Ağustos 2002, Ankara Gürcan DAĞDAŞ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI

2010 YILI OCAK-MART DÖNEMİ TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

2010 OCAK MART DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

AKP hükümeti zamanında ekonomik büyüme ve istikrar sağlanmıştır

2010 OCAK AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

İktisat Tarihi

AKTİF EĞİTİMCİLER SENDİKASI EKONOMİ SERVİSİ YÜKSEK ENFLASYON / KAMU ÇALIŞANLARI KAYIP RAPORU

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

TÜRKİYE'NİN EN KAPSAMLI GENÇLİK ARAŞTIRMA RAPORU YÜZLERCE GENCİN ÖNÜNDE AÇIKLANDI

AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI

AB Krizi ve TCMB Para Politikası

Cumhuriyet Halk Partisi

ASGARİ ÜCRET VE EKONOMİK BÜYÜME RAPORU RAPORU

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

MAYIS 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

NİSAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

2010 ŞUBAT AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

TÜRKĠYE DÜNYANIN BOYA ÜRETĠM ÜSSÜ OLMA YOLUNDA

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

izlenmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulmuştur. IMF'ye bağlıbirimler: Guvernörler Konseyi, İcra Kurulu, Geçici Kurul, Kalkınma Kurulu

EKONOMİ DEKİ SON GELİŞMELER Y M M O D A S I P R O F. D R. M U S T A F A A. A Y S A N

GENEL BAŞKANIN MESAJI

* EL KAZANDI BİZ ÖVÜNÜYORUZ *BORSA 2012 DE DE YABANCIYA ÇALIŞTI *İstanbul da kazanıp, New York ta, Londra da şampanya patlattılar

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Nisan 2012, No: 29

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

Berkalp Kaya KASIM 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

Özet Değerlendirme 1

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

SEKTÖREL GELİŞMELER İÇİNDEKİLER Otomotiv. Beyaz Eşya. İnşaat. Turizm. Enerji. Diğer Göstergeler. Sektörel Gelişmeler /Ağustos

YOKSULUN LOKMASI KÜÇÜLDÜ, ZENGİNİN SOFRASI BÜYÜDÜ SAVAŞ ERDOĞAN I TÜRKİYE NİN UTANÇ TARİHİNE BİR NUMARA OLARAK GEÇİRECEKTİR VE ASLA AFFEDİLMEYECEKTİR.

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 TEMMUZ AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ!

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ocak 2012, No: 20

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

NİTELİKLİ EĞİTİMİN TOPLUMUN REFAH SEVİYESİNE ETKİSİ. Prof.Dr. Muammer Kaya, ESOGÜ Rektör Adayı,

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

IMF KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2008

Tarih: 13 Temmuz 2012 Daha fazla bilgi için Nurgül Usta Genel Md. Yardımcısı Tel: E mail:nurgul.usta@dorinsight.

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı. Dr. Vahdettin Ertaş. Finansal Erişim Konferansı. Açılış Konuşması. 3 Haziran 2014

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Ekonomik Etki Değerlendirme Çalışması

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ağustos 2012, No: 38

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN GELİŞMELER VE 2011 YILI EKONOMİK BEKLENTİLERİ. Dr.Süleyman Yaşar. 17 Nisan 2011

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mart 2012, No: 26

HAZİRAN 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

BAKANLAR KURULU SUNUMU

EKONOMİK GELİŞMELER Temmuz

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

2010 OCAK NİSAN DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

Araştırma Notu 15/179

2017 yılı İhracatçı Eğilim Araştırması. 1. Çeyrek Gerçekleşme 2. Çeyrek Beklenti Sonuçları

2012 SINAVLARI İÇİN GÜNCEL EKONOMİ ÇALIŞMA SORULARI. (40 Test Sorusu)

MART 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

TİCARİ İLİŞKİLER DURUM İKÖ ÜLKELERİ ARASINDA AVRUPA BİRLİĞİ >>

RAKAMLARLA KONYA İSTİHDAMI FEYZULLAH ALTAY

Enerji ve İklim Haritası

Ekonomi II. 13.Bölüm:Makroekonomiye Genel Bir Bakış Doç.Dr.Tufan BAL

Sosyal Politikayı Yeniden Düşünmek! NEDEN?

YİSAD Üyelerinden Çanakkale Şehitliği ne ziyaret Ağustos 2012 / Demir Çelik Store

ŞUBAT 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Dünya da ve Türkiye de İş Sağlığı ve Güvenliği

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜNÜN 2014 MART İHRACAT PERFORMANSI ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

Kur artışının ekonomiye olumlu ve olumsuz etkileri var

Yeni Sosyal Güvenlik Sistemi Üzerine Notlar

AB NİN EKONOMİK YAPISIYLA İLGİLİ TEMEL BİLGİLER 1. Ülkelerin Yüz Ölçümü 2. Ülkelerin Nüfusu 3. Ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla 4.

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 KASIM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği. Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

2006 YILI EGE BÖLGESİ NİN 100 BÜYÜK FİRMASI

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2011, No:5

TARIMSAL İSTİHDAMA DAİR TEMEL VERİLER VE GÜNCEL EĞİLİMLER

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Mart 2013

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Türk araçlarının taşıma yaptığı ülkelere göre yoğunlukları gösterilmektedir. Siyah: ilk 15 ülke

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Transkript:

İÇİNDEKİLER Önsöz Görüntüyü Kurtarmak Toplumsal Trajedimizin Panoraması Küreselleşme Türkiye de Yaşanan Sosyal Çürüme ve Çözüm Yolu Görevini Kötüye Kullanmak! Masum Değiliz Hiç Birimiz Düşünsel Sıkışma Tartışma Özgürlüğü ve Demokrasinin Bedavacı Taraftarları Türkiye de Eğitim : Cılk Bir Yumurta! Soysuz Patlama Türkiye nin Sancılı Dönemi Amerika ya Yönelik Saldırı ve Gelecek Türkiye ve Avrupa Birliği Sayıştay 2000 Yılı Mali Raporu nun Özeti 1

ÖNSÖZ Türkiye son yıllarda inanılması güç gelişmelere tanık oldu. İflas etmiş bir ekonomi, yoksulluk ve açlık sınırında milyonlarca insan, büyük bir bölümünün yurtdışına kaçmak istediği bir gençlik, dünyanın en mutsuz toplumu ve dünyanın en bol sıfırlı ulusal parası bu ülkede bulunuyor. Ülkemizin belirtilen olumsuzlukları yaşadığı bu dönemde, toplumumuzun sosyo-politik, ekonomik ve kültürel yapılarının dünü, bugünü ve geleceği üzerine okuma ve düşünsel yoğunlaşma dönemi yaşadım. Bir grup arkadaşımla birlikte, anılan konuları değişik bakış açılarından tartışma olanağını bulmanın yanı sıra, toplumun değişik kesimlerinin yaptığı tartışmaları da yakından takip ettim. Yapılan tartışmalarda dikkatimi çeken en önemli nokta şudur: Herkes başkasını sorunların sorumlusu olarak görüyor. En fazla suçlanan kesimlerin başında ise siyaset ve siyasetçi geliyor. Oysa en fazla ihtiyaç duyduğumuz husus, toplum olarak kendimizi bir eleştiri süzgecinden geçirmemizin gerekliliğidir. Ahmet Hamdi Tanpınar, 1958 yılında arkadaşına yazdığı bir mektupta şunları söylüyor,...bu kısa ömrümde dört devir gördüm: Hürriyet devri, Mütareke devri, Cumhuriyet devri, Demokrasi devri. Buna az çok bildiğimi sandığım Tanzimat ve Abdülhamit devirlerini de ilave edersek, altı devir olur. Aziz vatanımızda işlerin nasıl başladığını ve nasıl gevşeyerek gittiğini az çok bilirim. Almanca bir darb-ı mesel öğrendim: Türkler gibi başlamak, Almanlar gibi devam etmek ve İngilizler gibi bitirmek. Bizi hakikaten iyi anlamışlar. Hiçbir millet bizim kadar ateşle işe koyulmaz ve yine hiçbiri bizim kadar rahatça vazgeçmez... Türkiye Üçüncü Ahmed den beri daima yeniden başlar... Tanpınar ın bu açıklamaları, toplum olarak uzun zamandır neden bir ileri bir geri harmonik hareket yaptığımızı ortaya koyuyor. Bu kitaptaki yazılar, suçlu avcılığı yapmak yerine toplumun kendisini bir eleştiri süzgecinden geçirmesinin gerekliliği üzerinde odaklanırken, bu konuda düşünsel bir kıvılcımın ortaya çıkmasına mütevazi bir katkı sağlarsa, bundan mutluluk duyacağım. Ağustos 2002, Ankara Gürcan DAĞDAŞ 2

GÖRÜNTÜYÜ KURTARMAK Türkiye de sistem dahil olmak üzere birçok şeyin gelip dayandığı nokta görüntü ve imaj toplamıdır. Geçmişte insanlar düşünüyorum, o halde varım derken, günümüzde ise görünüyorum, o halde varım demektedir. Kamuda çalışan bir arkadaşım bana ilginç bir olay anlattı. Arkadaşım ofisinde çalışırken, çalışma arkadaşlarından birisi yanına gelir ve sohbet etmek istediğini söyler. Arkadaşım yapacak çok işi olmasına rağmen nezaketinden dolayı bu isteği kırmaz. Sohbete istekli kişi iki saat boyunca, toplumsal tembelliğimiz, hiç iş yapmadan para kazanmak isteğimiz şeklindeki konular üzerinde konuşur. İki saat sonra bu kişi kalkmak istediğinde, arkadaşım yine nezaket gereği bu kişiden oturmasını ve sohbete devam etmesini ister. Aldığı cevap çok ilginçtir: Benim gidip amirlerime görünmem gerekiyor. Türkiye de çok kişi birilerine görünerek bir şeyler yapıyormuş görüntüsü vermektedir. Ankara daki mebus seçim bölgesine giderek arada bir seçmenine görünür, üniversitedeki hoca çoğu zaman yerine asistanı derse gönderir, ama arada bir dekana görünür, kamu hastanesindeki doktor öğlene kadar hastanede görünür, öğleden sonra ise özel muayenehanesine gider, her akşam lokantalarda erkek erkeğe içki içen beyler, saat gece 11 olunca benim gidip hanıma ve çocuklara görünmem gerek der, borsa-döviz ve faiz hareketlerini ekonomi diye sunan medya arada bir gelir dağılımı adaletsizliğine değinerek halktan yana görünür. Ülkemizde yaşanan bu durum aslında dünyanın genel bir sorunudur. Jean Baudrillard, Simülasyon Kuramı adı altında bu olguyu inceleyerek ilginç sonuçlara varmıştır. Oğuz Adanır, Baudrillard ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler adlı kitabında, Baudrillard ın görüşlerini şu şekilde özetlemektedir: En yalın tanımıyla simülasyon, olmayan bir şeyi var gibi göstermektir. Simülasyon gerçeğin tüm göstergelerine sahip olduğu halde, gerçeğin kendisi olmayandır. Günümüzde özellikle teknolojik bir terim gibi algılanmaktadır. Çünkü gerçekten de bir simülasyon teknolojisiyle, simülasyon teknikleri vardır (savaş uçağı pilotları için uçuş ve bombalama simülasyonu tekniği, Japon itfaiyeciler için eğitim amacıyla kullanılan deprem simülatörleri vb). Baudrillard ın sözünü ettiği simülasyon ise bu teknolojik anlamı da kapsamakla birlikte, daha genelde toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik olanı kapsamaktadır. Simülasyon evreninde toplumsal yoktur, toplumsal-ötesi yani bir kitle vardır. Kitle, toplumsalın içi boş ve kendinden geçmiş, anlamını yitirmiş biçimidir. Simülasyon evreninde politika yoktur, politika-ötesi vardır, yani politikanın anlamsızlaşmış, içi boş ve kendinden geçmiş biçimi vardır. Simülasyon evreninde kültürel yoktur, kültürel-ötesi vardır, yani kültürel olanın anlamsız, içi boş ve kendinden geçmiş biçimi vardır. Bu evren bir görünümler evrenidir... bu evrende geçerli olan hiçbir politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel olan ideolojik bir ahlak bulunmadığından sistem kendi varlığını koruyabilmek için herkesin ahlaksızlaşmasına, müstehcenleşmesine... çanak tutacaktır. Kitle ileti(şi)m araçları bunun için vardır... Bir simülasyon evreni oluşturmaktan başka bir işe yaramayan kitle iletişim araçları, işte bu yüzden tüm anlam ve içerikleri nötralize etmekten başka bir işe yaramamaktadır. 3

Çünkü televizyon ekranındaki görüntüler, hangi içeriği ya da anlamı taşıyor görünürse görünsün, gerçekte hiçbir anlam taşımamaktadır. Bir savaş görüntüsüyle, bir deterjan reklamı duygusal ya da düşsel açıdan birbirlerinden daha etkileyici değildir... Aynı duyarsızlıkla sunulan bu görüntüler özne tarafından da aynı duyarsızlıkla algılanmaktadır. Her ikisi de birer tüketim nesnesinden başka bir şey değildir. Bu evrenin temel özelliklerinden biri tepkisizliktir (atalettir). Sistem bu açıdan tam bir açmaz içindedir. Kitle iletişim araçlarını bireyin düzene katılması ve demokratik bir sistemi desteklemesi amacıyla kullanmaya çalışırken tam tersi sonuçlarla karşılaşmaktadır. Bu durum öznenin içinde bulunduğu çaresizliği göstermektedir. Özne, çaresizliğinin bilincine vardıkça ya boş vermekte ya da sonu gelmeyen anket, sondaj, referandum vb. yöntemlerle nesnenin sistemin bir parçası olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır, ancak nesne bu oyunun da farkında olduğundan, özne yine yanılmaktadır. Burada nesnenin stratejisi son derece basittir: özneye arzu ettiği yanıtları vermek, katılırmış gibi yapmak ve özneyi buna inandırmak. Simülasyon evreninin nesnesi bir tür yaşayan ölü numarası yapmaktadır. Toplumsal hedef ve amaçlardan yoksun, ancak buna karşın, bireysel hedef ve amaçların kendisini hiçbir yere götürmeyeceğini bildiği bir evrene ait bir insan. Ancak sahip olduğu refah ve konforu hemen terk etmeye de pek niyeti yoktur. Bu yüzden kendi vicdanıyla hesaplaşmak yerine, sisteme teslim olmuş numarası yaparak bu yükümlülükten kurtulmak ister gibidir. Simülasyon evreninde, gerçekliğin evreninde yaşanmış ve bitmiş olan her şeyin anlamı tersine dönmektedir. Oysa görünümlerin egemen olduğunu söylediğimiz bu evrende politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel açıdan her şeyin eskisi gibi sürüp gitmekte olduğu gibi yanlış bir genel izlenim vardır. Bir zamanlar varolmuş tüm içeriklerin ve anlamların ölüp gitmediklerini kanıtlayabilmek için sistem olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Kendi gerçekliğini yitirmiş olduğunu ve bu yüzden de sonunun gelmiş olduğunu kabul edememektedir... Kendi gerçekliğini kanıtlayabilmek için daha çok televizyon programı, daha çok eğlence ve kültür programı, daha çok film vb. şeylerin üretilmesini sağlamaktadır... Yazının başında belirttiğim, içeriği alabildiğine boşalmış, görüntü ve imaj toplamından ibaret olan Türkiye deki sistem gelip duvara dayanmıştır. Son günlerin gözde şarkısında, Yeni bir hayat gerisi bayat, bana yeni bir neden lazım denilmektedir. Türk toplumuna, toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel gerçeklerine dayalı yeni bir neden lazım. Siyaset bu yeni nedeni yaratmayı başarabilirse, toplumu geçmişte olduğu gibi yeniden kucaklamayı başarabilecektir. 4

TOPLUMSAL TRAJEDİMİZİN PANORAMASI Türkiye, yazılı ve görsel medyanın bir bölümüne çarpıcı bir biçimde konu olan, bir hukuksal trajedinin şokunu yaşadı. Hasan Ersoylu, cinayet suçuyla tam 1446 gün cezaevinde yattıktan sonra suçsuz olduğu anlaşıldı. Ancak bunu devletin yanına bırakmamaya kararlı olan Ersoylu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne (AİHM) başvurarak devletten 1 milyon dolar (yaklaşık 670 milyar Türk Lirası) tazminat istedi. Cezaevinde kaldığı her gün için 691 dolar isteyen Ersoylu, Ülkemde, Adalet veya İçişleri Bakanlığı na dava açsaydım, bana verilecek tazminat çok komik olabilirdi. Bu yüzden avukatım aracılığıyla AİHM de dava açtım diyordu. Ersoylu, arkadaşı Dursun Aldemir in Ordu da tabancayla vurularak öldürülmesinden sorumlu tutulmuştu. 21 Aralık 1994 tarihinde cezaevine giren Ersoylu, ifademi işkenceyle imzaladım diyordu; suçsuzluğu anlaşıldı. Hasan Ersoylu, 3 yıl 11 ay 17 gün sonra serbest bırakıldı (Milliyet,4 Ocak 2001). Kaybolan Yıllarını Dolar Olarak İstiyor başlığı altında verilen bu haberde: İşkence altında imzalanan ifade, Adalet veya İçişleri Bakanlığı yerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nin tercih edilmesi dikkat çekmekteydi. Bu hukuksal trajediye aynı zamanda ulusal paramızın yaşadığı trajedi de eşlik etmekteydi. Gazete 1 milyon doların yaklaşık 670 milyar Türk Lirası na tekabül ettiğini de belirtiyordu. Geride bıraktığımız yüzyılın başlarında (79 yıl önce) büyük umut ve heyecanlarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 21.yüzyıla hukuksal trajediler, ürkütücü bir mali tutsaklık, gelir dağılımı adaletsizliği, dejenere edilmiş bir ulusal dil ve itibarsız bir ulusal parayla başladı. Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluşu esnasındaki umut ve heyecanı daha iyi anlamak açısından Cumhuriyet öncesi yakın dönem Osmanlı tarihine kısa bir bakış yararlı olacaktır. Yakın Çağ ın başlarında (1789 ve sonrası) 4 milyon kilometrekare toprağa sahip olan Osmanlı Devleti, 1881 yılında mali iflasını ilan ediyordu. Bu mali iflası, siyasi ve askeri iflaslar takip edecekti. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı nın arifesinde 2 milyon kilometrekare toprağa sahip olan Osmanlı Devleti nden, Cumhuriyete 814.578 kilometrekare toprak miras kalmış, tarihte pek az ulus bu denli kısa bir sürede böylesine ürkütücü bir coğrafi daralma yaşamıştır. Türk toplumu 18. ve 19. yüzyılları Türk-Rus savaşlarıyla (1711 Prut, 1774 Küçük Kaynarca, 1792 Yaş, 1812 Bükreş, 1829 Edirne, 1856 Paris ve 1878 Ayastefanos) geçirdikten sonra, 20. yüzyılın başlarındaki 11 yıla ise dört savaş (1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914-1918 Birinci Dünya ve 1919-1922 Kurtuluş Savaşı) eşlik etmiştir. Belirtilen savaşlar sonucu Anadolu daki nüfus dul ve yetimler ordusu haline gelmiştir. Sadece Çanakkale Cephesi nde 250 bin, Sarıkamış ta ise 90 bin asker (donarak) şehit olmuştur. Yaşanan ürkütücü coğrafi daralma sonucu Anadolu ise Türklerin sığınabileceği son kale olarak, kutsal bir vatana dönüşmüştür. 5

Mustafa Kemal, 57 yıllık ömründe dört savaş yaşamış birisi olarak, savaş sayfasını 1922 yılında kapattıktan sonra, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti ne çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmayı hedef göstermiştir. Mehmet Akif Ersoy, Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı dizelerine İstiklal Marşı mızda yer verirken, On yılda yarattık onbeş milyon genç ifadesi ise Onuncu Yıl Marşı mızda yerini almıştır. Toprak diyerek geçmeyip tanımamız istenen toprakları; günümüzde mafya yağmalarken, milyonlarca genç ise Türkiye nin geleceğinden umudunu keserek ülkeyi terk etmek istemektedir. Yetmişsekiz yıl önce, ulusal dil, ulusal ekonomi ve ulusal eğitim diyerek yola çıkılmış, bugün ise bunlardan eser kalmamıştır. Fırsatını bulan herkes çocuğunu yabancı dilde eğitim yaptıran okullara göndermeyi tercih etmektedir. 300 milyon Türk Lirası maaşa talim eden memur ise her ayın onbeşinde; soluğu döviz bürolarının önünde alarak maaşını dolara çevirmektedir! Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti ni kurduğunda nüfusumuz 13 milyondu. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti nde ise 13 milyondan fazla insan açlık sınırında yaşamakta ve dakikada 113 milyar borç faizi ödenmektedir. Mustafa Kemal Biz, sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitleyiz diyordu. Bugün, Öteki Türkiye, Beriki Türkiye şeklinde iki ayrı Türkiye den bahsedilmektedir. Türkiye, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya dan oluşan coğrafyanın en büyük ekonomisi ve aynı zamanda en yüksek nüfusuna sahip ülkesi. Dünya Bankası verileri kullanılarak yapılan araştırmaya göre, kuzey komşumuz Rusya Federasyonu bir yana bırakıldığında, Türkiye (Şubat 2001 krizi öncesi) yarattığı 188 milyar dolarlık gelir ve 65 milyon civarındaki nüfusu ile 37 ülkenin bulunduğu, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kafkasya bölgesinde 1 Numara görünüyor. Türkiye, ürettiği 188 milyar dolarlık ulusal geliri ile bölge ülkeleri olan; Polonya dan 35, Suudi Arabistan dan 60, Yunanistan dan 64, İran dan 87, İsrail den 89 ve Mısır dan 96 milyar dolar daha geniş bir pazara sahip. Örneğin, Çek Cumhuriyeti, İstanbul ve İzmir in toplam gelirlerinden ibaret bir ekonomik ölçeğe sahip görünürken; Macaristan, İstanbul ve Bursa toplamı kadar bir pazar büyüklüğünde. Romanya nın 34 milyar dolarlık ulusal geliri, Ankara, İzmir ve İçel illerimizin gelirlerine denk düşerken; Ukrayna, İstanbul un tek başına ürettiği kadar hasıla üretiyor. Ortadoğu da Suriye nin üretimi, Adana, Antalya ve Bursa nın üretimine; Ürdün ün üretimi Kocaeli nin üretimine; Lübnan ın üretimi de İzmir ve Kütahya nın üretimine denk güçte. Kafkasya da Ermenistan, ancak Kahramanmaraş kadar gelir üretirken, Türkmenistan ın üretimi ise Denizli nin üretimi kadardır. Türkiye, söz konusu ülkelerin en büyük ölçekli ekonomisi olmakla beraber, dünyanın en kötü gelir dağılımına sahip beş ülkesinden biridir. 2000 yılının ilk yarısına ait bölüşüm göstergeleri, toplam gelirden aslan payı nı alan İstanbul un süper zengin gruplarıyla, diğer coğrafi bölgeler ve büyük illeri arasında derin uçurumlar olduğunu ortaya koymaktadır. 39 katrilyon 96 trilyon Türk Lirası nın paylaşımında İstanbul un yüzde 1 lik azınlığının ayda hanesine 27,5 milyar Türk Lirası girerken, yaklaşık 19 bin hanelik bu grubun geliri, Anadolu nun birçok bölgesine ve büyük kentlerine giren tüm geliri geçmektedir İstanbul da en zengin ile en fakir arasındaki fark 1437, Türkiye de 6 milyon kişi, 3 milyar 200 milyon aylık kazanca sahip, 16 milyon ise ayda 160 milyondan daha az kazanmaktadır. Türkiye bu tabloyu daha fazla kaldıramaz. Jeolojik depremden korkulduğu kadar, toplumsal depremden de korkulması gerekmektedir. 6

Birleşmiş Milletler tarafından geliştirilmiş olan İnsani Gelişmişlik Endeksi ne göre, Türkiye nin 174 ülke arasında 1995 yılında 69. sıradaki yerinin, 1999 yılında 86. sıraya düşmüş olması ve orta insani gelişmişlik düzeyine sahip ülkeler arasında yer aldığı gerçeği, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yayınlanan Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Öncesinde Sosyal Sektörlerde Gelişmeler, 1996-2000 adlı çalışmada belirtilmektedir. Aynı çalışmada, işgücünün yüzde 77,8 i, istihdamın ise yüzde 79,1 i gibi büyük bir kısmının ortaokul ve ilkokuldan mezun olan veya herhangi bir okuldan mezun olmayan ile okuma-yazma bilmeyen kişilerden oluştuğu ortaya konulmuştur. İlköğretimin birinci basamağından sonra öğrenimlerine devam etmeyen çocuk sayısı önemini korumaktadır. Bu çocukların büyük bir kısmı genellikle ailelerinin ekonomik yetersizliklerinden veya işgücü ihtiyacından, erken yaşlarda çalışma yaşamına aktif olarak girmekte, herhangi bir mesleki eğitim görmediklerinden düz işçi olarak düşük ücretle ve sosyal güvencesiz olarak çalıştırılmaktadırlar. 12-14 yaş grubunda çalışan erkek çocukların oranı yüzde 31 e, kız çocukların oranı yüzde 33 e yaklaşırken, bu oranlar 15-19 yaş grubu erkek çocuklarda yüzde 56,8 e ve kız çocuklarda ise yüzde 45,1 e ulaşmaktadır. Aktif çalışma yaşamına katılan çocuklardan kırsal kesimde, tarımda çalışanların büyük bir kısmı ücretsiz aile işçisi olarak çalışırken, diğer bir kısmı gündelikçi veya aylıkçı olarak ailesinden uzak ve herhangi bir sosyal güvenceden faydalanmadan çalışmak zorunda kalmaktadır. Dünya ulusları 31 Aralık 2000 akşamı meydanları doldurarak, coşku içinde birbirlerini kutlayarak yeni bir yılı karşılarken, gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada beşinci, rüşvetin yaygınlığı açısından ondokuzuncu sırada bulunan Türkiye nin Taksim Meydanı nda ise, Batı Şeria ve Gazze deki manzaraları çağrıştıran dramatik ve tehlikeli olaylar yaşanıyordu. İstiklal Caddesi nde bomba patlarken, yoksulluk ve umutsuzluk girdabında çırpınan Öteki Türkiye nin mensupları Taksim Meydanı nda The Marmara Oteli nin camlarını taşlamaktaydı. Otel camlarını taşlama eylemini takip eden bir diğer çarpıcı gelişme de, lüks otomobillere yönelik kundaklama eylemleridir. Türk Sineması, mafyatik örgütlenmeyi, hukuksuzluğu gündeme taşırken, milyonlarca insan, İkinci Bahar dizisini izliyor ve televizyon ekranları önünde göz yaşlarına boğuluyordu. Öteki Türkiye kavramının isim babası olduğu söylenen gazeteci-yazar, 15 Ocak 2001 tarihli köşe yazısında özetle şunları yazıyordu: İkinci Bahar adlı televizyon dizisine yönelik abartılı sevgi insanımızın ruh sağlığının özellikle son 10 yıl içinde ne kadar da fazla bozulduğunun bir göstergesidir... Konu hakkında yazan herkes nedense bunu seyrederken ağladığını mutlaka belirtmek ihtiyacını duyuyor... Bunun nedeni ne? Neden bu dizi bir toplumsal fenomen, adeta bir hisler çılgınlığı haline geldi?... İkinci Bahar dizisinin temaları şu şekilde sıralanıyor birçok uzman tarafından: Kardeşlik, yardımlaşma, sevgi, karşılıklı dayanışma, kadirşinaslık, feragat, fedakarlık. Anlayacağınız bugün bizim insanımızın çok büyük çoğunluğunda bulunmayan bütün özellikler bu dizide ana tema olarak kullanılıyor... Yani insanlar bu diziye ağlarken aslında kendilerinin durumuna, kaybettikleri hasletlerine, bir insanı güzel yapan özelliklerin kendilerinde bulunmamasına ağlıyorlar... İnsanımız artık kötü. Diğer insanlara ve büyük çoğunlukta kendi en yakınına bile kinle yaklaşma yaygın. Karşılıklı dayanışma yerini sürekli bir çatışmaya bırakmış. Bu çatışma her an kanlı bir vukuata dönüşme eğilimini de içinde taşıyor üstelik. Herkes birbirinden şüpheli... Gazetelerin üçüncü sayfaları, medeni ülkelerde en fazla iki celselik dava konusu olabilecek basit olaylar nedeniyle tüm ailesini, akrabalarını, çoluk çocuğunu öldüren garip insanların haberleriyle dolu... Sevgisiz, sürekli başkalarını kandırmak için pusu kurmuş, parasal çıkarı için her an en yakınını bile satmaya hazır, başka bir insan için fedakarlık 7

yapanları aptal olarak gören insanlar topluluğu, İkinci Bahar ı seyrederken ağlıyorlar. Ne kadar komik ama bir o kadar da trajik bir durum... Dizide kendi kaybetmiş oldukları insanlıklarına ağlıyorlar. Dizide hayatları anlatılan insan tipi 30 yıl önce vardır, artık onların bir daha geriye gelmeyeceğini bildikleri için yaş gözlerden çeşme gibi akıyor... Köşe yazısından uzun alıntı yaptığımız gazeteci-yazarın da belirttiği gibi toplumumuzun ruh sağlığı giderek bozulmaktadır. İnsanlar yaşamayı değil, ölümü tercih ediyorlar. Batman da bir ay içinde 303 kadın ve genç kız intihar girişiminde bulunuyor ve 16 kişi hayatını kaybediyor. Yapılan araştırmalara göre her 100 kişiden 17 sinin ruh sağlığının ciddi bir biçimde bozuk olduğu, şizofreniden muzdarip 300.000 kişinin aramızda yaşadığı ve bu sayının her yıl giderek artmakta olduğu iddia edilmektedir. Yukarıda açıklanmaya çalışılan toplumsal trajedimizin panoraması karşısında Ankara daki siyasi elitimiz hariç, toplumun önemli bir bölümü derin bir huzursuzluk ve çaresizlik yaşamaktadır. Tanzimat Dönemi nin nüktedan şahsiyeti Fuat Paşa, Avrupalı elçilere şöyle der: Siz fısıldayın yalnız... Fakat sahneyi ve oynanacak rolleri bize bırakınız. Fuat Paşa Batılılaşma çabalarında sefaretlere neden ihtiyaç duyulduğunu ise şöyle açıklar: Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet (padişah), cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise (halk) bir kuvvet hasıl etmeye imkan yoktur. Bunun için pabuççu muştusu gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir. Toplumsal trajedilerimiz karşısında vicdanlarını ve zihinlerini tatile çıkaran siyasetçiler, siyasetin ötenazi yapmasına neden olmuşlardır. Bu ülkede yaşayan insanların Türkiye yi kim yönetiyor? sorusunu sormaları son derece haklı. Prof.Dr.Korkut Boratav,...Türkiye kendi geleceğini planlayamıyor. İş büyük ayrıntı düzeylerine kadar inmiştir... İnsanlarımız Eğer kaderimi IMF belirleyecekse, kendi geleceğimi belirlemek üzere siyasi partilere oy verme sürecine niye katılayım? diye haklı olarak soracaktır. Eleştirel düşüncenin giderek körelmesi nedeniyle, iktisat ve sosyal politika alanlarında alternatifler yok oluyor. Devletten ekonomik ve sosyal alanda hiçbir şey beklemeyen insanların demokrasiye sahip çıkmalarını beklemek ham hayaldir demektedir. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Bülent Eczacıbaşı, Görüyoruz ki yıllar boyunca akıllara durgunluk veren soygunlarla devletin ve toplumun soyulması, yüz binlerce insanımıza iş yaratacak düzeydeki muazzam kaynakları yok etmiş, toplumun kanı emilmiş diyerek duruma tepki göstermektedir. Türkiye deki toplumsal trajedileri anlamayı ve çözmeyi gündemine taşımayan günümüzün siyaset anlayışı tükenmiştir. Siyasetin boşluğu asla kaldırmayacağı şeklindeki malum gerçeği, siyasete ilgi duyan herkes bilmektedir. Türkiye nin bugünkü fotoğrafı özellikle moral çöküntü açısından 1930 ların Almanya sına benzemektedir. Türkiye de yaşanan toplumsal trajediler karşısında vicdanlarını ve zihinlerini göreve çağırmayacak siyasetçiler, toplumsal barış ve sivil siyasetin üzerine sonbahar sisinin çökmesine katkıda bulunmuş olacaktır. Siyasetin ve toplumsal barışın baharı, toplumsal sorunlarımıza çözüm getirecek gerçekçi sivil projelerin üretilmesinden ve bunların hayata uygulanmasından geçmektedir. 8

KÜRESELLEŞME Harvard Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Profesörü ve Denizaşırı Kalkınma Konseyi Danışmanı Dani Rodrik, Türkçe ye, Yeni Küresel Ekonomi ve Gelişmekte olan Ülkeler adıyla çevrilen kitabında Brezilya, Rusya, Türkiye ya da dünya ekonomisine hızla entegre olan bir dizi gelişmekte olan ülkenin maliye bakanlarının yaşamındaki tipik bir günün şu şekilde olabileceğini anlatmaktadır: Maliye Bakanı güne, bilgisayarını açıp ABD, Avrupa ve Doğu Asya da para ve hisse senedi piyasalarının durumuna bakarak başlar. İnternette basın raporlarını inceler ve masasındaki uluslararası mali yayınlara göz gezdirir. Günün ilk toplantısı, Uluslararası Para Fonu yla (IMF) yakında yapılacak görüşmelerle ilgili bir brifing toplantısıdır. IMF, ülkenin mali açığının hâlâ çok yüksek olduğundan ve sosyal güvenlik sisteminin elden geçirilmesi gerektiğinden yakınmaktadır. Bakan elemanlarına, gelecek yıl için kamu sektöründe ücret artışlarının daha düşük olmasını öngören yeni bir bütçe projeksiyonu hazırlamalarını söyler. Ardından içeri, uluslararası derecelendirme kuruluşundan bir delegasyon alınır. Bakan standart konuşmasını yapar. Ekonomi son birkaç yılda çok gelişmiştir ve artık havalanmaya hazırdır. İhracat yüzde 15 artmıştır, en büyük kamu petrol şirketi özelleştirilmek üzeredir ve kriz nedeniyle borsada yaşanan düşüş şimdilik kontrol altındadır. Hükümet ciddi mali politikalara daha önce hiç olmadığı kadar bağlıdır. Öğlen yemeğinde Bakan, önemli bir uluslararası danışmanlık firmasının hazırladığı Küreselleşmenin Zorunlulukları başlıklı bir konferansın açılış konuşmacısıdır. Konuşmasında, Hiçbir ülke küresel ekonominin dışında kalamaz. Dışa açılmayla, serbestleştirmeyle ve özelleştirmeyle ekonomilerimize uluslararası rekabet gücü kazandırmalıyız. Ekonomilerimizde ancak böyle istihdam ve büyüme fırsatları yaratabiliriz dedikten sonra Artık hepimiz küreselleşme taraftarıyız diyerek konuşmasını sona erdirir. Bakan öğleden sonra, ülkenin en büyük ihracat şirketlerini temsil eden bir iş adamları grubuyla görüşür. İşadamları, döviz kuru düzeyinden yakınmaktadırlar. Delegasyon üyeleri, hükümetin yüksek faiz oranı politikasının ulusal parayı çok yüksek hale getirdiğinden ve ürünlerinin fiyatlarının dünya pazarlarında rekabet edemeyecek hale geldiğinden endişelenmektedirler. Bakan, ihracatçıların yararlanabileceği vergi kredileri aralığını genişletmeye söz verir. Uluslararası finans piyasalarını bir kez daha inceledikten ve CNN den yeni haberleri izledikten sonra bakan artık eve dönmeye hazırdır. Çıkarken, bakanlık binasının dışındaki kargaşayı fark eder. Yardımcısı özür dileyerek, günlerdir tazminatları için gösteri yapmakta olan kamu çalışanlarını engellemenin mümkün olmadığını söyler. Bakan iç çeker. Zamanında eve varıp, en sevdiği TV dizisini izleyebileceğini ummaktadır. Dani Rodrik in anlattığı Maliye Bakanı nın bir gününde, İnternet, Borsa, CNN, sermaye hareketlerinin serbestliği gibi unsurları ülkesinde görmekten mutlu olan bazı kesimler, aynı zamanda belirtilen hususları gelişme ve çağdaşlaşmanın asli unsurları olarak görmektedir. 9

Dünyanın büyük bir bölümünün içine girdiği borç krizi, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği gibi gelişmeler ise ülkemizdeki küreselleşmeci kesimler tarafından adeta üzerinde durulmaması gereken detay gibi değerlendirilmektedir. Dünya Bankası son birkaç yıldır 1980 ler boyunca göklere çıkarılan küreselci politikaların sınırlı bir özeleştirisini yaparak adını temize çıkartma eğilimindedir. Para yönetiminin sihirbazı olarak adlandırılan Soros bile, dünya sisteminin geleceğine dair kuşku ve endişelerini dile getirmektedir. Soros a göre; Dünyada politika ve güvenlik konularının yanı sıra ekonomik ve mali konulara da uzanan bir çözülme süreci var. Tartışılacak çok şey olmasına rağmen her ülke kendi çıkarlarının peşinde koşuyor. Bireysel kuruluşlar zaman zaman kendi kurumsal çıkarlarını kolluyor ve ortak çıkarlara pek aldırış etmiyorlar. Para piyasaları bir hükümet politikasıyla dengelenmedikçe yapısal olarak dengesiz ve çözülmeye elverişlidir. Evet! Soros bunları söylüyor. İnsanlık tarihinde ilk defa, her şey, her yerde üretilebiliyor ve satılabiliyor. Böylece, kapitalist ekonomilerde, her bir faaliyet ve her bir parça, dünya üzerinde en ucuza mal olduğu yerlerde yapılırken, üretilen ürünler ile hizmetler, fiyatların ve kararların en yüksek olduğu yerlerde satılıyor. Bu ne demektir? Dünya nüfusunun yüzde 20 sini oluşturan 700 milyonluk gelişmiş kapitalist mutlu azınlık dünyadaki üretimin yüzde 80 nini tüketirken, geri kalan 5 milyar 300 milyon ise dünya üretiminin yüzde 20 sini tüketiyor. Küreselleşme savunucuları, geleceğe dair fantezi üstüne fantezi üretmeye devam ederken, dünyanın merkezinde yazılan Yoksulluğun Küreselleşmesi, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü, Kapitalizm ve Borç Krizi gibi kitaplar kitapçı raflarının ön sıralarında yerlerini almaktadır. Kapitalizmin temel gerçeklikleri olan büyüme sıfır, işsizlik, mali istikrar, artan reel ücretler yok olmaktadır. Almanya da, aristokrat bir tutucu olan Bismark 1880 lerde yaşlılara emeklilik maaşı verilmesini ve sağlık hizmetlerini keşfetti. Bir İngiliz dükünün oğlu olan Winston Churchil 1911 de ilk büyük ölçekli toplumsal işsizlik sigortası sistemini başlattı. Soylu bir aileden gelen Roosevelt kapitalizmi Amerika daki çöküşünden sonra kurtaran toplumsal refah devletini tasarladı. Şu hale bakın: Aristokrat Bismark, İngiliz Dükünün oğlu Churchil, soylu Roosevelt sistem adına sistemi kurtarmak için geniş yığınlara taviz verirken, bugün ise, mali oyunlara indirgenerek kumarhane kapitalizmi niteliği kazanan sistem, kapitalizmin kendisine düşman hale gelmiştir. 1999 yılında Türkiye ye 120 milyar dolar sıcak para girerken, 2000 yılında 209 milyar dolar giriyor, çıkışı ise 204 milyar doları aşmaktadır. 20 milyar dolar rezervi olan bir merkez bankası bu giriş ve çıkışlarla nasıl baş edebilir? Yatırımı, üretimi, planlamayı dışlamış bir Türkiye de son borç takasından önce 2001 yılında ödenecek iç borç 67 milyar dolar, dış borç ise 12 milyar dolardır. Türkiye nin iç borcu Mayıs 2001 itibariyle yüzde 42.8 artarak 84.5 katrilyona ulaşmıştır. Kredi kartları kullanımında Türkiye Avrupa da dördüncü olunca, bazı çevreler bunu; Türk tüketicisinin tüketim kalıplarının çağdaşlaşması veya dünya ekonomik sistemine açılma, entegre olma şeklinde değerlendiriyor. Oysa bu kredi kartı gerçeğine eşlik eden bir olguyu ise ya bilmiyor ya da gündeme getirmek istemiyorlar. Türkiye de 1998 yılında kredi kartı kullanımına dayalı olarak dönen para 2 katrilyon iken, 1999 da 5 katrilyon oluyor. 2000 yılının ilk dokuz ayında ise 7 katrilyona çıkıyor. Esas vahim olanı şudur: Bu paranın beşte biri alışveriş için, beşte dördü ise nakit kredi çekimi amaçlı olarak kullanılmıştır. Birden fazla karta sahip olan vatandaş, birinden nakit kredi çekerek, diğerinin ödenmesi gereken asgari tutarı yatırıyor. Yani, bir yazarın da vurguladığı gibi plastik fantezi, plastik trajediye dönüşmüş durumda. 10

Teknolojik tekel, dünya finans pazarlarının finansal denetimi, doğal kaynakların tekelci kullanımı, medya ve iletişim tekelleri gibi gerçekleri göz ardı ederek, küreselci rüzgara kapılan ülkeler büyük bir ekonomik tufan yaşamaktadırlar. 1994 yazında, Meksika her şeyini doğru yapan bir ülkeydi. Bütçesi açık vermiyordu, binden fazla kamu şirketini özelleştirmişti, devletin müdahaleleri engellenmişti. NAFTA ya katılmıştı. Özel sermaye akın ediyordu. Başkan Salinas, bütün ekonomi dergilerinin kapağında resmi basılan bir kahramandı. Altı ay sonra ise, Meksika tam bir çöküş içindeydi. 1995 yılının Nisan ayında 500 bin Meksikalı işini kaybetti. Ortalama satın alma gücü yüzde 30 azaldı. Ekim 1998 de Rusya yabancı alacaklılarına karşı yükümlülüklerini yerine getiremez olmuş, Malezya katı sermaye ve kur denetimleri getirmiştir. Küreselci dalgaya karşı gelecek tepkinin ne güçte olacağını ve ne kadar süreceğini kestirmek için daha çok erken. Şimdilik hoşnutsuzluklar tek başına ticaret rejiminde değil, uluslararası mali sistemin işleyişinde yoğunlaşıyor. 1960 lı yıllarda dünya ekonomisi, enflasyon düzeltmesi yapıldıktan sonra yılda yüzde 5 oranında büyüdü. 1970 lerde büyüme yılda yüzde 3.6 ya düştü. 1980 lerde daha da yavaşlayarak yılda yüzde 2.8 e geriledi ve 1990 ların ilk yarısında dünyamız yılda yalnızca yüzde 2 lik bir büyüme sağlayabildi. 20 yıl içinde kapitalizm büyüme hızının yüzde 60 ını kaybetti. 1973 ten 1994 e kadar bütün Avrupa da, bir tek net yeni iş bile yaratılamadı. 1994 te Japonya nın sanayi üretimi 1992 dekinin yüzde 3 altında kaldı. 1994 ün ortalarında 1995 için büyüme öngörenler 1995 in ortalarında büyümemiş bir Japon ekonomisiyle karşı karşıya kaldılar. Aile yapıları her yerde çözülüyor. Sadece Japonya boşanma ve evlilik dışı çocuk yapma eylemine meydan okuyor. Bütün dünyada 20-25 yaş grubu bekar annelerin doğum oranında 1960 dan 1992 ye gelindiğinde hemen hemen iki kat, 15-19 yaş grubunda ise dört kat artış meydana geldi. Amerika da 25-39 yaş grubu arasındaki bütün erkeklerin yüzde 32 si 4 kişilik bir aileyi sefalet çizgisi üzerinde tutmaya yetecek kadar kazanamıyor. Türkiye de de fakir aile babaları, çocuklarını beslenme ve bakım için devlet yurtlarına bırakmaya başladı. Tüm gelişmiş ülkelerde, göç karşıtı hareketler mantar gibi bitmektedir. 1995 Fransız başkanlık seçimlerinde aşırı sağın adayı Le Pen, mavi yakalılardan yüzde 22 oranında oy aldı. Temelinde Fransa dan 3 milyon göçmenin dışarı atılmasını savunan bir propagandayla toplam oyların yüzde 15 ini elde etti. Avrupa da gösterilen filmlerin yüzde 80 i Amerikan yapımı filmlerdir. Buna karşılık ABD de gösterilen filmlerin sadece yüzde 1 i Avrupa filmidir. Fransa da Fransız filmleri piyasası 10 yılda yarı yarıya küçülürken, 1994 yılında Fransa daki en iyi ilk beş film Amerikan filmiydi. Kendi ulusal miraslarını korumak isteyen küçük ülkeler ciddi biçimde endişe etmektedirler. Bu konu Avrupa Ortak Pazarı Başkanı olduğu sırada Delors tarafından da dramatik bir biçimde dile getirilmiştir. Amerikalı dostlarıma bir soru sormak isterim: Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır? Özgürlük savunması içine, her ülkenin görüntülü ve sesli iletişim araçlarını kendi kimliğini korumak için kullanması dahil midir? diye soruyordu Delors. Meksika daki isyanın öncüsü ve sözcüsü Komutan Yardımcısı Markos, Küreselleşmeyi iki devrim, teknolojik ve informatik devrim mümkün kıldı ve mali iktidar 11

tarafından yönlendirildi. Teknoloji ve informatik mesafeleri ortadan kaldırdı, sınırları geçersizleştirdi. Eğer, teknoloji ve informatik dünyayı birleştiriyorsa, mali iktidar dünyayı parçalara ayırıyor. Küreselleşme dördüncü dünya savaşıdır ve tüm gezegene yayılmış bir tahrip, ıssızlaştırma ve yeniden düzenleme mekanizmasıdır diyor. Ben, küreselleşmeye her zeminde ve koşulda mutlak karşı olan veya sorgusuz sualsiz kabul etmek isteyen birisi olmak istemiyorum. Alvin Toffler ın geleceğe yönelik fantezileri kadar, Dani Rodrik ve Meksika daki Komutan yardımcısı Markos un düşüncelerine de dikkat etmek gerekmektedir. Türkiye de bir beyin veya kalp cerrahından evrensel ölçülerde ameliyat yapmasını talep ederken, iş bu cerrahlara maaş ödemeye geldiğinde Afrika düzeyinde yerel ölçüyü esas alarak 300-400 dolar civarında ücret vermek bazılarını rahatsız etmelidir. Eskiden Oku da adam ol! derdik, bugün Üniversite mezunlarının işsizler içindeki oranı hızla artmaktadır. Artık oku da işsiz ol! demeye başladık. Okullarda, T.C. İnkılâp Tarihi dersinde Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir millet olduğumuz anlatılırken bir öğrenci kalksa 200 dolar civarında maaş alan öğretmenine öteki Türkiye ile zengin Türkiye ne oluyor diye sorsa, öğretmenin buna vereceği cevabı doğrusu merak ediyorum. Ankara da Kızılay veya Tandoğan Meydanı nda binlerce insan, Açız!, Geçinemiyoruz! diye bağırırken, son 10 yılda bu milletin 115 milyar doları hortumlanarak buharlaştırılmıştır. Küreselleşme adı altında uygulanan politikalar serbest piyasa yerine serbest hırsızlığa ve yolsuzluğa dönüşmüştür. Türk toplumunun son günlerde kullandığı kelimeler ilginçtir. Mesih, Kurtarıcı, Efsane Geri Dönecek. Krize giren ülkelerin insanları, ya dışarıdan kurtarıcı arıyor ya da Bulgaristan örneğinde olduğu gibi tarihin, krallıktan cumhuriyete, parlamentoya ve demokrasiye şeklinde ilerleyen tekelini geriye, geçmişe çevirerek kurtuluşu geçmişte kaldığı varsayılan yönetici tipi kralda arıyor. Bulgar halkına, Kralı neden destekliyorsunuz? diye sorulduğunda cevap enteresandır: Kral aristokrat ve varlıklıdır. Bu nedenle, hırsızlık ve yolsuzluğa ihtiyaç duymayacaktır. Türkiye de bazıları senelerce Türkiye nin Sovyetleşmesinden korktu. Türkiye soğuk savaş döneminde ideolojik olarak Sovyetleşmedi, fakat soğuk savaştan sonra ekonomik olarak ücretler bazında Sovyetleşdi. Bugün emeklilerin maaşı 100 dolar civarındadır. 100 dolar pahalı, Uzak Doğu da çalışanlar 30 dolar alıyor diyerek ekonomik analizler yapanlar, emek daha ucuz diyerek Bulgaristan'ı yatırım alanı olarak gösteriyorlar. Bu kafayla devam edilirse birçok ulus, durumlarına çözüm önermek üzere Kavgam adlı kitap örneğinde olduğu gibi Milli ideologlar arama noktasına gelecektir. Siyaseti, sosyolojiyi, psikolojiyi ve tarihi dışlayarak küresel ekonomi iddiasında olanların ulusları birbirine boğazlatmasından korkuyorum. 12

TÜRKİYE DE YAŞANAN SOSYAL ÇÜRÜME VE ÇÖZÜM YOLU Türkiye de, kısa bir süre öncesine kadar herhangi bir bireye hayatın zorluklarını ve sıkıntılarını anlatmaya çalıştığınızda genellikle şu iyimser cevabı alabiliyordunuz: Aman! Açlıktan kim ölmüş? Bu cevap, ortalama her Türk vatandaşının açlık korkusu denilen korkuya sahip olmadığını ifade ediyordu. Oysa, geçmişte İrlandalıların, günümüzde Afrika ve Asya daki insanların yaşadığı açlık, yürekleri parçalayan bir insanlık trajedisidir. Acaba, Türk toplumu yakın zamanlara kadar açlık korkusuna neden sahip değildi? 20.yüzyılın ilk çeyreğini peş peşe gelen dört savaş (1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı ) ile geçiren Türk toplumu, özellikle 1950 ve 1960 lı yılları tarımda gerçekleştirilen büyük atılımlarla geçirdi. Türkiye, tarımda kazanılan başarıların sonucu, dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden birisiydi. Geçen zaman içinde Türk toplumunun tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmesi gerekiyordu. Oysa, Türkiye sanayileşme sürecini istenilen ölçülerde başaramadığı gibi, çağın gereklerine uygun üretken bir tarımsal yapı da geliştiremedi. Sanayileşmenin ve üretken bir tarımsal yapı geliştirmenin ihmal edildiği bir ortamda, finansal hokkabazlıklar revaç gördü. Sosyal illüzyonistlerin ürettiği Çağ Atlamak, Teşekkürler Türkiye, At Şişeyi Dön Köşeyi sloganlarının eşliğinde Türkiye, kökleri toplumun dokularına derinlemesine nüfuz eden bir sosyal çürümeye doğru hızla yol aldı. Son bir yılda 1,5 milyon kişinin işinden olduğu Türkiye de milyonlarca insan yarınlarına güvenemediği gibi derin bir açlık korkusu da yaşamaktadır. Osman Gazi Üniversitesi, Teknoloji Araştırma Merkezi tarafından yapılan Türkiye Profili konulu araştırmada, Türkiye nin en leri belirlendi. 11 ayrı kategoride yapılan çalışmalar sonucunda İstatistiklere göre Dünya Ligi nin dibindeyiz, sürünüyoruz yorumu yapıldı. Türk Metal Sendikası nın aylık yayın organı Türk Metal dergisinde yer alan araştırmadaki bazı veriler şöyle: * Yüksekokul mezunları arasında işsizlik oranı en yüksek ülke. * OECD ye üye 29 ülke içinde 25 yıldır enflasyon şampiyonu. * Dış ticaret açığında dünyada 2 nci sırada. * Kayıt dışında 16,5 katrilyon TL ile birinci. * TL en çok değer kaybeden para. * Günde 12 ölü ile trafik kazalarında Avrupa birincisi. * UNICEF e göre en katı çalışma mevzuatına sahip. * Sağlığa en az para harcayan 35 ülkeden biri. * 22 milyon tiryaki ile en çok sigara tüketen 22 nci ülke. * Mahkemelere intikal eden davalar Avrupa da yüzde 95 oranında sonuçlandırılırken bu oran Türkiye de yüzde 39 larda kalıyor. 13

* Yüzde 4,4 olan kadın milletvekili oranıyla, en kötü orana sahip ilk on ülke içinde yer alıyor. * Nüfusun yüzde 20,2 si sosyal güvenceden yoksun. * 1 milyon sokak çocuğu ve 6 milyon çocuk işçi var. Sokak çocuğu ve çocuk işçi gerçeğine eşlik eden daha acı bir gerçek var: Manisa da 2 yaşındaki Merivan, doktor raporlarına göre açlıktan ölen ilk Türk olarak kayıtlara geçti. Surlara korkusuzca tırmanan Ulubatlı Hasan ve düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin nasıl tarih kitaplarında yerlerini almışsa, açlıktan ölen ilk Türk de tarih kitaplarında yerini alacak mı? Türk basınının saygın yazarlarından Bekir Coşkun, Sana Koşardım Merivan başlıklı yazısında şunları yazdı: Aslında ahmak ahmak başka bir şeyler yazacaktım bugün Merivan... Kafamı kuma gömüp, deve mi, kuş mu olup... Yoksa ikisinin ortasında durumu idare edip, bir başka şeyler yazacaktım. Sakalı uzamış, yanakları çökmüş, soluk yüzlü babanın kucağında senin fotoğrafını görmeseydim, doğrusu keyfim de yerindeydi. Şöyle yazardım diyelim: Seve seve, ekonomiyi patlattı... Neyi patlattı, nasıl oldu?.. Herkes mağazalara koşup birer pantolonmantolon alınca ekonomi patlıyorsa, niye daha önce koşup ikişer-üçer pantolon-mantolon almadık?...bunları düşünmeden, sırıtarak, arsızca, tek ayağımın üstünde zıplaya zıplaya, arada bir Patlattık, patlattık diye tempo tutarak yazacaktım Merivan. Ya da: Işık gözüktü... O an yalakalığım da tuttu mu... Yazının içine Başbakan ın koşar adım merdivenleri ikişer ikişer çıkıp, masanın üzerinden zıplayarak yerine oturduğunu ve ışığın gözükmesini sağladığını koyardım. Ama Merivan... fotoğrafının altındaki iki satıra takılıp kaldım: Manisa da 2 yaşındaki Merivan, doktor raporlarına göre açlıktan ölen ilk Türk olarak kayıtlara geçti... Doğrusunu istersen, eğer bilseydim, yolların uzunluğuna bakmaz sana koşup gelirdim Merivan... Ceketimi üzerine örterdim. Sana şekerli su getirirdim. Başını kollarımın arasına alır, bedenine sımsıkı sarılır, seni asla bırakmazdım. Ama senden haberim yoktu. Ben buralarda Seve seve pantolon-mantolon satışlarının artması ile ekonominin nasıl patladığına bakıyorum. Ya da; bir sürü basiretsiz-görgüsüz-hırsız- ama kurnaz-açıkgöz-cingöz adamın ağızlarının içine bakıyorum ki, onlara nasıl yalakalık yapsam. Senden haberim yoktu Merivan. Bilsem sana koşarak gelirdim. Sana şekerli su getirirdim. Saçlarını okşar, belki de hiç oyuncak tutmamış ellerini öper, sana sımsıkı sarılırdım. Asla bırakmazdım seni. Özür dilerdim senden... Özür dilerdim Merivan... Yaşadığımız bu derin kriz ortamında bazıları, umudu korumak adına acı gerçeklerimize sırtımızı dönmemizi ima etmektedir. Kriz öncesi dönemde dolar bazında aldıkları yüksek ücretlerin mutlu havasında gustosal düşünceler üretenler, ücretlerine her ay ortalama yüzde 3-4 oranında zam yapılan memurları bugünkü krizin sorumlusu olarak göstermektedirler. Kavgam adlı kitabın yazarı, ülkesinin sorunlarından nasıl Yahudileri sorumlu tutmuşsa, Türkiye de de bazıları, memurları krizden sorumlu tutmaya başlamıştır. Almanya nın geçmişindeki krizinden masum Yahudiler nasıl sorumlu değilse, Türkiye deki krizden de memurlar sorumlu değildir. Bankaların hortumlanması sonucu gasp edilen 17 milyar dolar, memurlara bir yılda ödenecek maaş boyutundadır. Türkiye de nüfusun ilk yüzde 20 lik dilimi milli gelirden yüzde 55 lik pay alırken, nüfusun en alt yüzde 20 lik dilimi yüzde 4,7 pay aldığı için Türkiye gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada beşinci sıradadır. 2000 yılının ilk altı ayında faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı yüzde 43 ten, yüzde 55 e çıkarken, maaş ve ücretlerin yüzde 28 den, yüzde 20 ye gerilediğini birilerine hatırlatmak gerekmektedir. DPT nin hazırladığı rapora göre, Türkiye de nüfusun yüzde 38 i, temel 14

gereksinimleri için günlük 1,5 dolar harcayamıyor. DPT nin bu rakamları 66 milyon nüfusu bulunan Türkiye de yaşayanların yaklaşık 25 milyonunun yoksul olduğunu ortaya koyuyor. Bekir Coşkun un belirttiği gibi, herkes mağazalara koşup birer pantolon-mantolon alınca, birileri, ekonomi patladı diye yazıyor. Niye daha önce koşup ikişer-üçer pantolonmantolon almadık? Ünsal Oskay, Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım adlı kitabında, yaşadığımız krize çözüm olabilecek şu çarpıcı öneriyi yapmaktadır:... Jules Verne nin romanlarından bile hemen anlaşılacağı gibi, 19.yüzyılın üçüncü çeyreğinden beri dünyamız, özellikle sanayileşmiş ülkelerde ve bu sürece yeni giren bizim gibi ülkelerde de son on, onbeş yıldan beri gitgide yoğunlaşarak, mühendis kafası ile yönetildi, yönetilmekte. Daha düne kadar kimsenin ummadığı değişimlerin oluştuğu Sovyetler Birliği nde olup bitenlere bakınca, bizde, yakınlarımızda olanlara ve yakında olacak gibi görünen yeni gelişmelere bakınca, toplumların yönetiminde artık yalnızca mühendislerin, ekonomistlerin değil, işlerin insan açısından siyasal, kültürel, felsefi boyutlarını da fark edebilecek geniş kültürlü insanların devreye girmesi gerektiği anlaşılıyor. Bunda büyük yarar var, yarar olacağı anlaşılıyor. Mühendis kafası, geleneklerden, zihniyet kalıplaşmalarından kopabilmek bakımından iyi ise de, geniş kapsamlı ve detaylı düşünme yönünden, insana ve toplumsal hayata ilişkin sorunların yalnızca sayısal/nicel değerlendirmelerle kavranamayacağını fark etme bakımından sakıncalıdır, yetersizdir... Türkiye nin yönetim eliti kompozisyonunda son yirmi yılda çok ciddi değişimler yaşanmıştır. 1980 öncesinin yönetim eliti kompozisyonunda, Mülkiyeliler, ağırlıklı bir role sahip bulunurken, 1980 sonrasında ise Ünsal Oskay ın da belirttiği gibi, Mühendisler, ağırlıklı bir rol edinmişlerdir. İşin aslına bakılacak olursa; belirtilen her iki dönemde de yönetim eliti kompozisyonu sağlıklı olmamıştır. 1980 öncesinin yönetim eliti kompozisyonunda ağırlıklı yer edinenler, kendilerini zihinsel kalıplaşmalardan kurtaramamış, 1980 sonrası yönetim eliti kompozisyonunda ağırlıklı yer edinenler ise kendilerini toplumsal gerçek ve gelişmelerden kopuk sayısal verilere mahkum etmişlerdir. Türkiye, mevcut yönetim eliti kompozisyonu aracılığıyla sorunlarına çözüm bulamayacaktır. Geniş kültürlü insanların devreye girmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu noktada, siyasi partilere büyük görevler düşmektedir. Siyasi partiler, medyatik manipülasyonlara dayalı cilalı imaj sahibi kimseleri siyasete devşirme alışkanlığından süratle uzaklaşmalıdırlar. Medyatik beş, on kişi el ele verip, Kanarya Sevenler Derneği kurar gibi yeni siyasi oluşumlar başlatıyorlar. Ortalıkta, yeni olduğunu iddia eden çok sayıda siyasi oluşum olmakla birlikte, yeni bir siyasete rastlanmamaktadır. Yeni olduğunu iddia eden bir siyasi oluşum, öncelikli olarak itiraz kültürü ne ağırlık vermelidir. Açlıktan ölen ilk Türk gerçeği, Türkiye nin IMF ye en fazla borcu olan ülke olması, İngiltere yüzde 1,8 lik yıllık enflasyon oranıyla son 38 yılın en düşük enflasyonunu yaşarken, Türkiye nin 2001 de yüzde 60 ların üzerinde yıllık enflasyon yaşaması, kayıt dışında 16,5 katrilyon lira ile ülkemizin birinci olması gibi konulara birilerinin itirazının olması gerekir. Siyasette yaşanan ve buradan giderek topluma yayılan itiraz kültürünün eksikliği, yaşadığımız toplumsal çürümeyi daha da derinleştirmektedir. Psikiyatri Profesörü Nevzat Tarhan, itiraz kültürünün eksikliği ve bunun toplumumuz açısından ortaya çıkardığı durum konusunda şunları söylüyor:... Toplum olarak itaat kültüründen geliyoruz. Yani sorunların çözülmesi için toplum, kendisi çabalamak yerine, Türkiye yi yönetenlerden bekleme eğilimi var. Sorma, düşünme, itaat et! Bu Mezopotamya kültürü. Ve bu kültür aileden başlıyor. Anne-babaların çocukları sorgulamadan yetiştirme tarzı var. Bu nedenle sorunlar karşısında umursamaz, hissiz ve 15

heyecansız gibi görünüyorlar... Sorunu daha çok aile içerisinde, eşlerine ve çocuklarına tepkiye dönüştürüyorlar. İçkiye, sigaraya yönelme fazla oluyor. Adi suçlar ve hastalıklar artıyor. Şimdi yapılan sosyal araştırmalar, kaygı düzeyinin genel olarak yükseldiğini gösteriyor. Bizim toplumun bir özelliği de şu: Kendisi alkolik de olsa, suç da işlese, yalancı da olsa; kendini yönetenlerin dürüst olmasını istiyor. Bizim toplumun ilginç bir özelliği bu... Latin Amerika nın en ünlü denemeci politika yazarı Eduardo Galeano, Sosyal çelişkiler hiçbir zaman bu yüzyılın sonunda olduğu kadar evrenselleşmemişti... İnsanlığı kaçınılmaz bir felakete götüren sistemin mahkumları mıyız? sorusuna şu cevabı vermektedir: Çok uluslu sanayi tekellerinin bugünkü yaptıklarını, bir eliyle verip öteki eliyle geri aldıklarını, dünyanın büyük finans ve ticaret merkezlerinin hangi vahşi mekanizmayla çalıştığını görseydi; Drakula kesinlikle büyük bir aşağılık kompleksine kapılır ve bütün yaptıklarının bunların yanında bir hükmünün olmadığını anlardı. Sistemin insana ve doğaya karşı yıkıcı davrandığı doğrudur. Güney ülkelerini sermayenin globalleşmesi süreci içine almak konusunda mahvedici bir rekabet hüküm sürmektedir. Parola, En iyi kim sürünür dür. Sonuç, mutlak düşük ücret ve çevreyi kirletme keyfiyetidir. Bu, insanları yalnızlığa, korkuya, umutsuzluğa ve sıkıntıya mahkum eden bir sistemdir. İnsanlar arası dayanışma ilkesini yok eder. Bizi, başkalarını düşmanımızmış gibi görmeye zorlar. Bizleri, yaşamın galibi az, mağlubu çok bir yarış pisti olduğuna inandırır. Ruhları zehirleyen bir sistemdir o. Amaçlarımız gasp ediliyor. Nasıl sorusuna takılıp kaldığımız için, ne ve niçin sorularını hiç sormuyoruz. Oysa biz kaybolan duyguları geri kazanmak, yaşamın tadına varmak zorundayız. Batı da özgürlük adına eşitliğin, Doğu da eşitlik adına özgürlüğün kurban edildiği manasında bir paralellik var. Eşitlik ve özgürlük birliğinin yeniden kazanılması söz konusudur. Eşitlik ve özgürlük ikiz kavramlar olarak doğmuş, zorla koparılmışlardır. Arzu ettiğimiz şey onların buluşmasının güzelliğini yeniden elde etmektir. Etik ve estetik birbirinden bugünkü kadar hiç uzaklaşmamıştır... İnsanın meşru savunma hakkına inanıyorum. Eğer kişi, ruhunu şiddet ve korkuyla doldurup, zehirleyen egemen bir kültürün tehdidi altında olduğunu görüyorsa, buna karşı kendini savunma hakkı vardır. Kimliğini yok eden dominant bir kültür varsa, senin de meşru direnme hakkın vardır. Ben insanda, para tutkunu bu çirkin fotoğraftan kendini kurtarabileceği gizli bir cevher bulunduğuna inanıyorum. Biz paradan daha fazlayız. Yüzyılın sonunda para tapıncının evrenselleştiği bir noktaya gelindi. Açgözlülüğe dayanan, tüm insanları ve ülkeleri aşındıran bir değerler sistemi kutsallaştırıldı. Ben bir meta olmayı reddediyorum. Fiyatı olmayan şeylerin değerinin de olmayacağı düşüncesini reddediyorum. Şair Antonio Machado, bazı ahmakların fiyat ile değeri karıştırdıklarını daha 30 lu yıllarda söylüyordu. Yarım yüzyıl sonra bugün herkes karıştırıyor. Türk toplumu yukarıda belirtildiği gibi- yakın zamanlara kadar, Aman! Açlıktan kim ölmüş derken, günümüzde ise Allah, insanı açlık ile terbiye etmesin temennisine sarılmaktadır. Milyonlar, olası bir kitlesel aç kalma tehlikesiyle dansını yapmaktadır. Türkiye de fiyat ile değeri karıştıran bazıları, televizyonlarda yer alan 2001 yılı Ramazan ayı görüntülerini hafızalarının bir yerine not etmelidirler. 2001 yılı ÖSS de 9000 öğrenci 0 (sıfır) almayı başarmış! Ortalama cevap oranı Matematik sorularında 7, Fen sorularında 4, Türkçe de 20, Sosyal grubunda 13 olmuştur. Serdar Turgut, Durum genel olarak vahim başlıklı yazısında, eğitimli insan konusunda tehlikeli bir gelişmeye dikkat çekti:... Çok vahim bir olayla karşı karşıyayız. Bunu görmek, söylemek, meselenin üzerine gitmek, açıkça yaşanmakta olan bu olayın ayıp olur diye üstünü örtmekten vazgeçmek gerekiyor. İnsanların beyinlerine ne oldu bilmiyorum ama şurası bir gerçek ki, genelde müthiş 16

bir aptallaşma süreci yaşandığı kesin... Okumayı sevmeyen, hatta okumaya düşman olan bir kültürümüz var. Eğitim sistemi dökülüyor. Ve fakirlik yaygınlaştıkça cehalet de doğal olarak artıyor. Bilgili, birikimli insanların sistemden yedikleri darbe sonucunda fakirleşmeleri de, onların normal olarak verdikleri tepkileri değiştirdi. Rasyonel düşünce, yerini irrasyonel sinirliliğe terk etti... Tekrar ediyorum. Türkiye nin geleceği büyük tehlikede. Düşünme olayı ülkede tamamen bitmek üzere. Okumuş-yazmış çoğunluk, düşünme deyince yarın borsada ne olup biteceğini hesaplamayı anlıyor. Hisse senedi idiot savantlarıyla doldu ortalık... Ekonomik kriz geçecek. İnsan malzemesi sorunu ise kalıcı ve daha da büyüyecek. Ve Türkiye Cumhuriyeti nin geleceğini de bu tehlikeye atacak. Çözüm; meta olmaya itiraz ederek, insani değerlere sarılmaktan geçmektedir. 17

GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANMAK! Türkiye de görevini kötüye kullanmış kişilerin gözaltına alındığına dair haberlere, çok sık olmasa da televizyon ve gazetelerin haberlerinde rastlıyoruz. Bu ülkede, herkesten ve her kesimden daha fazla görevini kötüye kullanmış olan yönetenlerdir. Şimdi açıklayacağım tablo bu durumu net olarak ortaya koymaktadır: * Türkiye, en iyi borçlanan ülke ödülünü Paris te aldı. * Gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyada beşinci. * Yolsuzluk ve rüşvetin yaygınlığı açısından dünyada dördüncü. * İç ve dış borçların gayri safi milli hasılaya oranı açısından en tehlikeli üçüncü borçlu ülke. * Yaşam standardı açısından Yunanistan ın 64 basamak altında. * Bütçenin yüzde 50 sini faize yatıran bir devlet. Türk toplumu, görevini kötüye kullanan yöneticiler gerçeği karşısında, her gün fakirleştiği gibi, ruh sağlığını da kaybetmiştir. Stres konusunda yapılan bir araştırmanın sonucuna göre; Türk toplumu dünyanın en stresli toplumu olarak değerlendirilmiştir. Türkiye de gençlerin yüzde 90 ından fazlası ülkeyi terk etmek istemektedir. Geçen yıl, Amerika dan yeşil kart almak için Türkiye den 165 bin kişi başvururken, bu yıl yüzde 900 artarak 1,7 milyon kişi Yeşil Kart almak için Amerika ya başvurmuştur. İnsanların, kendi ülkesinden böylesine yoğun bir şekilde kaçma isteğine, ancak soğuk savaş döneminde demir perde diye adlandırılan ülkelerde rastlanabiliyordu. Cennet Vatan Türkiye diye adlandırılan ülke, kaçılması gereken bir coğrafyaya dönüşmüştür. Türk toplumuna, 1980 lerin başında, dünyaya açılıyoruz denildi. Geldiğimiz nokta dünyaya açılmak yerine, faiz ve borca açılmak olmuştur. Uzunca bir süre Osmanlı İmparatorluğu nun nüfuz alanı ve yönetimi altında bulunan Orta Avrupa ve Balkan toplumlarının önemli bir bölümü günümüzde, Avrupa Birliği ne üyelik yolunda hızla ilerlerken, Osmanlı İmparatorluğu nun asli unsuru olan Türk toplumu ise Avrupa Birliği ne üyelik gerçeğinden hızla uzaklaşmaktadır. Türkiye de yöneticiler, görevini en fazla gelir dağılımı noktasında kötüye kullanmıştır. Nüfusun ilk yüzde 20 lik dilimi, milli gelirden yüzde 55 pay alırken, en alt yüzde 20 lik dilim ise yüzde 5 civarında bir pay almaktadır. Yaşanan son krizden sonra, 65 milyon insan olarak aynı gemideyiz, el ele vererek krizden kurtuluruz şeklinde çağrılar yapılmaktadır. Oysa Türkiye 65 milyonun aynı gemide olduğu bir ülkeden ziyade, Öteki Türkiye, Zengin Türkiye şeklinde iki vagondan oluşan bir trene benzemektedir. Kompartımanlaşmış bir Türkiye den kurtuluşun yolu her şeyden önce nimetlerin ve külfetlerin topluma eşit dağıtılmasından geçmektedir. Kelimenin tam anlamıyla, düzenin yabancılaşması durumuyla karşı karşıya bulunuyoruz. Parlamentoda, toplumun bir kesiminin karşı çıktığı yasa görüşülürken, bu yasayı 18

protesto edenlerin toplandığı meydana gaz bombası ve kar maskeli özel timler gönderilmektedir. Toplumu, Kasım 2000 ve Şubat 2001 de krizden krize sürükleyenler, görevlerini kötüye kullandıklarını itiraf etmek yerine, biz iktidardan gidersek kaos olur diye toplumu korkutmaya çalışıyorlar. İzmir de 1926 yılında Atatürk e suikast yapılacağı kendisine söylendiğinde, dünyanın tanıdığı en karizmatik şahsiyetlerden birisi olan Atatürk, ben gidersem benden sonra kaos ya da tufan olur diyerek birilerini korkutmak yerine, Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacak, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır demiştir. Atatürk gibi, Ulusal Kurtuluş Savaşı nı kazanmış, modern devlet kurmuş bir şahsiyet, kendisini topluma, naçiz ve fani olarak lanse ederken, ülkeyi, IMF ye, faize, borca, yolsuzluğa, talana ve yoksulluğa mahkum edenler ise kendilerini topluma vazgeçilmez olarak göstermektedirler. Borç, faiz, devalüasyon ve enflasyon sarmalında çırpınan Türk toplumunda yaşam, coşku ve sevinç kaynağı olmaktan çıkarak, bir görev haline gelmiştir bu yangın yerinde. Türkiye deki ekonomik yangının boyutlarını toplum tam olarak bilmemektedir. Örneğin, bütçe açığını ve borçlanmayı daha düşük göstermek için, Sayıştay ın görünmez borçlar diye ortaya çıkardığı borç yöntemine baş vurmuşlardır. Bu nedenle, toplumun en fazla ihtiyaç duyduğu şeylerden birisi şeffaflıktır. Osmanlının reayası köylü, Cumhuriyet in vatandaşı olduktan sonra, milletin efendisi olarak tanımlanmıştır. Son 10 yılda toplumun 115 milyar dolarının hortumlanmasının üzerinde durulmazken, ekonomik krizden tarımdaki sorunlar sorumlu tutulmaktadır. Bir gecede tarımda reform yaparak milyonlarca baldırı çıplak yaratmak isteyenler bu durumu içlerine nasıl sindiriyorlar, bunu anlamak son derece güçtür. Tarımda reform yapmak ile tarımı çökertmek farklı şeylerdir. Yakın zamanlara kadar, kendi kendisini besleyen 7 ülkeden birisi olan 65 milyonluk Türkiye, önümüzdeki dönemde açlık sorunu yaşar ise buna hiç kimse şaşırmasın. Geçmişte, orta sınıfı çökerttiler, bugün tarımı, belki yarından da yakın bir zamanda devletin çöküşünü ilan edecekler. Moratoryum ilan etmeyi düşündüklerini itiraf etmediler mi? Toplum yalanla zehirlenmektedir. Dövizi çıpaya bağladık dediler, dolar 14 ay sonra dizginlenemez hale geldi. Ek vergi yok dediler, şimdi keyfi ek vergiler salıyorlar. Şeffaf yönetim kuracağız dediler, görünmez borçlar icat ettiler. İstikrar getireceğiz dediler, istikrarsızlığın kaynağı haline geldiler. Ekonomide kurtuluş savaşı verdiklerini söylüyorlar. Bizim bildiğimiz kurtuluş savaşları, işgalci güçlere karşı yapılır. Ekonomide kurtuluş savaşı yaptıklarını söyleyenler, hangi işgalci güç ya da güçlere karşı savaştıklarını neden söylemiyorlar? Ekonomide kurtuluş savaşı verdiklerini söyleyenler, ekonominin başkomutanlığını kendileri yapmıyorlar. Bugün Türkiye yi yönetenler, yap-işlet-devret başkomutanlık modeli ni icat etmişlerdir. Bakanlara ve milletvekillerine konuşmayın talimatı verilmektedir. Kurtuluş Savaşı nı yürüten Meclis in milletvekilleri, savaş devam ederken her şeyi konuşup, tartışırken; günümüzde ise derin bir sessizlik egemendir. Yaratılmak istenen mezarlık sessizliği, bu krizi aşmaya katkıda bulunmaz, olsa olsa kifayetsiz muhterislerin iktidarını sürdürmelerine katkıda bulunur. 19