Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak Dünyanın Halleri Üzerine Denemeler



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

Geleceği Geçmişten, Geçmişi Gelecekten Kurtarmak. Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak. Denemeler

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Temel Kavramlar Bilgi :

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Tarihte, Günümüzde ve Devrimci Mücadelede Kadýnlar

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

İktisat Tarihi

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri

29 Eylül 2010 Çarşamba (Canlı) DÜŞÜNCE KERVANI NDA FAŞİZM ÜZERİNE TARTIŞMALAR. CUMARTESİ SU TV. SAAT: (Tekrar)

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÜNİVERS ALIST TARİH. Prof. Dr. Karam Khella. Tarihin Yeniden Keşfi. Avrupa Merkezci Tarihsel Bilincin Yıkımı. Çeviren: İsmail KAYGUSUZ.

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler

KAYNAK: Birol, K. Bülent "Eğitimde Sanatın Önceliği." Eğitişim Dergisi. Sayı: 13 (Ekim 2006). 1. GİRİŞ

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler

Teorik Bakış. Tarihte Bireyin Rolü Üzerine. Kapital'i Topraktan Çıkaranlar

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

İKİNCİ BİNYILIN MUHASEBESİ İÇİNDEKİLER

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

TARİHSEL BİR VARLIK OLARAK İNSAN İNSAN HAKLARI

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

İşyeri Temsilcileri Rehberi

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU

DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

Economic Policy. Opening Lecture

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

DOÇ. DR. DOĞAN GÖÇMEN DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

Uygarlık Tarihi (HIST 201) Ders Detayları

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER YILLIK PLANI


66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ (TAR222U)

Şafak EVRAN TOPUZKANAMIŞ. Türk Hukukunda Anayasal Gelişmeler Işığında Vatandaşlık

Türkler ve Kürtler üzerine yanlış düşünceler

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

Teröre karşı mücadele cephesi!

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

(b) Bir kanıtlamadır. Burada (çünkü) bir öncül belirticidir ve kendisinden sonra gelen yargının öncül olduğunu gösterir.

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

AST101 ASTRONOMİ TARİHİ

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

KADINLAR ve Demografik Büyüklükler Hedef Kitle Tanımlamaları Yaşam Trendleri

İçindekiler. Giriş. Bölüm 1: MINDFUCK ya da olasılıklarımız ve gerçek yaşamımız arasındaki boşluk 15

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

'Yaşam, seçimler üzerine kurulu'

9. SINIF ÜNİTE DEĞERLENDİRME SINAVLARI LİSTESİ / DİL VE ANLATIM

AFİŞLER. I. ve II. Dünya Savaşlarına ait propaganda afişleri. Propaganda, açıklamaların manipülasyonu yoluyla insan davranışını etkileme tekniğidir.

Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyalizm. Giriş

1.4.Etik Sistemleri Etik ilkelerin geliştirilmesinde temel alınan yaklaşımlar hakkaniyet ilkesi, insan hakları, faydacılık ve bireysellik

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM TOPLUM VE HUKUK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Yaşam Boyu Sosyalleşme

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora

Yönetici tarafından yazıldı Perşembe, 08 Ekim :05 - Son Güncelleme Perşembe, 08 Ekim :08

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

VERİMLİ ÇALIŞMA VE MOTİVASYON

2018 YGS Konuları. Türkçe Konuları

9. SINIF ÜNİTE DEĞERLENDİRME SINAVLARI LİSTESİ / TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

İÇİNDEKİLER. Yazarlar Hakkında. Giriş: Markalarla Oynamak

BİZ, MELEKLER - DRUNVALO

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

AHLAK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Müze eğitiminin amaçları nelerdir?

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Transkript:

Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak Dünyanın Halleri Üzerine Denemeler Demir Küçükaydın 1

Geleceği Geçmişten Geçmişi Gelecekten Kurtarmak Dünyanın Halleri Üzerine Denemeler İçindekiler Kıvılcımlı nın Mirası... 5 Hayat Hızlı Gideni Cezalandıracaktır... 10 Politik Olan Özeldir... 13 Geleceği ve Geçmişi Kurtarmak... 17 1 Mayıs'ın Doğuşu, Bugünü ve Geleceği Üzerine Düşünceler... 31 Türk Nedir?... 38 Azınlıklar ve Demokrasi... 40 Tarihin Laneti... 43 Kötü Olabilme ve Yanlış Yapabilme Hakkı... 45 Hatalar Sizden Hızlı Koşarlar... 47 Hayat ve Ölüm... 49 1 Mayıs Düşünceleri... 53 Taşralılık... 59 Kendiliğindenliğe Övgü... 61 Politik İslam Nedir?... 64 Requiem ve 11 Eylül... 68 Kıyafet Kavgasının İlk Anlamı... 70 2

Umutsuzluk İlkesi... 76 Doğu ve Batı... 79 Eurovizyon, Modernleşme ve Demokratikleşme... 82 Bonapartizm... 85 Sıfırın Değeri... 89 Minima Politika... 91 Almanların En İyisi Olarak Marks Veya Yenilgide Zaferi Kutlamak.. 101 Fizikte Bunalım: Karanlık Madde ve Karanlık Enerji... 111 Ararat... 115 Kemalizm ve İslam... 117 Sabetaycılar, Yahudiler, Anti-Semitizm ve Kemalizm... 119 Doğu Toplumları ve Ütopya... 125 Saçma Dünya... 131 Polemik Yapmak Ya da Unutulmuş Bir Politik Kültürün İzlerinin Ardında... 133 Zina Özgürlüğü... 139 Teori ve Politika... 141 Şu Azınlıklar Tartışması... 143 Che nin Che Olmadan Önceki Yolculukları... 145 Türklüğü ve Ulusu Yeniden Tanımlamanın Farkı... 149 Doğa ve Toplum... 151 1905 Özel Görelilik ve Sürekli Devrim... 154 Kurban Bayramının Ekonomi Politiği... 156 Pardus Ulusal İşletim Sistemi... 164 Avrupa-merkezcilik ve Çokkültürlülük veya Çokkültürlü Toplum Sloganı Niçin Gericidir?... 171 Avrupa Merkezcilik nedir?... 172 Kültür Nedir?... 178 3

Kültürün Çok Kültürlülük Bağlamındaki Anlamı... 182 Almanların En Meşhuru... 187 Kuş Gribi (Tavuk Vebası), Globalleşme, Kapitalizm ve Ulusal Devletler 190 Mal Varlıkları, Özel Hayat, Devlet Sırları, Ticari Sırlar... 205 Marksist Kültür ve Uygarlık Kavramları ve Uygarlıklar/Kültürler Çatışması... 213 Yaradılış Teorisi, Tanrı ve Ulusçuluk... 220 Jakobenizm Nedir? Osmanlı da Kim Jakobendi? Bugün Kimdir?... 223 Da Vinci Şifresi nin Şifresi... 231 Dünya Kupası nın Düşündürdükleri... 236 Sol Neden Ofsayt ta?... 239 Futbol Şampiyonası, Alman Politikası ve Sol... 244 Spor ve Futbol Üzerine Değinmeler... 253 Türkler, Güvercinler ve İnsanlar... 263 İnsan Olmak, Demokrat Olmak ve Yenilgicilik... 266 Türban ın Diyalektiği... 269 Şu Ötekileştirmek Meselesi... 278 Özür Dilemenin Sorunları ve Her şeye Rağmen Niçin Kampanyaya Destek?... 289 Tarih ve Demokrasi... 293 4

Kıvılcımlı nın Mirası Yüzyılın başında doğmak ve yetmişlerin başında ölmek!.. Gençliğinizde Ekim Devrimini yaşarsınız. Sadece o coşkuyu yaşamak bile bir devrimciye ezilenlere adanacak bir hayatı sürdürecek bir enerjiyi sağlamaya yeter. Ama tarihin ve talihin yüzüne güldüğü bir kuşaktansınızdır. 1929'larda Kapitalizm tarihinde gördüğü en büyük buhranla sarsılırken, Sovyetler büyük bir hızla kolektifleştirme ve sanayileşmeyi başarmaktadır. Daha sonra faşizmin yükselişiyle bir karanlık dönem başlarsa da, bu dönem bile kapkara değildir: İspanya umutları yeşertir. Sonra Stalingrad Zaferi. Bütün Doğu Avrupa'nın "Sosyalist Blok"u kuruşu. Çin Devrimi. Küba Devrimi. Sputnik, Yuri Gagarin ve nihayet 1968'lerin bütün dünyayı saran devrimci kabarışı. Zaman zaman geriye çekilişler olsa da iyimserliği besleyen, zaferden zafere koşan bir dönemde yaşamışsınızdır. Umutla ölebilirsiniz. Hikmet Kıvılcımlı bu kuşaktandı. Yüzyılın ortasında doğmak; 60'ların devrimci kabarışıyla ezilenlerin yanında saf tutmak; 90'larda hâlâ şu rezil dünyada yaşamak. Belki bizler bile yine de şanslıyız. Hiç olmazsa 68'in havasını soluduk. Ya bizden sonraki kuşaklar? Yenilgiden ve çürümeden başka hiç bir şey görmediler ve öyle görülüyor ki daha uzun süre de göremeyecekler. Viktor Serge 30'ların sonu için "çağın gece yarısı" der bir yerde. Bugün o dönemin belki kısa bir güneş tutulması olduğu ama asıl çağın gece yarısına daha yeni yeni girdiğimiz görülüyor. Bizler ve bizden sonrakiler böyle bir kuşaktanız. Hikmet Kıvılcımlı'dan gelecek kuşaklara ne kalabilir? *** Adanmışlık. İnsan hayatına anlam veren şey onun amacıdır. Sınıfsız, sömürüsüz, zulümsüz bir dünya için savaşmak ve bu savaşta hep ezilenlerin yanında saf tutmak. Böyle bir hayat için kendini adamak. Evet, bu gelecek kuşaklara kalabilecek bir niteliktir Kıvılcımlı'dan, ama bazı kayıtlarla. Kıvılcımlı'nın adanmışlığını sağlayan ruh hali ve gerekçeler bizlerin ve gelecek kuşakların adanmışlığının gerekçesi olamaz. Onlar insanları daha güzel bir dünya umudu için savaşa çağırıyorlardı, bizler ise daha da kötüsünü engellemek için, hiç bir umut kalmadığı için savaşa çağırmak ve savaşmak zorundayız. Kıvılcımlı ve kuşağı, çağrılarına bilimsel gerekçeler bulabiliyorlardı. Örneğin kapitalizmin ömrünü doldurduğunu, sosyalist bir toplum için nesnel koşulların var olduğunu söyleyebiliyorlardı. Bizler ise kapitalizmin ömrünü doldurup doldurmadığının önemli olmadığını; aksine eğer gençliğini yaşıyorsa bile insanlık için çok daha büyük bir tehlike 5

olduğunu ve belki tam da ömrünü doldurmadığı için ona karşı savaşmak gerektiğini söylemek ve savaşmak zorundayız. Bizler ve gelecek kuşaklar adanmışlığı tamamıyla ahlaki bir tavır alışa bağlamak zorundayız. Bizler ve gelecek kuşakların devrimcileri Kıvılcımlı ve kuşağından farklı olarak Ezen var ezilen var, ben ezilenden yanayım. Tarihsel süreç ezilenlerin kurtuluşu için koşulları olgunlaştırmış mı, olgunlaştırmamış mı? Bunun hiç bir önemi yok. Hatta eğer olgunlaştırmamışsa ve kapitalizm eğer hala gençliğini soluyorsa tehlike daha büyüktür ve insanlığın yok oluştan kurtulabilmesi için daha büyük bir kendini adamışlık gerekmektedir demek ve öyle yapmak zorundayız. Kıvılcımlı ve kuşağı için devrimler tarihin lokomotifleri idi, bizler ve sonraki kuşaklar için imdat frenleridir. *** Kıvılcımlı'nın politik eyleminden gelecek kuşaklara bir tecrübe olmanın ötesinde, ibret verici bir örnek olmanın ötesinde pek bir şey kalacağı söylenemez. İnsanların son eylemleri bir bakıma onların vasiyetleri kabul edilebilir. Kıvılcımlı'nın ölümünden önceki son iki eylemi İstanbul'daki Sıkıyönetim Mahkemesine ve SBKP genel Sekreteri L. Brejnev'e yazdığı mektuplardır. Bugün ne Sovyetler Birliği var ne SBKP, ne de onlara şikayet edilen TKP. Hepsi pazar ekonomisinin faziletlerini keşfetmekle meşguller. Sıkıyönetim Mahkemelerine yazdığı mektuplarda Kıvılcımlı, "Ordu Gençliğinin" "Antiemperyalizmi"ni okşuyordu. O "anti-emperyalizmin" nereye vardığı, bugün en açık biçimde, İlhan Selçuk ve benzerlerinin, Kürt ulusunun yüzde yüz haklı direnişi karşısında takındıkları, anti-emperyalist gerekçeli şovenizmlerinde görülebilir. Hayatını sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya adamış ve bunun için hep ezilenlerin yanında saf tutmayı ilke edinmiş bir dava adamı için, son iki politik eyleminin, gelecek kuşaklara yanılsamalardan başka bir şey anlatmayan bu anlamsızlığı ve yanlışlığı, ölümünden 21 yıl sonra ortaya çıkan bu manzara, ne acıdır ve tarih ne kadar acımasızdır. Kıvılcımlı'nın politik tavır alışları aslında Üçüncü Enternasyonal'in ve SBKP'nin resmi çizgisinin damgasını taşımıştır daima. 1930'larda yazdığı Yol, Üçüncü Enternasyonal'in "Üçüncü Dönem" politikalarının damgasını taşır ve radikalizmi de oradan gelir. Aynı Kıvılcımlı 1960'larda 20. Kongre sonrasının politik tezlerine uygun tavır alışlar geliştirir. Bu fark bu günlerin en yakıcı konusu "Kürt Sorunu"nda açıkça görülebilir. 1930'larda "Kürt Sorunu"nda İşçi hareketine en büyük desteği görürken; Kemalizmi en ağır biçimde mahkum ederken; 1960'larda bu yöndeki her girişimi emperyalizmin bir komplosu olarak değerlendirmek eğilimindedir. Fakat Kıvılcımlı SBKP politikalarının bir papağanı da değildir. O politikaları savunuşunda bile bir derinlik, bir orijinalite, radikal bir yan vardır. Kendi devrimci ve radikal eğilimleriyle 6

savunduğu resmi politika arasında daima bir çelişki vardır. Bazı momentlerde bu çelişkiyi açığa da vurur, örneğin Çin Kültür Devrimi vesilesiyle yazdığı "Kızıl Bekçiler"; Küba için yazdığı "Küba Feleğe Meydan Okuyor" yazılarında ya da kaçaklığından ölümüne kadar yazdığı anılarının son bölümünde olduğu gibi. Anılarının ilk bölümlerinde neredeyse Suriye'de Sosyalizm; Bulgaristan'da Komünizm varmış gibi değerlendirmeler yaparken; gerçekleri yakından gördükçe; ölümünün arifesinde Sovyetlerde bir "devlet Sınıfları"nın egemenliğinden; Troçki'nin son günlerinde de iddia ettiği gibi Lenin'in öldürülmüş olabileceğinden söz eder. Bir kopuşun arifesinde gibidir adeta, ama ömrü bu çelişkiyi aşmasına zaman bırakmadan biter. 1930'ların başında yazdığı Yol'da, Sosyalist Teorinin (özellikle Strateji, taktik, örgüt sorunlarında) Uluslararası işçi sınıfının deneylerinin sistemleştirilmesi olduğu yolundaki Lenin'in önermesini yazar. Fakat Kıvılcımlı'nın eserlerine bakıldığında bu konuda bir tek bile orijinal eseri görülmez. Örneğin 1933'de Almanya'da tarihin gördüğü en büyük ve en moral bozucu işçi hareketi yenilgisi ve faşizmin iktidara gelmesi konusunda bir tek yazısı bile yoktur. Marksizm Bibliyoteği'nden çıkan İspanya İç Savaşı ile ilgili kitap ise Resmi Sovyet görüşünün popülarize edilmesinden başka bir şey değildir. Bu eksiklik ve çağı kavrayamayışın sırrı yine Yol'un başka bir yerinde Uluslararası işçi hareketinin deneylerini sistemleştirmeyi Üçüncü Enternasyonal'in yaptığı dolayısıyla kendisine bu alanda yapacak iş kalmadığı şeklindeki önermededir. Kıvılcımlı çağı anlamak işini Sovyetlere havale etmiştir. Büyük bir iç huzuruyla da kendi ülkesi ve ülkesinin tarihsel toplumsal yapısına yönelmiştir. *** Kristof Kolomb'un temel önermesi (Dünyanın yuvarlak olduğu) doğru olmakla birlikte; çıkarsaması (sürekli batıya giderek Çin ve Hint'e ulaşılacağı) yanlıştı. Ama bu yanlışa rağmen ve tam da bu yanlış nedeniyle keşfettiği yeni bir kıtaydı. Kıvılcımlı da çağın deneylerini Sovyetlere havale ederken yanlış yapıyordu ama bu yanlışa rağmen ve biraz da tam bu yanlış nedeniyle kendi mücadele alanını, yani Türkiye'yi anlamak için "onun içinden çıktığı daha doğrusu bir türlü çıkamadığı" Tarih'i anlamak gerekir derken Tarih alanındaki en büyük keşiflere doğru yelken açıyordu. Doğa ve Toplum gibi bilim de hiç bir şeyi bedavadan vermez. Frankfurt Okulu felsefedeki ileriliğini, Politika ve Tarih konusundaki geriliğinin kefaretiyle ödemiştir. Troçkist geleneğin uluslararası işçi hareketinin deneylerini sistemleştirme çabası, Tarih ve Felsefe alanındaki geriliğin kefaretiyle ödenmiştir. Kıvılcımlı da Tarih alanında sağladığı başarıları politika ve felsefe alanındaki geriliğiyle ödemiştir. (Aslında birbirinden ayrı bu üç gelenek birbirinden bağımsızca ama birbirini tamamlayıcı bir şekilde gelişmiştir. Dünya bunlardan ilk ikisini biraz olsun biliyor ama henüz Kıvılcımlı'yı bilmiyor.) Marx, nasıl Kapital'de modern toplumun yüzündeki peçeyi kaldırma çabasına girdiyse, Kıvılcımlı da Kapitalizm öncesi medeniyetlerin yüzündeki peçeyi kaldırmış ve onların hareket yasalarını bulmuştur. Bu muazzam keşif bir tek kavramla özetlenebilir: Tarihsel Devrimler. 7

Bugün en kabadayı Marksiste devrim deyince sadece Hollanda ve İngiliz devrimlerinden bu yana gelen modern devrimleri sayar. Peki bundan önce en az 5000 yıllık sınıflı toplumlar, uygarlıklar vardır. Bu dönem boyunca devrimler olmamış mıdır? En kabadayı Marksistler bile bu soruyu sormamışlardır. Bu soruyu soran ve cevabını arayan bir tek Dr. Hikmet Kıvılcımlı olmuştur. Cevap: medeniyetlerin kuruluş ve yıkılışlarının ve bu kuruluş ve yıkılışlara yol açan barbar akınlarının aslında birer devrim olduğunun keşfidir. Bu devrimler modern devrimlerden farklı olarak bir sınıfın değil bir uygarlığın yıkılışına yol açarlar. Bu devrimlerin mekanizmaları Kıvılcımlı nın eserlerinde en ince ayrıntılarına kadar işlenmiştir. İşte gelecek kuşakların devrimcilerine Kıvılcımlı'dan kalan en büyük miras bu Tarih çalışmaları, kısaca kendi adlandırmasıyla "Tarih Tezi"dir. O geçmiş tarih geleceğin devrimcilerine ne sunabilir? Çok şey. Bir kaçına değinelim. Marksizm, işçi hareketi bütün dünyaya yayıldıkça Avrupa Merkezli olmakla eleştirilmiştir. Bu eleştirinin görünüşte haklı bir yanı vardır da. Kıvılcımlı Tarihte Avrupa merkezliliğe kesin bir son vermiştir. Bugün giderek dünya çapında bir apartheit rejiminin gelişmesiyle, dünyanın siyahları kendilerini entelektüel kölelikten yani euro-sentrizmden kurtaracak güçlü bir tarih anlayışı bulacaklardır. Aynı zamanda Kıvılcımlı bir Marksist olduğu için Marksizmdeki eurosentrizmin teorinin kendisinden doğan bir yapısal özelliği olmadığının da somut bir kanıtıdır ve o eleştirileri varlığıyla boş düşürür. Marksizm aydınlanmanın doğrusal gelişimci, iyimser ve teknik hayranı etkileri bakımından eleştirilmektedir. Bu eleştirinin de görünüşte haklı bir yanı vardır. Ama Kıvılcımlı'nın Tarih Tezi ve incelemeleri varlığıyla bu eleştirileri boş düşürür. Tarih tezi, antik Tarih boyunca Tarihsel sürecin motorunun Teknik değil (çünkü binlerce yıl pek az gelişmiştir) insan olduğu önermesine dayanır. Tarih tezi doğrusal gelişimci anlayışlara ölüm darbesi vurur. Kapitalizme feodalizmden değil İlkel Sosyalizm'den sıçranır. Ve nihayet Walter Benjamin'in devrimlerin tarihin imdat frenleri olduğu yolundaki önermesi Tarih Tezini bilene hiç de yadırgatıcı gelmez; aksine bu önermenin kanıtlarını sunar. Kıvılcımlı'nın mirası sadece bununla sınırlı da değildir. Modern toplumu anlamak; tüm öznelerin radikal kanatlarını birleştirebilecek; global bir program gelişitirmeyi sağlayabilecek metodolojik bir katkı da yapmıştır. Bu katkı, modern kapitalizmin kapitalizm öncesi ve diğer toplumsal ilişkilerle kaynaşması ve bu kaynaşma sonucunda, somutta Marks'ın kapital'de ele aldığı saf ve soyut kapitalizmden çok farklı bir toplumsal ilişkiler ve güçler sisteminin ortaya çıkışına yol açmasıdır. Kıvılcımlı'nın bu alandaki metodolojik katkısı 60'ların strateji tartışmaları içinde anlaşılamadan unutulup gitmiştir. Bu tartışmalarda iki taraf da kapitalizm geliştikçe kapitalizm öncesi ilişkileri tasfiye ettiği varsayımını paylaşıyor ve buna göre bir devrim stratejisi çiziyordu. Kapitalizm öncesi ilişkileri ağırlıklı görenler demokratik devrimi; diğerleri de sosyalist devrimi öneriyordu. Daha sonra Troçkistler gecikmiş olarak eşitsiz gelişmeden hareketle tam da demokratik görevler nedeniyle ve devrimin dinamiğiyle sosyalist devrim olacağını söyledilerse de bu temel varsayımı sorgulamadılar. Kıvılcımlı ise, onun sadece kapitalizm öncesi ilişkileri tasfiye etmekle kalmadığını, ama aynı zamanda onları 8

güçlendirdiğini, yaşattığını ve ortaya basit şemalara sığmayacak bambaşka toplum ve sınıf ilişkileri çıktığını söylüyordu. Aynı metodolojik yaklaşımı ölümünden bir süre önce yazdığı bir bölümü yayınlanmış "Türkiye'nin Çok Katlı Sosyal Ehramı: Kadın Sosyal Sınıfımız" adlı incelemesinde de geliştirir. Batı'daki feminist hareket de Kıvılcımlı'dan bağımsızca benzer bir metodolojik ilkeyi bulup geliştirmek zorunda kaldı. Kapitalizm sadece aileyi ve ev içi emeği tasfiye etmekle kalmaz, onu yeniden üretir, güçlendirir, değiştirir ve bir bütün olarak kendi de değişir. Kanımızca bu metodolojik ilke gelecekte tüm ezilenlerin hareketlerini ortak bir program ve teori etrafında birleştirebilmek için gerekli radikal, bütünsel ve eleştirel bir teorinin dayanması gereken temel bir yaklaşım olmalıdır. *** Kıvılcımlı'nın politik tavır alışları Tarih Tezinin ya da metodolojik katkılarının mantıki bir sonucu değildir. Hele kimilerinin iddia ettiği gibi o politikalara teorik bir zemin bulma çabası hiç değildir. Öyle olsaydı, bilime bilim dışı kaygılarla yaklaştığı için alçak diye nitelenmesi gerekirdi. Kıvılcımlı'nın tarih ve metodoloji alanındaki katkılarıyla ve bunların gerçekten devrimci özüyle politik tavırları arasında daima bir çelişki olmuştur. Resmi Sovyet görüşü ve bu görüşün Türkiye'deki savunucuları bu çelişkiyi çok iyi sezdikleri için Kıvılcımlı'nın gelecek kuşaklara miras kalacak bu esas eleştirel ve devrimci yanını yok saymaya, küçümsemeye hatta deli saçması gibi göstermeye çalışmışlardır. Aslında Kıvılcımlı'nın Tarih alanındaki katkılarıyla politikası arasında Hegel deki yöntem ve sistem çelişkisine benzer bir çelişki vardır. Nasıl Marx, Hegel'in devrimci çekirdeğini, yöntemini benimsedi ise, gelecek kuşakların devrimcileri de Kıvılcımlı'nın tarih çalışmalarında ihtiyaçları olan devrimci özü bulabileceklerdir. Ama öyle görülüyor ki, şimdi Kıvılcımlı'yı anan ve geçmişin yükünü sırtında bir kâbus gibi taşıyan sosyalistler onun tutucu kabuğunda oyalanıyorlar. 11.10.1992 (Bu yazı Özgür Gündem gazetesi için yazıldı ve muhtemelen Kıvılcımlı nın ölümüne denk gelen günde yayınlandı.) 9

Hayat Hızlı Gideni Cezalandıracaktır İnsanın hiç bir zaman bugünkü kadar çok zamanı olmadı ama hiç bir zaman da bugünkü kadar zaman sıkıntısı çekmedi. Geçen yüzyılda iş saatleri haftada 80 saati buluyordu; bugün birçok ülkede 48 saat yasalaşmış durumda, hatta birçok ileri ülkede 40 veya 35 saatlik iş haftaları giderek kural oluyor. Buna rağmen günümüzün insanının en büyük problemlerinden biri sürekli zaman kıtlığı çekmek; modern toplumda herkes zamanın çok süratli akıp gittiğinden şikâyetçi. Yeryüzündeki insan sayısından daha fazla üretilmiş tek sofistike tüketim aracı belki de saat. Modern şehirlerde hemen hiç bir büyük alan, istasyon, salon yoktur ki orada bir kocaman saat bulunmasın. Zamanı kontrol altına almak için yatırılmış bu muazzam emeğe rağmen insanın zamana köleliği giderek pekişiyor. Bir toplumun refah düzeyinin ve günlük yaşamdaki ortalama hızın artması insanların daha bol zamana sahip olmalarına değil; bir zaman kıtlığı içinde yaşamalarına yol açıyor. Modern toplumun en büyük sorunlarından biri zamansızlık. Son yılların en ilginç tarih ve sosyoloji araştırmalarının özellikle zaman kavramı üzerinde yoğunlaşmaları; Dali'den M. Ende'ye kadar bir çok sanatçının insanın zamanın kölesi oluşunu estetik imgelerle ele almaları bu problemin yansımalarıdır. Yeni bir yıla giriş, zaman üzerinde düşünmek için bir fırsat olamaz mı? *** Zaman fiziksel bir kavram olarak, Newton'un "dışındaki herhangi bir nesneyle ilişkisi olmadan, doğası gereği eşit şekilli ve kendi kendine akan mutlak, gerçek ve matematiksel" Zaman'ından Einstein'ın değişken ve ancak uzay ve madde ile birlikte var olabilen relatif zamanına doğru bir evrim geçirir. Fiziksel zamanın, sadece kavranışının değil ama bizzat kendisinin de bir tarihi vardır ve bugünkü bilgi seviyesine göre zamanın tarihinin popüler bir özeti Stephan Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi"nde bulunabilir. İnsanın Zaman duygusu, köklerini her ne kadar Termodinamiğin İkinci Yasası'ndan ("Entropi") alsa da, insanın zaman kavrayışının ve bilincinin bir de sosyolojik boyutu vardır ve sosyolojik bir olgu olarak zaman bilincinin ve kavramının tarihi fiziksel zamanın tarihinden hiç de daha az heyecan verici değildir. *** Doğuşu ve yaygınlaşması topu topu bir kaç yüz yıllık bir geçmişi olan burjuva uygarlığının zaman kavrayışı doğrusal ("Linear") bir niteliktedir. Herkes ilkokuldaki dersliklerin duvarlarındaki bir ucu uzak bilinmeyen geçmişten gelen, diğer ucu bilinmeyen geleceğe giden bir doğrudan oluşan doğa ya da toplum tarihi şemalarını hatırlayabilir. Bilim kurgu film ve romanlarının en çok sevilen konularından biri olan zaman içinde ileri veya geri gidişler yine zamanın doğrusal bir yapısı olduğu varsayımına dayanır. 10

Kapitalizm öncesi uygarlıklarda üretim her şeyden önce bir tarım üretimiydi ve bu nedenle doğanın ritmine bağlıydı. Mısır'daki Nil taşkınları; Güneş'in, Ay'ın hareketleri; Mevsimler; hatta insanların hayatları sürekli tekrarlar değil miydi? Bu nedenle modern kapitalizmin doğuşuna kadar insanlığın zaman kavrayışı aslında doğrusal değil, dairesel ya da helezonikti. Modern kapitalizmin doğuşu ile birlikte, üretim doğanın ritminden kurtuldukça ve artı değerin kaynağı işgücü oldukça ve emek süreci ancak zamanla ölçülebilir bir süreç olarak ortaya çıktıkça; bu "görünmez, elle tutulmaz şey"i, Zaman'ı, ölçmek ve birimlere ayırmak ihtiyacı doğdu. Doğal Zaman'dan Mekanik Zaman'a geçildi. Dairesel zaman fikrinin yerini dairesel çarklarla ölçülen ve birimlere ayrılan ama doğrusal zaman fikri aldı. Denebilir ki, insanın hayatında dairelerin (tekerlek, çark vs.) önemi arttıkça zamanın dairesel kavranışının yerini doğrusal kavranışı almıştır. Kapitalizm öncesinde her uygarlığın kendine göre bir tarihi ve zamanı vardı. Modern kapitalizmin dünya ticaretine egemen olmasıyla birlikte Dünya Zamanı fikri (1884) doğdu ve kapitalizmin anavatanı İngiltere'deki Greenwich rasathanesine göre bütün dünya bir tek zaman birimine bağlandı (1911) ve zaman dünya ölçüsünde standardize edildi. *** Olabildiğince az zamanda uzun yol; olabildiğince az zamanda daha çok enformasyon; daha çok üretim. İnsanoğlu hiç bu kadar hızlı değildi, ama hiç bu kadar zamansızlık da çekmedi. Denizin ortasında susuzluktan ölürcesine bir enformasyon denizi içinde enformasyonsuzluktan boğuluyoruz. Kapitalizmin bayrağında tek slogan var: "Daha Hızlı!" Kapitalizmle ilk karşılaşan insanlar modern burjuva uygarlığının bu sürati ve dakikleşmesinin insan doğasına aykırı niteliğini seziyorlardı. Partizanlığın güçlü izlerini taşıyan Paris kömünarları belki bu yüzden; burjuva devleti gibi saatleri de parçalamışlardı. Ama sosyalist harekette bu güzel gelenekler unutuldu. Sosyalistler burjuva zaman modeli ve idealinin en ateşli savunucuları oldular. Süratte burjuvaziyle yarışa girdiler. İngiltere ya da Amerikan tekniğine; yani o sürate, yani o zamansızlığa; zaman köleliğine ulaşmak tek hedef oldu. Bizler artık insanlara daha büyük süratler ve daha çok enformasyonlar; dolayısıyla daha az zaman değil; daha çok zaman; yani daha yavaş, daha ritmi düşük bir hayat ve üretim; daha değerli ve özgürce seçilmiş enformasyonlar vaat etmeliyiz. Doğrusal, programlanmış, neredeyse sonsuz küçüklere bölünmüş burjuva uygarlığının mekanik zamanına karşı; insan doğasına ve doğanın ritmine daha uygun; değişen, büyük birimli ve yumuşak bir zamanı ezilenlerin bayraklarına yazması gerekiyor. Bu gibi sorunları gündemine almayan, tartışmayan ve programına koymayan bir geri ülke devriminin; ne uluslararası kapitalizm karşısında dayanabilme ne de ona karşı bir zafer kazanabilme; yani ne insanlığın çoğunluğunu ne de zengin ve ileri ülkelerin ezilenlerini etkileme, yanına alma şansı yoktur. *** 11

Kemalizm, Batı uygarlığını Zaman kültürüyle de örnek almıştı. Milâdi takvimden, alafranga saate ve radyo saat ayarına kadar insanların günlük hayatını belirleyen; kapitalist üretime uygun kültürel koşulları oluşturan tedbirler alındı. Biz sosyalistler Kemalizmi hiç bir zaman bu yönüyle eleştirmedik. Hatta eleştirimiz onun bu kültürel koşulları yeterince başaramaması yönünde yoğunlaştı. Türk solu sadece burjuva zaman kültürünü idealize etmek ve bayrağına yazmak hatasını işlemedi; küçük burjuva ve kapitalizm öncesi ilişkiler ortamı nedeniyle, örgütlerin çalışmasının büyük bir bölümünü, normal olarak kapitalizmin kendiliğinden gerçekleştirdiği, modern toplumun kültürünü üye ve taraftarlarına benimsetmeye harcadı. Örneğin randevulara zamanında gelmeyi, yani modern zaman kültürünü öğretmek örgütlerin daima önemli bir sorunu olmuştu. Bırakalım sosyalist olmayı, burjuva anlamda bile politik olmayan; özünde kültürel nitelikteki bu çalışmalar politik çalışmanın özü ve kendisinin yerini bile aldı. Bu nedenle sosyalistlerin faaliyetlerinin çok büyük bir bölümünü, Türkiye'nin geri kapitalizminin bir türlü yeterince beceremediği, modern topluma uygun kültürel niteliklerle donatılmış insan yetiştirme çalışması aldı. Bir bakıma Tarih sosyalistleri Türk kapitalizmini güçlendirmek için kullandı. Bu anlamda Türk sosyalistleri sadece Burjuva Uygarlığını ve Kemalizmi eleştirmemekle kalmadılar; nesnel olarak Kemalizmin hedeflerine ulaşmasına hizmet eden, hem de Kemalizme rağmen hizmet eden, kültürel değişimin araçları oldular. *** Ezilenler elbette ezenlere karşı savaşlarında, savaşın kendisinin dikte ettirdiği kurallara uymak zorundalar. Örneğin elbet dakik olmak zorundalar. Ama bunun insanın doğasına aykırı olduğunu bir an bile akıldan çıkarmadan. Pratik çalışmada elbet: "Hayat geç kalanı cezalandırır" ya da "Geç gelmenin faziletlerinden yararlanamayanlar, geç kalmanın reziletleri içinde bunalırlar" ilkeleri geçerliliğini koruyacaktır. Ama tarihsel ve programatik düzeyde; burjuvazinin bayrağında "daha hızlı" yazdığına göre, bizim de bayrağımıza şunu yazmamız gerekiyor: "Hayat hızlı gideni cezalandıracaktır!" Ve de cezalandırıyor: Zamansızlıkla. 01.05.1993 12

Politik Olan Özeldir Kadın hareketinin ezilenlerin kavgasına yaptığı en büyük katkı, onun "özel olan politiktir" parolasında özetlenebilir. Bu parola sadece kadınların ezilen bir cins olarak mücadelesini bir politik mücadeleye dönüştürmenin olanaklarını sunmak ve dönüştürmekle kalmaz, ama aynı zamanda kapitalizme karşı radikal bir reddiye olarak, kadınların mücadelesini diğer ezilenlerin mücadelesiyle bağlamanın olanaklarını yaratır. Çünkü kapitalizm, aslında hiç bir şekilde birbirinden ayrılmayan insan hayatının çeşitli yönlerini, özel hayat, iş hayatı, politik hayat, kültürel hayat gibi, birbirine karşı su geçirmez bölümlere ve gettolara ayırır. Bu "hayat"ların her biri için, her biri diğeriyle çelişen ayrı ahlaklar ve normlar yaratır. Böylece bir fotoğrafçının hiç bir insani kaygı duymadan bir felaketi "profesyonelce" çekmesi; "özel hayat"ında çocukları seven bir politikacı veya askerin, "politika" ya da "iş hayatı"nda binlerce çocuğu öldürecek kararlara imza ya da çocukların başına bomba atabilmesi ve bütün bunları tam bir vicdan rahatlığıyla yapabilmesi bu ayrımın zihinlerdeki gizli, alışılmış egemenliğiyle mümkündür. İş ya da politika hayatının normları, "özel" hayatın normlarından ayrılmış ve ona tamamen zıt normlar koyulmuştur. İş ya da politika hayatında sevginin duygunun yeri yoktur örneğin. Orada "aklın" kuralları geçerlidir. Akıl ise eni sonu kar ya da zaferi sağlamanın aracıdır. Böylece insani her şey sermayenin zaferine kurban edilir. Bu ayrım insanları sürekli değişen kimlikler ve roller içinde bir yaşam sürdürmeye zorlar. Kapitalist toplumda aslında her birey şizofrenik bir vakadır. En "başarılı" politikacıların, sanatçıların, savaşçıların ardında, zavallı, tükenmiş, kendisine bile saygısını yitirmiş insan posaları yatar. Bu şizofrenik duruma karşı durabilmenin bir yolu, tüm diğer alanları yok edip ya da onları tek başarılı olan alanın kurallarına tabi kılıp hayatı çölleştirmektir ya da bu bölümlenmeye karşı çıkmaktır. Ama karşı çıktığınız an, toplumun kurallarını anlamayan, tanımayan bir ruh hastası muamelesiyle akıl hastanesine tıkılırsınız ya da en iyisinden amatör görülürsünüz. Profesyonellik, bir işi ya da mesleği iyi bilmek anlamından çıkmış, her alanın kurallarını bilen, birinin normlarını diğerinin alanına sokmayan anlamını kazanmıştır. Yaralı bir insanı gören bir foto muhabiri, orada fotoğraf çekmeyi değil de, o yaralı insana yardım etmeyi düşünüyorsa, henüz bir amatördür. Geçici olarak hoş görülebilir belki ama biraz ileri giderse, geri zekalı ya da uyumsuz damgası yiyip akıl hastanesine tıkılabilir. Kapitalizmle yüz yüze gelen henüz kapitalist olmamış toplumlardan gelen insanların modern burjuva uygarlığında anlamakta en çok zorlandıkları ve en çok uyum zorluğu çektikleri konu bu hayatın ve alanların parçalanmışlığı ve birbirinden soyutlanmışlığıdır. Modern sanatın en önemli eserleri bu bölünmüşlüğün yol açtığı durumları anlatır. İşte kadın hareketi "özel olan politiktir" parolasıyla, zihinlere egemenlik kurarak sermayenin düzenine en büyük desteği sağlayan bu ideoloji, en zayıf yerinden su almaya başlar. Bu ayrımın kendisi tartışma konusu olur. 13

Ne var ki, şu ihtiyar diyalektiğe göre, her şey kendi zıttına döner. En şifalı ilaçlar, yerinde ve dozunda kullanılmazsa, en öldürücü zehir olurlar. Bunun tersi de doğrudur. "Özel olan politiktir" parolası da, tarihsel bir program ve radikal bir eleştiri olarak yüzde yüz doğru olan bu parola, eğer yerinde ve zamanında kullanılmazsa, bir zamanlar vülger marksistlerin "temel neden ekonomiktir" dedikleri gibi, her duruma uygun her kapıyı açan sihirli bir anahtar haline getirilirse, kendi zıttına döner ve aslında "özel" olanı gizlemenin bir aracı haline dönüşür. Bu durum en çok küçük politikleşmiş gruplarda ve çevrelerde görülür. Her özgül çatışma, ayrılık, çelişki böyle tarihsel sosyolojik kavramların ardına gizlenerek açıklanmaya çalışılırsa, aslında baskıya karşı çıkmış bu parola bir baskı aracı haline dönüşür. Küçük grupların alanında, insanlar arası ilişkileri belirleyen, tarihsel ya da sosyolojik yasalar değildir, ya da şöyle diyelim, tarihsel ya da sosyolojik yasalara göre belirlenmiş küçük gruplara ilişkin yasalardır. Bir toplumdaki değişimleri, belirli sınıfların eğilimlerini, belki üretici güçlerdeki, teknikteki ya da iktisadi ilişkilerdeki bir değişimle açıklayabilirsiniz ama orada tabiri caiz ise, iktisadi, teknik, sınıf kuvvetleri geçerlidir. Ama küçük gruplardaki insanlar arası ilişkiler alanında, cinsel yönelimler, en basit doğrudan maddi ya da manevi çıkarlar, kültürel ya da duygusal yakınlıklar veya zıtlıklar çok daha belirleyicidir. Bu farklılık belki modern fizikten bir benzetmeyle daha iyi açıklanabilir. Modern fizik teorilerine göre evrende dört temel kuvvet bulunmaktadır: çekim kuvveti, manyetik kuvvet, güçlü ve zayıf kuvvetler. Aynı yüklü parçacıklar birbirini iterler. Ancak atomun çekirdeğinde, protonlar pozitif yüklü oldukları halde bir arada bulunurlar. Atom-altı alanda, artık başka kuvvetler geçerlidir. Atom-altında örneğin gravitasyon (çekim) kuvvetinin esamesi okunmaz. Etkisi rahatlıkla sıfır kabul edilebilir. Ama evrenin kaderi, galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin oluşumları ve hareketleri söz konusu olduğunda, orada son sözü gravitasyon söyler. Toplumda da böyledir, teknikteki gelişmeler, bunun yol açtığı toplumsal ilişkiler son duruşmada tarihsel gidişi belirler. Gravitasyon gibidir onlar. Tarihsel sürecin kaderini onlar belirler. Ama küçük gruplar alanına girince, tıpkı atom altı dünyada ya da çekirdek fiziğinde olduğu gibi, orada başka kuvvetlerin egemenliği vardır. Örneğin orada sınıfsal çıkarlar veya eğilimler değil de örneğin cinsel sempatiler ya da eğilimler çok daha belirleyici olur. İktisadi ilişkiler değil de, kişilerin en çim çiğ maddi çıkar beklentileri çok daha belirleyici olur. Davranışları belki ideolojiden çok modern toplumdaki yalnızlık korkusu belirler. Örnekler çoğaltılabilir. Bu noktaya niye geldik. Politik mücadelenin bir problemini açabilmek için. Kitlesel partilerde ya da örgütlerde, o örgütlerin davranışlarını ya da sorunlarını, değişimlerini, sosyolojik, gravitasyon kuvveti benzeri değişmeler belirler. Örneğin bir sosyalist partinin reformistleşmesi, pekâlâ, o partinin dayandığı sınıfın ya da tabakaların toplumsal konum ve çıkarlarındaki, dolayısıyla iktisadi ilişkilerdeki ve teknikteki değişmelerle açıklanabilir. Binlerce üyenin seçtiği delegelerin kongrelerde aldıkları kararları bu tür güçler belirler. Ama küçük bir grubun ya da çevrenin kararlarında, sempatilerin, antipatilerin, küçük hesapların öylesine büyük bir yeri ve ağırlığı vardır ki, o kararlar bir tarihsel, toplumsal 14

eğilimle açıklanamaz. Küçük bir toplulukta, birkaç kişinin tavrının çoğu kez büyük bir ağırlığı olur. O tavırlar ise, tarihsel ya da sosyolojik ölçülerle bakıldığında rastlantısal denilecek durumlar tarafından belirlenir. Hele böyle küçük grupların, büyük tarihsel deneyleri yaşamadan, kadın ya da işçi hareketinin yeterince içe sindirilememiş, kulaktan dolma ya da yüzeysel bilgileriyle ve de bir gericilik döneminin tecrit ortamında var olduklarını düşünün, ortaya tam anlamıyla bir saçma durum çıkar. Kahramanlar, büyük sosyal hareketlerin vokabüleriyle (ya da "söylemiyle" diyelim) konuşur. Fransız devriminin önderleri eski Yunan ve Roma yurttaşlarının dilini kullanıyorlardı. 48 devrimcileri 89'un. Marx buna bakarak, birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olur diyordu. Ama küçük gruplarda büyük sosyal hareketlerin diliyle konuşmak, ortaya komedi bile değil, saçma şizofrenik bir durum çıkarır. Fikir ayrılıkları: sınıfsal ihanet; tartışmada biraz yüksek sesle konuşmak "seksizm" vs. olarak tanımlanır. İşin ilginci, ezilenlerin çoğu kez kendi ezilmişliklerini, bu ezilmişliğe karşı mücadeleye sempati duyan ezen gruplardan bireyler üzerinde bir egemenlik ve baskı aracı olarak kullanması gibi olgular nedeniyle, toplumsal bir ezilmişlik durumu, kişisel ya da küçük grup ilişkileri alanında, diyalektik olarak tam zıttına döner ve bir baskı durumuna dönüşür. Sosyolojik olarak ezilen bir cins, "sınıf", "ırk" ya da milliyetlerden kişiler, küçük gruplarda pekâlâ bu konumundan dolayı ezen ve egemen duruma geçebilirler o küçük grubun ilişkileri bağlamında. Baskıya karşı tarihsel mücadelenin parolaları, küçük gruplar içinde birden baskının ideolojik araçları haline dönüşürler. Örneğin "özel olan politiktir" parolası, son derece "özel" bir çıkarı veya konumu korumanın ve güçlendirmenin; onu politik gibi göstererek, gerçek çıkarı gizlemenin bir aracı haline dönüşebilir ve dönüşür de. Aslında küçük grupların tarihsel kaderini bu tür sorunlar belirler. Canlı ve yükselen bir harekete dayanmayan, gücünü ondan almayan her türlü küçük politik gruplaşma ya da gruplaşmayı koruma çabası, küçük grupların davranışlarına yön veren kuvvetlerin baskısı altında kalmaya mahkûmdur. Ve bu nedenle de, müthiş enerji ve güç tüketen, moral bozukluğu yaratan, kemikleşme ve buharlaşma eğilimini bir arada taşıyan küçük gruplaşmalara basit insani ilişkiler ötesinde fazla bir değer vermemek gerekir. Hatta mümkün olduğunca bu tür şekillenmelerden uzak durmak yararlıdır. Politik küçük gruplarda kadın hareketinin tarihsel parolası değil onun zıttı doğrudur. "Politik olan özeldir". En politik gibi görünen ya da öyle anlamlandırılan tartışma, ayrılık ve kararların ardında, aslında tamamen "apolitik", ama tamamen insani, "hatalar ve unutkanlıklar karmaşası insan", "insanım, insana özgü hiç bir şey bana yabancı değildir" anlamında insani, "akrebin sokması kötülüğünden değil, tabiatı icabıdır" anlamında insani zayıflıklar, eğilimler, beklentiler yatar. Özel olan politik olarak görünür. Ama bu görünüm gerçekliği çarpıttığı, onun özünü anlamayı zorlaştırdığı, hatta bir baskı aracı olduğu için, çoğu kez aslında gerici tarihsel bir ruh halinin, gerici bir "zeitgeist"ın, sol bir grubun içinde gizlenmesinin aracı da olur. Ve orada daire kapanıp bir üst düzeyde tarihsel 15

yasa hükmünü yine gerçekleştirir. Politik biçimde görünen özel aslında politiktir, fakat tam da zıt konumda. Onun için küçük gruplar alanında, gerçeğin özünü daha iyi verdiği için, "Politik olan özeldir" parolası, genel bir parola olarak, o küçük grubun ilişkileri içinde kullanılmamak şartıyla, o ilişkileri genel olarak tanımlamak için, "özel olan politiktir" parolasından çok daha devrimci, özeleştirel, ayıktırıcıdır. 3 Mart 1997 16

Geleceği ve Geçmişi Kurtarmak Evreni sayılar mı yönetiyor yoksa? Bugünkü modern batı uygarlığının benimsediği takvime göre ikinci bin yılın bitişi, sanki ilahi bir sağduyunun nehirleri kentlerin ortasından geçirmesi gibi, tam da bir tarihsel dönemin bitişine denk geliyor. İnsanlık tarihinde eşi benzeri olmamış bir kırılma çizgisi, bir fay, aynı zamanda, tarihin bütünü göz önüne alındığında pek önemli olmayan on yıllık bir hata payıyla, şiddet ve acıyla dolu yirminci yüzyılın ve ikinci bin yılın bitişiyle çakışıyor. Sayıların sihirli gücüne inanış, bütün antik uygarlıklarda görülür. Tek tanrılı dinler öncesi Mezopotamya, Mısır, Anadolu, Akdeniz uygarlıklar zincirinin son halkası eski Grek uygarlığında, Pisagorcular değil miydi evrenin hâkiminin sayılar olduğuna inananlar. Bütün bu uygarlıklarda, diğerlerinin yanı sıra on ve katlarının daima özel bir anlamı olmadı mı? Uzak Asya'ya giden ticaret yollarının destanı Bin Bir Gece Masalları'nın adında, bin sayısının büyüsüne bir gönderme yok mudur? Bu gelenek aslında bir doğu dini olan Hıristiyanlık aracılığıyla, Avrupa'nın geleneğine de geçmedi mi? Avrupa Orta Çağında, dünya tarihi, Yaradılış, Sel, İbrahim'in Dönemi, Davud'un Dönemi, Babil Esareti, İsa'nın Doğumu gibi her biri bin yıl tutan dönemlere ayrılmamış mıydı? Ve ilk bin yılın sonunda, Avrupa Orta Çağında insanlar kıyameti beklemiyorlar mıydı, aynı dönemde doğu uygarlıkları yeni çiçeklenmelerini yaşarken ve örneğin İslam uygarlığı kendi takvimine göre ilk yüzyıllarındayken. İkinci bin yılın sonunda, geleceği kendisinden kurtarmanın konu olduğu, binin büyüsüne inanan geçmişin hiç mi izi yok bu yarışmada. Ve o geçmiş, kendisinden kurtarılacak gelecekten önce, üçüncü bin yılın kapısında karşımıza çıkıp, bizlere alaycı bir gülümsemeyle, kendisinden kaçılamayacak bir alın yazısı olduğunu hatırlatmıyor mu? *** Üstelik bin yıl değişimiyle çakışan çağ değişimi, rakamların büyüsüne inanan mistisizme ölümden sonra yeniden bir diriliş yaşatan koşulları besliyor. Bütün uygarlıklar ve imparatorluklar, kendilerini ciddi olarak tehdit edebilen, bir maddi güce dayanan muhalefetlerle, gençliklerini solurken karşı karşıya gelirler. Ve bütün bu direnişleri öylesine şiddetle bastırırlar ki, artık gençlikleri bittiğinde, yatalak olduklarında, beyinleri skleroza uğradığında, ortada bu can çekişmeye, bu sürünüşe son verebilecek, ona bir merhamet atışı yapabilecek hiç bir güç kalmaz ortada. Silahlı ve isyancı partilerin yerini bir şeylerin değişebileceği inancının bittiği noktada mistik tarikatlar alır. Mistisizm çürümeye bir tepki ve kişisel düzeyde bir direnişin ifadesi olduğu kadar, bir uygarlığın çürüyüş döneminin de göstergesidir. 17

Spartakist ayaklanmasında Roma henüz gençliğini yaşıyordu. Spartakistlerin yenilgisinden sonra hiç bir güç Roma'yı öylesine tehdit edemedi. Roma'nın çöküşüne, bir tür mistik direniş olan Hıristiyanlık eşlik etti. İslam uygarlığında da farklı olmadı. İlk bir kaç yüz yıl boyunca, bu uygarlık gençliğini yaşarken, aynı zamanda en güçlü halk ayaklanmaları, en güçlü kitlesel ihtilâlci mezhepler ortalığı kaplamıştı. Ama sonunda öylesine yenildiler ve ezildiler ki, memnuniyetsizliğin kendisini dışa vurabileceği tek yer mistik tarikatlar oldu. Bundan sonra İslam âlemini sûfi, mistik tarikatlar doldurdu Eğer dışarıdan gelen "barbar" halklar olmasaydı, yatalak uygarlıklara ölüm vuruşu vurabilecek hiç bir güç kalmamıştı ortalıkta. Modern batı burjuva uygarlığı da pek farklı bir yol izlememiş görünüyor. Ona karşı da en ciddi direnişler ve tehditler, o tam da gençliğini yaşarken görüldü. 1848 devrimleri, Paris Komünü, Ekim Devrimi, Çin, Yugoslavya, Küba, 1968. Bütün bunlar ona gençliğini yaşadığı dönemde bir tehdit olarak tarih sahnesine çıktılar. Ama şimdi, artık tam da stabilize olduğu ve gençliğini yitirdiği dönemde, ona direnebilecek, ona bir tehdit oluşturabilecek hiç bir güç yok ortada. Mistisizm bir yeniden doğuş yaşıyor. Bizzat mistisizmin bu yayılışı, bir çağ bitişinin bir sonucu ve ifadesi değil mi? Eski uygarlıklar çağında, dünyada uygarlıklar henüz bütün yeryüzünü uygarlaştırmamışken, o uygarlık alanlarının dışında "barbar" halklar vardı o uygarlıklara son verebilecek, tarihin Gordiyon düğümlerini kesebilecek İskender'ler, Cengiz'ler Attila'lar vardı. Ama Coca Cola'nın satılmadığı bir tek köy bakkalının bile kalmadığı bugünkü yeryüzünde, bu çürüyen batı uygarlığına son verebilecek hiç bir güç kalmamış görülüyor. Ufo hikayeleri, artık dünyada kalmamış, Gordiyon düğümünü çözecek, uzaylı "barbarlara" bir davet değil mi? Ama artık "barbarlar" gelmeyecek ve bu uygarlık, yeni bir bin yılla birlikte girdiği bu çağda, kendisine bir ölüm vuruşu yapacak celladı arayacak, bulamayacak; sürünmeye ve çürümeye devam edecek. *** Bizzat bu yarışma sorusu bile, bu uygarlığın kaderinin bir sezişi, ondan kurtulmak için bir arayıştır. Geçmiş ve gelecek üzerine bin yıl bitişinin bu yarışma konusu da, tıpkı mistisizm gibi, bir çağ dönüşünün, yitirilmiş bir gençliğin lanetli damgasını taşıyor. Antik uygarlıklarda, hele doğrusal ve geçmişten geleceğe doğru bir ok şeklinde bir zaman anlayışının egemen olmadığı ya da hiç olmadığı geçmişte, geçmiş, erdemin, yiğitliğin, üstün ahlaki niteliklerin egemen olduğu bir altın çağ, bir cennettir. Roma hep ilk döneminin özlemiyle yaşamadı mı? İslam'da Ergin Halifeler Dönemi hep bir ideal olarak kalmadı mı? Homeros destanları, geçmişe ve geçmişin kahramanlarına bir övgü değil midir? Antik uygarlıklar, geçmişlerini yüceltirken pek de haksız sayılmazlar. O kahramanlık ve Erdem dolu dönemler, onların henüz uygarlaşmadıkları, kandaşlık ilişkilerinin egemen olduğu, sınıf bölünmelerinin ve zengin fakir farkının uygarlıktaki gibi uçurumlarla 18

ayrılmadığı bir döneme denk düşer. Antik uygarlıkların geçmişi yüceltişlerinde ve şimdiyi bir çürüme olarak görmelerinde gerçekçi ve dürüst bir yan vardır. Geçmişin özlemle anıldığı antika uygarlıkların çürüme çağlarında dahi, geçmişten geleceği ve şimdiyi kurtarmak diye bir sorun düşünülemezdi bile. Modern burjuva uygarlığı, henüz gençliğini soluduğu dönemde, geçmişi bu şerefli yerinden alıp, eski Greklerin analık hukukundan babalık hukukuna geçerken, kadın tanrıları karanlıklar alemine itmesi, kötü ve korkunç olarak tasvir etmesi ve alt duruma geçirmesi gibi, lanetliler ülkesine yolladı. Geçmiş bir enkazdı, bir harabeydi; gelecek bir hazine. Geçmiş, kaçırılmış fırsatlarıydı insanlığın; gelecek olanaklar. Geçmiş kendisinden kurtulmaya çalışılan bir egemen, ezen; gelecek, geçmişin esaretinden bizler tarafından kurtulmayı bekleyen bir kurban. Geçmiş cehennemdi, gelecek cennet. Geçmiş bir geceydi, gelecek gün. Geçmiş, yer altının, ölüler ülkesinin tanrısı Osiris'di, gelecek güneşin ve ışığın tanrısı Ra. Geçmiş, masalların kötü kalpli kraliçesiydi, her sabah aynasına, benden güzeli var mı diye soran ve kendinden güzeli yok eden. Gelecek uyuyan güzel. Modern burjuva uygarlığı da, geçmişi lanetlerken pek haksız sayılmazdı, eski uygarlıkların geçmişi överken oldukları gibi. Modern uygarlık, çürüyen antik uygarlıkların humuslandırdığı topraktan birdenbire çıkan bir mantar gibiydi. O Çin'den Atlas okyanusuna kadar bir şeridi kaplayan binlerce yıllık uygarlıklar zinciri artık tam bir çürümeyi ifade ediyordu. Bu çürüme içindeki eski uygarlıklar, kendilerinin kahramanlık, yani uygarlık öncesi, uygarlık eşiği dönemleri kadar olsun, bir ideal ve örnek sunmaktan uzaktı modern kapitalist uygarlığa. Teknik ve bilimdeki gelişmeler ise tarihsel bir iyimserliği besliyordu. Böyle bir dönemde, gelecek geçmişin veya şimdinin kendisinden kurtarılacağı bir şey olarak tasavvur bile edilemez, böyle bir soru akla gelemezdi. Ancak, şu "kısa yüzyıl"da, şu "aşırılıklar yüzyılı"nda (Hobsbawm) insanlığın yaşadıkları, geçen yüzyılın geleceğe ilişkin bütün hayallerini gömdü. O çok umut bağlanan teknik, insanlık tarihinde eşi görülmemiş katliam ve acıların da aracı olabiliyordu. Atom yeryüzünde canlıların bile var oluşunu tehdit ediyordu. Doğaya egemen olma onun dengesini bozuyor, canlı yaşamın şartlarını bile tehdit ediyordu. Üretimdeki onca artışa, üretkenlikteki müthiş yükselişlere rağmen, insanlığın büyük bölümü, eskisinden de daha kötü koşullarda yaşıyor, her gün geçmiştekinden daha fazla çocuk ölüyordu. Maddi refah bile, sağlandığı yerlerde insanlara binlerce yıl boyunca aranmış mutlulukları vermekten uzaktı. Yalnızlık, izolasyon, zamansızlık, yabancılaşma, ilişkilerin, boş zamanların metalaşması, şiddetin yükselişi çok daha aşılmaz sorunlar olarak insanın karşısına dikiliyordu. Bütün bunlar, Aydınlanma döneminin iyimser bir gelecek beklentisine ölüm vuruşu oldular. Geçmişe anlamını veren gelecek hakkındaki beklentilerdir. Gelecek için umutları besleyen bir çağ, geçmişin algılanışını da değiştirir. Geçmiş, bütün olumsuzluklarına rağmen, mutlu bir gelecek için geçilmesi zorunlu bir aşama, geleceğin mutluluğu için bir kefaret, bir diyet, o 19

mutluluk ülkesine giden zahmetli bir yol gibi görünür. Devrimler tarihin lokomotifleri olarak görünürler. Ama gelecek umut ışığını yitirdiğinde, bir mutluluk ülkesi vaat etmez göründüğünde, geçmiş, Tarih meleğinin gördükleri, hayata döndürmek istediği ölüler, yeniden birleştirmek istediği kırık parçalar, gelecek ise bu meleğin bir fırtına tarafından sürüklendiği yön olarak görülür. Ve gelecek sadece yeni yıkıntılar vaat eder. Devrimler, tarihin lokomotifleri değil, imdat frenleri olarak görünürler. (W. Benjamin) Böylece gelecek yitirildiği için geçmiş de yitirilmiştir artık. Yeni bir çağa ve bin yıla insanlık ne umut vadeden bir gelecek ne de özlem duyulabilecek bir geçmiş olmadan giriyor. Tam da bu ruh hali, bin yıl dönüşünün sorusunu belirliyor. Ancak geleceğin ve geçmişin yitirildiği bir çağın eşiğinde, geleceği ve geçmişi birbirinden kurtarmak akla gelebilir ve sorulabilir. Ve o gelecek artık öylesine bir lanetle damgalıdır ki, sahneye yalnızca kendisi çıkamamakta, kendisine yönelecek şiddeti ve laneti biraz olsun azaltabilmek, saptırabilmek için, kardeşi geçmişin çirkinliğinin ardına gizlenmektedir. Bu bağlamda, geleceği ve geçmişi birbirinden kurtarmak sorusu, felsefi kabuklarından ve imgelerden soyulduğunda, umut vadeden bir gelecek için, geleceği yeniden kazanabilmek için ne yapmak gerekir sorusundan başka bir anlama gelmez. Bu anlamda, programatik ve politik bir sorudur. Bizzat kendisi bir programdır. *** Sadece geçmiş ve geleceği mi yitirdik? Birde o geçmiş ve gelecek arasında, insan psikolojisi ve algılamasına göre üç saniyelik bir dönemi kapsadığı söylenen incecik bir zar gibi bir de şimdi var. İster bu psikolojik boyutuyla, ister çeşitli kriterlere göre tanımlanabilecek başka tarihsel ve sosyolojik boyutlarıyla bir de şimdi var. Bir zamanlar sadece şimdi vardı. Augustinius, sadece şimdide yaşadığımızı ve bu şimdinin, "geçmiş şeylerin şimdisi, şimdiki şeylerin şimdisi ve gelecek şeylerin şimdisi" gibi boyutları olduğunu söylüyordu. Parisli isyancılar, ebedi olmasını istedikleri an için saatlere kurşun sıkıyorlardı. Bugün ise ne saatleri yıkmayı ve onlara kurşun sıkmayı düşünebilecek bir hayal gücümüz, ne de öyle durup ebedi olmasını isteyeceğimiz bir an var. Bir bakıma geçmiş ve gelecek yok olmuş ortalığı şimdi ele geçirmiş durumda. Haberleri bir printer gibi okuyan spiker, hava raporunu hızla geçip giden bir bahar yağmuru gibi anlatan meteorolog, son liste başı parçayı çalacağı müzikten daha hızlı bir tempoyla tanıtan DJ, gazetelerin başlıkları, geçip giderken görülen reklam afişleri, her şey, tarihsiz ve geleceksizce bir an için yaşıyor ve yok oluyor, buhar olup uçuyor. Tıpkı ömürleri saniyenin bile çok küçük bir bölümü kadar süren radyoaktif reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan tanecikler gibi. Sanki gelecek ve geçmiş yok olmuş durumda, her şey şimdi için var. Bir şimdi diktatörlüğü hüküm sürüyor. 20

Ama şimdinin bu toplumsal egemenliği, kişi ve algılayışı açısından, şimdinin yitirilişinden başka bir şey değil. Hayat hiç bir zaman yaşanmamış, yaşanmayacak, tadına varılmamış şimdilerden oluşuyor. Her şimdi sadece bir sonraki randevu için var. Şimdi geleceğin bir hizmetçisi. Ama gelecekteki şimdiler de daha ötedeki bir geleceğin şimdileri. Bütün şimdi ve gelecek, daha hızlı, durmayalım düşeriz prensibine göre çalışan modern uygarlığın mihrabında kurban edilmiş durumda. Bu anlamda, geçmişi ve geleceği birbirinden kurtarmak, şimdiyi yeniden kazanabilmek demektir. *** Ne gelecek, ne geçmiş ne de şimdi kaldı. Her şeyi yitirmiş bulunuyoruz. Yitirdiklerimiz bu kadarla kalsaydı gene iyiydi. Umutsuz bir geleceğin gölgesinin vurduğu bir tarih bile yok artık elimizde, tarihin yıkıntıları bile çalınıyor. Modern toplumun tanrısı kar ise, dini ulustur. Tarihin gördüğü en etkili, en kanlı, en saçma illüzyon olan, yalan olan ulus ve ulusçuluk, sadece yıkıntılardan oluşan bir geçmişi bile insanlığa çok görüyor, onu gizlice çalıyor. Ulusların tarihi yoktur. Uluslar ve ulusçuluk, tıpkı bir vampir gibi, olmayan tarihini yaratmak için, kendi varlığını sürdürebilmek için insanlık tarihinin kanını emiyor, bütün tarihi kendisi gibi tarihsizleştiriyor. Bütün uluslarda, şimdinin tarihi o ulusal devletin ya da o devlete yol açan hareketin tarihiyle başlıyor. Böylece bir yandan uluslar tarihsizliklerini örtük bir şekilde itiraf ederlerken, diğer yandan da geniş anlamıyla Şimdiyi de sadece bir ulusal ilkeye tabi kılarak ve indirgeyerek, insanlığın elinden kapıyor. Tarihin geri kalanı ise, yine ulusal oluşumların hazırlanışlarının tarihi oluyor. Tarihi olmayan uluslar bütün insanlık tarihini işgal ediyorlar. Bütün ulusların tarihi yalanlar üzerine inşa edilmiştir. Tarih üzerine yazılan her şey o tarihsize, o soysuza bir tarih, bir soy sağlamaya hizmet etmektedir. Bu en açık biçimde, şu an inşa halindeki ulusun, Avrupa ulusunun tarihinin inşasında görülebilir. İsa'dan, Eski Greklere, Haçlı Seferlerinden otuz yıl savaşlarına, hatta ikinci ve birinci dünya savaşlarının boğazlaşmalarına kadar bütün tarih, sanki Avrupa ulusunun oluşumu yolunda geçilmesi zorunlu aşamalarmış gibi ele alınıyor. Tarih, ulusların ve ulusçulun yağmasına uğruyor ve onun unsurları ulusal tarihlerin inşalarında kullanılıyor. Artık geçmiş, sadece ulusların ve ulusçuların prizmasından bakınca vardır. Başka bir geçmiş yoktur, uluslar tarafından çalınmıştır. Bu anlamda geleceği geçmişten kurtarmak, geçmişi ulusların ve ulusçuluğun elinden kurtarmak demektir. *** Fakat sadece gelecek hiç bir umut vaat etmediği için yitirmedik geleceği ve geçmişi; sadece dayanılmaz sürati, ticarileşmesi ve yabancılaşması yüzünden yitirmedik şimdiyi; sadece 21

uluslar ve ulusçuluk çaldığı için yitirmedik yıkıntılardan ibaret bile olsa tüm insanlığın geçmişini; ama aynı zamanda, unuttuğumuz için de, unutturulduğu için de yitirdik. Her hatırlama aynı zamanda başka bir şeylerin unutulması, unutulmaya terk edilmesidir; her olayın öne çıkarılışı, başka bir olayın arda itilişidir; her an açık gibi görünen tartışma, tartışılmayana karşı bir susuş komplosudur. Gerçek Tarih henüz yazılmamış olandır. Var olan tarih ezilenlere karşı bir susuş komplosudur. Tarih, galiplerin, üstün gelenlerin veya daha baştan üstün olanların tarihidir. Ve bu tarihte sadece iğrençlikler kalmaktadır. Uygarlıkların doğuşuyla birlikte, tarihi sadece iğrençlikler ve çöküş kaplamaktadır. Kahramanlık dönemlerinin tarihi kadar olsun, örnek alınacak bir erdem yoktur ortada. Böylece ezilenlere karşı bu komplo yüzünden insanlık da tarihinde örnek alacak hiç bir şey göremez olmakta; eski uygarlıklar kadar olsun, geçmişiyle barışık olamamaktadır. Geçmiş ezenlerin ve galiplerin tarihi olarak onlar tarafından yazıldığı için onurunu da yitirdi. Zafer sarhoşluğu içindeki modern batı uygarlığı, bu zaferini ebedi kılabilmek, başka olası bir dünyanın ve hayalin bütün anılarını hafızalardan silebilmek için, onun erdemli yanını unutuyor ve unutturuyor. Tarih sadece Konsantrasyon kampları değildir ona karşı direnenlerdir de. Sadece savaşlar değildir; barış için savaşanlar, asker kaçaklarıdır; sadece uzlaşanlar, eyyam efendileri, teslim olanlar değildir; uzlaşmayanlar, direnenlerdir. Sadece galiplerin zafer arabasına bağladığı yığınların tarihi değildir, bir inancı sürdüren marjinal, küçük grupların da tarihidir; sadece kilisenin değil, Katarların da tarihidir; sadece engizatörler yoktur, engizatörlerin yaktığı ateşte yanarak ışık verenler de vardır; sadece çürüyen Abbasi ve Emevi halifeleri yoktur, Nesimi'ler, Hallacı Mansur'lar da vardır. Tarihin bütün dikkati ve enerjisi, geçmiş üzerine bütün bildiklerimiz hep birinciler üzerine odaklanmıştır, diğerleri unutulmaya ve unutturulmaya terk edilmiştir. Ama onlar hep vardılar, varlar ve var olacaklar. Nasıl her şeylere kadir tanrı bir topal şeytanla baş edemez, onu yok edemez ise öyle. O şeytanların da bir tarihi var ve yazılmamış gerçek tarih, bizlerden çalınan geçmiş, o şeytanların tarihidir. Bu anlamda geleceği geçmişten kurtarmak, o unutulan geçmişi hatırlamak, geçmişe erdemli ve yiğit yanını geri vermek, kazandırmak demektir. Tarihle barışmak demektir. *** Bir an için geleceği bir yana bırakalım. Unutulmuş ve çalınmış bir geçmiş ve yaşamadığımız bir şimdi var. Geleceği geçmişten kurtarmak için, unutulmuşu hatırlamak, çalınmışı geri almak, yaşanamayanı yaşayabilir olmak gerekiyor. Unutulmuşu hatırlamak, çalınmışı geri almak, yaşanmayan şimdiyi yeniden kazanabilmek için ne yapmak gerekiyor? Şimdiyi tekrar kazanmaktan başlanabilir. Niçin ve nasıl yitirildi şimdi? Nedir böylesine ne insan biyolojisinin ne de doğanın ritmini takmadan, saatlerden saniyelere, saniyelerden nano-saniyelere doğru, müthiş bir hızla hayatı kıyma eden. Zamanı çalan ve bizleri zamansızlığa mahkûm eden? 22