TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI BİLGİ BELGE MERKEZİ(BBM) Döküman Bilgileri EMO BBM Yayın Kodu : 293 Makalenin Adı : Dünya çalışanlarının yeni belası: Çin Makalenin Yayın Tarihi : 24.02.2007 Yayın Dili : Türkçe Makalenin Konusu : Çin ve Ucuz Emek Makalenin Kaynağı : BirGün, 24/02/2007 Anahtar Kelimeler : Çin, Güney Kore Yazar 1 : Ahmet Çakmak Açıklama Bu doküman Elektrik Mühendisleri Odası tarafından açık arşiv niteliğinde olarak bilginin paylaşımı ve aktarımı amacı ile eklenmiştir. Odamız üyeleri kendilerine ait her türlü çalışmayı EMOP/Üye alanında bulunan veri giriş formu aracılığı ile bilgi belge merkezinde yer almasını sağlayabileceklerdir. Ayrıca diğer kişiler çalışmalarını e-posta (bbm@emo.org.tr) yolu ile göndererek de bu işlemin gerçekleşmesini sağlayabileceklerdir. Herhangi bir dergide yayınlanmış akademik çalışmaların dergideki formatı ile aynen yer almaması koşulu ile telif hakları ihlali söz konusu değildir. Elektrik Mühendisleri Odası Bilgi Belge Merkezi nde yer alan tüm bilgilerden kaynağı gösterilerek yararlanılabilir. Bilgi Belge Merkezi nde bulunan çalışmalardan yararlanıldığında, kullanan kişinin kaynak göstermesi etik açısından gerekli ve zorunludur. Kaynak gösterilmesinde kullanılan çalışmanın adı ve yazarıyla birlikte belgenin URL adresi (http://bbm.emo.org.tr/genel/katalog_detay.php?katalog=2&kayit=293) verilmelidir.
Dünya çalışanlarının yeni belası: Çin Ahmet ÇAKMAK BirGün - 24/02/2007 1980'lerde Avrupa üniversite kütüphanelerinin büyük kısmında ayrı bir Güney Kore bölümü bulunurdu, öylesine bir literatür vardı Güney Kore üstüne. 1990'ların ortalarından itibaren bunun yerini Çin bölümleri aldı. Çünkü şimdiye kadar köşeyi dönebilmiş tek gelişmekte olan ülke G. Kore, batı kapitalizminin geleceğini karartan ülke de Çin idi. GÜNEY KORE'Yİ NASIL OKUMALI? Güney Kore örneği, radikal sol tarafından bir diktatörlüğün ucuz işgücünü kullanarak kalkınması olarak değerlendirildi. Olayın bunun ötesinde çok önemli yönleri olduğu binlerce sayfalık çalışmalarla ortaya kondu ama radikal sol bunları görmezden gelmeye devam etti. Sözgelimi radikal sol "Ortalık ucuz işgücüne dayalı kalkınma peşinde koşan devletlerle dolu iken ne oldu da bir tek Güney Kore bu işi becerdi?" sorusuna cevap aramaktan hep kaçındı. Bazıları, o sıralar ucuz işgücüne dayalı ihracat hamlesini deneyen tek ülke Güney Kore idi, bu sayede başardı dediler. Ne var ki, bunun hemen ardından şu soru gelir: Ucuz işgücüne dayalı ihracat hamlesini neden bir tek Güney Kore denedi? Herkes aptal, bir tek onlar mı akıllıydı? Radikal sol bu soruları da görmezden geldi. "Neden Türkiye 1960'ta Güney Kore'den daha yüksek bir gelir düzeyine sahipken 20 yıl sonra nal toplamaya başladı?" sorusu Türkiye radikal solunu hiç ilgilendirmedi. 13-15 Şubat tarihlerinde ABD'nin Washington kentinde "Küresel Forum: Sürdürebilir Büyüme ve Yoksulluğun Azaltılması için Bilim, Teknoloji ve İnovasyon Kapasitesinin İnşası" konulu bir toplantı yapıldı. Toplantıya Dünya Bankası öncülük etti. O toplantıda Şili modeli de ele alındı. Bu modeli Brezilya, Meksika ve Venezuela da izliyormuş. Modelin özelliği bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme konusunda mevcut hantal yapıların (esas olarak üniversiteler) ve bürokrasinin etkinliğini devre dışı bırakan bir kurumsallaşma yaratmak. Çünkü Güney Kore de böyle yapmıştı. Ülkenin en kalifiye bilim insanlarını bağımsız çalışabilecekleri kurumsal çatılar altına yerleştirmişti. Peki Güney Kore'nin yaptığı bundan mı ibaretti? Güney Kore'nin başarısı ucuz işgücü+ihracata dönük sanayileşme+bilim gücünün bağımsızlığı sağlanarak harekete geçirilmesinden mi ibaretti? İşin püf noktası burada. Güney Kore sermayenin devlet tarafından seçilen sektörlere yönlendirilmesini becerdi. Güney Kore iş adamları ve
oraya gelen yabancı sermaye getirilen performans kriterlerine uymak zorundaydı, vergi yasalarına da uymak zorundaydı. İşte asıl bu olgu Güney Kore başarısının kritik noktasıydı. Tabii Dünya Bankası'nın öncülüğündeki 2007 Washington toplantısında burası es geçildi. Türkiye ise bırakın yerli ve yabancı sermayeyi, teknolojik atılımın gerekleri doğrultusunda yönlendirmeyi daha bürokrasinin ve yerleşik kurumların etkisinden kurtarılarak özerk çalışan kurumları yaratma aşamasına bile gelebilmiş değil. GİZLİ FİNANSÖR: JAPONYA Şimdi Çin olayına dönüyoruz. Küresel dengesizlikler olarak tabir edilen kriz potansiyellerinin başta geleni, ABD dış ticaret açığı. Bunun arka yüzünü Arap ülkelerinde, ama özellikle başta Japonya ve Çin olmak üzere Doğu Asya ülkelerinde biriken dolar rezervleri oluşturuyor. Bir başka ifadeyle Çin ve Japonya ABD halkının tüketiminin kendi gücünü aşan kısmını finanse ediyor. "Bu nereye kadar sürebilir?" sorusu epeydir dünyanın başında sallanıyor. Taggart Murphy, solun saygın dergilerinden NLR'ye (New Left Review) bu konuda uzun bir yazı yazdı. Diyor ki: Japonya, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD'nin onu siyasal olarak koruması ve Japon mallarına pazar olması karşılığında dolara dayalı uluslararası para sistemini finanse ediyor. Japonya içinde, bu konumdan kurtulmak, daha güçlü yen, daha yüksek yaşam standartları, daha güçlü ordu ve dünya politikasında daha büyük rol isteyenler varmış, ama "Dolar sallanırsa ardından ne gelir ve Japonya'ya ne getirir?" sorusunun cevabı onlar için ürkütücü ihtimaller ve belirsizlikler ortaya koyduğundan, buna cesaret edemiyorlar. Yazar buna tarihsel bir neden daha ekliyor: Japonya'nın hep büyük bir gücün varlığına yaslanarak yaşaması. Çin ise doların düşmesi halinde rezervlerinin büyük değer kaybetmesinden ve devlet işletmelerinin çökmesinden korkuyor. Çin, şunu bekliyormuş: Elindeki dolar rezervleri öyle bir büyüklüğe gelecek ki, devlet işletmelerinin çökmesinin finansmanı devede kulak kalacak. Gerisini de biz tahmin edebiliriz: O zamana kadar Çin'in kalifiye işgücü artacak, giderek daha yüksek katma-değerli ürünler üretecek. O zaman Çin, ücretleri ve dolayısıyla iç pazarını da büyütecek. Böylece doların düşmesi o kadar da dert olmayacak. Peki bunun sonucunda ne olur? Ciddi bir sallantı olur ama dünyanın sonu gelmez. ABD halkının yaşam standartları düşer, Çin ve Japon-ya'nınki yükselir. Yani küresel dengesizliğin getireceği sarsıntı, sanıldığı kadar büyük olmaz. Belki ABD işçi sınıfında radikalleşme yaratır, bu tabii büyük bir sonuç ama sadece bir belkiden ibaret. Aşılması zor olan sorun, dünya rezerv parası sorunu olur. Murphy'nin
yazdıklarından da henüz bu noktanın hayli uzağında olduğumuz anlaşılıyor. Bu konuda bir başka yazı WSWS sitesinin 20 Şubat sayısında John Chan imzasıyla çıktı. Chan, ABD ve Çin yöneticilerinin iki ülke arasındaki dış ticaret açığı konusunda yapacak birşeyleri olmadığını söylüyor. Çünkü: Çin toplumsal istikrarı korumak için her yıl 24 milyon iş yaratmak zorunda ve bunun için de yabancı sermaye girişinin ve ihracatın artmaya devam etmesi gerekiyor. ABD ise ticaret açığını finanse etmek için her gün dışarıdan 2 milyar dolar sağlamak zorunda. Chan, yazısında Financial Times'ın uzun yıllardır Çin muhabirliğini yapan James Kynge tarafından yazılan yeni bir kitaptan, "Çin Dünyayı sallıyor: Aç Bir Ulusun Yükselişi" kitabından alıntılar yapıyor. Şimdi onlara geçmek istiyorum. ÇİN ALTYAPIDA ABD TAKLİTÇİSİ Çin, altyapı konusunda ABD'yi taklit ediyor. Şimdilerde 19. yüzyıl ABD'sine benziyor. Şöyle ki Çinliler, ABD eyaletlerarası otoyol sisteminin ABD şirketlerine son 40 yılda 1 trilyon doların üzerinde tasarruf sağladığını fark etmiş. Şimdi aynısını Çin'e uyguluyorlar. Buna göre 2030 sonunda Çin'in ekspres yolları 830 bin kilometreye ulaşacak, ABD'nin şimdiki sisteminden biraz daha fazla. Çin 19. yüzyıl sonundaki ABD demiryolu patlamasını da taklit ediyor. Bu ülkenin elektrik enerjisi sistemi inşası ise tahmin edilemez boyutlarda. 2004'den bu yana her yıl İtalya ve İspanya'ya yetecek kadar bir kapasiteyi mevcut olana ekliyor. Oysa, Kynge'nin verdiği bilgilere göre, Çin işçilerinin ücretleri Sanayi Devrimi sırasında İngiliz işçilerinin ve 19. yüzyılda Amerikan işçilerinin aldıkları ücretlerden düşük. 200 yıl önce bir İngiliz dokumacısının asgari ücreti bugün Çin'deki ortalama beceriye sahip göçmen kırsal kesim işçisinin aldığının iki katı. 1850'lerde Chicago'da kereste işinde çalışan bir işçi bugün Çin'de aynı işi yapan bir işçiden 1.5 ila 3 kat fazla ücret alıyordu. Dolayısıyla modern bir altyapı ile muazzam ucuz işçi rezervi Çin'i küresel sermayenin yeni imalat merkezi haline getiriyor. Dahası, Çin sadece ucuz emek platformu değil. Araştırma ve geliştirmeye yaptığı harcamalarda geçen yıl Japonya'yı geçerek, dünyada iki numaraya yükseldi. Sadece ayakkabı ve elbise değil, otomobil ve makine parçaları da ihraç ediyor. 2001'de Dünya Ticaret Örgütü'ne girdikten sonra ABD'de üç milyon civarında imalat işçisi işinden oldu. Avrupa'daki işsizlikte de Çin'in önemli rolü var. Boeing birçok parçanın üretimini Çin'de yaptırıyor, böylece bu kez de ABD'de işsizlik artıyor. McKinsey Global Enstitüsü'nün raporuna göre teorik olarak ABD hizmet sektörü 9.6 milyon işi dışarıda yaptırabilir. Bu ABD'de işsizliğin yüzde 5'den yüzde ıı'e çıkması demek. Her yıl Çin üniversitelerinden ABD'den daha fazla öğrenci mezun oluyor ve bunların yüzde 6o'ı iş bulamıyor. Yine Çin'de 200 milyondan fazla insan İngilizce öğreniyor. Hindistan'da zaten İngilizce bilen çok sayıda eğitimli işgücü var. Bunlar
Batı ülkelerindeki ücretler üzerinde büyük baskı oluşturuyor. Kynge, ayrıcı "AB, bir ineğe her gün 2 dolar sübvansiyon veriyor, bu Çin'deki 700 milyon insanın günlük ortalama gelirinden fazla. Bu koşullarda Avrupa'nın refah devletlerinin Çin ile rekabet etmesi mümkün değil" diyor. Çin, 1997 Asya krizinden bu yana büyük ölçüde süb-vanse edilerek ayakta durabilen devlet işletmelerinde çalışan 25 milyondan fazla işçiyi işten çıkardı. Bunun rekabet gücü bakımından olumlu sonuçları şimdilerde AB'de ve Avrupa'da hissediliyor. Dahası Çin demokratik bir ülke değil. 300.000'den fazla devlet işletmesinde işçilere sağlanan konut, okul, sağlık ve emeklilik hakları kaldırılıyor, azaltılıyor ya da özelleştiriliyor. 120 milyon civarındaki göçmen işçi ise sosyal güvenlikten tamamen yoksun. Cindeki bu piyasa reformunun muazzam toplumsal sonuçları var. Geçen yıl iş kazalarında 110 binden fazla işçi öldü. Ülkenin gölleri ve nehirleri toksik kimyasal maddelerle zehirlenmiş durumda. 1989'dan bu yana üniversite eğitiminin maliyeti 25 kat arttı, oysa kentte yaşayanların ortalama geliri reel olarak son 18 yılda sadece 2.3 kat arttı. Kynge'e göre Çin'in yükselişi kapitalizm için yeni bir altın çağın habercisi değil. ABD ve Çin hoşnutsuzluklarını şimdiden belli ettiler. Çin Başbakanı Singh, geçen yıl Çin Başkanı Jintao'ya, "Asya ikimiz için yeterince büyük" demiş ama aksinin geçerli olduğunu düşünenler çok. Dahası Çin'deki şiddetli baskı ve ağır yaşam koşullarının yüzmilyonlarca işçi ve kır yoksulunun tepkisine yol açmasına kesin gözüyle bakanlar var.