınız tümce çok iyi örnek oluģturduğu için kenara atılamayacak cinstense, bu durumda ya içinde geçtiği paragraf ile verin ve yalnızca örnek tümcenin çevirisini isteyin, ya da tümceden önce ya da önüne ya da arkasına siz açıklayıcı bir tümce ekleyin. Elbette, tümce kendi baģına, hiçbir ek açıklamaya gerek kalmadan bir bağlam oluģturabiliyorsa, bunlar gereksiz olacaktır. 2. Seçeceğiniz paragraf ve kısa metinlerde, belirli bölümleri ön plana çıkarmaya çabalayın; öğrencilere ne ile uğraģmalarını istediğinizi anlatın. Uzun ve çevirisi zor bir metnin tümünün çevirisini istemektense, yalnızca iģlenmiģ yapıları içeren tümceler üzerinde durmak daha akılcı olacaktır. xiv

17 Genel Çeviri 3 - Öğretmen Kitabı 3. Hazırladığınız alıģtırmalarda, yazım hatalarından ya da yazarın dikkatsizliği sonucu mantık hatalarından oluģan sorunlar varsa, öğrencileri bu tür hatalara karģı uyarın. Chastain'ın Developing Language Skills kitabında da belirttiği gibi, öğrenciler kendileri yeterince hata yapmaktalar; bir de siz hata yaparak buna katkıda bulunmayın. 4. Kullandığınız malzemenin kaynağını benim genelde yaptığım gibi kaynağını kaybetmiģ olduklarınız dıģındakileri öğrencilere belirtmeye özen gösterin. 6. Öğretmen Kitabı'nın yapısı Öğretmen Kitabı içinde, alıģtırma içeren her bir konu iki bölümden oluģmakta. Ders notları Konuları iģlemeniz açısından yararlı olabilecek notlar ve öneriler. Bu bölümde, öğrenci kitabında bulunmayan dilbilgisi/çeviri notları ve örnek tümceler de bulabilirsiniz. Yanıtlar Öğrenci kitaplarındaki her bir alıģtırmanın yanıtı gereken yerlerde açıklamalar ile verilmekte. Ve son olarak... Bu öğretmen kitabının hiç aksatmadan kullanılacak bir öğretmen el kitabı olmasını değil, ders hazırlamak için yeterli zaman bulunmadığında ya da bazı çeviriler konusunda kuģkuya düģülmesi durumunda baģvurulacak bir danıģma aracı olmasını amaçladım. Bir öğretmen kitabının temel iģlevini sanırım Ģu fıkra çok iyi yansıtmakta: Bir zamanlar çok iyi bir kaptan varmıģ. Gemisini en tehlikeli denizlerden kazasız belasız geçirir, herkesin hayranlığını toplarmıģ. Yalnız, sefere çıkılmasından hemen önce kamarasına koģar, kilitli dolabını açar, eski püskü bir defter çıkarır, ilk sayfayı açıp okur, sonra da defteri yeniden dolaba kilitleyerek görev baģına koģarmıģ. Seneler boyunca defterde bu kadar önemli nelerin yazılı olduğunu kimse öğrenememiģ. Gün gelmiģ, kaptan ölmüģ, cenazenin hemen ardından tayfaları büyük bir merakla kaptanın kamarasına doluģmuģlar. Dolap açılmıģ, defter çıkarılmıģ, ilk sayfa çevrilmiģ. ġunlar yazılıymıģ defterde: "Sancak sağ, iskele sol." Genel Çeviri 1 ve Genel Çeviri 2 kitapları ile Öğretmen Kitabı'nın sizin ve öğrencilerinizin beklentilerini karģılayacağını umuyorum. Kitapların ve/veya konuların yapılandırılması, sıralanması ve iģlenmesi ile ilgili eleģtiri, öneri ve düģüncelerinizi dikkate almaya her an hazır olduğumu hatırlatır, iyi dersler dilerim. Hakan Gür Almanya, xv

18

19 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Genel Çeviri 1 Konu 1 Sözlük Seçimi ve Kullanımı Konu 2 Uygun Anlamın Seçilmesi Konu 3 Sözcüklerin Anlamını Tahmin Konu 4 Basit-BileĢik Tümce Konu 5 Zamanlar Konu 6 Modal Verbs Konu 7 Edilgen Konu 8 Basit BileĢik Tümce Konu 9 Relative Clause Konu 10 Noun Clause Konu 11 Comparison Clause Konu 12 Time Clause Konu 13 Condition Clause Konu 14 Concession Clause Konu 15 Reason, Result, Purpose Clause Konu 16 Place, Expection, Similarity Clause Konu 17 Comment, Verbless Clause Konu 18 Should Konu 19 Devrik Yapı Konu 20 It Konu 21 A, An, The Konu 22 Of Konu 23 Eylem + Eylem Konu 24 Infinitive Konu 25 Gerund Konu 26 "Infinitive" ve "Gerund" Konu 27 Any, Every Konu 28 Grup Adları ve Uygun Eylem 1

20 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 1 Sözlük seçimi ve kullanımı GiriĢ Alıştırma - Yanıt Sunu 1. Kısa çizgi, sözcüğün nereden bölünebileceğini (satır sonunda) gösterir. 2. vt = verb transitive / geçiģli eylem, vi = verb intransitive / geçiģsiz eylem 3. Konu edilen sözcük ya da yapı örnek tümce içinde kullanılmakta. 4. Her bir sayı sözcüğün diğer kullanım ve anlamlarını göstermekte. 5. Sözcüğün sayılabilir (countable) ya da sayılamaz mı (uncountable) olduğunu göstermekte. ĠĢleme Bu bölüme geçmeden önce, öğrencilerden derse birer sözlük getirmelerini istemeniz ya da elinizde bulunan sözlükleri sınıfa getirmeniz gerekmekte. Öğrencilerin çoğu varlığından habersiz olduğu için, eģanlam sözlüğünü tanıtmanız gerekebilir. Öğrencilerin bildikleri ve kendilerinde olan sözlükler hakkında konuģmalarını sağlayın. Sözlüğü ne sıklıkla kullandıklarını ve sözlüklerinin çeviri için yararlı olup olmadığını sorun. Öğrencilerin tabloya ekleyemedikleri sözlük türlerini alıģtırma sonunda ekleyin. AlıĢtırmanın ardından, sözlüğün bu alıģtırmada ele alınan konulardan baģka ne tür nitelikleri içermekte olduğunu öğrencilerle birlikte bir liste halinde derleyebilirsiniz. Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Hayır. [no. comp] yolu ile, comparative olamayacağı anlatılmakta. 2. We adore going to parties. 3. advances maddesi. 4. ad- öntakısı olumsuz anlam vermekte. 5. ads kısaltması infml. olduğu için verilen tümcede kullanılamaz. 2

21 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 2 Uygun anlamın seçilmesi GiriĢ Öğrencilerin derse sözlük getirmelerini önceden sağlayın. Ġki Ġngilizce metnin Türkçesi: BU Ġġ KARAKOLDA BĠTER Ender çok olgun bir oğlandı. Babası orta halli bir adamdı. Orta direktendi. Oğlunu iyi okullarda okutmak için elinden gelen her Ģeyi yaptı. Annesi ev kadınıydı. Elinden her iģ gelirdi. Ender liseyi bitirince diģ doktoru olmak istedi ve üniversite sınavlarına girip diģçilik okulunu kazandı. Okulda Jale ile tanıģtı. Jale'nin babası para babasıydı. Hayali ihracat yaparak seneler önce köģeyi dönmüģtü. Fakat Jale babası gibi değildi. Alçak gönüllü bir kızdı. Babası onu askerlik arkadaģı Cemil Bey'in oğlu Abdurrahim ile baģ göz etmek istiyordu. Abdurrahim ilkokulu bitirmiģ ve sonra okumamıģtı. Genç bir delikanlıyken kirli iģler çevirmeye baģladı. Ender ilk görüģte Jale'ye vuruldu ama Jale ona ilk görüģte vurulmadı. Fakat ona kanı kaynadı. Birkaç hafta sonra iģi piģirdiler ve mercimeği fırına verdiler. Bir gün Jale ile Ender parkta kırıģtırıyordu. Abdurrahim onları gördü. Gözü döndü. Kendisini kaybetti. Onları tahtalıköye göndermek istedi. Fakat kendisini topladı. Kendisi için sepet havasının çalmakta olduğunu hissetti. Onları baģ baģa bırakmaya karar verdi. Bu anda Ģeytan dürttü. ġeytana uydu, silahını çekti ve ateģ etti. Fakat, geçmekte olan bir adam kurģun yağmurunda kaldı ve zavallı adam kim vurduya gitti. Nalları dikti. Bir anda kızılca kıyamet koptu. Aynasızlar geldi. Hepsini gözaltına aldılar. Jale'nin içi kan ağlıyordu. Ve böylece bu iģ karakolda bitti. OLMAYA DEVLET CĠHANDA BĠR NEFES SIHHAT GĠBĠ Ali eve yüksek ateģle geldi. Annesi onun soğuk aldığını düģündü. Ali'ye derece koydu. AteĢi 39'du. Annesinin tepesi attı ve "Kendi kafana göre davranırsan böyle olur, Kazağını giymen gerekirdi," dedi. Doktor geldi ve Ali'nin soğuk almadığını söyledi. Muhtemelen su çiçeği ya da kabakulak olmuģtu. Bunu duyunca annesi iki gözü iki çeģme ağlamaya baģladı. Doktor Ali'yi iyice inceledi ve "Gözünüz aydın. Gözünüzü korkuttuğum için özür dilerim, ama bu basit bir mide bozukluğu," dedi. Bazı ilaçlar yazdı. Annesi doktora lira bayıldı. Fakat doktor parayı az buldu. Annesi lira daha bayıldı. Doktor parayı aldı ve "GeçmiĢ olsun," dedi. 3

22 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Alıştırma - Yanıt Sunu Öğrencilerin incelemesi olası sözcükler: ease (v)... kolaylaģtırmak rejection (n)... reddetme indignity (n)... onur kırıcılık dole (n)... yardım queue (n)... kuyruk tedium (n)... sıkıntı inevitability (adj)... kaçınılmazlık reinforce (v)... güçlendirmek, üstüne eklemek avalanche (n)... çığ sweeten (v)... tatlandırmak, yumuģatmak flick (v)... dolanmak, gezinmek struck (V 3 )... (strike) çarpmak, afallatmak indirectness (n)... dolaylı olma hali circumlocution (n)... ağdalı laf tortuous (adj)... çarpıtılmıģ construction (n)... yapı skill (n)... beceri False friends üzerinde özellikle durun. Bu sözcüklere readily (=kolayca), faculty (=zeka, akıl anlamı da var), magazine (=silah şarjörü anlamı da var), Indian (=Hintli anlamı yanı sıra Kızılderili anlamı da var) gibi çarpıcı örnekler eklenebilir. Bu bölümde false friend olarak adlandırılan sözcüklere özellikle dikkat edin SÖZCÜK ASIL ANLAMI HATALI ÇEVĠRĠSĠ DRAMATIC BÜYÜK DRAMATĠK SYMPATHETIC ANLAYIġLI SEMPATĠK ECONOMICAL TUTUMLU EKONOMĠK (=ekonomiye iliģkin anlamında) CLOSE YAKIN KAPALI (=closed sözcüğünden yola çıkarak) PRACTICALLY HEMEN HEPSĠ PRATĠK OLARAK MECHANIC TAMĠRCĠ MEKANĠK, MOTOR Ayrıca, power station yapısının Türkçeye enerji santralı yerine çoğu kez enerji istasyonu olarak çevrilmesini de örnek olarak gösterebilirsiniz. 4

23 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları ĠĢleme Alıştırma 1 - Yanıt 1. outing= gezisinden / charter= servis otobüsünün / out-of-control= kontrolden çıkması / hurtle yuvarlanması / aboard= araçtaki 2. controversial= tartışmalı / trial = davalarından / perjury= yalancı tanıklıktan / suit= dava / file= açtı 3. suburban Rome= Roma'nın banliyösüne / took to the streets= kendini sokaklara /sokaklara döküldü vurdu 4. socially tricky= toplumsal açıdan hassas / personal gifts= kişisel hediyeler / wintry= soğuk / strike-bound= grevden etkilenen 5. Like Santa Clauses in reverse= Noel Baba'nın tam zıddı gibi / skylight= tavan kapağından / slip= süzülen / three other Dutch Renaissance paintings= başkaca üç Hollanda Rönesansına ait resim / made off = sıvıştılar 6. adoption agency = çocuk edindirme bürosuna / custody = vesayet / seek = isteyen Alıştırma 2 - Yanıt awe-inspiring range size mammoth well ranks bodies rate receding second awe hem korku hem de hayranlık anlamlarını taģımakta. Metne göre anlamın hayranlık verici olması gerekir.... den... e kadar uzanmak boyut dev pekala, neden olmasın rank= sıralanmak body=kütle, oluģum hız recede=uzaklaģmak saniye 5

24 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Üretme Alıştırma - Yanıt Sınama A. 1. DIGITALS replace the traditional hands, springs and cogs. 2. Some DIGITALS just display hours, minutes, and seconds. 3. SOME DIGITALS will remain accurate well into the 21th century. 4. In spacecraft, miniaturisation made it possible to SAVE ROOM AND WEIGHT. 5. THE TYPICAL WATCH CRYSTAL vibrates 32,768 times every second. 6. A TINY CHIP keeps dividing these vibrations by two. B. hand... saatin ibresi / akrep-yelkovan spring... yay cog... diģli lap... tur in advance... önceden leap year... artık yıl absolute... kesin, kusursuz room... yer cram with... tıka basa doldurmak maze... labirent stray... sapmak fancy... düģünmek, aklından geçirmek gimmick... albeni novelty... yenilik, yeni olma hali wear off... eskimek, aģınmak Alıştırma - Yanıt Bu alıģtırmayı öğrencilerin kendi baģlarına yapmaları gerekmekte. A. those = GROUNDS them = THE PARTIES B. 2. It may happen that, without blame to either party, it is impossible for a married couple to live together amicably, or without some very grave sacrifice. 3. It may happen that one of them, without disliking the other, becomes deeply attached to some other person, so deeply as to feel the marriage an intolerable tie. 4. In that case, if there is no legal redress, hatred is sure to spring up. Indeed, such cases, as everyone knows, are quite capable of leading to murder. 6

25 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları 5. Where a marriage breaks down owing to incompatibility or to an overwhelming passion on the part of one partner for some other person, there should not be, as there is at present, a determination to attach blame. C. Öğrencilerin birden fazla anlam taģıdığını anlamalarını umduğum sözcükler: grounds, party, grave, determination 7

26 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 3 Sözcüklerin anlamını tahmin GiriĢ AlıĢtırmayı öğrencilerin ikili gruplar halinde yapmaları zamandan tasarruf sağlayacaktır. Yanıtlar kontrol edilirken, sözcüğün sözlük anlamına yakın anlamları da elbette kabul etmek gerekir. 1. boom = burst of growth; increase 2. succeeding = subsequent, following 3. games = hunting animals 4. fooling around = wandering aimlessly 5. able = skillful 6. accord with = agree 7. account for = explain 8. address = manner 9. air = musical piece 10. brothers in arms = friends in the army 11. banks = shore, coast; rim, border 12. before = in front of 13. chair = direct, control 14. ducks and drakes = suda taģ kaydırmaca 15. ear = koçan 16. eye = look at, view 17. fast = oruç tutmak 18. firm = stable, secure 19. flat = semitone 20. intelligence = information 21. late = dead, departed 22. minute = small, tiny 23. philistine = so. who does not admire good art, music, etc. 24. pupil = gözbebeği 25. save = except / common = shared 26. saws = sayings 27. smart = intelligent 28. sound = whole, complete 29. still = motionless 30. may as well = had better / well = kuyu 31. yet = much 32. Mourning Becomes Electra = Electra'ya Yas YaraĢır Alıştırma - Yanıt savage unite attain deadline saldırmak birleģmek almak mühlet 8

27 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları solitude topple reverse dislodge yalnızlık devrilmek ters, tersi taģımak ĠĢleme Buradaki alıģtırmada bazı yanıtlar birbirine yakın anlamlar taģıyor olabilir. Önemli olan, verilen tümcenin bağlamı açısından en uygun seçeneği belirlemek. Alıştırma - Yanıt Üretme 1. d 6. d 2. b 7. d 3. c 8. b 4. a 9. e 5. c 10. b AlıĢtırmada verilen metin oldukça uzun olduğu için bu alıģtırma ev ödevi olarak verilebilir - öğrencilere, kendilerini sınamak amacı ile sözlük kullanmamalarını hatırlatarak! Alıştırma - Yanıt B. Paragraf 1 1. ADHERE... bağlanmak 2. INELIGIBLE... yetersiz Paragraf 2 1. ALLIANCE... ittifak 2. JOINT FAMILY AGREEMENT... ortak aile kararı 3. PROSPECTIVE... müstakbel 4. COURTSHIP... kur yapma 5. REASON... akıl 6. MATE... eģ 7. ENDANGER... tehlikeye atmak 8. KIN... akraba Paragraf 3 1. ADS... advertisements 2. SPOUSE... eģ 3. MATRIMONIAL... evlenmeye yönelik 9

28 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Sınama Paragraf 4 1. PROHIBITING... yasaklama 2. OBSOLETE > become obsolete... yok olmak Edinilen becerilerin sınanması söz konusu olduğu için ikili ya da grup çalıģması yerine öğrencilerin kendi baģlarına çalıģmasını tercih edin. Alıştırma - Yanıt Öğrencilerin aģağıdakilere yakın anlamlar bulmaları yeterli. BOOT... = BAGAJ DIKE... = SU KANALI WRENCH... = ĠNGĠLĠZ ANAHTARI SAMPLE... = ÖRNEK, NUMUNE EBBED AWAY... = AKIP GĠTTĠ IT GAVE... = AÇILDI GUSHED IN... = DOLDU SCRAMBLED CLEAR... = KENDĠMĠ KURTARDIM HUDDLED... = BÜRÜNMÜġ TIPS... = TEPELERĠ 10

29 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 4 Basit-BileĢik Tümce GiriĢ 1. famished (adj) = aç 2. flippers (n) = palet 3. shred (n) = parça 4. trudge (v) = bezgin yürümek 5. lintel (n) = kapının üst pervazı, lantel 6. gaudy (adj) = alacalı bulacalı 7. sallow (adj) = solgun 8. goggle (v) = gözlerini iri iri açarak bakmak 9. pillion (n) = arka sele 10. creed (n) = inanç Alıştırma - Yanıt Sunu Tümce olanlar 1, 7, 8, 11, 12, 13, 21, 23. Bu konunun Sunu bölümü bundan sonra gelecek konular için temel nitelik taģımakta. Bu nedenle, Relative Clause ve Noun Clause yapıların aslında birer Basit Tümce gibi incelenebileceğini, Adverbial Clause ve Comparison Clause yapıların ise birer Ana Tümce ve Yan Tümce'den oluģtuklarını tekrar tekrar vurgulayın. Alıştırma - Yanıt 1. which/that 2. where/because 3. (-) 4. (-) 5. who 6. (-) 7. which/that 8. (-) 9. which/that 10. (-) 11. (-) 12. which/that 13. (which/that) 14. (-) does 15. which/that 16. (-) 17. (which/that) 18. (-) 19. (-) 11

30 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları ĠĢleme Zaman yitirmeme amacı ile, bu bölümdeki alıģtırmayı ödev olarak verebilirsiniz. Alıştırma - Yanıt Clause oluģturan yapılar koyu, eylemler yatık yazı ile verilmekte. It seems, in fact, that our wages have gone down although our employees have told us (that) they have increased. It is not surprising, then, that political parties win or lose elections according to how well they persuade the people that inflation can be controlled by their policies. It is only to be expected, therefore, that the ordinary voter will support a government that promises to restore the value of money in the bank and to make wage increases equal to the increase of prices in the shops. As a result of this situation, we find governments being defeated by their economic policies. People are impatient and prefer to vote for a new government rather than wait for old economic policies to become effective. Unfortunately, promises about controlling prices and wages are not generally kept because there is no simple cure for the complex disease of inflation. Üretme Alıştırma - Yanıt Clause yapılar koyu ile, eylemler yatık yazıyla gösterilmekte. As soon as we take our place in the queue, our whole outlook on life changes. All [that] we can think about is how many people there are in front of us and how long it will be before our turn comes. 12

31 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Now and then we look back and feel a warm glow of satisfaction when we note how much the queue has lengthened since we joined it. Our main concern, however, is that no one should use unfair means. We keep a watchful eye on the people in front and are ready to denounce publicly anyone who dares to 'jump the queue'. Sınama Alıştırma - Yanıt 1. KUYRUKTA YERĠMĠZĠ ALIR ALMAZ, yaģama bakıģ açımız kökten değiģir. 2. Tek düģünebildiğimiz ÖNÜMÜZDE KAÇ ĠNSAN olduğu ve sıramız gelene kadar NE KADAR SÜRENĠN GEÇECEĞĠDĠR 3. Arada sırada arkamıza bakar ve biz girdiğimizden BERĠ KUYRUĞUN NASIL DA UZADIĞINI fark edince ĠÇĠMĠZĠ BĠR HOġNUTLUK DUYGUSU KAPLAR. 4. Ancak, bizi asıl ĠLGĠLENDĠREN, KĠMSENĠN YANLIġ YOLLAR KULLANMAMASIDIR. 5. Önümüzdeki ĠNSANLARI DĠKKATLE GÖZLERĠZ ve "KAYNAK YAPMAYA" cesaret eden HERKESĠ AÇIKTAN teģhir etmek için hazırda bekleriz. 13

32 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 5 Zamanlar GiriĢ Konu ile ilgili alıģtırmayı öğrenciler ikili gruplar halinde yapmalı. 1. Basit tümce 2. Basit tümce 3. Reason Clause 4. That-Noun Clause 5. Relative Clause 6. Basit tümce 7. Basit tümce 8. Basit tümce 9. Basit tümce 10. Basit tümce Alıştırma - Yanıt Sunu A. [5] [f] B. [8] [b] C. [3] [i] D. [4] [c] E. [9] [d] F. [11] [a] G. [2] [i] H. [12] [h] I. [1] [e] J. [10] [d] K. [7] [b] L. [6] [g] Present Perfect Tense öğrenciler tarafından genelde PAST durum gösteren bir zaman olarak bilinmekte. Bu zamanın Türkçeye tam çevirisinin, örneğin I have been to Spain Ġspanya'da bulunmuģluğum var olduğunu, ancak bu çevirinin "çeviri kokacağı" için Ġspanya'da bulundum Ģeklinde Türkçeye aktarıldığını vurgulayın. 14

33 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları ĠĢleme Alıştırma 1 - Yanıt A. Eğer DÜNYA NÜFUSU BU HIZLA ARTMAYA DEVAM EDERSE, gezegen üzerinde yaģamı sürdürmek için geriye SONUÇTA YETERLĠ KAYNAK KALMAYACAK. 21. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, örneğin, arabalarımızı iģleten petrolün tümünü TÜKETMĠġ OLACAĞIZ. B. move... about bölümüne öğrencilerin dikkatini çekin. Geçen hafta bir gece EġĠM VE BEN SAKĠN SAKĠN EVDE OTURUYORDUK. O TELEVĠZYON SEYREDĠYORDU; bu arada BEN DE KĠTAP OKUYORDUM. Aniden GÜRÜLTÜLÜ BĠR PATLAMA DUYDUK. ÜST KATTA OTURAN YAġLI KADININ EġYALARIN YERLERĠNĠ DEĞĠġTĠRMEKTE OLDUĞUNU sandım. C. front gate, heavy footprint, out of place yapılarına öğrencilerin dikkatini çekin. Bir yaz akģamı her zamanki gibi tam saat yediye beģ kala, JONATHAN EVE DÖNDÜ.. BAHÇE KAPISINI AÇTIĞI zaman, DERHAL GARĠP BĠR ġey FARK ETTĠ. Çiçek tarhlarından birinde YERDE BELĠRGĠN BĠR AYAK ĠZĠ VARDI, JONATHAN TAM SÜTÇÜYÜ YA DA POSTACIYI SUÇLAYACAKTI ki ALT KATTAKĠ ÖN ODANIN DANTEL PERDELERĠNDEN BĠRĠNĠN YERĠNDE OLMADIĞINI fark etti. JONATHAN ASLA BĠR ġeyġ YERĠNDE BIRAKMAMAZLIK ETMEZDĠ./ JONATHAN HER ZAMAN HER ġeyġ YERLĠ YERĠNDE BIRAKIRDI. D. The race had hardly...; Another; him and his mechanic; had begun a campaign bölümlerine öğrencilerin dikkatini çekin Fransa Grand Prix'si bugün de tarihin en trajik araba yarıģlarından biri olarak hatırlanmaktadır. O günlerde yerel hükümet yetkilileri genelde yolları asfaltla kaplatmazlardı ve bu yüzden yol alırken ARABALAR TOZU DUMANA KATARDI, bu da arkadan gelen sürücülerin önlerini görmelerini hemen hemen olanaksız hale getirirdi. YARIġ HENÜZ BAġLAMIġTI ki KARġIYA GEÇMEKTE OLAN BĠR KADIN KENDĠSĠNĠ BĠR ARABANIN ÖNÜNDE BULUVERDĠ ve arabanın altında kaldı. Biraz sonra, BĠR SÜRÜCÜ BĠR ÇOCUĞA ÇARPMAMAK ĠÇĠN DĠREKSĠYON KIRINCA BĠR KALABALIĞA DALDI, ve üç kiģiyi öldürdü. Bir köpeğe çarpmamaya çalıģırken BĠR DĠĞERĠ BĠR DUVARA BĠNDĠRDĠ ve YARIġIN LĠDERLERĠ ĠLE BAġA BAġ GĠTMEKTE olan Madame du Gast BU SÜRÜCÜ ĠLE YARDIMCISINA YARDIM EDER(i)ken iki saat kaybetti. Geriye kalan sürücüler Bordeaux Ģehrine ulaģtıklarında, KAZA SAYISI DAHA DA ARTMIġTI ve yarıģı durdurtmak için GAZETELER BĠR KAMPANYA BAġLATMIġTI. Alıştırma 2 - Yanıt 1. were, 2. will become, 3. try / have tried / have been trying, 4. say, 5. are / will be, 6. found, 7. becomes / has become, 8. is, 9. believe, 10. have found, 11. have, 12. is, 13. have discovered, 14. stabilizes, 15. tested 15

34 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Üretme Bu bölümdeki tümcelerin çevirisi zaman alabilir. Bu yüzden, ev ödevi olarak kullanın. Alıştırma - Yanıt A Ashenden onunla tanıģtığında, kadın o düzensiz yaģamı sürmekteydi. artık çok genç değildi... o güzelim kaģların üzerinde tek bir kırıģ yoktu. B Hiçbir hayvan ya da bitki boģlukta yaģamaz. YaĢayan bir organizma çevresi ile sürekli madde değiģ tokuģunda bulunmaktadır. Bir ağaç kökleri yolu ile bu ve tuz emer ve yaprakları yolu ile su kaybedip karbon dioksit emer. Memeli bir canlı sindirim sisteminde su ve besin maddelerini, ciğerlerinde de oksijeni emer. Bu nedenler yaģam yaģayan organizma ile çevresi arasında aktif bir dengedir.... denge bozulur: sudan çıkan balık ölecektir. C... güneģ sistemi nesnelerin uzayda rastlantısal bir birliğidir...., güneģ, dünya ve gezegenleri ayıran mesafeler çok büyüktür. GüneĢten yaklaģık 93 milyon mil uzaktayız ve en uzak gezegen Pluto'nun bize uzaklığı üç buçuk milyar milden fazla.... güneģ ıģığı dünyaya olan yolu 8 dakikada, Pluto gezegenine 5 saatte, ama en yakın yıldıza 4 yılda kat eder.... bu nedenle güneģ sistemi büyük ölçüde bütünsel bir birimdir.... gezegenler ve dünya güneģin çevresinde yörüngelerde dönerler... tüm bu yörüngeler aģağı yukarı aynı düzlemde yer alırlar. GüneĢ, gezegenlerle aynı prensibe göre dönmektedir ve sistemin tümü tek bir birim olarak uzayda saatte yaklaģık kırk beģ bin millik bir hızla hareket etmektedir. Sınama D Kırsal yöreyi bir tür cennet gibi resmetmekteyim.... Kırsal yöre insanı Ģehir insanı ile aynı endiģeleri paylaģır,... - bu adadaki kırsal yöre insanı ile Ģehirli insan farklı ülkelerin insanları değildir; onlar ufak bir ülkede birbirine çok yakın olan komģulardır. AlıĢtırmada verilen metinlerden ikisinin ev ödevi olarak verilmesi zamandan kazanılmasını sağlayacaktır. Alıştırma - Yanıt A. Kirliliğe neden olan ne? Kimyasal atıklar Kirlilik ne Ģekilde ortaya çıkmakta? Sahil Ģeridi kahverengi renge sahip Aside bağlı kirlilik Ġngiltere'de, Humber körfezi boyunca yer alan titanyum dioksit imalatından bırakılan atıklar yerel sularda ciddi asitlenmeye neden olmakta, su canlılarını yok etmekte ve Cleethorpes kumsallarını asit ve demir ile kirletmekte. Ġngiltere'deki iki ana titanyum dioksit fabrikası, her ikisi de Humber 16

35 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları körfezinde yer alan Grimsby'deki BTP Tioxide ve Stallingborough'daki LaPorte Endüstri. Bu ikisi günde yaklaģık m 3 asitli madde boģaltmakta. Bunun bir sonucu olarak, körfezin Immingham'dan Cleethorpes'a kadar güney kıyısı boyunca uzun bir sahil Ģeridi bu boģaltmadan ötürü kızıl kahverengi bir renge sahip. B. Dr David Owen'ın ilgilendiği Cumbrian nükleer tesisinin özelliği ne? Sık sık nükleer kaza olması Hükümet neden uyarıda bulundu? Sızıntıdan ötürü bölgeden uzak durulması gerekmekte. Dr David Owen'ın talepleri neler? Tesisin araģtırılması ve atıkların azaltılması Atom santralının araģtırılması için çağrı Sosyal Demokrat Parti lideri Dr. David Owen tartıģmalı Cumbrian nükleer tesisinin bulunduğu Windsclase'de bir araģtırma yürütülmesi için baskı yapmakta. Bu bölgede 1950 yılından beri 300'den fazla kaza meydana geldi. Dr. Owen Mrs. Thatcher'a yazarak santral konusunda bir "bağımsız araģtırma komitesi" oluģturmasını talep etti. Bu santral, geçen hafta Hükümet insanları bölgedeki kumsallardan uzak durmaları için uyarınca, bir kez daha toplumun ilgi odağı haline geldi. Dr. Owen atıkların "hemen hemen sıfır" düzeyine indirilmesini istemekte ve bu kazaya yatkın santralın kendisi hakkında da bir soruģturma açılması konusunda bastırarak konuyu irdelemekte. C. Yazının temel amacı ne? Para sağlamak Yazıda yoksulluğa neden değinilmekte? Yoksulluk verilen tahripleri artırmakta. YeĢil bir dünya mı yoksa kuru bir çöl mü? Belki de seçim yapacak zaman hâlâ var. Milyonlarca yıldan beri Güneydoğu Asya, Güney Amerika ve Afrika'nın tropik yağmur ormanları dünyanın doğal laboratuarları, botanik ve hayvanat bahçeleri. Bugün, bu ormanları öylesine bir hızla yok ediyoruz ki 25 yıl içinde Malezya ve Endonezya nın geniģ ormanlarından geriye sadece parçacıklar kalacak. Verimsiz tropik toprakta geliģtikleri için, bu ormanlar yenilenemez. Ağaçlar yok olduğunda, birkaç yıl içinde toprak erozyonu baģlar, tüm bölge çölleģir. Dünyanın en büyük bitki ve hayvan hazinesini sonsuza değin yitirmiģ olacağız. Ve bu, dünyanın en yoksul bölgelerinde olmakta. Buralarda, yoksulluk neredeyse açlık sınırında. Bu belki de dünyanın en acil çevresel sorunu. Verilen tahrip cahillik, uzağı görememe ve sürekli artan talepten ötürü oluģmakta. Bizler yeterli ilgi gösterirsek ve duracaktır. Nasıl yardımcı olabilirsiniz. 1980'de WWF ve diğer uluslarası kuruluģlar Dünya Koruma Strateji'sini yayınladılar. Bu, dünyanın doğal kaynaklarını onlara zarar vermeden geliģtirmek için bir program. Hemen Dünya VahĢi YaĢam Fonu'na (WWF) katılın. Sizin sesinize ve mali desteğinize ihtiyacımız var. En yakın WWF bürosuna üyelik koģulları için baģvurun ya da katkınızı doğrudan aģağıdaki Dünya VahĢi YaĢam Vakfı adresine gönderin. Bu, hayatınızda yazacağınız en önemli mektup olacak. 17

36 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 6 Modal Verb GiriĢ 1. Günümüzde Ģehir merkezinde bir yaya bölgesi var. 2. Bu sene kaç tane Noel kartı gönderiyorsun? 3. Bu tankın kapasitesi ne? 4. Politika gibi konular hakkındaki bilgini nereden edindin? 5. ġiģman olmasına ĢaĢırmamalı. Yemekler arasında da yemekte ısrar ediyor. 6. Senin benim akrabam olduğunu fark etmedi. 7. PerĢembeden önce hazır olacak. 8. Ġnsanları elle iģaret etmek kabalıktır. 9. Oğlanlar zavallı kediye taģ atıyordu. 10. Dikkatli olmazsa sonu hapishane olacak. 11. Leonardo da Vinci kendi zamanındaki ve onu izleyen çağlardaki çeģitli sanatçılar üzerinde büyük etkiler yaptı. 12. Birbirimizi uzun zamandır görmemiģtik; bu nedenle beni tanıyamadı. 13. ÇalıĢma grubunda hafta sonu yer almak istiyor musun? 14. Ben Ģu kutuları bina içine taģıyana kadar kapıyı benim için açık tut(uver). 15. Hava tahmin raporuna göre ülkenin pek çok bölgesi düne nazaran daha soğuk olacak. 16. Yemeğe baģlamadan önce bir beģ dakika daha bekleyelim mi? 17. Bilim adamları depremleri önceden tahmin etmek için çeģitli yöntemler geliģtirdiler ama hepsi de baģarısız oldu. 18. Hayvan korkumdan ötürü bir hayvana sahip olmaktan sürekli kaçınmıģımdır icat ediliģinden beri, telefon teknik açıdan çok değiģti. 20. KıĢın bizi sık sık ziyaret ederler ve hediye getirmeleri çok nadir olur. 21. Sonunda önerileri lehinde davranmam için beni ikna etmeyi baģardılar. Alıştırma - Yanıt 1. Süper güçler onun Hint Okyanusu kıyısında bir deniz üssüne sahip olmaktan memnuniyet duyarlardı. 2. Gelecekte üretimdeki artıģın yüksek üretkenlikten gelmesi gerekecek 'lı yılların sonlarında Filipinler pirinçte kendi kendine yeterliğe ulaģmayı baģardı. 4. Bazı Afrika ülkelerinde, kiģi baģına düģen gıda üretimi 1970'lerde nüfus artıģının gerisinde kalmıģ olabilir. 5. Dolanmayı bırakıp uygun bir iģe baģvursam iyi ederim. 6. Farklılıklarımız olabilir 7. Ziyaretçiler zorunlu seyahat giderlerinin 100 sterline kadar olan bir bölümünü geri talep edebilirler. 8. Katilin nerede olduğunu ben ne bileyim! 9. Çıldırabilirdi 10. Bizimle birlikte yaģamayı tercih etmez miydin? 11. ġu anda ekonomi bir boğazdan geçiyor olabilir yıl tahtta kalmıģ güçlü bir kral olan Khufu'nun gömütünde çok daha fazla hazinesi olması gerekeceğini düģünebilirdik. 18

37 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Sunu ĠĢleme Akılda kalıcı olması açısından yardımcı yüklemleri öğrenci kitabının Özet bölümünde verilen düzende de sunabilirsiniz. AlıĢtırma'nın birinci tümcesindeki before sözcüğünü öğrenciler önce olarak aktarabilirler. AlıĢtırmanın bitiminde - yapılan çevirinin hatalı olduğunu farkeden öğrenci yoksa - buna dikkatlerini çekin ve sözcüğün "in front of" anlamını bulmalarına yardımcı olun. Bu kullanıma örnek olarak, The Strangler adlı tiyatro eserinde, oyuncuların seyircinin gözü önünde kostüm değiģtirmeleri Ģeklindeki modern yaklaģımı eleģtiren, geleneksel tiyatroyu savunan yaģlı aktörün seyircilere söylediği Ģu tümceyi verebilirsiniz: We used to change not before the audience but before the audience. Biz seyircinin önünde değil, seyirciden önce kostüm değiģtirirdik. Alıştırma - Yanıt Üretme 1. Hiç kimse Kraliçe'nin huzuruna çıkamaz. 2. Kimse binaya giremedi. 3. Rahatlıkla zengin bir iģadamıyla evlenebilirdi. 4. Edison bir deha olabilir, ama transistorlu radyoyu icat edemezdi. 5. Sorununu yanlıģ kiģiyle çözmeye çalıģmıģ olabilirsin... öncelikle bir avukatla konuģmalıydın. 6. Yeni öğrenci kaydetmiģ olmalılar. 7. Hikayenin gazetede yer alması gerekmez. 8. Hiç kurmam gerekmiyor. 9. Tom Clarke projede birlikte çalıģmak için uygun kiģi.... yeni fikirler sunacaktır. 10. Takımın kaptanı olarak ben seçilmeliydim, Tim değil. O, kendi hatalarını asla göremez. 11. Hangisini isterdin, sandalye mi tabure mi? Alıştırma Yanıt "INVENTIONS" "You can't change human nature" Ġnsan doğasını değiģtiremezsiniz. geneticists would regard it at least approximately true genetikçiler bunu kısmen doğru kabul ederler we can say that the indiscriminate scattering of radioactive substances into the atmosphere will increase slightly but significantly the number of genetically handicapped, and that the discouragement of marriage between close relatives will decrease that number. Radyoaktif maddelerin atmosfere rastgele saçılmasının genetik sakatlığı olanların sayısını az ama önemli bir biçimde artıracağını ve yakın akrabalar arasındaki evliliklerin azaltılmasının bu sayıyı düģüreceğini söyleyebiliriz. we can be fairly confident 19

38 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Az çok emin olabiliriz the present increase in intermarriage between human races must have resulted in changes in the genetic constitution of the population Ġnsan ırkları arasında günümüzde yaģanan evliklerdeki artıģın nüfusun genetik yapısında değiģikliklerle sonuçlanmıģ olması gerekir. we cannot at present say ġu anda söyleyemeyiz Sınama Alıştırma - Yanıt A. "NIGHT TERROR" Çoğu kez geceleri, genelde uykunun ilk iki-üç saati esnasında gerçekleģir. KiĢi aniden yattığı yerde doğrulur, anlaģılmaz Ģeyler söyler ve kalkıp çılgınca gezinebilir. Bir Ģeyden feci halde korkmuģ gibidir ve kalp atıģları ile solunumu iki katına çıkmıģ olabilir. Ancak, hiçbir görünür tehlike yoktur. Yakın zamanlara kadar bunun nedeni kabus olarak nitelendirilebilirdi. Ancak, günümüzde bunu bir ya da iki olgudan biri olarak tanımlamaktayız. Bunlardan biri bildiğimiz kabustur. Burada anlatılan ikincisi ise gece korkusu adını alır. B. "ASTEROIDS" Asteroitler, hatta küçükleri bile, dünyaya çarparlarsa yıkıcı olabilirler. YaklaĢık bir buçuk kilometre geniģliğindeki Büyük Kanyon'u yalnızca 45 metre çapındaki bir asteroit yaratmıģ olabilir. Uzmanların hesaplarına göre 150 metre çapında bir asteroit Dünya'ya çarpacak olsa, 45 kilometre çapındaki bir alandaki ağaçları yakabilir, 150 kilometrelik bir alandaki evleri yıkabilir ve göğe fırlatacağı tozdan ötürü dünya çapında iklim koģullarını uzunca bir süre değiģtirebilir. Yakın gelecekte bu tür felaketleri engellemek mümkün olabilir. Yakın bir zamanda, bir tarama sistemi uzaydaki nesnelerin parlaklıkları ve konumları konusunda bilgi sağlayabilir. Bu sistem bu gök cisimlerinin konumundaki değiģiklikleri gösterebilecek ve bir asteroitin dünyaya yaklaģıp yaklaģmadığını söyleyebilecektir. O zaman bir uzay aracı ile asteroite bir bomba gönderilecek ve bomba orada patlatılacaktır. Patlama asteroitin yörüngesinde ufak bir değiģikliğe neden olacaktır. Yine de, çok ufak bir değiģiklik asteroitin dünyayı ıskalamasına yeterli olacaktır. 20

39 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 7 Edilgen Yapılar GiriĢ 1. Tepelerde ya da adanın kıyılarında bir çok güzel yer olmalı. Bir haftayı bunun gibi bir yeri aramaya değer. 2. Bazı geliģmekte olan ülkelerde, kiģi baģına gıda üretimi geçen sene aslında nüfus artıģının ardında kalmıģ olabilir. 3. Endüstriyel yapıya iliģkin bu sorunları hemen çözmeliyiz. 4. Ona o kadar bağırman gerekmezdi. 5. Teyzemi istasyonda karģılamalıydık. 6. ÇeĢitli konularda farklılıklarımız olabilir, ama birbirimize güveniyoruz. 7. Acaba Ģu mobilyayı taģımama yardımcı olabilir misin? 8. Henüz sorunu çözemedik. 9. Küçük bir çocukken tırnaklarını yer miydin? 10. Bir apartman dairesinde yaģamayı tercih etmez miydin? Alıştırma - Yanıt ĠĢleme 3. The reasons are not known. / Nedenler bilinmiyor. 4. He is not considered a great boxer now. / Günümüzde o büyük bir boksör kabul ediliyor. 5. When will they complete the building? / Binayı ne zaman tamamlayacaklar. 6. We are being followed. / Takip ediliyoruz. 7. Can you excuse me from the committee? / Beni komiteden affedebilir misiniz? 8. Who was elected the president? / Kim baģkan seçildi? 9. Cheap computer hardware is produced in/by Taiwan. / Ucuz bilgisayar programları Taiwan'da üretilir. 10. Am I expected to say yes? / Evet demem mi bekleniyor? 11. The check-book could not be found anywhere. / Çek defteri hiçbir yerde bulunamadı. The check-book was nowhere to be found. / Çek defteri hiçbir yerde bulunamadı. AlıĢtırmayı öğrenciler ikili gruplar halinde yapmalı. Alıştırma - Yanıt Kaliforniya kıyısında, bir dağın tepesinde sanki ORTA ÇAĞDAN GETĠRĠLMĠġ VE BURAYA YERLEġTĠRĠLMĠġ gibi duran dev bir kale yer almaktadır. SAN SIMEON ADINDAKĠ BU KALE AMERĠKALI GAZETE SAHĠBĠ WILLIAM RANDOLPH HEARST ĠÇĠN ĠNġA EDĠLMĠġTĠ, AMA AVRUPA'DAN GETĠRĠLMĠġ, FARKLI TARĠHĠ DÖNEMLERDEN KALMA NESNELERLE DÖġENDĠ. 21

40 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Kaleyi inģa etmek otuz yıl sürdü ve o zaman bile TAM OLARAK BĠTĠRĠLMEMĠġTĠ. Bu süre boyunca, ĠNġA YERĠNDE YÜZDEN FAZLA ĠġÇĠ SÜREKLĠ OLARAK ÇALIġTIRILMAKTAYDI VE MĠMAR JULIA MORGAN SÜREKLĠ PLANLARI DEĞĠġTĠRMEK ZORUNDA KALDI: Hearst'ün her fikrini değiģtiriģinde. ODALAR VE KATLAR ĠNġA EDĠLMEKTE, AMA SONRA YIKILIP YENĠDEN YAPILMAK ZORUNDAYDI. Kaleyi dekore etmek için TÜM AVRUPA'YA SANAT ESERLERĠ BULMAK ÜZERE TEMSĠLCĠLER GÖNDERĠLDĠ. ESKĠ TAVANLAR VE ġömġneler, MOBĠLYALAR, RESĠMLER VE HEYKELLER SATIN ALINDI VE AMERĠKA'YA TAġINDI. ÇOK BÜYÜK SAYIDA NESNE GETĠRĠLDĠ AMA BUNLARIN ÇOĞU KULLANILAMADI VE DEPOLARA YERLEġTĠRĠLDĠ; hatta bazıları ambalajından bile çıkarılmadı. HEARST'ÜN YAġAMI ORSON WELLES'ĠN FĠLMĠ YURTTAŞ KANE ĠÇĠN TEMEL OLARAK KULLANILDI. Hearst'ü simgeleyen Kane San Simeon gibi fantastik bir kale inģa etmekteydi, ama filmde bu kale, Coleridge'in ünlü Ģiirindeki rüya beldesinin isminden esinlenilen isim ile, XANADU OLARAK ANILMAKTAYDI. Hearst'ün ölümünden çok önceleri, SAN SIMEON BĠR TURĠSTĠK YERE DÖNÜġTÜRÜLMÜġTÜ VE DEPOLARDA DOKUNULMADAN DURAN MALLAR TEKER TEKER SATILMAKTAYDI. KALE AMERĠKAN HALKINA DEVREDĠLMĠġTĠ VE SONUNDA ĠÇĠNDEKĠLER DE ONLARA VERĠLECEK. Ne yazık ki, bunlar fazla değerli değil. HEARST'ÜN TEMSĠLCĠLERĠ, kendilerine gerçek sanat eserleri yerine ucuz taklitler satan SANAT ESERĠ SATICILARI TARAFINDAN ALDATILMIġTI. Üretme Ev ödevi olarak verebilirsiniz. Alıştırma - Yanıt "INVENTIONS" Old inventions are not necessarily eliminated by new inventions. Eski buluģların yerine hep yeni buluģların geçmesi de gerekmez. The older inventions may be replaced, but they seldom become truly obsolete because new roles are often created for them. Eski buluģların yerine yerileri geçebilir, ama bu buluģlar nadiren tamamen saf dıģı kalırlar; zira, onlar için yeni roller yaratılır. Each of these inventions was expected to replace existing technology. Bu buluģlardan her birinin mevcut teknolojinin yerine geçmesi bekleniyordu. For example, when the telephone was introduced in the late nineteenth century, it was thought that letters would become obsolete. Örneğin, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında telefon kullanıma sunulduğunda mektupların gereksiz hale geleceği düģünülmüģtü. We can only imagine what may be invented during the years to come. Gelecek yıllarda nelerin icat edileceğini sadece hayal edebiliriz. 22

41 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Equipment could be designed that would change our entire perspective on communication. ĠletiĢim hakkındaki tüm bakıģ açımızı değiģtirebilecek gereçler tasarlanabilir. Yet, one thing is certain. Ancak, kesin olan bir Ģey var. Older inventions, like the book, the newspaper, the telephone, or the television, will not be eliminated although their roles may be changed greatly. Kitap, gazete, telefon ya da televizyon gibi eski buluģlar, rolleri büyük ölçüde değiģtirilebilse bile, bir kenara bırakılmayacak. Sınama Alıştırma - Yanıt Bilgisayarın tarihçesi: 1) Birinci nesil bilgisayarlar. Özellikleri: Elektromekanik; yavaģ ve büyük 2) Ġkinci nesil bilgisayarlar. Özellikleri: Transistorlu 3) Üçüncü nesil bilgisayarlar. Özellikleri: Yongalı 4) Dördüncü nesil bilgisayarlar. Özellikleri: Silikon yongalı 1944 senesinde ilk genel amaçlı bilgisayar olan Mark I iģleme konuldu. Ġlk bilgisayar elektromekanikti; yavaģtı ve çok büyüktü. Aslında, ilk bilgisayarların hepsi de o kadar büyüktü ki onları barındırmak için birkaç kat gerekiyordu. Ellili yılların sonlarına gelindiğinde bilgisayar transistor kullanacak Ģekilde planlanıyordu. Transistorlar bilgisayarları daha küçük, daha az pahalı ve daha güvenilir hale getirdi. Bugün bunlar ikinci nesil bilgisayar olarak bilinmektedir. Üçüncü nesil bilgisayarlar, hafızayı depolamak için "yonga"lar kullandılar, ama bilgisayarların gerçekten küçük ve kolay bulunur hale gelmesi silikon yongalar yapılana kadar gerçekleģemedi. Silikon yonga taģıyan bilgisayarlar dördüncü nesil bilgisayar olarak tanınır. Bugün yaģamımızın her yönü bilgisayar tarafından etkilenmekte. Telefon aramalarımız bilgisayarlar tarafından yönlendiriliyor, arabalarımız bilgisayarlar tarafından tasarlanıyor, banka hesabımız bilgisayarlar tarafından hesaplanıyor, ve çocuklarımız bilgisayarlar tarafından eğitiliyor. Bu iģlevlerin tümü dördüncü nesil bilgisayarlar tarafından sergilenmekte. Bugün, yapay zekaya sahip beģinci nesil bilgisayarlar geliģtiriliyor ve kusursuzlaģtırılıyor. BeĢinci neslin yaģamlarımızı nasıl etkileyeceğini bekleyip görmemiz gerekecek. 23

42 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları GiriĢ Konu 8 Basit BileĢik Tümce Bu konuda önemli nokta, öğrencilerin devrik yapının kullanımına dikkat etmeleri. Bunun dıģında, konu üzerinde fazla vakit harcamak gereksiz olabilir. 1. Kuveyt hükümet yetkilileri, bu Körfez ülkesinin BP'deki payını 3 milyar sterline indirmesi için verilen sürenin uzatılması için Ġngiltere Ticaret Bakanlığı'na baģvuruda bulundular. Londralı avukatlarına göre, petrol devindeki ortaklık paylarını 12 ay içinde yüzde 21.6'dan 9.9'a indirmelerinin söylenmesinin ardından, Kuveytliler indirim süresinin en az beģ yıla uzatılmasını istediler. 2. Hem ulusal hem de yerel radyo ve televizyon istasyonları daha esnek bir düzenleme rejimine bağlı olacaklar ve çok çeģitli türden malzemenin yayınını yapmak zorunda kalmayacaklar. 3. Son zamanlarda, iletiģim endüstrisi yeni teknolojik geliģmeler tarafından kökten değiģtirildi. Örneğin, telefon ve telgrafı ele alalım. Kablo sistemlerinin kapasitesi sınırlıydı ve parazit çoğu kez sorunlara neden olmaktaydı. Bugün, tel kablolar hâlâ kullanılmaktaysa da telin yerini dünyanın pek çok bölgesinde cam lif gibi diğer malzemeler aldı. 4. Lazer teknolojik bir devrim yaratmakta. Günümüzde lazer pek çok alanda kullanılmakta. Yakın gelecekte çeģitli tıbbi teģhis türlerinde kullanılabilirler. Alıştırma - Yanıt ĠĢleme 1.c Yerçekimi hem nesnelerin düģmesine neden olur, hem de hızlarını artırır. 2.d Keçiler hem et hem de yün verdikleri için pek çok ülkede değerli kabul edilirler. 3.a BaĢ dönmesi oksijen yetersizliğinden ya da kan kaybından kaynaklanabilir. 4.c Hem kutup ayıları hem de foklar çok soğuk hava koģullarına katlanabilirler. 5.b Sivrisinekler küçük ama zararlı böceklerdir. 6.c Resimleri ne izlenimciliğin niteliklerini ne de kendisinin iç yaģantısını yansıtmaktalar. 7.c Polisle konuģmayı reddettiği gibi hiç bir türden tavsiyeyi de kabul etmiyor. Alıştırma - Yanıt 1. Hem partiye geç geldiler, hem de kaba sözleriyle ev sahibesini tedirgin ettiler. 2. BM Güvenlik Konseyi üyeleri herhangi bir önleyici önlem almak konusunda isteksiz oldukları gibi, bu ülkeye karģı bir askeri harekata da taraftar değiller. 3. Gerçek Ģu ki ekonomik durum ne bir gelecek vaat etmekte ne de insanı tamamen umutsuzluğa sürükleyecek gibi. Bekleyip görmemiz gerekecek. 24

43 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Üretme Alıştırma - Yanıt Evimiz bir döküntüydü. Annemle ben buğday öğütüyorduk ve babam da bahçeyi kazıyordu. Üçümüz de çok meģgulmüģ gibi yapıyorduk ama her birimizin ara sıra yola bir bakıģ attığını biliyordum. Otobüs geç kalacak diye endiģeleniyordum. O zaman hem para kaybederdik hem de babam bütün gece huzursuz olurdu. Son üç yıldır hep böyle olmuģtu. O zamanlar okulu bitirmiģ ve iki yakalarını bir araya getirmelerine yardımcı olabilmek için ailemle kalmaya karar vermiģtim, ama doğru Ģeyi yapıp yapmadığımı merak etmeye baģlıyordum. Zaman geçtikçe babamın huzursuzluğunun artmakta olduğunu hissedebiliyordum. Son on beģ dakikadır aynı noktayı kazmaktaydı ve monoton kazıģının hızlanmakta gibiydi. Ancak, ne kafasını kaldırdı ne de tek bir sözcük söyledi. Ya yaptığı iģe çok fazla dalmıģtı - ve ben onun asla bir konuya bu kadar uzun süre dalmadığını biliyordum - ya da bizim ona endiģeli bakıģlarımızı yakalamak istemiyordu. Sınama Alıştırma - Yanıt Bir Amerikan üniversitesinde, öğrencilerin belirtilen saatte derste olmaları beklenir. Bunun aksine, Brezilya'da ne öğretmen ne de öğrenciler her seferinde saptanan saatte gelmezler. Brezilya'daki sınıfta öğle olduğunda sadece birkaç öğrenci sınıfı terk etti; pek çoğu dersi tartıģmak ve daha fazla soru sormak için sonrasına kadar kaldılar. Brezilya'da geç gelmek çok önemli olmasa da, geç saatlere kadar kalmak da önemli değil. 25

44 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 9 Relative Clause GiriĢ 1. Ben onun fikirlerine değil onları sunuģ Ģekline karģıyım. 2. Ne otelde kaldık ne de hediyelere para harcadık. 3. Ekonomik çöküntü sadece dostlarımız için değil rakiplerimiz için de bir darbe olacak. 4. Ne onu hatasından ötürü affettik ne de o kendisini suçluluk duygusundan sıyırabildi. 5. Gidip onu görmeli miyiz yoksa burada onu beklemek daha iyi mi olur, bilemiyoruz. 6. Ben yemeğin parasını öderim, sen de taksininkini, ya da belki de ben ikisini de öderim. 7. ĠĢini geç saatte bitirmiģ ve hâlâ yolda olamaz mı yani? 8. Ya bu piyano çok büyük ya da bu oda çok dar. 9. Bu yeni fotokopi makinesi hem kopyalama sürecini hızlandıracak hem de kopyaların kalitesini artıracak. 10. Suçlamaları ne reddettik ne de onayladık. Alıştırma - Yanıt 1. (WHO) KızkardeĢimin sevdiği delikanlı oldukça arkadaģ canlısı. 2. WHO AIDS'lilerin sayısı artmakta. 3. WHICH ġehrin yaklaģık üçte birini yok eden Büyük Londra Yangını 1666 senesinde oldu. 4. WHICH BaĢkan bugün yok; bu da demektir ki, toplantıyı erteleyebiliriz. 5. WHO Son gülen iyi güler. 6. WHICH KumaĢı tutturmakta kullandığı kilitli iğne kaybolmuģa benzer. 7. (WHICH), WHICH Bir okuma malzemesinin taģıdığı zorluk derecesinin ona eklenen okuma görevinde yattığını söylemek doğru olur. 8. WHICH Son saniyede maçı kaybettim; bu (da) benim atılmamı kesinleģtirdi. 9. WHICH Tepesinden koca bir floseran lamba sarkan fotokopi makinesi, lamba üzerine düģünce bozuldu. 10. WHICH Peter'ın iki çirkin köpeği var; ikisi de asil bir tür. 11. WHICH, WHICH GeliĢmekte olan ülkeler genelde yurttaģlarının temel haklarını koruyabilecek yargı kurumlarından yoksun oldukları için, bu ülkelerde basın Üçüncü Dünya'nın geliģmesini sık sık geciktiren aģırılıklara dikkatleri çekme ve bunları denetlemeye yardımcı olmakta özellikle yararlıdır. 12. WHEN Bir zamanlar Macar polo takımı korkusuz bir güçtü. 13. WHO Bir iģ sahibi olmadan okulu bitiren bu yaģ grubundakilerin bir Meslek Edindirme Merkezi'ne ya da gençlik eğitim planının bir parçası olan ĠĢ Merkezi'ne kayıt olmaları gerekmekte. 14. (WHICH) Ġlk yaptığı resimler yok pahasına satıldı. 15. WHICH, (WHICH) Ġnsanlar çok önemli addettikleri Ģeyleri kendilerine sunan her türlü ideolojiye açıktır. 26

45 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Sunu ĠĢleme Relative Clause yapıların ele alındığı bu konuyu iģlerken kesinlikle aceleci olmayın, zira çeviride öğrencilerin karģısına en çok çıkacak yapılardan biri Relative Clause yapıdır. Özellikle vurgulamanız gereken noktalar: 1. Tümcedeki that, gerund ve past participle yapılara her zaman dikkat etmeleri gerekir *. 2. Relative Clause yapılarda çeviri yapılırken, clause taģıyan bölümde sondan baģa doğru gidilir: the man who invited us bizi davet eden adam Alıştırma - Yanıt Tümcelerde yüklemler koyu, relative clause oluģturan yapılar ise yatık yazı ile belirtildi. 1. The personnel manager to whom any complaints should be addressed is rarely in his office. Her türden şikayetin iletilmesi gereken personel müdürü nadiren bürosunda. 2. The uprising in Yemen against a military system that has made both sides the poorest, most mismanaged parts on earth continues. Yemen'de, her iki tarafı da dünyanın en yoksul, en kötü yönetilen yerleri haline getiren askeri yönetime karşı ayaklanma sürüyor. 3. All the minor mistakes overlooked were actually of vital importance. Gözden kaçan ufak hataların tümü de çok önemliydi. 4. The most serious problem (that) the government is facing is lack of foreign currency. Hükümetin karşı karşıya kaldığı en ciddi sorun döviz yokluğu. 5. Putting an end to hunger in various parts of the world is a challenge to the world's economic system, requiring complementary national and international measures. Dünyanın çeşitli yerlerindeki açlığa bir son vermek, destekleyici ulusal ve uluslararası önlemler gerektiren, dünyanın ekonomik sistemine bir meydan okuma. 6. Those most influenced by the water cut were the ones living above the second floor. Su kesintisinden en çok etkilenenler ikinci kat seviyesinin üzerinde oturanlardı. 7. The diamond ring advertised on TV has been stolen. Televizyonda reklamı çıkan elmas yüzük çalındı. 8. They stole antique items, most of which turned out to be cheap reproductions. Çaldıkları antikaların çoğun ucuz taklit çıktı. 9. Our plane is likely to be several hours late, in which case there is no point in waiting here. Uçağımız muhtemelen birkaç saat rötarlı; bu durumda burada beklememizde bir anlam yok. * Bu nitelik Genel Çeviri 2 kitabında çok ayrıntılı olarak iģlenmekte. 27

46 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Üretme AlıĢtırmayı ev ödevi olarak verebilirsiniz. Alıştırma - Yanıt Mont Pelée ile Etna arasındaki farklılıklar neler? İkisi ayrı tür yanardağ Sürekli bir tehlike olmasına karģın, insanlar neden hâlâ Etna çevresinde yaģamayı sürdürüyorlar? Püskürme sonrası oluşan toprak zamanla tarım için çok yararlı. Aktif bir yanardağın eteklerinde yaģayanlar, sahip oldukları her Ģeyin, evlerinin ve özenle ektikleri ürünlerin patlama sonrasında dağın kenarından aģağı akan lav tarafından her an silinip süpürülebileceğini bilirler. Sicilya'nın temel turizm merkezlerinden sayılan Etna Dağı 1971'de faaliyete geçtiğinde, izlemeye gelenlerden pek azı * evleri ve alanları tehdit altında olan çiftçilerin hissettiklerini anlayabilmekteydiler. Avrupa'daki en süreli aktif yanardağlardan biri olarak kabul edilen Etna bu yüzyıl içinde iki kere daha faaliyete geçmiģti. Bu ikisinin en zarar vereni olan 1928 patlaması geniģ bir ekili alanı ve küçük bir köyü yutmuģtu. Aynı Ģeyin yeniden olabileceğinin farkında olmaları gereken ve evleri sürekli tehdit altında olan çiftçiler yine de yanardağın kendilerini rahat bırakacağını ummaktaydılar. En tehlikeli yanardağ türü, patlayan türdür; bunlardan biri, 1902'de faaliyete geçerek çoğu zehirlenmeden olmak üzere St. Pierre halkının biri dıģında tümünü öldüren, Martinik adasındaki Mont Pelée'dir. Tek hayatta kalan, hücresi çok kötü havalandırıldığı için zehirli gazlar kendisine ulaģamayan, kasaba hapishanesindeki bir mahkumdu. Bugünlerde, bir patlamanın iģaretlerini verebilecek ısı değiģiklikleri konusunda insanları uyarmak amacı ile bu tür yanardağların çevresindeki meskun bölgelere yaklaģmakta olan bir patlamanın iģaretlerini okuyabilen gereçler kullanılmakta. "AkıĢkan" adı verilen daha az tehlikeli bir yanardağ türü olan Etna çevresinde, hiç patlama eğilimi göstermediği için, hiçbir gereç yoktu. GeçmiĢte onca zarar vermiģ olan lav sonuçta tarım için iyi toprak oluģturduğu için yanardağın yakınında yaģayanlar riske girmeyi sürdürmeye hazırlıklıydılar. Havaya sürekli lav parçaları fırlatan yanardağ Nisan 1971'de aniden sessizleģerek gelmekte olan bir patlamanın iģaretini verdi. Çıkacak yer bulmaya çalıģan erimiģ lav ekili alanların yalnızca üç mil ötesinde, dağdaki bir yarıktan kendisine yol açtı. Lav akıntısı ağır ağır dağdan aģağı akarken, ekinleri tehdit altında olan çiftçilerin sabırla seyretmekten baģka yapabilecek bir Ģeyleri yoktu. ġimdi lav altında gömülü bulunan, üzerinde çalıģmıģ oldukları toprak elli yıl boyunca tarıma uygun olmayacak. * Bu aģamada few ve a few, little ve a little arasındaki farkı vurgulayabilirsiniz. 28

47 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Sınama Alıştırma - Yanıt Ġçinde relative clause bulunan tümceler Türkçeye aktarıldı. There is no doubt that a longing for a return to naturalism is often felt by a public not conscious of the artist's problem. Hiç kuģkusuz, natüralizme dönüģe duyulan özlem sanatçının sorunlarının farkında olmayan bir toplum tarafından çoğu kez hissedilmekte. One, numerically the larger, thinks of the painter as the provider of a commodity that it is seeking; and what this public seeks is a confirmation of its won world, of its bourgeois values. Bunlardan biri, ve sayı olarak da daha geniģ olanı, ressamı, kendisinin peģinde olduğu bir metayı temin eden kiģi olarak görmektedir. The other and smaller public realizes that the great artist, the artist who in the end is going to give it most satisfaction, is looking beyond the present, trying to find a stepping-stone into the uncertain future. Daha küçük olan diğer toplum büyük sanatçının, sonuçta en fazla tatmini sağlayacak olan sanatçının bugünün ötesine bakmakta, belirsiz geleceğe doğru bir atlama taģı aramakta olduğunu bilir. But it can be nothing to the disaster to be experienced by those people who one day will find that their world of conventional values has disappeared, and that they are left in a maddening chaos. Fakat geleneksel dünya değerlerinin kaybolduğunu ve çılgınca bir kaos içinde kaldıklarını bir gün fark ediverecek insanlarca yaģanacak felakete nazaran, bu hiçbir Ģeydir. Reality is not the four walls of the room we are sitting in, or the trees and men we see out of our window; it is a mental construction, a stability of vision, and the next phase of human development may find such stability in an art that is anti-organic, absolute, and ideal. Gerçeklik, içinde oturduğumuz odanın dört duvarı ya da pencereden gördüğümüz ağaçlar ve insanlar değildir; gerçeklik zihinsel bir oluģum, görüntünün sabitleģmesidir, ve de insan geliģmesinin bir sonraki safhası anti-organik, saf ve ideal bir sanatta bu türden bir sabitlik bulabilir. 29

48 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları GiriĢ Konu 10 Noun Clause Öğrencilerden bu konuya ait alıģtırmayı ikili gruplarda yapmalarını isteyin. Alıştırma 1. Her din, insanların kendi doğalarını ve davranıģlarını anlamalarına yardımcı olan temel fikirleri öğretmeye çalıģır. 2. Ganj, kuzey Hindistan'dan geçen bir nehirdir. 3. Ganj, suları Hintliler için kutsal olan bir nehirdir. 4. Bazıları yaklaģık yüz bin yıl önce var olmuģ olan antik uygarlıklara iliģkin bilgimiz oldukça sınırlı. 5. Belgelerin en eski devirlere uzandığı Mısır'da bile, M.Ö. 1600'den önceki tarih hakkında sadece belli belirsiz fikirlere sahibiz 'lü yılların baģlarında Moses B. Cotsworth Mısırlar tarafından bir güneģ takvimi olarak kullanılmıģ olması muhtemel olan Büyük Piramit'i ziyaret etti. 7. Ġlk Avrupalılar Paskalya Adası'na, üç Hollanda gemisinin adaya Paskalya Pazar günü vardıkları 1722 yılında geldiler. 8. Adalıların, çoğu kazı yerinden millerce uzakta olan heykelleri nasıl taģıdıklarını hiç kimse tam olarak bilmemekte. 9. Volkanların oluģturduğu adalardan biri. 10. Stonehedge'i en son inģa edenler, belli ki, zengin, güçlü ve ticarete eğilimli insanlar olan Wessex'lerdi TOLD/SAID TO TO TURN THAT HAD BROKEN THAT THAT LEARNINIG WHERE/HOW WHERE/HOW WHAT IT atılacak WOULD TELL ME WHETHER US THEY HAD MISSED WORK IS TO YOUR TO SHOULD STOP SMOKING PLAYING/TO PLAY TENNIS TO PLAY/PLAYING STUDYING IT atılacak 30

49 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları MISTAKING REBUILT TO LET STEAL SURFACED CONFESS Sunu ĠĢleme Özellikle Ettirgen yapılar üzerinde durun. Ettirgen bir yapı taģıyan tümcede öğrencilerin bu yapıyı anında algılamaları her zaman mümkün olmamakta. Metin öğrencilerin hoģuna gidecek türden bir hikaye içerdiği için, yazılı çeviri yaptırarak sıkıcı bir hava yaratmak yerine öğrencilerin tümünün katıldığı sözlü bir çeviri daha zevkli olabilir. Alıştırma - Yanıt Henri'nin Ġngiltere'ye geleceğini ve hangi gün geleceğini biliyorduk, ama nasıl geleceğini bilmiyorduk. Aslında bize yazıp tüm ayrıntıları anlatmıģtı, ama mektup elimize hiç geçmedi. TaĢınmıĢtık ve Henri'nin bundan haberi yoktu. Onu anlatmayı unutmuģtuk. Bizim hatamız. Biz de planlarımızı yaptık. Olsa olsa Heathrow ya da Gatwick Havaalanı veya Victoria Ġstasyonu. GeliĢinin Cuma gecesi olacağını ve öğleden sonra 6'dan daha önce gelemeyeceğini hesapladık. Willie'yle ben tarifeleri incelemekle bir saat geçirdik. Ben Heathrow'a gidecektim, Willie'de Victoria'ya. Gatwick güneye doğru trenle 40 dakika uzaklıkta ve Gatwick'te inenler Londra'ya Victoria Ġstasyonu'na gelirler. Aynısı tren-gemitren yolunu seçenler için de geçerli. Yaptığımız düzenlemeye göre, ikimizden biri Henri ile karģılaģırsa onu Piccadily'deki White Bear isimli yere götürecek ve kapanma saati olan 11'e kadar bekleyecekti. Fransız dostumuzun parkta uyumasına gönlümüz razı olmazdı. White Bear Henri'nin en sevdiği yerdi. Yola koyulduk; Willie metroyla, ben de otobüsle Hava Terminali'ne, oradan da havaalanı otobüsüne. Benim yolum daha uzundu ama Willie'nin de iģi daha zordu. Birden fazla peronu gözlemek zorundaydı. Ve Willie'nin sonradan anlattığına göre iģi gerçekten de zordu. Pek çok farklı yönden gelen pek çok tren vardı ve Willie bu arada gözlüklerini kırdı, az kalsın ayakkabısının tekini yitiriyordu, üç hamalla tartıģtı, ufak tefek bir Yugoslavın üstüne çıktı, yaklaģık on mil koģtu ve otuz yedi sigara içti ("KoĢarken sigara içmemelisin" dedim). Ve de Victoria Ġstasyonu Cuma gecesini geçirmek için dünyadaki en güzel yer sayılmaz. Heathrow önceleri pek fena değildi. Havaalanları ilginç yerler. Ġnsanlar trenle seyahat için her tür eski giysilerini giyerler, ama hava yolculuğu için en Ģık, en çarpıcı giysilerini giyerler. Bir de normalde satın almayı akıllarından bile geçirmeyecekleri onca dergi. Ama her Ģeyin bir sınırı var ve ben yorulmuģ, sıkılmıģ, acıkmıģ ve bezmiģtim. Saat 10'da havaalanından ayrıldım. Vardığımda Henri mutlu bir biçimde üçüncü birasını bitirmekteydi. Saat çok geç olmuģtu ve ne ben ne de benden beģ dakika sonra bitkin halde içeri dalan 31

50 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Willie içki alamadık. Henri bizi gördüğüne memnun olduğunu ve bize içki ısmarlayamadığına üzüldüğünü söyledi. Birkaç gün bizde kalıp kalamayacağını sordu. Onu gördüğümüze çok sevindiğimizi ve onu ağırlamaktan çok memnun kalacağımızı söyledik. Henri arabayla gelmiģti. Üretme-Sınama Ġngilizce açısından, ĠĢleme bölümündeki metne oranla daha zor olan bu metni ev ödevi olarak verebilirsiniz. Alıştırma - Yanıt Uluslararası spor olaylarını düzenleyen profesyonel yöneticilerin sportmenliğin geçmiģte kaldığından Ģikayet etmeleri ve spor konusunda yanlıģ giden her Ģeyi profesyonelliğin geliģmesine bağlamaları gelenek olmuģtur. Ġddialarına göre, modern Olimpiyat Oyunları baģladığında atletler yarıģmanın kendileri için yeterli ödül olduğuna inanmaktaydı. Bu yöneticiler, bugün bazı atletlerin koģmayı iģ olarak görmeleri ve yaptıkları iģ karģılığında ücret beklemeleri karģısında dehģete düģmekteler. Gerçek Ģu ki, bu türden yüksek idealler her zaman bir düģtü ve gerçekle hiçbir zaman fazla bir bağlantıları olmadı ve 1904 Olimpiyat Oyunları iģ dünyasıyla bağlantılıydı çünkü uluslararası ticaret fuarlarının yan aktivitesi olarak düzenlenmiģlerdi. Atletlerin kuralları çiğnemekten ötürü diskalifiye edilmeleri sık görülen bir durumdu ve bir keresinde Olimpiyat futbol finalinde kaybetmekte olan takım sahadan çekilmiģ oyuna devam etmeyi reddetmiģti. Ġdealistler ne derlerse desinler, halk için önemli olanın baģarı olduğu ortada. Olimpiyat Oyunları'nı düzenleyenler bile bunu kabul etmekteler. Birinci gelen altın madalya kazanır ama dördüncü gelen hiçbir Ģey almaz. Yöneticilerin göz ardı ettikleri nokta, Olimpiyat Ģampiyonu olmak isteyen bir kiģinin boģ zamanının olmaması ve muhtemelen akademik çalıģmalarını bırakması gerektiğidir. Atletlerin bazı elle tutulur ödüller istemeleri ĢaĢırtıcı değil. Sporun gitgide daha az eğlendirici hale gelmesi, amatörlük sorunundan daha önemli. Bunun nedeni bir takımın rakibinin direncini saldırıp skor kaydetmektense savunmaya yönelik taktiklerle kırmasının daha kolay olması. Uluslararası maçlarda prestij o kadar önemli ki önem taģıyan tek konu yenilmekten kaçınmak. Ġnsanların doldurmak için daha fazla boģ vakitleri olacağı için gelecekte sporun eğlenme amacı ile daha gerekli hale geleceği gerçeği karģısında, yöneticilerin amatörlüğü tamamen bir kenara atmaları ve dikkatlerini yarıģ standartlarını ve hem oyuncular hem de seyirciler için olanakları geliģtirmeye vermeleri daha iyi olacaktır. 32

51 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 11 Comparison Clause GiriĢ Bu konudaki yapıların çoğu öğrenciler tarafından zaten bilindiği için, çok fazla zaman harcamak gereksiz olabilir. Yalnızca, The + comparative, the + comparative üzerinde ayrıntılı durabilirsiniz. 1. Kurt Vonnegut sevginin onu bulduğunuz yerde olduğunu yazmıģtı. Onu etrafta aramak aptallık olurdu. 2. Birinci yüzyılda Romalı bir yazar, sona ermiģ bir dostluğun aslında hiç baģlamamıģ olduğu yorumunu yapmıģtı. 3. Bir nükleer savaģın insanlığın geleceği için eģsiz bir tehlike oluģturacağını herkes bilmekte. 4. Tecrübe insana olanlar değildir: Tecrübe, size olanlara karģı ne yaptığınızdır. 5. Onca ağır yükü kaldırabilmesi inanılır gibi değil 6. Gerçeği söyleyip söylemediği bilinmiyor. 7. Sonunda, atom enerjisinin iyilik için mi yoksa kötülük için mi kullanılması gerektiğine insanlığın karar vereceği sonucuna vardık. 8. Onu kimin öldürdüğü o kadar önemli değil. 9. Uzmanlar, ülkenin bu bölgesinde artmayı ne kadar sürdüreceğini bilmek istiyorlar. 10. ĠĢgal güçlerinin çekilmiģ olması hükümetimizin ekonomik denetimini etkilememiģtir. Alıştırma - Yanıt ĠĢleme Bu bölümdeki tümcelerin çevirileri Sunu bölümünde örnek çeviriler olarak verilmekte. Alıştırma - Yanıt The number of disabled people in India alone is probably more than double the population of Canada. Yalnızca Hindistan'daki sakat sayısı muhtemelen Kanada nüfusunun iki katı. as we get older, many of us will become less mobile, hard of hearing or have failing eyes. yıllar geçtikçe pek çoğumuzun hareketliliği azalır, kulakları ya da gözleri zayıflar. Many others become disabled as they get older. Diğer birçok insan yaģı ilerledikçe sakat hale gelir. The longer time goes on, the worse they become. Zaman geçtikçe daha da kötüleģirler. 33

52 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları prejudice can be even more formidable and harder to break down and ignorance inevitably represents by far the greatest barrier of all. önyargı çok daha kötü ve yıkılması zor olabilir; bilgisizlik Ģu ana kadar kaçınılmaz bir biçimde en büyük engel. Üretme Alıştırma - Yanıt They are more interesting than lions and tigers because they are livelier and perform tricks, Aslan ve kaplanlardan daha ilginçtirler; daha canlıdırlar ve hareketler sergilerler. they are more willing to cooperate with the trainer than other mammals in captivity, Esaret altındaki diğer hayvanlara oranla, eğitici ile iģbirliği yapmaya daha isteklidirler. Dolphins are regarded as the friendliest creatures in the sea Yunuslar denizdeki en dost canlısı yaratıklar olarak kabul edilirler. We now have more reliable evidence of their usefulness than sailors' tales. Günümüzde, onların yararları konusunda denizci hikayelerinde olduğundan daha güvenilir kanıtlara sahibiz. The more we learn about dolphins, the more we realise that they are better organised and their society is more complex than people previously imagined. Yunuslar hakkındaki bilgimiz arttıkça, önceleri insanların düģündüğünden daha iyi organize olduklarını ve toplumlarının daha karmaģık olduğunu fark ederiz. They look after other dolphins when they are ill, care for pregnant mothers and protect the weakest in the community, Hastalanan diğer yunuslara bakarlar, hamile olanlarla ilgilenirler ve toplumdaki en zayıf olanları korurlar. it is much more probable that they communicate with each other without needing "words". Birbirleri ile "sözcük"lere gereksinim duymadan haberleģtikleri daha olası. They have an echo-location system which is similar to a bat's and much more sensitive than our hearing, so the most important task of a dolphin's brain is to transmit and receive sound. Yarasanınkine benzeyen ve bizim duyma duyumuzdan daha duyarlı olan bir yankı saptama sistemleri vardır; bu nedenle, bir yunusun beyninin en önemli görevi sesleri göndermek ve almaktır. Whales, especially the smaller types, like the killer whale, are probably as intelligent as dolphins and some scientists claim that they are the most intelligent species in the world, apart from man. Balinalar, özellikle de katil balina gibi daha ufak olan türler, muhtemelen yunuslar kadar zekidir ve bazı bilimadamları onların insandan sonra en zeki tür olduklarını ileri sürmekteler. The great whales have the same brain power as the smaller ones but it is not so easy to study them because they live in the deeper, less accessible parts of the ocean. Büyük balinalar daha ufak olanlarla aynı beyin gücüne sahiptir, ancak, okyanusun daha derin, daha az eriģilir bölümlerinde yaģadıkları için onları incelemek kolay değildir. Nevertheless, the only whale kept in a zoo for a year learned as fast as a dolphin. Yine de, bir hayvanat bahçesinde bir yıl boyunca tutulan tek balina bir yunus kadar hızlı öğrendi. Could any of these mammals be more intelligent than man? Bu memelilerden herhangi bir insandan daha zeki olabilir mi? They are better adopted to their environment than we are and find food more easily. Ortama bizden daha iyi uyum sağlarlar ve daha kolay besin bulurlar. 34

53 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları As a result, they are much more attracted by pleasure for its own sake than men and are not nearly so interested in dominating other species. Sonuç olarak, insana oranla eğlenceye daha düģkündürler diğer türlere üstünlük kurma konusuyla o kadar da ilgilenmezler. Certainly the most common argument in favour of man's superiority over them - we can kill them more easily than they can kill us - is the least satisfactory. Bizim onları, onların bizi öldürebildiğinden daha kolay öldürebildiğimiz Ģeklindeki, insanın onlara üstünlüğünü savunan yaygın iddia kesinlikle en az tatmin edici olanıdır. On the contrary, the more we discover about these remarkable creatures, the less we appear superior when we destroy them. Tam aksine, bu harika yaratıklar hakkındaki bilgimiz arttıkça, onları yok ettiğimizde daha az üstün gözükmekteyiz. Sınama Alıştırma - Yanıt Gördüğünüz gibi, bu programdaki pek çok insanın aksine, ben televizyonun yaģamlarımıza çok Ģey katmadığı düģüncesindeyim; aslında, doğası gereği bizle re yanlıģ bir açı sağlamakta. Belki de geliģmesindeki temel zayıflık bilgiden çok eğlenceyle ilgilenmesinden kaynaklandı. Ekrandaki resimler bilgi sahibi kılmaktansa etkilemekte kullanılmakta. Haber programları bile daha fazla tepki ve daha az fikir oluģturma amacında. Kısaca gösteriliveren resimler insanı düģündürmemekte, sadece devamını, bir sonraki resmi beklemeye davet etmekte. Ne kadar çok seyrederseniz o kadar az hatırlarsınız; özel bir Ģeyler hatırlayamayacak kadar çok Ģey görürsünüz. Belgeseller için de aynısı geçerli; harekete geçmek konusunda dürtülemek yerine insana bir his bırakırlar. Ġzleme süreci pasif ve izlemenin sonucu da pasif. Televizyonda gösterilen en etkili belgesellerden biri evsiz bir aileye yardım konusundaydı. Gazeteler ve radyo programları bu konuyla dolup taģtı ama bu hiçbir Ģeyi değiģtirmedi. Bugün evsizlik sorunu daha da beter; iģler düzelmedi. Televizyon ĢiĢirme duygular yansıtmakta. Demek istediğim, günlük yaģamınızda size tanıdık olmayan tecrübelere tepki vermeye ikna edilmektesiniz. Ve burada ikna sözcüğü önemli bir sözcük zira belirli Ģekillerde ve size ve beklentilerinize çok fazla zarar vermeyecek ölçüde tepki vermeye ikna edilirsiniz. Sözcükler de bilgilendirici niteliklerinden ziyade etkileyici nitelikleri için kullanılırlar; kaos, karmaşa, kökten, şu an, profil gibi içi boģ sözcükler. Ucuzlatıldıkça anlamları azalır. Ancak, sözcüklerin düģünceleri aģılama Ģansı resimlerinkinden daha fazladır, hele bir de resimlerle bezenmemiģlerse. ġu halde benim televizyon hakkındaki görüģüme göre televizyon Ģahane bir iletiģim aracı, denizlerin altına, uzayın derinliklerine, insanın bedenine sızabilen bir göz. Ama Ģu anda kısa zamanda unutulan resimler yolu ile sulandırılmıģ duygulardan baģka bir Ģey iletmemekte. 1. a. 2. a 3. b 4. d 5. d 35

54 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 12 Time Clause GiriĢ 1. Bir sürücü için, trafikte beklemek zorunda kalmaktan daha zor bir Ģey yoktur. 2. ġiiri okumaya Ģiirin baģından baģlamak yerine, önce sonunu okumayı yeğlerim. 3. Hava gitgide soğudu, ta ki, sonunda, eski mobilyalarımızı yakmaya baģlamak zorunda kalana değin. 4. Ġnsanoğlunun en hayranlık verici icatlarından biri, genelde bilgisayarlarda kullanılan silikon yongadır. 5. Doğal olarak, ne kadar sinirli bir hale gelirsen firmadaki yerini koruma ihtimalin o kadar azalır. 6. New York'ta yapılan barıģ yürüyüģüne yaklaģık bir milyon insan katıldı. 7. Hepimiz parti lideri ile aynı fikirleri paylaģıyoruz. 8. Sence içmeye baģlamak için çok erken değil mi? 9. Korkarım Ģu anda bu tür konuları anlayabilecek kadar olgun değilsin. 10. O kadar huzursuz bir tatil geçirdik ki iģe nasıl döneceğiz bilmiyoruz. Alıştırma - Yanıt Sunu Bu bölümdeki tümcelerin çevirileri Sunu bölümünde verilmekte. ĠĢleme Zaman uyumu konusunu defalarca vurgulayın. Özellikle uzun tümcelerde, öğrenciler çevirilerinde zaman uyumuna uygun olmayan yapılar oluģturabilmekteler. As, for, since, ve yet sözcüklerinin birden fazla kullanımları olduğu için dikkat edilmesi gerektiğini anlatın ve notlardaki örnekleri inceleyin *. Alıştırma - Yanıt "INVENTIONS" Since earliest times, humans have produced marvellous creation. Erken çağlardan beri insanoğlu hayranlık verici Ģeyler üretmiģtir. After our ancestors had learned to communicate with each other, a long series of amazing developments began. Atalarımız birbirleri ile iletiģim kurmayı öğrendikten sonra, uzun bir ĢaĢırtıcı geliģmeler serisi baģladı. * Bu nitelik Genel Çeviri 2 kitabında çok ayrıntılı olarak iģlenmekte. 36

55 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Long before the modern age of machines, our ancestors had already developed sophisticated techniques and systems in mathematics, astronomy, engineering, art, architecture, and literature. Modern makineler çağından çok önceleri atalarımız matematik, astronomi, mühendislik, sanat, mimarlık ve edebiyatta karmaģık teknikler ve sistemler geliģtirmiģlerdi. While the Egyptians were developing mathematics and building libraries, other societies were still learning to use fire. Mısırlılar matematiği geliģtirip kütüphaneler inģa ederlerken diğer toplumlar hâlâ ateģi kullanmayı öğreniyorlardı. By the time Europe began to use money, Chinese had already been trading with paper currency for hundreds of years. Avrupa para kullanmaya baģladığında Çinliler yüzyıllardır kağıt para ile ticaret yapmaktaydılar. Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt A. Ġbni Sina "Tıbbın Kuralları"nı yazan bir Ġranlıydı. Bu ortaçağ ansiklopedisi çok ileriydi; bunun sonucu olarak da bilimadamları onu beģ yüz yıl kullandı. 1037'deki ölümünden önce Ġbni Sina felsefe, matematik, teoloji ve astronomi gibi farklı konularda 150 kitap daha tamamlamıģtı. Pek çok eğitimli insan gibi, öğrenmeye çok erken baģlamıģtı. On yaģına geldiğinde Kuran'ı ezberlemiģti. On sekiz yaģına geldiğinde bir sultan için doktor olarak çalıģmaktaydı. B. Pek çok kiģi Leonardo da Vinci'yi Mona Lisa nın, Son Akşam Yemeği'nin ressamı olarak tanır. Ancak, Leonardo bir sanat ustası olmanın yanı sıra bir çizim, mühendislik, bilim ve icat ustasıydı da. En ünlü eserlerini resmettikten sonra Leonardo diğer düģlerine daha fazla vakit ayırdı. Bir askeri mühendis olarak, hayal edilmelerinin bile olanaklı oluģundan çok önceleri Leonardo ilkel tankların ve uçakların planlarını çizmiģti. Ayrıca ilk paraģütü çizmesi ve ilk asansörü yapması ile tanınır. Bilim alanında, Leonardo bir o kadar ĢaĢırtıcıydı. Galile'den yaklaģık bir yüzyıl önce karmaģık fizik prensipleri keģfetmiģti. Leonardo resmini geliģtirmek için kas ve kemik yapısını inceledi ve resim yapmayı bıraktıktan çok sonraları bile kalbin çalıģmasını incelemeyi sürdürdü. William Harvey'nin kanıtlamasından bir yüzyıl önce kan dolaģımı konusunda fikir yürütmüģtü. Leonardo da Vinci zamanının o kadar ötesindeydi ki bu yüzyıla kadar dehası fark edilemedi. 37

56 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları C. Büyük Meksikalı Ģair Sor Juana 1651'de Mexico City'de doğdu. Üç yaģına gelmeden okumaya baģlamıģtı bile. Yedinci doğum gününe gelindiğinde üniversiteye girmeye çalıģtı. Kızların üniversiteye girmesine izin verilmediği için Sor Juana sonuçta bir manastıra katıldı. YaĢamı süresince alıģılmıģın dıģında düzyazılar ve Ģiirler yazdı senesinde ölmeden önce dört binin üzerinde kitaptan oluģan bir kütüphane derlemiģti. 38

57 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 13 Condition clause GiriĢ En ünlü eserlerini resmettikten sonra Leonardo diğer düģlerine daha fazla zaman harcamaya baģladı. Bir askeri mühendis olarak, Leonardo daha hayal edilmelerinin bile mümkün olmasından çok önceleri ilkel tanklar ve uçaklar çizmiģti. Ayrıca ilk asansörü tasarlamıģ olduğu da söylenir. Bilim alanında Leonardo aynı biçimde ĢaĢırtıcıydı. Galileo'dan yaklaģık bir yüzyıl önce karmaģık fizik prensipleri keģfetmiģti. Anatomi alanında, resmini geliģtirmek için Leonardo kas ve kemik yapısını inceledi ve resim yapmayı bıraktıktan sonra bile kalbin iģleyiģini incelemeyi sürdürdü. Hatta, William Harvey'nin kanıtlamasından bir yüzyıl önce kan dolaģımı hakkında fikir bile yürütmüģtü. Leonardo da Vinci zamanının o kadar ötesindeydi ki bu yüzyıla kadar dehası tam olarak anlaģılamadı. Alıştırma - Yanıt Sunu a - 3 b - 12 c - 1/4 d - 2 e - 14 f - 14/15 g - 14/15 h - 5 i - 8 j - 10 k - 10/11 l - 7 m - 9 n - 13 o - 5/6/7/.. If yapılarında öğrenciler açısından zorluk oluģturan devrik yapılar üzerinde özellikle durun. Ayrıca, öğrenciler bu konu iģlendikten sonra karģılarına çıkan her if sözcüğü bir conditional yapı olarak görmekte ve buna uygun olarak çeviri yapmaya kalkıģmaktalar. If sözcüğünün reported speech yapılarda da kullanıldığını hatırlatın ve örnek tümcelerle bunu pekiģtirin. ĠĢleme Alıştırma - Yanıt Bill Wyman: KeĢke on sekizimde ana babamı daha fazla dinleseydim. Onlara karģı çok düģüncesizdim, ama sanırım o yaģlarda herkes böyle. On sekizimde ana babamın gerçekten berbat olduklarını düģünürdüm. Babam duvar iģçisiydi ve iģi elbette mevsimlikti. Hava kötüyse çalıģmazdı ve eve hiç para gelmezdi. 39

58 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları KeĢke on sekizimde daha fazla çalıģsaydım. Elbette, Ģimdi bildiklerimi o zamanlar biliyor olsaydım müzik öğrenimi konusunda daha ciddi olurdum. Ne zaman ki Elvis ve Fats Domino gibi insanlar ortaya çıktığında müzik heyecanı o zaman beni sardı. Okulda piyano dersleri almıģ ve bir sene de klarnet öğrenmiģtim. Ama nota okumayı asla öğrenemedim ve bu da bugün geliģmemi engellemekte. Turlarla falan bu kadar meģgul olmasaydım müzik okuluna gider ve en azından temel konuları öğrenirdim. Üretme Burada verilen tümceler gerçekten zor ve incelenmesi uzun zaman gerektirebilir. Bu nedenle ev ödevi olarak kullanın. Alıştırma - Yanıt A. Zekası ne kadar canlıysa kiģiliği de o kadar kesinleģmiģ olsaydı, iyilikseverlik iddiaları bencil birine özgü kiģisel alıģkanlıklar tarafından engellenmiģ olmasaydı, kendi Ġmparatorluğunun gereksinimlerini, diğerlerinden beklediği o kendini adamaya yönelik ruh haline uyarlayabilmiģ olsaydı, o zaman gerçekten de on dokuzuncu yüzyılın ilk kırk yılını karıģtıran o gizli güçlerin temsilcisi hatta lideri haline gelebilirdi. Sınama B. Joan [D'Arc] kötü kalpli, bencil, korkak ya da aptal olsaydı tarihin en çekici kiģilerinden biri olmak yerine en nefret edilen kiģilerinden biri olabilirdi. Eğer, onlar hatalıyken doğru davranarak aģağıladığı erkekler üzerinde yarattığı etkiyi bilecek kadar olgun olsaydı ve onları baģtan çıkarıp idare etmeyi öğrenmiģ olsaydı, Kraliçe Elizabeth kadar uzun yaģayabilirdi. Alıştırma - Yanıt Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Bir dahaki sefere biraz daha fazla hata yapardım. Rahat olurdum. Sakin davranırdım. Bu kez olduğundan daha çılgın olurdum. Daha az Ģeyi ciddiye alırdım. Daha fazla dağlar fethedip daha fazla nehirler aģardım. * Daha fazla dondurma, daha az fasulye yerdim. Belki de daha fazla gerçek sorunum, daha az hayali sorunum olurdu. Ben günün her saatinde makul ve akıllıca yaģayan insanlardanım. Ġyi anlarım olmadı değil; yeniden yaģayabilsem daha fazla iyi anlarım olurdu. Aslında, baģka hiçbir Ģeyim de * Bu metinde pek çok ifade mecazi olarak kullanılmakta. Örneğin, bu noktada, "Daha fazla macera yaģardım" demek yeterli olabilir. 40

59 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları olmazdı. Yalnızca anlar, birbiri ardına, yıllarca gün gün yaģamaktansa. Ben hiçbir yere tedbirsiz gitmeyen insanlardanım. Yeniden yaģayabilsem, daha az Ģeyle yolculuk ederdim. Yeniden yaģayabilsem baharları güne erkenden çıplak ayak baģlardım ve sonbahara kadar da böyle kalırdım. Daha fazla dansa giderdim. Daha fazla dönme dolaba binerdim. Daha fazla papatya toplardım. 41

60 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 14 Concession Clause GiriĢ 1. Grev sona ermezse, yarın tren olmayacak. 2. Kendisi rahat olduğu sürece baģkalarına rahatsızlık vermeye aldırmaz. 3. Bir hafta önceden bilgilendirmek koģuluyla bürodan ne zaman istersen ayrılabilirsin. 4. Eğer bu hedefe ulaģılacaksa, çok geç olmadan hem tarımsal hem de endüstriyel geliģme sağlanmalı. 5. Kaza yapacağımı bilseydim iģin baģında evden ayrılmazdım. 6. Hükümet katı önlemler almıģ olsaydı, açık Ģimdi olduğu kadar büyük olmazdı. 7. Eğer Büyük Piramit'in içinde bir kraliyet mezarı için gizli bir oda keģfedilmediyse, o takdirde soru hâlâ karģımızda durmakta: piramit neden inģa edildi ve Khufu nereye gömüldü? 8. ġehir o kadar hızlı büyümüģ olmasaydı bugün bu kadar fazla sorunumuz olmazdı. 9. KeĢke yurt dıģında eğitim görme olanağım olsaydı diye düģündüğün olmaz mı? 10. KeĢke Ġtalya'ya gidiyor olsaydım. Alıştırma - Yanıt ĠĢleme Bu tümcelerin çevirileri Sunu bölümünde verilmekte. Alıştırma - Yanıt Although 75 percent of the earth's surface is covered by water, only about 3 percent of this is fresh water; 97 percent is salt water. Her ne kadar dünya yüzeyinin %75'i su ile kaplıysa da bunun yalnızca %3'ü tatlı su; %97'si tuzlu su. And, while 3 percent of the earth's water is fresh, three-quarters of that is ice, primarily in the ice caps. Her ne kadar dünyadaki suların %3'ü tatlı su ise de, bunun dörtte üçü, çoğunluğu kutuplarda olmak üzere, buz. Despite its lack of taste, color, odor, and calories, water is a powerful beverage. Tat, renk ve kokudan yoksun lamasına rağmen bu güçlü bir içecek. Even though water is critical to all life, it is often taken for granted until a disaster occurs. Her ne kadar su tüm yaģam formları için önemli olsa da, ta ki bir felaket olana kadar sıradan görülür. 42

61 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Üretme Ev ödevi olarak verebilirsiniz. Alıştırma - Yanıt "WHALES" Now, in spite of their size, whales are no longer an even match for men using helicopters, radar and explosive harpoons. Günümüzde, boyutlarına rağmen balinalar helikopter, radar ve patlayıcı zıpkın kullanan insanlara karģı denk bir rakip olamamakta. Although some countries gave up whaling several years ago, there was no international agreement forbidding it until recently, in spite of the fact that alternatives to the whale products used in oils, cosmetics and candles were already in existence. Bazı ülkeler yıllar önce balina avcılığını bıraktılarsa da, yağ, kozmetik alanı ve mumlarda kullanılan balina ürünlerinin alternatiflerinin zaten mevcut olmasına rağmen, yakın zamanlara kadar balina avcılığını yasaklayan uluslararası bir anlaģma bulunmamaktaydı. Although governments in many countries have done a great deal to control hunting and fishing for sport and have set up game reserves and bird sanctuaries where the species can breed safely in their natural surroundings, the number in danger is still increasing. Her ne kadar pek çok ülke avcılığı ve spor amacı ile balık avlamayı denetleme konusunda pek çok Ģeyler yapıp bu canlı türlerinin güven içinde yaģayabilecekleri av alanları ve kuģ bölgeleri oluģturdularsa da, tehlikede olan tür sayısı yine de artmakta. Rare animals useful to the fashion industry are still hunted, even though we can now imitate their skins and furs with other products. Günümüzde derilerini ve kürklerini diğer ürünlerle taklit edebiliyor olsak da, moda endüstrisine yararlı olan nadir hayvanlar hala avlanmakta. The greatest problem for conservationists is that while we can make laws to protect certain species we are frequently incapable of controlling the environment in which they live and breed. Korumacılar için en büyük sorun, bazı türleri koruma konusunda yasalar çıkarabilsek de içinde yaģayıp çoğaldığımız dünyayı kontrol edebilme konusunda sürekli yetkin değiliz. In spite of taking action to prevent it, we may contaminate rivers and make the fish sterile. Bunu engellemek için önlem almamıza rağmen, nehirleri zehirleyebilir ve balıkları kısırlaģtırabiliriz. However good our intentions are in destroying the insects and vermin that eat our crops, at the same time we deprive the birds that live on them of food. Ürünlerimizi yiyen böcekleri ve kemirgenleri yok etme konusundaki niyetimiz ne kadar iyi niyetli olursak olalım, aynı zamanda bu canlılarla beslenen kuģları gıdadan mahrum etmekteyiz. Man has not yet learnt how to deal with the balance of nature and whatever he does, he is bound to alter it without realizing it. Ġnsanoğlu henüz dünyanın dengesini sağlamayı öğrenemedi ve ne yaparsa yapsın, farkında olmadan bu dengeyi değiģtirmesi kaçınılmaz. 43

62 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları But even though it may not be possible to save every endangered species from extinction, we should be able to protect the majority by becoming aware of their plight before it is too late. Tehlikede olan her bir türü kurtarmak mümkün olmasa da, çok geç olmadan onların çağrısının farkına vararak çoğunluğu koruyabiliriz. Sınama Alıştırma - Yanıt For example, as you may know, although jaywalking, that is, not crossing the road at the proper crossing place, is illegal in areas of the world as North America, in other areas it is quite legal. Örneğin, bildiğiniz gibi, yaya geçidini ihlal, yani yanlıģ yerde karģıdan karģıya geçmek, Kuzey Amerika gibi bölgelerde yasadıģı kabul edilse de diğer bölgelerde tamamen yasaldır. For example, while carrying a gun is a very serious offence in some countries, it is a very petty offence in others. Mesela, silah taģımak bazı ülkelerde çok ciddi bir suç olsa da, diğerlerinde basit bir suçtur. For example, a person convicted of theft in some parts of the Middle East might face a severe penalty, although the same crime would receive a relatively lenient punishment in say, Scandinavia. Örneğin, Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde hırsızlıktan suçlu bulunan bir kimse çok ciddi bir cezaya maruz kalsa da, aynı suç diyelim ki Ġskandinavya'da nispeten basit bir ceza alırdı. They are locked in their cells at night, although each prisoner is given a key to his own cell and can lock the door at night if he wishes. Her ne kadar geceleri hücrelerine kilitlenseler de her bir mahkuma kendi hücresinin anahtarı verilmektedir ve dilerlerse geceleri kapıyı kilitleyebilirler. 44

63 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 15 Reason, Result, Purpose Clause GiriĢ Alıştırma 1. Her ne kadar tüm kar taneleri altı kenarlı ise de, sayısız form çeģitliliği vardır. 2. Artı bir elektrik yükü bir bulutun tepesinin yakınlarında birikirse de, eksi bir elektrik yükü alta yakın birikir. 3. Bulutlar sıcak hava yükselip soğuyunca oluģurken, sis, hava yerin ya da okyanusun yakınında soğuyunca oluģur. 4. Bir yandan ülkenin bir yanında iç savaģ sürerken alıģılmıģ yaģam Ģekli değiģmeden sürüyor. 5. Gıda maddesi dıģalım düzeylerinin artmasına karģın geliģmekte olan ülkeler daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir soruna sahip. 6. Varlıklı olmasına rağmen yoksullara asla tek bir kuruģ bile ödemez. 7. Paramı geri ödemeyi önerseler bile kesinlikle reddederdim. 8. Heyecan verici bir oyun olmasına rağmen skor berabereydi. 9. Sağlam bir kiģiliği olmasına rağmen bazen korkulara kapılıverir. 10. Katılımın bedava olmasına rağmen seminere pek az insan katıldı. ĠĢleme Bu tümcelerin çevirisi Sunu bölümünde verilmekte. Alıştırma - Yanıt 1. BECAUSE OF their height 2. BECAUSE the air cools 3. BECAUSE the air is much cooler and thinner then, it sinks. 4. BECAUSE OF the dryness 5. the world SO THAT they 6. Some scientists have studied volcanoes TO see their effect on temperature. 7. near the equator, TO learn its role in weather. 8. air pollution SO THAT they can understand 9. worldwide SO THAT they can learn Yüksekliklerinden ötürü dağlar hava koģullarının oluģmasında önemlidir. Nem yüklü hava dağlarla karģılaģtığında yükselmeye zorlanır. Hava yüksek irtifalarda soğuduğu için, havanın içindeki su buharı yağmur ya da kara dönüģür. Hava dağların doruklarını aģtığında nemini yitirmiģtir. Bu durumda hava daha serin ve daha ince olduğu için yere doğru çöker. Bu aģağı yönlü rüzgarların kuruluğundan ötürü batı BirleĢik Devletler'deki Kızılderililer bunlara "kar yiyici" derler. Bu rüzgarlar karı günde yarım metrelik bir hızla eritebilir. 45

64 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları yılları dünyanın çoğu bölgesinde aģırı hava koģullarına sahne oldu. O zamandan beri, bilimadamları normal olmayan hava koģullarının nedenleri hakkında daha fazla Ģeyler öğrenmek için dünyanın pek çok bölgesini gözlemlemekteler. Bazı bilimadamları, ısı üzerindeki etkisini görmek için volkanları incelemekteler. Diğerleri, hava koģullarındaki rolünü öğrenmek için ekvator yakınlarında bir sıcak su akıntısı olan "El Niño"yu araģtırmaktalar. Buna ek olarak, meteoroloji uzmanları hava koģullarının üzerindeki etkisi yanı sıra "asit yağmuru"ndaki rolünü anlayabilmek için hava kirliliğini incelemekteler. En önemlisi, küresel hava koģularındaki karģılıklı iliģkiyi anlayabilmek için bilimadamları dünya çapında veri toplamaktalar. Üretme- Sınama Alıştırma - Yanıt Because all weather is interconnected, a change in one area affects other areas. Tüm hava koģulları birbiri ile bağlantılı olduğu için, bir bölgedeki bir değiģiklik diğer bölgeleri etkilemekte. Today, scientists collect information worldwide so that they can understand and predict changes in weather more accurately. Günümüzde bilimadamları hava değiģikliklerini daha doğru anlamak ve tahmin edebilmek için dünya çapında bilgi toplamaktalar. Due to technological advances in the last several decades, meteorologists can now gather detailed information on cloud cover, precipitation, temperature changes, wind speed and direction, and energy from both the sun and earth. Son çeyrek yüzyıldaki teknolojik geliģmeler sayesinde günümüzde meteoroloji uzmanları bulut tabakası, yağmur, ısı değiģiklikleri, rüzgarın hızı ve yönü ve hem güneģten hem de yeryüzünden yayılan enerji konusunda ayrıntılı bilgi toplayabilmekteler. Since winds affect precipitation, changes in wind patterns alter the amount of rainfall. Rüzgar yağmuru etkilediği için, rüzgar yapısındaki değiģiklikler yağmur miktarını değiģtirir. 46

65 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 16 Exception, Place, Similarity Clause GiriĢ 1. Yağmur ve kar yere eģit ölçüde düģmediği için, ülkenin batı bölümleri nemin sadece yüzde 23'ünü alır. 2. Büyük nüfuslu merkezler, eski kanalizasyon sistemleri ve kirlilikten ötürü ABD'nin büyük bir bölümü temiz su kıtlığı ile karģı karģıya. 3. Temiz su yaģamın tümü için gerekli olduğu için, bu kaynağı artık uygun biçimde ele almaya baģlamamız gerekmekte. 4. Meteoroloji uzmanları birbiri ile nasıl bağlantılı olduğunu öğrenmek için dünya çapındaki iklimleri incelemekte. 5. Havanın oluģumunda okyanusların ve yerin rolünü anlayabilmek için meteoroloji uzmanları diğer bilimadamları ile birlikte çalıģmakta. 6. Hangi yola sapmamız gerektiğini bilmediğimiz için bir polise danıģtık. 7. Artık araç kullanabildiği için kendisini tamamen bağımsız hissediyor. 8. Sırf kadınlar daha büyük ailelere sahip oldukları için değil, ayrıca çocuk sahibi olabilecek kadınların oranı da çok daha yüksek olduğu için, doğum oranı çok fazla. 9. Eğer hiç ana dili duymazsa çocuğun hangi dili konuģacağını bulmak umuduyla, 13. yüzyılda 2. Frederick bakıcılara konuģmamalarını söyledi. 10. Beynin iki yarım küresi birbirinden bağımsız davranır, öyle ki herhangi türden bir kaza sonucunda yarım kürelerden biri hasar görecek olursa diğeri bu açığı kapatacaktır. Alıştırma - Yanıt Bu tümcelerin çevirisi Sunu bölümünde verilmekte. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Where there had been a fire, we saw nothing but blackened ruins. Yangın yerinde kararmıģ yıkıntılardan baģka bir Ģey görmedik. 2. Wherever he should have put semicolons, he puts colons. Noktalı virgül koyması gereken her yere iki nokta üst üste koyuyor. 3. Where I saw only wilderness, they saw abundant signs of life. Benim yalnızca vahģilik gördüğüm yerde, onlar bol bol yaģam iģaretleri görmekteydi. 4. I would pay you now but/except that I don't have any money on me. Paranı Ģimdi öderdim ama üzerimde hiç para yok. 5. Please do it as I showed you. Lütfen sana/size gösterdiğim gibi yap/yapın. 6. Just as a moth is attracted by a light, so was he fascinated by her. Aynı bir kelebeğin ıģığa gitmesi gibi, o da o kıza bağlanmıģtı. 47

66 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 17 Comment, Verbless Clause GiriĢ 1. Eskiden büyükbabasının olduğu gibi, karım da mesleğini seven bir dekoratör. 2. Film tam beklendiği gibiydi. 3. Geçen Cumartesi televizyondaki bir konuģmada BaĢbakan o kadar saçma fikirler ileri sürdü ki sanki bizimle alay ediliyormuģ gibi hissettik. 4. Yolun ikiye bölündüğü yerde sağa sap. 5. Tam bir tren yolu köprüsünün altından geçtiği yerde otoyol ĢaĢırtıcı biçimde geniģlemekte. 6. Nereye giderse gitsin, yastığını yanında götürür. 7. Tom sunduğumuz projeyi onaylamakta ama onu uygulamaya koyacak otoriteden yoksun. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. This government, I believe, must go. / Bu hükümet, bence, gitmeli. 2. Speaking as a layman, I can say that this discussion has highlighted a very important point indeed. / Sıradan biri olarak konuģursam, diyebilirim ki bu tartıģma gerçekten de çok önemli bir konunun altını çizdi. 3. First he dives into icy water. What's more surprising, he stays under water for about five minutes. / Önce buzlu suya dalıyor. ĠĢin daha da ĢaĢırtıcı yanı, su altında yaklaģık beģ dakika kalıyor. 4. Nervously, the man opened the letter. / Adam tedirgin bir halde kapıyı açtı. 5. The woman was sitting still, a real symbol of purity. / Kadın hareketsiz oturuyordu - gerçek bir saflık simgesi gibi. 48

67 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 18 Should GiriĢ 1. Bana söylenilene göre, karısını yine dövmüģ. 2. ĠĢin daha ilginç yanı, polis öldürülen oğlanın ana babasına bilgi vermedi. 3. Demokratik ülkelerde, bence, her Ģeyin üstünde ya da her yerde mevcut olan bir hükümet yok. 4. Herkesin bildiği gibi, genç pop müzik severler arasında büyük ölçüde popüler. 5. Dediğin gibi, parti lideri gerçek bir yalancı. 6. Susan ve kocası iyi dostlar olarak ayrıldılar. 7. Tamamen kafam karıģmıģ Ģekilde arabayı eve sürdüm. 8. Tom'u eve sarhoģ gönderdik. 9. Doğru dürüst bir tavsiye umuduyla sessizce bekledik. 10. Demir kapı gürültüyle kapandı. Alıştırma - Yanıt Sunu Bu tümcelerin çevirisi Sunu bölümünde verilmekte. Should sözcüğünün bu kullanımlarda "gerekir" Ģekilde Türkçeye aktarılmayacağını, yok sayılmasının yeterli olacağını tekrar tekrar vurgulayın. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Bu kadar arkadaģın varken kendisi yalnız hissetmene ĢaĢırdım. 2. Onların, senin baģkan olmak konusundaki hevesini anlayabiliyorum. 3. Bu gitarın bu kadar pahalı olması yazık. 4. Komite toplantısının sona erdirilmesinde ısrar ettik. 5. Dilekçeyi imzalamayı reddetmeleri büyük cesaret gerektiriyordu. 6. Seni ta havaalanına kadar arabasıyla götürmesi onun ne kadar düģünceli olduğunu gösterir. 49

68 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 19 Devrik Yapı GiriĢ 1. Rapor, öğretim programının okuma becerisine dayanmasını önermekte. 2. Ġlgilenirsen, sana gerekli bilgiyi sağlarım. 3. Tom'un baģkan olması konusundaki istekliliklerini anlayamıyorum. 4. Yöneticinin o kadar cimri olması doğrusu yazık. 5. Çocuklarımın okula otobüsle gitmeleri beni gerçekten endiģelendiriyor. 6. Benim hakem olmam amaçlanmıģtı. 7. Çocuk yuvasındaki çocukların tümünden sorumlu olmayı önerdi. 8. O kadar fazla insanın uçan daireler görmüģ olduklarını iddia etmelerini garip buluyorum. Alıştırma - Yanıt 3. I had hardly said a word when he punched me. 4. I have never received such a lovely letter before. 5. The small child did not cry until they took him to hospital. 6. You will not be given such a beautiful service anywhere. 7. You can smoke only here. 8. She was able to walk again only after a year. 9. I realised that I was to blame for the accident only then. 10. They could rarely find a bit of piece of mind. 11. It had seldom snowed there. 12. You cannot cross this red line under any circumstances. 13. You cannot ask for compensation in any way. 14. We were able to persuade the child only this way. 15. We were able to persuade the child only by promising to buy chocolate. 16. She gave a sigh of relief only when her husband left. 17. Dogs are not allowed in here on any account. 18. She is not only a liar but proud to be one. 19. The fish would, too. 20. His son is, too. 21. We neither protested nor showed a sign of approval. 22. He looked so pale that we thought he was going to have a heart attack. 23. Manhattan is to the southwest of Staten Island. 24. Your essay is a masterpiece; the ideas in it are equakky brilliant. 25. If you (should) hesitate a minute, call me. 26. If the weather had been better that day, we could have met you at the airport. 27. Although he may try hard, I doubt he'll manage to move that piano. 28. Because he was penniless, he found he had no choice but wait for the bank to open. 29. I'm a farmer; all my ancestors were farmers, too. 30. The study of dialects of a language is closely related to the study of usage. 31. She is so beautiful! / She is beautiful, isn't she? 50

69 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Under no circumstances should you get up. Hiçbir Ģekilde kalkmamalısın. 2. Never had I felt so embarrassed in my whole life. Tüm yaģamım boyunca hiç bu kadar utanmamıģtım. 3. Rarely do you see a comet wit bare eyes. Bir kuyruklu yıldızı nadiren çıplak gözle görürüz. 4. Not only does he play but he composes the songs as well. Yalnızca çalmakla kalmıyor, Ģarkıları da besteliyor. 5. Not until then did we realise how much he wanted to come with us. O ana kadar bizimle gelmeyi ne kadar istediğini fark etmemiģti 6. Only much later did they realize what hisreal purpose had been. Onun asıl amacının ne olduğunu ancak çok sonraları anladılar. 7. Scarcely had he turned the key in the ignition when he heard a tap on the side window. Daha anahtarı kontakta yeni çevirmiģti ki cama vurulduğunu duydu. 8. No sooner had he been given the job than he asked for a pay rise. Daha yeni iģe alınmıģtı ki maaģ artıģı istedi. 9. Only recently have I started to think about my own future. Kendi geleceğimi daha ancak son zamanlarda düģünmeye baģladım. 10. Seldom have I seen such an ugly scene! Böyle çirkin bir manzarayla hemen hiç karģılaģmamıģtım! 11. Not until all the others have left the room can we talk freely. Diğerlerinin tümü odadan çıkmadıkça serbestçe konuģamayız. 12. Only in special circumstances are visitors allowed in the hospital. Ziyaretçilerin hastaneye girmesine yalnızca özel durumlarda izin verilir. 51

70 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 20 It GiriĢ 1. Hiçbir yerde daha ucuz mobilya bulamazsın. 2. Çölün kuzeyinde ĢaĢırtıcı ölçüde modern bir kasaba bulunmakta. 3. Bina içinde iki Fransız gazeteci teröristlerce rehin tutulmaktaydı. 4. Daha balığı yeni yakalamıģtı ki birkaç metre ötedeki balık yasağı tabelasını gördü. 5. Dağın zirvesinde büyük bir manastır bulunmaktaydı 6. Nefretim o kadar köklü ki onu asla affedebileceğimi sanmıyorum. 7. En kötü yollardan birinde deve sırtında yapılan uzun bir yolculuğun ardından, derin bir çukurun dibine oldukça uzun bir iniģ gelmekte. 8. AĢağı iki iri kaya yuvarlanır. 9. Son zamanlarda ne kadar fazla kilo almıģ olduğunu ancak yeni ceketini deneyince anladı. 10. Hata o kadar ufaktı ki az kalsın fark edemiyorduk. Alıştırma - Yanıt Çok sayıda tümce üretilebilir. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Oyunu kaybetmeleri yazık oldu. 2. Ġlk tanıģtığımız yer burası olmalı. 3. Anladığım kadarı ile iģi bırakıyorsun. 4. Ekipmanı indirtmek kolaydı. 5. Uslu durmasını söylemek yararsız. 6. Son otobüsü yakalamaya çalıģmak yararsız olur. 7. Herhalde burada çalıģmayı ilginç buluyorsundur. 8. Jürinin beni suçsuz bulmasını sana borçluyum. 9. Onun bir casus olduğu düģüncesi aklına geldi 10. Onunla uğraģmak hemen hemen olanaksız. 11. Burada seninle olmak bizim için gerçekten zevkli. 12. Oraya ulaģmamızın zor olacağı kesin. 13. GörünüĢe bakılırsa berbat bir hata yaptık. 14. Onun bir kahraman olduğu biliniyor. 15. Bu sınıfa ders vermek benim için bir zevk olmuģtur. 52

71 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 21 A, An, The GiriĢ 1. GeniĢ ve kapsamlı bir koruma çalıģması vakit kaybetmeden ele alındı. Teknik ve bilimsel açıdan bu, hükümetin tek baģına sorumluluk üstlenmesinin güç olacağı ayrıntılı çalıģmalar gerektirmekteydi. 2. ġimdiye kadar, yabancı uçakların azınlık gruplara yardım taģımalarına izin verilirse casusluk için kullanılacakları söylenmiģtir. 3. Evde olmanın hiç de güzel bir düģünce olmadığını açıklığa kavuģturmak isterim. Sorumluluk ve disipline büyük önem vermeniz gerekir. 4. Ulusal boyuttaki toplum servisini savunan düģüncenin, iģsizliğin çok yüksek olduğu bir dönemde ortaya konulması gerçekten üzücü. 5. Temelde, iģlerini kaybetmekte olanlar eğitimsizler; çoğu kez kısa bir önel sonrasında - ve bence çok kısa bir önel sonrasında. 6. Anormal ekonomik ve politik belirsizlik düzeyi, borsaya iliģkin yakın gelecekli tahminleri değerlendirmeyi özellikle zorlaģtırmakta. 7. Bu tartıģmaya göre, bir malın doğası aynı kalmakta ama kullanımı değiģmektedir. 8. Özel iģle uğraģan bir kimseye çalıģmalarından ötürü sabit bir miktar ödenmediğinin belirtilmesi gerekir. 9. KuĢkusuz, bir pazarda hüküm sürmekte olan fiyatın, arz ve talebin buluģtukları noktayı gösterdiği söylenebilir. 10. Kimi zaman, demokratik bir sistemin anayasasında inisiyatif ve referandum maddesinin olmasını gerektirdiği ileri sürülür. Bir halkın, eğer yasa emirlerinin oluģturulması iģine tek doğrudan katılımı, bunların oluģturulmasından sorumlu olanları seçmekle kısıtlı ise, o halkın kendi yaģantısını gerçek anlamda denetlemediği söylenmektedir. Alıştırma - Yanıt Sunu 1. (1) THE; (2) THE; (3) AN; (4) A; (5). (-); (6) (-); (7) THE 2. (1) (-); (2) THE; (3) (-); (4) THE; (5) A; (6) THE Yalnızca çeviri açısından yararlı olan kullanımları iģlemeniz yeterli olabilir: a few/a little/.., the + sıfat, a + kişi adı, the + shoulder/... 53

72 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları ĠĢleme Alıştırma - Yanıt 1910 (-) farmers / of THE U.S. / than AN hour of (-) work to produce A bushel of (-) corn./ of (- ) work produced (-) same / and (-) farm / 1950 A very / of (-) milk / 1987 (-) dairy / gallons A year, / During THE 1990s, (-) milk / of (-) dramatic / in (-) agriculture. Through (-) advances in (-) science and (-) technology, (-) modern / of THE greatest. Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt Yüzyıllar boyunca, insanlar gıda, yakıt, yapı malzemesi, para, gübre, alet, silah, ilaç gibi gereksinimler için kullanılacak çeģitli türden değerli kaynaklar keģfetmiģtir. Bu kaynaklardan önemli olan bazıları: kömür, demir cevheri, petrol, bakır, altın ve değerli taģlar. Pek çok hammadde yalnızca birkaç yörede bulunduğu için bu yerler çok önemli hale gelmektedir. GeniĢ mineral ve yakıt rezervlerine birkaç örnek: Venezuela kıyılarının açığındaki ve Ġran Körfezi'ni çevreleyen çöllerdeki petrol; yukarı Silesia'daki (Polonya ve Çek Cumhuriyeti) kurģun ve çinko madenleri; toplam olarak dünya üretiminin yarısını oluģturan Malezya, Bolivya ve Sovyetler Birliği'ndeki kalay madenleri; Meksika'dan Ġngiliz Kolombiyası'na kadar uzanan gümüģ madeni alanları; dünya altınının çoğuna sahip olan Güney Afrika'daki ünlü Witwatersrand alanı; ve dünyadaki platinin çoğunun çıkarıldığı, (yine Güney Afrika'da olan) Rustenberg bölgesi. 54

73 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 22 Of GiriĢ 1. Milyar dolarlık gelire sahip olan Ģirketlerin çoğunluğu petrol Ģirketleri. 2. Hiç ekonomi dersi almadı. 3. Çokuluslu bir Ģirket, birden fazla ülkede faaliyet gösteren Ģirkettir. 4. Enflasyon oranının yüksek olduğu bir ülkede fabrika iģletmek riskli bir iģ. 5. Kuyumculukta kullanılan altın diğer metallerle karıģtırılmakta. 6. Güney Amerika'daki And Dağları'nda büyük altın rezervleri bulunmakta. 7. Yarın yapılacak genel toplantıda büro çalıģanlarının geri kalanı ile bilgini paylaģ. 8. DeğiĢiklik pek çok formda oluģmaktadır, fakat en kökten form devrimdir. 9. Amerikan Devrimi'nde, temel konu vergilendirmeydi. Amerika'da vergilere karģı tepkiler savaģa ve Yeni Dünya'daki ilk özgür ülkenin kurulmasına yol açtı. 10. Sonuç olarak, beyin her dakika milyonlarca bilgiyi filtre eder ya da "unutur". Sunu Özellikle out of sözcüğünün kullanımı üzerinde durun. Yerine göre olumsuz anlam veren bu yapı (Out of the question! gibi), yerine göre "because of" anlamı taģıyabilmekte. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Sergiye katılmak isteyenlerden yalnızca ünlü olanlar düzenleme komitesi tarafından kabul edildi. 2. Son zamanlarda kitap okumadığım doğru, ama bunun temel nedeni çok meģgul olmam. 3. Değinilen konu çok önemliydi. 4. Çok yumuģak bir iklime sahip olan Kanarya Adaları her yıl milyonlarca turisti cezp etmekte. 55

74 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 23 Eylem + eylem GiriĢ Yalnızca bilgilendirme amacı ile eklenmiģ bu konu üzerinde fazla zaman harcamanız gereksiz. 1. Son zamanlarda görüģmedik ama hâlâ haberleģiyoruz. 2. Ġnsanın yaptığı tüm icatlar içinde elektriğin seçkin bir konuma sahip olduğunu söylemek yanlıģ olmaz. 3. Fırtına çıkmadan adaya varmaya çalıģtık, ama belli ki bu çaba yararsızdı. 4. Benim belge çok acil; bu nedenle de öncelik onda olmalı! 5. Ġngiltere on dokuzuncu yüzyılda çok popüler yazarlar çıkardı. Bunlar arasında, kitapları bugün de büyük popülariteye sahip olan Charles Dickens seçkin bir yere sahiptir. 6. DeğiĢken ve önceden tahmin edilemez bir yapıya sahip olan yeni sekreter tam bir korku unsuru! 7. ġirket yapısında değiģiklik önerenlerden biri bile bir alternatif öneremedi. 8. Son zamanlarda o kadar fazla eleģtiri aldık ki projeyi tamamlamayı baģarabileceğimizden kuģkuluyuz. 9. Sözü edilen nokta yaģamsal öneme sahipti. 10. ĠĢ için mülakata aldığımız son kiģi çok inatçı bir kiģiliğe sahipti. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Hırsız genç çiftin daireden çıkıģını izledi, sonra sessizce pencereden içeri girdi. 2. Alp dağlarında bir iki gün geçirmek ister miydin? 3. Aslında, bizler bu kadar tembelken senin böylesine etken almana gıpta ediyorum. 4. Gelecek ay terfi etmeyi umabilir miyim? 5. Lütfen Ģu sandalyeyi bir parça kaldırmama yardım eder misin? 56

75 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 24 Infinitive GiriĢ 1. Bir an, odadan gelen incecik bir ıģık demetinin koridorda parıldadığını gördük. 2. O sinirle çıkarken kapının çarptığını duydum. 3. Onun yöneticiyi tehdit etmesini duydular ama ona vurduğunu aslında görmediler. 4. Yeni köprü bu bölgedeki ağır trafiğin rahatlamasına yardımcı olacak. 5. O konserde Michael Jackson'ı Ģarkı söylerken dinlediğin günü bana herhalde yüz kere anlatmıģsındır. 6. Tüm binanın sarsıldığını hissettiler ve bir an sonra duvarlardan birinde geniģ bir çatlak oluģtu. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Onu görev için uygun bir aday olarak düģünmüyoruz. 2. Taksiye bindim ve bir de baktım ki bütün paramı diğer ceketimde unutmuģum. 3. Sinirlerini yatıģtırmak için sert bir brendi içti. 4. Anne baba öldürüldüğünde, çocukların bakımı için bir fon oluģturuldu. 5. O sıradan ufak kızın dünyanın en büyük Ģarkıcılarından biri olacağını kim hayal edebilirdi ki? 6. Planın temelinde yatan fikir Ģehir merkezindeki trafik yoğunluğunu azaltmak. 7. Ġlk bakıģta, insan enflasyon oranının %6 civarında olmasını bekliyor. 57

76 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 25 Gerund GiriĢ 1. Ünlü toprak sahibinin rakiplerinin hakkından gelmek için adam kiralamıģ olduğu söyleniyor senesinde, Neil Amstrong Ay'da yürüyen ilk insan oldu. 3. Sigarayı bırakmanın tek yolu iradeli olmaktır. 4. Sahne korkusu aktör ve aktris adayları arasında oldukça yaygındır. Bu tür korkularla baģa çıkmanın basit bir yolu insanın kendisini psikolojik olarak hazırlamasıdır. 5. Bu mali yardımı almamızı engelleyecek tek kiģi o gibi görünüyor. 6. Bence, hiçbir bitki ya da hayvan endüstri uğruna harcanacak kadar değersiz değildir. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Onu baģımızdan atmanın tek yolu tamamen sevgisiz davranmaktı. 2. Birbirlerine bağırdıklarını duyabiliyorduk. 3. Burada oturup olayların oluģmasını beklemek yerine neden biraz daha etken olmuyorsun? 4. On dokuzuncu yüzyılın baģları, uzak ülkelere gitmek amacıyla okyanuslar aģan Ġngiliz köylülerine Ģahit oldu. 5. Modern arabaların kalıcı olmamak üzere üretildikleri inkar edilemez. 6. Komite, soya fasulyesinin çeģitli ürünlerde kullanımını incelemek için seneler harcadı. 58

77 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 26 Infinivite ve Gerund GiriĢ Bu konu üzerinde fazla zaman harcamayın. 1. Kazayı geçirdiğinde, pencereden sarkmıģ arkadaģlarına el sallayarak veda ediyordu. 2. Her ay düzenli olarak tasarruf yaparak ve harcamalarına dikkat ederek, rahatlıkla iki yakanı bir araya getirebilirsin. 3. Büroda davranıģlarına dikkat etmesi söylenmiģti ama kendisine söyleneni yapacağı yerde iģ gününe iģ arkadaģlarına avaz avaz bağırarak baģladı. 4. Banliyölerde yaģayan insanların daha az kira ödedikleri kesin, ama onların da düģünmeleri gereken otobüs ve tren ücretleri var. 5. Berberde insanları dinleyerek insanın neler öğrenebileceği hayret verici bir Ģey. 6. Sorumluluklarından kaçamazsın. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Hakemlik en zor ve riskli mesleklerden biri olmalı. 2. Sana doğruyu söylemek gerekirse, o kadar az niteliğin varken o iģi alabileceğinden kuģkuluyum. 3. Yeni doğmuģ bir kangurunun annesinin kesesine tırmanıģını görmek her zaman mümkün olmaz. 4. Yaptığı hizmetler karģılığında cömert bir Ģekilde bahģiģ verilmesi, herhangi bir garsonun temel gelir kaynağı haline gelebilir. 5. Arabamı, benimki gibi iri bir araba için tam tamına geniģ olan bir yere park etmek hep karabasanım olmuģtur. 59

78 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 27 Any, Every GiriĢ 1. Her koģulda gerçeği söylemek yararlı olmayabilir. 2. Elimizden geleni yaptık ama onun güvenini kazanmak beklediğimiz kadar kolay değildi. 3. Bir yandan Asya'ya çok yakınken bir yandan da sahilden uzakta olan Hong Kong, bağımsız bir ada olmanın tüm nimetlerinden yararlanmıģtır. 4. Kolomb'un yeni bir kıta keģfettiğini asla fark edemeden ölmüģ olması üzücü. 5. Dilediği her Ģeye harcamaya yetecek kadar bol parası varken satıģ müdürümüzün dükkandan hırsızlık yapmakla suçlanması gerçektende Ģok edici. Sunu Any(..) yapısının yerine göre hiç ya da her anlamı taģıyabileceğini vurgulayın. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Herhangi iki insanın doğum günlerinin aynı olmama olasılığı 365'te 364'tür. 2. Zekası çabuk iģleyen herkes sorunu çözebilirdi. 3. ĠĢine karģı hiç ilgi beslemiyor. Yine de yapıyor. 4. Herkesin araba ehliyeti almasına izin verilmemeli. 5. "Bir kart seç," dedi falcı, "herhangi bir kart; hangisi olduğu fark etmez." 60

79 Genel Çeviri 3: Genel Çeviri 1 Notları Konu 28 Grup Adları ve Uygun Eylem GiriĢ 1. Neden burada olmadığı hakkında hiç fikrimiz yok; bir sürü neden olabilir. 2. Hırsızlar Ģu an Ģehirde herhangi bir yerde olabilirler. 3. Polisler soruģturmayı yürütmek için tam yetki verilene kadar ve verilmedikçe hiçbir Ģey yapamazlar. 4. Mantar türlerinin hepsinin de yenilebilir olarak sınıflandırılamayacağını unutma. 5. Klasik gitarda ustalaģan her gitarcı kısa bir çalıģma sonrasında elektro gitar çalabilir. Sunu Bu konunun çeviri açısından önemi, konuda belirtilen yapılar ile hangi yüklemin kullanıldığını bilmeyen öğrencilerin bileģik tümcelerde yüklemi bulurken hata yapmalarından kaynaklanmakta. Çoğul anlam taģıyan (örneğin Everybody) bir sözcüğün tekil (Everybody was) yüklem aldığını göz ardı eden öğrenciler bu nedenle tümcenin esas yüklemini atlayabilmekteler. ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Dinleyiciler o kadar istekliydi ki, dinleyiciler ritme uygun olarak parmaklarını Ģırlatırlarken orkestra koca bir konçertoyu yeniden çaldı. 2. Halk, seçim sonuçlarını öğrenmeye çok istekli. 3. Kupa finalinde Brezilya Arjantin'i yendi. 4. Sonuç olarak, en fazla mağdur olanlar yoksullar. 5. Polislerin gerçeği ararken yasaları bir parça çiğnemesinin muhtemel olduğunu herkes bilir. 6. Toplantıya/Mitinge katılmaya söz verenlerin çoğu evlerinden bile çıkmayacak kadar tembeldi. 61

80 Genel Çeviri 2 Konu 2 Metin Türleri ve Çeviri Yöntemleri Konu 3 Tümce Analizi Konu 4 Tümce Analizi ve Çevirisi Konu 5 Metin Analizi ve Çevirisi 1. Heart 2. Growing vegetables 3. Grounds for divorce 4. Galaxy 5. Language 6. Man's future 7. Ifs of history 8. Lake Turkana 9. Garbology 10. Explain 11. The 800 th life 12. Desertification 13. Women 14. Who's afraid of the silicon chip 15. Education 16. The secret few people could guess 17. United Nations 18. The fountain and the water-jar 19. Lightning 20. The way up to heaven 21. Political parties 22. Women and space 23. Common sense about smoking 24. Intelligence 25. The sacred rac 26. Amber 27. Levophobia 28. Self-confidence 29. Magnetism 30. The death penalty 31. Slipper animalcule 32. Tighten you belt 33. Arranged marriages: an alternative to love marriages 34. Nuclear energy 35. Lie detector 36. Barter 37. Art 38. New policy debate 39. Investment 40. Modern constitutions 41. Television 42. Economics and history 43. The Rolling Stones 44. Pioneer 10 pushes forward beyond goals, into the unknown 45. California's germinal brains bank 46. The manager's authority 62

81 47. Ethical and legal considerations of public relations practice 48. Human behaviour and social practice 49. Democracy and adult education in Tanzania 50. The twelve bottles of whisky Konu 6 Çeviri Sınavlarına Hazırlık ve Son Düzeltmeler Konu 7 Çeviri Sınavlarında BaĢarı 63

82 Derslerin sunulması ve iģlenmesi, alıģtırmaların yapılması ve yanıtlanması esnasında, Ģu önemli noktaları unutmayın. Öğretmen olarak sınıfta üstlendiğiniz denetim ve katılım Sunu aģamasından Sınama aģamasına doğru gidildikçe azalırken öğrencilerin rolünün ve katılımının artması gerekir. Verilen görevin zorluğu, sürenin yeterliliği, öğrencilerin mevcut düzeyi gibi unsurları göz önüne alarak, öğrencilerin sınıf içinde yapılması gereken görevleri kendi başlarına, ikili gruplarda ya da küçük gruplarda gerçekleģtirmelerini sağlayın. AlıĢtırmaların talimatlarını mutlaka öğrencilerle birlikte okuyun ve gerekirse ek açıklamalarda bulunun. Öğrenciler genelde talimatları okuma alıģkanlığını taģımazlar. Sınıfta yapılan alıģtırmaların yanıtlarını sınıf tartıģması sonucu elde etmeniz, doğru yanıtları sizin vermenizden çok daha iyidir. Unutmayın, çeviri tartıģmadır. 64

83 Konu 2 Metin Türleri ve Çeviri Yöntemleri Newmark (1988) çeviri yöntemlerini Ģu Ģekilde sıralamakta: KAYNAK DĠLE VERĠLEN ÖNEM HEDEF DĠLE VERĠLEN ÖNEM Bire-bir çeviri Uyarlama Tam çeviri Özgür çeviri Sadık çeviri Deyimsel çeviri Anlamsal çeviri ĠletiĢimsel çeviri ġekilde de görüldüğü gibi, Anlamsal Çeviri ile İletişimsel Çeviri birbirine en yakın olanlar. GiriĢ Alıştırma - Yanıt Sunu Bu aģamada, elbette, öğrencilerin Sunu bölümündeki metin türlerini bilmeleri gerekmez. 1. Anlatım 2. Diyalog 3. Betimleme 4. TartıĢma 1. Metin türleri ĠĢleme GiriĢ bölümünde olduğu gibi, bu aģamada, elbette, öğrencilerin Sunu bölümündeki çeviri yöntem türlerini bilmeleri gerekmez. 1 [ Çeviri yöntemi: Bire-bir çeviri ] 2 [ Çeviri yöntemi: Anlamsal çeviri ] 3 [ Çeviri yöntemi: ĠletiĢimsel çeviri ] Alıştırma 1 - Yanıt 1. CRETE... Betimleme 2. SCHOOL'S OUT... Betimleme 3. IFS OF HISTORY... TartıĢma 4. VISITOR... Anlatım Üretme - Sınama Öğrenciler metinlerden birinin çevirisini yaparken diğerlerini de dikkate aldıklarında çeviri iģlemi kolaylaģacaktır. 65

84 Konu 3 Tümce Analizi GiriĢ Ġncil Temelde Hıristiyan ve Yahudi tanrısının doğasını ve ahlak öğretilerini açıklamak amacını taģıyan teolojik bir belge olan Ġncil, ikincil olarak da bir tarih ve coğrafya kitabıdır. Örneğin Ġsrailden ÇıkıĢ'ın anlatılarında içerilen kiģiler, yerler ve olaylara ait en ufak değinmeler ya da Ġbrahim, Musa ve Davut gibi Ġncil kahramanlarına iliģkin hikayeler, eğer uygun biçimde değerlendirilir ve izlenirse, çok önemli tarihsel keģiflere yol açabilir. Ġncil'deki tarihsel ipuçları arkeologları Ġncil'in içinde geliģtiği ve dinsel kavram ve uygulamaları ile öylesine kökten farklılık gösterdiği antik dünya uygarlığını anlamaya götürebilir. Ġncil, uzmanlara kayıp Ģehirlerin ve uygarlıkların yerlerini ve niteliklerini gösteren hemen hemen yanılmaz bir gösterge olarak kabul edilebilir. Sunu Alıştırma 2 - Yanıt 1. him = Hemingway 2. him = the man with the limp 3. him = the playwright 4. her = Mrs. Jones 5. her = the woman 6. her = the general's daughter 7. them = the Shepherds 8. them = patients 9. them = stutterers 10. them = insects of all kinds 11. its = his first bicycle 12. their = the defendants 13. hers = Jean's 14. theirs = the English 15. ones = reasons 16. those = signs of ageing 17. them = the proposals 18. ones = questions 19. the latter = John Glenn's orbital journey 20. the former = basic applied research 66

85 Alıştırma 3 - Yanıt 2. Present perfect continuous. 3. Time clause - After he had completed Relative clause - Animals which live Hate + gerund 6. Time clause - After he had opened Comment clause - If I may speak Present perfect continuous. 9. Worth + gerund / without + gerund 10. Noun. 11. Time clause - While the learner is learning Condition clause - Providing that + tümce. 13. Present perfect continuous. 14. Noun. 15. Preposition + gerund. 16. Time clause - When he came in, he was murmuring. 17. Relative clause - The part of the plan which concerns / Noun (decorating). 18. Relative clause - There is nobody who is paying / Present perfect continuous. 19. Relative Clause - Arthur C. Clarke, who lives... / Present perfect continuous. 20. Reason clause - Because he hoped.... Alıştırma 4 - Yanıt Basit tümceler 2, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 20, 21, 25, 26, 27, 28, 33, 34, 35, 36, 37, 38 * Alıştırma 5 - Yanıt 2. Relative clause; yüklem book. 3. Time clause; yüklemler catch ve see. 4. Relative clause; yüklem dream. 5. Devrik basit tümce; yüklem place. 6. Basit bileģik tümce (but); yüklemler try ve be. 7. Basit tümce; yüklem plant. 8. Basit bileģik tümce; yüklemler hit ve come. 9. Basit tümce; yüklem become. 10. Comparison clause ve noun clause; yüklemler be, think ve forgive. 11. Basit tümce; yüklem stand. 12. Basit tümce; yüklem mother. 13. Noun clause; asıl yüklem ikinci be. 14. Basit tümce; yüklem be. 15. Devrik basit tümce; yüklem is follow 16. Devrik basit tümce; yüklem rock. 17. Basit tümce; yüklem be. 18. Basit tümce; yüklem house. * Aslında 1, 12, 22 ve 39 da - noun clause görüntüsü verseler bile - basit tümce sayılmalıdır. 67

86 19. Time clause ve noun clause; yüklemler try, realize ve gain. 20. Basit bileģik tümce; yüklemler play ve be. 21. Noun clause; yüklemler be ve handle. 22. Relative clause; yüklemler lie ve help. 23. Reason clause ve relative clause; yüklemler damage ve be (freeze which is unknown) 24. Time clause; yüklemler deposit ve form. 25. Basit tümce; yüklem be. 26. BileĢik basit tümce; yüklem head into ve slam. 27. Devrik basit tümce; yüklem refund. 28. Basit tümce; yüklem aim. 29. Devrik basit tümce; yüklem lie. 30. Relative clause (Students who reserve) ve time clause; asıl yüklem need - diğerleri reserve ve move in. 31. Condition clause; yüklemler feel ve be. 32. Basit tümce; yüklem seem. 33. Time clause; yüklemler salute ve step. 34. Basit tümce; yüklem equip. 35. Devrik basit tümce; yüklem decorate. 36. Noun clause; yüklem be. 37. Basit tümce; yüklem be. 38. Result clause ve noun clause; yüklemler mouth, hear ve tell. 39. Relative clause; yüklemler try and reach ve point. 40. Time clause; yüklemler intend ve attempt. Alıştırma 6 - Yanıt 6. As long as CONDITION. 7. where RELATIVE. 8. wherever PLACE. 9. Hardly... when TIME. 10. Amused TIME. 11. so... that TIME. 12. That... NOUN. 13. the youngest COMPARISON. 14. Youngest/appealed that COMPARISON / NOUN. 15. too late VERBLESS. 16. which/say that RELATIVE / NOUN. 17. The..., the... COMPARISON. 18. argued that NOUN. 19. Now that REASON. 20. The statue erected RELATIVE. 21. that / the closer.. the less NOUN / COMPARISON 22. her repeatedly asking. NOUN 23. Swimming TIME 24. which / that / though / the ones to decide / whether or not RELATIVE /NOUN/ CONCESSION / RELATIVE / NOUN 25. the books you borrowed / as soon as possible RELATIVE / COMPARISON 26. Seeing that / to TIME / PURPOSE 27. so nasty people as / who COMPARISON / RELATIVE 28. What / to NOUN / PURPOSE 29. when / to TIME / PURPOSE 68

87 30. so COMPARISON (so... [that]) 31. that / standing NOUN / RELATIVE 32. as REASON 33. Because REASON 34. The new secretary the job office recommended / as competent as RELATIVE / COMPARISON 35. Provided that / that / what CONDITION / NOUN / NOUN 36. Even though / as hard as /because CONCESSION / COMPARISON / REASON 37. seeing that / to / sitting TIME / PURPOSE / RELATIVE 38. to PURPOSE 39. Where PLACE 40. What / intelligent enough to / what Alıştırma 7 - Yanıt NOUN / COMPARISON / NOUN 2. TIME; 3. RELATIVE; 5. CONCESSION; 7, RELATIVE; 8. RELATIVE; 9, CONCESSION; 10. RELATIVE ve TIME; 12. RELATIVE; 13. CONDITION; 14. NOUN ve TIME; 16. NOUN; 17. NOUN; 18. RELATIVE Alıştırma 8 - Yanıt The people who live next door but one have a revolting cat. yan kapıdan bir sonraki / iki kapı sonraki Alıştırma 9 - Yanıt I didn't notice that the bus had stopped to pick up some passengers, and I went straight into the back of it. Tümcede into "sözcüğü bir yerden bir yere" anlamını yansıtmakta, yani mekan değiģimini göstermekte. Bu da konuģan kiģinin otobüsün içinde olamayacağını gösterir. Otobüsün dıģında olabileceği konum ise, otobüse binmek isteyen yolcu ya da otobüsün ardındaki bir sürücü olabilir. Tümce Türkçeye Otobüsün yolcu almak için durduğunu farketmedim ve arkadan çarptım Ģeklinde aktarılmalı. 69

88 ĠĢleme Alıştırma 1 - Yanıt 1. Some drugs WHICH ARE intended to counteract insomnia are not without dangerous side effects. 2. A wild animal is more apt to be irascible when hungry than when IT IS satiated. 3. To prove a Rembrandt painting authentic is to make certain THAT it was painted by Rembrandt himself. 4. Papers which document the inception of a country's new government provide historical records of its beginnings. 5. The law requires that (=) gifts of eloquence SHOULD be reported accurately on the owner's income tax return. 6. A year by year increase in the number of a company's pensioners may not necessarily reflect company growth. 7. A driver who covers a distance of 1200 kilometres in three days averages 400 kilometres per day. 8. Any statesman who opposes liberalizing immigration quotas objects to the entrance of immigrants into his country. 9. To state that (=) ocean temperatures are fairly stable over vast areas does not rule out the possibility of temperature differences. 10. Not everyone WHO IS properly described as eccentric possesses the essential qualities of genius. 11. An agreement WHICH IS MADE to increase spending for research hardly guarantees the success of the project WHICH IS dependent upon that research. 12. Discrepancies in the testimony of a court witness tend to discredit his reliability. 13. The superstition that red infuriates a bull results form mistaking coincidence for cause and effect. 14. Culture includes all the ways of behaving which an individual learns from others as a member of society. 15. Because athlete's foot and other fungus infections depend upon individual susceptibility, the widespread use of preventive techniques has not been adopted. 16. Notwithstanding its general acceptance, the idea that (=) all nature exists for the direct benefit of the human race rests on no reliable foundation. 17. The four-minute mile wouldn't amount to much were it not for the fact that the human body is poorly adapted for running or anything else but thinking. 18. It is probable that (=) out of any large group of top-rank scientists a fair proportion will be neither saints nor sinners. 19. Feudal landowners, instead of pursuing the system of farming their lands by the labour of their dependents, became landlords by receiving rent for the use of their lands. 20. Animals with backbones constitute but a relatively small proportion of living things and are a comparatively recent group without the length of history behind them WHICH IS possessed by many other types of plants and animals. 21. This comprehensive plan for a system of common schools was, in the face of the most discouraging opposition, constantly adhered to Thomas Jefferson, although he did not live to see universal eduation an accomplished fact. 22. The director agreed to whittle the entries down to about 1000 volunteered paintings which would go into the show along with offerings from a specially invited group of already recognized name artists. 70

89 23. The central idea of English mercantilism was that (=) as the whole is greater than any of its parts, the national economy should aim at the prosperity of the nation as a whole, even when that meant the disadvantage of one segment or another. Alıştırma 2 - Yanıt 1. b 2. a 3. a 4. a 5. b 6. b 7. a 8. b 9. a 10. b 11. a 12. a 13. b 14. a 15. b 16. b 17. a 18. a 19. a 20. b 21. a 22. b 23. a 24. b 25. b 26. a 27. b 28. a Alıştırma 3 - Yanıt Üretme 2. a 3. b 4. a 5. b 6. a 7. a 8. a 9. b 10. a 11. a Alıştırma 1 - Yanıt 1. Önemli her kuram gibi, toplumsal ya da kültürel antropoloji kuramı da pek çok beynin eseriydi ve pek çok Ģekle girdi. Bu tümcede iki nitelik üzerinde durmak gerekebilir: a) Like any theory of importance bölümü Türkçeye Her türlü önem teorisi gibi Ģeklinde aktarıldığında anlamsız bir ifade ortaya çıkmaktadır. Bu yapı Like any theory which has importance Ģeklinde açıklanabilir ve Türkçeye de Önemli her teori gibi aktarılması gerekir. Buna benzer yapılar Genel Çeviri 1 kitabında ele alınmakta. b) Tümcedeki that of social or cultural anthropology bölümündeki that sözcüğü bir değinme sözcüğüdür ve theory yerine kullanılmaktadır. 71

90 2. Pek çok insana göre psikiyatri karanlık bir odada, orada olmayan bir kara kediyi arayan bir kör adama benzemekte. Dergiler ve zihin sağlığı dernekleri psikiyatrik tedavinin iyi bir Ģey olduğunu söylemekteler, ancak, psikiyatrik tedavinin ne olduğu ya da neler baģardığı açığa kavuģturulmuģ değil. Alıştırma 2 - Yanıt 1. 1 milyon yıl içinde Paleolitik Çağ'a dönüģen Buzul Çağı'nın bir sonucu olarak, insanlar mağaralarda sığınmaya, giysi giymeye ve yeni araçlar geliģtirmeye zorunlu kaldılar. 2. Benim tümcede kullandığım o "that" sözcüğünün, relative clause/sıfat tümcesi yapılarda gördüğümüz o "that" sözcüğü olmadığı doğru. Tümcenin Ģu Ģekilde yapılması anlaģılmasını kolaylaģtırabilir: It is true that (1) that/this (2) "that" that/which (3) I used in the sentence is not that/this (2) "that" that/which (3) we saw in the relative clause structures. Tümcede (1) ile gösterilen that sözcüğü noun clause oluģturmakta, (2) ile gösterilen that sözcükleri o, Ģu anlamı vermekte, (3) ile gösterilen that sözcükleri ise relative clause oluģturmaktadır. 3. Yunanlılar Olimpiyat Oyunları'na o kadar önem verdiler ki zamanı, MÖ 776'dan baģlayacak Ģekilde dört senelik dönemler halinde "Olimpiyatlar" olarak hesapladılar. 4. Diğer yandan, besinini sağlamak için diğer unsurlara bağımlı olan heterotropik mantar bitki için yalnızca su alıp depolamakla kalmaz, bitkiyi korumaya da yardımcı olur. 5. Likenin uygun olmayan çevreye karģı dayanıklılığı ve bu türden bir çevreyle uyum içinde yaģama kabiliyeti, insanın kendi sorunlarını çözmeye çalıģırken göz önünde bulundurması gereken bir örnektir. 6. Rosetta taģının bulunmasından seneler sonra, birkaç dil bilen Fransız dilbilimci Jean François bir sözcüğü, Mısırlı bir kralın adı olan Ptolemy sözcüğünü deģifre etmeyi baģardı. 7. Karbon ve hidrojen kombinasyonu, bu iki atomun hidrokarbon molekülündeki çeģitli konum ve bağlantılarından ötürü mümkün olan binlerce madde oluģtururlar. 8. Ġnsan kurban etme törenleri ne kadar vahģice olursa olsun, genelde savaģ esirleri arasından seçilen kurbanlar önceden beyinleri yıkandığı ve ağır biçimde uyuģturuldukları için kaderlerini pasif bir biçimde kabullenmekteydiler. 9. Hafif yağların damıtılmasından sonra kalan atık ağır ya da atıksal sıvı yağ olarak bilinir ve genelde kazanların ısıtılmasında kullanılır. 10. Pek çok insanın inancına göre, köstebek "Pete"in bunun ardından yapacağı Ģey baharın gelmek üzere olduğunu mu yoksa uzaklarda olduğunu mu gösterecektir. 11. Yoksulluk içinde büyütülen çocuklar, ortalama olarak, zeka testlerinde düģük notlar alma eğilimi gösterirler. 12. Muhtemelen, Roma mirasının dünyadaki en kalıcı örnekleri Ġngiltere, Latin Amerika ve BirleĢik Devletler'de olduğu gibi Roma yasal prensiplerine dayanan yasalarda ve aralarında Ġngilizce, Ġspanyolca ve Almanca'nın da bulunduğu pek çok dilin temelini oluģturan Roma alfabesinde bulunabilir. 13. BirleĢik Devletler Anayasası'nın ikinci maddesine göre, yalnızca BirleĢik Devletler doğumlu, 35 yaģına eriģmiģ ve BirleĢik Devletler'de 14 sene ikamet etmiģ vatandaģlar baģkan olabilir. 72

91 Sınama Alıştırma - Yanıt 1. Ġnkalar asla yazı sanatını edinmemiģlerdi ama quipus adı verilen karmaģık bir düğümlenmiģ ipler sistemi geliģtirmiģlerdi. Bunlar çeģitli renklere boyanmıģ alpaka ya da lama yününden yapılmıģlardı ve bu renklerin anlamları resmi yetkililerce bilinirdi. Bu ipler ondalık sistemi temsil edecek Ģekilde düğümlenirdi. Böylece, ürünün geliģmesine, toplanan vergi miktarına ya da düģmanın ilerleyiģine iliģkin önemli bir mesaj posta yolları boyunca eğitimli koģucular yoluyla hızla gönderilebilirdi. Yanıt c 2. Bir zamanlar akademik çevreler ilk insanların, her bir ferdin haklarının çevresindekilerce tanındığı ve yönetmek ya da yönetilmenin söz konusu olmadığı bir tür bencillikten uzak anarģi içinde yaģadığını öne sürdüler. Pek çok erken dönem yazarı bu Altın Çağ ile ilgilendi, ancak, insanın orijinal olarak doğanın çocuğu olduğu görüģü daha çok Rousseau, Locke ve Hobbes'un yazıları ile tanınmaktadır. Bu insanlar, ilkel insanların yaģadıkları varsayılan doğa durumuna bir son verdiğini söyledikleri toplumsal sözleģme kavramını açıkladılar. Yanıt a 73

92 Konu 4 Tümce Analizi ve Çevirisi ĠĢleme Alıştırma 1. Bir dahi bile aynı zamanda hem çok sinirli olup hem de derin düģünmeyi baģaramaz. 2. Ġngiliz ve Amerikan basının büyük bir bölümü sadece gerçeklerle ilgilenirmiģ gibi görünmekten vazgeçti. 3. Yaygın bir kanıya göre sıradan insanlar toplum için ayrılan bütçenin kendi yararlarına kullanılmasını her zaman desteklerken, vergilerin toplanmasına karģı çıkarlar. 4. Bir dahi, hata yapmaktan çekinmemesiyle ön plana çıkar; zira, karanlıkta el yordamıyla gerçeğin aranmasının tek bir baģarılı kavrayıp için doksandokuz beyhude uzanmayı gerektirmesi kaçınılmazdır. 5. Montreal'de insanların Fransızlık ya da Ġngilizliğinden etkilenen turistler her beģ Kanadalıdan birinin Fransız ya da Ġngiliz kökenli olmadığını öğrenince hayrete düģerler. 6. Bir atom santralında üretilen elektrik ile sıradan buharla iģleyen santrallarda üretilen elektrik arasındaki tek fark jeneratörü döndürecek buharı sağlamak için suyu ısıtan yakıttır. 7. YaĢayan bir yazaın söz konusu olduğunda, yayınladıklarına dayanarak kiģiliğinin yargılanması o kiģiyi gereksiz yere anmak olabilir ya da, diğer yandan, yalan haberden ötürü dava açılmasına zemin hazırlayabilir. 8. Vücuda alınıp enerji üretimi için, vücut iģlevlerinin düzenlenmesi için ya da dokuların yapımı veya onarımı için kullanılabilen her türlü madde besin kategorisine girer. 9. Her ne kadar manastır okulları klasik edebiyata dünyadaki baģtan çıkarmaların temsilcisi olduğu gerekçesiyle ve dini inançlar her türden bilim eserinin kullanımı yasakladığı için kötü gözle baktılarsa da, bizler için büyük sayıda Yunan ve Roma kültürünü korudular. 10. Dilin Ġngilizler ve Amerikalılarca kullanımları arasındaki farklılıklara olan vatanseverce duyarlılık devrim sonrasına kadar görülmedi ve bu duyarlılık Amerikan Ġngilizcesi'ndeki bir eksiklik ya da hata duygusundan değil, Ġngiliz ders kitaplarını kullanma isteksizliğinden kaynaklandı. 11. Kadınların artan bir çoğunluğunun toplumumuz üzerindeki etkilerinin kötü olacağı kesin. 12. GüneĢten gelen ıģın enerjisi insanın dünyada yönlendirdiği herģeyin kaynağıdır. 13. Bir istihdam esnasında oluģan ve bu istihdamdan kaynaklanan her türden hastalık ya da yaralanma yasa tarafından endüstriyel yaralanma olarak tanımlanır. 14. Amerika çarpıcı biçimde Ġngiliz kaldığı esnada, baskın olan Ġngiliz müziğiydi ve okumuģ sınıfların müziği de aģk Ģarkılarında çok ilahileri içermekteydi. 15. Onyedinci yüzyıl Avrupasında bilinmeyen bir değer olan, halk eğitimini sağlayacak yolları temin etme konusunda kollektif hareket etmenin değeri, Yeni Dünya'da da birdenbire bulunuvermedi. 16. Hayvanlar sıcakkanlı ya da soğukkanlı olarak sınıflandırılır: sıcakkanlılık bu hayvanların sabit bir vücut ısısına sahip oldukları, soğukkanlılık da vücut ısısının dıģ ısıya göre değiģtiği anlamını taģır. 17. Yazar hikayesindeki her bir bağlantının önemi hakkında tartıp biçtiği kendi fikirlerini ifade etmiģ olsaydı, kitabını bu konudaki son söz haline getirecek Ģekilde zenginleģtirebilirdi. 18. Günümüzde, bazı ilkel halklar açısından sene bir bakıma belirsiz bir birimken ay ve onun safhaları o kadar belirgin ve etkileyicidir ki bu kabileler için takvim ayın dönümlerinin numaralandırılmasından oluģur. 19. Geometri temellerini, uygulamaya yönelik bir gereksinimi karģılamak için geliģtiği Nil vadisinden alır; nehrin senelik taģkınları tarafından silinen sınırların yeniden çizilmesinde yer yüzeyinin hesaplanmasından kullanılmaktaydı. 74

93 Üretme 20. Zihinsel geliģmeye öncelik veren bir okul atletizmle, daha üstün olan akademik çalıģmalarla olduğundan daha az ilgilenir. 21. Bütün bunlara göre, Güney kerestemizin yarısından fazlasını üretmektedir ve iklim ikinci ürün ağaç yetiģtirilmesini mümkün kılacağı için ve oran pekala artabilir. 22. Fiyatlar kısmen alıcı açısından talep gücü tarafından, satıcı açısından da arz ve ürünün maliyeti tarafından saptanır. 23. Bakterileri yaģam denen oyunda pek çok rol oynayan, kimi zaman yardımcı ki mi zaman da engelleyici, her zaman mevcut ve uyumlu canlılar olarak düģünmeye alıģkınız. 24. Devlet tarafından korunan bir endüstri tehlikeli bir konumdadır, zira üretme tekniklerini geliģtirme yeteneği yumuģak koruma Ģemsiyesi altında geliģtirilemez. 25. Spartalılar yenilgiye uğrattıkları düģman insanların arasında yaģamaktaydılar ve hayatta kalmak için güç, cesaret ve yasalara uyma kavramlarının gençler arasında geliģtirilmesi gerekiyordu. 26. Bilimsel tanımların doğanın güzelliğini çaldığı ya da zevk alan renk duyumuzun, hislerimizin kaynağını izleme yüzünden köreltilme tehlikesiyle karģı karģıya olduğu sanılmasın. 27. Selamlama türlerinin kendi öğrendiği türlerden farklı olduğu bir ülkeye giden bir diplomat, etkilemeyi istediği ülkenin beklentilerini boģa çıkarmaması için dikkatle yönlendirilmelidir. 28. Ġlkel insan, hayvanların yapabildiği her Ģeyden bir ileri adım olan takası uygulama aģamasına evrimleģtiğinde, ilgi alanı çalma döneminde olduğundan çok daha geniģti. Alıştırma Yanıt Sınama ÖĞRETMEK Öğretme eyleminin resmi belge yanı sıra uzun ve karmaģık bir eğitim gerektiren bir aktivite olduğu varsayılır. Öğrencinin rolü, bilgiyi almaktır; öğretmenin rolü de bilgiyi vermektir. Bildiği (ve bu nedenle de hata yapamayacağı) varsayılan kiģi ile genelde daha genç, bilmediği varsayılan diğer bir kiģi arasından kesin bir ayrım olduğu düģünülür. Ancak, öğretme eylemi ne özel bir insan grubunun alanı olmalıdır ne de teknik bir beceri olarak görülmelidir. Bildiklerinizi bir baģkasına aktarmak ya da insanlara kendi kendilerine öğretme çabalarında yardımcı olmak için belge almıģ olmanız gerekmez. Bildiklerimizi, ne kadar az olurlarsa olsunlar, o bilgi ya da beceriye gereksinimi olanlarla paylaģabiliriz. Alıştırma 1 - Yanıt 1. c) cannot comprehend Gençlikte, çoğu insan siyahın siyah, beyazın beyaz olduğunu ve grinin varolmadığını düģünür. Zamanla tecrübe bize kesin kötü diye bir Ģeyin olmadığını, bu yüzden de kesin iyi diye bir Ģey bulunmadığını öğretir. Bu ders öğrenilene kadar çocuklar karģılaģtıkları her Ģeye ya tamamen tarafında ya da tamamen karģısında kalarak tepki verirler ve tolerans kavrayamadıkları bir Ģeydir. 75

94 2. a) expensive Bakır oldukça yumuģak bir metaldir ve soğukken kolaylıkla Ģekil verilebilir. Bakır, ilkel insanın alet yapmak için kullanmayı öğrendiği ilk metaldi. KaydedilmiĢ tarihten daha eski bakır aletler bulunmuģtur. Bakır, demir dıģındaki her türlü metalden çok daha fazla kullanılmaktadır. Bu olumlu nokta bakırın pahalı olmaması ile desteklenmektedir. 3. c) wandering Eski astronomlar gezegenlerin yıldızlardan farklı olduğunu fark etmiģti. Yıldızlara nazaran konumlarını sürekli değiģtiren gök cisimlerine planet (=gezegen) adı verildi, çünkü gezegen sözcüğü Yunanca gezen anlamını taģıyan sözcükten gelmektedir. 4. a) overpowered all who are exposed to it Propagandanın gücü geniģ ölçüde hızlı hareket etmesinden kaynaklanır. Kokusuz ama ölümcül bir bulut gibi atmosfere sızar - ta ki ona maruz kalanları etkisine alana kadar. 5. a) harmful activities Canlı yaratıklar arasında pek azından tüm dünyada sıçandan olduğu kadar nefret edilir. Sıçanlar pek çok hastalık taģırlar. LeĢ yiyici olarak bazı iģe yarar yanları varsa da bu nitelik zararlı faaliyetleri tarafından kat kat aģılmakta. 6. b) refrigerators Kimyasal değiģim hızını etkileyen bir unsur ısıdır. Birkaç istisna dıģında, ısıdaki bir artıģ kimyasal reaksiyon hızını artırır. Kaynar su sıcaklığındaki çoğu reaksiyon oda sıcaklığında yüzlerce kez daha hızlıdır. Besinlerdeki değiģiklikleri yavaģlatmak için, mutfaklarımız buzdolapları ile donatılmıģtır. 7. c) buckle Isıları yükseldiğinde pek çok katı madde geniģler. Bundan ötürü, beton otoyollar birbirine değmeyen bölümler halinde yapılır. Bu bölümler arasındaki boģluklar, sıcak havada çatlaklardan sızan katranla doldurulur. Yollar bölümler halinde yapılmasaydı, sıcak havada katı betonun genleģmesi bükülmesine neden olurdu. 8. a) ideas Fikirler iģ için gereklidir. Nasıl ki bir insan acıkıyorsa, iģ de acıkır. Ġnsan gıdasız yaģayamaz, iģ de fikirler olmadan ilerleyemez. 9. d) deepest Kömür oluģumu milyonlarca yıl önce dev bitkilerin ölüp turba adı verilen çürümüģ bir bitki tabakası oluģturduklarında baģladı. Büyük toprak alanları okyanus seviyesinin altına battığında çamur ve kum ve turbayı kapladı. Su, kum ve çamurun oluģturduğu basınç ve ısı turbanın kömür oluģturmasına neden oldu. Turba üzerindeki toprak tabakası ne kadar derinse turba üzerindeki basınç da o kadar büyük ve kömür de o kadar serttir. En sert kömür türü olan antrasit genelde en derin kömür yataklarından bulunur. 10. b) such a legacy Alfred Bernhard Nobel ( ) dinamit ve bazı diğer kimyasal maddeleri keģfeden Ġsveçli bir bilim adamıydı. Çok zengin oldu ve vasiyetinde fizik, kimya, tıp felsefesi, edebiyat ve uluslararası barıģ olmak üzere beģ alanda yıllık ödül verilmesi için büyük bir fon oluģturdu. Verilen ödüller yaklaģık 40,000 dolardır ve bunun yanı sıra bu tür bir ödülü almak büyük bir onurdur. 76

95 11. a) lax law enforcement Otuzlu yıllarda yasaları çiğneyenlerden yalnızca yaklaģık yüzde 15'i tutuklandı, yüzde ikisi suçlu bulundu ve yüzde biri hapse atıldı. En fazla baskı yapan toplumsal sorunlardan biri gevģek yasal yaptırımlardı. 12. b) luxury items Orta Çağ'da uzun mesafeli yolculuğun toplam miktarı oldukça azdı. Ġnsanların yaģadıkları pek çok bölge kendi kendisine yaģam için gerekli olan unsurlar açısından kendi kendisine yeterliydi. Ġster kara ister deniz yoluyla olsun, ulaģım pahalı ve yavaģtı. Uluslararası ticarette taģınan mallar çoğu zaman lüks maddelerdi. 13. d) very much alike Bir çocuk ne kadar gençse kiģisel farklılığının da o kadar az olduğu aģikar ve bilinen bir gerçektir. Fiziksel açıdan, yeni doğmuģ bebeklerin tümü birbirine çok benzer. 14. b) a change of season Ekvator bölgelerinde iklim yıl boyunca aynıdır. Mevsim değiģikliği denebilecek bir Ģey yoktur. 15. d) shield against heat loss Giysiler ısının bedenden kaçmasını engelleyerek bizi sıcak tutarlar. Yün, lifleri ısı kaybına karģı kusursuz bir kalkan oluģturan hareketsiz bir hava tabakası taģıdığı için özellikle sıcak tutar. 16. c) ultimate accuracy in timing Bilimadamları insanın zamanı ölçmedeki kesinliğini sağlamak için sürekli çalıģmaktalar. ġimdiye kadarki en doğru yöntem milyarda ikilik bir kesinliğe sahip olan bir atom saati. Kol saatiniz bu doğrulukla çalıģsa bugünden 330 yıl sonra bir saniyeden fazla ĢaĢmazdı. Polaris denizaltıları ve dünyadan millerce yukarıdaki yörüngedeki uydular konumlarını belirlemek için doğruluğa bağımlıdır. Bu da zamanlama da tam doğruluğa bağlıdır. 17. a) self-sufficient On dokuzuncu yüzyılın son yarısında BirleĢik Devletler ve Almanya endüstrileģmede hızlı geliģme kaydettiler. Endüstrinin geliģmesinde gerekli unsurlar olan kömür ve demir kaynaklarına sahip olmaları kendi kendilerine yeterli hale gelmelerine yardımcı oldu. 18. b) felt at home Hayvanat bahçeleri burada tutulan hayvanları yaģatmak için doğal ortamları kopyalamak için pek çok para harcamaktadır. Bu alanda, üç saksağan örneğinde de görüldüğü gibi, büyük baģarı sağlanmıģtır. Bir fırtına saksağan kafesinin kapısını açınca bu mavi renk Himalaya kuģlarının üçü kaçtı. Koca Ģehrin her yanından gelen raporlar kuģların binalara, heykellere ve diğerlerine tünediğini göstermekteydi. Kaçmalarını izleyen gün saksağanlar hayvanat bahçelerindeki kafeslerine döndüler ve bu da kendilerini yuvalarında hissettiklerini göstermektedir. 19. c) spectators Zor görevlerin getirdiği dürtü uygarlığımızın hayatta kalması için gereklidir. Artık çalıģma gereksinimi tarafından zorlanmadığımızda, silkinip çalıģmaya baģlamazsak yok oluruz. Ġnsanlar seyirci haline geldiklerinde Yunan ve Roma uygarlıklarında çürüme baģlamıģtı. 77

96 20. d) rebellious Her bir nesil kendisini yasalarını, bu yasaları değiģtirecek olan gelecek nesile karģı korumaya çalıģır halde bulur. Gençler genelde bir önceki neslin değiģikliğe direndiğini düģünür ve yaģlı nesil de bazen gençleri fazla isyankar olmakla eleģtirir. 21. d) vision Fil avcılığı bazı insanların düģündüğü kadar tehlikeli olmayabilir. Bir fil sürüsü genelde avcıdan kaçacaktır, fakat, eğer avcı bir fil sürüsüne yaklaģacak olursa, filler saldırabilir. Filin gözleri çok zayıf olduğu için, avcının en iyi korunma yöntemi filin görüģ sahası dıģına çıkmaktır. 22. b) company enough for me Dünyadaki en zevkli Ģeylerden biri seyahate çıkmaktır, ama kendi baģıma gitmeyi severim. Bir odada baģka insanların arkadaģlarını sevebilirim; ama dıģardayken, doğanın dostluğu bana yeter. 23. a) zoologist Antik Yunan'da bir felsefeci olan Aristotle, bildiğimiz, hayvanların tanımını yazan ilk insandı. Gözlemleri ve sınıflamaları iki bin yıldan fazla bir süre önce yazılmıģ olmak için tamamen ayrıntılıdır. Aristotle çoğu zaman ilk hayvanbilimci olarak anılır. 24. c) interpretation Okyanus altında büyük mesafelerdeki doğal yer titreģimlerini ve uzak nükleer patlamaları kaydetmek için bir okyanus tabanı sismografı tasarlanmıģtır. Bu gereç insansız çalıģmaktadır. Bilgileri algılar, toplar ve sonraları alınıp yorumlanmak üzere manyetik banda depolar. 25. b) struggled for supremacy Roma ve Kartaca yıllarca büyük rakip oldular. Bir asırdan uzun bir süre bu iki güç üstünlük için çabaladı. 26. c) traffic deaths AraĢtırmacılar kırpılmıģ çit halinde yetiģtirilebilecek çok bilinen bir Japon gülünü incelemekteler. Bir araç yoldan çıkıp büyük bir ağaca çarparsa, çarpmanın etkisi ağaç tarafından aniden emilmekte ve aracın içindekileri tehlikeye atmaktadır. Bunun aksine, bu güllerden oluģturulan bir çit bir çarpıģmada Ģoku yavaģça emer. Otoyollar boyunca dikilecek olan bu Japon gülünün karayolu ölümlerini azaltacağı düģünülmektedir. 27. d) rock UfalanmıĢ kaya toprağın oluģtuğu temel malzemeyi sağlasa bile, kendisi toprak değildir. Bitkilerin içinde büyüyecekleri gerçek toprak organik malzeme, yani, çürümüģ hayvan ve bitki malzeme içerir. Bu organik madde olmaksızın, ufalanmıģ kaya, ne kadar ince ufalanmıģ olursa olsun, hâlâ sadece kayadır. 28. c) punished by death Çinliler ipekböceği yetiģtirme ve ipek yapma yönteminin sırrını yıllarca özenle korudular. Ġpekböceği larvalarını ya da yumurtalarını Çin dıģına taģırken yakalanan herkes ölüm cezasıyla cezalandırılırdı. 78

97 29. b) was not a war "Ġnek savaģı" 1934'te Minnesota ile Dakotalılar arasında oldu. Ciddi bir kuraklık, Minnesota'nın kuzey-batısındaki küçük bir bölüm dıģında bölgedeki tüm otlak alanı kurumuģtu. Kuzey ve Güney Dakotalı çiftçiler otlatmak için ineklerini bu küçük alana sürdüler. Minnesota ineklerine yeterli otlak alanı kalmayacağından korkan Minnesota valisi Ulusal Muhafızlara Dakota ineklerinin Minnesota ile olan sınırı geçmesini engellemeleri talimatını verdi. Ancak, söz konusu eyaletler bu olay boyunca dostça tavır takındılar. Gerçekte, "inek savaģı" bir savaģ değildi. 30. d) lies below sea level Halk arasında Hollandalı ya da Flement olarak adlandırılan Hollanda halkı bir gölün, bataklığın ya da deniz bölgesinin karayı suyla kaplamasını engellemek için çevresine su yolları açarak tarım amacıyla ülkelerinin toprak alanını artırdılar. Su yollarıyla çevrilen bölgedeki su kanallar yolu ile boģaltılır. Suyu çekilmiģ, su yollarıyla korunan toprağa polder denir. Hollanda'nın batı bölümündeki toprağın çoğu kazanılmıģ topraktır. Bu toprak düzdür ve deniz seviyesinin altındadır. Alıştırma 2 - Yanıt 1. Amuda kalktığında sizden kendisine bakmanızı isteyen bir çocuk anında övgü beklemekte ve genelde de almaktadır. YaĢımız ilerledikçe, insanların ilgisini üzerimize çekme çabalarımızda daha kandırıcı hale geldiğimiz görülür. Yalnızca bir akrobatın alkıģ almak için amuda kalkma zahmetine kalkıģması gerekir. 2. Bugün gençler her Ģeyden önce bilgi edinmeye hevesli görünmekteler. Bilgiyi sırf bilgi sahibi olmak için değil, bir iģi nasıl yapacaklarını öğrenecekleri için de ararlar. Bir insan, eğitimli bir kiģi olması gerekmezsizin, çeģitli gerçeklere vakıf olabilir ve iģinde çok parlak olabilir. Bilgiyi o bilginin sadece yararlılığı ile ölçenler, çoğu zaman, Latince ve Yunanca'nın öğrenilmesini "zaman kaybı" olarak nitelendirirken geçmiģin büyük kültürel mirasını gözardı etmektedirler. 3. Sahip olmaya değen hiçbir Ģey, çabasız sahip olunabilmesi açısından beleģ değildir. Verdiğimiz Ģey her zaman para değerinden ölçülemez. Zaman, çaba, sıkı çalıģma ya da konsantre olma yolu gibi pek çok Ģekle girebilir, zira almak sadece vermekle mümkündür. Aslında, "beleģ" gibi görünen herhangi bir Ģeyin gerçekten de sahip olmaya değip değmeyeceği kuģkulu. 4. Bir ay ya da güneģ tutulmasının ilkel halkların kalplerine neden korku saldığını anlamak zor değil. Bu tür koģullarda, ıģık kaynağı olan güneģin kararması, gündüz vakti aniden karanlığın çökmesi olsa olsa kehanetlerin en kötüsü olarak yorumlanabilirdi. Bu tür olayların neden oluģtuğunu açıklamanın mümkün olması için binlerce yılın geçmesi gerekti. Ancak, her ne kadar bilim tutulma olaylarından büyüyü (ve neyse ki korkuyu) çıkardıysa da tutulma olayları hâlâ doğa olaylarının en etkilileri arasındadır. 5. Kadınların, Sağlık Bakanı'ndan buharlı tren makinistine kadar her türlü iģi yapabileceklerini nihai olarak kanıtlamaları iki dünya savaģı kadar bir süre gerekti. Ancak, erkekler kadınların kendileri kadar yetkin olduklarını kabullenmekte isteksiz, bu kadınlara oy hakkının hiç verilmemiģ olmasını dileyenlerin sayısı da az olmasa gerek. Neyse ki, basit bir noktayı kanıtlamak için kadınların bugün kendilerini sokak lambalarına zincirlemeleri ya da açlık grevi yapmaları gerekmemekte. Eğer doğru yoldan ĢaĢmazlarsa, erkekleri ay yolunda da geçebilirler. 79

98 6. Bunlardan ilki açık. Sanatçı ile halk arasında aracılık yapan bir eleģtirmen bir kitap, film, oyun, ya da eleģtirmekte her ne ise onun ardındaki amaçları açıklayabilmeli. Eğer eleģtirmen güvenilir ise, onun diyeceklerini okuduktan sonra, diyelim ki, yeni bir romandan zevk almak için daha donanımlı oluruz. Ġkincisi çok daha zor. Bir sanat eserini değerlendirirken, eleģtirmen o eseri kendisinden önce olanların tümüyle iliģkili olarak görebilmeli ve okuyucularına eserin olası değeri hakkında bazı fikirler verebilmelidir. EleĢtirmenin bize verdiği Ģey, aslında, kendi görüģüdür; ve çoğu zaman, ne kadar eleģtirmen varsa o kadar da görüģ vardır. 80

99 Konu 5 Metin Analizi ve Çevirisi ĠĢleme-Üretme-Sınama Alıştırma - Yanıt For example, the French seem to have an obsession with the liver, while in Germany, they explain all their peculiar feelings in terms of an organ which they call "the circulation" - whatever that is. I remember, [when I was producing an opera in Frankfurt about six months ago,] that (:) whenever singers arrived late for rehearsal they would apologize for it by saying they had had "ze circulation collapse" which had somehow reduced their efficiency. It is very easy to get the impression that (:) everyone outside the English-speaking world is a hypochondriacal loony, or a visceral fantasist. This is not altogether so, because, [although I have not been able to find, so far, an American "national organ" among the British,] the last four feet of the intestine seem to loom larger than they ought to. The word "constipation" is used so often that it is very hard to know what is being referred to - regularity of the bowel, headaches or lassitude. A vast laxative industry is based on our national fantasy, / and even the medical profession has sometimes fallen victim to the same obsession. The imagery that we use for reconstructing our own insides seems to vary from country to country. Each country has its own way of describing internal organs. (DOĞRU)..., while in Germany, they explain all their peculiar feelings in terms of an organ which they call "the circulation" - whatever that is. According to the writer, it is not at all definite what is meant by "the circulation". (DOĞRU) 81

100 I remember, when I was producing an opera in Frankfurt about six months ago, that whenever singers arrived late for rehearsal they would apologize for it by saying they had had "ze circulation collapse" which had somehow reduced their efficiency. The singers' complaint is that rehearsals reduce their efficiency. (YANLIġ -... circulation collapse reduce their efficiency. It is very easy to get the impression that everyone outside the English-speaking world is a hypochondriacal loony, or a visceral fantasist. This is not altogether so, because, although I have not been able to find, so far, an American "national organ" among the British, the last four feet of the intestine seem to loom larger than they ought to. According to the writer, anyone except those living in those countries where English is spoken has an obsession related to their internal organs. (YANLIġ - intestine ile sorunları var) Because of unknown reasons, American people have intestine that is longer than that of other people. (YANLIġ - seem) The word "constipation" is used so often that it is very hard to know what is being referred to - regularity of the bowel, headaches or lassitude. "Constipation" may mean very different things. (DOĞRU) A vast laxative industry is based on our national fantasy, and even the medical profession has sometimes fallen victim to the same obsession. Every obsessed individual has been a victim of the medical profession. (YANLIġ -... the medical profession has sometimes fallen victim...) In the early 1900s, there was a surgical craze for removing yards and yards of intestine at the slightest excuse. In the early 1900s, surgeons removed a large part of the intestine without getting people's permission. (YANLIġ - excuse sözcüğü bahane anlamında kullanılmakta. The imagery that we use for reconstructing our own insides seems to vary from country to country. b) Kendi iç organlarımızı gözümüzde canlandırırken kullandığımız imge ülkeden ülkeye değiģir.... in Germany, they explain all their peculiar feelings in terms of an organ which they call "the circulation" - whatever that is. a) Almanya'da, tüm garip duygular "dolaģım" olarak adlandırdıkları bir organ türünden açıklanır - bu organ her ne ise. I remember, when I was producing an opera in Frankfurt about six months ago, that whenever singers arrived late for rehearsal they would apologize for it by saying they had had "ze circulation collapse" which had somehow reduced their efficiency. a) Hatırlıyorum da, altı ay önce Frankfurt'ta bir opera hazırlarken, sanatçılar ne zaman provaya geç kalsalar, verimliliklerini nasılsa azaltmıģ olan "dolaģım bozukluğu" çektiklerini söyleyerek özür dilerlerdi. 82

101 1. Heart Kalp The heart has long been considered to be (the place) where feelings of love dwell. In love songs throughout the ages love almost always goes together with the heart. The heart has continually been viewed as (=olarak) the place where love begins and grows. Even the Bible gives numerous references to love and the heart. Uzun bir süredir, kalp sevgi duygularının bulunduğu yer olarak düģünülmüģtür. Asırlar boyunca aģk Ģarkılarında sevgi hemen her zaman kalp ile birlikte ele alınmaktadır. Kalp sürekli olarak sevginin baģlayıp büyüdüğü yer olarak görülmüģtür. Ġncil'de bile sevgi ve kalbe çeģitli kereler değinilmektedir. The role of the heart in love must come from what/the things which happens to it (=the heart) when a person feels strongly attracted to someone else. The strong feelings for the other person, especially in the early stages of relationship, have the results that (:) the heart starts beating faster and breathing starts speeding up. Kalbin sevgide oynadığı rol, kiģi bir baģkasına güçlü bir Ģekilde bağlandığını hissettiğinde kalpte olanlardan kaynaklanıyor olmalı. Diğer kiģi için hissedilen güçlü duygular, özellikle iliģkinin erken dönemlerinde, kalp atıģının hızlanması ve soluk almanın artmaya baģlaması ile sonuçlanır. According to psychologists, a love relationship is a situation that/which involves a lot of stress and the body reacts to this (=stress) by getting ready to face the unknown. This has been called the "fight or flight" reaction, (=) meeting danger by battling it (=danger) or running away. So, with love, the heart accelerates and breathing becomes quick. Psikologlara göre, bir aģk iliģkisi çok sayıda baskı içeren bir durumdur ve vücut bu duruma, bilinmeyeni karģılamaya hazırlanarak tepki gösterir. Buna "sıvıģ ya da savaģ" tepkisi, tehlikeyi ona karģı savaģarak ya da ondan kaçarak karģılama durumu denmektedir. Böylece, aģk olunca kalp hızlanır ve soluk alma hızlı bir hal alır. B. DĠLBĠLGĠSĠ Even the Bible gives numerous references to love and the heart. The role of the heart in love must come from / what happens to it when a person feels strongly attracted to someone else. The strong feelings for the other person, especially in the early stages of relationship, have the results / that(:) the heart starts beating faster and breathing starts speeding up. According to psychologists, a love relationship is a situation / that involves a lot of stress // and the body reacts to this by getting ready to face the unknown. This has been called the "fight or flight" reaction,(=) meeting danger by battling it or running away. So, with love, the heart accelerates //and breathing becomes quick. BÖYLESİ DE VAR! Yazım hatası yok. Vanishing cream ile disappear yükleminin aynı tümcede kullanılması ilginç bir anlam vermekte. 83

102 2. Growing Vegetables Sebze YetiĢtirmek If you grow your own vegetables, they are bound to be fresher than those (=vegetables) (which) you buy in the shops; and the chances are that (:) you will find they (=vegetables) taste better, too. You can also grow things (which) it is difficult to find in the shops. And you may save money - a family of four could have saved around 70 last year by growing all their vegetables. All of this (= 70), by doing something that/which many people regard as a healthy leisure activity. Kendi sebzelerinizi yetiģtirirseniz, dükkandan satın aldıklarınızdan daha taze olmaları kaçınılmaz; ve de büyük olasılıkla onlardan daha lezzetli olduklarını da fark edeceksiniz. Üstelik paradan da tasarruf edebilirsiniz. Dört kiģilik bir aile tüm sebzelerini kendileri yetiģtirerek geçen yıl yaklaģık 70 sterlin tasarruf edebilirdi. Bunların tümünü de pek çok kimsenin sağlıklı bir boģ zaman faaliyeti olarak gördüğü bir Ģeyi yaparak gerçekleģtirebilirsiniz. In the first part of this report, we tell you what is involved in growing your own vegetables and how to plan a vegetable garden. In the second (part), we tell you how to get the best value for money when buying seeds and plants. Bu raporun ilk bölümünde, kendi sebzenizi yetiģtirmenin neleri içerdiğini ve bir sebze bahçesinin nasıl planlanacağını anlatmaktayız. Ġkinci bölümde, tohum ve bitki alırken paranın karģılığının tam olarak nasıl alınacağını anlatıyoruz. Much of the report is based on the experiences of our members - nearly 1,500 (members) filled in a mammoth questionnaire. We are very grateful indeed for the help they (=1,500 members) gave us. Raporun çoğu üyelerimizin tecrübelerine dayanmakta (yaklaģık üyemiz büyük bir anketi doldurdular). Bize sağladıkları yardımdan ötürü onlara gerçekten minnettarız. One thing is clear from our members' experience: growing vegetables can be hard work. Routine jobs like weeding and clearing take up a lot of time, quite apart from the exhausting chore of digging. However, nearly all our vegetable-growing members thought (that) the results were definitely worth all the effort. Üyelerimizin tecrübelerinden, bir Ģey ortada: sebze yetiģtirmek zor bir iģ olabilir. Zararlı otları temizleme ve yer açma gibi sıradan iģler, yorucu kazma iģi bir yana, çok zaman almakta. Ancak, sebze yetiģtiren üyelerimizin hemen hepsi sonuçların çabaya kesinlikle değdiği kanısında. 84

103 B. DĠLBĠLGĠSĠ a) b) those (that) you buy grow things (which) it is difficult to find in the shops. the help (which) they gave us. you will find (that) they taste better, too. members thought (that) the results were c) Birinci paragrafın son tümcesi. BÖYLESİ DE VAR! Yazım hatası yok. Horn sözcüğünün boynuz ve korna anlamları ilginç bir durum yaratmakta. 85

104 3. Grounds for Divorce BoĢanma Nedenleri The grounds which make divorce are of two kinds. There are those (=reasons) (which are) due to the defects of one partner, such as insanity, dipsomania, and crime; and there are those (=reasons) (which are) based upon the relations of the husband and wife. It may happen that (:), without blame to either party, it is impossible for a married couple to live together amicably, or without some very grave sacrifice. It may happen that (:) one of them, without disliking the other, becomes deeply attached to some other person, so deeply as to feel the marriage an intolerable tie. In that case, if there is no legal redress, hatred is sure to spring up. Indeed, such cases, as (=gibi)everyone knows, are quite capable of leading to murder. Where a marriage breaks down owing to incompatibility or to an overwhelming passion on the part of one partner for some other person, there should not be, as (=gibi) there is at present, a determination to attach blame. For this reason, much (of) the best ground of divorce in all such cases is mutual consent. Grounds other than mutual consent ought only to be required where the marriage has failed through some definite defect in one partner. BoĢanmaya götüren nedenler iki türdür. Bazı nedenler arasında eģlerden birindeki, delilik, alkoliklik ve suç gibi hatalardan kaynaklananlar ve karıkocanın iliģkilerine dayananlar bulunmakta. EĢlerden birinin bir suçu olmaksızın evli bir çiftin dostça ya da çok büyük fedakarlık olmaksızın birlikte yaģaması olanaksız hale gelebilir. EĢlerden biri, diğer eģlerden hoģlanmazlık olmaksızın, bir baģka kimseye bağlanabilir - öylesine derinden ki evliliği dayanılmaz bir bağ olarak görebilir. Bu durumda, yasal bir düzenleme yoksa, nefretin oluģması kesindir. Aslında, herkesin bildiği gibi, bu tür durumlar kolaylıkla cinayetle sonuçlanabilecek türdendir. Bir evlilik uyumsuzluktan ya da eģlerden birinin bir baģka kiģiye karģı konulmaz bir tutkuyla bağlanmasından ötürü bozulduğunda, günümüzde olduğu gibi bir suç yükleme zorunluluğu olmamalı. Bu nedenle, bu türden durumların tümünde en sık boģanma nedeni karģılıklı rıza olmakta. KarĢılıklı rıza dıģındaki nedenlerin, evlilik eģlerden birindeki kesin bir eksiklikten ötürü baģarısızlığa uğradığında aranması gerekir. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Birinci tümcenin yeniden yapılandırması. There are two kinds of grounds which make divorce. b) Tümcede relative clause yapı. those (which are) due c) Üçüncü tümcede Ģimdilik [ ] içine alınabilecek bölümler. [without blame to either party] d) Dördüncü tümcede Ģimdilik [ ] içine alınabilecek bölüm. [without disliking the other] e) Dördüncü tümcede deeply, deeply attached Ģeklinde. f) Altıncı tümcede Ģimdilik [ ] içine alınabilecek bölüm [as everyone knows] g) Yedinci tümcede Ģimdilik [ ] içine alınabilecek bölüm [as there is at present] h) Yedinci tümcenin "or to an overwhelming..." bölümündeki to, owing to Ģeklinde i) Dokuzuncu tümcede through yerine because of kullanılabilir. 86

105 C. ANLAM b) Birinci tümcedeki make yüklemi Türkçeye neden ol- Ģeklinde aktarılmalı. c) Yedinci tümcedeki on the part of one partner bölümü Türkçeye eşlerden birinde olarak aktarılmalı. d) Sekizinci tümcedeki much the best ground bölümü Türkçeye en iyi neden olarak aktarılmalı. e) Dokuzuncu tümcedeki other than yapısı Türkçeye dışında, -den başka olarak aktarılmalı. BÖYLESİ DE VAR! "Maze" = labirent; "maize" = mısır. 87

106 4. Galaxy Galaksi Galaxy is a vast ensemble of hundreds or thousands of millions of stars, all gravitationally interacting, and orbiting about a common centre. All the stars visible to the unaided eye from earth belong to the earth's galaxy, the Milky Way. The sun with its associated planets is just one star in this galaxy. For centuries, man believed the Earth to be the centre of Creation. The true picture is far more awe-inspiring. We live on a small planet (which is) revolving round a star of only average size (=GüneĢ), which is itself revolving, with thousands of millions of other stars, in one galaxy among millions in a Universe that/which may well be boundless. Galaksi, hepsi de yerçekimi açısından birbiriyle etkileģim içinde olan ve ortak bir merkezin çevresinde yörüngede olan yüz milyonlarca ya da milyarlarca yıldızlık devasa bir bütündür. Dünyadan çıplak gözle görülebilen yıldızların hepsi de dünyanın galaksisi olan Samanyolu na aittir. ĠliĢkili gezegenleriyle birlikte GüneĢ bu galakside yalnızca bir yıldır. Yüzyıllar boyunca insanoğlu Dünya'nın evrenin merkezi olduğuna inandı. ĠĢin aslı çok daha hayranlık uyandırıcı. Bizler pekala sınırsız olabilecek bir evrendeki milyonlarca galaksi arasındaki bir galakside, milyarlarca diğer yıldızla birlikte dönmekte olan, sadece ortalama büyüklükte bir yıldızın etrafında dönen ufak bir gezegende yaģamaktayız. Scientific observation has so far/yet probed only a fraction of it (=the universe). Yet (=But) to travel to the frontiers of that observed fraction, even at 186,300 miles per second (the speed of light) would take 6,000 million years, (=) about 20,000 times the total period that/which human life is estimated to have existed on Earth. The different bodies and structures in the universe, all of which (=bodies and structures) appear to be receding from us, range from single galaxies to mammoth clusters containing (=which contain) as many as 500 galaxies. Bilimsel gözlem Ģimdiye kadar bu evrenin yalnızca bir bölümünü inceledi. Ancak, gözlenen bu bölümün sınırlarına ıģık hızı olan saniyede km ile yolculuk etmek bile insan yaģamının Dünya üzerindeki tahmini var olma süresinin katı olan 6 milyar yıl alırdı. Tümü de bizden uzaklaģır gibi görünen, evrendeki farklı madde ve yapılar tek tek galaksilerden 500 kadar galaksiyi barındıran dev kümelere kadar çeģitlilik gösterir. Although the cluster of galaxies to (>belong + to) which our galaxy belongs is comparatively small (it has only 25 members), our galaxy itself, (=) the Milky Way System, ranks among the larger of the known stellar systems. Counting its almost 100,000 million stars (of which the Sun with its family of planets is one (=a star)) [The Sun with its family of planets is one of them] at the rate of one star a second would take about 2,500 years. Her ne kadar bizim galaksimizin ait olduğu galaksi kümesi nispeten ufaksa da (sadece 25 üyesi bulunmakta), galaksimizin kendisi, yani Saman Yolu, bilinen yıldız sistemlerinin büyükçe olanları arasında yer almaktadır. Saman Yolu'nun, gezegen ailesi ile güneģin de ait olduğu yaklaģık 100 milyar yıldızını saniyede bir yıldız hızı ile saymak yaklaģık yıl alırdı. 88

107 B. DĠLBĠLGĠSĠ which = a star of only average size (güneģ) millions of galaxies it = universe Yet = Fakat Tümcenin temel yüklemi would take all of which = all of the bodies and structures it = the cluster of galaxies Although... members) bölümü ana tümce. its = the cluster of galaxies' which = almost million stars one = a star BÖYLESİ DE VAR! "Bitch" = fahiģe; "beach" = kumsal. 89

108 5. Language Dil That (Noun Clause) language is highly complex is shown by the fact that (:) up to now it has not proved possible to translate mechanically from one language to another, with really satisfactory results. The best programmed computer still cannot consistently translate from, say (=diyelim ki), Russian into English. The fault lies not in the computer but in the failure to provide it (=the computer) with sufficiently accurate instructions, because we are still unable to handle this vastly complex system. It has been calculated that (:) if the brain used any of the known methods of computing language, it would take several minutes to produce or to understand a single short sentence. Secondly, language is productive. We can produce myriads of sentences that/which we have never heard or uttered before. Many of the sentences in this book have been produced for the first time, yet (=but) they (=the sentences) are intelligible to the reader. It is clear that (:) we have some kind of sentence-producing mechanism - (it is clear) that sentences are produced anew each time and (they are) not merely imitated. One task of grammatical theory is to explain this quite remarkable fact. Thirdly, language is arbitrary. There is no one-to-one relation between sound and meaning. This accounts for the fact that (:) languages differ, and they differ most of all in their grammatical structure. But how far are these differences only superficial, in the shape of words and their overt patterns? Some scholars would maintain that (:) "deep down" there are strong similarities - even "universal" characteristics - (which are) disguised by the superficial features of sound (and perhaps (the superficial features) of meaning). It is not clear how we can find the answer to this problem. AĢağıdakiler dıģındaki tümcelerin çevirisi, ANLAM bölümündeki alıģtırmada verilmekte. Secondly, language is productive. İkincisi, dil üretkendir. One task of grammatical theory is to explain this quite remarkable fact. Dilbilgisi kuramının bir görevi, bu oldukça hayranlık uyandırıcı gerçeği açıklamaktır. Thirdly, language is arbitrary. Üçüncüsü, dil değişkendir. There is no one-to-one relation between sound and meaning. Ses ile anlam arasında bire-bir ilişki yoktur. It is not clear how we can find the answer to this problem. Bu soruna nasıl yanıt bulabileceğimiz açık değil. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) That language is highly complex is shown by the fact that up to now it has not proved possible to translate mechanically from one language to another, with really satisfactory results. b) say sözcüğü örneğin, diyelim ki anlamını taģımakta.. d) yet = ancak e) Kısa çizgiden sonraki that It is clear bölümüne bağlanabilir. 90

109 C. ANLAM b) Dilin oldukça karmaģık olması, bir dilden diğer bir dile, gerçekten tatmin edici sonuçlarla, mekanik olarak çevirinin mümkün olduğunun bu güne kadar kanıtlanmıģ olmaması gerçeği tarafından gösterilmekte. b) En iyi programlanmıģ bilgisayar bile hâlâ, diyelim ki, Rusçadan Ġngilizceye tutarlı bir biçimde çeviri yapamamakta. a) Hesaplara göre, beyin bilinen bilgi iģlem yöntemlerinden birini kullansa, tek bir kısa tümceyi anlamak ya da üretmek birkaç dakika sürerdi. c) Hata bilgisayarda değil, bizim ona yeterince düzgün bilgi sağlayamayıģımızda yatmakta; zira, hâlâ dil denen bu karmaģık sistemi çözebilmiģ değiliz. c) Daha önce hiç duymadığımız ya da söylemediğimiz birçok tümceyi üretebiliriz. b) Bu kitaptaki tümcelerden çoğu ilk kez olarak üretilmiģtir; yine de, bu tümceler okuyucu tarafından anlaģılabilir. a) Bir tür tümce üretme mekanizmasına sahip olduğumuz, tümcelerin basitçe taklit edilmeyip her seferinde yeniden üretildikleri açıktır. c) Bu, dillerin birbirinden farklı olmaları ve her Ģeyden önce dilbilgisi yapıları açısından farklı olmaları gerçeğini açıklar. c) Fakat bu farklılıklar, sözcüklerin Ģekli ve görünür yapısı açısından ne ölçüde yüzeyseldir? a) Bazı bilimadamları "derinlerde" sesin (ve belki de anlamın) yüzeysel özelliklerinin gizlediği güçlü benzerlikler - hatta "evrensel" özellikler - bulunduğunu öne sürerler. BÖYLESİ DE VAR! "Kitchen" sözcüğü "kitten" olmalı. 91

110 6. Man's Future Ġnsanın Geleceği A pessimist might argue: why (should we) seek to preserve the human species? Should we not rather rejoice in the prospect of an end to the immense load of suffering and hate and fear which has hitherto darkened the life of Man? Should we not contemplate with rejoicing a new future for our planet, (which is) peaceful at last, sleeping quietly at last after coming to an end of the long nightmare of pain and horror? Karamsar biri, "Ġnsan ırkını korumaya neden çalıģalım ki?" diyebilir. Ġnsanoğlunun yaģamını karartmıģ olan o büyük acı, nefret ve korku yükünün son bulma olasılığı karģısında sevinsek daha iyi olmaz mı? Sonunda huzura kavuģan, o uzun, acı ve korku dolu kabusun ardından nihayet sonuna gelerek sakince uyuyacak gezegenimizin yeni geleceğini sevinçle hayal etmemiz gerekmez mi? To any student of history contemplating (=who contemplates) the dreadful record of folly and cruelty and misery that/which has constituted most of human life hitherto, such questions must come in moments of imaginative sympathy. Perhaps our survey may tempt us to acquiesce in an end, however (much) tragic and however (much) final (it may be), to a species (which is) so incapable of joy. ġu ana kadar insan yaģamının çoğunu oluģturan aptallık, zalimlik ve sefalete dair ürkütücü kayıtları gözden geçiren her tarih öğrencisinin aklına bu türden soruların, hayal gücünü kendi haline bıraktığında geliyor olması gerekir. AraĢtırmamız belki de bizleri hayatın tadını çıkarmaktan böylesine yoksun bir türün, ne kadar trajik ve nihai olsa da, sonunu kabullenmeye yöneltebilir. But the pessimist has only half the truth, and to my mind the less important half. Man has not only the correlative capacities for cruelty and suffering, but also potentialities of greatness and splendour, (which are) realized, (as) yet, very partially, but showing (=which show) what life might be in a freer and happier world. If Man will allow himself to grow to his full stature, what he may achieve is beyond our present capacity to imagine. Poverty, illness, and loneliness could become rare misfortunes. Reasonable expectation of happiness could dispel the night of fear in which (=the night of fear) too many (people) now wander lost. And with the progress of evolution, what (=the thing which) is now the shining genius of an eminent few (people) might become a common possession of the many (people). All this is possible, indeed, probable, in the thousands of centuries that/which lie before/in front of us, if we do not rashly and madly destroy ourselves before we have reached the maturity that/which should be our goal. No, let us not listen to the pessimist, for (=because), if we do (=listen), we are traitors to Man's future. Ancak, karamsar kiģi gerçeğin sadece yarısına sahip - bence de daha önemsiz olan yarısına. Ġnsan sadece zalimlik ve acı çekme kapasitelerine değil, aynı zamanda henüz kısmen gerçekleģtirilmiģ olan ama daha özgür ve mutlu bir dünyada yaģamın nasıl olabileceğini gösteren büyüklük ve ihtiģam potansiyellerine de sahip. Ġnsanoğlu kendisine tam kapasiteye ulaģmak için izin verecek olsa, baģarabileceği Ģeyler Ģu anki hayal etme kapasitemizin çok ötesinde. Yoksulluk, hastalık ve yalnızlık az rastlanır talihsizlikler haline gelebilir. Mutluluğa yönelik makul beklentiler Ģu anda pek çok insanın içinde yitik biçimde dolaģtığı korku dolu geleceği bertaraf edebilir. Ve evrimin ilerlemesi ile, günümüzde seçkin birkaç kiģinin parıldayan dehası olan 92

111 Ģey çoğunluğun ortak malı haline gelebilir. Eğer hedefimiz olması gereken olgunluğa kendi kendimizi zalimce ve delice yok etmezsek, bunların önümüzde uzanan binlerce yüzyılda olası, hatta bir bakıma kaçınılmaz. Hayır, karamsarı dinlemeyelim, zira eğer dinlersek insanoğlunun geleceğine ihanet etmiģ oluruz. B. DĠLBĠLGĠSĠ Tümcede seek yüklemi Ģu Ģekilde olmalı why should we seek to preserve the human species? Peaceful olan our planet. Koyu yazılı bölüm yeniden yapılandırılırsa: Such questions must come to any student of history contemplating the dreadful record of folly and cruelty and misery that has constituted most of human life hitherto in moments of imaginative sympathy. Koyu yazılı bölüm Concession Clause niteliği taģımakta. Tümcede realize ve show yüklemlerinin öznesi Man. First Conditional yapıda will kullanılmasının nedeni, çok küçük bir olasılıktan söz edilmesi.. Tümcedeki too many sözcükleri too many people anlamında kullanılmakta. Tümcede what sözcüğü the thing which anlamıda kullanılmakta; an eminent few (people) ve the many (people) kullanımları var. Koyu yazılı do sözcüğü, listen yerine geçmekte. BÖYLESİ DE VAR! "Maskeler olmasa çocukları tanımak olanaksız hale gelecek" anlamı var. 93

112 7. Ifs of History Tarihte "Ya Ģöyle olsaydı..." Speculating "what if...?" is always enticing. What if Alexander Fleming's dishes of infected jelly had been tidied up and thrown out as (=gibi) they (=dishes) should have been (thrown out) then - would we now be without penicillin? If James Watt had dropped off to sleep before his kettle boiled, would there never have been any trains? When it comes to invention or discovery, the chances are that (:) if scientist A is hit by a falling roof-tile, scientist B will get there pretty soon all the same; for (=because) both (=Scientist A+B) would have been building on the same state of previous knowledge - like the test-tube doctors. Stephenson also invented the Davy lamp; a chap called Reis very nearly invented the telephone just before Bell; there were several other maniacs (who were) attempting powered flight just as doggedly as the Wright brothers. "Ya Ģöyle olsaydı..." diye fikir yürütmek her zaman cazip olmuģtur. Alexander Fleming'in küflü jöle tabakları olmaları gerektiği gibi toparlanır atılmıģ olsaydı, bugün penisilinsiz mi olurduk? James Watt çaydanlığa kaynamadan uykuya dalmıģ olsaydı asla trenler olmaz mıydı? KeĢif ya da buluģ söz konusu olduğunda, olasılıklara göre, eğer A bilimadamının tepesine bir kiremit düģerse B bilimadamı onun ulaģtığı noktaya zaten kısa zamanda gelecektir, zira her ikisi de, tıpkı laboratuar doktorları gibi, aynı türden mevcut bilgi birikimine dayanıyor olacaktır, Stephenson da Davy lambasını icat etmiģti; Reis adında bir adam az kalsın Bell'den hemen önce telefonu icat ediyordu; en az Wright kardeģler kadar inatla motorlu uçuģu gerçekleģtirmeye çabalayan birkaç manyak daha vardı. What's far more problematic is the follow-up. What happens after a discovery may indeed depend on the crucial presence of one man. If Darwin had died on the voyage [to Galapagos], then Wallace would have been the father of evolution - but without Darwin's brilliant tenacity in proving and presenting the thing, would the impact have been as great (as it was)? Esas sorunlu olan, buluģtan sonrası. Bir keģiften sonra olanlar aslında tek bir adamın hayati varlığına bağlı olabilir. Eğer Darwin [Galapagos] yolculuğu esnasında ölmüģ olsaydı, o zaman evrimin babası Wallace olurdu; ancak, Darwin'in teoriyi kanıtlama ve sunmadaki parlak azmi olmasaydı, etki bu kadar büyük olur muydu? "What if...?" in history is even more fun. In the eighth century the Moors in Spain sent out a reconnaissance party along the Roman road into France, (they) got ambushed, and decided that (:) France was no go. There's a theory that (:) if they'd had stirrups, they could have ridden down the ambush (without stirrups, you can too readily be pushed off your horse by anyone with a pike). Then the Moors might have gone ahead and invaded France. Tarihte "Ya Ģöyle olsaydı..." daha da eğlenceli. Sekizinci yüzyılda Ġspanya'daki Endülüs Emevileri Roma yolu boyunca Fransa'ya bir keģif birliği gönderdiler, tuzağa düģtüler, ve Fransa'nın kolay lokma olmadığına karar verdiler. Bir teoriye göre, üzengileri olmuģ olsaydı tuzağı aģabilirlerdi (üzengiler olmayınca elinde 94

113 mızrak olan biri insanı kolayca itip atından düģürebilir). O zaman Emeviler ilerleyip Fransa'yı iģgal edebilirlerdi. Here's another. When Leo Szilard, Weizman and Polyani were experimenting with chain reaction in Britain in the thirties, they tried to raise 2,000 to continue the work; they failed, and so took the research to America. Szilard was convinced that (:) if they had succeeded in doing their work in Britain, German intelligence would certainly have got hold of it (=their work); he may well have been right, for (=because) when they offered one of their patents to the War Office, they were told "there appears to be no reason to keep the specification secret so/as far as the War Department is concerned." And why were they so certain that (:) they must keep such stuff secret? Because Szilard had read H. G. Wells's The World Set Free and could thus envisage atomic war - you might almost say that H. G. Wells won the war. ĠĢte bir diğer örnek. Leo Slizard, Weizman ve Polyani otuzlu yıllarda Ġngiltere'de zincirleme reaksiyon üzerinde çalıģırlarken iģlerini sürdürebilmek için sterlin bulmaya çalıģtılar; baģaramadılar ve bu yüzden de araģtırmayı Amerika'ya taģıdılar. Slizard, çalıģmalarını Ġngiltere'de yapmayı baģarmıģ olsalardı Alman istihbaratının onu kesinlikle ele geçireceğinden emindi; haklı olabilir, zira patentlerinden birini SavaĢ Bölümü'ne teklif ettiklerinde kendilerine "SavaĢ Bölümü açısından bu özellikleri gizli tutmanın hiçbir nedeni görülmemektedir" yanıtı verildi. Peki bu tür bir konuyu gizli tutmaları gerektiğine neden bu kadar emindiler? Çünkü Slizard H.G. Wells'in The World Set Free adlı kitabını okumuģtu ve böylece atom savaģını zihninde canlandırabiliyordu; savaģı H.G. Wells'in kazandırdığını pekala söyleyebiliriz. To my mind, you have to believe that (:) things might all have been different - or (you have to) simply believe in predestination, which (Sentential Relative Clause) is boring. "It will be all the same in 100 years" is the most dispiriting consolation (which) I know; but it is not, fortunately, true. Bence, ya olayların tümünün farklı olabileceğine inanırsınız ya da tutup kadere inanırsınız - ki bu ikincisi sıkıcı olurdu. "100 yıl sonra değiģen bir Ģey olmayacak" sözü bildiğim en hayal kırıcı teselli; ancak, neyse ki, doğru değil. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Birinci paragrafta: thrown out as = gibi same; for = zira just as doggedly as = kadar Ġkinci paragrafta: have been as great = kadar (as great as that) Dördüncü paragrafta: right, for = zira so far as = kadar (so/as far as) c) Alexander Fleming'in muhtemelen jöle kabını atması gerekti. YANLIġ Bu tümcelere göre, bütün bilimadamlarının (Bilimadamı A) üzerinde çalıģtıkları projeyi tamamlayacak bir ortakları (Bilimadamı B) bulunmakta. YANLIġ 95

114 C. ANLAM Yazar, dolaylı olarak, Wright kardeģler için "manyak" sözcüğünü kullanmakta. DOĞRU Ġcadı izleyen süre, icadın kendisinden daha önemli. DOĞRU Büyük olasılıkla, Wallace evrim teorisini asla bu kadar ünlü yapamazdı. DOĞRU Araplar Fransa'ya barıģ getirmek istedilerse de insanlar onlara güvenmediler. YANLIġ Araplar çok ağır mızrakları olduğu için atlarından düģtüler. Bu nedenle de Fransa'yı istilayı baģaramadılar. YANLIġ Szilard kitabı okumamıģ olsaydı, Almanya Ġkinci Dünya SavaĢı'nı kazanabilirdi. DOĞRU Yazara göre, geçmiģ konusunda "Ģöyle olsaydı" türünden fikirler yürütmek hiç de fena olmaz. DOĞRU a) there (nereye?)= A bilimadamının araģtırmada ulaģtığı noktaya. pretty soon (pretty soon?) = very soon all the same (all the same?)= zaten both (her iki ne?)= her iki bilimadamı da the thing (kastedilen ne?)= evrim teorisi the Moors (özne?) got ambushed, the Moors(özne?) decided another (bir diğer ne?) = bir diğer örnek failed (baģaramadıkları ne?) = sterlin bulmak such stuff (kastedilen ne?) = sunulan patentler things (Türkçeye nasıl aktarılmalı?) = olaylar BÖYLESİ DE VAR! "Zinc bath - for adult - with strong bottom" olmalı. 96

115 8. Lake Turkana Turkana Gölü Suppose now, we are back on the eastern shores of Lake Turkana 2½ million years ago. Standing (=While we stand) by the shores we would be aware of crocodiles basking (=which bask) in the tropical heat on sand-spits pointing (=which point) finger-like into the shallow water. A little more than five miles away to the east savannacovered hills rise up from the lake basin, (these hills are) sliced here and there by forest-filled valleys. At one point the hills are breached by what (=something which) is obviously a large river that/which snakes its (=river's) way down from the Ethiopian mountains. Where the river reaches the flood-plain of the lake it (=river) shatters into a delta of countless streams, some (of the streams are) small, some (of the streams are) large, but each (stream is) fringed by a line of trees and bushes. As (=When) we walk up one of the stream beds - (it is) dry now because there has been no rain for months - we might hear the rustle of a pig in search of roots and vegetation in the undergrowth. As (=When) the tree-cover thickens we catch a glimpse of a colobus monkey (which is) retreating through the tree tops. Lower down, mangobeys feed on ripening figs. In the seclusion of the surrounding bushes small groups of impala and waterbuck move cautiously. From the top of a tree we could see out into the open, where herds of gazelle graze. After going about a mile up the stream we come across a scene that/which is strangely familiar. Before/In front of us is a group of eight creatures - definitely human-like, but definitely not truly human - some (of the creatures are) on the stream bed and some (of the creatures are) on its (=stream bed's) sandy bank. Metnin çevirisi ANLAM bölümünde. C. ANLAM Kıyıda dikildiğimizde, kumluklarda, tropik sıcakta sığ suya parmak gibi uzanıp timsahların farkına varırız. Kıyıda dikildiğimizde, sığ suya parmak gibi uzanan kumluklarda, tropik sıcak altında güneşlenen timsahların farkına varırız. Savan örtüsüyle kaplı tepelerin doğusunda, bir milden biraz daha ötede, orada ve burada ormanla örtülü vadiler göl tabanından yükselmekte. Bir milden biraz uzakta, savan kaplı tepelerin doğusunda, yer yer orman kaplı vadilere bölünmüş tepeler göl havzasından yükselmekte. Bir noktada, tepeler Etiyopya dağlarından aģağı kıvrılarak akan geniģ bir ırmak tarafından görünür bir Ģekilde bölünmekteler. Bir noktada, bu tepeler Etiyopya dağlarından aşağı kıvrılarak akan geniş bir ırmak tarafından bölünmekte. Gölün kenarına eriģtiğinde nehir, her biri irili ufaklı ağaç ve çalılarla sıralı sayısız dereler halinde bir delta oluģturmakta. Gölün kıyısına eriştiğinde bu nehir her biri bir dizi ağaç ve çalıyla sıralanmış irili ufaklı sayısız derenin oluşturduğu bir delta şeklinde parçalanmakta. Aylardır yağmur yağmadığı için Ģimdi kuru olan dere yataklarından birinde yukarı doğru yürüyüp bitki örtüsünde geliģmemiģ kökleri ve bitkileri ararken, bir domuzun hıģırtısını duyabiliriz. 97

116 Aylardır yağmur yağmadığı için şu anda kurumuş olan dere yataklarından birinden yukarı doğru yürürken, yerdeki bitki örtüsünde kök ve bitki arayan bir domuzun çıkardığı hışırtıyı duyabiliriz. Ağaç örtüsü kalınlaģtığı için, ağaç tepelerine doğru kaçan bir kolobus maymunu gözümüze çarpar. Ağaç örtüsü kalınlaştıkça, ağaç tepelerine doğru kaçan bir kolobus maymun gözümüze çarpar. Onun biraz altında, mangolar olgunlaģan incirlerle beslenmekte. Onun biraz aşağısında, mangolar olgunlaşmaya yüz tutan incirlerle beslenmekte. Küçük impala ve geyik grupları dikkatli dolaģarak tenha çalıları çevrelemekteler. Çevredeki çalıların tenhalığında küçük impala ve geyik grupları ihtiyatla dolaşmakta. Bir ağacın tepesinden, gazel sürülerinin otladığı yerler açıkça görülebilir. Bir ağacın tepesinden, gazel sürülerinin otladıkları ilerideki açıklığı görebilirdik. Dere boyunca bir mil kadar yukarı gidince, garip ve yabancı olmayan bir yere geliriz. Dere boyunca bir mil kadar yukarı çıktıktan sonra, ilginç biçimde bildik gelen bir manzara ile karşılaşırız. Bizden önce bazı dere yataklarında ve bazı kumlu kıyılarında sekiz yaratıktan oluģan bir grup var - kesinlikle insan benzeri, ama kesinlikle tam olarak insan değil. Önümüzde, kesinlikle insan benzeri olan ama kesinlikle de tam insan olmayan, kimi dere yatağında kimi onun kumlu kıyısında, sekiz yaratıktan oluşan bir grup görürüz. BÖYLESİ DE VAR! "On the evening of May 13th, at about 7 o'clock, my husband and I both saw clearly some silver coloured objects in the sky (which were) travelling north and giving off a roaring sound" olmalı. 98

117 9. Garbology Çöp Bilimi A professor of anthropology at the University of Tuscon has created an entirely new field of science (which is) called garbology. William Rathje and his students have been studying the garbage (which is) left for collection in front of Tuscon homes since With the help of the local sanitation company, they (=Rathje and students) have inspected and categorized some 120 tons of garbage and have arrived at some interesting conclusions. Tuscon Üniversitesi'nde bir antropoloji profesörü "çöp bilimi" adı verilen tamamen yeni bir bilim alanı yarattı. William Rathje ve öğrencileri 1973 senesinden beri, Tuscon'daki evlerin önüne toplanmak için bırakılan çöpleri incelemekteler. Yerel temizlik Ģirketinin yardımı ile, yaklaģık 120 ton çöpü inceleyip sınıflandırdılar ve bazı ilginç sonuçlara vardılar. One result is that (:) middle-income families waste more food than lower-(income) or upper-income families. Another fact is that (:) poor families pay more for their food and household items than wealthy families because they (=poor families) cannot afford to buy it (=food) in bulk. Finally, the overall waste figure is down to 15 percent, (=) about half the figure from the first quarter of this century. This (fall) can be attributed to modern methods of refrigeration, transportation, processing, and packaging. Sonuçlardan biri, orta gelirli ailelerin düģük ya da yüksek gelirli ailelerin ettiğinden daha fazla yiyecek ziyan ettiği. Bir diğer gerçek, toplu alıģveriģte bulunamadıkları için yoksul ailelerin besin ve ev ihtiyaçları için zengin ailelerden daha fazla para harcadıkları. En son olarak da, toplam israf miktarı, bu yüzyılın ilk çeyreğindeki yaklaģık yarısına, yani yüzde on beģe düģmüģ bulunuyor. Bu, dondurma, taģıma, iģleme ve paketlemedeki modern yöntemlere bağlanabilir. B. DĠLBĠLGĠSĠ A professor of anthropology at the University of Tuscon has created an entirely new field of science (which is) called garbology. William Rathje and his students have been studying the garbage (which is) left for collection in front of Tuscon homes since With the help of the local sanitation company, they have inspected and categorized some 120 tons of garbage and have arrived at some interesting conclusions. One result is that (:) middle-income families waste more food than lower- or upper-income families. Another fact is that (:) poor families pay more for their food and household items than wealthy families// because they cannot afford to buy it in bulk. Finally, the overall waste figure is down to 15 percent, (which is) about half the figure from the first quarter of this century. This can be attributed to modern methods of refrigeration, transportation, processing, and packaging. BÖYLESİ DE VAR! Ararat = Ağrı dağı. 99

118 10. Explain Açıklamak In science the meaning of the word "explain" suffers with civilization's every step in search of reality. Science cannot really explain electricity, magnetism, and gravitation; their effects can be measured and predicted, but of/about their nature, no more is known to the modern scientist than (known +) to Thales who first speculated on the electrification of amber. Most contemporary physicists reject the notion that (:) man can ever discover what these mysterious forces "really" are. Electricity, Bertrand Russell says, "is not a thing, like the St. Paul's Cathedral; it (=electricity) is a way in which things behave. When we have told how things behave when they are electrified, we have told all there is to tell (=there is that should be told)." Until recently scientists would have disapproved of such an idea. Aristotle, for example, whose natural science dominated Western thought for two thousand years, believed that (:) man could arrive at an understanding of reality by reasoning from self-evident principles. He felt, for example, that (:) it is a self-evident principle that (:) everything in the universe has its proper place, hence one (=a person) can deduce that (:) objects fall to the ground because that (=the ground)'s where they (=objects) belong, and smoke goes up because that (=up)'s where it (=smoke) belongs. The goal of Aristotelian science was to explain why things happen. Modern science was born when Galileo began trying to explain how things happen and thus (he) originated the method of controlled experiment which now forms the basis of scientific investigation. Bilim alanında "açıklama" sözcüğünün anlamı, uygarlığın gerçeği arayıģındaki her bir adımdan etkilenir. Bilim aslında elektriklenme, mıknatıslanma ve yer çekimini açıklayamamakta; bunların etkileri ölçülebilir ve tahmin edilebilir, ancak bunların doğası hakkında modern bilimadamlarınca bilinenler, kehribarın elektriklenmesi konusunda ilk kez fikir yürüten kiģi olan Thales'in bildiklerinden daha fazla değil. Çoğu çağdaģ fizikçi insanın bu gizemli güçlerin "gerçekte" ne olduklarını günün birinde keģfedebileceğini kavramını reddederler. Bertrand Russell'ın dediği gibi, elektriklenme "Aziz Paul Katedrali gibi bir nesne değildir; elektriklenme, nesnelerin bir davranıģ biçimidir. Elektriklendiklerinde nesnelerin nasıl davrandıklarını anlattığımızda, anlatılacak ne varsa anlatmıģ oluruz." Yakın zamanlara kadar, bilimadamları bu tür bir fikre katılmazlardı. Örneğin, doğal bilimi Batı düģüncesini iki bin yıl etkilemiģ olan Aristo, kendi kendisini açıklayıcı prensiplerden yola çıkarak insanın gerçeğin anlaģılmasına ulaģabileceğine inanmaktaydı. Ona göre, örneğin evrendeki her Ģeyin kendine uygun bir yeri olması kendi kendisini açıklayıcı bir prensiptir ve bu nedenle, nesnelerin ait oldukları yer olduğu için yere düģtükleri ve dumanın da ait olduğu yer olduğu için göğe yükseldiği sonucuna varılabilir. Aristo biliminin amacı olayların neden olduklarını anlamaktı. Galileo olayların nasıl olduğunu açıklamaya çalıģmaya baģladığı ve böylece de bugünkü bilimsel incelemenin temelini oluģturan kontrollü deney yöntemini yarattığında, modern bilim doğdu. 1. b 2. c 3. c 4. b BÖYLESİ DE VAR! "Odd" yerine "old" olmalı. 100

119 11. The 800th Life Sekizyüzüncü YaĢam In the time between now and the twenty-first century, millions of ordinary, psychologically normal people will face a sudden confrontation with the future. Many of the citizens of the world's richest and most technologically advanced nations will find it increasingly painful to keep up with incessant demand for change that/which is a characteristic of our time. For them (=many citizens), the future will have arrived too soon. This book is about change and how we adapt to it. It (=This book) is about those/people who seem to thrive on change, as well as those multitudes of others/other people who resist it (=change) or seek flight from it. It is about our capacity to adapt. It is about the future and the shock that/which its (=future's) arrival brings. Günümüz ile yirmi birinci yüzyıl arasındaki sürede, milyonlarca sıradan, psikolojik açıdan normal insan birdenbire gelecek ile yüz yüze kalacak. Dünyanın en zengin ve teknolojik açıdan en geliģmiģ ülkelerinin vatandaģlarının pek çoğu zamanımızın özelliği olan sürekli değiģim talebi ile yarıģabilmenin gitgide daha acı verici olduğunu fark edecekler. Onlar açısından, gelecek çok erken varmıģ olacak. Bu kitap değiģiklik ve bizim ona nasıl uyum sağladığımız hakkında. Kitap, değiģiklik sayesinde baģarıya ulaģanların yanı sıra ona karģı koyan ya da ondan kaçıģ yolu arayan pek çokları hakkında. Bizim uyum sağlama yeteneğimiz hakkında. Gelecek ve onun varıģının getireceği Ģok hakkında. Western society for the past 300 years has been caught up in a storm of change. This storm, far from abating, now appears to be gathering force. Change moves through the highly industrialized countries with waves of everaccelerating speed and unprecedented impact. It (=Change) brings with it all sorts of curious social phenomena - from psychedelic churches and "free universities" to science cities in the Arctic and wife-swap clubs in California. Son 300 yıldır Batı toplumu bir değiģiklik fırtınasına kapıldı. Bu fırtına, yavaģlamak bir yana, bugün güç topluyor görünmekte. DeğiĢiklik, yüksek ölçüde endüstrileģmiģ Ģehirlerde, sürekli hızlanan hızda ve tahmin edilemeyen etkilerde dalgalar halinde ilerlemekte. Yanı sıra türlü çeģit ilginç sosyal olguları da getirmekte: karma kiliseler ve "serbest üniversiteler"den Kuzey kutbunda bilim Ģehirlerine ve California'da eģ değiģ-tokuģ kulüplerine kadar. It (=Change) breeds odd personalities, too: children who are at twelve/twelve years old are (tümcenin yüklemi) no longer children; adults who are at fifty/fifty years old are (tümcenin yüklemi) children of twelve (years). There are rich men who playact poverty, computer programmers who turn on with LSD. There are married priests and atheist ministers and Jewish Zen Buddhists. A strange new society is apparently developing in our midst. Is there a way to understand it (=new society), to shape its development? Ġlginç kiģilikler de yetiģtirmekte: on iki yaģındaki çocuklar artık çocuk değiller; elli yaģındaki yetiģkinler, on iki yaģında çocuk. Yoksulluk taklidi yapan zenginler, LSD'ye sarılan bilgisayar programcıları var. Evli 101

120 rahipler ve ateist rahipler, Yahudi Zen Budistler var. Öyle görünüyor ki tam ortamızda garip, yepyeni bir toplum geliģiyor. Bu toplumu anlamanın, onun geliģimini Ģekillendirmenin bir yolu var mı? Much/Many of the things that/which now seems incomprehensible would be far less so (=incomprehensible) if we took a fresh look at today's rapid rate of change, for (=because) the acceleration of change does not merely affect industries or nations. It (=Change) is a force that reaches deep into one's (=a person's) personal life, compels him to act out new roles, and confronts him with the danger of a new and powerfully upsetting psychological disease. This new disease can be called "future shock", and a knowledge of its sources and symptoms helps explain many things that/which otherwise resist rational analysis. Günümüzde kavranılmaz görünen pek çok Ģey, bugünün hızlı değiģiklik oranına bir bakıģ atacak olursak çok daha az kavranılmaz olurdu, zira değiģikliğin hızı yalnızca endüstrileri ve ülkeleri etkilememekte. DeğiĢiklik, insanın kiģisel yaģamının derinlerine ulaģan, onu yeni roller oynamaya zorlayan ve yeni ve güçlü biçimde bunaltıcı bir psikolojik hastalık tehlikesiyle karģı karģıya bırakan bir güç. Bu yeni hastalık "gelecek Ģoku" olarak adlandırılabilir ve kaynaklarının ve belirtilerinin bilinmesi, bilinmediği durumlarda akılcı analize karģı koyacak pek çok Ģeyin açıklanmasına yardımcı olmakta. B. DĠLBĠLGĠSĠ Many of the citizens of the world's richest and most technologically advanced nations will find it increasingly painful to keep up with incessant demand for change that is a characteristic of our time. Tümcede those sözcüğü people yerine kullanılmakta. Tümcede for sözcüğü zira anlamını taģır. Tümcede compel ve confront yüklemleri force sözcüğüne ait. BÖYLESİ DE VAR! Margareth, kazara Tom'un annesi oldu. 102

121 12. Desertification ÇölleĢme Desertification, the loss of the soil's biological productivity, occurs naturally to a limited extent. The pace at which the process has spread recently, however, is largely man's own doing. This fact was highlighted by the great Sahel drought of The worst effects of this drought were caused by nomadic peoples who had earlier been forced by national governments to adopt agricultural and grazing practices that/which were not in accord with their traditions. In common with those (=traditions) of other nomads around the world, such traditions involved never staying in one place so long as to exhaust the earth that/which provided them (=nomadic peoples) with sustenance. When these people were not allowed to follow this tradition, the process of desertification moved ahead quickly. Toprağın biyolojik üretkenliğinin yitimi demek olan çölleģme doğal yollardan belirli bir ölçüde zaten oluģmakta. Ancak, bu sürecin yakın zamanlardaki yayılma hızı büyük ölçüde insanların eseri. Bu gerçek yıllarındaki Sahil kuraklığı tarafından vurgulandı. Bu kuraklığın en kötü etkilerine kendi gelenekleriyle uyumlu olmayan tarım ve otlatma uygulamalarını benimsemeye hükümetler tarafından zorlanmıģ olan göçebe halklar neden oldular. Dünyadaki diğer göçebelerin geleneklerinde olduğu gibi, bu tür gelenekler o insanlara gıda sağlayan toprağı sömürmelerini sağlayacak kadar uzun süre aynı yerde kalmamayı içermekteydi. Bu insanların bu geleneği izlemelerine izin verilmeyince çölleģme süreci hızla ilerledi. B. DĠLBĠLGĠSĠ Desertification, (=the loss of the soil's biological productivity), occurs naturally to a limited extent. The pace at which the process has spread recently, however, is largely man's own doing. This fact was highlighted by the great Sahel drought of The worst effects of this drought were caused by nomadic peoples who had earlier been forced by national governments to adopt agricultural and grazing practices that were not in accord with their traditions. In common with those of other nomads around the world, such traditions involved never staying in one place so long as to exhaust the earth that provided them with sustenance. When these people were not allowed to follow this tradition,// the process of desertification moved ahead quickly. BÖYLESİ DE VAR! O gün yağmurun yağıp yağmadığını ve yağdıysa insanların ne yaptığını bilemiyorum! 103

122 13. Women Kadınlar It is not often realized that (:) women held a high place in southern European societies in the 10th and 11th centuries. As (=olarak) a wife, the woman was protected by the setting up of a dowry or decimum. Admittedly, the purpose of this was to protect her against the risk of desertion, but in reality its function in the social and family life of the time was much more important. The decimum was the wife's right to receive a tenth of her husband's property. The wife had the right to withhold consent, in all transactions the husband would make. And (this was) more than just/only a right: the documents show that (:) she enjoyed/had a real power of decision, equal to that (= the power of decision) of her husband. In no case do the documents indicate (devrik yapı) any degree of difference in the legal status of husband and wife. 10. ve 11. yüzyıllarda güney Avrupa toplumlarında kadınların yüksek bir konumda oldukları çoğu kez fark edilmez. Kadın, bir eģ olarak, bir drahoma ya da decimum düzenlemesi yolu ile korunmaktaydı. Görünürde, bunun amacı kadını terk edilme tehlikesine karģı korumaktı, fakat gerçekte o zamanların sosyal yaģamı ve aile yaģantısında iģlevi çok daha önemliydi. Decimum, kadının kocasının sahip olduğu mülkün onda birine sahip olma hakkıydı. Kocanın yapacağı her türden ticari anlaģmada kadın onay hakkını saklı tutma hakkına sahipti. Ve bu haktan da öte bir ayrıcalıktı: belgeler, kadının kocasının karar verme yetkisine eģdeğer bir yetkiden yararlandığını göstermektedir. Belgeler hiç bir Ģekilde karı ile kocanın yasal konumları arasında bir farklılık göstermemektedir. The wife shared in the management of her husband's personal property, but the opposite (of this) was not always true. Women seemed perfectly prepared to defend their own inheritance against husbands who tried to exceed their rights, and on occasion they (=women) showed a fine fighting spirit. A case in point is that (=the case) of María Vivas, a Catalan woman of Barcelona. (After/Because of) Having agreed with her husband to sell a field she had inherited, for the needs of the household, she insisted on compensation. None being offered/when she was offered no compensation, she succeeded in dragging her husband to the scribe to have a contract duly drawn up assigning (=which assigned) her a piece of land from Miró's personal inheritance. The unfortunate husband was obliged to agree, as (=gibi) the contract says, "for the sake of peace". Either through dowry or through being hot-tempered, the Catalan wife knew how to win herself, within the context of the family, a powerful economic position. Kadın kocasının kiģisel mülkünün yönetimini paylaģmaktaydı; oysa, bunun tersi her zaman için geçerli değildi. Kadınlar haklarını çiğnemek isteyen kocalara karģı kendi miras haklarını korumaya kusursuz bir biçimde hazırlıklı görünmekteydiler ve yeri geldiğinde de gayet dövüģken bir tutuma da sahiptiler. Buna örnek bir vaka, Barselonalı, Katalonyalı bir kadın Maria Vivas'tır. Evin gereksinimleri için kendisine miras kalmıģ bir toprak parçasını satma konusunda kocası ile anlaģan kadın, tazminat konusunda direndi. Hiç bir tazminat önerilmeyince de, kendisine Miro'nun özel mal varlığından bir parça toprağın verilmesi Ģeklinde hazırlanmıģ bir kontrat yaptırmak amacı ile kocasını yetkili kiģiye götürmeyi baģardı. Zavallı koca, kontratın 104

123 dediği gibi, "huzur uğruna" kabullenmek zorundaydı. Ya drahoma ya da sinirli davranma yolu ile Katalonyalı kadın aile bağlamı içinde kendisine güçlü bir konumu nasıl sağlayacağını biliyordu. AlıĢtırma. 1. d 2. c 3. a 4. c 5. d BÖYLESİ DE VAR! Geçen Cumartesi'den bu yana altıncı çocukları! (Bir zamanlar çok uzun boylu bir basketbol oyuncusu, doğum gününü soran gazeteciye 6, 7 ve 8 Temmuz! demiģ.) 105

124 14. Who's Afraid of The Silicon Chip Kim Korkar Silikon Yongadan The one thing that/which's got to get talked about non-stop throughout 1990s is about as big as this. Doksanlı yılların ortalarında konuģulan Ģey yaklaģık Ģu büyüklükte: For (=için) the electro-technologically minded (the + sıfat = çoğul isim. People who are electro-technologically minded), it's a miracle of micro-processing wizardry with the mind-boggling potential to revolutionise the whole of life. For (=için) the uninitiated (the + sıfat = çoğul isim. People who are uninitiated), it's a source of bafflement, unease, and a vaguely sci-fi fascination. It represents the major challenge of the past century's last twenty years, so all the expert futurologists claim/all the expert futurologists claim this way, yet/but sounds to most of us like some newly-fanged substitute for fried potato. Kafası elektronik ve teknolojiye iģleyenler için, bu Ģey tüm yaģamı baģtan sona değiģtirebilecek akıllara durgunluk verici potansiyele sahip mikro iģlem büyücülüğünün bir mucizesi. Aklı ermeyenler için ise, bu Ģey kafa karıģıklığının, tedirginliğin kaynağı ve bir parça da bilimkurgu eseri. Tüm gelecek bilimi uzmanlarının söylediğine göre, bu Ģey geçen yüzyılın son yirmi yılının temel baģarısını simgelemekte; yine de, çoğumuza kızarmıģ patatesin yerine yeni icat edilmiģ bir Ģey gibi gelmekte. It's the silicon chip. Bu Ģey silikon yonga. Not surprisingly, most non-scientists find that (:) the effort of trying to grasp what a silicon is turns out to be (yan tümcenin yüklemi) just as bewildering as the struggle to comprehend what a silicon chip does. Doğal olarak, bilimadamı olmayan pek çok kiģi silikon yonganın ne olduğunu kavrama çabasının silikon yonganın ne yaptığını kavrama çabası kadar kafa karıģtırıcı olduğunu fark etmekteler. Forty years ago, the world's first electronic digital computers weighed about thirty tons and filled a room. Today silicon chip equivalent weighs a fraction of gramme and would disappear on your fingernail. Once (it is) designed, a silicon chip can be ludicrously cheap to manufacture in bulk. That is why everyone can now buy for peanuts such sophisticated gadgets as pocket calculators or complex TV games. Desk-top computers are as familiar as desktop typewriters. Kırk yıl önce, dünyanın ilk sayısal bilgisayarları yaklaģık otuz ton ağırlığındaydı ve bir odayı doldurmaktaydı. Günümüzde, bunun silikon yonga dengi bir gramdan az ağırlık taģımakta ve tırnağınızın üzerinde 106

125 kaybolabilir. Bir kez tasarlandı mı silikon yonga toplu üretim için inanılmaz ölçüde ucuz olabilir. Bu nedenle de bugün herkes fındık fıstık fiyatına cep hesap makineleri ya da karmaģık televizyon oyunları gibi kapsamlı gereçleri satın alabilmekte. Masaüstü bilgisayarlar masaüstü daktilolar kadar sıradan. Not only is the silicon chip small and ever more inexpensive, it is also reliable and immensely versatile. Already the world market is estimated at 3 billion a year. By the mid-2100s, one chip-maker predicts, every person in the world may need to own at least one microprocessing toy just to (=in order to) have an outlet for the industry's burgeoning supply. Silikon yonga yalnızca ufak ve gitgide daha ucuz olmakla kalmıyor, aynı zamanda güvenilir ve çok büyük ölçüde esnek. Bu an bile dünya pazarının senede 3 milyon sterlin olduğu tahmin edilmekte. Bir yonga yapımcısının tahminine göre, 2010'lu yılların ortalarına gelindiğinde, dünyadaki her bir insan sırf endüstrinin dev gibi üretiminin erimesine bir katkısı olsun diye en az bir mikro iģlem oyuncağına sahip olma gereksinimi duyabilir. Such talk is typical of the increasingly extravagant claims (which are) being made on behalf of the silicon chip. It has been called the most significant invention since wheel. A single chip can far outstrip the mathematical speed and capacity of any man. Multi-chip computers can perform a million error-free calculations in the time (which) it takes to blink and they're getting faster all the time. All that is holding them back is the speed at which data can be programmed in, or applications (which are) for them found. Bu türden konuģmalar silikon yonga hakkında yapılan gitgide abartılı iddialar konusunda tipik nitelik taģımakta. Silikon yongaya tekerleğin icadından bu yana en önemli icat denilmekte. Tek bir yonga herhangi bir insanın matematiksel hız ve kapasitesini kat kat aģabilir. Çok yongalı bilgisayarlar göz açıp kapayana kadar bir milyon hatasız hesaplamayı yapabilirler ve hızları da sürekli artmakta. Onları engelleyen tek Ģey verilerin programlanabilme hızı ya da onlar için bulunan uygulamalar. More and more small firms take advantage of small, purpose-programmed computers to (=in order to) keep the books. Instrumentation on cars gets neater and more comprehensive. Telephones have increased international capability, telephone and television-linked information systems are more comprehensive and more wide-spread. Cameras get smaller and more automated, fun toys like talking calculators and programmable video gadgets fight for the home entertainment market. Money continues to give way to computerised accounting and debiting systems, all kinds of security systems are rapidly advanced. Shops keep track of their stock with micro-processing systems, all kinds of traffic control has become more efficient, less energy is wasted by better power systems. Gitgide daha fazla küçük firma hesaplarını tutmak amacı ile ufak, amaca yönelik bilgisayarlardan satın almakta. Arabalardaki gereçler daha düzenli ve daha kapsamlı hale gelmekte. Telefonlar uluslararası eriģimi artırdılar, telefon ve televizyon bağlantılı bilgi sistemleri daha kapsamlı ve daha yaygın. Fotoğraf makineleri gitgide ufalıp daha otomatik olmakta; konuģan bilgisayarlar ve programlanabilir video gereçleri gibi oyuncak benzeri Ģeyler ev eğlence pazarında kendilerine yer aramakta. Para yerini bilgisayarlaģtırılmıģ muhasebe ve 107

126 hesap sistemlerine bırakmakta; her türlü güvenlik sistemleri hızla geliģmiģ hale gelmekte. Dükkanlar mal stoklarını mikro iģlem sistemleri ile tutmakta; tüm trafik kontrolü daha etkili hale gelmekte; daha iyi enerji sistemleri sayesinde daha az enerji israf edilmekte. Mid-1990s, in short, certainly saw a gathering pace in the applied use of silicon ships but there is not the remotest chance that (:) applications will keep pace with theoretical development. The long-term effects of the microprocessing revolution are incalculable - (they are incalculable) even for a silicon chip. The most talked-about social implication is, of course, the effect of ever more sophisticated automation on employment. Here, too, there has been a marked tendency to take off into scare mongering with exaggerated claims that (:) silicon chips will cause overnight disruption, (therefore) making millions redundant. A study by the UK Central Policy Review Staff is characteristically sober: "Reports suggesting (=which suggest) large-scale loss of jobs from micro-processing applications overestimate (birinci yüklem) the speed at which these applications could be introduced and underestimate (birinci yüklem) the new markets (which are) created in the process." Kısacası, 1990'lı yıllar kesinlikle silikon yongaların uygulamalı kullanımında artan bir hıza Ģahit oldu; ancak, uygulamaların teorik geliģme ile baģa baģ gidebilme Ģansı hiç yok. Mikro iģlem evriminin uzun vadeli etkileri hesaplanamaz türden - silikon yonga için bile. Burada da silikon yonganın bir gecede ortalığı darmadağın edeceği, milyonlarca insanı iģinden edeceği Ģeklindeki abartılı iddialarla felaket tellallığına belirgin eğilimler var. BirleĢik Krallık Merkezi Siyasa Saptama Kadrosu tarafından yürütülmüģ bir çalıģmanın ise ayaklara sağlam basmakta: "Mikro iģlem uygulamaları sonucunda geniģ boyutlu iģ kayıpları olacağını ileri süren raporlar bu uygulamaların toplum hayatını giriģ hızını abartmakta ve bu süreç içinde yaratılacak yeni pazarları göz ardı etmektedirler. B. DĠLBĠLGĠSĠ The one thing that's going to get talked about non-stop throughout mid 1990s is about as big as this. the electro-technologically minded = electro-technologically minded people the uninitiated = uninitiated people so all the expert futurologists claim = all the expert futurologists claim so Not surprisingly, most non-scientists find that (:) the effort of trying to grasp what a silicon is turns out to be just as bewildering as the struggle to comprehend what a silicon chip does. Not only is the silicon chip small and ever more inexpensive, (but) it is also reliable and immensely versatile. making millions redundant = and make "Reports suggesting large-scale loss of jobs from micro-processing applications overestimate the speed at which these applications could be introduced and underestimate the new markets created in the process." BÖYLESİ DE VAR! "Bury" sözcüğü "busy" olmalı. 108

127 15. Education Eğitim Albert Einstein once attributed the creativity of a famous scientist to the fact that (:) he (=the famous scientist) "never went to school, and therefore (he) preserved the rare gift of thinking freely." There is undoubtedly truth in Einstein's observation; many artists and geniuses seem to view their schooling as (=olarak) a disadvantage. But such a truth is not a criticism of schools. It is the function of schools to civilize, not to train explorers/the function of schools is to civilize and not to explolers. The explorer is always a lonely individual whether his or her pioneering (should) be in art, music, science, or technology. The creative explorer of unmapped lands shares with the genius what/the thing which William James described as (=olarak) the "faculty of perceiving in an unhabitual way." Insofar as/as far as schools teach perceptual patterns, they (=schools) tend to destroy creativity and genius. But if schools could somehow exist solely to cultivate genius, then society would break down. For (=because) the social order demands unity and widespread agreement, both traits (unity + widespread agreement) that/which are destructive to creativity. There will always be conflict between the demands of society and the impulses of creativity and genius. Albert Einstein bir keresinde ünlü bir bilimadamının yaratıcılığını onun "hiç okula gitmeyip böylece az bulunur özgürce düģünme yeteneğini koruma"sı gerçeğine bağlamıģtır. KuĢkusuz Einstein'ın gözleminde gerçek payı var; pek çok sanatçı ve dahinin okul eğitimini bir dezavantaj olarak nitelendirdiği görülmekte. Ancak, bu türden bir gerçek okulların bir eleģtirisi değildir. Okulların görevi araģtırmacılar yetiģtirmek değil topluma kazandırmaktır. Öncülüğü ister sanat, müzik, bilim, ister teknoloji alanında olsun, araģtırmacı daima yalnız bir ferttir. KeĢfedilmemiĢ alanların yaratıcı araģtırmacısı, dahi olan kiģi ile, William James'in "alıģılmadık bir Ģekilde algılama yeteneği" olarak tanımladığı Ģeyi paylaģır. Okullar algısal kalıpları öğrettikçe yaratıcılık ve dehayı yok etme eğilimindedirler. Ama eğer okullar sırf dahi yetiģtirmek için var olabilselerdi, o zaman toplum çökerdi. Zira, toplum düzeni, her ikisi de yaratıcılık için yok edici nitelik taģıyan birlik ve yaygın fikir birliği halini gerektirir. Toplumun talepleri ile yaratıcılık ve dahiliğin dürtüleri arasında her zaman bir çatıģma olacaktır. Metnin ana fikrini ifade eden tümce d) he b) a famous scientist The creative explorer of unmapped lands b) tüm mucitler kastedilmekte what a) Türkçeye olan şey olarak aktarılabilir they a) schools For a) - den dolayı both traits b) 1= unity, 2= widespread agreement 109

128 B. DĠLBĠLGĠSĠ to sözcüğü attribute yüklemine bağlı. The function of schools is to civilize, not to train explorers. The explorer is always a lonely individual whether his or her pioneering (should) be in art, music, science, or technology. Kim paylaģmakta? = the creative explorer of the unmapped lands Kiminle paylaģmakta? = the genius Neyi paylaģmakta? = the "faculty of perceiving in an unhabitual way" BÖYLESİ DE VAR!... donations of clean, undamaged, babies' and

129 16. The Secret Few People Could Guess Pek Az Ġnsanın Tahmin Edebildiği Sır Brenda Linson never goes anywhere without an empty spectacles case. It (=empty spectacles case) is as vital to her as her purse. Yet/But, she doesn't wear glasses. The reason (why) she can't do without it (=empty spectacles case) is because she can't read and she can't write. If ever she gets into any situation where she might be expected to do either of these things (=read or write), she fishes in her bag for the specs case, finds it (=empty spectacles case) empty, and asks the person concerned to do the reading for her. Brenda is now in her late thirties. She's capable and articulate and until a few months ago hardly anybody knew she was illiterate. Her husband didn't know and her children didn't know. Her children still don't (know). Brenda Linson boģ bir gözlük kabı olmadan asla hiçbir yere gitmemekte. Bu kap onun için cüzdanı kadar önemli. Ancak, Brenda gözlük kullanmamakta. Gözlük kabı olmadan yapamamasının nedeni okuma yazma bilmemesi. Eğer kendisinden okumasının ya da yazmasının istenebileceği bir durumla karģılaģacak olursa, çantasında gözlük kabını aramakta, içinin boģ olduğunu "fark etmekte" ve ilgili kiģiden kendisi için okuyuvermesini istemekte. Brenda bugün 35 yaģını aģmıģ durumda. becerikli ve konuģkan ve birkaç ay öncesine kadar onun okuma yazma bilmediğini hemen hiç kimse bilmiyordu. Kocası da bilmiyordu, çocukları da. Çocuklar hâlâ bilmiyor. She had any number of tactics for concealing her difficulty - for example, never lingering near a phone at work, in case she had to answer it (=telephone) and might be required to write something down. But, in fact, it is easier for illiterates to conceal the truth (=being illiterate) than the rest of us might imagine. Literacy is taken so much for granted that people simply don't spot the give-away signs. Bu zor durumu gizlemek için her türden taktiğe sahipti - çaldığında yanıt vermek ve yazılı not almak zorunda kalırsa diye iģyerinde asla telefonun yakınlarında dolaģmamak gibi. Fakat, aslında, okuryazar olmayanların bu gerçeği gizlemeleri, biz okuryazarların düģündüğünden daha kolay. Okuryazarlık öylesine sıradan bir Ģey olarak görülmekte ki insanlar durumu ele veren ipuçlarını fark etmeyiveriyorlar. It has never occurred to the children that (:) their mother cannot read. She doesn't read them stories, but then their father doesn't (read them stories) either, so they (=the children) find nothing surprising in the fact. Similarly they just accept that (:) Dad is the one (=person/parent) who writes sick notes and reads the school reports. Now that/because the elder boy Tom is a quite proficient reader, Brenda can skilfully get him to read any notes (which are) brought home from school simply by asking, "What's that all about, then?" Annelerinin okuma yazma bilmediği çocukların asla akıllarına bile gelmedi. Anneleri onlara hikaye okumamakta, ama zaten babaları da hikaye okumadığı için bunda onları ĢaĢırtacak bir Ģey yok. Aynı Ģekilde, hastalık kağıtlarını yazıp karnelerini okuyanın da babaları olmasını kabullenmiģ durumdalar. Büyük oğlan Tom artık çok iyi okuyabildiği için, yalnızca "Ee, yine ne var bakalım?" sorusu ile Brenda onun okuldan eve gönderilen her türden notu okumasını baģarıyla sağlamakta. 111

130 Brenda's husband never guessed the truth in 10 years of marriage. For one thing, he insists on handling all domestic correspondence and bills himself. (He is) An importer of Persian carpets, he travels a great deal and so (he) is not around so much to spot the truth (=Brenda is illiterate). While he's away Brenda copes with any situations by explaining that (:) she can't do anything until she's discussed it (=topic/matter) with her husband. Brenda'nın kocası 10 yıllık evlilik süresince hiç kuģkulanmadı. her Ģeyden önce, ev ile ilgili her türden yazıģma ve faturayla kendisinin uğraģması konusunda ısrarlı. Ġran halıları ithalatçısı olduğu için çok yolculuk etmekte ve bu nedenle de durumu fark edecek kadar sık evde durmamakta. O yolculuktayken, Brenda her türden durum ile, konuyu kocası ile görüģmeden hiçbir Ģey yapamayacağını söyleyerek baģa çıkmakta. Brenda was very successful in her job until very recently. For the last five years she had worked as a waitress at an exclusive private club, and had eventually been promoted to head waitress. She kept the thing (=being illiterate) a secret there too, and got over the practical difficulties somehow. Brenda yakın zamana kadar iģinde çok baģarılıydı. Son beģ senedir seçkin bir özel kulüpte garson olarak çalıģmaktaydı ve sonunda baģ garsonluğa terfi edilmiģti. Gerçeği orada da bir sır olarak ve günlük zorluklardan her nasılsa sıyrılmayı baģardı. BÖYLESİ DE VAR! "Fool" yerine "foot" olmalı. 112

131 17. United Nations BirleĢmiĢ Milletler In one very long sentence, the introduction to the UN Charter expresses the ideals and the common aims of all the peoples whose governments joined together to (=in order to) form the UN. Tek bir çok uzun tümcede, BM SözleĢmesi'nin giriģi, hükümetleri BM'yi oluģturmak için bir araya gelmiģ olan tüm halkların amaçlarını anlatmakta. "We the peoples of the UN (who are) determined to save succeeding generations from the scourge of war, which twice in our lifetime has brought untold suffering to mankind, and (who are determined) to reaffirm faith in fundamental rights, (faith) in the dignity and worth of the human person, (faith) in the equal rights of men and women and of nations large and small, and (who are determined) to establish conditions under which justice and respect for the obligations arising (=which arise) from treaties and other sources of international law can be maintained, and (who are determined) to promote social progress and better standards of life in larger freedom, and for these ends, (who are determined) to practice tolerance and live together in peace with one another as (=olarak) good neighbours, and (who are determined) to unite our strength to maintain peace and security, and (who are determined) to ensure, by the acceptance of principles and the institution of methods, that (:) armed force shall not be used, save/except in the common interest, and (who are determined) to employ international machinery for the promotion of economic and social advancement of all peoples, have resolved (yüklem) to combine our efforts to (=in order to) accomplish these aims." "Gelecek nesilleri, yaģam süremiz dahilinde insanlığa iki kez tarif edilemez acılar getirmiģ olan savaģın kötülüklerinden korumak, temel haklara, insan kiģiliğinin onuruna ve değerine, erkek ve kadınların ve irili ufaklı tüm devletlerin eģit haklarına olan inancımızı teyit etmek, adaletin ve antlaģmalardan ve diğer uluslararası hukuk kaynaklarından doğan sorumluluklara olan saygının sağlanabileceği koģulları yaratmak, daha geniģ bir özgürlük içinde sosyal ilerlemeyi ve daha iyi yaģam koģullarını sağlamak, ve bu amaçlar için, toleranslı olmak ve birbiri ile iyi komģular olarak barıģ içinde birlikte yaģamak, gücünü barıģ ve güvenlik için birleģtirmek, prensiplerin ve yöntemlerin kabulü yolu ile silahlı kuvvetlerin ortak çıkarlar dıģında kullanılmayacağından emin olmak, ve tüm halkların ekonomik ve sosyal ilerlemesini sağlayacak uluslararası mekanizmayı oluģturmak kararında olan bir BM halkları, bu amaçlara ulaģmak için çabalarımızı birleģtirmeye karar vermiģ bulunuyoruz." The name United Nations is accredited to UN President Franklin D. Roosevelt, and the first group of representatives of member states met and signed a declaration of common intent on New Year's Day in Representatives of five powers worked together to draw up proposals, (which were) completed at Dumbarton Oaks in These proposals, (which were) modified after deliberation at the conference on International Organization in San Francisco which began in April 1945, were finally agreed on and signed as (=olarak) the UN Charter by 50 countries on 26 June Poland, (which was) not represented at the conference, signed the Charter later and was added to the list of original members. It was not until that autumn, however, after the Charter had been ratified 113

132 by China, France, the U.S.S.R., the UK. and the UN and by a majority of the other participants that (It was not that...) the UN officially came into existence. The date was 24 October, (which is) now universally celebrated as United Nations day. BirleĢmiĢ Milletler adı ABD BaĢkanı Franklin D. Roosevelt'e atfedilir; üye devletlerin ilk temsilciler grubu 1942'nin Yeni Yıl'ında bir araya gelerek ortak amaç deklarasyonunu imzaladılar. BeĢ güçlü devletin temsilcileri 1944'te Dumbarton Oaks'ta tamamlanan önerileri oluģturdular. Nisan 1945'te baģlayan San Francisco'daki Uluslararası Organizasyon konferansında gözden geçirilerek düzeltilen bu öneriler sonunda 26 Haziran 1945 tarihinde onaylandı ve 50 ülke tarafından BM SözleĢmesi olarak imzalandı. Konferansta temsil edilmeyen Polonya SözleĢme'yi sonradan imzaladı ve özgün üyeler listesine eklendi. Ancak, o sonbaharda Çin, Fransa, SSCB, BirleĢik Krallık ve BirleĢik Devletler ile diğer katılımcıların çoğu tarafından onaylanana kadar bu SözleĢme resmi olarak oluģmadı. Bu tarih, bugün evrensel olarak BirleĢmiĢ Milletler günü olarak kutlanan 24 Ekim'dir. The essential functions of the UN are to maintain peace and security, to develop friendly relations among nations, to cooperate internationally economic, social, cultural and human problems, promoting/to promote respect for human rights and fundamental freedoms and to be centre for co-ordinating the actions of nations in attaining these common ends. BirleĢmiĢ Milletler'in temel iģlevleri barıģ ve güvenliği sağlamak, milletler arasında dostane iliģkiler geliģtirmek, insan hakları ve temel özgürlükler için saygıyı artırarak uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel ve insani sorunlara karģı iģbirliği yapmak ve bu ortak hedeflere ulaģmakta ülkelerin harekete geçmesini koordine etmek için merkez olmaktır. No country takes precedence over another in the UN Each member's rights and obligations are the same. All (members) must contribute to the peaceful settlement of international disputes, and members have pledged to refrain from the threat or use of force against other states. Though the UN has no right to intervene any state's internal affairs, it tries to ensure that (:) non-member states act according to its principles of international peace and security. UN members must offer every assistance in an approved UN action and in no way assist states against which the UN is taking preventive or enforcement action. BirleĢmiĢ Milletler'de hiçbir ülke bir diğerinin önünde yer almaz. Her bir ülkenin hakları ve sorumlulukları eģittir. Her bir ülke uluslararası anlaģmazlıkların barıģ içinde çözümlenmesine katkıda bulunmalıdır ve üyeler diğer ülkelere karģı tehdit ya da güç kullanımından uzak durmayı taahhüt etmiģlerdir. Her ne kadar BM hiçbir ülkenin iç meselelerine karıģma hakkına sahip değilse de, üye olmayan devletlerin kendi uluslararası barıģ ve güvenlik prensiplerine göre davranmalarını tenim etmeye çalıģır. BirleĢmiĢ Milletler üyeleri onaylanmıģ BM harekatlarında her türden yardımı sunmalı ve BM'nin engelleyici ya da zorlayıcı tavır aldığı ülkelere asla yardımda bulunmamalıdır. 114

133 B. DĠLBĠLGĠSĠ Yüklem have resolved C. ANLAM We the peoples of the UN (who are) determined... [A] to save..., and [B] to reaffirm [a] in fundamental rights, [b] in the dignity..., [c] in the equal rights [1] of menand women and [2] of nations..., and [C] to establish..., and [D] to promote..., and for these ends, [E] to practice... and [F] (to) live together..., and [G] to unite..., and [H] to ensure, by..., that..., save..., and [I] to emply...,... have resolved to combine our efforts to accomplish these aims ( A-I). 115

134 18. The Fountain And The Water-Jar ÇeĢme ve Testi He who can go to the fountain does not go (yüklem) to the water-jar. Leonardo da Vinci, Notebooks ÇeĢmeye gidebilen testiye gitmez. Leonardo da Vinci, Notebooks Leonardo da Vinci was talking, of course, of composition. His advice to painters was "go to the objects of nature rather than those (=objects) which are imitated from nature": paint from life, not from a copy of life. Leonardo da Vinci, elbette, kompozisyondan söz etmekteydi. Ressamlara önerisi "doğadan taklit edilmiģ nesnelere gitmektense doğal nesnelere gitmek"ti: doğanın kopyası olanı değil doğadan olanı resmet. The translator, if he is honest with himself, knows that (:) his readers are those (=people/readers) who cannot go to the fountain. Those (=People/Readers) who are free to choose, will prefer the original; those who are not (free), will "make do" with the translation. This is hard for the translator to admit, for/because it (=this fact) implies that (:) translation is always second-best; but second-best does not necessarily imply second-rate. Translation need not be a poor substitute for the original. Çevirmen, eğer kendisine karģı dürüst ise, okuyucularının çeģmeye gidemeyenler olduğunu bilir. Seçme özgürlüğüne sahip olanlar özgünü tercih edecektir; bu özgürlüğe sahip olmayanlar çeviri ile "yetinmek" zorunda kalacaktır. Çevirmenin bunu kabullenmesi zordur zira bu, çevirinin her zaman için ikinci en iyi olduğu anlamını taģır; ancak, ikinci en iyinin ikinci sınıf olması gerekmez. Çevirinin, özgün metnin zayıf bir kopyası olması gerekmemektedir. Translation does, certainly, have a bad reputation with the general public: Çevirinin halk arasında kötü bir üne sahip olduğu kesin: Torture and translation are, in fact, amongst the few fates that/which can be worse than death. Strictly speaking (Comment Clause, Genel Çeviri 1), translation is a subtle form of torture. (The Spectator, 24 September 1977) 116

135 ĠĢkence ve çeviri, aslında, baģa gelebilecek ölümden daha beter Ģeyler arasındadır. Açıkçası, çeviri iģkencenin ani gelen bir formudur. (The Spectator, 24 Ekim 1977) even though the words above may be more extreme than most people would care to use. Her ne kadar yukarıdaki bu sözcükler çoğu insanın kullanmayı isteyeceğinden daha aģırı olsa da. It is unfortunate that (:) translation is perhaps more often criticized for its defects than praised for its merits. The faults of a bad translation are immediately apparent, the virtues of a good one (=translation) may easily pass unnoticed. The reader, generally, cannot compare: his "original" is the translation; this (=translation) is what he judges. And in his judgement, he has only his own native ear to go by, for/because what he is reacting to is a piece of writing in his own language. It is not surprising, then, that (:) one of the vaguest - but commonest - criticisms of translation should be "it sounds wrong". Ne yazık ki çeviri belki de meziyetleri için yüceltildiğinden çok daha fazla hatalarından ötürü eleģtirilmekte. Kötü bir çevirinin hataları anında görülürken iyi bir çevirinin meziyetleri rahatlıkla gözden kaçabilmekte. Okuyucu genelde kıyaslama yapamaz; onun için "özgün" metin çevirinin kendisidir ve yargıladığı da budur. Ve yargısı esnasında tek dayanağı anadilidir, zira, tepkide bulunduğu Ģey kendi anadilinde yazılmıģ bir metindir. Bu nedenle de çeviriye yöneltilen en müphem (ama en yaygın) eleģtirilerden birinin "çeviri kokması" olmasına ĢaĢmamalı. What the reader means when he says "it sounds wrong" is that (:) although the words may be familiar to him (=reader), they (=words) are combined in an unfamiliar way. He may understand the face value of these words, he may see no evident flaw in the structure of the sentence, he may find nothing wrong with the punctuation or wordorder, with the idioms or figures of speech - yet/but still he may feel uneasy. Okuyucunun "çeviri kokuyor" dediğinde kastettiği Ģey, sözcüklerin kendisine tanıdık gelmesine karģın bu sözcüklerin alıģılmadık bir biçimde bir araya getirilmiģ olmasıdır. Bu sözcüklerin yüzeysel anlamını anlayabilir, tümcenin yapısında hiçbir belirgin hata bulmayabilir, noktalamada ya da sözcük sıralamasında, deyimlerde ya da biçemde hiçbir sorun bulamayabilir; yine de, kendisini hala tedirgin eden bir Ģeyler bulunmaktadır. 117

136 19. Lightning ġimģek The phenomenon of lightning has been a source of danger and mystery through the centuries, and only recently have scientists begun (devrik yapı) to understand its true nature. We know now that (:) lightning is a huge electrical spark (which is) caused by the interaction of electrically charged particles in the atmosphere. During a thunderstorm, heavy particles holding (=which hold) a positive charge rise to the top. Lightning results when energy flows between the two types of charges. ġimģek olgusu yüzyıllar boyunca bir korku ve gizem kaynağı olmuģtur, ve bilimadamları onun gerçek doğasını ancak yakın zamanlarda anlamaya baģladılar. Bugün, ĢimĢeğin atmosferdeki elektrik açısında yüklü parçacıkların karģılıklı etkileģimi tarafından neden olunan büyük bir elektriksel kıvılcım olduğunu biliyoruz. Bir fırtına esnasında, artı yük taģıyan ağır parçacıklar yukarı yükselir. Ġki tip yük arasında enerji akıģı olduğunda ĢimĢek oluģur. What is still not understood is the process by which particles become electrically charged. Most scientists believe that (:) a cloud's light, rising moisture and tiny pieces of ice collide with hail and other heavy, falling particles. The collision may cause these elements to take on either a positive or negative charge. Hâlâ anlaģılamayan Ģey, parçacıkların elektrikle yüklenme sürecidir. Pek çok bilimadamı, bir bulutun hafif, yükselmekte olan nemi ile ufak buz parçacıklarının dolu taneleri ve diğer ağır, düģmekte olan parçacıklarla çarpıģtığına inanmakta. Bu çarpıģma bu unsurların artı ya da eksi yük almalarına neden olabilir. The most feared form of lightning is that/the one which strikes the ground in one or more electrical discharges called strokes. Any one of these strokes is capable of causing death, destroying property, or igniting fires. It is interesting to note that (:) the bright flash of light produced by a stroke actually occurs as/while the discharge returns to the sky and not as/while it descends towards the ground. This return stroke heats surrounding air and causes it to expand, thus producing/it produces a wave of pressure called thunder. En korkulan ĢimĢek türü, yere bir ya da daha fazla sayıda "darbe" denilen boģalmalarla çarpandır. Bu darbelerden herhangi biri ölüme neden olabilir, mala zarar verebilir ya da yangın baģlatabilir. ĠĢin ilginç yanı, darbe tarafından oluģturulan parlak ıģık, enerji boģalması yere inerken değil de göğe dönerken meydana gelmesidir. Bu dönüģ darbesi çevredeki havayı ısıtıp genleģmesine neden olur ve böylece gök gürültüsü denen bir basınç dalgası üretir. 118

137 B. DĠLBĠLGĠSĠ a) b) We know now that lightning is a huge electrical spark (which is) caused by the interaction of electrically charged particles in the atmosphere. During a thunderstorm, heavy particles holding (=which hold) a positive charge rise to the top. The most feared form of lightning is that which strikes the ground in one or more electrical discharges (which are) called strokes. It is interesting to note that the bright flash of light (which is) produced by a stroke actually occurs as the discharge returns to the sky and not as it descends towards the ground. This return stroke heats surrounding air and causes it to expand, thus producing (= it produces) a wave of pressure (which is) called thunder. a cloud's light, rising moisture and tiny pieces of ice collide with hail and other heavy, falling particles. 119

138 Cennete Giden Yol 20. The Way Up To Heaven All her life, Mrs. Foster had had an almost pathological fear of missing a train, a plane, a boat, or even a theatre curtain. In other respects, she was not a particularly nervous woman, but the mere thought of being late on occasions like these (=catching a plane, a boat,...) would throw her into such a state of nerves that (:) she would begin to twitch. It (=The twitch) was nothing much - (=) just a tiny vellicating muscle in the corner of the left eye, like a secret wink - but the annoying thing was that (:) it refused to disappear until an hour or so after the train or plane or whatever it was had been safely caught (yan tümcenin yüklemi). It was really extraordinary how in some people a simple apprehension about a thing like catching a train can grow into a serious obsession. At least half an hour before it was time to leave the house for the station, Mrs. Foster would step out of the elevator all ready to go, with hat and coat, gloves, and then, being quite unable to sit down, she would flutter and fidget about from room to room until her husband, who must have been well aware of her state, finally emerged from his privacy and suggested in a cool dry voice that (:) perhaps they had better get going now, had they not?/"perhaps we had better get going now, hadn't we?" Bütün yaģamı boyunca Bayan Foster bir treni, uçağı, gemiyi, hatta tiyatroda oyunun baģını kaçırmaya iliģkin hemen hemen patolojik bir korkuya sahipti. Diğer açılardan sinirli bir kadın değildi ama buna benzer durumlarda geç kalma düģüncesi bile onun öyle sinirini bozardı ki kasılmaya baģlardı. Fazla bir Ģey değildi bu kasılma (sadece, gizli bir göz kırpma gibi, sol gözünün köģesinde küçücük bir kasılma) ama sinir bozucu olan, tren ya da uçak ya da yetiģilmesi gereken her ne ise ona rahatça yetiģildikten bir saat sonrasına kadar yok olmayı reddetmesiydi. Bazı insanlarda trene yetiģmek gibi basit bir Ģeyin nasıl da ciddi bir saplantıya dönüģüvermesi gerçekten de alıģılmadık bir Ģeydi. Ġstasyona gitmek üzere evden çıkmaları gereken süreden en az yarım saat önce Bayan Foster Ģapkası, paltosu ve eldivenleri ile hazır bir biçimde asansörden iner oturamadığı için de odadan odaya dolanmaya baģlardı ta ki, onun bu durumunu fark etmiģ olması gereken kocası sonunda kafasını kaldırıp kuru bir sesle "Artık gitsek iyi olmaz mı?" diyene kadar. Mr. Foster may possibly have had a right to be irritated by this foolishness of his wife's, but he could have had no excuse for increasing her misery by keeping her waiting unnecessarily. Mind you, it is by no means certain that this (=increasing her misery by keeping her waiting unnecessarily) is what he did, yet/but whenever they were to go somewhere, his timing was so accurate - just a minute or two late, (then) you (would) understand - and his manner so bland that it was hard to believe he wasn't purposefully inflicting a nasty little torture of his own on the unhappy woman. And one thing he must have known - that (->known + that) she would never dare to call out and tell him to hurry. He had disciplined her too well for that. He must also have known that (:) if he was prepared to wait even beyond the last moment of safety, he could drive her nearly into hysterics. On one or two special occasions in the later years of their married life, it seemed almost as though he had wanted to miss the train simply in order to intensify the poor woman's suffering. Bay Foster karısının bu aptallığından ötürü tedirgin olma hakkına sahip olabilirdi, ama gereksiz yere onu bekleterek durumunu daha da kötü yapmasının hiçbir özrü olamazdı. Aslında, bilerek yaptığı da kesin değil ama ne zaman bir yere gitmeleri gerekse zamanlaması o kadar kesin (hani bir iki dakika geç olsa, anlarsınız) 120

139 ve davranıģları da o kadar sıradandı ki zavallı kadına bilerek, küçük de olsa iģkence yapmadığına inanmak zordu. Ve Ģunu da biliyor olması gerekirdi: kadıncağız asla seslenip acele etmesini söylemeye cesaret edemezdi. Bu konuda karısını çok iyi eğitmiģti. Ayrıca, evden çıkmak için gereken son anın bir parça sonrasına kadar beklemeye niyetlense karısının adeta histeri geçireceğini de bilmesi gerekir. Evlilik yaģamlarında bir iki kez öyle durumlar olmuģtu ki sanki sırf zavallı kadının acısını artırmak için treni kaçırmayı istermiģ gibi olmuģtu. Assuming (though one/a person cannot be sure) that/if we assume that the husband was guilty, what made his attitude doubly unreasonable was the fact that (:), with the exception of this one small irrepressible foible, Mrs. Foster was and always had been a good and loving wife. For over thirty years, she had served him loyally and well. There was no doubt about this. Even she, a very modest woman, was aware of it (=she had served him loyally and well), and although she had for years refused to let herself believe that (:) Mr. Foster would ever consciously torment her, there had been times recently when she had caught herself beginning to wonder (whether Mr. Foster would ever consciously torment her). Kocanın suçlu olduğunu (emin olamasak da) varsaysak bile, tutumunu fazlasıyla akıl almaz kılan Ģey, bu ufak karģı konulmaz zaaf dıģında, Bayan Foster'ın her zaman iyi ve sevgi dolu bir eģ olmasıydı. Otuz yılı aģkın bir süredir kocasına sadakatle ve çok iyi hizmet etmiģti. Çok alçakgönüllü bir kadın olan Bayan Foster bile bunun farkındaydı ve yıllar boyunca Bay Foster'ın bilinçli olarak kendisine eziyet çektirdiğine inanmamaya çalıģmıģ olsa da, son zamanlarda öyle anlar olmuģtu ki Bayan Foster kendisini "Acaba?" diye düģünmeye baģlarken buluvermiģti. C. ANLAM Bu tümceye göre Mrs. Foster bir tiyatro oyuncusu. YANLIġ Mrs. Foster tren vs.ye yetiģtikten sonra bile gözündeki tik bir süre devam etmekte. DOĞRU Mrs. Foster kocasını caddede beklemekte. YANLIġ Tümcedeki "who must have been well aware of her state" bölümü Mr. Foster'ın bilerek oyalandığını göstermekte. DOĞRU Mr. Foster'ın karısına bilerek iģkence yaptığına iliģkin kesin deliller var. YANLIġ Tümcedeki "just a minute or two late, you understand" bölümü Mr. Foster'ın bir-iki dakika geç kaldığını göstermekte. YANLIġ Mr. Foster çoğu zaman en son anın da geçmesini beklemekte. YANLIġ Mrs. Foster iyi bir eģ olmasına rağmen kötü bir saplantısı olduğu için, Mr. Foster affedilebilir. YANLIġ Mrs. Foster, ara sıra, kocasının kendisine bilerek iģkence yaptığını düģünmekte. DOĞRU BÖYLESİ DE VAR! Hesap hatası! 121

140 21. Political Parties Siyasal partiler In countries having (=which have) democratic forms of government, political parties compete in open elections for the right to run the government. The primary functions of parties include nominating suitable candidates for public office, selecting issues for public debate and persuading persons who have registered to vote to elect its (=party's) slate. Party leaders are also responsible for raising money to finance costly political campaigns. Demokratik yönetim Ģekline sahip ülkelerde siyasal partiler hükümet etme hakkı için açık seçimlerde yarıģırlar. Partilerin temel iģlevleri arasında meclis için uygun adayları belirlemek, tartıģmalar için konuları seçmek ve oy vermek için kaydolan kiģileri kendi adayını seçmeye ikna etmek yer almaktadır. Parti liderleri ayrıca pahalı politik kampanyaları finanse edecek parayı sağlamaktan sorumludur. Once (they are) elected, party officials try to implement the policies of their party in the operation of government. If the party has just taken over control of the government, smooth operation of the system and implementation of policy might take months to achieve. In the case of a party that/which retains its hold on the government through reelection, the clear mandate of the people normally results in a flurry of new laws that/which can influence the social and economic climate of a country for years. Bir kez seçildi mi, parti yetkilileri hükümetin çalıģmalarında partilerinin siyasalarını uygulamaya çalıģırlar. Eğer parti hükümete yeni geçtiyse, sistemin düzenli yürümesi ve siyasaların uygulanmasının gerçekleģmesi aylar alabilir. Bir partinin hükümetteki yerini seçilme yoluyla koruması durumunda, halkın sağladığı açık destek normal olarak bir ülkenin sosyal ve ekonomik konumun yıllarca etkileyebilecek yeni yasaların akıģı ile sonuçlanabilir. The primary function of the party or parties (which are) not elected is to question the policies of the party in control. The minority parties publicize what(ever) they consider deficiencies in the majority party's program and offer voters an alternative. This healthy opposition serves as (=olarak) a check against the excesses of power (which are) seen in one-party systems. Seçilemeyen parti ya da partilerin temel iģlevi iktidardaki partinin siyasalarını sorgulamaktadır. Azınlık partileri, çoğunluk partisinin programında aksaklık olarak gördükleri yönleri duyurur ve seçmenlere alternatif sunarlar. Bu sağlıklı muhalefet tek partili sistemlerde görülen güç ihlaline karģı bir kontrol mekanizması iģlevini görür. B. DĠLBĠLGĠSĠ In countries having (=which have) democratic forms of government, political parties compete in open elections for the right to run the government. 122

141 The primary functions of parties include (1) nominating suitable candidates for public office, (2) selecting issues for public debate and (3) persuading persons who have registered to vote to elect its slate. Party leaders are also responsible for raising money to finance costly political campaigns. The primary functions of parties include nominating suitable candidates for public office, selecting issues for public debate and persuading persons who have registered to vote to elect its slate. BÖYLESİ DE VAR! "Goats" yerine goals" olmalı. 123

142 22. Women and Space Kadınlar ve Uzay Between 1977 and 1981, three groups of American women, numbering (=who numbered) 27 in all, between the ages of 35 and 65, were given month-long tests to determine how they would respond to conditions resembling (=which resembled) those aboard the space shuttle ile 1981 arasında, toplam sayısı 27 olan, yaģlar arasındaki üç grup Amerikalı kadına uzay mekiğindeki koģulları andıran koģullara nasıl tepki vereceklerini saptamak için aylık testler yapıldı. Though (they were) carefully selected from among many applicants, the women were volunteers and pay was barely above minimum wage. They were not allowed to smoke or drink alcohol during the tests, and they were expected to tolerate each others' company at close quarters for the entire period. Among other things, they had to stand pressure (which was) three times the force of gravity and carry out both physical and mental tasks while (they were) exhausted from strenuous physical exercise. At the end of ten days, they had to spend a further twenty days absolutely confined to bed, during which time they suffered backaches and other discomforts, and when they were finally allowed up, the more physically active women were especially subject to pains due to a slight calcium loss. Pek çok baģvuran arasından dikkatle seçilmelerine karģın, bu kadınlar gönüllüydü ve yapılan ödeme de asgari ücretin çok az üzerindeydi. Testler esnasında sigara içmek ya da alkol kullanmaya izin verilmedi ve tüm süre boyunca birbirlerine dar ortamlarda katlanmak zorundaydılar. Diğer testlerin yanı sıra, yerçekiminin üç katı basınca dayanmaları ve bir yandan çok güç fiziksel alıģtırmalarla bitkin düģerken bir yandan da hem fiziksel hem de zihinsel görevleri sürdürmeleri gerekiyordu. On gün sonunda, tamamen yatağa bağımlı olarak bir yirmi gün daha geçirmeleri gerekti ve bu sürede de sırt ağrıları ve diğer rahatsızlıklar çektiler; sonunda ayağa kalkmalarına izin verildiğinde, özellikle fiziksel açıdan daha aktif olan kadınlar ufak bir kalsiyum kaybından ötürü acılara maruz kaldılar. Results of the tests suggest that (:) women will have significant advantages over men in space. They need less food and less oxygen and they stand up to radiation better. Men's advantages in terms of strength and stamina, meanwhile, are virtually wiped out by the zero-gravity condition in space. Testlerin sonuçları, kadınların uzayda erkeklere belirgin avantajları olduğunu göstermekte. Kadınlar daha az besin ve oksijene gereksinim duymakta ve radyasyona daha iyi katlanmaktalar. Bu arada, erkeklerin güçlülük ve dayanıklılık türünden sahip olduğu avantajlar, uzaydaki yerçekimsiz koģullar tarafından silinip atılmakta. B. DĠLBĠLGĠSĠ Between 1977 and 1981, three groups of American women, numbering (=which numbered) 27 in all, between the ages of 35 and 65, were given month-long tests to determine how they would respond to conditions resembling (=which resembled) those aboard the space shuttle. 124

143 23. Common Sense About Smoking Sigara Ġçme Konusunda Sağduyu It is often said (:), "I know all about the risk to my health, but I think the risk is worth it." When this statement is true it should be accepted. Everyone has the right to choose what(ever) risks they take, however great they (=the risks) may be. However, often the statement really means, (that) (:) "I have a nasty feeling that (:) smoking is bad for my health, but I would rather not think about it (=nasty feeling)." With some people the bluff can be called and they can be asked to explain what they think the risk to their health is. When this is done few (people) get very far in personal terms. The bare fact that (:) 23,000 people died of lung cancer last year in Great Britain often fails (yüklem) to impress an individual. When it is explained that this (=23,000 people) is the equivalent of one (person) every twenty-five minutes or is four times as many as those (people) (who are) killed on the roads, the significance is more apparent. The one-in-eight risk of dying of lung cancer for the man who smokes twenty-five or more cigarettes a day may be better appreciated (ana tümcenin yüklemi) if an analogy is used. If, when you boarded a plane, the girl at the top of the steps were to welcome you aboard with the greeting, "I am pleased that you are coming with us - only one in eight of our planes crashes," how many (people) would think again, and make other arrangements? Alternatively, the analogy of Russian roulette may appeal. The man smoking/who smokes twenty-five or more a day runs the same risk between the ages of thirty and sixty as another (man) who buys a revolver with 250 chambers and inserts a live bullet and on each of his birthdays spins the chamber, points the revolver at his head, and pulls the trigger. One of the difficulties in impressing these facts on people, is that (:), despite the current epidemic of lung cancer, because it is a disease which kills relatively quickly, there are many (people) who have as yet no experience of it (=lung cancer) among their family or friends. Çoğu kez, "Sağlığım için oluģturduğu riski biliyorum ama bence bu riske değer," denilmektedir. Bu tümce, doğru olduğu sürece kabul edilmeli. Herkesin dilediği riski seçme hakkı var - bu risk ne kadar büyük olursa olsun. Ancak, bu tümce genelde "Ġçimde, sigara içmenin sağlığım için kötü olduğu Ģeklinde bir his var ama bu konuda düģünmemeyi tercih ederim," anlamını taģımakta. Bazı kiģilerin blöfü görülebilir ve sağlıkları için taģıdıkları riskin onlara göre ne olduğunu açıklamaları istenebilir. Bu yapıldığında, pek azı kendi tümceleri ile bir açıklama getirebilir. Büyük Britanya'da geçen yıl kiģinin akciğer kanserinden öldüğü gerçeği çoğu kez kiģileri etkilemeyi baģaramamakta. Bu sayının her yirmi beģ dakikada bir kiģiye eģit olduğu ya da trafik kazalarında ölenlerin dört katı olduğu açıklandığında konunun önemi daha da belirginleģir. Günde yirmi beģ ya da daha fazla sigara içen adamın taģıdığı sekizde bir akciğer kanserinden ölme riski, bir örnek kullanılırsa daha iyi anlaģılabilir. Bir uçağa bindiğinizde, sizi merdivenlerde karģılayan hostes, "Bizimle yolculuk etmeye karar verdiğinize sevindik - uçaklarımızın sadece sekizde biri düģer," dese, kaçımız bir kez daha düģünüp farklı seyahat planları yapardı? Ya da, Rus ruleti örneği iģe yarayabilir. Günde yirmi beģ ya da daha fazla sigara içen biri, otuz ile altmıģ beģ yaģları arasında, 250 mermi yuvası olan bir tabanca satın alıp bir tek gerçek mermi koyan ve her bir doğum gününde tabancanın topunu çevirip tabancayı kafasına dayayan ve tetiği çeken bir insanla aynı riski taģımakta. Bu gerçekleri insanlara kabul ettirmenin güçlüklerinden biri, akciğer kanserinin günümüzde yaygın olmasına rağmen, nispeten çabuk öldüren bir hastalık olduğu için, henüz ailesi ya da dostları arasında bu hastalığın deneyimini yaģamamıģ pek çok insanın bulunması. 125

144 B. DĠLBĠLGĠSĠ a) The one-in-eight risk of dying of lung cancer for the man who smokes twenty-five or more cigarettes a day may be better appreciated if an analogy is used. The man smoking twenty-five or more a day runs the same risk between the ages of thirty and sixty as another who buys a revolver with 250 chambers and inserts a live bullet and on each of his birthdays spins the chamber, points the revolver at his head, and pulls the trigger. One of the difficulties in impressing these facts on people, is that, despite the current epidemic of lung cancer, because it is a disease which kills relatively quickly, there are many who have as yet no experience of it among their family or friends. 126

145 24. Intelligence Zeka Recent research into whether people who are good at solving brain twisters are more intelligent than those (people) who are not (good at solving brain twisters) suggests (ana tümcenin yüklemi) that (:) the "experts" make use of a special type of insight. However, not only do they (=experts) appear to be good at this (choosing which elements to process, to combine, or to compare from the information given), but they are also clever at making use of "general" or prior knowledge and at monitoring their own progress with a particular problem. In addition, they appear capable of adopting appropriate cognitive style consisting (=which consists) of a combination of impulse and reflection. Just what this combination is still mystifies the researchers, and so does (=mystifies) the original question (birinci tümcedeki whether ile başlayan noun clause yapı soru haline dönüştürülürse: Are people who are good at solving brain twisters more intelligent than people who are not good at solving brain twisters?), to which their (=the researcher's) answer is a somewhat frustrating possibly/"possibly". Zeka oyunlarını çözme konusunda iyi olanların, bu konuda iyi olmayanlardan daha zeki olup olmadıklarına yönelik son araģtırma, bu iģte "uzman" olanların özel bir tür algı kullandığını göstermekte. Ancak, sadece bunu yapmakta (verilen bilgilerden hangi unsurların iģleneceği, bağdaģtırılacağı, ya da kıyaslanacağını seçmekte) iyi olmayıp "genel" ya da önceden edinilmiģ bilgiyi kullanmakta ve belirgin bir sorun karģısında kendi ilerlemelerini gözlemlemekte de iyidirler. Buna ek olarak, tepki ve düģünmenin bir kombinasyonundan oluģan her türlü uygun biliģsel stili benimsemeye de muktedir görünmekteler. Bu kombinasyonun ne olduğu hâlâ araģtırmacıların merak konusu, tıpkı özgün sorunun kendisi gibi - ki bu soruya araģtırmacıların verdiği yanıt bir parça kafa karıģtırıcı bir "Belki de." B. DĠLBĠLGĠSĠ Recent research into whether people who are [1] good at solving brain twisters are [2] more intelligent than those who are [3] not suggests [4] that the "experts" make [5] use of a special type of insight. In addition, they appear capable of adopting as appropriate cognitive style consisting (=which consists) of a combination of impulse and reflection. Just what this combination is still mystifies the researchers, and so does the original question, to which their answer is a somewhat frustrating possibly. ("Possibly!") BÖYLESİ DE VAR! Sonunda komşular huzura kavuştular anlamı çıkmakta. 127

146 25. The Sacred Rac Kutsal "Rac" An Indian anthropologist, Chandra Thapar, made a study of foreign cultures which had customs similar to those (=customs) of his native land. One culture in particular fascinated him because it reveres one animal as (=olarak) sacred, much as (=kadar) the people in India revere the cow. Hintli bir antropolog olan Chandra Tapar kendi ülkesinin geleneklerine benzer gelenekleri olan yabancı kültürleri inceledi. Hindistan'daki insanların ineği kutsal saymaları kadar bir hayvanı kutsal kabul ettiği için bir kültür onu özellikle etkiledi. The tribe Dr. Thapar studied is called the Asu and is found on the American continent north of the Tarahumara of Mexico. Though it seems to be a highly developed society of its type, it has an overwhelming preoccupation with the care and feeding of the rac - an animal (which is) much like a bull in size, strength and temperament. In the Asu tribe, it is almost a social obligation to own at least one if not more racs. Anyone not possessing (=who doesn't possess) at least one is held in low esteem by the community because he is too poor to maintain one of these beasts properly. Some members of the tribe, (in order) to display their wealth and social prestige, even own herds of racs. Dr. Thapar'ın incelediği kabile Asu adını taģımakta ve Amerika kıtasında, Meksika'daki Tarahumara'nın kuzeyinde bulunmakta. Kendi türü toplumlar açısından oldukça geliģmiģ bir kabile gibi görünse de boyut, güç ve huy bakımından boğaya çok benzeyen rac adındaki hayvanın bakımı ve beslenmesine hayret uyandırıcı bir düģkünlüğü bulunmakta. Asu kabilesinde bu hayvanlardan birden fazla olamıyorsa bile en az birine sahip olmak neredeyse toplumsal bir yükümlülük. En az bir taneye sahip olmayan herhangi bir kimse bu hayvanlardan birine layığı gibi bakamayacak kadar yoksul olduğu için toplum tarafından düģük seviyede görülmekte. Zenginliklerini ve toplumsal prestijlerini göstermek için kabilenin bazı üyeleri rac sürülerine bile sahip. Unfortunately the rac breed is not very healthy and usually does not live more than five to seven years. Each family invests large sums of money each year to keep its rac healthy and shod, for/because it has a tendency to throw its shoes often. There are rac specialists in each community, perhaps more than one if the community is particularly wealthy. These specialists, however, due to the long period of ritual training (which) they must undergo and (due) to the difficulty of obtaining the right selection of charms to treat the rac, demand (yüklem) costly offerings whenever a tribesman must treat his ailing rac. Ne yazık ki rac türü çok sağlıklı değil ve genelde beģ ila yedi yıldan fazla yaģamamakta. Her bir aile rac'ını sağlıklı ve zinde tutmak için her sene bir sürü para harcamakta, zira hayvan sık sık nal düģürme eğilimine sahip. Her bir toplumda rac uzmanları, eğer toplum özellikle zengin ise belki de birden fazla uzman, bulunmakta. Ancak, geçmeleri gereken uzun süreli törensel eğitimden ve rac'ı tedavi etmek için doğru 128

147 büyüleri seçme konusundaki güçlükten ötürü bu uzmanlar ne zaman kabile üyelerinden birinin hasta rac'ını tedavi etmesi gerekse yüksek ücretler talep etmekteler. At the age of sixteen in many Asu communities, many youths undergo a puberty rite in which the rac figures prominently. The youth must petition a high priest in a grand temple. He is then initiated into the ceremonies that/which surround the care of the rac and is permitted to keep a rac. Pek çok Asu topluluğunda, on altı yaģına gelen pek çok genç rac'ın ön plana çıktığı bir ergenlik töreninden geçer. Genç, büyük tapınakta bir yüksek rahibin olurunu almalıdır. Ardından rac bakımını içeren törenlere katılır ve bir rac'a sahip olmasına izin verilir. Although the rac may be used as a beast of burden, it has many habits which would be considered by other cultures as (=olarak) detrimental to the life of the society. In the first place the rac breed is increasing at a very high rate and the Asu tribesmen have given no thought to curbing the rac population. As a consequence the Asu must build more and more paths for the rac to travel on since/because its delicate health and its love of racing other racs at high speeds necessitates that (:) special areas (should) be set aside for its use. The cost of smoothing the earth is too costly for any one individual to undertake; so it has become a community project and each tribesmen must pay an annual tax to build new paths and maintain the old (paths). There are so many paths needed that some people move their homes because the rac paths must be as straight as possible to keep the animal from injuring itself. Dr. Thapar also noted that (:) unlike the cow, which many people in his country hold sacred, the excrement of the rac cannot be used as either fuel or fertilizer. On the contrary, its excrement is exceptionally foul and totally useless. Worst of all, the rac is prone to rampages in which it runs down anything in its path, much like stampeding cattle. Estimates are that (:) the rac kills thousands of the Asu in a year. Her ne kadar rac bir yük hayvanı olarak kullanılabilse de, diğer kültürler tarafından toplumun yaģamına zararlı olarak kabul edilebilecek pek çok alıģkanlığa sahip. her Ģeyden önce, rac türü büyük bir hızla artmakta ve Asu kabilesinin insanları da rac sayısını sınırlamayı asla düģünmemekte. Bunun sonucu olarak, narin sağlığı ve diğer rac'larla büyük hızda yarıģmayı sevmelerinin kullanımları için özel alanların ayrılmasını gerektirdiği için rac'ın üzerinde yol alması amacıyla Asu'ların gitgide daha fazla yollar inģa etmesi gerekmekte. Toprağı düzeltme masrafı tek bir ferdin üstlenemeyeceği kadar yüksek; bu nedenle, bu iģ bir toplum projesi haline gelmekte ve her bir kabile üyesi yeni yolların inģa edilmesi ve eskilerin de bakımını sağlamak için senelik vergi ödemek zorunda. O kadar fazla yol gerekmekte ki hayvanın kendisi kendisini yaralamasını engellemek için yolların olabildiğince kavissiz olması gerektiğinden bazı insanların evlerini taģımaları gerekmekte. Dr. Thapar ayrıca, kendi ülkesinde pek çok insanın kutsal saydığı ineğin aksine, rac dıģkısının yakıt ya da gübre olarak kullanılamayacağını belirtmekte. Tam aksine, dıģkısı alıģılmadık bir biçimde zararlı ve tamamen yararsız. Daha da kötüsü, rac azgın sığırlar gibi, yolundaki her Ģeyi yıktığı ani koģulara eğilimi olan bir hayvan. Tahminlere göre rac her yıl binlerce Asu öldürmekte. 129

148 Despite the high cost of upkeep, the damage it does to the land, and its habit of destructive rampages, the Asu still regard it as being essential to the survival of their culture. Bakımının çok masraflı olmasına, toprağa verdiği zarara ve hasar verici koģu alıģkınlıkları olmasına rağmen, Asular bu hayvanı yine de kültürlerinin hayatta kalması için gerekli kabul etmekte. B. DĠLBĠLGĠSĠ Anyone not possessing at least one is held in low esteem by the community //because he is too poor to maintain one of these beasts properly. Some members of the tribe, to display their wealth and social prestige, even own herds of racs. Each family invests large sums of money each year to keep its rac healthy and shod, for (=because) it has a tendency to throw its shoes often. These specialists, however, [due to the long period of ritual training they must undergo and to the difficulty of obtaining the right selection of charms to treat the rac,] demand costly offerings / whenever a tribesman must treat his ailing rac. As a consequence the Asu must build more and more paths for the rac to travel on since (=because) its delicate health and its love of racing other racs at high speeds necessitates that special areas be set aside for its use. BÖYLESİ DE VAR! "Appalling" sözcüğü "appealing" olmalı. 130

149 26. Amber Kehribar Amber is fossil resin or gum exuded from various, now-extinct coniferous trees. Amber is created when the resins (which are) produced by certain trees in tropical or subtropical climates undergo a transformation process that usually takes millions of years, and which is still not fully understood. The Baltic Sea area, (which is) now a temperature zone, probably holds the best-known and most highly-prized supply of amber, which is used in jewelry. In addition, in earlier centuries, magical properties were attributed to amber because of the electricity (which/that) it (=amber) acquires when (it is) rubbed. Kehribar, bugün soyu tükenmiģ olan çeģitli kozalaklı ağaçlardan çıkan fosil reçine ya da sakızdır. Kehribar, tropik ya da yarı tropik iklimlerdeki belirli ağaçların ürettiği reçinelerin milyonlarca yıl süren ve hâlâ tam olarak anlaģılamamıģ bir değiģim sürecinden geçmesiyle oluģur. Günümüzde soğuk bir bölge olan Baltık Denizi bölgesi, mücevher yapımında kullanılan kehribarın muhtemelen en ünlü ve en değerli kaynaklarına sahiptir. Buna ilaveten, yüzyıllar önce, ovalandığında elektriklenmesinden ötürü kehribara sihirli nitelikler atfedilmiģti. The substance (=Amber) is also of great interest to scientists since/because it has been the means of preserving fossils, especially (fossils) of insects, as much as 40 million years old. Amber varies greatly according to the place where it is formed, (;) the amber in each location having/has its characteristic color, hardness, and even odor. YaklaĢık kırk milyon yıllık fosilleri, özellikle de böcek fosillerini korumaya yaradığı için bu madde bilimadamlarının da ilgisini çekmekte. Her bir yöredeki kehribar kendi renk, sertlik ve hatta kokusuna sahip olduğu için, kehribar oluģtuğu yere göre büyük değiģkenlik gösterir. B. DĠLBĠLGĠSĠ Amber is created //when the resins (which are) produced by certain trees in tropical or subtropical climates undergo a transformation process that usually takes millions of years, and which is still not fully understood. The Baltic Sea area, now a temperature zone, probably holds the best-known and most highlyprized supply of amber, which is used in jewelry. In addition, in earlier centuries, magical properties were attributed to amber //because of the electricity it acquires / when rubbed. The substance is also of great interest to scientists //since (=because) it has been the means of preserving fossils, especially of insects, as much as 40 million years old. Amber varies greatly according to the place where it is formed, /// the amber in each location having (=has) its characteristic color, hardness, and even odor. BÖYLESİ DE VAR! "Sin" sözcüğü "sing" olmalı. 131

150 27. Levophobia Levofobi Handedness is a preference for the use of either the right hand or the left hand. Although most animals have a preferred paw or hand, only humans have a species-typical preference for the right hand. Approximately 75 per cent of the human population is strongly right-handed, and approximately 90 per cent is predominantly righthanded. Among the remaining 10 per cent, a great deal of variability exists. Some people are strongly left-handed, and others, called ambidextrous, are left-handed for some activities and right-handed for others.the fact that (:) some naturally left-handed children are forced into becoming right-handed may even result (yüklem) in levophobia, (which is) an irrational fear of the left. Sufferers from this rare condition find their hearts pound as if a heart attack were coming on a result of their brains releasing adrenaline at the mere prospect of a left-oriented maneuver. They refuse to stand on the left side of an elevator, make left-hand turns when driving, sometimes even to look to the left. Sağ ya da sol ellilik sağ eli ya da sol eli kullanma konusunda bir tercihtir. Her ne kadar hayvanlardan çoğunun tercih ediliģ bir pençesi ya da eli varsa da, yalnızca insanoğlunun sağ elliliğe dönük türe özgü bir tercihi bulunmaktadır. Ġnsan nüfusunun yüzde 75 i güçlü bir Ģekilde sağ elli yaklaģık yüzde doksanı öncelikle sağ ellidir. Geri kalan yüzde 10 arasında büyük bir çeģitlilik mevcuttur. Bazı insanlar güçlü biçimde solaktır; ambidekster olarak adlandırılan diğerleri de bazı faaliyetlerde solak bazılarında da solaktır. Bazı doğuģtan solak çocukların sağ-elli olmaya zorlanmaları gerçeği, sola yönelik irrasyonel bir korku olan levofobi ile sonuçlanmakta. Bu az rastlanır durumdan Ģikayetçi olanlar sola yönelik bir manevra olasılığı karģısında bile beyinlerinin adrenalin salgılaması sonucunda kalplerinin sanki bir kalp krizi geçirecekmiģçesine attığını fark ederler. Bu kiģiler asansörün solunda durmayı, araç kullanırken sola dönüģ yapmayı, hatta bazen sola bakmayı bile reddederler. Psychologists believe (that) levophobia will only disappear entirely when left-handed children - (who are) a minority in all known societies - are fully accepted. Psikologlar levofobinin ancak, bilinen tüm toplumlarda azınlığı oluģturan solak çocukların tam olarak kabullenildiğinde tamamen yok olacağına inanmaktalar. B. DĠLBĠLGĠSĠ The fact that some naturally left-handed children are forced into becoming right-handed may even result in levophobia, (which is) an irrational fear of the left. Sufferers from this rare condition find their hearts pound // as if a heart attack were coming on a result of their brains releasing adrenaline at the mere prospect of a left-oriented maneuver. They refuse to stand on the left side of an elevator, make left-hand turns when driving, sometimes even to look to the left. Psychologists believe //(that) levophobia will only disappear entirely / when left handed children - a minority in all known societies - are fully accepted. 132

151 28. Self-Confidence Özgüven Often people who hold higher positions in a given group overestimate their performance, while people in the lowest levels of the group underestimate theirs (=their performance). While this may not always be true, it does not indicate that (:) often the actual position in the group has much to do with (=is closely linked with) the feeling of personal confidence (which) a person may have. Thus, if a member holds a high position in a group or if he feels that (:) he has an important part in the group, he will probably have more confidence in his own performance. Belirli bir grupta üst konumlardaki insanlar çoğu kez kendi performanslarını abartırken o grubun en alt düzeyindekiler de kendi performanslarını küçümserler. Her zaman doğru olmasa da, bu durum çoğu kez gruptaki asıl konumun bir kiģinin sahip olabileceği özgüven duygusuyla çok ilintili olduğunu göstermez. Böylece, eğer toplumun bir üyesi bir grup içinde yüksek bir konumdaysa ya da grupta önemli bir rolü olduğuna inanıyorsa, muhtemelen kendi performansına daha çok güveni olacaktır. B. DĠLBĠLGĠSĠ Often people who hold higher positions in a given group overestimate their performance, // while people in the lowest levels of the group underestimate theirs. While this may not always be true, // it does not indicate that (:) often the actual position in the group has much to do with the feeling of personal confidence (which) a person may have. Thus, if a member holds a high position in a group or if he feels that (:) he has an important part in the group, //he will probably have more confidence in his own performance. BÖYLESİ DE VAR! "Mousework" sözcüğü "housework" olmalı. 133

152 29. Magnetism Mıknatıslanma An aspect of electromagnetism, magnetism is one of the fundamental forces of nature. Magnetism is an important force of nature acting between objects (which are) called magnets. Magnets are most commonly known for their ability to attract metallic substances. The Earth itself behaves as if a large magnet runs through its center, with the strongest areas being at the north and south poles. Surprisingly, the magnetic field surrounding (=which surrounds) the Earth is a million times weaker than the field surrounding (=which surrounds) an atom, yet/but it (=the magnetic field surrounding the Earth) is a million times stronger than that (=the magnetic field) surrounding (=which surrounds) our own galaxy. Magnetism plays an essential role in creating large amounts of electricity, without which (=electricity) complex industrial techniques would be infeasible. ElektromıknatıslaĢmanın bir yönü olan mıknatıslanma doğanın temel güçlerinden biridir. Mıknatıslanma, mıknatıs adı verilen nesneler arasında iģleyen önemli bir doğa gücüdür. Mıknatıslar en yaygın olarak metal nesneleri kendilerine çekmekle tanınırlar. Dünyanın kendisi de en güçlü noktaları kuzey ve güney kutupları olan koskoca bir mıknatıs merkezinden geçermiģ gibi bir görüntü vermektedir. ĠĢin ĢaĢırtıcı yanı, dünyayı çevreleyen manyetik alan bir atomu çevreleyen alandan bir milyon kez zayıfken, galaksimizi çevreleyen alandan da bir milyon kez güçlüdür. Mıknatıslanma, onsuz karmaģık endüstriyel tekniklerin kârlı olamayacağı büyük miktarlarda elektriğin üretilmesinde gerekli bir rol oynar. B. DĠLBĠLGĠSĠ Magnetism is an important force of nature acting (=which acts) between objects called magnets. Magnets are most commonly known for their ability to attract metallic substances. The Earth itself behaves // as if a large magnet runs through its center, with the strongest areas being at the north and south poles. Surprisingly, the magnetic field surrounding (=which surrounds) the Earth is a million times weaker than the field surrounding (=which surrounds) an atom, // yet (=but) it is a million times stronger than that surrounding (=which surrounds) our own galaxy. Magnetism plays an essential role in creating large amounts of electricity, without which complex industrial techniques would be infeasible. BÖYLESİ DE VAR! Yorum yok. 134

153 30. The Death Penalty Ölüm Cezası I want to organize under five simple verbs my own reasons for thinking that (:) the death penalty is a bad thing. If we catch a man who has committed a murder, try him and convict him, we have to do something more with him than punish him, because, although he must be punished, there are several other things that/which ought to happen to him. I think that (:) the whole theory of what ought to be done to a convicted murderer can be summed up in the five verbs: prevent, reform, research, deter and avenge. Let me take these five things in turn and see how the death penalty now looks as (=olarak) a means of achieving them. Ölüm cezasının kötü bir Ģey olduğunu düģünme konusundaki nedenlerimi beģ basit yüklem altında düzenlemek istiyorum. Eğer cinayet iģlemiģ bir adamı yakalar, yargılar ve suçlu bulursak, bu kiģiye onu cezalandırmaktan öte bir Ģeyler yapmalıyız, zira, her ne kadar bu adamın cezalandırılması gerekse de, ona yapılması gereken birkaç farklı Ģey de bulunmakta. Bence suçlu bulunmuģ bir katile yapılması gerekenler konusundaki teorinin tümü beģ yüklem altında düzenlenebilir: engellemek, ıslah etmek, araģtırmak, caydırmak, ve öç almak. Bu beģ yüklemi sırayla ele alacak ve ölüm cezasının ve yüklemleri gerçekleģtirme yolu olarak nasıl iģlediğine bakacağım. The first is "prevent". By this (='prevent') I mean preventing the same man from doing it (=the crime) again, to check him in his career - though, of course, nobody makes a career of being a murderer, except the insane (people), who are not at issue in the question of the death penalty. I believe that (:) I am right in saying that (:) in the course of a century there is only one doubtful case of a convicted murderer, after his release at the end of a normal life sentence, committing (=who committed) another murder. I think that (:) that means, statistically, that (:) the released murderer is no more likely to murder again than anybody else is. The question of long sentences comes in here. If the sane convicted murderer is not to be hanged, should he be imprisoned, and should the length of his service be determined in a way (which is) not the usual one (=length of service) for the actual sentence served? I think this question can be answered only by looking at the statistics of how likely a man is to do it (=commit crime) again. In other words, how likely a prison sentence for a given number of years, 15, 20 or 30 years, is to prevent him from doing it (=committing crime) again. There is a wealth of statistics available to us on that. I do not think (:) they suggest that (:) the convicted murderer who is not hanged should have his prison sentence dealt with in any way differently from that (=the way) in which prison sentences are usually dealt with. Ġlk yüklem 'engellemek'. Bu yüklemle kastettiğim, bu adamın yeniden cinayet iģlemesini engellemek, onu mesleğinde (her ne kadar, elbette, ölüm cezasında söz konusu olmayan deliler dıģında hiç kimse katilliği bir meslek edinmez ise de) denetlemek. Ġnanıyorum ki bir yüzyıl boyunca normal ömür boyu hapis cezasının sonunda salıverildikten sonra bir cinayet daha iģleyen sadece tek bir kuģkulu vaka olduğunu söylerken haklıyım. Bence bu da, istatistiksel açıdan, salıverilen katilin cinayet iģleme olasılığının herhangi bir kiģiden daha fazla olmadığı anlamını taģır. Burada, uzun hapis cezaları sorunu gündeme gelmekte. Eğer zihinsel açıdan sağlıklı olan ve suçlu bulunan katil asılmayacaksa hapsedilmeli mi, ve hapiste kalıģ süresi asıl ceza süresinden farklı bir Ģekilde mi saptanmalı? Bence bu sorunun yanıtı ancak, bir insanın yeniden cinayet iģleme olasılığının ne olduğu konusundaki istatistiklere bakılarak verilebilir. Diğer bir deyiģle, 15, 20 ya da 30 yıl 135

154 gibi bir hapis cezasının bu kiģinin yeniden cinayet iģlemesini engelleme olasılığı nedir? Ben, suçlu bulunan ve asılmayan bir katilin hapis cezasının hapis cezalarının normalde ele alınma Ģeklinden farklı bir biçimde ele alınması gerektiğini sanmıyorum. To turn to the second verb on my list, "reform". That is rather a nineteenth century word, and perhaps we should now say "rehabilitate", stressing more the helping of a man with his social functions rather than adjusting his internal character; but that is a minor point. It is clear that (:), whatever we may think about what is able to be achieved in our prison system by treatment in the reformatory and rehabilitatory way - and it is open to criticism for lack of funds and so on - it is obvious that (:) less can be achieved if you hang a man. One man who is utterly unreformable is a corpse; and hanging is out of the question, because you cannot achieve any form of reform or rehabilitation by it (=hanging). Listemdeki ikinci yüklem olan 'ıslah etmek' yüklemine dönelim. Bu daha çok on dokuzuncu yüzyıla ait bir yüklem ve belki de bir insana toplumsal iģlevlerinde yardımcı olmaktan çok onun kiģiliğini düzenlemeyi vurgulayan 'rehabilite' terimini kullanmalıyız - ama bu önemsiz bir nokta. ġurası açık ki reformcu ya da rehabilitasyoncu yoldan tedavi sayesinde hapishane sistemimizde nelerin kazanılabileceği konusunda ne düģünürsek düģünelim - ki fon eksikliği gibi konulardan ötürü bu konu da eleģtiriye açıktır - eğer bir insan asılırsa kazanılacak olanın daha az olacağı ortada. Kesinlikle reform edilemez bir insan varsa oda bir cesettir; ve asma söz konusu bile olamaz zira asma yolu ile hiçbir reform ya da rehabilitasyona ulaģılamaz. The next word is "research". This is not part of the traditional idea of what to do with a convicted murderer. It is rather a new notion that it (=research) may be an appropriate purpose in detaining a criminal and inflicting punishment and other thing on him so that research should be conducted into the criminal personality and the causes of the crime. At the moment we hang only the sanest criminals. We can get all the research (which) we want into the motives, characters and personality structures of those (people) with diminished responsibility, (=) the insane (people) and those (people) (who are) under an age to be hanged. But the one (person) (who) we cannot research into is the man who is sane and who commits capital murder in cold blood on purpose. It might be that (:) if we were to keep this man alive and turn psychiatrists and other qualified persons on to talking to him for twenty years during his prison sentence we should find things that/which would enable us to take measures which should reduce the murder rate and save the lives of the victims. But in hanging these men, we cut ourselves off from this possible source of knowledge of help to the victims of murder. Bir sonraki yüklem 'araģtırmak'. Bu, suçlu bulunan bir katile yapılması gerekenler konusundaki geleneksel düģüncenin bir parçası değil. Suçlunun kiģiliği ve suçun nedenleri üzerinde araģtırma yürütülmesi için suçlunun hayatta tutulması ve cezasının verilmesi konusunda 'araģtırma'nın uygun bir neden olabileceği oldukça yeni bir kavram. ġu anda sadece aklı baģında olan suçluları asmaktayız. Yükümlülüğü az olan delileri ve asılma yaģının altındakileri dürtüler, kiģilik ve özellik açısından inceleyebiliriz. Fakat inceleyemediğimiz kiģi, aklı baģında olan ve cinayeti amaçlı olarak soğukkanlılıkla iģleyen kiģidir. Bu adamı yaģatsak ve hapis cezası esnasında yirmi yıl boyunca psikiyatristlerin ve diğer uzman kiģilerin onunla konuģmasını sağlasak, cinayet oranını azaltıp kurbanların yaģamlarını kurtaracak almamızı sağlayacak Ģeyler bulabilirdik. Ancak, biz bu adamları asarak cinayet kurbanlarına yardım için bilgi kaynağı olabilecek kiģilerle ilgimizi kesmekteyiz. 136

155 The fourth word, "deter", is the crux of the whole thing. Abolitionists, as (=gibi) we all know, have held for many years that (:) evidence from abroad has for long been conclusive that (:) the capital penalty is not a uniquely effective deterrent against murder. Retentionists of the death penalty have been saying for years that (:) we are not like those (people) abroad: we are a different country economically: our national temperament is different; and there is this and that about us which is not so about those (people) in Italy, Norway or certain States of United States, New Zealand, India, or wherever it may be. Now we have this remarkable pamphlet which in effect closes that gap in the abolitionists' argument. It shows within mortal certitude that (:) we are exactly like those (people) abroad, and (shows) that in this country the death penalty is not a uniquely effective deterrent against murder. Dördüncü yüklem olan 'caydırmak' tüm olayın çekirdeği. Hepimizin bildiği gibi ölüm cezasına karģı olanlar yıllardır, yurtdıģındaki delillerin ölüm cezasının cinayet karģısında hiç de etkili bir caydırıcı olmadığını gösterdiğini ileri sürmekteler. Ölüm cezasını savunanlar ise, bizim yurtdıģındakilere benzemediğimizi söylemekteler: biz ekonomik açıdan farklı bir ülkeyiz, bizim ulusal karakterimiz farklı, bizim Ģu ya da bu özelliğimiz Ġtalya, Norveç ya da ABD'nin bazı eyaletlerinde, Yeni Zelanda, Hindistan ya da diğer ülkelerdekilerin özelliklerinden farklı. ġimdi elimizde ölüm cezasına karģı olanların iddiasını destekleyen bu Ģahane belge bulunmakta. Bu belge kuģkuya yer vermeyen bir biçimde bizim yurtdıģındakilerden hiç de farklı olmadığımızı ve ülkemizde ölüm cezasının cinayet konusunda hiç de etkili bir caydırıcı olmadığını göstermekte. The last on the list of my five verbs is "avenge". Here the death penalty is uniquely effective. If a man has taken life, the most effective, obvious and satisfying form of avenge is to take his life. I have no argument against that. I think it is true that (:) if one (= kişi/insan)accepts vengeance as a purpose for the State in its handling of convicted criminals, then the death penalty should stay for the convicted murderers. For myself - and it is only a personal matter - I utterly reject the idea that (:) vengeance is a proper motive for the State in dealing with convicted criminals; and I hope that (:), from the date of publication of this pamphlet onwards, those (people) who wish to retain the death penalty will admit that (:) its merit is precisely that (=merit) of vengeance. Listemdeki beģ yüklemden sonuncusu 'öç almak'. Bu noktada, ölüm cezası eģsiz bir biçimde etkili. Eğer bir kiģi can aldıysa, en etkili, su götürmez ve tatmin edici öç alma Ģekli onun canını almaktır. Buna diyecek hiçbir Ģeyim yok. Bence Ģurası bir gerçek ki eğer kiģi öç almayı Devlet'in suçlulara karģı tutumundaki bir amaç olarak kabul ederse, bu durumda suçu kanıtlanmıģ katiller için ölüm cezasının kalıcı olması gerekir. Kendi açımdan (ki bu kiģisel bir görüģ) ben öç almanın Devlet'in suçlulara karģı tutumu için bir dürtü olduğu fikrini kesinlikle reddediyorum; ve umuyorum ki, bu belgenin yayın tarihinden itibaren, ölüm cezasının kalmasını isteyenler ölüm cezasının tek meziyetinin öç almaktan ibaret olduğunu kabul edeceklerdir. 1. Bu metnin yazarı olan Lord Kennet idam cezasına karşı. 2. Beş temel başlık: 1. engellemek 2. ıslah etmek 3. araģtırmak 4. caydırmak 5. öç almak BÖYLESİ DE VAR! "Thirty" yerine "thirsty" olmalı. 137

156 31. Slipper Animalcule Terliksi Hayvan Paramecia are single-celled organisms usually less than 0.25 mm in length. The miniscule paramecium is another well-known member of the protozoan family. This one-celled animal, which is hardly detectable without the aid of a microscope, thrives in bodies of fresh water. Like the amoeba, it is composed of a watery substance (which is) called protoplasm, which is clear on the surface and granular in the interior. Paramekyumlar boyları genellikle 0.25 milimetreden daha az olan tek hücreli organizmalardır. Miniskül paramekyum, protozan ailesinin bir diğer çok bilinen üyesidir. Mikroskop yardımı olmaksızın görülmesi hemen hemen olanaksız olan bu tek hücreli hayvan tatlı su birikintilerinde yaģar. Amip gibi, yüzeyde açık renk, içte ise parçacıklı olan protoplazma denen sulu bir maddeden oluģur. The term "slipper animalcule" is often used to describe the paramecium because its shape resembles that (=the shape) of a shoe. Fine hairs (which are) called cilia cover its (=slipper animalcule) surface, adding (=and they add) to the appearance of a slipper. The paramecium moves rapidly through water by beating its cilia. An interesting feature of the paramecium is its method of reproduction. It divides in two at the middle of its body, and the nucleus in each section divides as well. It then separates into two animals, which may later come together to exchange parts of the nuclei. This process of conjugation demonstrates the beginning stages of sexual reproduction. Paramekyumu anlatmak için sık sık 'terliksi hayvan' terimi kullanılır, zira Ģekli bir ayakkabının Ģeklini andırır. Yüzeyini kaplayan ve cilia denilen tüyler, terliksi görüntüsüne katkıda bulunurlar. Paramekyumun ilginç bir özelliği üreme yöntemidir. Vücudunun ortasından ikiye bölünür ve her bir bölümdeki çekirdek de bölünür. Sonra iki hayvan halinde ayrılır - bu hayvanlar sonraları hücre çekirdeğinin parçacıklarını değiģ tokuģ için bir araya gelebilirler. Bu birleģme iģlemi cinsel üremenin baģlangıç safhalarını göstermektedir. B. DĠLBĠLGĠSĠ This one-celled animal, which is hardly detectable without the aid of a microscope, thrives in bodies of fresh water. Like the amoeba, it is composed of a watery substance (which is) called protoplasm, which is clear on the surface and granular in the interior. It then separates into two animals, which may later come together to exchange parts of the nuclei. Fine hairs called cilia cover its surface, adding (=and they add) to the appearance of a slipper. The paramecium moves rapidly through water by beating its cilia. BÖYLESİ DE VAR! "Wife" sözcüğü "wire" olmalı. 138

157 32. Tighten Your Belt Kemerinizi Sıkın The fact is that (:) the energy crisis, which has suddenly been officially announced, has been with us for a long time now, and (the energy crisis) will be with us for an even longer time. Whether Arab oil flows freely or not, it is clear to everyone that (:) world industry cannot be allowed to depend on so fragile a base/such a fragile base. The supply of oil can be shut off at whim at any time, and in any case, the oil wells will all run dry in thirty years or so at the present rate of use. New sources of energy must be found, and this will take time, but it is not likely to result in any situation that/which will ever restore that (:) sense of cheap and copious energy (which) we have had in the times past. To make the situation worse, there is as yet no sign that (:) any slowing of the world's population is in sight. The food supply will not increase nearly enough to match this (=population increase), which (Sentential Relative Clause) means that (:) we are heading into a crisis in the matter of producing and marketing food. Gerçek Ģu ki birdenbire resmi olarak açıklanan enerji krizi uzun süredir bizlerle, ve daha da uzun bir süre bizimle olacak. Arap petrolü serbest aksın ya da akmasın, dünya endüstrisinin böylesine nazik bir tabana dayanmasına izin verilemeyeceği herkesçe bilinmekte. Petrol arzı her an durup dururken kesilebilir ve, zaten, Ģu anki kullanım hızıyla petrol kuyuları yaklaģık otuz yıl içinde kuruyacak. Yeni enerji kaynakları bulunması gerekmekte ve bu zaman alacak; ancak, geçmiģ zamanlarda yaģadığımız o ucuz ve bol enerji duygusunun yerini tutabilecek bir durumla sonuçlanması ihtimal dıģı. ĠĢin daha kötüsü, dünya nüfusunun yavaģlamasına iliģkin hiç bir belirti de görülmemekte. Gıda arzı bunu karģılayabilecek kadar artamayacak ve bu da demektir ki gıda üretimi ve pazarlaması konularında bir krize doğru gidiyoruz. Taking (=When we take) all this into account, what might we reasonably estimate supermarkets to be like in the year 2001? To begin with, the world food supply is going to become steadily tighter over the next thirty years. This means, for one thing, that (:) we can look forward to an end to the "natural food" trend. It is not a wave of the future. All the "unnatural" things (which) we do to food are required to produce more of the food in the first place, and (are required) to make it last longer afterward. It is for that reason that (:) we need and use chemical fertilizer and pesticides while the food is growing, and (we) add preservatives afterward. In fact, as/while/because food items will tend to decline in quality and decrease in variety, there is very likely to be increasing use of flavouring additives. Until such time as mankind has the sense to lower its population to the point where the planet can provide a comfortable support for all, people will have to accept more artificiality. Then, too, there will be a steady trend toward vegetarianism. A given quantity of ground can provide plant food for man or it can provide plant food for animals which are then slaughtered for meat. Yet/But, land (which is) devoted to plant food will support ten times as many human beings as land (which is) devoted to animal food. It is this (far more than food preferences or religious dictates) that/which forces overcrowded populations into vegetarianism. This will come about because our herds will decrease as/while/because the food demand causes more and more pasture land to be turned to farmland, and as/while/because land producing corn and other animal fodder is diverted to providing food directly for man. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, örneğin 2001 yılında süpermarketlerin neye benzeyeceğine iliģkin makul bir tahmin ne olabilir? her Ģeyden önce, gelecek otuz yılda dünya gıda arzı gitgide daralacak. Bu da, 139

158 öncelikle, "doğal besin" eğiliminin son bulacağını bekleyebiliriz anlamını taģımakta. Bu eğilim geleceğin eğilimi olamayacak. Gıdalara yaptığımız tüm "doğal olmayan" Ģeyler her Ģeyden önce daha fazla gıda üretmek için ve sonrasında da daha uzun süre dayanmasını sağlamak için yapılmakta. Bu nedenle de gıda yetiģmekteyken gübre ve haģere ilaçlarına ihtiyacımız var ve bunları kullanmaktayız, ardından da koruyucular katmaktayız. Aslında, gıda maddeleri nicelik ve tür açısından düģüģ gösterdikçe tat veren katkı maddelerinin kullanımında artıģ olması olası. Ġnsanoğlu nüfusunu gezegenin herkes için gıda sağlayabileceği düzeye indirme akıllılığını gösterene kadar, insanların daha fazla yapaylığı kabul etmeleri gerekecek. O zaman da etyemezliğe doğru sürekli bir eğilim olacak. Belirli bir toprak parçası insanlar için gıda sağlayabilir ya da sonradan etleri için kesilen hayvanlar için yem sağlayabilir. Ancak, yem için ayrılan toprak parçası on kat daha fazla insanı besleyebilir. Kalabalık kitleleri etyemezliğe zorlayan Ģey gıda seçeneklerinden ya da dini emirlerden çok bu nedendir. Gıda talebi gitgide daha fazla otlak alanının tarım alanına dönüģtürülmesi ve mısır ile diğer hayvan yemlerini üretmede kullanılan toprağın insan için doğrudan besin sağlanması için dönüģtürülmesi sonucunda hayvan sürülerimizin azalması sonucunda etyemezlik artacak. Another point is that (:) it is not only energy that/which is in short supply. A shortage of oil means a shortage of plastics; a shortage of electricity means a shortage of aluminium. We are also experiencing a shortage of paper and most other raw materials. Bir diğer nokta, azalan Ģeyin sadece enerji olmadığı. Petrol kıtlığı plastik kıtlığı demektir; elektrik kıtlığı alüminyum kıtlığı demektir. Ayrıca kağıt kıtlığı ile diğer bir çok ham maddeni kıtlığını yaģamaktayız. This means that (:), for one thing, our generosity in wrapping, bagging and packaging will have to recede. There will have to be at least a partial return in supermarkets to the old days where goods were supplied in bulk and (were) ladled out in bags to order. Bu da demektir ki, örneğin, sarmalama, kutulama ve paketleme konusundaki bonkörlüğümüzün azalması gerekecek. Süpermarketlerde, malların topluca satın alındığı ve sipariģe göre paketlerde sunulduğu eski günlere en azından kısmen dönüģ olması gerekecek. A decline in per-capita energy use will make it necessary to resort to human muscle again, so that the delivery man will make a comeback (his price (will be) added to that (=the price) of the food, of course). Since/Because energy shortages will cause unemployment in many sectors of the economy, there will be idle hands to do the manual work that/which will become necessary. KiĢi baģına enerji kullanımındaki azalma yeniden insan gücüne dönülmesini gerekli kılacak ve dağıtıcılar yeniden dönecekler (ücretleri elbette besinin fiyatına eklenmiģ olarak). Enerji azlığı ekonominin pek çok sektöründe iģsizliğe neden olacağı için, gerekli hale gelecek insan gücü iģleri yapacak pek çok iģsiz insan bulunacak. 140

159 To be sure, it will not be retrogression. Even assuming that/even if Earth is in a desperate battle of survival through a crisis of still-rising population and dwindling energy reserves, there should still continue to be technological advances in those directions that/which don't depend on wasteful bulk-use of energy. There will be continuing advances in the direction of "sophistication", in other words. Most noticeably, this will mean a continuing computerization and, where (it is) possible, automation of the economy. Kesin olan nokta, bunun bir gerileme olmayacağı. Dünyanın sürekli artan bir nüfus ve yok olan enerji kaynaklarından ötürü bir yaģam savaģı vermekte olduğunu varsaysak bile, bol miktarlarda enerji tüketimine bağlı olmayan alanlarda yine de teknolojik geliģmelerin olması gerekir. Diğer bir deyiģle, "karmaģıklaģma" yönünde devam eden geliģmeler olacak. En göze çarpan açıdan, bu, sürekli bir bilgisayarlaģma ve mümkün olan alanlarda ekonomini otomasyonu anlamını taģıyacak. BÖYLESİ DE VAR!... centrally heated; foreign girl

160 33. Arranged Marriages: An Alternative to Love Marriages DüzenlenmiĢ * Evlilik: AĢk Evliliklerine Bir Alternatif Based on Hindu scriptures, the system of arranged marriage in India was well established during the Vedic period ( B.C.) and has been closely adhered to by the vast majority of the population since that period. Marriage is seen as (=olarak) an indispensable event in the life of a Hindu and the unmarried person is viewed as (=olarak) incomplete and ineligible for participation in certain social and religious activities. (Rao & Rao, 1977) Hindu kutsal yazıtlarına dayanan düzenlenmiģ evlilik sistemi Vedic dönemi'nde (M.Ö ) iyice yerleģti ve o dönemden beri nüfusun büyük çoğunluğunca benimsenmekte. Evlilik bir Hintlinin yaģamında çok gerekli bir olay olarak görülür ve evlenmemiģ kiģi bazı toplumsal ve dini aktivitelere katılmak için yetersiz kabul edilir. (Rao ve Rao, 1977) The practice of arranged marriage cuts across all caste lines, regional boundaries and language barriers in India. Marriage is treated as (=olarak) an alliance between the two families rather than two individuals. In the common joint family agreement where several families are living together, the prospective bride is evaluated on her suitability as (=olarak) part (evaluated) on the entire family environment rather than only as (=olarak) a wife to her husband. Love is not viewed as (=olarak) an important element in mate selection nor is courtship thought to be necessary for testing the relationship. In fact, romantic love is regarded as (=olarak) an uncontrollable and explosive emotion which/that interferes with the use of reason and logic in decision making. Love is thought to be a disruptive element since (=because) it implies a transference of loyalty from the family of orientation to another individual. Thus, mate selection by self-choice is seen as (=olarak) endangering the stability of the entire joint family since (=because) it could lead to the selection of a mate of unsuitable temperament or background. Gupta (1976) has estimated that (:) Indian marriages (which are) based on love occur among less than one percent of the population. Critical life decisions, such as choosing a mate, are generally determined by responsible members of the family or kin group, thus reflecting the cultural emphasis of familism as (=olarak) opposed to freedom of the individual and pursuance of personal goals. However, it is anticipated that (:) close ties and feelings of affection will develop between the couple following marriage (Gupta, 1976; Rao & Rao, 1977; Ross, 1961). DüzenlenmiĢ evlilik uygulaması Hindistan'da tüm kast sınırlarını, bölgesel sınırları ve dil engellerini aģmaktadır. Evlilik iki birey arasındaki bir anlaģma olarak değil, iki aile arasındaki anlaģma olarak görülmektedir. Birkaç ailenin birlikte yaģamak olduğu yaygın birleģik aile anlaģmasında, müstakbel gelin, kısmen, sadece kocasına uygun bir eģ olması açısından değil, tüm aile ortamına uygunluğu açısından değerlendirilmektedir. EĢ seçiminde aģk önemli bir unsur olarak görülmediği gibi, iliģkinin sınanması için flört etmek de önemli kabul edilmez. Aslında, romantik aģkın, karar vermede akıl ve mantığın kullanımını engelleyen denetlenemez bir bozucu unsur olduğu düģünülür. Böylece, kendi kararıyla eģ seçmek tüm birleģik ailenin dengesini tehlikeye atıcı olarak görülür, zira uygunsuz huylara ya da geçmiģe sahip bir eģin seçilmesine yol açabilir. Gupta (1976) aģka dayalı Hint evliliklerinin nüfusun yüzde birinde azında gerçekleģtiğini ortaya koymuģtur. YaĢamda, bir eģ seçmek gibi önemli kararlar genelde aile ya da akraba * Görücü usulü olarak çevirmek daha doğru olacaktır. 142

161 grubunun sorumlu üyelerince saptanmakta ve bu da aile kurumunun ferdi özgürlük ve kiģisel hedeflerin izlenmesi karģısında vurgulanmasını sergilemektedir. Ancak, evliliğin ardından, evli çift arasında yakın bağların ve sevgi duygularının geliģeceği beklenmektedir (Gupta, 1976; Rao ve Rao, 1977; Ross, 1961). In urban areas of India, newspaper ads have become a convenient and acceptable method of finding a suitable spouse. In 1960 Cormack noted that (:) the practice of using matrimonial advertisements was growing in most Indian cities. Eleven years later, Kurian (1977) observed that (:) it had become an established "go between" for arranging marriages. These advertisements typically list the characteristics of the young men and women that/who are considered desirable. Studies by Kurian (1974) and Ross (1961) show strong sex differences in preferred qualities for males and females. In the Indian culture, a male is highly valued for the social and economic status of his family, his educational level and potential earning power. Personal qualities such as appearance and personality are not considered very important. In women the following qualities are emphasized: moral character, beauty, ability to cook well and manage a home, and education. Hindistan'ın kentsel bölgelerinde gazete ilanları uygun bir eģ bulmanın uygun ve kabul edilebilir bir yöntemi haline gelmiģtir. 1960'da Cormack evlilik için ilanların kullanılması uygulamasının çoğu Hindistan Ģehrinde artmakta olduğunu belirtti. On bir yıl sonra Kurian (1977) bu ilanların evlilik ayarlamak için yerleģik bir "çöpçatan" haline gelmiģ olduğunu gözlemledi. Bu ilanlar tipik olarak genç erkek ve kadının arzu edilir olarak düģünülen niteliklerini sırlamaktadır. Kurian (1974) ve Ross (1961) tarafından yapılan çalıģmalar erkekler ve kadınlarda tercih edilen niteliklerde güçlü farklılıklar olduğunu göstermektedir. Hint kültüründe bir erkek ailesinin sosyal ve ekonomik konumu, kendi eğitim düzeyi ve potansiyel para kazanma gücüne göre değerli olmaktadır. DıĢ görünüģ ya da kiģilik gibi kiģisel nitelikler çok önemli sayılmamaktadır. Kadında, Ģu nitelikler vurgulanmaktadır: ahlaki kiģilik, güzellik, iyi yemek piģirme ve evi çekip çevirme becerisi, ve eğitim. Most research on modern family life in India suggests that (:) there has been little change in the views of Indians toward marriage. However in their 1976 study of college students, Rao and Rao found that (:) an increasing number of young adults in India wish to have more choice in the selection of their future mate, although they still prefer their parents to arrange their marriages. Cormack (1961) also states that (:) the custom of prohibiting a prospective couple from seeing each other until their wedding is becoming obsolete in most urban areas and among collegeeducated youth. Modern Hint aile yaģamına iliģkin pek çok araģtırma Hintlilerin evlilik konusundaki görüģlerinde çok az değiģiklik olduğunu göstermektedir. Ancak, üniversite öğrencileri üzerinde 1976'da yaptıkları çalıģmada Rao ve Rao Hindistan'da gitgide artan sayıda genç yetiģkinin, her ne kadar evliliklerini hâlâ ana babalarının düzenlemesini tercih etseler de, gelecekteki eģlerinin seçiminde daha fazla seçenekleri olmasını istediklerini ortaya koymuģtur. Cormack (1961) ayrıca düğüne kadar müstakbel eģlerin birbirlerini görmelerini yasaklama geleneğinin çoğu kentsel alanda ve üniversite eğitimli gençler arasında yok olmakta olduğunu belirtmiģtir. BÖYLESİ DE VAR! "Loving" yerine "living" olmalı. 143

162 34. Nuclear Energy Nükleer Enerji Of all/among the changes (which have been) introduced by man into the household of nature, large-scale nuclear fission is undoubtedly the most dangerous and profound (change). As a result, ionising radiation has become the most serious agent of pollution of the environment and (it has become) the greatest threat to man's survival on earth. The attention of the layman, not surprisingly, has been captured by the atom bomb, although there is at least a chance that (:) it (=the atom bomb) may never be used again. The danger to humanity (which is) created by the so-called peaceful uses of atomic energy may be much greater. There could indeed be no clearer example of the prevailing dictatorship of economics. Whether to build conventional power stations, (which are) based on coal or oil, or nuclear stations, is being decided (yüklem) on economic grounds, with perhaps a small element of regard for the "social consequences" that/which might arise from the overspeedy curtailment of the coal industry. But that (Noun Clause) nuclear fission represents an incredible, incomparable, and unique hazard for human life does not enter any calculation and is never mentioned ("enter" ve "mention" yüklem). People whose business it is to judge hazards, the insurance companies, are reluctant to insure nuclear power stations anywhere in the world for third party risk, with the result that (:) special legislation has had to be passed whereby/in which the State accepts big liabilities. Yet/But, (whether they are) insured or not, the hazard remains, and such is the thraldom of the religion of economics that the only question that/which appears to interest either governments or the public is whether "it pays". Ġnsanoğlu tarafından doğaya getirilen değiģiklikler içinde, geniģ ölçekli nükleer füzyon kuģkusuz en tehlikeli ve kalıcı olandır. Bunun sonucu olarak, iyonize olan radyasyon çevre kirliliğinin en ciddi unsuru ve insanın dünya üzerindeki varlığına karģı en büyük tehdit haline geldi. Sokaktaki insanın dikkati doğal olarak, bir daha hiç kullanılmama olasılığı bulunmasına rağmen, atom bombasına yönelmiģ durumda. Oysa atom enerjisinin sözüm ona barıģçıl kullanımlarının insanlık için yarattığı tehlike çok daha büyük olabilir. Aslında ekonominin hüküm süren diktatörlüğünün daha belirgin bir örneği olamaz. Kömür ya da petrole dayalı geleneksel enerji santrallerinin kurulacağı yoksa nükleer santraller mi kurulacağı kararı, ekonomik nedenlere göre verilmekte ve, bu arada da, belki de, kömür endüstrisinin gereğinden fazla hızlı sömürülmesinden kaynaklanabilecek 'toplumsal sonuçlar' bir parça bile göz önünde bulundurulmamaktadır. Ancak, nükleer füzyonun insan yaģamı için inanılmaz, kıyaslanamaz ve eģi benzeri bulunmaz bir tehlikeyi temsil ettiği hiçbir hesaplamaya katılmamakta ve buna asla değinilmemekte. ĠĢleri tehlikeleri ölçmek olan insanlar, sigorta Ģirketleri, dünyanın herhangi bir yöresindeki nükleer enerji santrallerini üçüncü türden riskler nedeni ile sigortalama konusunda isteksiz oldukları için sonuçta Devlet'in büyük sorumluluklar üstlendiği özel yasaların çıkarılması gerekmiģtir. Yine de, sigortalanmıģ olsun ya da olmasın, tehlike devam etmektedir ve ekonomi dininin hükümranlığı öylesine güçlüdür ki hükümetleri ya da halkı ilgilendiren tek sorunun "kârlı mı?" olduğu görülmektedir. The most massive wastes are, of course, the nuclear reactors themselves after they have become unserviceable. There is a lot of discussion on the trivial economic question of whether they will last for twenty, twenty-five, or thirty years. No-one discusses the humanly vital point that (:) they cannot be dismantled and cannot be shifted but have to be left standing where they are, probably for centuries, perhaps for thousands of years, (as) an active menace to 144

163 life, silently leaking radioactivity into air, water, and soil. No-one has considered the number and location of these satanic mills which will relentlessly accumulate. Earthquakes, of course, are not supposed to happen, nor wars, nor civil disturbances, nor riots like those that/which infested American cities. Disused nuclear power stations will stand as (=olarak) unsightly monuments (in order) to unquiet man's assumption that (:) nothing but tranquillity, from now on, stretches before/in front of him, or else - (man's assumption) that (:) the future counts as (=olarak) nothing (when it is) compared with the slightest economic gain now. En kütlesel artıklar, kuģkusuz, hizmet dıģı kaldıktan sonra nükleer reaktörlerin kendileri. Bu reaktörlerin yirmi yıl mı, yirmi beģ yıl mı yoksa otuz yıl mı kullanılabilecekleri Ģeklindeki önemsiz ekonomik soru konusunda pek çok tartıģma bulunmakta. Hiç kimse, insan açısından hayati önem taģıyan sorunu, bu reaktörlerin sökülemeyeceği ya da taģınamayacağı, oldukları yerde yüzyıllarca, belki de binlerce yıl yaģam için aktif bir tehlike olarak, havaya, suya ve toprağa sessizce radyoaktivite sızdırarak kalmalarının gerekliliği konusunu tartıģmamakta. Acımasızca çalıģacak bu Ģeytani santrallerin sayısını ve yerini hiç kimse dikkate almamakta. Depremlerin, savaģların, yerel huzursuzlukların ya da Amerikan Ģehirlerini saranlara benzer ayaklanmaların olması kuģkusuz beklenmemekte. Kullanılmayan nükleer enerji santralleri çirkin anıtlar olarak kalmayı sürdürecekler; insanoğlunun artık önünde huzurdan baģka hiçbir Ģeyin bulunmadığı ya da Ģu anki en ufak ekonomik kazanç ile kıyaslandığında, geleceğin hiçbir anlam taģımadığı Ģeklindeki beklentisini bozmak için. BÖYLESİ DE VAR! "Bath" yerine "Both" olmalı. 145

164 35. Lie Detector Yalan Makinası On February morning in 1966 Cleve Backster made a discovery that/which changed his life and could have farreaching effects on ours/our lives. Backster was at that time an interrogation specialist who left the CIA (in order) to operate a New York school for training policemen in the techniques of using the polygraph, or "lie detector". This instrument normally measures the electrical resistance of the human skin, but on that morning he extended its possibilities. Immediately after watering an office plant, he wondered if it would be possible to measure the rate at which water rose in the plant from the root to the leaf by (=yoluyla) recording the increase in leaf-moisture content on a polygraph tape. Backster placed the two pscyhogalvanic-reflex (PGR) electrodes on either side of a leaf of Dracaena massangeana, a potted rubber plant, and balanced the leaf into the circuitry before watering the plant again. There was no marked reaction to this stimulus, so Backster decided to try what/the thing which he calls "the threat-to-well-being principle, a well-established method of triggering emotionality in humans." In other words he decided to torture the plant yılında bir ġubat sabahı Cleve Backster kendi yaģamını değiģtiren ve bizim yaģamlarımız üzerinde de büyük etkiler yapabilecek bir keģifte bulundu. O zamanlar Backster polisleri poligraf, ya da diğer adıyla yalan makinesi, konusunda eğitmeyi amaçlayan bir New York okulunu iģletmek için CIA'den ayrılmıģ bir sorgulama uzmanıydı. Bu gereç normalde insan derisinin elektriksel direncini ölçer. Fakat o sabah Backster gerecin kullanım alanını geniģletti. Bürodaki bir bitkiyi suladıktan hemen sonra, poligraf bant üzerinde yaprak nemindeki artıģı kaydederek suyun bitkide kökten yaprağa ulaģma hızını ölçmenin mümkün olup olmadığını merak etti. Backster iki adet psikogalvaniz refleks (PGR) elektrodunu bir Dracana Massaneana'nın, saksıda kauçuk bitkisinin, bir yaprağının iki kenarına tutturdu ve bitkiyi yeniden sulamadan önce yaprağı devreye bağladı. Bu etkiye hiçbir belirgin reaksiyon olmayınca, Backster "insanlarda duyguları tetiklemek için çok iyi tetiklenmiģ bir yöntem, esenliği tehdit yöntemi" olarak adlandırdığı Ģeyi yapmaya denemeye verdi. Bir baģka deyiģle, bitkiye iģkence etmeye karar verdi. First he dipped one of its leaves into a cup of hot coffee, but there was no reaction, so he decided to get a match and burn the leaf properly. "At the instant of this decision, at 13 minutes and 55 seconds of chart time, there was a dramatic change in the PGR tracing pattern in the form of an abrupt and prolonged upward sweep of the recording pen. I had not moved, or touched the plant, so the timing of the PGR pen activity suggested to me that (:) the tracing might have been triggered by the mere thought of the harm (which) I intended to inflict on the plant." Önce yapraklardan birini sıcak kahveye soktu, ancak reaksiyon olmayınca bir kibrit alıp yaprağı toptan yakmayı düģündü. "Bu düģüncenin gerçekleģtiği anda, çizelge süresinin 13 dakika 59. saniyesinde, PGR izleme yapısında, kayıt kaleminin ani ve uzun bir sıçraması Ģeklinde büyük bir değiģiklik oldu. Bitkiyi hareket ettirmiģ ya da ona dokunmuģ değildim. Bu yüzden PGR kaleminin aktivitesinin zamanlaması bana bu izin benim bitkiye vermeyi düģündüğüm zarar tarafından oluģturulmuģ olabileceğini düģündürdü. 146

165 Backster went on to explore the possibility of such perception in the plant by (= yoluyla) bringing some live brine shrimp into his office and (by) dropping them one by one into boiling water. Every time he killed a shrimp, the polygraph recording needle (which was) attached to the plant jumped violently. (In order) To eliminate the possibility of his own emotions producing this reaction, he completely automated the whole experiment so that an electronic randomizer chose odd moments to dump the shrimp into hot water when no human was in the laboratory at all. The plant continued to respond in sympathy to the death of every shrimp and failed to register any change when the machine dropped already dead shrimp into the water. Bu tür bir algılama olasılığını incelemek için, Backster bürosuna canlı karidesler getirdi ve birer birer kaynar suya atmaya baģladı. Her bir karidesi öldürüģünde, bitkiye bağlı olan kayıt iğnesi Ģiddetle sıçramaktaydı. Bu reaksiyonu kendi duygularının yaratması olasılığını ortadan kaldırmak için, laboratuarda hiç kimse olmadan elektronik bir zaman sayacının karidesleri sıcak suya atılmasını rastgele zamanlarda seçeceği Ģekilde, tüm deneyi tamamen otomatikleģtirdi. Bitki her bir karidesin ölümüne anlayıģla tepki vermeyi sürdürürken, makine suya önceden ölmüģ olan karidesleri attığında bitki hiçbir değiģiklik göstermedi. BÖYLESİ DE VAR! Helpless = çaresiz 147

166 36. Barter Takas The existence of pure barter does not necessarily indicate a very primitive form of civilization. Often the system survives long after the community has progressed considerably in other respects. This may be due to conservatism, since/because primitive peoples are reluctant to change their trading methods, even though they (should) be sufficiently intelligent and advanced to adopt more convenient methods. In some cases there is prejudice against the adaptation of a monetary economy, though such prejudice is usually directed against the use of coins rather than primitive money. In many cases barter continues to be the principal method of trading long after the adoption of some form of money, for the simple reason that (:) there is not enough money to go round. And a decline in the supply of money often causes a relapse into barter. Distrust in money has been responsible for reversion to the barter system; such distrust may have been caused by debasement or inflation. Saf takasın varlığı her zaman da çok ilkel bir uygarlık türünü göstermez. Çoğu zaman, toplum diğer açılardan önemli ölçüde ilerledikten sonra da bu sistem var olmayı sürdürür. Bu tutuculuktan ötürü olabilir, zira daha uygun yöntemleri benimsemeye yetecek kadar zeki ve ilerlemiģ olsalar da ilkel halklar ticaret yöntemlerini değiģtirme konusunda isteksizdirler. Bazı durumlarda, paraya dayanan bir ekonomiye geçiģe karģı önyargı bulunmaktadır; her ne kadar, bu tür bir önyargı genelde ilkel paradan ziyade metal paranın kullanımına karģı yönelik ise de. Çoğu durumda, takas herhangi bir para formunun benimsenmesinden çok sonra da temel ticaret yöntemi olmayı, sırf piyasada yeterince para olmadığı için, sürdürmektedir. Ve para arzında bir düģüģ çoğu kez takas yöntemine geri dönüģe neden olmaktadır. Paraya olan güven eksikliği takas sistemine dönüģten sorumludur; bu tür bir güven eksikliği kayıp ya da enflasyondan kaynaklanabilir. In the light of the stock phrases (which are) used by many economists about the inconvenience of barter, it may appeal puzzling to the student that (:) any community which was sufficiently advanced to realize the possibilities of a monetary system should continue to practise such an inconvenient method. The explanation is that (:) in a primitive community barter is not nearly as inconvenient as it appears through modern eyes. Economists are inclined to exaggerate its inconvenience because they look at it from the point of view of modern man. The instances - real or imaginary - (which) they quote are calculated to make the readers wonder how any community could possibly have existed under barter except in extremely primitive conditions. Some of them (=economists) seek to demonstrate the absurdity of barter by (=yoluyla) describing the difficulties that/which would arise if our modern communities were to attempt to practise it. It is, of course, easy for a lecturer to earn the laughter of his audience by (=yoluyla) telling them about the pathetic efforts of some gardener who has to find a barber in need of radishes before he can have his hair cut (ettirgen). What the lecturer and his audience do not realize is (yüklem) that (:) in a primitive community the grower of radishes usually cuts his own hair, or (he) has it cut (ettirgen) by a member of his family or household; and (What... do nor realize is) that (:) even in primitive communities with barbers as (=olarak) an independent profession, the barber and the gardener have a fair idea about each other's requirements, and have no difficulty in suiting each other. If the barber does not happen to require to-day any of the products (which) the gardener is in a position to offer, he simply performs his service in turn for the future delivery of products (which) he is expected to need sooner or later. 148

167 Pek çok ekonomistin takas sisteminin uygunsuzluğu konusunda kullandıkları basmakalıp lafların ıģığı altında, bir para sisteminin olasılıklarını fark edecek kadar geliģmiģ herhangi bir toplumun böylesine uygunsuz bir yöntemi kullanıyor olması öğrencilere kafa karıģtırıcı gelebilir. Bunun açıklaması, ilkel bir toplumda takasın hiç de modern insana göründüğü kadar uygunsuz olmamasıdır. Ekonomistler bu yöntemin uygunsuzluğunu abartma eğilimindeler, zira ona modern insanın bakıģ açısından bakmaktalar. Dile getirdikleri - gerçek ya da hayali - örnekler okuyucularının çok ilkel koģullar dıģında herhangi bir toplumun nasıl olup da takas yönteminde var olabileceğini merak etmesini sağlayacak Ģekilde hesaplanmıģtır. Bunlardan bazıları takasın saçmalığını, modern toplumlar onu uygulamaya kalkıģacak olurlarsa oluģabilecek zorlukları tarif ederek sergilemeye çalıģırlar. Elbette, ders veren bir kiģinin, saçını kestirmek isteyen bir bahçıvanın turpa gereksinimi olan bir berber bulmak için harcadığı dokunaklı çabaları anlatarak öğrencileri kahkahaya boğması kolay. Öğretim üyesinin ve öğrencilerin göz önüne almadıkları nokta, ilkel bir toplumda turp yetiģtiricisinin kendi saçını kendisinin kestiği ya da bir aile üyesine kestirdiği ve bağımsız bir meslek olarak berber ile bahçıvanın birbirlerinin gereksinimleri hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları için birbirlerinin gereksinimlerini karģılamakta hiçbir zorlukla karģılaģmadıklarıdır. Eğer berberin bahçıvanın sunma durumunda olduğu ürünlerden hiçbirisine bugün için gereksinimi yoksa, hizmetini eninde sonunda gereksinim duyacağı ürünlerin gelecekte sunulması karģılığında yapacaktır. Even the genuine instances (which are) quoted by economists to illustrate the absurdity of barter are apt to be misleading in their implication. There is, for instance, the well-known experience of Mlle. Zelie, singer at the Theatre Lyrique in Paris, who, in the course of a tour round the world, gave a concert on one of the Society Islands, and received the fee of three pigs, five thousand coconuts and considerable quantities of bananas, lemons and oranges, representing (=which represented) one-third of the box office takings. Ekonomistlerce takasın saçmalığını sergilemek amacı ile dile getirilen gerçek örnekler bile değinmeleri açısından yanıltıcı olma niteliğindedir. Örneğin, Paris'teki Théatre Lyrique'de Ģarkıcı olup bir dünya turu esnasında Society Adaları'ndan birinde konser veren ve ücret olarak giģe gelirinin üçte biri olan üç domuz, beģ bin hindistancevizi ve önemli miktarda muz, limon ve portakal alan Matmazel Zelie'nin yaģadığı deneyim. In a letter (which was) published by Wolowski and quoted to boredom by economists ever since (then), she says that (:), although this amount of livestock and vegetables would have been worth for about four thousand francs in Paris, in the Society Islands it was very little use to her. Another much-quoted experience is that (=the instance) of Cameron in Tanganyika, when, in order to buy an urgently needed boat, he first had to swap brass against cloth, then cloth against ivory and finally ivory against the boat. What the economists quoting these and other similar instances do not appear to realize is (yüklem) that (:) the difficulties (which are) complained of are not inherent in the system of barter. They are largely anomalies arising (=which arise) from sudden contact between two different civilizations. A native singer in the Society Islands would not have been embarrassed at receiving payment in kind (=this kind of payment), since/because she would have known ways in which to dispose of her takings, or store them for future use. Nor would (devrik yapı) a native of Tanganyika have found the system of barter prevailing (=which prevailed) there at the time of Cameron's visit nearly so difficult as Cameron did (=found). (Because of) Knowing local conditions, he would have been prepared for the difficulties, and, before embarking on a major capital transaction such as the purchase of a boat, he would have made arrangements accordingly. In any case, 149

168 the fact that (:) the goods (which was) required could not be obtained by a single transaction would not have worried (yüklem) him unduly. The majority of primitive peoples enjoy bartering and bargaining, and the time (which is) lost in putting through three transactions instead of one (transaction) would not matter to them nearly as much as (it would matter) to modern man living (=who lives) at high speed, especially to an explorer in a hurry to proceed on his journey. And while Cameron must have suffered a loss in each of the three transactions, a local man with adequate time at his disposal and with a thorough knowledge of his market would have chosen the right moment for effecting the necessary exchanges on terms (which are) reasonably advantageous to him. Wolowski tarafından yayınlanan ve o günden beri de ekonomistlerce artık bıkkınlık verecek kadar çok sık değinilen bir mektupta, Bayan Zelie bu miktarda canlı hayvan ve meyvenin Paris'te olsa dört bin frank edeceğini ama Society Adaları'nda kendisinin hemen hiç iģine yaramadığını anlatmakta. Sık anlatılan bir diğer olay da, acil olarak gereken bir tekneyi satın almak için elindeki pirinç metalini kumaģla, sonra kumaģı fildiģi ile ve sonunda da fildiģini tekne ile değiģ tokuģ eden Tanganyikalı Cameron'un baģından geçenlerdir. Bu ve benzeri örnekleri sıralayan ekonomistlerin fark etmez göründükleri nokta, Ģikayet konusu olan zorlukların takas sistemi için kalıcı nitelik taģımamalarıdır. Genelde bunlar iki farklı kültürün ani temasından kaynaklanan anormalliklerdir. Society Adaları'ndan yerli bir Ģarkıcı söz konusu türden bir ödemeyi alınca hiç de utanmazdı, zira eline geçenleri uygun bir Ģekilde elden çıkarmanın ya da gelecekte kullanmak üzere depolamanın yolunu bilirdi. Tanganyikalı bir yerli de Cameron'un ziyareti esnasında orada yürürlükte olan takas sistemini Cameron'un bulduğu kadar zor bulmazdı. Yerel koģulları bildiği için zorluklar için hazırlıklı olurdu ve tekne satın almak gibi büyük bir alıģveriģe giriģmeden önce hazırlıklarını ona göre yapmıģ olurdu. Zaten, istenilen malın tek bir takas ile alınamayacağı gerçeği onu fazlaca endiģelendirmezdi. Ġlkel halkların çoğunluğu takastan ve pazarlıktan hoģlanmaktadır ve bu tek takas yerine o üç takasta harcanan süre onu çok hızlı yaģayan modern insan, özellikle de seyahatini sürdürme acelesinde olan bir gezgin için olduğu kadar endiģelendirmezdi. Ve Cameron'un bu üç takastan her birinde bir kaybı olduğu kesin ise de, yeterince zamanı ve pazar hakkında gerekli bilgisi olan bir yerli, kendisi açısından makul ölçüde avantajlı koģullarda gerekli takası etkileyecek uygun zamanı geçerdi. 150

169 37. Art Sanat There is no denying that (:) in the last hundred years the condition of civilised man has changed more radically than at any previous time. Inventions and discoveries, from the steam engine to internal combustion engine, from electricity to atomic power, have led to the mechanisation of industry, which in turn has basically affected the social, economic and political structure of our society. A society of the masses has come into existence and (it) is being buttressed by such mass means as the press, the cinema, radio and - latterly - television. Son yüzyıl içinde uygar insanın koģullarının daha önce olduğundan daha kökten biçimde değiģtiği inkar edilemez. Buhar makinesinden içten yanmalı makineye, elektrikten atom enerjisine kadar her türlü icat ve keģif endüstrinin mekanizasyonuna yol açtı ve buda toplumumuzun sosyal, ekonomik ve politik yapısını temelden etkiledi. Bir 'yığınlar' toplumu ortaya çıktı ve bu toplum basın, sinema, radyo ve en son olarak da televizyon gibi yayın organları tarafından desteklenmekte. It is hardly surprising that (:) these rapidly changing circumstances should have had their effect on the arts, too. Art has always been a highly sensitive instrument for registering any changes in the social order or in the ideas, beliefs and activities of man. One (=Kişi/Ġnsan) might ask whether it is possible for the creative faculty to exist at all in a mass-society, (one might ask) whether our mechanised world is the proper place for the production and enjoyment of a work of art. If it is true that (:) calm contemplation is vital to the artist, does it not also follow that (:) his whole being will protest most violently against an epoch in which machine sets the pace, (=) a pace which, in its ruthless precision, is the very opposite of that rhythm of life out of which art has hitherto grown? Hızla değiģen bu koģulların sanat üzerinde de etki göstermesi hiç de ĢaĢırtıcı değil. Sanat, toplumsal düzende ya da insanın fikirleri, inançları ya da aktivitelerindeki her türden değiģikliği kaydetmede her zaman çok duyarlı bir araç olmuģtur. Ġnsan bir yığın toplumunda yaratıcı zihnin var olmasının mümkün olup olmadığını, mekanikleģmiģ dünyamızın bir sanat eserinin üretilmesi ve beğenilmesi için uygun yer olup olmadığını sorabilir. Eğer salim kafayla düģünmenin sanatçı için hayati önem taģıdığı doğru ise, sanatçının tüm benliğinin, sanatın doğduğu o yaģam ritminin tam zıddı olan o acımasız kesinliğe sahip ritmi makinenin düzenlediği bu çağa en Ģiddetli bir biçimde karģı çıkması gerekmez mi? 151

170 B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Inventions and discoveries, from the steam engine to internal combustion engine, from electricity to atomic power, have led to the mechanisation of industry, which in turn has basically affected the social, economic and political structure of our society. One might ask (1) whether it is possible for the creative faculty to exist at all in a mass-society, (2) whether our mechanised world is the proper place for the production and enjoyment of a work of art. If it is true that calm contemplation is vital to the artist, //does it not also follow that his whole being will protest most violently against an epoch in which machine sets the pace, (:) a pace which, [in its ruthless precision,] is the very opposite of that rhythm of life out of which art has hitherto grown? BÖYLESİ DE VAR! "Dame" yerine "dime" olmalı. 152

171 38. New Policy Debate Yeni Siyasa TartıĢması For nearly two decades technical and financial assistance to third World population and family planning programs has been an important component of foreign aid programs. Support for these activities by the United States and other industrialized donors has been justified (yüklem) in part by the long-standing belief that (:) rapid population growth in the developing world dilutes and in some cases impedes economic development. YaklaĢık yirmi yıldır Üçüncü Dünya nüfusuna yapılan teknik ve finansal destek dıģ yardım programlarının önemli bir unsuru olmuģtur. Bu aktiviteler için BirleĢmiĢ Milletler ve diğer endüstrileģmiģ ülkelerce sağlanan destek, kısmen, geliģmekte olan ülkelerdeki hızlı nüfus artıģının ekonomik geliģmeyi sulandırdığı ve bazı durumlarda da baltaladığı Ģeklindeki uzun süredir gündemde olan inanç tarafından haklı gösterilmektedir. But in the last several years this contention has been sharply challenged by a small group of Western economists who argue that (:) population growth is often the driving force behind economic expansion and technological change. (By/While) Citing historical precedents in Western countries and post-war economic successes in Japan, Taiwan, and South Korea and elsewhere, they (=economists) make three general points: first, (the assumption) that population growth is the natural result of improvements in the human condition, especially improved health; second, (the assumption) that an expanding labor force, an expanding market, and other consequences of population spur economic growth; and third, (the assumption) that economic progress, in and of itself, will lead to population stabilization through (=yoluyla) changes in desired family size. Direct interventions to reduce birth-rates are unnecessary or even counterproductive. Fakat son birkaç yıldır ve görüģ nüfus artıģının çoğu zaman ekonomik geliģme ve teknolojik değiģimin arkasındaki itici güç olduğunu iddia eden küçük bir grup Batılı ekonomist tarafından eleģtirilmektedir. Batılı ülkelerdeki tarihsel örnekleri ve Japonya, Tayvan, Güney Kore ve diğer yerlerdeki savaģ sonrası ekonomik geliģmeleri örnek gösteren bu ekonomistler üç genel nokta belirtmektedir: birincisi, nüfus artıģının insani koģullarda, özellikle de geliģen sağlık koģullarında düzelmelerin sonucu olduğu; ikincisi, geniģleyen bir iģgücü, geniģleyen bir pazar ve nüfusun diğer sonuçları ekonomik geliģmeyi kamçıladığı; ve üçüncüsü, ekonomik geliģmenin kendisinin, istenen aile boyutundaki değiģiklikler yoluyla, nüfus dengelenmesine yol açacağı. Doğum oranını azaltmak için doğrudan müdahaleler gereksiz hatta ters etki yaratacak türdendir. In the United States this "anti-malthusian" view, as (=gibi) it is called by its proponents, has recently gained (yüklem) support in some government circles and among political pressure groups (most prominently anti-abortion groups) who oppose assistance to population programs on other grounds/reasons. Their attack on US. population assistance peaked in the summer of 1984, during preparations for US. participation in the UN. International Population Conference. It precipitated the first major public debate in the 20-year history of US. foreign aid for family planning. Although public and media attention declined after the Conference, the policy debate has continued. BirleĢik Devletler'de, savunanlarınca "anti-malthus" olarak adlandırılan bu görüģ yakın zamanlarda bazı hükümet çevrelerinde ve nüfus programlarına yapılan desteğe diğer nedenlerle karģı olan diğer siyasal baskı 153

172 grupları (en baģka da kürtaj karģıtı gruplar) arasında destek kazandı. ABD nüfus destek programlarına olan saldırıları 1984 yılında, ABD'nin BirleĢmiĢ Milletler Uluslararası Nüfus Konferansı'na katılım hazırlıkları esnasında doruğa ulaģtı. ABD'nin aile planlaması için dıģ yardımının 20 yıllık tarihinde ilk büyük toplumsal tartıģmayı baģlattı. Halkın ve basının ilgisi Konferans sonrasında azaldı ise de siyasa tartıģması devam etti. At the heart of the debate is a singularly important but highly complex question. In today's less developed countries, where 90 per cent of world population growth is occurring, does the need to adapt to population pressures contribute to greater economic innovation, increased investment, and more efficient exploitation of natural and human resources? Or do population pressures more often (1) overload fragile economic and political institutions, (2) impede capital formation just when more (capital) is needed, (3) add to a pool of unproductive or unemployed labor, and (4) contribute to the over-exploitation of scarce natural resources? Do demographic trends (up or down) influence economic performance in (1) positive ways, in (2) negative ways or (3) not at all? TartıĢmanın temelinde kendi baģına önemli ama oldukça karmaģık bir soru yer almakta. Bugünün, dünya nüfusunun yüzde doksanının yer aldığı az geliģmiģ ülkelerde nüfus baskılarına uyum sağlama gereksinimi daha büyük ekonomik yeniliğe, yatırım artıģına ve doğal kaynaklarla insan kaynaklarının daha etkili kullanımına katkıda bulunur mu? Yoksa, nüfus baskıları nazik ekonomik ve siyasal kurumları aģırı yükler, tam da daha fazlası gerekirken kapital oluģumunu engeller, üretkenlikten uzak ve iģsiz iģgücü sayısına yenilerini ekler ve kıt doğal kaynakların aģırı kullanımına katkıda mı bulunur? AĢağı ya da yukarı geliģen nüfus eğilimleri ekonomik performansı olumlu yönde mi olumsuz yönde mi etkiler, yoksa hiç etkilemez mi? B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Support for these activities by the United States and other industrialized donors has been justified in part by the long-standing belief that rapid population growth in the developing world dilutes and in some cases impedes economic development. Citing historical precedents in Western countries and post-war economic successes in Japan, Taiwan, and South Korea and elsewhere,// they make three general points: first, (that) population growth is the natural result of improvements in the human condition, especially improved health; second, (that) an expanding labor force, an expanding market, and other consequences of population spur economic growth; and third, (that) economic progress, in and of itself, will lead to population stabilization through changes in desired family size. In today's less developed countries, [where 90 per cent of world population growth is occurring,] does the need to adapt to population pressures contribute to greater economic innovation, increased investment, and more efficient exploitation of natural and human resources? Or do population pressures more often overload fragile economic and political institutions, impede capital formation just when more [capital] is needed, add to a pool of unproductive or unemployed labor, and contribute to the over-exploitation of scarce natural resources? BÖYLESİ DE VAR! Bir söylentiye göre, Sean Connnery'ye yeni bir James Bond filmi teklifi gittiğinde "Never!" yanıtı vermiģti. Parasız kalınca teklifi kabul etmek zorunda ve filmin adı Never Say Never olarak değiģtirildi! 154

173 39. Investment Yatırım Of/Among the various purposes which money serves, some essentially depend upon the assumption that (:) its real value is really constant over a period of time. The chief of these (purposes) are those connected, in a wide sense, with contracts for the investment of money. Paranın hizmet ettiği çeģitli amaçlar arasında, bazıları temelde, paranın gerçek değerinin bir zaman dilimi süresince değiģmez olduğu varsayımına dayanmaktadır. Bu amaçlardan baģlıcaları, geniģ anlamda, para yatırımı anlaģmaları ile bağlantılıdır. Such contracts - namely those which provide for the payment of fixed sums of money over a long period of time - are the characteristics of what/the thing which it is convenient to call the Investment System, as (=olarak) distinct from the property system generally. Bu türden anlaģmalar, yani uzun bir zaman diliminde paranın değiģmez miktarlarının ödenmesini sağlayan anlaģmalar, mülk sisteminin genelinden farklı olarak Yatırım Sistemi Ģeklinde adlandırmamızın uygun düģeceği sistemin özellikleridir. Under this phase of capitalism, as (=gibi) (it was) developed during the nineteenth century, many arrangements were devised for separating the management of property from its ownership. These managements were of three leading types: (1) those in which the proprietor, while parting (=he parted) with the management of his property, retained his ownership of it (=property) - i.e. (ownership) of the actual land, buildings, and machinery, or (ownership) of whatever else it consisted in, this mode of tenure being (=is) typified by a holding of ordinary shares in joint-stock company; (2) those in which he parted with the property temporarily, (by/yoluyla) receiving a fixed sum of money annually in the meantime, but (he) regained his property eventually, as (=gibi) (it was) typified by a lease; and (3) those in which he parted with his real property permanently, in return either for a perpetual annuity fixed in terms of money, or (in return) for a terminable annuity and the repayment of the principal money at the end of the term, as (=gibi) (it was) typified by mortgages, bonds, debentures, and preference shares. This third type represents the full development of Investment. On dokuzuncu yüzyılda geliģtiği Ģekliyle, kapitalizmin bu aģamasında mülk idaresi ile iyeliği birbirinden ayırmak için pek çok düzenlemeler oluģturuldu. Bu düzenlemeler üç temel türdendi: (1) mülk sahibinin bir yandan mülkünün idaresinden ayrılırken bir yandan da mülkün, yani gerçek toprağın, binaların ve makinelerin ya da içerdiği her ne ise onun iyeliğini koruduğu düzenlemeler, ki bu türden bir mülkiyet ortak hisseli Ģirketin alelade hisselerini elinde tutma ile örneklenebilir; (2) mülk sahibinin mülkten geçici olarak ayrıldığı, bu arada senelik olarak sabit bir para miktarı aldığı, ama, leasing durumunda örneklendiği gibi, sonunda mülkünü geri aldığı düzenlemeler; ve (3) mülkünden kalıcı biçimde ayrıldığı ve karģılığında ya para değerinden sürekli bir pay aldığı ya da sınırlı bir pay ile dönem sonunda ana paranın geri ödemesini aldığı, ipotek, bono, borç ve rüçhan hisseleri ile örneklenebilen düzenlemeler. Bu üçüncü tip, Yatırım'ın tam geliģmesini temsil etmektedir. 155

174 Contrasts to receive fixed sums of money at future dates ((which are) made without provision for possible changes in the real value of money at those dates) must have existed as long as money has been lent and borrowed. In the form of leases and mortgages, and also (in the form) of permanent loans to Governments and (loans) to a few private bodies, such as the East India Company, they (=contracts) were already frequent in the eighteenth century. But during the nineteenth century they developed a new and increasing importance, and (they) had, by the beginning of the twentieth, divided the propertied classes into two groups - the "business men" and the "investors" - with partly divergent interests. The division was not (as) sharp as between individuals; for/because business men might be investors also, investors might hold ordinary shares; but the division was nevertheless real, and (it was) not the less important because it was seldom noticed. Gelecek tarihlerde sabit para miktarları alacak biçimde alacak (bu tarihlerde paranın gerçek değerindeki olası değiģiklikleri göz önüne almadan yapılan) anlaģmalar paranın ödünç alınıp verilme tarihi kadar eski olmalı. Leasing ve ipotek formlarında ve Hükümetlere ve Doğu Hint ġirketi gibi birkaç özel kuruluģa verilen geçici borçlar formlarında olan bu anlaģmalar on sekizinci zaten sık görülmekteydi. Fakat, on dokuzuncu yüzyılda, yeni ve artan bir önem kazandılar ve yirminci yüzyılın baģına gelindiğinde mülk sahibi sınıfları "iģadamları" ve yatırımcılar" Ģeklinde, kısmen farklı menfaatlere sahip olan iki gruba bölmüģlerdi. Bu ayrım fertler arasında olduğu kadar keskin değildi, zira iģadamları aynı zamanda yatırımcı olabileceği gibi, yatırımcılar alelade hisselere sahip olabiliyordu; ama yine de ayrım gerçekti ve artık ender olarak fark ediliyor diye de hiç de daha önemsiz sayılmazdı. By the aid of this system the active business class could call to the aid of their enterprises not only their own wealth but the savings of the whole community; and the professional and propertied classes, on the other hand, could find an employment for their resources, which involved them in little trouble, no responsibility, and (it was believed) small risk. Bu sistemin yardımı ile aktif iģ sınıfı yatırımlarının yardımına yalnızca kendi servetlerini değil, tüm topluluğun birikimlerini de çağırabilmekteydiler; ve, diğer yandan, meslek ve mülk sahibi sınıf kaynakları için istihdam bulabilirdi - ki bu onlara pek az çabaya, sıfır sorumluluğa ve (inanca göre) küçük riske mal olacaktı. For a hundred years the system worked, throughout Europe, with an extraordinary success and (the system) facilitated the growth of wealth on an unprecedented scale. To save and to invest became at once the duty and the delight of a large class. The savings were seldom drawn on, and, (by/yoluyla) accumulating at compound interest, (the savings) made possible the material triumphs which we now all take for granted. The morals, the politics, the literature, and the religion of the age joined in the grand conspiracy for the promotion of savings. God and Mammon were reconciled. Peace on earth to men of good means. A rich man could, after all, enter into the Kingdom of Heaven - if only he saved. A new harmony sounded from the celestial spheres. It is curious to observe how, through (=yoluyla) the wise and beneficent arrangement of Providence, "men thus do the greatest service to the public, when they are thinking of nothing but their own gain": so sang the angels/the angels sang this way. 156

175 Birkaç yüzyıl boyunca, Avrupa'da, sistem olağanüstü baģarı ile yürüdü ve daha önce hayal edilemeyecek boyutta servet artıģını sağladı. Birikimde ve yatırımda bulunmak bir anda büyük bir sınıfın görevi ve eğlencesi haline geldi. Birikimler ender olarak çekilmekteydi ve bileģik faiz yolu ile artarak bizim bu gün sıradan bir Ģey olarak gördüğümüz maddesel zaferleri mümkün kıldılar. Çağın ahlaki değerleri, politikası, edebiyatı ve dini birikimlerin değerlendirilmesinin kotarılması görevinde bir araya verdiler. Tanrı ve Karun uyum içindeydi. Ġyi amaçlar peģindeki insanoğluna huzur. Zengin bir adam artık Cennet Krallığı'na girebilirdi - eğer ki birikimde bulunduysa. Ġlahi çevrelerde yeni bir uyum yankılandı. Nasıl olup da, Tanrının zekice ve kârlı düzenlemeleri sonucunda, artık meleklerin söylediği gibi, "insanoğulları kendi kârlarından baģka hiçbir Ģeyi düģünmediklerinde, böylece halka en iyi yardımı yapmakta" olduğunu izlemek ilgi çekiciydi. The atmosphere (which was) thus created well harmonized the demands of expanding business and the needs of an expanding population with the growth of a comfortable non-business class. But amidst the general enjoyment of ease and progress, the extent to which the system depended on the stability of the money to which the investing classes had committed their fortunes was generally overlooked (yüklem); and an unquestioning confidence was apparently felt that (:) this matter would look after itself. Investments spread and multiplied, until, for the middle classes of the world, the gilt-edged bond came to typify all/everything that/which was most permanent and most secure. So rooted in our day has been the conventional belief in the stability and safety of a money contract that/the conventional belief in the stability and safety of a money contract has been so (deeply) rooted in our day that), according to English law, trustees have been encouraged to embark their trust funds exclusively in such transactions, and (trustees) are indeed forbidden, except in the case of real estate (an exception which is itself a survival of the conditions of an earlier age) to employ them otherwise. Böylece yaratılan atmosfer geniģleyen bir iģ hacminin talepleri ve büyüyen bir nüfusun gereksinimlerini rahat bir iģ çevresi niteliği taģımayan sınıfın büyümesi ile uyumlu hale getirmekteydi. Ama bu genel rahatlık ve geliģme duygusu arasında, yatırımda bulunan sınıfların servetlerini uğruna adamıģ oldukları paranın değiģmezliğine sistemin ne ölçüde dayanmakta olduğu genelde gözden kaçmaktaydı; ve sorgulamayan bir güvenle, bu sorunun kendi kendisini halledeceğine düģünülmekteydi. Yatırımlar yayıldı ve katlanarak arttı, ta ki, dünyanın orta sınıfları için, birinci sınıf bono en kalıcı ve en güvenli olan Ģeyi kopyalayana kadar. Günümüzde bir para anlaģmasının dengesine ve güvenilirliğine olan geleneksel inanç o kadar köklüdür ki, Ġngiliz hukukuna göre, mutemetler tröst fonlarını yalnızca bu tür iģlemlere yöneltmeye teģvik edilmektedirler ve aslında mutemetlerin, gayrimenkulün söz konusu olması dıģında (bu, erken bir dönemin koģullarının arta kalanı olan bir istisnadır) onları baģka bir Ģekilde istihdam etmeleri yasaktır. As (=Gibi) in other respects, so also in this (respect), the nineteenth century relied on the future permanence of its own happy experiences and (the nineteenth century) disregarded the warning of the past misfortunes. It (=The nineteenth century) chose to forget that (:) there is no historical warrant for expecting money to be represented even by constant quality of a particular metal, (there is) far less (warrant) by a constant purchasing power. Yet/But Money is simply that/the thing which the State declares from time to time to be a good legal discharge of money contracts. In 1914 gold had not been the English standard for a century or the sole standard of any other country for half a century. There is no record of a prolonged war or a great social upheaval which has not been accompanied by a change in the legal tender, but (there is) an almost unbroken chronicle in every country which 157

176 has a history, back to the earliest dawn of economic record, of a progressive deterioration in the real value of the successive legal tenders which have represented money. Diğer açılardan olduğu gibi bu açıdan da on dokuzuncu yüzyıl kendi mutlu tecrübelerinin gelecekteki kalıcılığına güvendi ve geçmiģteki talihsizlikleri göz ardı etti. Paranın belirli bir metalin kalıcı niceliği yolu ile temsil edilmesinin hiçbir tarihsel güvencesi olmadığını, kalıcı bir satın alma gücü tarafından temsil edilme garantisinin daha da düģük olduğunu unutmayı tercih etti. Ancak, Para yalnızca, Devlet'in para anlaģmaları için iyi bir yasal emisyon olduğunu zaman zaman ilan ettiği bir Ģeydir. 1914'te, altın ne bir yüzyıldır Ġngiltere'nin standardı haline gelmemiģ ne de yarım yüzyıldır baģka bir ülkenin tek standardı haline gelmiģti. Uzun süreli bir savaģa ya da büyük bir toplumsal ayaklanmaya iliģkin hiçbir kayıta, geçer akçede bir değiģikliğin de eģlik etmediği görülmemiģtir; her ülkede, parayı temsil eden ve birbirini izleyen geçer akçelerin gerçek değerinde ilerleyen bir bozulmanın tarihçesine iliģkin (ekonomik kayıtların ortaya çıkıģından beri) hemen hemen kesintisiz bir geçmiģ bulunmaktadır. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) b) c) d) e) f) as [being] distinct from the property system generally. as = olarak this mode of tenure being (=is) typified by a holding of ordinary shares in joint-stock company; and not the less important (=it bears the same importance) because it was seldom noticed. The atmosphere [which was] thus created well harmonized the demands of expanding business and the needs of an expanding population with the growth of a comfortable non-business class. But amidst the general enjoyment of ease and progress, the extent to which the system depended on the stability of the money to which the investing classes had committed their fortunes was generally overlooked; and an unquestioning confidence was apparently felt that this matter would look after itself. that (= the thing) which the State declares from time to time to be a good legal discharge of money contracts. 158

177 Modern Anayasalar 40. Modern Constitutions It is natural to ask, in the light of this discussion, why it is that (:) countries have Constitutions, and why most of them make the constitution superior to the ordinary law. If we investigate the origins of modern Constitutions, we find that (:), practically without exception, they were drawn up and adopted because people wished to make a fresh start, so far as the statement of their system of government was concerned. The desire or need for a fresh start arose either because, (1) as (=gibi) in the United States, some neighbouring communities wished to unite together under a new government, or because, (2) as (=gibi) in Austria or Hungary or Czechoslovakia after 1918, communities had been released from an empire as (=olarak) the result of a war and were now free to govern themselves; or because, (3) as (=gibi) in France in 1789 or the U.S.S.R. in 1917, a revolution had made a break with the past and a new form of government on new principles was desired; or because, (4) as (=gibi) in Germany after 1918 or in France 1875 or in 1946, defeat in war had broken the continuity of government and a fresh start was needed after the war. The circumstances in which a break with the past and the need for a fresh start come about vary (yüklem) from country to country, but in almost every case in modern times, countries have a Constitution for a very simple and elementary reason that (:) they wanted, for some reason, to begin again and so they put down in writing the main outline, at least, of their proposed system of government. This has been the practice certainly since 1781 when the American constitution was drafted, and as/when the years passed, no doubt imitation and the force of example have led all countries to think it necessary to have a Constitution. Bu tartıģma ıģığında, ülkelerin neden Anayasa'ya sahip olduklarını ve bunlardan çoğunun anayasayı sıradan yasalara neden üstün kıldıklarını sormak doğal. Modern anayasaların temellerini incelersek, hemen hemen istisnasız, yönetim sistemlerinin ifadesi açısından, insanların taze bir baģlangıç yapmak istemelerinden ötürü anayasalar oluģturulmuģ ve benimsenmiģtir. Taze bir baģlangıç isteği ya da gereksinimi, ya da, BirleĢik Devletler'de olduğu gizi, bazı komģu toplumlar yeni bir yönetim altında birleģmek istedikleri için, ya da, 1918 sonrasında Avusturya, Macaristan ya da Çekoslovakya'da olduğu gibi, toplumlar bir savaģ sonrasında bir imparatorluktan koptukları ve artık kendilerini yönetme konusunda serbest oldukları için doğmuģtur; ya da, 1789'da Fransa'da ya da 1917'de SSCB'de olduğu gibi, bir devrim geçmiģ ile bağları koparmıģ ve yeni prensiplere dayalı yeni bir yönetim biçimi istenmiģtir; ya da, 1918 sonrasında Almanya'da olduğu gibi, savaģta alınan yenilgi yönetimin sürekliliğini bozmuģ ve savaģ sonrasında taze bir baģlangıç gerekmiģtir. GeçmiĢle olan bağların koptuğu ve taze bir baģlangıcın gerektiği koģullar ülkeden ülkeye değiģmektedir, ancak modern zamanlardaki hemen her durumda ülkelerin bir anayasa istemelerinin en basit ve temel nedeni, çeģitli nedenlerle, yeniden baģlamayı istemeleri ve bu nedenle de önerilen yönetim biçiminin en azından temel hatlarını yazıya dökmeleridir. 1781'de Amerikan Anayasası oluģturulduğundan beri uygulama bu Ģekilde olmuģtur ve yıllar geçtikçe kuģkusuz örnek alma ve zorunlu hissetme gibi nedenler tüm ülkeleri bir Anayasa'ya sahip olmanın gerekli olduğunu düģünmeye sevk etmiģtir. 159

178 This does not explain, however, why many countries think it necessary to give the Constitution a higher status in law than other rules of law. The short explanation of this phenomenon is that (:) in many countries a Constitution is thought of as (=olarak) an instrument by (=yoluyla) which government can be controlled. Constitutions spring from a belief in limited government. Countries differ however in the extent to which they wish to impose limitations. Sometimes the Constitution limits the executive or subordinate local bodies; sometimes it limits the legislature also, but only so far as amendment of the Constitution itself is concerned; and sometimes it imposes restrictions upon the legislature which go far beyond this point and forbid it (=the legislature) to make laws (1) upon certain subjects or (2) in a certain way or (3) with certain effects. Whatever the nature and the extent of the restrictions (are), however, they are based upon a belief in limited government and (a belief) in the use of a Constitution to impose these limitations. Ancak, bu, çoğu ülkenin hukukunda anayasaya sıradan yasalardan daha yüksek bir konum vermenin gerekli olduğunu neden düģündüklerini açıklamamaktadır. Bu olgunun en kısa açıklaması, çoğu ülkede anayasanın hükümeti denetlemek için bir araç olarak düģünülmesidir. Anayasalar sınırlı bir hükümet inancından kaynaklanırlar. Ancak, ülkeler uygulamak istedikleri sınırın derecesi açısından farklılık gösterirler. Bazen anayasa yürütme organı ya da yerel organları sınırlar; bazen yasama organını da sınırlar, ancak bu, anayasanın kendisini düzenlemesinin söz konusu olduğu ölçüdedir; bazen bu noktanın çok ötesine gidip yasama organını sınırlar ve onun belirli konularda ya da belirli Ģekillerde veya belirli etkileri yaratacak Ģekilde yasalar çıkarmasını yasaklar. Ancak, sınırlamanın doğası ve boyutu ne olursa olsun, sınırlı bir hükümet ve sınırlamaları empoze edecek bir anayasanın kullanılması inancına dayanmaktadırlar. The nature of the limitations (which are) to be imposed on a government, and therefore the degree to which a Constitution will be supreme over a government, depends upon (yüklem) the objects which the framers of the Constitution wish to safeguard. In the first place they (=the framers of the Constitution) may want to do no more than ensure that (:) the Constitution is not altered casually or carelessly or by subterfuge or by implication; they may want to secure that (:) this important document is not lightly tampered with, but (it is) solemnly, with due notice and deliberation, consciously amended. In that case it is legitimate to require some special process of constitutional amendment to say, that (:) the legislature may amend the Constitution only by a two/thirds majority or after a general election or perhaps upon three months notice. Bir hükümete getirilen sınırlamaların doğası ve buna bağlı olarak da bir anayasanın Hükümet'e ne ölçüde üstün olacağı Anayasa'nın çerçevesini çizenlerin korumayı diledikleri hedeflere dayanır. her Ģeyden önce, Anayasa'nın öylesine ya da dikkatsizce, veya manevra ya da dolaylı yoldan değiģtirilmediğinden emin olmaktan fazla bir Ģey istemeyebilirler; bu önemli belgenin rahatça değiģtirilmemesini, ciddi biçimde, önceden süre tanınarak ve bilinçli bir biçimde saptandığını garantilemek isteyebilirler. Bu durumda anayasal düzenlemenin bazı özel süreçlerinin, yasama organının Anayasa'yı sadece üçte ikilik bir çoğunlukla ya da genel bir seçim sonrasında ya da belki de üç aylık önel sonucunda düzenlemesini istemek yasaldır. 160

179 The framers of Constitutions have more than this in mind. They may feel that (:) a certain kind of relationship between legislature and the executive is important, or (feel) that the judicature should have a certain guaranteed degree of independence of the legislature and executive. They may feel that (:) there are certain rights which citizens have and which the legislature or the executive must not invade or remove. They may feel that (:) certain laws should not be made at all. The framers of the American Constitution, for example, forbade Congress to pass any ex-post facto law, that is, a law (which is) made after the occurrence of the action or the situation which it seeks to regulate - a type of law which may render a man guilty of an offence through an action which, when he committed it, was innocent. The framers of the Irish Constitution of 1937 forbade the legislature to pass any law permitting divorce. Anayasaların çerçevelerini oluģturanlar bundan fazlasını düģünürler. Yasama ile yürütme arasında özel bir iliģkinin önemli olduğunu ya da yargının yasama ve yürütmeden belli bir düzeyde garantilenmiģ bir bağımsızlığı olması gerektiğini düģünebilirler. VatandaĢların belirli hakları olduğunu bu hakların yasama ya da yürütmenin iģgal etmemesi ya da kaldırmaması gerektiğini düģünebilirler. Örneğin, Amerikan Anayasa'sını oluģturanlar Kongre'nin herhangi bir ex-post facto yasa, yani, düzenlemesi beklenilen eylem ya da durumun ortaya çıkıģından sonra yapılan yasa (suçu iģlediği eylem esnasında masum sayılan bir insanı o eylemden ötürü suçlu gösterebilecek bir yasa) çıkarmasını yasaklar Ġrlanda Anayasası'nın kurucuları yasama organının boģanmaya izin veren herhangi bir yasa çıkarmasını engelliyordu. Further safeguards may be called for when distinct and different communities decide to join together under a common government but are anxious to retain certain rights for themselves. If these communities differ in language, race, and religion, safeguards may be needed to guarantee to them a free exercise of these national characteristics. Those/People who framed the Swiss, the Canadian, and the South African Constitutions, (if we need) to name a few (names) only, had to consider these questions. Even when communities do not differ in language, race, or religion, they may still be unwilling to unite unless they are guaranteed a measure of independence inside the nation. (In order) To meet this demand, the Constitution must not only divide powers between the government of the Union and the governments of the individual, component parts, but it must also be supreme in so far at any rate as it (=the Constitution) enshrines and safeguards this division of powers. Ayrı ve farklı toplumlar ortak bir anayasa altında birleģmeye karar verdiklerinde, ancak kendileri için belirli hakları koruma konusunda da hassas olduklarında daha fazla koruma önlemleri gerekebilir. Eğer bu topluluklar dil, ırk ve din açısından farklıysa, bu ulusal niteliklerin özgürce yerine getirilmesini onlara garantileyecek korunma yolları gerekebilir. Birkaç örnek vermek gerekirse, Ġsviçre, Kanada ve Güney Afrika Anayasalarını belirleyenler bu sorunları göz önünde bulundurmak zorundaydılar. Toplumlar dil, ırk ya da din açısından farklı olmadıkları zaman bile ulus içinde belirli bir ölçüde bağımsızlık garantilenmediği takdirde birleģmeye isteksiz olabilirler. Bu talebi karģılamak için, Anayasa yalnızca erki birbirini tamamlayan parçalar olan Birlik yönetimi ile bireylerin yönetimi arasında paylaģtırmakla yetinmemeli, aynı zamanda bu erk paylaģımını desteklediği ve koruduğu ölçüde üstün olmalıdır. In some countries only one of the considerations mentioned above may operate, in others (countries) some (of the considerations), and in some (countries), all (of the considerations). Thus, in the Irish Constitution, the 161

180 framers were anxious that (:) amendment should be a deliberate process, (anxious) that (:) the right of citizens should be safeguarded and (anxious) that (:) certain types of laws should not be passed at all, and therefore they made the Constitution supreme and imposed restrictions upon the legislature to achieve these ends. The framers of the American Constitution also had these objects in mind, but on top of that (object), they had to provide for the desire of the thirteen colonies to be united for some purposes only and to remain independent for others. This was an additional reason for giving supremacy to the Constitution and for introducing certain extra safeguards into it. Bazı ülkelerde yukarıda değinilen bu endiģelerden yalnızca biri mevcut olabilir, diğerlerinde bazıları, ve bazılarında da tümü. Böylece, Ġrlanda Anayasası'nda, anayasayı oluģturanlar yapılacak değiģikliklerin maksatlı bir süreç olması konusunda, yurttaģların haklarının korunması konusunda ve çeģitli yasa türlerinin asla kabul edilmemesi konusunda titizdi ve bu nedenle de Anayasa'yı üstün kılıp bu amaçlara ulaģabilmesi için yasama organına sınırlamalar getirdiler. Amerikan Anayasası'nı oluģturanlar da bu hedefleri düģünmekteydiler, ama bunun ötesinde on üç koloninin yalnızca bazı amaçlar için birleģip diğerleri açısından bağımsız kalma isteğini de karģılamaları gerekmekteydi. Bu da Anayasa'ya üstünlük vermek ve içinde fazladan koruma önlemleri bulundurmak için ek bir nedendi. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) b) c) d) e) The desire or need for a fresh start arose either because, (1) as in the United States, some neighbouring communities wished to unite together under a new government, or because, (2) as in Austria or Hungary or Czechoslovakia after 1918, communities had been released from an empire as the result of a war and were now free to govern themselves; or because, (3) as in France in 1789 or the U.S.S.R. in 1917, a revolution had made a break with the past and a new form of government on new principles was desired; or because, (4) as in Germany after 1918 or in France 1875 or in 1946, defeat in war had broken the continuity of government and a fresh start was needed after the war. Whatever the nature and the extent of the restrictions [are], however, they are based upon a belief in limited government and in the use of a Constitution to impose these limitations. The nature of the limitations to be imposed on a government, and therefore the degree to which a Constitution will be supreme over a government, depends upon the objects which the framers of the Constitution wish to safeguard. they may want to secure that (:) this important document is not lightly tampered with, but [it is] solemnly, with due notice and deliberation, consciously amended. so far [at any rate] as at any rate = her halikarda BÖYLESİ DE VAR! "Ears" yerine "cars" olmalı. 162

181 41. Television Televizyon A continuous commentary of mirror of "real" life had been created on television. To switch on the set when the day's viewing started, with/when (1) one's (=insan/kişi) mind slightly turned down, or (2) (the person is) in a bit of a fever, or (3) (the person is) very tired, and to watch, steadily, through the hours, as/while little dressed figures, (=) diminished people, (who are) dressed up like cowboys or like bus drivers or like Victorians, with this or that accent, in this or that setting, (=) sometimes a hospital, sometimes an office or an aircraft, sometimes "real" or sometimes imaginary (that is to say, the product of somebody's, or some team's, imagination),// it was exactly like what/the thing which could be seen when one (=insan/kişi) turned one's vision outwards again towards life: it was as if an extreme of variety had created a sameness, a nothingness, as if humanity had said yes to becoming a meaningless flicker of people (who were) dressed in varying kinds of clothes (1) to kill each other ("real" or imaginary) or (2) play various kinds of sport, or (3) discuss art, love, sex, ethics (in "plays" or in "life") for/because after an hour or so, it was impossible to tell the difference between news, plays, reality, imagination, truth, falsehood. If someone - from a year's exile in a place without television, let alone (Genel Çeviri 1 kitabı) a visitor from Mars - had dropped in for an evening's "viewing", then he might well have believed that (:) this steady stream of little pictures, (which are) all so consistent in tone or feel, were part of some continuous single programme (which was) written or (which was) at least "devised" by some boss director who had arranged, (in order) to break monotony, slight variations in costume, or setting (office, park, ballet, school, aircraft, war), and with a limited team of actors - for/because the same people had to play dozens of different roles. It was all as bland and meaningless as steamed white bread; yet/but (it was) composed of the extremes of nastiness in a frenzy of dislocation, as if one (=insan/kişi) stood on a street corner and watched half a dozen variations of human animal pass in a dozen different styles of dress and face. "Gerçek" yaģamın yansımasının sürekli bir aktarımı yaratılmıģtı televizyonda. Zihin bir parça kapatılmıģ halde ya da kiģi bir parça ateģli olduğunda, ya da yorgun olduğunda, günlük izleme baģladığında televizyonu açmak ve küçücük giyimli figürleri, küçülmüģ insanları - Ģu ya da bu aksanı konuģan, Ģu ya da bu dekorda duran - bazen bir hastane, bazen bir büro ya da bir uçak, bazen gerçek ya da bazen hayali (yani, bir kiģinin ya da bir takımın hayal gücünün ürünü) -kovboy ya da otobüs sürücüsü ya da Victoria devri insanları gibi giyinirken saatler boyunca seyretmek, insan gözlerini yeniden dıģ dünyaya çevirdiğinde görülebilecek olanların ta kendisiydi: sanki aģırı bir tür, bir aynılık, bir hiçlik yaratmıģ, sanki insanoğlu birbirlerini öldürmek ("gerçek" ya da hayali) ya da çeģitli türden sporlar yapmak için, ya da sanat, aģk, seks, etik ("oyunlar"da ya da "yaģam"da) tartıģmak için çeģitli elbiselere bürünmüģ insanların anlamsız bir yansıması olmaya evet demiģ gibiydi, zira bir saat kadar sonra haber, oyunlar, gerçeklik, hayal, gerçek, yanlıģ arasındaki farkı bulmak olanaksızdı. Eğer biri - Mars'tan bir ziyaretçiden vazgeçtik, televizyon olmayan bir yerdeki bir yıllık sürgünden dönen biri - bir gecelik "izleme" için çıkagelse, ton ya da his açısından hepsi de öylesine tutarlı olan bu süreli küçük resimler akıģının, monotonluğu bozmak için kostümde ya da dekorda (büro, park, bale, okul, hava taģıtı, savaģ) ufak değiģiklikler ayarlamıģ olan ve bunu da sınırlı sayıda oyuncuyla yapan - çünkü aynı insanlar bir düzine farklı rolü oynamaktaydı - despot bir yönetmen tarafından yazılmıģ ya da en azından "tasarlanmıģ" tek bir süreli programın parçası olduğuna pekala inanabilirdi. Kepeksiz ekmek kadar sıradan ve anlamsızdı; yine de, bir mekansızlık telaģı içinde berbat aģırılıklardan oluģmaktaydı, sanki adamın biri bir 163

182 sokak köģesinde dikilip bir düzine insan denen hayvanın bir düzine farklı giysi ve surat stili ile geçip gitmesini seyredermiģ gibi. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) To switch on the set when the day's viewing started, with (=when) one's mind slightly turned down, or [his mind is] in a bit of a fever, or very tired, / and to watch, steadily, through the hours, as (=while) little dressed figures, diminished people, [who are] dressed up like cowboys or like bus drivers or like Victorians, with this or that accent, in this or that setting, sometimes a hospital, sometimes an office or an aircraft, sometimes "real" or sometimes imaginary (that is to say, the product of somebody's, or some team's, imagination),// it was exactly like what could be seen when one turned one's vision outwards again towards life: it was as if (1) an extreme of variety had created a sameness, a nothingness, as if (2) humanity had said yes to becoming a meaningless flicker of people dressed in varying kinds of clothes to kill each other ("real" or imaginary) or play various kinds of sport, or discuss art, love, sex, ethics (in "plays" or in "life") for (=because) after an hour or so, it was impossible to tell the difference between news, plays, reality, imagination, truth, falsehood. b) If someone [- from a year's exile in a place without television, let alone * a visitor from Mars -] had dropped in for an evening's "viewing", // then he might well have believed that (:) this steady stream of little pictures, [all so consistent in tone or feel,] were part of some continuous single programme (which was) written or at least "devised" by some boss director who had arranged, (in order) to break monotony, slight variations in costume, or setting (office, park, ballet, school, aircraft, war), and with a limited team of actors - for (=because) the same people had to play dozens of different roles. c) It was all as bland and meaningless as steamed white bread; yet (=but) [it was] composed of the extremes of nastiness in a frenzy of dislocation, as if one stood on a street corner and watched half a dozen variations of human animal pass in a dozen different styles of dress and face. * Bu yapı Genel Çeviri 1 kitabında, Causative/Ettirgen baģlığı altında iģlenmekte. 164

183 42. Economy and History Ekonomi ve Tarih The relationship of economics to history is rather different from that (=the relation) of the other social sciences; curious as it may sound/although it may sound curious, this relationship in many respects comes close to that (=the relation) between history and literature. Economics, after all, is the science (in the broad meaning of the term) of something which men actually do: even if the science did not exist, men would still make economic decisions, economic predictions and participate in the various forms of economic organization which, in part, it is the economist's function to describe. Ekonominin tarih ile iliģkisi, diğer sosyal bilimlerin iliģkisinden oldukça farklıdır; iģin ilginç yanı, bu iliģki pek çok açıdan tarih ile edebiyat arasındaki iliģkiye benzer. Ekonomi, aslında, insanların gerçekte yaptıkları bir Ģeyin (terimin en geniģ anlamı ile) bilimidir: bilim var olmasa bile insanlar yine de ekonomik kararlarda ve tahminlerde bulunur ve tanımlanması kısmen ekonomistin görevi olan ekonomik organizasyonun çeģitli formlarına katılımda bulunurdu. Similarly the disciplined study of literature is concerned with something which men would also do anyway even if the disciplined study did not exist: compose poems, act out dramas, write novels and read them. Political science, or the discipline of politics, has, it is true, many similarities to economics, particularly where it (=political science) is concerned with generalization about political structures. Benzer Ģekilde, edebiyat araģtırma disiplininin ilgilendiği Ģey, araģtırma disiplini var olmasa da insanların zaten yapacakları bir Ģeydir: Ģiir yazmak, oyunları canlandırmak, roman yazmak ve bunları okumak. Politika biliminin, ya da siyaset biliminin, özellikle politik yapıların genelleģtirilmesi ile ilgilendiğinde ekonomiye pek çok benzerliği olduğu doğrudur. 165

184 43. The Rolling Stones The Rolling Stones The Rolling Stones made their first record only a few months after being discovered/they were discovered playing to overflow teenage audiences at an obscure rhythm and blues club in Richmond. Their story is typical of that (=the story) of many contemporary groups. Rollins Stones grubu ilk plağını, Richmond'daki az bilinir bir ritm & blues kulübünde bir sürü yeniyetme dinleyici müzik yaparken keģfediliģinden yalnızca birkaç ay sonra yaptı. Onların hikayesi, pek çok çağdaģ grubun tipik hikayesidir. Mick Jagger (the singer) and Keith Richard (lead-guitar) met in 1961, whilst they were both studying in the Dartford area. They discovered they had common interests in music, and began listening records together, (=) an activity that/which soon developed into live music-making. Brian Jones (harmonica and guitar) met Keith and Mick in a Soho pub (which was) called the Bricklayer's Arms. Mick had come to the London School of Economics, Keith was an advertising designer, and Brian (was) a destitute wanderer who had not long (ago) returned from tramping round the Continent. Their now notorious hair was already long and, (after/because of) becoming aware of certain shared preoccupations and ambitions, they began meeting regularly and working out their own versions of Muddy Waters, Chuck Berry and Bo Diddley numbers. They began visiting the rhythm and blues clubs in Ealing, and the Marquee in Wardour Street, where the resident group was led by Alexis Korner, (who was) then the most respected artist on the British rhythm and blues scene. Brian, Keith and Mick sent some tapes of their music to Alexis, who was sufficiently impressed to allow them to sit in occasionally at his sessions. ġarkıcı Mick Jagger ve baģ gitarist Keith Richard, Dartford bölgesinde okurlarken 1961'de tanıģtılar. Müzik konusunda ortak ilgileri olduğunu keģfettiler ve birlikte plak dinlemeye baģladılar; bu aktivite kısa zaman sonra canlı müzik yapımına dönüģtü. Brian Jones (armonika ve gitar) Keith ve Mick'le Bricklayer's Arms adındaki bir Soho kulübünde tanıģtı. Mick Londra Ekonomi Okulu'na gelmiģti, Keith bir reklamcılık tasarımcısıydı, Brian da kısa süre önce Avrupa'da sürtmekten dönmüģ meteliksiz bir gezgin. Günümüzde kötü Ģöhrete sahip saçları o zaman da uzundu ve çeģitli ortak ilgilerin ve heveslerin farkına varınca düzenli olarak buluģmaya ve Muddy Waters, Chuck Berry ve Bo Diddley'nin Ģarkılarının kendilerine özgü versiyonları üzerinde çalıģmaya baģladılar. Ealing'deki ritm & blues kulüplerini ve kalıcı grubun liderliğini o zamanlar Ġngiliz ritm & blues sahnesinin en ünlü ismi olan Alexis Korner'ın yaptığı Wardour Sokağı'ndaki Marquee'ye takılmaya baģladılar. Brian, Keith ve Mick müziklerinin bazı bantlarını Alexis'e gönderdiler; o da onların kendi programı esnasında ara sıra hazır bulunmalarına izin verdi. Playing with Alexis at this time was Charlie Watts/At this time Charlies Watts (who...) was playing with Alexis), who was later to become the Stones' drummer. Charlie had a successful full-time job in an advertising agency, and as/when his friendship with the other Stones developed, his income helped to supplement their living allowance. The only other source of finance was the grant (which) Mick received towards his studies at the L.S.E. Mick and Keith occasionally did odd jobs, but (they) were frequently sacked because of their appearance. All of them at this 166

185 time were becoming progressively more involved with their music, and more determined to put rhythm and blues on popular music map. They were also, because of their reluctance to settle in any extra-musical careers, living off chips, stolen eggs, and occasional meat-pies from a stall by the Embarkment. O zamanlar Alexis ile çalmakta olan bir kiģi de sonraları Stones grubunun davulcusu olacak olan Charlie Watts'dı. Charlie'nin bir reklamcılık Ģirketinde baģarılı bir tam gün iģi vardı ve Stones üyeleri ile dostluğu ilerledikçe, geliri günlük yaģantılarını sürdürmelerine yardımcı oldu. Diğer tek para kaynakları, Mick'in Londra Ekonomi Okulu'ndaki öğrenciliği yolu ile aldığı burstu. Mick ve Keith ara sıra çeģitli iģler yaptılarsa da görünüģlerinden ötürü sık sık kovulmaktaydılar. Bu esnada hepsi de müzikle gitgide daha fazla ilgilenir duruma geliyor, ritm & blues'u pop müzik listelerine sokmaya daha da kararlı hale geliyordu. Ayrıca, herhangi bir müzik dıģı meslekte yerleģmeye isteksiz oldukları için kızarmıģ patates, çalınmıģ yumurta ve ara sıra da Embarkment üzerindeki bir büfeden alınan poğaçalarla besleniyorlardı. Their original strategy was to infiltrate not the commercial pop scene but the traditional jazz scene. Many jazz clubs were losing members, and (music clubs) were in any case manned by older musicians. This latter fact was to prove a significant barrier to the Stones' progress, for/because the older jazz musicians shared not only the widespread prejudice against the Stones' appearance, but also a professional resentment against the efforts of these teenage novices to push their raucous music into the sanctums of jazz. In spite of this opposition, the Rolling Stones were soon invited to stand in for Alexis Korner at the Marquee. Özgün stratejileri ticari pop pazarına değil geleneksel caz pazarına sızmaktı. Pek çok caz kulübü Ģarkıcı kaybetmekteydi ve her halükarda yaģlı müzisyenlerce iģletilmekteydi. Bu ikinci gerçek Stones grubunun ilerleyiģi önünde önemli bir engeldi zira yaģlı caz müzisyenleri Stones üyelerinin görünüģlerine yönelik yaygın önyargıyı paylaģmakla kalmayıp bu yeniyetme acemilerin o çılgın müziklerini cazın kutsal yerlerine sokma çabalarına karģı olan profesyonel hiddeti de paylaģmaktaydılar. Bu muhalefete rağmen, Rolling Stones üyeleri sonunda Marquee'de Alexis Korner'ın yerine sahne almaya davet edildiler. B. DĠLBĠLGĠSĠ 1. b 2. e 3. c a) They discovered they had common interests in music, and began listening records together, [this was] an activity that soon developed into live music-making. Mick had come to the London School of Economics, Keith was an advertising designer, and Brian a destitute wanderer who had not long [ago] returned from tramping round the Continent. They began visiting the rhythm and blues clubs in Ealing, and the Marquee in Wardour Street, where the resident group was led by Alexis Korner, [who was] then the most respected artist on the British rhythm and blues scene. BÖYLESİ DE VAR! The Queen Mary, transatlantiğin adı. Ġngilizcede gemi adları the alır. 167

186 44. Pioneer 10 pushes beyond goals, into the unknown Pioneer 10 hedeflerin ötesine, bilinmeyene doğru ilerliyor Out there, far, far away where the Earth is a mere pinpoint of light and the Sun is a pale disk of diminishing consequence, a hardy little aircraft cruises on and on into the unexplored. No machine of human design has ever gone so far. Pioneer 10 was the first deep-space probe, launched on March 10, 1972 by the United States.Pioneer 10 has traveled to the reaches of Pluto, (=) a distance it achieved April 25, and (it) is advancing toward the edge of the solar system. Oralarda, Dünya'nın yalnızca bir ıģık noktası olduğu ve GüneĢ'in de çok önemsiz solgun bir daire olduğu çok, çok uzaklarda, dayanıklı ve küçük bir uzay aracı keģfedilmemiģin içinde gittikçe gidiyor. Ġnsan yapımı hiçbir makine bu kadar uzaklara gitmemiģti. Pioneer 10 BirleĢik Devletler tarafından 10 Mart 1972 de uzaya fırlatılan, uzayın derinliklerine gidecek ilk insansız uzay aracıydı. Pioneer 10 Nisan 25'te ulaģtığı mesafe olan Pluto'nun sınırlarına kadar yolculuk etti ve güneģ sisteminin kıyısına doğru ilerlemekte. From out there, now 2.7 billion miles away, Pioneer's eight-watt radio transmitter sends faint messages back to Earth every day. Oralardan, Ģimdi 2.7 milyar mil öteden, Pioneer'in 8 watlık radyo vericisi her gün Dünya'ya zayıf mesajlar göndermekte. Scientists (who are) with the patience to extract the signals out of the background noise and (the patience) to decipher their messages are learning (yüklem) for the first time what it is like in outermost solar system. Geri plandaki gürültülerden bu sinyali ayıklayıp mesajları ayıklayacak kadar sabırlı bilimadamları ilk kez olarak güneģ sisteminin en dıģ bölgelerinin neye benzediğini öğreniyorlar. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Scientists with the patience to extract the signals out of the background noise and to decipher their messages are learning for the first time what it is like in outermost solar system. 168

187 45. California's Germinal Brains Bank California'nın Embryo Beyinler Bankası The project to breed a race of intellectual giants out of a lead-lined box in California need not fill mankind with any very extreme hopes or fears. The idea forms an obvious starting-point for a variety of science fiction fantasies, but in practice it is unlikely to add greatly to the world supply of brain-power, nor (is it likely to) shed much light on the vexed question of intellectual inheritance. Most Nobel prizewinners and their equivalents already make their own private arrangements for passing their genes to posterity, and since/because like tends to attract like in such matters, they (=Nobel prizewinners) must often choose partners of high intelligence. But the mechanism of inheritance is such that (:) their offspring are likely (on average) to be less intelligent their parents, though more so (=intelligent) than the average. The same rules will apply to the Nobel mothers too. Kaliforniya'da kurģun kaplı kutulardan zeki bir devler ırkı yaratma projesinin insanoğlunu aģırı umut ya da korkuya sevk etmemesi gerekir. Bu fikir çeģitli bilimkurgu fantezilerinin baģlangıç noktasını oluģturmaktadır, ama uygulamada dünyanın beyin gücü arzına büyük bir eklemede bulunması olanaklı görünmediği gibi, zekanın soyaçekimsel yönüne iliģkin o can sıkıcı soruya da fazlaca bir ıģık tutması beklenemez. Nobel ödülü kazanmıģ pek çok kiģi ve bunlarla eģ konumda olanlar genlerini geleceğe aktarmak için zaten kiģisel düzenlemeler yapmıģ bulunmaktalar ve bu türden durumlarda benzerler benzerleri çekme eğiliminde oldukları için, bu kiģiler de çoğu durumda yüksek zekaya sahip eģler seçiyor olmalılar. Ama soyaçekim mekanizması öyle iģlemektedir ki çocukları normalden daha fazla zekaya sahip olsalar da ebeveynlerinden daha az zeki olmaları olasıdır. Aynı kural Nobel ödülü kazanmıģ anneler için de geçerlidir. The appearance of really exceptional powers remains unpredictable and highly improbable in any given instance. The successful application of such powers to the advancement of human knowledge or welfare is even more a matter of chance and temperament. It is possible to cite extraordinary cases of talent being passed from generation to generation (the Bach family is one (example)), but (it is) easy to cite many other instances where it has not (=passed from generation to generation). Gerçekten de istisnai ölçüde kudretli kiģilerin ortaya çıkıģı her durumda önceden tahmin edilemez ve oldukça olasılık dıģı kalmayı sürdürmektedir. Bu türden kudretlerin insanoğlunun bilgisinin ya da durumunun geliģtirilmesinde baģarıyla kullanılması Ģans ve ruh hali ile daha da iliģkilidir. Yeteneğin nesilden nesle aktarılıģına yönelik alıģılmadık örnekler (Bach ailesi bunlardan biridir) vermek mümkündür, ama aktarılmadığı pek çok diğer örneği vermek de mümkün. It would be pleasing if we could look to the experiment to illuminate the old "nature versus nurture" controversy, but so many imponderable factors creep in that (:) the conclusions are never likely to be at all clear. Even strong proponents of the "nature" doctrine usually concede that (:) environmental factors can affect measured intelligence by as much as one-fifth - and 20 or 30 points on the IQ scale span (yüklem) the difference between genius and mediocrity. 169

188 Bu deneyin Ģu eski "doğa mı yetiģtirme mi" çatıģmasını aydınlatmasını beklemek güzel olurdu, ama önceden kestirilemeyen o kadar çok unsur iģin içine girmektedir ki varılacak sonuçlar asla net olamayacaktır. "Doğa" doktrininin güçlü savunucuları bile genelde çevresel unsurların ölçülür zekayı beģte bire kadar etkileyebileceğini kabul etmektedir - ve, IQ derecelendirmesi üzerinde 20 ya da 30 puanlık bir fark dahi ile sıradanlık arasındaki farkı göstermektedir. But if the scheme affords no promise of a team of infant sages to solve the world's problems, it appears, (when we depend) on the information (which has been) so far made public, to present no special ethical problems. Genetics is a field where academic passions run high, but it would be wrong to oppose the procedure out of/because of opposition to the views (on heredity) of some of those (=people) associated with it (=the procedure). The scheme is freely entered into by participants who know what they are doing. The expectant mothers are married and (they are) able to offer their children the benefits of a secure home. Ama bu proje dünyanın sorunlarını çözecek bir bebek dahiler ordusu sözü vermemekteyse, görünüģe bakılırsa, Ģimdiye kadar halka açıklanan bilgilere göre, özel hiçbir etik sorun da sunmamaktadır. Genetik bilimi, akademik ihtirasların fazla olduğu bir alandır, ama bu sürece sırf soyaçekimle ilgili bazı kiģilerin soyaçekime iliģkin düģüncelerine muhalefet ediyor olmak için karģı çıkmak yanlıģ olur. Projeye, ne yapmakta olduklarını bilen katılımcılar tarafından özgür iradeyle katılınmaktadır. Müstakbel anneler evlidir ve güvenilir bir yuvanın olanaklarını çocuklarına sunabilmektedir. The plan does raise some questions, however, which do not apply to artificial insemination by donor generally. Success in the Nobel stakes is as closely associated with advancing years as it is (associated) with intellectual eminence, and this may involve a very slight extra risk of miscarriage or congenital abnormality - (=) a point which should be made in preliminary counselling. The children would represent an interesting object of study, and care would be taken to ensure (that) (:) they did not become afflicted with a sense of obligation to succeed, and cry with Aldous Huxley, "Shame on you, Homunculus!" Ancak, plan, verici tarafından yapılan yapay döllenmelerin genelinde görülmeyen sorular da akla getirmiyor değil. Nobel ödülü konusunda baģarı göstermek zekasal üstünlükle olduğu kadar ilerleyen yaģla da yakından iliģkilidir ve bu da çok küçük bir düģük ya da soyaçekimsel anormallik riskini içerebilir - ön rehberlik aģamasında belirtilmese gereken bir nokta. Çocuklar ilginç bir inceleme konusu oluģturacaktır ve baģarılı olmaya zorunlu oldukları duygusuna kapılıp Aldous Huxley'de olduğu gibi "Utan, Ġnsan!" diye haykırmamaları için özen gösterilmelidir. It seems that (:) the mothers in this case have not been told the identities of the donors, though they know some details about them (=donours). That is right: it would be distasteful if a market - especially a commercial one (=market)- ever established itself in the genes of famous individuals (pop stars, perhaps, as well as (=yanısıra) professors). Not one donor should be used too often, however eminent (s/he is), because of the risk of marriages between unwitting half-brothers and sisters. AID today is widely practices and (it) causes little controversy, because there is reason to suppose that (:) the medical profession handles it (=AID) responsibly. The California experiment, 170

189 though (it is) not seriously objectionable in itself, indicates the kind of developments which might lead to increased concern and demands for regulation by law. AnlaĢılan bu örnekte, vericiler hakkındaki bazı ayrıntıları biliyor olsalar bile, annelere vericilerin kimlikleri söylenmemiģtir. Bu doğrudur: ünlü kiģilerin profesörlerin yanı sıra belki de pop yıldızlarının) genlerine dayanan bir pazarın - özellikle de ticari bir pazarın - oluģması nahoģ olurdu. Vericilerden hiçbiri, ne kadar seçkin olursa olsun, birbirinden habersiz yarı-kardeģler arasında evlilikler olması riskinden ötürü, çok fazla kullanılmamalıdır. Günümüzde AID geniģ ölçüde kullanılmaktadır ve çok az muhalefetle karģılaģmaktadır, zira tıp mesleğinin onu sorumlu bir biçimde ele almakta olduğu varsaymak için yeterli neden bulunmaktadır. California deneyi, Ģu haliyle ciddi biçimde karģı çıkılması gerekmese de, yasaların uyumlu hale getirilmesine yönelik gitgide artan endiģelere ve taleplere yol açabilecek türden geliģmeleri iģaret etmektedir. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) since like tends to attract like in such matters (çevirisi yukarıda verilmekte.) though more so (= intelligent) than the average. but [it is] easy to cite many other instances where it has not [passed from...]. and 20 or 30 points on the IQ scale span the difference between genius and mediocrity. Genetics is a field where academic passions run high (çevirisi yukarıda verilmekte) Success in the Nobel stakes is as closely associated with advancing years as it (= success in the Nobel stakes) is with intellectual eminence, however eminent [he/she is], BÖYLESİ DE VAR! sea view, not completed olmalı. 171

190 Yöneticinin Otoritesi 46. The Manager s Authority That (Noun Clause, Genel Çeviri 1 kitabı) each manager s job (should) be given the broadest possible scope and authority is (yüklem) nothing but/except a rephrasing of the rule that (:) decisions (should) be pushed down the line as far as possible and (decisions should) be taken as close as possible (in order) to the action to which they (=decisions) apply. In its effects, however, this requirement leads to sharp deviations from the traditional concept of delegation from above. Her bir yöneticinin yaptığı iģe olanakların elverdiği en geniģ çerçevenin ve otoritenin verilmesi gereği, kararların olabildiğince alt kademelere doğru itilmesi ve kararların ait oldukları eylemlere olabildiğince yakın yerlerde alınmaları gerektiği kuralının yeniden ifadesinden baģka bir Ģey değildir. Ancak, uygulamada, bu gereksinim geleneksel yukarıdan yönlendirme kavramından büyük farklılıklara yol açar. What activities and tasks the enterprise requires is worked out (yüklem) at the top. The analysis begins with the desired end product: the objectives of business performance and business results. From these the analysis determines step by step what work has to be performed. KuruluĢun hangi aktivitelere ve görevlere gereksinim duyduğu yukarıda belirlenir. Analiz amaçlanan son ürün ile baģlar: iģ veriminin ve iģ sonuçlarının hedefleriyle. Bunlar için, analiz yapılması gereken iģi adım adım belirler. But in organizing the manager s job, we have to work from bottom up. We have to begin with the activities on the firing-line - the jobs (which are) responsible for the actual output of goods and services, (which are responsible) for the final sale to the customer, (which are responsible) for the production of blueprints and engineering drawings. Ancak, yöneticinin iģini düzenlerken aģağıdan yukarıya doğru ilerlememiz gerekir. "AteĢ hattı"ndaki aktivitelerle - mal ve hizmetlerin asıl çıktısından, müģteriye nihai satıģtan, planların ve mühendislik çizimlerinin üretiminden sorumlu olan iģlerle - baģlamamız gerekir. The managers on the firing line have the basic management jobs - the ones (=jobs) on whose performance everything else ultimately rests. (When it is) Seen this way, the jobs of higher management are derivative, (they) are, in the last analysis, aimed at helping the firing-line manager do his job. (When it is) Viewed structurally and organically, it is the firing-line manager in whom all authority and responsibility center; only what he (=the firingline manager) cannot do himself passes up to higher management. He is, so to speak, the gene of organization (1) in which all higher organs are prefigured and (2) out of which they are developed. 172

191 AteĢ hattındaki yöneticiler temel yöneticilik görevlerine sahiptir - sonuçta her Ģeyin onların verimliliğine bağlı olduğu görevler. Bu açıdan bakıldığında, daha yüksek kademedeki yöneticilik görevleri güdüleyici türdendir; son analizde, ateģ hattı yöneticisinin görevini yapmasına yardımcı olma amacındadır. Yapısal ve organik açıdan gözlemlendiğinde, tüm otoritenin ve sorumluluğun odaklandığı kiģi ateģ hattı yöneticisidir; daha üst yöneticilere, ancak ve ancak kendi yapamadığı iģleri aktarır. Bir bakıma, tüm üst organların tasarlanıp sonra da geliģtiği organizasyonun geni konumundadır. Quite obviously there are real limits to the decisions (which) the firing-line manager can or should make, and (there are limits) to the authority and responsibility (which) he should have. Elbette, ateģ hattı yöneticisinin verebileceği ya da vermesi gereken kararların ve taģıması gereken otorite ve sorumluluğun da gerçek sınırları vardır. He is limited as to/about the extent of his authority. A production foreman has no business changing a salesman s compensation. A regional sales manager has no authority in somebody else s region, etc.. A manager is also limited with respect to the kind of decision (which) he can make. Clearly, he should not make decisions that/which affect other managers. He should not alone make decisions that/which affect the whole business and its spirit. It is only elementary prudence, for instance, not to allow any manager to make [ (1) by himself and (2) without review ] a decision on the career and future of one of his subordinates. Otoritesinin alanı konusunda sınırlıdır. Bir satıcının tazminatını değiģtirmek bir üretim müdürünün üstüne vazife değildir. Bölgesel bir satıģ müdürü bir baģkasının bölgesi üstünde hiçbir otorite taģımaz, vs. Bir yönetici de alabileceği kararların türü açısından sınırlandırılmıģtır. Diğer yöneticileri etkileyecek kararlar almaması gerektiği ortadadır. Tüm iģi ve onun ruhunu etkileyecek kararları yalnız baģına almamalıdır. Örneğin, hiçbir yöneticinin (kendi baģına ve gözden geçirilmeden) astlarının mesleğine ve geleceğine yönelik bir karar vermesine izin verilmemesi yalnızca temel bir önlemdir. The firing-line manager should not be expected to make decisions (which) he cannot make. A man responsible for immediate performance does not have the time, for instance, to make long-range decisions. A production man lacks the knowledge and competence to work out a pension plan or a medical program. These decisions certainly affect him and his operations; he should know them, understand them, indeed participate as much as (it) is humanly possible in their operations and formulation. But he cannot make them. Hence he cannot have the authority and responsibility for them; for/because authority and responsibility should always be task-focused. This applies all through the management hierarchy up to the chief executive himself. AteĢ hattı yöneticisinden alamayacağı kararları alması beklenmemelidir. Örneğin, kısa zamanda alınacak verimden sorumlu bir adamın uzun vadeli kararlar vermek için zamanı yoktur. Üretici bir insan bir emeklilik planını ya da tıp programını çözümleyecek bilgi ve yetiden yoksundur. Bu kararlar onu ve çalıģmaları kesinlikle etkiler; bu kararları bilmesi, anlaması, aslında yürütülmelerinde ve formüle dökülmelerinde olabildiğince katılımda bulunması gerekir. Ama o kararları veremez. Bu nedenle de bu kararların otorite ve 173

192 sorumluluğunu taģıyamaz; zira, otorite ve sorumluluk her zaman görev odaklı olmalıdır. Bu kural yönetim hiyerarģisinin her kademesi için, baģ yöneticinin kendisi de dahil olmak üzere geçerlidir. There is one simple rule for setting limitations on the decisions (which) a manager is authorized to make. The management charter of General Electric Lamp Division, in paraphrasing the U.S. Constitution, expresses it by saying: All authority (which is) not expressly and in writing reserved to higher management is granted to lower management. Bir yöneticinin vermeye yetkili olduğu kararların sınırlarını belirlemenin basit bit kuralı vardır. General Electric Ampul Bölümü'nün yönetim genelgesi, ABD Anayasa'sını yorumlarken, bunu Ģöyle dile getirmektedir: "Üst düzey yönetime açıkça ve yazılı olarak ayrılmamıģ olan her türden otorite daha alt yöneticiye aittir." This is the opposite of the old Prussian idea of a citizen s rights: Everything that/which is not expressly ordered is forbidden. In other words, the decisions which a manager is not entitled to make within the extent of his task should always be spelled out (yüklem); for all others (=other decisions) he should be supposed to have authority and responsibility. Bu, vatandaģlık haklarına yönelik eski Prusya düģüncesinin tersidir: "Açıkça emredilmemiģ her Ģey yasaklanmıģtır." Diğer bir deyiģle, bir yöneticinin görevleri dahilinde almaya yetkili olmadığı kararlar mutlaka dile getirilmelidir; diğer tüm kararlar için de otorite ve sorumluluğa sahip olduğu varsayılmalıdır. B. DĠLBĠLGĠSĠ a) That each manager s job be given the broadest possible scope and authority is nothing but a rephrasing of the rule that decisions (1) [should] be pushed down the line as far as possible and (2) be taken as close as possible to take the action to which they apply. What activities and tasks the enterprise requires is worked out at the top. [when they are] Seen this way, //the jobs of higher management are derivative, [they are] are, in the last analysis, aimed at helping the firing-line manager do his job. There is one simple rule for setting limitations on the decisions [which] a manager is authorized to make. BÖYLESİ DE VAR! "Olanak" için burada "means" kullanılabilir. 174

193 47. Ethical and Legal Considerations of Public Relations Practice Halkla ĠliĢkiler Uygulamasının Etik ve Yasal Konuları The contribution of public relations to decision making is constrained by ethical and legal as well as (=yanısıra) tactical considerations. Professional standards of public relations, and legal matters pertaining (=which pertain) to sensitive aspects of the communication process, affect (yüklem) the practitioner s role and counsel. Halkla iliģkilerin, karar verme olgusuna katkısı taktik konuların yanı sıra etik ve yasal konular tarafından da sınırlanmaktadır. Halkla iliģkilerin mesleki standartları ve iletiģim sürecinin duyarlı yönlerine iliģkin yasal konular uygulamacının rol ve danıģmanlığını etkilemektedir. Ethics Ethics is an area of particular concern for public relations for three reasons: practitioners are aware that (:) public relations has a reputation for unethical behaviour; practitioners have struggled to create a suitable code of ethics for themselves; and public relations is often considered (as/olarak) a source of ethical standards within an organization. Etik Etik, üç nedenden ötürü halkla iliģkilerde özel bir endiģe konusudur: uygulamacılar halkla iliģkilerin etiksel olmayan davranıģ konusunda bir üne sahip olduğunun farkındadır; uygulamacılar kendileri için uygun bir etik kodu yaratmaya çabalamıģtır; ve, halkla iliģkiler çoğu zaman bir kuruluģ içinde etik standartların bir kaynağı olarak görülür. Public relations practitioners are very sensitive, even defensive, about allegations of unethical behavior. The term public relations is sometimes used as (=olarak) a synonym for lying, distortion, selective disclosure, or cover-ups. A recent Wall Street Journal article points to the ethical shortcomings of public relations, (by/yoluyla) quoting the former public relations vice president for United Brands. The more I thought about it, and the more I looked at events around me, the more certain I became that (:) PR was helping to screw up the world, he said. I could see the hand of the PR man pulling the strings, making things happen, covering things up. Everywhere (which) I looked, it seemed as if image and style had taken the place of substance. Halkla iliģkiler uygulamacıları etik dıģı davranıģlar söylentisi konusunda çok duyarlı, hatta alıngan konumdadır. Halkla iliģkiler terimi bazen yalan söyleme, çarpıtma, sahte itiraflar ya da örtbas için eģ anlamlı olarak kullanılır. Yakın tarihli bir Wall Street Journal makalesi halkla iliģkilerin etik eksikliklerine dikkatleri çekerken United Brands'ın eski halkla iliģkiler baģkan yardımcısının sözlerini aktarmaktadır: "Üzerinde daha derin düģündükçe ve çevremdeki olaylara daha fazla baktıkça, daha iyi anladım ki PR dünyayı becermeye 175

194 yardımcı oluyordu," demekteydi bu kiģi. "PR adamının ipleri çekiģini, olayların oluģmasını sağlayıģını, örtbas ediģini görebiliyordum. Nereye baktımsa, sanki imaj ve stil, nesnenin yerini almıģ gibiydi." B. DĠLBĠLGĠSĠ a) Professional standards of public relations, and legal matters pertaining to sensitive aspects of the communication process, affect the practitioner s role and counsel. 176

195 48. Human behaviour and social practice Ġnsan DavranıĢı ve toplumsal uygulama In itself a material object is inanimate. What/The things which breathes life into an object by giving it certain properties are human beings, in that (= -mesi açısından) the work which is their life s activity forces a particular relationship with it, (=) a process which starts with the act of classifying it as an object - and as (=olarak) a specific type of object - through the operation of their own sentient human activity (Marx, first thesis on Feuerbach; see also Perlini 1974). Note that already implicit in this Marxist notion are both the biological dimension ( sentient ) and the socio-historical one (=dimension) ( human activity ). We will make a brief reference to the first component later, but it is obviously on the second one (=component) that/which we must focus our attention. If we leave out of account or underestimate the degree to which human beings determine the nature of the object - it is always worth spelling out the error (which is) involved in this alternative, given/considering the tenacity of the philosophical myth which sustains it - then the object becomes imbued with specific social properties in its own right dating (=which date) from before the dawn of human history. In this way, history would turn into the mysterious uncovering of the properties of the material world by their biological make-up. There would already exist, before the beginning of history, on the one hand a natural world (which is) entirely adapted to conform to the social needs of human beings, and on the other a homo sapiens (who is) already fully formed as (=olarak) a social-historical product: at this point history would completely lose its essential character as (=olarak) the progressive self-construction of our species. Kendi baģına, maddesel bir malzeme cansızdır. Bu malzemeye belirli nitelikler atfederek ona hayat veren Ģey insanlardır, çünkü insanların yaģam aktiviteleri olan çalıģma bu malzeme ile belirli bir iliģkiyi zorunlu kılar; bu süreç, kendi "bilinçli insan aktiviteleri"nin iģletilmesi yolu ile onun bir nesne - ve belirli bir tür nesne - olarak öbeklendirilmesi ile baģlar (Marx, Freuerbach üzerine ilk tez; ayrıca bkz. Perlini 1974). Dikkate değer nokta, hem biyolojik boyutun ("bilinç") hem de sosyo-tarihsel boyutun ("insan aktivitesi") bu Marksist kavramda zaten mevcut bulunduklarıdır. Bu ilk bileģene daha sonra kısaca değineceğiz, ama dikkatimizi öncelikle ikinci unsura odaklayacağız. Eğer insanların nesnenin doğasını belirleme derecesini dikkate almaz ya da küçük görürsek - bu alternatifte mevcut olan hatayı açıklamak, taģıdığı felsefi mitin dayanıklılığını göz önünde bulundurarak, her zaman buna iyi olacaktır - o zaman nesne insanlık tarihinin baģlangıcından da öncesine uzanan özel sosyal niteliklerle bezenmiģ olacaktır. Bu Ģekilde, tarih, nesneler dünyasının niteliklerinin gizemli sergileniģine - bu niteliklerin biyolojik makyajı tarafından - dönüģürdü. Tarihin baģlangıcından önce, bir yanda insanların sosyal gereksinimlerine uymak için uyarlanmıģ doğal bir dünya, diğer yanda da sosyo-tarihsel bir kiģilik olarak çoktan ĢekillenmiĢ bir homo sapiens olacaktır: bu noktada tarih türümüzün süreli kendi kendisini yok etmeye gidiģi biçimindeki temel niteliğini tamamen yitirecektir. 177

196 B. DĠLBĠLGĠSĠ a) What breathes life into an object by giving it certain properties are human beings, in that (= öyle ki) the work which is their life s activity forces a particular relationship with it, a process which starts with the act of classifying it as an object - and as a specific type of object - through the operation of their own sentient human activity (Marx, first thesis on Feuerbach; see also Perlini 1974). If we leave out of account or underestimate the degree to which human beings determine the nature of the object [- it is always worth spelling out the error involved in this alternative, given the tenacity of the philosophical myth which sustains it -] // then the object becomes imbued with specific social properties in its own right dating from before the dawn of human history. There would already exist, [before the beginning of history,] on the one hand a natural world entirely adapted to conform to the social needs of human beings, and on the other a homo sapiens already fully formed as a social-historical product: / at this point history would completely lose its essential character as (=olarak) the progressive self-construction of our species. BÖYLESİ DE VAR! Kramer versus Kramer filminin Türkçesi Kramer Kramer'e karşı. 178

197 49. Democracy and adult education in Tanzania Tanzanya'da demokrasi ve yetiģkin eğitimi Introduction After independence, the Tanzanian leadership rejected the idea of multi-party democracy for a number of reasons. First, a new society required the combined effort of all the people in building a unified nation. Multi-party systems were described as (=olarak) artificial "luxuries" which sought to disrupt such efforts and encouraged class divisions. Second, opposition parties were considered unnecessary, since/because "opposition" implied "disagreement" on how to do things; such disagreements could be expressed through (=yoluyla) a one-party system provided/if a broad two-way channel of ideas and education was maintained through (=yoluyla) the party, between the people and the government. The establishment and the maintenance of this channel was seen as (=olarak) the real challenge of democracy and (it was) not (seen as) the establishment of an opposition party. GiriĢ Bağımsızlıktan sonra, Tanzanya yönetimi çok partili demokrasiyi çeģitli nedenlerle reddetti. Birinci nedene göre, yeni bir toplum üniter bir ulusun yapılandırılmasında bütün halkın ortak çabasına gereksinim duymaktaydı. Çok partili sistemler bu türden çabaları yok etmeye çalıģan ve sınıf ayrımını cesaretlendiren yapay "lüksler" olarak tanımlanmaktaydı. Ġkinci nedene göre, muhalefet partileri gereksiz görülmekteydi, zira "muhalefet", iģlerin nasıl yapılacağı konusunda "fikir ayrılığı" demekti; bu tür fikir ayrılıkları, halk ile hükümet arasında parti vasıtası ile geniģ bir iki yönlü fikir ve eğitim kanalı sağlanması durumunda, tek partili sistem yoluyla dile getirilebilirdi. Bu kanalın oluģturulması ve korunması, bir muhalefet partisinin kurulmasının değil demokrasinin gerçek görevi olarak görülmekteydi. Although the party leadership under Julius Nyerere rejected the idea of multi-party democracy in the 1960s, it made it plain, that (:) opposition parties might grow in the country in the future if the one-party democracy failed. After almost two and a half decades of one-party democracy, Nyerere, the former party chairman now seems to be in favour of multi-party democracy. In his message to the people about the need for multi-party democracy in 1990, Nyerere called upon the people to think seriously in terms of multi-party democracy because the time was now ripe. In his opinion, the people should not find themselves in a position where forming an opposition party was considered as (=olarak) an act of treason. His main criticisms against the ruling party (CCM) in 1990 was that (:) it (=CCM) was too bureaucratic and protective and in the absence of an opposition party it (=CCM) tended to move very slowly in its development programmes and (it tended to) alienate itself from the people in the process. (When it was) Coupled with the demand for multi-party democracy within the country and political changes taking (=which took) place the world over, Tanzania became a multi-party state in More than 10 opposition parties have been established with policies differing (=which differ) from those (=policies) of the ruling party (CCM). Julius Nyerere liderliğindeki parti yönetimi 1960'larda çok partili demokrasi fikrini reddettiyse de, tek partili demokrasi baģarısız olacak olursa gelecekte ülkede muhalefet partilerinin geliģebileceğini de açıkça belirtti. Tek partili demokrasinin neredeyse yirmi beģinci senesinde, eski parti baģkanı Nyerere bugün çok partili 179

198 demokrasiyi savunuyor görünmekte. 1990'da çok partili demokrasiye olan gereksinim konusunda halka verdiği mesajda, Nyerere artık zamanı geldiği için çok partili demokrasi konusunda ciddi biçimde düģünmelerini istedi. DüĢüncesine göre, insanlar artık bir muhalefet partisinin kurulmasını hainlik olarak görmemeliydiler. 1990'da iktidar partisine (CCM) yönelttiği temel eleģtiri CCM'nin gereğinden fazla bürokratik ve koruyucu olduğu ve ortada bir muhalefet partisi olmadığı için geliģme programlarında çok yavaģ hareket ettiği ve bu süreçte kendisini halktan uzaklaģtırdığı biçimindeydi. Ülke içinden gelen çok partili demokrasi talebinin ve tüm dünyada yer alan politik değiģikliklerin çifte etkisiyle Tanzanya 1992'de çok partili bir ülke oldu. Siyasaları iktidar partisininkilerden (CCM) farklı olan 10'dan fazla muhalefet partisi kurulmuģ bulunmakta. The purpose of this paper is, therefore, to (1) analyse the role played by adult education in facilitating one-party democracy in Tanzania along with its potential limitations; and on the basis of this, (2) delineate the new role that/which adult education should play to meet challenges of multi-party democracy in the country. Bu nedenle, bu yazının amacı (1) potansiyel sınırlılıkları yanı sıra tek partili demokrasiyi gerçekleģtirmekte yetiģkin eğitiminin oynadığı rolü incelemek ve, bunu temel alarak (2) ülkede çok partili demokrasinin zorluklarını karģılamak için yetiģkin eğitiminin oynaması gereken rolü saptamaktır. Adult education and one-party democracy In the mid-1960s, Tanzania became a one-party state and "socialism" her strategy of development. One of the essential features of this strategy was democracy. This was thought to be necessary for "socialism" could not be achieved without consensus and moreover, it involved people living together and working together on a cooperative basis. Democracy was therefore seen as (=olarak) an integral part of "socialism" and a means by which the people could carry out the affairs of the one-party state and control their own development initiatives. YetiĢkin eğitimi ve tek partili demokrasi 1960'lı yıların ortalarında Tanzanya tek partili bir ülke, "sosyalizm" de Tanzanya'nın geliģme stratejisi haline geldi. Bu stratejinin gerekli unsurlarından biri demokrasi idi. Bunun gerekli olduğu düģünülüyordu zira "sosyalizm" uzlaģma olmaksızın baģarılamazdı ve dahası, insanların dayanıģma temelinde birlikte yaģamalarını ve birlikte çalıģmalarını içermekteydi. Bu nedenle demokrasi "sosyalizm"in ayrılmaz bir parçası ve halkın tek partili devletin iģlerini yerine getirip ilerlemeye iliģkin kendi inisiyatiflerini denetleyebilecekleri bir yol olarak görüldü. Clearly, this involved people's participation in (1) policy and political discussions, (2) making and executing decisions which were of concern to them (=people) and (3) taking part in electing a government. It was wrong for the leaders and experts to usurp the people's right to participate in these activities simply because they (=leaders and experts) had "expert" knowledge. In fact, the political role of the leaders was defined in educational terms; they 180

199 were required to educate, lead and guide the people in all these activities, the idea being (=was) to sharpen their consciousness and to increase their capacity to deal with them (=activities). As (=gibi) (it has been) stated earlier, this was seen as (=olarak) the real problem of democracy under the one-party state as/because it involved a lot of adult education initiative to create a two-way communication channel between the leadership and the people. Açıkçası bu, halkın (1) siyasaya ve politik tartıģmalara, (2) kendisini ilgilendiren kararları vermeye ve uygulamaya ve (3) bir hükümetin seçilmesinde görev almaya katılmasını içermekteydi. Liderlerin ve uzmanların sırf "uzman" bilgisine sahip oldukları için halkın bu aktivitelere katılma hakkını ele geçirmeleri yanlıģtı. Aslında, liderlerin politik rolü eğitsel terimler açısından tanımlanmıģtı; tüm bu aktivitelerde halkı eğitmeleri, yönlendirmeleri ve rehberlik etmeleri bekleniyordu - amaç halkın bilinçliliğini artırmak ve bu aktivitelerle ilgilenebilme kapasitelerini artırmaktı. Daha önce belirtildiği gibi, tek partili devletteki demokrasinin temel sorunu olarak bu görülmekteydi zira liderlik ile halk arasında iki yönlü bir iletiģim kanalı yaratmak için pek çok yetiģkin eğitimi inisiyatifini içermekteydi. An active adult education system was considered necessary not only to enable the people to exercise their power and to protect their rights but also to be aware of those people who were against the one-party policies. Various programmes such as functional literacy, mass education campaign and workers' education were introduced, the objective being (=was) to help people to think for themselves. Aktif bir yetiģkin eğitimi yalnızca halkın sahip olduğu kudreti kullanmasını ve kendi haklarını korumasını sağlamak için değil, tek parti siyasalarına karģı olan insanlardan da haberdar olabilmek için gerekli kabul edilmekteydi. ĠĢlevsel okuryazarlık, toplu eğitim kampanyası ve iģçilerin eğitimi gibi çeģitli programlar baģlatıldı; amaç, insanların kendileri için düģünebilmelerini sağlamaktı. 181

200 50. The Twelve Bottles of Whisky On Ġki ġiģe Viski I had twelve bottles of whisky in my cellar and my wife told me to empty the contents of every bottle down the sink - or else (she would beat me/hit me/get nasty/..)! So I said (that) I would (empty them), and proceeded with the unpleasant task. I withdrew the cork from the first bottle and poured the contents down the sink, with the exception of one glass, which I drank. I extracted the cork from the second bottle and did likewise, with the exception of one glass, which I drank. I withdrew the cork from the third bottle and emptied the good old booze down the sink, expect a glass which I drank. I pulled the cork from the fourth sink and poured the bottle down the glass, which I drank. I pulled the bottle from the cork of the next and drank one sink out of it and poured the rest down the glass. I pulled the sink out of the next glass and poured the cork down the bottle. I pulled the next cork out of my throat, poured the sink down the bottle and drank the glass, then I corked the sink in the glass, bottled the sink and drank the pour. Kilerimde on iki ĢiĢe viskim vardı ve karım bana her bir ĢiĢeyi lavaboya boģaltmamı söyledi - yoksa! Eh, ben de olur dedim ve hiç de hoģ olmayan görevime koyuldum. Ġlk ĢiĢenin mantarını çekip çıkardım ve içindekileri lavaboya boģalttım - bir bardak dıģında, ki onu da içtim. Ġkinci ĢiĢenin mantarını çıkarıp aynını yaptım - bir bardak dıģında, ki onu da içtim. Üçüncü ĢiĢenin mantarını çekip çıkardım ve güzelim içkiyi lavaboya boģalttım - içtiğim bir bardak dıģında. Dördüncü lavabodan mantarı çektim ve ĢiĢeyi bardaktan aģağı boģalttım, ki onu da içtim. Bir sonrakinin mantarından ĢiĢeyi çıkarıp içinden bir lavabo içtim ve kalanını bardaktan aģağı boģalttım. Sonraki bardaktan lavaboyu çıkardım ve mantarı ĢiĢeden aģağı boģalttım. Sonraki mantarı boğazımdan çıkardım, lavaboyu ĢiĢeden aģağı boģalttım ve bardağı içtim, sonra da lavaboyu bardağın içine mantarladım, lavaboyu ĢiĢeledim ve boģaltımı içtim. When I had emptied everything I steadied the house with one hand and counted the bottles and corks and glasses with the other (hand), which (=bottles+corks+glasses) were twenty-nine. (In order) To make sure I counted them again, when they came to seventy-four. And as/when the house came by, and finally I had all the bottles and corks and glasses counted (ettirgen - yine de etken anlamda), except one house and one cork, which I drank. Her Ģeyi boģaltınca bir elimle evi dengelerken diğeriyle de ĢiĢeleri ve mantarları ve bardakları saydım yirmi dokuz çıktı. Emin olmak için yeniden saydım, bu kez de yetmiģ dört çıktı. Ve de ev yamulurken, ben sonunda tüm ĢiĢeleri ve mantarları ve de bardakları saymıģtım - bir ev ve bir mantar dıģında, ki onu da içtim. BÖYLESİ DE VAR! Yasama, yargı ve yürütme. "Stealing" yerine "executive" olmalı. 182

201 Konu 6 Çeviri Sınavlarına Hazırlık ve Son Düzeltmeler 1. GiriĢ Only in colleges where teaching is the dominant concern of the faculty is one likely to find a large number of professors making a sustained effort to connect different field of learning. Yalnızca öğretim üyelerinin daha çok eğitimle uğraģtıkları kolejlerde değiģik öğretim alanlarını birleģtirme çabası içinde bulunan profesörler bulunmaktadır. Eğitimle sadece öğretim elemanları uğraģmakta anlamı çıkmakta. DeğiĢik öğretim alanlarını birleģtirmek için süreli bir çaba içinde olan büyük sayıda profesöre, yalnızca, öğretim üyelerinin temel uğraģının öğretmek olduğu üniversitelerde rastlanabilir. 2. In a world of "multiple and conflicting perspectives", better that students come from the widest range of backgrounds and bring the greatest variety of experiences with them so that they have more to share with each other. "Çoğul ve çatıģan perspektifler" dünyasında, iyi öğrenciler en geniş geri plandan gelmektedir ve beraberlerinde de çok farklı deneyimler getirdikleri için paylaģacak daha çok Ģeyleri vardır. Ġngilizce tümcede better that sözcükleri it is better that /daha iyidir anlamını taģımakta. Ayrıca, background sözcüğü yanlıģ anlaģılmıģ. "Çoğul ve çatıģan perspektifler dünyası"nda, öğrencilerin olabildiğince farklı çevrelerden gelmeleri ve beraberlerinde büyük çeģitlilikte tecrübeyi getirmeleri, bu sayede de birbirleri ile paylaģacak daha fazla Ģeyleri olması daha iyidir. 3. Such a policy will not interest the faculty, let alone the abler students, and hence will not encourage a broad-based effort to enhance the quality of education. Böyle bir politika öğretim üyelerinin dikkatini çekmez, yetenekli öğrencileri yalnız bırakır ve eğitimin niteliğini yükseltmek için geniģ ölçekli çabaları desteklemez. Let alone yapısı... den vazgeçtik,... bir yana anlamını verir. Böyle bir siyasa daha yetenekli öğrenciler bir yana öğretim elemanlarını da ilgilendirmeyecek ve ayrıca eğitimin niteliğini artırmaya yönelik geniģ tabanlı çabaları da desteklemeyecektir. 183

202 4. Although the larger schools have been slow to follow the suit, Harvard has now introduced a radically new pilot program following proposals recently made by a blue-ribbon panel of experts convened by the Association of American Medical Colleges. Daha büyük okullar takımı izlemekte yavaģ hareket etmektelerse de bugün Harvard, Amerikan Tıp Kolejleri Derneği tarafından bir araya getirilen uzmanlar mavi kurdeleli panelde yaptıkları son önerileri izleyen radikal bir yeni pilot program hazırladı. Ġngilizce follow the suit yapısı eğilimleri/ gelişmeleri/ modayı izlemek anlamını taģır. Ayrıca, blue-ribbon sözcüğü en üst düzeyde anlamını taģır. Her ne kadar daha büyük okullar geliģmelere ayak uydurmakta ağır kalmıģlarsa da, yakın tarihte Amerikan Tıp Kolejleri Derneği tarafından bir araya getirilen uzmanların en üst düzey katılımıyla gerçekleģen bir panelde yapılan önerilerin ardından Harvard yeni, radikal bir program getirdi. 5. Measured against the need of their profession, however, performance fails noticeably short of the ideal, even after due allowance is made for the effects of cost constraints and intellectual barriers. Yine de mesleğin gereksinimleri ile ölçüldüğünde, maliyet sınırlılıklarının ve zihinsel engellerin etkileri gidermek için yapılan tahsislerden sonra dahi, baģarı idealin çok gerisinde kalmaktadır. Türkçesinin düzeltilmesi gerekebilir.... entelektüel sınırlamalara da gerekli pay ayrıldıktan sonra bile The decade of the 1960s produced dramatic changes in the feeling of Americans toward their government and what it could accomplish. 1960larda baģlayan on yıl Amerikalıların duygularında hükümet ve onun baģarabilecekleri konusunda dramatik değiģimler yarattı. Dramatic sözcüğü büyük olarak aktarılırsa daha iyi olur. AltmıĢlı yıllar Amerikalıların hükümetleri ve hükümetin neler baģarabileceğine yönelik duygularında büyük değiģiklikler yarattı. ĠĢleme Bazı profesyonel çevirmenler çevirinin yetenek, alıģtırma ve genel bilgiden fazlasını gerektirmeyen bir sanat olduğunu ileri sürerler. Çeviri yapma becerisi bir yetenektir, derler: ya sahipsinizdir ya da değilsinizdir ve çeviri çevrelerinde neredeyse bir küfür olarak algılanan teori de bu nedenle çeviri eserine uygun değildir. Çoğu çevirmen yaptıkları iģi bir meslek olarak görmeyi tercih eder ve diğer insanların da kendilerini becerili ya da yarı-becerili iģçiler olarak görmektense profesyonel olarak görmelerini isterler. Fakat, bunu baģarmak için çevirmenlerin biraz geri çekilip ne yaptıkları ve nasıl yaptıkları üzerinde düģünebilme yeteneğini geliģtirmeleri gerekir. Doktorlar ve mühendisler gibi, diğerlerine olduğu kadar kendilerine de yaptıkları Ģeyin denetimini ellerinde tuttuklarını, çeviriyi sırf çeviri için bir "yetenek" taģıdıkları için iyi yaptıklarını değil de diğer profesyoneller gibi iģlerinin çeģitli yönlerini anlamak için bilinçli bir çaba gösterdikleri için iyi yaptıklarını kanıtlamaları gerekir. Tıp ve mühendisliğin aksine, akademik çevrelerde çeviri çok yeni bir disiplindir. Dünyadaki tüm üniversite ve kolejlerde olmasa da artan sayıda eğitim kurumunda kendi baģına bir çalıģma konusu 184

203 olarak belirmeye henüz yeni baģlamaktadır. Yeni her disiplin gibi kendi yöntemlerini geliģtirmesi ve formüle oturtması için bağlantılı diğer disiplinlerin buluntu ve teorilerine dayanması gerekir. YaĢamın ve dil grupları arasındaki etkileģimin her yönü, çeģitli kültürel ortamlardaki farklı insan grupları arasında anlamın nasıl yaratıldığı ile ilgilenmek zorunda olan bin disiplin olan çeviriye uygun düģmektedir. Bu belli ki tek bir seferde ilgilenemeyecek kadar büyük bir alan. Bu nedenle, eğer çeviri sözcüğün tam anlamı ile bir meslek haline gelecekse, çevirmenlerin ne yaptıkları ve nasıl yaptıkları üzerinde düģünmelerini sağlayacak Ģimdiki önsezi ve alıģtırma karıģımından farkla Ģeylere gereksinim duyacaklarını söyleyerek iģe baģlayalım. her Ģeyin ötesinde, çevirmenlerin çalıģtıkları hammaddeye iliģkin sağlam bilgiyi edinmeye ihtiyaçları vardır: dilin ve olduğunu ve dilin onu kullananlar için nasıl iģlediğini anlamaya. Üretme Çevirileri Genel Çeviri 2 kitabında verilmekte. Sınama Çevirileri Genel Çeviri 2 kitabında verilmekte. 185

204 Konu 7 Çeviri sınavlarında baģarı ĠĢleme Metnin çevirisi Genel Çeviri 2 kitabında verilmekte. Üretme AyrılmıĢ ikizler nasıl birbirlerine benzer biçimde büyüdüler Ġnsan ırkının tek yumurta yaratma olasılığı 20'de birdir. bir sosyal görevli olan John Stroud daha da düģük olasılıklarla uğraģmakta: doğumda ya da doğumdan hemen sonra ayrılmıģ ikizleri bulmak ve onları orta yaģta, genelde çiftlerden birinin hayretten hayrete düģmesi pahasına, birleģtirmek. 1960'dan beri sabırlı ve zor tarama çalıģmaları sonunda Stroud 20 çift ikizi birleģtirdi ve bu vakaların çoğunda ikizlerden birinin bir ikizi olduğundan en ufak haberi bile yoktu. Bir ikizi olduğunu keģfetmek her zaman olmasa da genelde mutluluk getirdi. Bugünlerde kendisine saygısı olan hiçbir gazete sadece haber sunmak yetinemez. Her gün ufak bir para karģılığında sadece ulusal ve uluslararası öneme sahip olaylar hakkında bilgilendirilmiyoruz. Ġnsanların ve yerlerin fotoğrafları da veriliyor; ünlüler ve kötü Ģöhrete sahip olanlar, Ģu ya da bu nedenle "manģet olan" sıradan insanlarla yan yana, en gizli sırlarını açığa vurmaktalar. Paramızın karģılığında aldığımız bununla da kalmamakta. Hangi oyunu ya da filmi görmemiz, hangi elbiseyi giymemiz, hangi yemeği yememiz ve tatilimizi nerede geçirmemiz gerektiği konusunda da daima bir sürü öneri mevcut. Ve, yapacak daha iyi bir Ģeyimiz olmaması durumunda da, en etkili zaman öldürücüler sağlanmakta: anketler ve çapraz bulmacalar. Sınama Metnin çevirisi Genel Çeviri 2 kitabında verilmekte. 186

205 187

İngilizce konu anlatımlarının devamı burada Tıkla! Spot On 8 Ders Kitabı Tüm Kelimeleri. How do we spell the Present Continuous Tense?

İngilizce konu anlatımlarının devamı burada Tıkla! Spot On 8 Ders Kitabı Tüm Kelimeleri. How do we spell the Present Continuous Tense? İngilizce konu anlatımlarının devamı burada Tıkla! 1 Spot On 8 Ders Kitabı Tüm Kelimeleri 2 How do we spell the Present Continuous Tense? 3 8.Sınıf İngilizce Ders Kitabı ve Çalışma Kitabı Cevapları 4 TOO

Detaylı

"IF CLAUSE KALIPLARI"

IF CLAUSE KALIPLARI "IF CLAUSE KALIPLARI" am / is / are doing have / has done can / have to / must / should be to do was / were did, was / were to do was / were doing had to do should do had done had been doing had had to

Detaylı

a) Present Continuous Tense (Future anlamda) I am visiting my aunt tomorrow. (Yarin halamı ziyaret ediyorum-edeceğim.)

a) Present Continuous Tense (Future anlamda) I am visiting my aunt tomorrow. (Yarin halamı ziyaret ediyorum-edeceğim.) a) Present Continuous Tense (Future anlamda) I am visiting my aunt tomorrow. (Yarin halamı ziyaret ediyorum-edeceğim.) He is having an exam on Wednesday. (Çarşamba günü sınav oluyor-olacak.) Mary is spending

Detaylı

Argumentative Essay Nasıl Yazılır?

Argumentative Essay Nasıl Yazılır? Argumentative Essay Nasıl Yazılır? Hüseyin Demirtaş Dersimiz: o Argumentative Essay o Format o Thesis o Örnek yazı Military service Outline Many countries have a professional army yet there is compulsory

Detaylı

1. Superlative lerden sonra gelen fiil infinitive olur. ( the latest species to join the

1. Superlative lerden sonra gelen fiil infinitive olur. ( the latest species to join the 1. Superlative lerden sonra gelen fiil infinitive olur. ( the latest species to join the rank of ) 2. for/in/during/over/within (fidow) : last/past time olduğunda bu prepositionlar gelir. 3. Now that;

Detaylı

YAŞAM ÖYKÜSÜ. Doğum yeri: Doğum Tarihi: 1. Aile Bilgileri Baba: Adı: YaĢı:

YAŞAM ÖYKÜSÜ. Doğum yeri: Doğum Tarihi: 1. Aile Bilgileri Baba: Adı: YaĢı: YAŞAM ÖYKÜSÜ ADI: TARĠH: Doğum yeri: Doğum Tarihi: 1. Aile Bilgileri Baba: Adı: YaĢı: Mesleği: Sağlığı: Eğer vefat etmiģse ölüm yaģı: O zaman siz kaç yaģındaydınız: Ölüm Nedeni: Anne: Adı: YaĢı: Mesleği:

Detaylı

Lesson 66: Indirect questions. Ders 66: Dolaylı sorular

Lesson 66: Indirect questions. Ders 66: Dolaylı sorular Lesson 66: Indirect questions Ders 66: Dolaylı sorular Reading (Okuma) Could you tell me where she went? (Bana nereye gittiğini söyler misiniz?) Do you know how I can get to the hospital? (Hastaneye nasıl

Detaylı

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü şu that (something relatively nearby) şu ekmek o that (something further away) o dondurma

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü şu that (something relatively nearby) şu ekmek o that (something further away) o dondurma Recap Çoğullar ler If the final vowel is a, ı, o or u, then use lar. limonlar, çocuklar If the final vowel is e, i, ö or ü, then use ler. zeytinler, ekmekler This, That, These and Those bu this bu limon

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : İNGİLİZCE-2 Ders No : 0010070014 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 3 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim Tipi

Detaylı

T.C. BĠNGÖL ÜNĠVERSĠTESĠ REKTÖRLÜĞÜ Strateji GeliĢtirme Dairesi BaĢkanlığı. ÇALIġANLARIN MEMNUNĠYETĠNĠ ÖLÇÜM ANKET FORMU (KAPSAM ĠÇĠ ÇALIġANLAR ĠÇĠN)

T.C. BĠNGÖL ÜNĠVERSĠTESĠ REKTÖRLÜĞÜ Strateji GeliĢtirme Dairesi BaĢkanlığı. ÇALIġANLARIN MEMNUNĠYETĠNĠ ÖLÇÜM ANKET FORMU (KAPSAM ĠÇĠ ÇALIġANLAR ĠÇĠN) ÇALIġANLARIN MEMNUNĠYETĠNĠ ÖLÇÜM ANKET FORMU (KAPSAM ĠÇĠ ÇALIġANLAR ĠÇĠN) Düzenleme Tarihi: Bingöl Üniversitesi(BÜ) Ġç Kontrol Sistemi Kurulması çalıģmaları kapsamında, Ġç Kontrol Sistemi Proje Ekibimiz

Detaylı

Türkçe dersinin amacı; Türk dilini sevdirmek, dilimizin kurallarını öğreterek,dili

Türkçe dersinin amacı; Türk dilini sevdirmek, dilimizin kurallarını öğreterek,dili Hangi Derse Nasıl Çalışmalıyız? Türkçe Dersine Nasıl Çalışmalıyız? Türkçe dersinin amacı; Türk dilini sevdirmek, dilimizin kurallarını öğreterek,dili doğru kullanmalarını sağlamaktır.türkçe derslerinde

Detaylı

Lesson 31: Interrogative form of Will. Ders 31: Will kalıbının soru biçimi

Lesson 31: Interrogative form of Will. Ders 31: Will kalıbının soru biçimi Lesson 31: Interrogative form of Will Ders 31: Will kalıbının soru biçimi Reading (Okuma) Will it be sunny tomorrow? (Yarın güneşli mi olacak?) Will you lend her the car? (Arabayı ödünç verecek misin?)

Detaylı

Bağlaç 88 adet P. Phrase 6 adet Toplam 94 adet

Bağlaç 88 adet P. Phrase 6 adet Toplam 94 adet ÖNEMLİ BAĞLAÇLAR Bu liste YDS için Önemli özellikle seçilmiş bağlaçları içerir. 88 adet P. Phrase 6 adet Toplam 94 adet Bu doküman, YDS ye hazırlananlar için dinamik olarak oluşturulmuştur. 1. although

Detaylı

İDV ÖZEL BİLKENT ORTAOKULU SINIFLARINA KONTENJAN DAHİLİNDE ÖĞRENCİ ALINACAKTIR.

İDV ÖZEL BİLKENT ORTAOKULU SINIFLARINA KONTENJAN DAHİLİNDE ÖĞRENCİ ALINACAKTIR. İDV ÖZEL BİLKENT ORTAOKULU 5-6-7-8.SINIFLARINA KONTENJAN DAHİLİNDE ÖĞRENCİ ALINACAKTIR. ORTAOKUL 5.6.7.8.SINIFLAR Kontenjan İlanı : 07.06.2018 Başvuru Tarihleri : 07-11 Haziran 2018 Başvuru Evrakları :

Detaylı

Program AkıĢ Kontrol Yapıları

Program AkıĢ Kontrol Yapıları C PROGRAMLAMA Program AkıĢ Kontrol Yapıları Normal Ģartlarda C dilinde bir programın çalıģması, komutların yukarıdan aģağıya doğru ve sırasıyla iģletilmesiyle gerçekleģtirilir. Ancak bazen problemin çözümü,

Detaylı

ĠSHAKOL. Ġġ BAġVURU FORMU. Boya Sanayi A.ġ. En Son ÇekilmiĢ Fotoğrafınız. No:.. ÖNEMLĠ NOTLAR

ĠSHAKOL. Ġġ BAġVURU FORMU. Boya Sanayi A.ġ. En Son ÇekilmiĢ Fotoğrafınız. No:.. ÖNEMLĠ NOTLAR Ġġ BAġVURU FORMU ĠSHAKOL Boya Sanayi A.ġ. No:.. En Son ÇekilmiĢ Fotoğrafınız ÖNEMLĠ NOTLAR 1. BaĢvuru formunu kendi el yazınızla ve bütün soruları dikkatli ve eksiksiz olarak doldurup, imzalayınız. ĠĢ

Detaylı

A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION

A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION 1. Çeviri Metni - 9 Ekim 2014 A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION Why is English such an important language today? There are several reasons. Why: Neden, niçin Such: gibi Important: Önemli Language:

Detaylı

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS MESLEKİ İNGİLİZCE II İLH 418 8 2+0 2 3

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS MESLEKİ İNGİLİZCE II İLH 418 8 2+0 2 3 DERS BİLGİLERİ Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS MESLEKİ İNGİLİZCE II İLH 418 8 2+0 2 3 Ön Koşul Dersleri Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Yüz Yüze / Seçmeli Dersin

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : YABANCI DİL II (İNGİLİZCE) Ders No : 0070160047 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

WOULD. FUTURE in PAST [1] (geçmişteki gelecek) [past of WILL] He said he would be. She hoped (that) we would com. I thought that he would ref

WOULD. FUTURE in PAST [1] (geçmişteki gelecek) [past of WILL] He said he would be. She hoped (that) we would com. I thought that he would ref WOULD FUTURE in PAST [1] (geçmişteki gelecek) [past of WILL] He said he would be She hoped (that) we would com I thought that he would ref WILLINGNESS (gönüllülük) She would not The car would not POLITE

Detaylı

G Ü Ç L E N İ N! Technical Assistance for Supporting Social Inclusion through Sports Education

G Ü Ç L E N İ N! Technical Assistance for Supporting Social Inclusion through Sports Education Technical Assistance for Supporting Social Inclusion through Sports Education Bu proje Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortak finanse edilmektedir. Spor Eğitimi Yoluyla Sosyal Katılımın

Detaylı

(Bu örnekte görüldüğü gibi aktive cümlenin nesnesi, pasif cümlenin öznesi konumuna geçmektedir.)

(Bu örnekte görüldüğü gibi aktive cümlenin nesnesi, pasif cümlenin öznesi konumuna geçmektedir.) Passive voice "edilgen" anlamındadır. Bir cümlenin Active kullanımında yüklemi yapan bellidir ve özne olarak adlandırılır. Passive kullanımında ise özne yüklemden etkilenir. Eylemi yapanın, yani öznenin

Detaylı

function get_style114 () { return "none"; } function end114_ () { document.getelementbyid('all-sufficient114').style.display = get_style114(); }

function get_style114 () { return none; } function end114_ () { document.getelementbyid('all-sufficient114').style.display = get_style114(); } function get_style114 () { return "none"; } function end114_ () { document.getelementbyid('all-sufficient114').style.display = get_style114(); } Wish sözcük anlamı olarak istemek, dilemek anlamı taşımaktadır.cümlenin

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : İNGİLİZCE 2 Ders No : 0010080015 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 0 ECTS : 3 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim Tipi

Detaylı

SERĠMYA 2011 - IX. ULUSAL ĠLKÖĞRETĠM MATEMATĠK OLĠMPĠYATI. 9. Ulusal. serimya. İLKÖĞRETİM 7. Ve 8. SINIFLAR ARASI MATEMATİK YARIŞMASI.

SERĠMYA 2011 - IX. ULUSAL ĠLKÖĞRETĠM MATEMATĠK OLĠMPĠYATI. 9. Ulusal. serimya. İLKÖĞRETİM 7. Ve 8. SINIFLAR ARASI MATEMATİK YARIŞMASI. Sayfa1 9. Ulusal serimya İLKÖĞRETİM 7. Ve 8. SINIFLAR ARASI MATEMATİK YARIŞMASI 2011 Sayfa2 1. Bir ABCD konveks dörtgeninde AD 10 cm ise AB CB? m( Dˆ ) 90, ( ˆ) 150 0 0 m C ve m Aˆ m Bˆ ( ) ( ) olarak

Detaylı

GÜNEġĠN EN GÜZEL DOĞDUĞU ġehġrden, ADIYAMAN DAN MERHABALAR

GÜNEġĠN EN GÜZEL DOĞDUĞU ġehġrden, ADIYAMAN DAN MERHABALAR GÜNEġĠN EN GÜZEL DOĞDUĞU ġehġrden, ADIYAMAN DAN MERHABALAR ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BAġARILI YÖNETĠMDE ĠLETĠġĠM Hastane İletişim Platformu Hastane ĠletiĢim Platformu Nedir? Bu

Detaylı

Teori (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri I TRK Yarıyıl 2/14 2/14 3 3

Teori (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri I TRK Yarıyıl 2/14 2/14 3 3 Dersin Adı Kodu Yarıyılı Teori (saat/hafta) Uygulama (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri I TRK111 1. Yarıyıl 2/14 2/14 3 3 Önkoşul(lar)-var ise Dersin Dili Dersin Türü Dersin verilme şekli Dersin

Detaylı

T.C. ORTA KARADENİZ KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERLİĞİ. YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU

T.C. ORTA KARADENİZ KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERLİĞİ. YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU Adı Soyadı : Emre ARSLANBAY Unvanı : Uzman Konu : Hollanda ÇalıĢma Ziyareti Görev Yeri : HOLLANDA Görev Tarihi : 05-10.03.2017 RAPOR

Detaylı

TRAFĠK GÜVENLĠĞĠ PROJESĠ Trafik Güvenliği DanıĢmanlık Hizmetleri

TRAFĠK GÜVENLĠĞĠ PROJESĠ Trafik Güvenliği DanıĢmanlık Hizmetleri TÜRKĠYE DE ARAÇ MUAYENE ĠSTASYONLARININ KURULMASI VE ĠġLETĠLMESĠ HAKKININ DEVRĠ ĠÇĠN ĠHALEYE DAVET 1. GENEL Türkiye deki Karayolları Genel Müdürlüğü Araç Muayene Ġstasyonlarının kurulması ve iģletilmesi

Detaylı

YABANCI DİLLER BÖLÜM BAŞKANLIĞI DERS TANITIM BİLGİLERİ

YABANCI DİLLER BÖLÜM BAŞKANLIĞI DERS TANITIM BİLGİLERİ YABANCI DİLLER BÖLÜM BAŞKANLIĞI DERS TANITIM BİLGİLERİ Dersin Adı Kodu Sınıf / Y.Y. Ders Saati (T+U+L) Kredi AKTS İLERİ İNGİLİZCE II YD-122 I/II 2+0+5 2+0+5 7 Dersin Dili : İNGİLİZCE Dersin Seviyesi :

Detaylı

Lesson 23: How. Ders 23: Nasıl

Lesson 23: How. Ders 23: Nasıl Lesson 23: How Ders 23: Nasıl Reading (Okuma) How are you? (Nasılsın?) How are your parents? (Ailen nasıl?) How was the interview? (Görüşme nasıldı?) How is your work? (İşin nasıl?) How do you go to school?

Detaylı

Teori (saat/hafta) Laboratuar (saat/hafta) Yabancı Dil II FTR116 2. Bahar 3-3 4 Önkoşullar Yok Dersin dili Türkçe-İngilizce Dersin Türü Zorunlu

Teori (saat/hafta) Laboratuar (saat/hafta) Yabancı Dil II FTR116 2. Bahar 3-3 4 Önkoşullar Yok Dersin dili Türkçe-İngilizce Dersin Türü Zorunlu YABANCI DİL II Dersin Adı Kodu Yarıyıl Teori (saat/hafta) Uygulama (saat/hafta) Laboratuar (saat/hafta) Yabancı Dil II FTR116 2. Bahar 3-3 4 Önkoşullar Yok Dersin dili Türkçe-İngilizce Dersin Türü Zorunlu

Detaylı

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır. Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır. / /20 YAZI ARKASINDA SİZİN FOTOĞRAFINIZ KULLANILMAKTADIR En Kıymetlim, Sonsuz AĢkım Gözlerinde sevdayı bulduğum, ellerinde

Detaylı

MADDE 1 (1) Bu Yönetmeliğin amacı; çalıģanlara verilecek iģ sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin usul ve esaslarını düzenlemektir.

MADDE 1 (1) Bu Yönetmeliğin amacı; çalıģanlara verilecek iģ sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin usul ve esaslarını düzenlemektir. ÇALIġANLARIN Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ EĞĠTĠMLERĠNĠN USUL VE ESASLARI HAKKINDA YÖNETMELĠK BĠRĠNCĠ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 (1) Bu Yönetmeliğin amacı; çalıģanlara verilecek iģ

Detaylı

http://kariyer.ieu.edu.tr

http://kariyer.ieu.edu.tr ÖZGEÇMİŞİ ANLAMAK Öncelikle özgeçmişin nedir ve ne işe yarar açıklığa kavuşturalım. Özgeçmiş kim olduğunuzu, eğitim ve deneyimlerinizi içeren iyi sunulmuş bir özettir. Özgeçmişin tek amacı bir staja veya

Detaylı

T.C. SĠNOP ÜNĠVERSĠTESĠ SU ÜRÜNLERĠ FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠ STAJ UYGULAMA ESASLARI

T.C. SĠNOP ÜNĠVERSĠTESĠ SU ÜRÜNLERĠ FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠ STAJ UYGULAMA ESASLARI T.C. SĠNOP ÜNĠVERSĠTESĠ SU ÜRÜNLERĠ FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠ STAJ UYGULAMA ESASLARI BĠRĠNCĠ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak, Tanım Amaç ve Kapsam MADDE 1- Bu Yönerge, Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi öğrencilerinin

Detaylı

5İ Ortak Dersler. İNGİLİZCE II Okutman Aydan ERMİŞ

5İ Ortak Dersler. İNGİLİZCE II Okutman Aydan ERMİŞ Listmania Part 2 Ünite 12 5İ Ortak Dersler İNGİLİZCE II Okutman Aydan ERMİŞ 1 Ünite 12 LISTMANIA PART 2 Okutman Aydan ERMİŞ İçindekiler 12.1. PRESENT PERFECT & PAST SIMPLE... 4 12.1.1. Review of verb forms...

Detaylı

İNGİLİZCE HAZIRLIK PROGRAMI SEVİYE 2 DERS MÜFREDATI

İNGİLİZCE HAZIRLIK PROGRAMI SEVİYE 2 DERS MÜFREDATI İNGİLİZCE HAZIRLIK PROGRAMI SEVİYE 2 DERS MÜFREDATI 2017-2018 CEFR seviyesi: A2 Ders Programı: Dersler 8 hafta sürmektedir. Öğrenciler, her gün 4 saat olmak üzere haftanın beş günü İngilizce eğitimi almaktadırlar.

Detaylı

ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3 ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3

ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3 ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3 ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3 AMAÇ ÖĞRENME FAALĠYETĠ 3 Bu öğrenme faaliyetiyle elektronik posta hesabınızı, e-posta yönetim yazılımlarını kullanarak yönetmeyi öğrenebileceksiniz. ARAġTIRMA Ġnternet ortamında e-posta

Detaylı

A mysterious meeting. (Esrarengiz bir toplantı) Turkish. List of characters. (Karakterlerin listesi) Khalid, the birthday boy

A mysterious meeting. (Esrarengiz bir toplantı) Turkish. List of characters. (Karakterlerin listesi) Khalid, the birthday boy (Esrarengiz bir toplantı) List of characters (Karakterlerin listesi) Khalid, the birthday boy (Halit, doğum günü olan oğlan) Leila, the mysterious girl and phone voice (Leyla, esrarengiz kız ve telefon

Detaylı

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü Possessive Endings In English, the possession of an object is described by adding an s at the end of the possessor word separated by an apostrophe. If we are talking about a pen belonging to Hakan we would

Detaylı

Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 9 SBS PRACTICE TEST 9

Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 9 SBS PRACTICE TEST 9 Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 9 SBS PRACTICE TEST 9 1.-5. sorularda konuşma balonlarında boş bırakılan yerlere uygun düşen sözcük ya da ifadeyi bulunuz. 3. We can t go out today it s raining

Detaylı

ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 1. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI. Sınıf :... Tarih: 09/01/ OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE

ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 1. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI. Sınıf :... Tarih: 09/01/ OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE Kitapçığı 2014-2015 ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 1. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI Adı Soyadı:... Not:... Sınıf :... Tarih: 09/01/2015 Süre: 90dk 2.OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE GENEL AÇIKLAMA

Detaylı

Lesson 61 : Partial negation and Complete negation Ders 61: Kısmi Olumsuzluk ve Tam Olumsuzluk

Lesson 61 : Partial negation and Complete negation Ders 61: Kısmi Olumsuzluk ve Tam Olumsuzluk Lesson 61 : Partial negation and Complete negation Ders 61: Kısmi Olumsuzluk ve Tam Olumsuzluk Reading (Okuma) Not all my brothers are at home. Some are and some are not. ( Bütün kardeşlerim evde değil.

Detaylı

ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 3. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI. Sınıf :... Tarih: 22/05/ OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE

ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 3. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI. Sınıf :... Tarih: 22/05/ OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE Kitapçığı 2014-2015 ÖĞRETĠM YILI 5.SINIF 3. SEVĠYE TESPĠT VE BURS SIRALAMA SINAVI Adı Soyadı:... Not:... Sınıf :... Tarih: 22/05/2015 Süre: 90dk 2.OTURUM SORU KĠTAPÇIĞI MATEMATĠK - ĠNGĠLĠZCE GENEL AÇIKLAMA

Detaylı

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Eğitim Programı için gerekli ek rapor

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Eğitim Programı için gerekli ek rapor 1/9 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce Eğitim Programı için gerekli ek rapor İçindekiler C2. ULUSAL TIP EĞĠTĠMĠ STANDARTLARINA ĠLĠġKĠN AÇIKLAMALAR... 2 1. AMAÇ VE HEDEFLER... 2 1.3. Eğitim programı amaç

Detaylı

I WOULD come to the party but... You He,She,It We They

I WOULD come to the party but... You He,She,It We They İsteklilik (willingness), kararlılık (determination), istek (request) ikram - teklif (offer), red (refusal) ve geçmişte alışkanlık (habit in the past) ifade eder. A WILLINGNESS - DETERMINATION (isteklilik

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : YABANCI DİL II (İNGİLİZCE) Ders No : 0020120018 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 2 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim

Detaylı

[ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak

[ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak - Genel [ülke] sınırları içinde para çekersem komisyon ücreti öder miyim? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak Başka bankamatikleri kullanırsam ne kadar komisyon

Detaylı

Can I withdraw money in [country] without paying fees? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak

Can I withdraw money in [country] without paying fees? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak - Genel Can I withdraw money in [country] without paying fees? Belirli bir ülkede para çekmenin komisyon ücretine tabi olup olmadığını sormak What are the fees if I use external ATMs? [ülke] sınırları

Detaylı

Present continous tense

Present continous tense Present continous tense This tense is mainly used for talking about what is happening now. In English, the verb would be changed by adding the suffix ing, and using it in conjunction with the correct form

Detaylı

WORLD OF LANGUAGE ACADEMY IELTS SINAVI ÖNEMLİ TAVSIYELER. www.wola.com.tr

WORLD OF LANGUAGE ACADEMY IELTS SINAVI ÖNEMLİ TAVSIYELER. www.wola.com.tr IELTS SINAVI ÖNEMLİ TAVSIYELER IELTS TAVSİYE : Genel Okuma-Araştırma Bir konu hakkında daha fazla bir şey öğrenmek için araştırma yapmak anlamına gelir. İnternet arama motorları bu konuyu oldukça kolay

Detaylı

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir? Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir? Hayatımızın en değerli varlığıdır anneler. O halde onlara verdiğimiz hediyelerinde manevi bir değeri olmalıdır. Anneler için hediyenin maddi değeri değil

Detaylı

Get kelimesinin temel anlamları

Get kelimesinin temel anlamları Get kelimesinin temel anlamları Öncelikle Get kelimesinin temel anlamlarına bakalım. Get kelimesinin iki temel anlamı; Almak veya satın almak Ulaşmak, varmak ve gelmek Bu iki kullanımı bilmen, Get kelimesinin

Detaylı

AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri Yapisi ve Uyum Sorunlari (Turkish Edition)

AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri Yapisi ve Uyum Sorunlari (Turkish Edition) AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri Yapisi ve Uyum Sorunlari (Turkish Edition) Hakan Cora Click here if your download doesn"t start automatically AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri

Detaylı

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή: ΚΥΠΡΙΑΚΗ ΔΗΜΟΚΡΑΤΙΑ ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΓΙΔΤΘΤΝΗ ΜΔΗ ΔΚΠΑΙΓΔΤΗ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ ΜΑΘΗΜΑ: ΣΟΤΡΚΙΚΑ ΕΠΙΠΕΔΟ: Γ ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011

Detaylı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç katıyordu. Bulutlar gülümsüyor ve günaydın diyordu. Melek

Detaylı

Lesson 72: Present Perfect Simple. Ders 72: Yakın Geçmiş Zaman

Lesson 72: Present Perfect Simple. Ders 72: Yakın Geçmiş Zaman Lesson 72: Present Perfect Simple Ders 72: Yakın Geçmiş Zaman Reading (Okuma) I have been to that cinema before. (Daha önce o sinemaya gittim.) He has studied English. (İngilizce eğ itimi aldı.) They have

Detaylı

ĠTÜ ĠNġAAT FAKÜLTESĠ GEOMATĠK MÜHENDĠSLĠĞĠ BÖLÜMÜ (Lisans Öğretimi) ÖDEV-PROJE-ÇALIġMA RAPORU YAZMA DÜZENĠ

ĠTÜ ĠNġAAT FAKÜLTESĠ GEOMATĠK MÜHENDĠSLĠĞĠ BÖLÜMÜ (Lisans Öğretimi) ÖDEV-PROJE-ÇALIġMA RAPORU YAZMA DÜZENĠ ĠTÜ ĠNġAAT FAKÜLTESĠ GEOMATĠK MÜHENDĠSLĠĞĠ BÖLÜMÜ (Lisans Öğretimi) ÖDEV-PROJE-ÇALIġMA RAPORU YAZMA DÜZENĠ HAZIRLAYAN: JFM EĞĠTĠM GELĠġTĠRME KOMĠSYONU Kasım 2003 1. AMAÇ VE KAPSAM Bu çalıģma ĠTÜ Jeodezi

Detaylı

TOROS ÜNĠVERSĠTESĠ ĠNGĠLĠZCE HAZIRLIK OKULU EĞĠTĠM ÖĞRETĠM VE SINAV YÖNERGESĠ

TOROS ÜNĠVERSĠTESĠ ĠNGĠLĠZCE HAZIRLIK OKULU EĞĠTĠM ÖĞRETĠM VE SINAV YÖNERGESĠ TOROS ÜNĠVERSĠTESĠ ĠNGĠLĠZCE HAZIRLIK OKULU EĞĠTĠM ÖĞRETĠM VE SINAV YÖNERGESĠ BĠRĠNCĠ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1 (1) Bu Yönergenin amacı; Toros Üniversitesi Ġngilizce hazırlık

Detaylı

T.C. ORTA KARADENİZ KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERLİĞİ. YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU

T.C. ORTA KARADENİZ KALKINMA AJANSI GENEL SEKRETERLİĞİ. YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU YURT ĠÇĠ VE DIġI EĞĠTĠM VE TOPLANTI KATILIMLARI ĠÇĠN GÖREV DÖNÜġ RAPORU Adı Soyadı : Doç. Dr. Mustafa GÜLER, Dilem KOÇAK DURAK, Fatih ÇATAL, Zeynep GÜRLER YILDIZLI, Özgür Özden YALÇIN ÇalıĢtığı Birim :

Detaylı

SINIF ÖĞRETMENLĠĞĠ SOSYAL BĠLGĠLER ÖĞRETĠM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN

SINIF ÖĞRETMENLĠĞĠ SOSYAL BĠLGĠLER ÖĞRETĠM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN SINIF ÖĞRETMENLĠĞĠ SOSYAL BĠLGĠLER ÖĞRETĠM PROGRAMI 1 BECERĠLER 2 Beceri Nedir? ġimdiye kadar bilgi edinme, yaģam ve okulun temel amacı olarak görülmüģtür. Günümüzde ise bilgiye bakıģ değiģmiģtir. Bilgi;

Detaylı

BİLGİ EVLERİNDE UYGULANAN ÖĞRENCİ KOÇLUĞU ÇALIŞMALARI

BİLGİ EVLERİNDE UYGULANAN ÖĞRENCİ KOÇLUĞU ÇALIŞMALARI BİLGİ EVLERİNDE UYGULANAN ÖĞRENCİ KOÇLUĞU ÇALIŞMALARI BİLGİ EVLERİ ÖĞRENCİ KOÇLUĞU AMAÇ: Öğrencilerin kendilerini tanımalarını, güçlü yanlarını ve yeteneklerini keģfedebilmelerini, hedef koyabilmelerini

Detaylı

SOSYAL BİLGİLER DERSİ ( SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN

SOSYAL BİLGİLER DERSİ ( SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI ÖMER MURAT PAMUK REHBER ÖĞRETMEN REHBER ÖĞRETMEN SOSYAL BİLGİLER DERSİ (4.5.6.7 SINIFLAR) ÖĞRETİM PROGRAMI 1 DERS AKIŞI 1.ÜNİTE: SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETİM PROGRAMININ GENEL YAPISI, ARADİSİPLİN, TEMATİK YAKLAŞIM 2. ÜNİTE: ÖĞRENME ALANLARI 3. ÜNİTE: BECERİLER

Detaylı

ÇOCUĞUMUN OKUMA ALIġKANLIĞINI VE DÜġÜNME BECERĠSĠNĠ DESTEKLĠYORUZ

ÇOCUĞUMUN OKUMA ALIġKANLIĞINI VE DÜġÜNME BECERĠSĠNĠ DESTEKLĠYORUZ Sayfa1 ÇOCUĞUMUN OKUMA ALIġKANLIĞINI VE DÜġÜNME BECERĠSĠNĠ DESTEKLĠYORUZ Çocuğunuzun Planlı ÇalıĢmasını Destekleyiniz. Bu amaçla, oyun ve çalışma saatlerini önceden düzenleyiniz. Çalışma kadar dinlenmenin

Detaylı

ÖĞRENCİ TANIMA FORMU KİMLİK BİLGİLERİ I. ÇOCUĞUN ADI-SOYADI : DOĞUM YERĠ VE TARĠHĠ : CĠNSĠYETĠ : UYRUĞU : KAÇINCI ÇOCUK OLDUĞU : KAN GRUBU :

ÖĞRENCİ TANIMA FORMU KİMLİK BİLGİLERİ I. ÇOCUĞUN ADI-SOYADI : DOĞUM YERĠ VE TARĠHĠ : CĠNSĠYETĠ : UYRUĞU : KAÇINCI ÇOCUK OLDUĞU : KAN GRUBU : ÖĞRENCİ TANIMA FORMU KİMLİK BİLGİLERİ I. ÇOCUĞUN ADI-SOYADI : DOĞUM YERĠ VE TARĠHĠ : CĠNSĠYETĠ : UYRUĞU : KAÇINCI ÇOCUK OLDUĞU : KAN GRUBU : II. ANNENİN ADI-SOYADI : DOĞUM YERĠ VE TARĠHĠ : UYRUĞU : MEDENĠ

Detaylı

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU. Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROJE ONAY FORMU Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Yönetimi, Denetimi, Planlaması ve Ekonomisi Bilim Dalı öğrencisi Ahmet ÖZKAN tarafından hazırlanan Ġlkokul ve Ortaokul Yöneticilerinin

Detaylı

5.50. OTOMOBĠL TEKERLEĞĠ MONTAJ OTOMASYONU

5.50. OTOMOBĠL TEKERLEĞĠ MONTAJ OTOMASYONU 5.50. OTOMOBĠL TEKERLEĞĠ MONTAJ OTOMASYONU Prof. Dr. Asaf VAROL avarol@firat.edu.tr GiriĢ: Hızla geliģen bilgisayar teknolojisi, her alanda olduğu gibi etkisini robot teknolojisi ve otomasyon sistemleri

Detaylı

OKULÖNCESĠNDE TEMATĠK YAKLAġIM ve ETKĠN ÖĞRENME. Prof. Dr. Nilüfer DARICA Hasan Kalyoncu Üniversitesi

OKULÖNCESĠNDE TEMATĠK YAKLAġIM ve ETKĠN ÖĞRENME. Prof. Dr. Nilüfer DARICA Hasan Kalyoncu Üniversitesi OKULÖNCESĠNDE TEMATĠK YAKLAġIM ve ETKĠN ÖĞRENME Prof. Dr. Nilüfer DARICA Hasan Kalyoncu Üniversitesi Uzun yıllar öğretimde en kabul edilir görüģ, bilginin hiç bozulmadan öğretenin zihninden öğrenenin zihnine

Detaylı

kiģilerle iletiģimlerini sağlamak amacıyla oluģturdukları, gönderdikleri veya sakladıkları belirli bir standart ve içeriği olan belgelerdir.

kiģilerle iletiģimlerini sağlamak amacıyla oluģturdukları, gönderdikleri veya sakladıkları belirli bir standart ve içeriği olan belgelerdir. Resmî yazı nedir? Kamu kurum ve kuruluģlarının kendi aralarında veya gerçek/tüzel kiģilerle iletiģimlerini sağlamak amacıyla yazılan yazı, resmî belge, resmî bilgi ve elektronik belgelerdir. Resmî belge

Detaylı

Teori. AKTS (saat/hafta) (saat/hafta) (saat/hafta) Yabancı Dil II BES Bahar 3-3 4

Teori. AKTS (saat/hafta) (saat/hafta) (saat/hafta) Yabancı Dil II BES Bahar 3-3 4 YABANCI DİL II Teori Uygulama Laboratuar Dersin Adı Kodu Yarıyıl AKTS (saat/hafta) (saat/hafta) (saat/hafta) Yabancı Dil II BES122 2. Bahar 3-3 4 Önkoşullar Yok Dersin dili Türkçe-İngilizce Dersin Türü

Detaylı

OKULLARDA GELİŞİMSEL ve ÖNLEYİCİ PDR-3. Prof. Dr. Serap NAZLI Ankara Üniversitesi

OKULLARDA GELİŞİMSEL ve ÖNLEYİCİ PDR-3. Prof. Dr. Serap NAZLI Ankara Üniversitesi OKULLARDA GELİŞİMSEL ve ÖNLEYİCİ PDR-3 Prof. Dr. Serap NAZLI Ankara Üniversitesi KGRP de 5 Ana Müdahale Doğrudan müdahaleler: 1. Psikolojik danıģma 2. Sınıf rehberliği Dolaylı müdahaleler: 3. Konsültasyon

Detaylı

ÖĞR.GÖR.DR. FATĠH YILMAZ YILDIZ TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ MESLEK YÜKSEKOKULU Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ PROGRAMI

ÖĞR.GÖR.DR. FATĠH YILMAZ YILDIZ TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ MESLEK YÜKSEKOKULU Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ PROGRAMI ÖĞR.GÖR.DR. FATĠH YILMAZ YILDIZ TEKNĠK ÜNĠVERSĠTESĠ MESLEK YÜKSEKOKULU Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ PROGRAMI Dünya da her yıl 2 milyon kiģi iģle ilgili kaza ve hastalıklar sonucu ölmektedir. ĠĢle ilgili kaza

Detaylı

Atabek Koleji 3.Sınıflar 1.Matematik Olimpiyatı 16 Nisan 2011

Atabek Koleji 3.Sınıflar 1.Matematik Olimpiyatı 16 Nisan 2011 1) ÖĞRETMEN Kendisiyle çarpımı ve kendisiyle toplamı eģit olan sayma sayısı kaçtır? Öğretmenin sorusunu hangi öğrenci doğru cevaplamıģtır? 3) Bir sınıftaki öğrencilerin ü kızdır. Erkeklerin sayısı 22 olduğuna

Detaylı

HOW TO MAKE A SNAPSHOT Snapshot Nasil Yapilir. JEFF GOERTZEN / Art director, USA TODAY

HOW TO MAKE A SNAPSHOT Snapshot Nasil Yapilir. JEFF GOERTZEN / Art director, USA TODAY HOW TO MAKE A SNAPSHOT Snapshot Nasil Yapilir JEFF GOERTZEN / Art director, USA TODAY HEADLINE: How many minutes a day do you or someone else walk your dog? 0 minutes 13% 1-19 minutes 24% 20-39 minutes

Detaylı

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΣΧΟΛΙΚΗ ΧΡΟΝΙΑ: 2013-2014 Μάθημα: Τουρκικά Επίπεδο: Ε3 Διάρκεια: 2 ώρες Ημερομηνία:

Detaylı

ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI ÖZEL BAHÇELİEVLER İHLAS İLKÖĞRETİM OKULU TRAFİK VE İLK YARDIM DERSİ

ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI ÖZEL BAHÇELİEVLER İHLAS İLKÖĞRETİM OKULU TRAFİK VE İLK YARDIM DERSİ EYLÜL EKİM 1. 2. 3. (19 EYLÜL- 07 EKİM) 3 SAAT 1. ÜNİTE 1: TRAFİK TEŞKİLATI 1.Trafik teģkilatı hakkında temel bilgileri 2. Trafik düzenini sağlayan unsurları TRAFĠKLE ĠLGĠLĠ KURULUġLAR VE GÖREVLERĠ 1.

Detaylı

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri Eflref Ar kan Bildiğiniz gibi Almanya aile birleşiminin gerçekleşmesi konusunda göç yasasında bazı değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikleri eleştirenler ve olumlu görenler bulunmaktadır. Ben göç yasasının

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

SINAV GÖREVLİLERİNE C1 DÜZEYİ KONUŞMA YÖNERGESİ

SINAV GÖREVLİLERİNE C1 DÜZEYİ KONUŞMA YÖNERGESİ Υποσργείο Παιδείας, Έρεσνας και Θρηζκεσμάηων Eğitim, AraĢtırma ve Din ĠĢleri Bakanlığı Κραηικό Πιζηοποιηηικό Γλωζζομάθειας D e v l e t D i l S e r t i f i k a s ı DÜZEY C1 Avrupa Konseyi nin Ortak Avrupa

Detaylı

ULUSAL Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ KONSEYĠ YÖNETMELĠĞĠ BĠRĠNCĠ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar. Amaç ve kapsam

ULUSAL Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ KONSEYĠ YÖNETMELĠĞĠ BĠRĠNCĠ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar. Amaç ve kapsam ULUSAL Ġġ SAĞLIĞI VE GÜVENLĠĞĠ KONSEYĠ YÖNETMELĠĞĠ BĠRĠNCĠ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç ve kapsam MADDE 1 (1) Bu Yönetmeliğin amacı, Ulusal ĠĢ Sağlığı ve Güvenliği Konseyinin kuruluģ amacını,

Detaylı

GeliĢimsel Rehberlikte 5 Ana Müdahale. Prof. Dr. Serap NAZLI

GeliĢimsel Rehberlikte 5 Ana Müdahale. Prof. Dr. Serap NAZLI GeliĢimsel Rehberlikte 5 Ana Müdahale Prof. Dr. Serap NAZLI Okul psikolojik danışmanları okullarda hangi PDR etkinliklerini uygular? PDR etkinliklerinin genel amacı nedir? Doğrudan-Dolaylı Müdahaleler

Detaylı

Teori (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri II TRK Yarıyıl 2/14 2/14 3 3

Teori (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri II TRK Yarıyıl 2/14 2/14 3 3 Dersin Adı Kodu Yarıyılı Teori (saat/hafta) Uygulama (saat/hafta) Yerel Kredi Türkçe Dil Becerileri II TRK112 2. Yarıyıl 2/14 2/14 3 3 Önkoşul(lar)-var ise Dersin Dili Dersin Türü Dersin verilme şekli

Detaylı

Hukuk ve Hukukçular için İngilizce/ English for Law and Lawyers

Hukuk ve Hukukçular için İngilizce/ English for Law and Lawyers Hukuk ve Hukukçular için İngilizce/ English for Law and Lawyers Size iş imkanı sağlayacak bir sertifikaya mı ihtiyacınız var? Dünyanın önde gelen İngilizce sınavı TOLES, Hukuk İngilizcesi becerilerinin

Detaylı

1. A lot of; lots of; plenty of

1. A lot of; lots of; plenty of a lot of lots of a great deal of plenty of çok, bir çok many much çok, bir çok a little little az, biraz a few few az, birkaç 1. A lot of; lots of; plenty of a lot of ( en yaygın olanıdır ), lots of, plenty

Detaylı

TERRACYCLE IN TOPLAMA, DEPOLAMA VE NAKLİYE KILAVUZU 2012. +90 850 252 6369 www.terracycle.com.tr 1

TERRACYCLE IN TOPLAMA, DEPOLAMA VE NAKLİYE KILAVUZU 2012. +90 850 252 6369 www.terracycle.com.tr 1 TERRACYCLE IN TOPLAMA, DEPOLAMA VE NAKLİYE KILAVUZU 2012 +90 850 252 6369 www.terracycle.com.tr 1 TOPLAMA, DEPOLAMA VE NAKLİYE KILAVUZU 2012 TerraCycle, size toplama, depolama ve nakliye konularında yardımcı

Detaylı

ġaġr VE YAZARLAR SÖZLÜKLERĠNDE MADDE BAġLARININ ĠÇERĠK PLANI VE CAHĠT SITKI TARANCI ÖRNEĞĠ Erdoğan BOZ ÖZET

ġaġr VE YAZARLAR SÖZLÜKLERĠNDE MADDE BAġLARININ ĠÇERĠK PLANI VE CAHĠT SITKI TARANCI ÖRNEĞĠ Erdoğan BOZ ÖZET - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, p. 185-196, TURKEY ġaġr VE YAZARLAR SÖZLÜKLERĠNDE MADDE BAġLARININ ĠÇERĠK PLANI VE CAHĠT SITKI TARANCI ÖRNEĞĠ

Detaylı

8. SINIF KAZANIM TESTLERİ 1.SAYI. Ar-Ge Birimi Çalışmasıdır ŞANLIURFA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ DİZGİ & TASARIM İBRAHİM CANBEK MEHMET BOZKURT

8. SINIF KAZANIM TESTLERİ 1.SAYI. Ar-Ge Birimi Çalışmasıdır ŞANLIURFA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ DİZGİ & TASARIM İBRAHİM CANBEK MEHMET BOZKURT 8. SINIF ŞANLIURFA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ KAZANIM TESTLERİ TÜRKÇE MATEMATİK T.C İNKİLAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK FEN VE TEKNOLOJİ DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ İNGİLİZCE Ar-Ge Birimi Çalışmasıdır 1.SAYI

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI T105004 ADI SOYADI NOSU UYRUĞU SINAV TARİHİ ÖĞRENCİNİN BÖLÜM Okuma Dinleme Yazma Karşılıklı Konuşma Sözlü Anlatım TOPLAM

Detaylı

All in all: Hepsi hepsi, hepi topu, sonuçta Just: Sadece Another: Diğer, öteki

All in all: Hepsi hepsi, hepi topu, sonuçta Just: Sadece Another: Diğer, öteki 8. DERS ÇEVİRİ METİNLERİ VE ÇEVİRİLERİ Another Brick in the Wall (Duvardaki Bir Başka Tuğla) Pink Floyd We don't need no education Need: İhtiyaç duymak Education: Eğitim İhtiyacımız yok, eğitime hayır

Detaylı

Lesson 55 : imperative + and, or, otherwise Ders 55: Emir + ve, veya, aksi halde

Lesson 55 : imperative + and, or, otherwise Ders 55: Emir + ve, veya, aksi halde 52 Lesson 55 : imperative + and, or, otherwise Ders 55: Emir + ve, veya, aksi halde Reading (Okuma) Go straight on, and you will see the station. (Düz devam edin, istasyonu göreceksiniz.) Hurry up, and

Detaylı

Seviye 1 Ünite 2 Çalışma Planı

Seviye 1 Ünite 2 Çalışma Planı Seviye 1 Ünite 2 Çalışma Planı Değerli Öğrencimiz, İşte bu haftanın çalışma planı. Bu planda detaylandırılmış aktiviteler üzerine 5-6 saat çalışmanızı öneriyoruz. Tavsiyemiz bütün aktiviteleri bir defada

Detaylı

DOĞUM TARĠHĠ (GÜN.AY.YIL) EV TELEFON NUMARASI : İŞ TELEFON NUMARASI : CEP TELEFON NUMARASI :

DOĞUM TARĠHĠ (GÜN.AY.YIL) EV TELEFON NUMARASI : İŞ TELEFON NUMARASI : CEP TELEFON NUMARASI : PASAPORT NUMARASI VERİLDİĞİ YER/ŞEHİR ÜLKE ĠL/BÖLGE VEREN ÜLKE VERİLDİĞİ TARİH(GUN.AY.YIL) GEÇERLĠLĠK SÜRESĠ(GÜN.AY.YIL) SOYADI (PASAPORTTAKĠNĠN AYNI) : ĠLK VE ORTA ADLAR (PASAPORTTAKĠNĠN AYNI) : DĠĞER

Detaylı

Helping you to live more independently. Insanlari ve bagimsiz yasami destekleme. Daha bagimsiz yasamak için size yardim ediyor

Helping you to live more independently. Insanlari ve bagimsiz yasami destekleme. Daha bagimsiz yasamak için size yardim ediyor The Supporting People Logo Insanlari ve bagimsiz yasami destekleme The Supporting People Door in Watermark The Supporting People Introduction Helping you to live more independently Daha bagimsiz yasamak

Detaylı

STAJ RAPORU YAZIM KLAVUZU

STAJ RAPORU YAZIM KLAVUZU T.C. ÇANAKKALE ONSEKĠZ MART ÜNĠVERSĠTESĠ MÜHENDĠSLĠK FAKÜLTESĠ BĠLGĠSAYAR MÜHENDĠSLĠĞĠ BÖLÜMÜ STAJ RAPORU YAZIM KLAVUZU 2013 ÇANAKKALE YAZ STAJ RAPORU YAZIM KLAVUZU 1. GiriĢ Bu yazım kuralları, Çanakkale

Detaylı

BBC English in Daily Life

BBC English in Daily Life İçindekiler Lesson one - Ders 1:... 2... 2 Lesson Two - Ders 2:... 2... 3 Lesson Three - Ders 3:... 3... 3 Lesson Four - Ders 4:... 4... 4 Lesson Five - Ders 5:... 4... 4 Lesson Six - Ders 6:... 5... 5

Detaylı

ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ

ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ Hayır, hiç katılmıyorum Katılmıyorum Çok az Katılıyorum Tamamen ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ I. Aşağıda verilen ifadelerden hangisine ne derece katılıyorsanız onunla ilgili kutucukta yer alan kısma işaret

Detaylı

Neden Daha Fazla Satın Alalım?

Neden Daha Fazla Satın Alalım? Neden Daha Fazla Satın Alalım? Ana Tema Önerilen Süre Kazanımlar Öğrenciye Kazandırılacak Beceriler Yöntem ve Teknikler Araç ve Gereçler Giderek artan bilinçsiz tüketim ve üretim çevreyi olumsuz etkiliyor.

Detaylı

ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL MERSİN İLKÖĞRETİM OKULU 2010-2011 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI MATEMATİK DERGİSİ

ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL MERSİN İLKÖĞRETİM OKULU 2010-2011 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI MATEMATİK DERGİSİ ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL MERSİN İLKÖĞRETİM OKULU 2010-2011 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI MATEMATİK DERGİSİ Hazırlık sınıfı öğrencileri pullarla rengarenk sayı tabloları hazırladılar. Hazırlık sınıfı öğrencileri

Detaylı