li. ULUSAL ENDÜSTRİ-İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ KURULTAYİ PANEL UZMANLİK ALANLARIMIZ VE TOPLUMSAL SORUNLARIMIZ Başkan Nurten GÜLTEKİN



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR


KİŞİSEL "GÜÇ KİTABINIZ" Güçlenin!

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI


Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

İŞLETME FAKÜLTESİ İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ (UOLP) EKONOMİ İŞLETME (UOLP) İSTANBULTEKNİKÜNİVERSİTESİ

ATBÖ Sürecinde Ölçme-Değerlendirmeye Hazırlık: ATBÖ Yaklaşımı Nasıl Bir Ölçme Değerlendirme Anlayışını Öngörüyor?

Teknoloji Geliştirme Alanında Üniversite Sanayi Ortak Çalışmalarında Deneyimler Dr.- Ing. Yalçın Tanes Ak-Kim Ar-Ge Direktörü

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

TBD Antalya Şube Başkanı Akyelli: Özellikle yazılımcıların yatırımlarını Antalya da yapmamaları için hiçbir neden yok

BİLGİ İşletme

Forex Ek Kazanç Sistemi

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Referans Belgesi Uygulaması Tanıtım Broşürü

SUNUM KONUSU VERİMLİ DERS ÇALIŞMA

1) İngilizce Öğrenmeyi Ders Çalışmak Olarak Görmek

SOSYALLEŞEBİLEN ÖĞRENCİNİN İLETİŞİMİ DE GÜÇLÜ OLUYOR

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Değerli Yöneticiler, son yıllarda vergi incelemeleri büyük ölçüde bu konu etrafında dönmeye başladı.

İşte bu, kişileri birbirlerinden ayıran özelliklerin tümüne, kişinin Girişimcilik Profili diyoruz.

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Tıp Eğitimi Anabilim Dalı Mezun Görüşleri Anketi

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi S.B.E. İktisat anabilim Dalı İktisat Programı 7. Düzey (Yüksek Lisans Eğitimi) Yeterlilikleri

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Kasım/Aralık fındığın başkenti. kirazın anavatanı

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Pazartesi İzmir Basın Gündemi

12. Araştırmacılar Zirvesi nin açılış konuşmasını yapmak için beni davet etmenizden, bana bu fırsatı vermenizden dolayı sizlere teşekkür ederim.


EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

13 Mart 2009 Cuma, 12:20 GÜNCEL. A.A Nursel Gürdilek. İşitme engelli çocuklar için Türk-İsrail işbirliği

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

ÜNİVERSİTEMİZ ÖĞRENCİLERİNE ÜST DÜZEY OLANAKLAR SAĞLIYOR


Bloomberg Businessweek. BASINDA GeniuSpy. Zihni Birleştirir, Zekâyı Geliştirir 1/6

İŞLETME FAKÜLTESİ İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ EKONOMİ İŞLETME (UOLP) İSTANBULTEKNİKÜNİVERSİTESİ.

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Kahraman Kit ve Akıllı Can. Technical Assistance for Promoting Registered Employment. Kayıtlı İstihdamın Teşviki için Teknik Destek Projesi

E.G.O. Grubu Kurumsal İlkeleri

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

KENDİ İŞİNİZİ YAPARKEN KİMSE YANLIŞLARINIZI DÜZELTECEK CESARETE SAHİP OLAMIYOR.

AJANDA HAKKIMIZDA EĞİTİMLERİMİZ. Biz Kimiz? Vizyonumuz Misyonumuz Değerlerimiz. Eğitim Bölümlerimiz Eğitim İçeriklerimiz

EBELİKTE BİLGİNİN UYGULAMAYA DÖNÜŞÜMÜ

Avrupa hastanelerinde

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

İKTİSAT YÜKSEK LİSANS PROGRAM BİLGİLERİ

Etik Karar Alma Modeli

Türkiye deki yenilikçi okulları belirlemek, buluşturmak ve desteklemek için yeni bir program...

STRATEJİK SATINALMA METİN A. KANSU 30 MART SALI

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Kıvılcımlar Programı Başvuru Formu

ENDÜSTRİ MÜHENDİSİ. - Her türlü yazım ve çizim aletleri, - Çeşitli elektronik aletler, - Büro makineleri (bilgisayar, hesap makinesi vb.).

AR-GE ANKETİ ANALİZ RAPORU

Pazartesi İzmir Basın Gündemi

Okul günüm. Anne-babalar ve çocuklar için için okula başlama rehberi. Niedersächsisches Kultusministerium

Makine Mühendisliğine Giriş. Rıdvan YAKUT

Uyutmayan Sunumlar 1.Giriş. Murat Cudi Erentürk

Koçluk, danışanın problemlerini çözüme ulaştırmak ve yolunu aydınlatmaktır.

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BİYOSİSTEM MÜHENDİSLİĞİ PROGRAMI SON SINIF ÖĞRENCİ ANKET FORMU. Aralık,2013

1. Lütfen Araştırın!

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

yemyeşil bir parkın içinden geçerek siteye giriyorsunuz. Yolunuzun üstünde mutlaka birkaç sincaba rastlıyorsunuz. Ağaçlara tırmanan, dallardan

K.Maraş geleceğine şimdiden yön veriyor

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

GEÇMİŞTEN BUGÜNE DOĞUŞ

Akıllı ve Çevreci Hastane Yatırımları

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

APPLE BİLGİSAYARI İCAT EDEN TEKNİSYEN: STEVE WOZNIAK

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERS BİLGİ PAKETİ

İŞLETME YÖNETİMİ VE ORGANİZASYONDA TEMEL KAVRAMLAR

A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

ÖĞRENME PERFORMANSINI YÜKSELTME PROJESİ

Değişim ve Yönetim. Prof. Dr. M. HAMİL NAZİK Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Dünyada üniversite algısı ile Türkiye de ki algı örtüşüyor mu? ABD de 4743 üniversite, 1 öğrenciye 1.7 öğrenci. Uluslararası üniversite konsepti.

21. Yüzy lda Yafll l k Yeni Bir ktisadi Güç

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ MESLEK ELEMANI

Sevgili dostum, Can dostum,

11- Tasarlayacağımız yer hakkında bilgilere nasıl ulaşabiliriz? Yanıt-11 Lütfen şartnameyi bir kez daha inceleyiniz.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

İç Kontrol Uzmanı Pozisyonu İçin Doğru Kriterlere Sahip Olduğunuzdan Emin misiniz?

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Transkript:

li. ULUSAL ENDÜSTRİ-İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ KURULTAYİ PANEL UZMANLİK ALANLARIMIZ VE TOPLUMSAL SORUNLARIMIZ Başkan Nurten GÜLTEKİN Panelistler Çağlar GÜVEN Ferial ARNAS IŞIK Ahmet ASENA Necip ATILGAN Değerli konuklar, "Uzmanlık Alanlarımız ve Toplumsal Sorumluluklarımız" konusunun irdeleneceği panelimize hoş geldiniz. Katılırınızdan ve ilginizden dolayı teşekkür ediyorum. Ülkemizde, ilk yıllarında sanayi mühendisliği, daha sonraki yıllarda endüstri-işletme mühendisliği olarak devam eden bir eğitim süreci yaşanıyor. Uzun yıllardır mesleğimiz gündemde olmasına rağmen, halâ kavranabilirlik noktasında sıkıntılar yaşıyoruz. Bu panel konusunu belirlerken, biraz bu noktadan hareket ettik. Hep birlikte düşünmek, hep birlikte sorunlarımızı tartışmak ve bundan sonraki sürece ışık tutmak hedefimizdi. Arkadaşlar Üçüncü Oturumumuzda birlikte düşünmeye ilişkin oldukça önemli veriler sundular. Bu panelimizle birlikte, bundan sonraki süreçte hep birlikte düşünmek, hep birlikte üretmek ve birlikte ortak bir kimlik olarak hareket etmek sürecini başlatacağımızı umuyorum. Panelimize geçmeden önce, iki konu hakkında - Üçüncü Oturumda bahsedildi- açıklama yapmak istiyorum. Bir tanesi, Endüstri Mühendisliği dergisinin, periyodu yakalayamamasına ilişkindi. Dergimiz, şu anda 3 aylık periyotlarla süreci yakalamış olarak çıkmaya devam ediyor. Bu yılın son sayısı, dosyalarımızın içinde mevcut. Diğer bir konu ise. Kurultayın kapsamına ilişkindi. Kurultayımızı kurgularken burada tüm meslektaşlarımızın serbest kürsü olarak sunumlarını yapabileceği bir Kurultay hedeflemiştik; ancak, 17 Ağustos depreminden sonra yaşanan olumsuzluklar nedeniyle hızlı bir Kurultay hazırlık sürecine girdik. Bu, bizi olumsuz yönde etkiledi. Hedeflerimizden bir miktar sapmalar yaşadık. Umuyorum, bundan sonraki kurultayımızda, bu süreci yakalayacağız, gerçek bir kurultay havasında çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Şimdi panelistlerimizi, özgeçmişlerini okuyarak sırayla buraya davet etmek istiyorum. Sayın Prof. Dr. Çağlar Güven, ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümünden 1968 yılında mezun oldu. Matematik ve yöneylem araştırması konularında yüksek lisansı mevcut. 1977'ye değin çeşitli şirketlerde ve TÜBİTAK'ta uzmanlık görevleri var. 1977'den bu yana ODTÜ'de, Endüstri Mühendisliği Bölümünde öğretim üyesi olarak görevine devam ediyor. ikinci panelistimiz. Ferial Amas Işık. Ferial Hanım, Makina Yüksek Mühendisi. 1966 mezunu. Malzeme, gemi inşa ve gemi makineleri, kamu yönetim sistemleri konusunda yüksek lisans yapmış. 33 yıllık bir iş yaşamı var. ABD'de 10 yıl araştırma ve eğitim çalışmaları mevcut. 11 yıl LASSA'da, -şu anda BRİSAda- proje koordinatörlüğü, mühendislik bakım, stratejik planlama, bilişim, AR-GE kuruluş ve yönetimi çalışmalarında bulunmuş. 10 yıl süreyle BUSA Endüstriyel İplik'te insan kaynakları, bilişim, iş güvenliği, işçi ve çevre sağlığı ile etkileşimli hizmetler bölümlerinin kuruluşu ve iletişimden 23

sorumlu olarak görev yapmış. 2 yıl Optima Denizcilik ve Turizmcilik Limitet Şirketinde; yine, Optima Gelişim Yönetim Danışmanlığı ve Eğitim Hizmetleri konularında yönetici ortağı olarak görev yapmış. Liderlik, iletişim, takım çalışması, iş töresi, insan sermayesi gelişim ve yönetimi, yönetim sistemleri; kalite, çevre, iş güvenliği, bilişim, AR-GE ve mali boyutlarıyla ilgili çalışmaları bulunuyor. Diğer panelistimiz, Ahmet Asena. ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümünden 1978'de mezun oldu. 78-80 Adana Çukurova Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanlığı yapmış, 1984-92 yıllarında özel sektörde yöneticiliği bulunuyor. 92 yılından sonraki süreçte ve halen DİSK Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapıyor. Diğer panelistimiz, Necip Atılgan. Arkadaşımız, Meslek Dalı Ana Komisyonu Başkanı. 1968 Hatay doğumlu. 1989'da İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümünden mezun. 7 yıldır, Bornova Ambalaj Sanayinde, endüstri mühendisi planlama şefi olarak görev yapıyor. 98-2000 döneminde de MEDAK başkanı. Ben, yine çağırdığımız sıraya göre panelistlerimize söz vermek istiyorum. Sayın Hocamız Çağlar Güven'le konuşmalara başlıyoruz. Buyrun Hocam. Çağlar GÜVEN Teşekkür ederim. Hepinizi saygıyla selamlarım. Bizim panelimizin konusu malum; uzmanlık alanlarımız ve toplumsal sorumluluklarımız; fakat, biz panel üyeleri olarak burada neleri işleyeceğimizi pek konuşmadık. Bir de benim değişik bir konumum var. Özgeçmiş bilgilerimden de görüleceği gibi endüstri mühendisi miyim değil miyim; pek belli değil. Endüstri mühendisi olarak hemen hemen hiç çalışmadım. Elektrik mühendisliği diplomam var, sonra yöneylem araştırması diplomalarım var. Öğretim görevlisi olarak Endüstri Mühendisliği Bölümünde görevliyim. Mezunlarımızın; gerek Okulumuzun, gerek diğer endüstri mühendislerinin piyasada tam olarak ne yaptıkları konusunda sizler kadar fikir sahibi olmayabilirim. Dolayısıyla, benim söyleyeceğim sözler daha çok, bir miktar dışarıdan da bakabilen bir kişi olarak, kendi görüşlerim. Endüstri mühendisliği, üretim mühendisliğiyle bir anlamda özdeşleştirilen bir konu ve ilk çıkışından - Taylor'dan bu yana daha çok imalat sanayine yönelik çalışmalar içerisinde yer alan bir mühendislik dalı. Fakat, başka bir ilginç tarafı da var: Endüstri mühendisliği, meslek olarak ABD'de biraz var, Türkiye'de var. Başka yerde aslında pek yok. Endüstri mühendisliğinin böyle tuhaf bir konumu var. Mesela Avrupa'ya giderseniz; çoğu ülkelerde endüstri mühendisliği eğitimi verildiğini de göremezseniz, kendine "endüstri mühendisi" diyen çok azdır. İmalat mühendisliği vardır; ama endüstri mühendisliği, Amerika'nın kendi koşullarından evrilerek oluşmuş bir meslek dalı ve hep Türkiye'ye -benim de tam bilemediğim bir süreçle-transplantasyon yöntemiyle bunu getirmişiz gibi algılamışımdır. Avrupa'da endüstri mühendisliği bölümleri hiç yok diye kesin bir şey söyleyemem; çünkü, benim bildiğim kadarıyla 1-2 tane var; ama, çok yaygın olmadığından eminim. Oralarda birazcık da Anglosakson dünyasının Amerika dışında kalan ülkelerinde de, endüstri mühendisliğine benzer yöneylem araştırmacılığı mesleği vardır. Benim gençliğimde o, Türkiye'de de bilinen, tanınan bir meslek dalıydı. Şimdi pek öyle değil. Bu gözlemlerden varmak istediğim nokta şu: Endüstri mühendisliğinin bir miktar Problematik yapısı mı var acaba? Çünkü, en azından ODTÜ mezunlarını biraz izleyebiliyoruz; oradan gözlediğim kadarıyla hepsi bir sorgulama içinde: "Biz, ne iş yaparız? Hangi alanlarda çalışmamız daha doğru olur? şeklinde tartışmalar var. Bir kimlik sorununa benzer bir şey mi var acaba? diye bir soru akla getiriyor. Tabii bu kimlik sorunu, sadece endüstri mühendisliğinde değil, mühendisliğin diğer dallarında da olabilir. Elektrik mühendisliğinde -eski bir elektrik mühendisi olarak-yoğunlaşan bir şekilde kimlik sorunu olduğunu söyleyebilirim. Ben, aslında bütün bunların bir sorun olmaması gerektiğine inanan bir kişiyim; onun için Endüstri Mühendisliği Bölümünde çalışmaya devam ediyorum. İçinde çalıştığımız dünyayı; kısaca çalışma alanlarını ya da bilgi toplama, bilgi kullanma ve bilgi üretme alanlarını parsellemeye kalkarsak; eleştirici sosyal teorinin çoğu zaman kullandığı bir parselleme ya da bölme yöntemi var; -o benim çok hoşuma gidiyor- şöyle gider: İnsanlar, ya ekonomik ve teknik ihtiyaçlarıyla ya toplumsal ihtiyaçlarıyla; -yani toplumsal ihtiyaçlar, diğer insanlarla olan ilişkilerindeki insan pratiği dediğimiz sorunlarla ya da doğrudan doğruya kendi 24

kişilikleriyle, kendi kendileriyle haşır neşir olabilirler. Yani, kişisel, toplumsal ve ekonomik gibi 3'lü bir ayrım. Tabii bunların örtüşen alanları var; bu, güzel bir ayrım oluyor. Ben, bununla birçok şeyi daha iyi anlayabildiğimi düşünüyorum. Bu tekno-ekonomik sorunlarla haşır neşir olurken de, profesyonel endüstri mühendisi olarak çalışan kimliğimiz bir miktar öne çıkıyor. Tekno-ëkonomik dünya içerisinde çalışırken, aldığımız rolü sınıflandırmaya çok yatkınız; yani diyoruz ki, "biz acaba servis sektörlerinde mi çalışmalıyız, yoksa fabrikada, Taylor'un öğrettiği şeyleri ya da onların uzantılarına mı devam etmeliyiz; yani, imalat konusundaki işlerle mi uğraşmalıyız?" Buralarda aklımız biraz karışabiliyor. Tekno-ekonomi dünya dediğimiz insan pratiğinin, en önemli parçasının bir bütün oluşturduğunu unutuyoruz; bunu bölmeye kalkışıyoruz. Bölmeye kalkışınca da, o böldüğümüz parseller içerisinde kendimize yer aramak gibi yanlış birtakım arayışlar içerisine girebiliyoruz. Gelmek istediğim, herhalde anlaşılacaktır. Endüstri mühendislerinin çoğuna, - herkes için böyle midir; bilemem; ama- en azından bizim Üniversitenin mezunlarına, "Sizi en çok belirleyici vasfınız nedir, diğer mühendislerden sizi ayıran konular nelerdir? diye sorarsanız; çoğunun ağzından çıkacak laflardan bir tanesi, "belli başlısı, sistem yaklaşımı kullanabilme özellikleri" olduğudur; yani sistemleri ya da insan pratiğiyle ilgili sorunları birer sistem olarak görebilme ve onların sistem olma özelliklerinden hareket ederek katkı yapma. İnsan pratiğinde -ben, insan pratiği lafını da çok kullanıyorum- problem çözmek, mühendislik problemi çözmek gibi şeyler, bana birazcık daha zorlama gibi geliyor. Çünkü, bir problemi çözdüğü zaman o problem bitmiyor, başka bir problem haline dönüşüyor. İnsan problemlerini çözüp bitiremeyiz; çözüp bitirirsek insanlık da biter. Dolayısıyla, bu problemler içerisinde yaşama, insanlığın bir kaderi; ama, insanlara zenginlik ve sevinç veren de bu Problematik yaşamdır diye düşünüyorum. Onun için bütün hepsine bir pratik gibi bakıyorum. Bu pratik içerisinde, eski Yunanlıların bildiği, insanın ekonomik, toplumsal ve kişisel yaşamlarının, aslında bir bütün oluşturduğu ve bunların birbirinden ayrılamayacağı gerçeği; pozitif bilimlerde Newton'm, bilimdeki patlamayı gerçekleştirmesinden sonra, -yani, doğal felsefeden; bilimlerin, şimdi tanıdığımız isimleriyle ayrılmaya başlamasından bu yana- değişti. Yunanlıların, "teoriyle pratiğin birbirinden ayrılamayacağı" görüşü büyük ölçüde terk edildi. Bu, devrin icabı olarak terk edildi; yoksa, bilinçli bir hata yapılmasından dolayı değil elbet. Bildiğimiz bilimler, uzmanlaşma yöntemiyle gelişmeye başladılar. Bilme ihtiyacımızı, değişik alanlarda ayırarak uzmanlaşma ve orada derinleşme yoluna gittik. Buradan da, bilimlerde meydana gelen inanılmaz ilerlemeler neticelendi, bunlar mümkün hale geldi. Bu yaklaşım, "indirgemeci" dediğimiz yaklaşım; bilimleri ve dünyayı parçalara bölerek, dünya hakkında elde edeceğimiz bilgileri, onun parçalarından elde edeceğimiz bilgilerin bir bütünüymüş gibi kabul etme yaklaşımı, klasik bilimlerin geleneksel bilimsel yaklaşımıdır. Eakat, bütün dünya toplumunun sistem olma özelliği derinleştikçe, teknolojinin getirdiği ilerlemelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu değişik uğraş alanlarının birbirinden ayrılması, git gide güçleşmeye başladı ve bu Yüzyılın ortalarından bu yana, genel sistem yaklaşımı denilen, -Yunanlıların bildiği; ama yüzyıllar boyunca unuttuğumuzyaklaşım tekrar ortaya çıkmaya başladı. Ben, endüstri mühendisliğini bu yaklaşımla tanımlama eğilimindeyim. Endüstri mühendisliğinin görevi; insan pratiğini geleneksel bilimin gösterdiği türden değil de, sistem yaklaşımı açısından yorumlamasıdır diye bakıyorum. Yoksa, bizim çalıştığımız alanların finans mı, turizm mi yoksa imalat sektörü mü olacağı veya başka bir servis sektörü mü olacağının bence zerre kadar önemi yoktur. Bu şekilde ayrım yapmak ve bu şekilde kendi kendini yemenin de hiçbir mantığı yoktur. Çünkü, bütün insan pratiği -dediğim gibi- bölünmez bir bütündür. Önemli olan, endüstri mühendisinin uzmanlaşması bence. Diğer mühendislerle karşılaştırırsak, bunu daha kolay anlatmak mümkün olabilir. Sistemin bütünlüğünü ve bölünmezliğini baştan kabul etmek, sistemin lineer bir determinizm ile açıklanamayacağını görmek... Biliyorsunuz, 1940'larda, Norbert VViner'in sibernetik gibi kavramları ileriye ilk sürdüğünde geri besleme kavramı, sonuçların aynı zamanda bir neden olacağı, nedenlerin de sonuç olacağı ve bir döngü meydana geleceği anlayışları, matematikte de ortaya çıkmaya başladı. Bu, aslında sistem yaklaşımının temel unsurlarından bir tanesiydi. Böyle olduğunu düşünüyorum. Üstelik bir de belirsizlik gibi önemli unsurlarda var. Bütün bunları bir arada gören sistem yaklaşımının bizim uzmanlık alanımız olması 25

gerektiğini düşünüyorum. Uzmanlık alanımızın uygulama alanlarıyla tanımlanmasının son derece yararsız bir şey olduğu kanısındayım. Her uygulama alanında, biz diğer mühendislerden farklı bir konumda olabiliriz; diğer yaklaşımlar da, eski analitik kartezyen ya da indirgemeci yaklaşımdan uzaklaşmak zorunda kalıyorlar. Onların da sistemik bir arayış içerisine girdiklerini sanıyorum. Çok yetkili değilim o konuda; ama, bize göre onlar çok daha eski yöntemlerle iş yapabilecek bir konumdalar. Biz ise, daima yapılacak işin kendisinden çok, o işi çevreleyen sistemin sınırlarında ne olup ne bittiğini iyi görebilen, oradaki ilişkileri yakalayabilen mühendisler olarak kendimizi tanımlarsak, ne konularda uzmanlaşmamız gerektiğine de otomatikman bir cevap bulmuşuz gibi geliyor. Çünkü, bütün, parçalarından büyüktür, hem de küçüktür; yani, bütün diye gördüğümüz insan gerçekliğinin çevresinde ne olup bittiği, bizim için can alıcı önem taşıması gereken süreçlerdir. Bütünselciliği birbirine zıt kutuplar olarak görmemek gerekir; bu öyle demek değil. İndirgemeciliği bırakalım, analitik yöntemleri bütünüyle terk edelim. Hep bütünleştirmeci bir yaklaşımla problemlerin üzerine ya da pratiğe katkıda bulunalım demek değil; çünkü geleneksel bilimi ve analitik yaklaşımı hiçbir şekilde yadsıyamayız. Demek ki, biz bu ikisini de bir arada götürmek zorundayız. Amacımız, içi boş bîr bütüncülük olmamalı. Aslında ben endüstri mühendisliği diploması almaya çalışmamış bir adam olarak dışarıdan baktığımda da endüstri mühendislerinin en büyük korkusunun bu olduğunu görüyorum. Kendi akademik çevremde de bunu görüyorum. Endüstri mühendislerinin en büyük korkusu, kendilerinin sistem yaklaşımında uzman olmaları gerektiğini bilinçli olarak bilmeselerde, bu sistem yaklaşımını içi boş bir bütünselciliğe icra edersek, "bizim elimizden hiçbir iş gelmez" korkusu çok gerçekçi bir korku olarak endüstri mühendislerinde var. Onun için de hep şunu yapmaya çalışıyorlar: Biz bir alanda uzmanlaşalım da elimizden bir iş gelsin diye bir şey peşindeler. Gidiyorlar işte RPG oluyorlar ya da başka bir şey oluyorlar. Orada kendilerine sorduğunuz zaman da "endüstri mühendisiyim" de demiyorlar; "Windows NT uzmanıyım" ya da "Ben RPG'yim" ya da "kaliteciyim" diyor. Orada kendine bir dünya yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparken aslında bence büyük bir yanılgı içinde, esas bindiği dalı kesiyor. O alanlarda da klasik mühendislerle rekabet etmesi çok zor endüstri mühendisinin. Bunun böyle olduğu ortada, benim bunu iddia etmem bile gerekli değil; az önceki oturumda Sinan Kayalığı! de söylüyordu bunu. RPG'ler biliyorsunuz, bilgisayar mühendisi, elektrik mühendisleri bu işi alıp götürüyorlar; biz onların peşinden gidiyoruz. Ya da bu konuda başka örnekler verilebilir. Uzmanlık alanı konusunda söylemek istediklerimi kısaca tekrar özetlemek istiyorum. Uygulama alanlarıyla çok fazla kendimizi yormaya, dert etmemize gerek olmadığı kanısındayım. Daha önemlisi biz mesleğimizi demin anlatmaya çalıştığım bir ışıkla icra eden, uygulayan sistemik düşünce becerisine sahip ve onun gerektirdiği donanımla da donanmış -ki bunları daha çok yön-eylem araştırması teknikleri olarak görürüm- profesyoneller olmamız gerektiğini düşünüyorum. Sistem düşüncesini de şöyle özetleyerek sözlerime son vereyim: Basiti ya da yalını ve karmaşıklığı bağdaştırmaya çalışıyoruz. Karmaşıklıkla baş edebilmenin yönü, analitik yöntemlerle bölerek yönetme yöntemleriyle öğrenmek ve onu da soyutlayarak bir yalına indirgemek gibi yüzyıllardır, son Newton'dan bu yana algılandı; fakat şimdi o pek geçerli bir yöntem olmaktan çıktı. Dolayısıyla biz, yalın olanla karmaşık olanı birleştirmek zorunda olarak tekrar yalını yakalamak zorunda olan bir meslek dalıyız diye düşünüyorum. ifade edebildim mi bilmiyorum; ama ben bu görüşteyim. Teşekkür ederim. Hocamıza biz de teşekkür ediyoruz. Ben, gecikmiş bir açıklamayı yapmak istiyorum. Panelimiz iki bölüm halinde gidecek. Uzmanlık alanlarımız ilk kısımda, ikinci kısımda toplumsal sorumluluklarımızı tartışacağız. Daha sonra sizlerden soruları alacağız. Buyurun Ferial Hanım. Ferial ARNAS IŞIK Benden önceki anlatımdan sonra söz almak oldukça zor; ama o tanıtımın öyle olmasının bir sebebi vardı. Yıllardan süzülüp gelen düşünce birikimi idi. Salona baktığımda öyle sanıyorumki. 26

Kurultay "dan bugün burada meslek hayatı en uzun olan kişi benim; eğer öyle değilsem ve kimi kırıyorsam, özür dilerim; ama öyle gözüküyor. Mesleğimde 34 yılımı doldurmak üzereyim. Bu süreci nasıl geçirdiğimi de size aktarmak istiyorum; çünkü bir endüstri mühendisinin veya bir sistem mühendisinin -ki benim mesleğim kamu sistemleri yönetimi mühendisliği- nasıl bir yaşam olabileceğini -salonda çoğunlukla gençler olduğuna göre -benden sonraki nesil desem yanlış olmayacak- sizlerle paylaşıp sizlere aktarmayı düşündüm. Benim mühendislik anlayışım, -bunu söylerken de Kocaeli'nden, üniversiteden gelen arkadaşlardan özür dilerim, onlar bunu birkaç kere dinlediler, bir daha dinleyecekler- doğanın güç ve malzemelerini insanlığın yararına kullanabilme sanatı ve bilgeliğidir öğretisinden gelirki beni cezbediş nedeni budur. Mühendisliği bu haliyle sevmiş, benimsemiştim. Yine benim ilkokul çağlarında okuduğum bir kitabın da bu seçimde çok büyük etkisi oldu. Endüstri Mühendisliğinin ana babası Frank ve Lillian Gilbraith'in "Düzinelerle Daha Ucuz Olur" adlı kitabı kendi ailelerinin ABD'da endüstri mühendisliğinin doğuşuna etkisini anlatır, 12 çocuklu bir anne babanın evdeki faaliyetleri düzenleme gereksiniminden doğan çabalarının sonradan bütünleşmesi ve mühendis bir babanın bu yaklaşımları verimliliği artırmak, zamanı daha iyi kullanmak, yaşam kalitesini iyileştirmek amaçlarına yönlendirmesi çalışmalarının sonucudur "Endüstri Mühendisliği". Bu tür bir mesleğe cezbedilince, bir başka faktör devreye giriyor. Mesleğiniz siz onu ne yapmak istiyorsanız, o oluyor. Gerçekten kafanızda düşleyip şekillendirdiğiniz mesleği yaşıyorsunuz sonunda. Bu değişmeyecek de değil. Ben, birçok defalar rota değiştirdim. İlk başta Sputnik'in etkisiyle uçak mühendisi olmak istemiştim; ama öyle bir süreç yaşandı ki 15 yaşında üniversiteye başladım. Beni 15 yaşında bir öğrenci olarak üniversiteye kabul eden üniversitede uçak mühendisliği yoktu, makina mühendisliği vardı, daha sonra uçağa ayrılıyordu. Dolayısıyla onu kabul etmek zorunda kaldım. Makina olarak başladı, bu arada NASA'da çalışan insanlarla irtibat kurmaya çalışıyordum. Onların o sıralarda Almanya'dan göç eden mühendislerinden bir tanesinin bana bir öğretisi oldu. Şöyle ki: "Temel mühendisliklerden uzaklaşma, iyi bir makina mühendisi olursan, istersen uçak mühendisliğinde hiç de kötü olmazsın. Ancak, çok iyi bir uçak mühendisi çok iyi bir uçak mühendisi kalır, makinanın diğer dallarında o kadar etkili olamaz" deyip kanıma girdi ve ben makinada kaldım. Makina Yüksek Mühendisi çıktıktan sonra tabii yine yaşımın ivmesiyle okumaya devam ettim ve Kamu Sistemleri Yönetimi Mühendisliği de Amerika'da General Motors'un kurucusu Alfred RSloan'ın "Mühendisler niye toplumda yeterince etkili olmuyor?" kaygısıyla kurduğu bir vakfın, - üniversiteye yaptığı bağışla açılmış bir bölümdü. Mühendislik eğitimini bitirmiş insanlara siyaset, iktisat gibi bilim dallarında eğitim verip, mühendislerin hukukçularla, siyasetçilerle iyi mücadele etmesini sağlayıcı bir birikimi sağlamak için kurulmuş bir bölümdü. Baştaki tanıma da uyduğu için bana cazip geldi. Peki, böyle bir birikimden sonra nasıl bir meslek yaşantım oldu? İlk yıllarında üniversitede" bu ilave yüksek lisans programları finanse edebilmek için Bendiks Aerosace firmasında uzay araştırmalarında çalıştım. O tarihlerde Mars gezegeninde yaşam olup olmadığını anlayacak bir aygıt imal ediliyordu, burada enstrümantasyon mühendisi olarak çalıştım. O arada üniversitede hidrodinamik laboratuvarında dalga mekaniği üzerinde çalışıyordum ve bunları uçakların lastiklerinde kullanmak niyetiyle araştırıyordum. "Ne alakası var?" diye düşünenleriniz var mı aranızda? Bana göre çok alakası vardı. Ben yine uçağa yapışacaktım, hiç değilse tekerleklerinden yapışacaktım. Türkiye'ye döndüğümde de o nedenle lastik sektöründe iş aradım. Good-Year burun kıvırdı, Uniroyal burun kıvırdı. Lassa henüz kuruluyordu, adama ihtiyacı vardı; ayrıca Michigan mezunu bir mühendis ağabeyimiz orada çalışıyordu. Michigan'lı olduğumu duyunca çok hoşuna gitti. İki kişilerdi, bunlardan biri olan Nuri Demirağ, Türkiye'de ilk uçağı yapan mühendisin oğluydu. Onlar benî oraya aldılar. Oradaki görevim bakım ve mühendislik faaliyetlerindeydi. Bir nevi bakımın planlanması, koruyucu bakım, yağlama programlarının çıkartılması; ama bunlara hep ben talip oluyordum, kimse bunları benden istemiyordu. Benim kamu sistemleri yönetim mühendisliğimin de adını bile anmıyorduk, herkesin kafası onu duyunca çok fena karışıyordu. Ben makina mühendisi geçiniyordum, onu hiç söylemîyordum. Aynı şekilde gemi inşa da 27

hiç söylenmiyordu. Bu çalışmaları yaparken çevre konularına ilgi duyduğum için Kocaeli'ndeki çevreyi korumak açısından çevre konusunu anmaya başladım. Bizde hukukçular insan kaynaklarına bakardı. Hukukçu arkadaşlardan bir sürü isteklerim oluyordu, kendi işçilerimi yönetebilmek için bilgilere ihtiyacım oluyordu. "Bunları istedikçe sen yap, ne istediğini tablolara dök, bize ver" diyorlardı. Böylece orada bir faaliyet gösterir oldum. O bölümden birtakım görevler bana geldi. İş güvenliği, işçi sağlığı, çevre sağlığı bana geldi. Bilişim aynı şekilde ilgimi çekiyordu. Onunla ilgili birilerini itmeye çalışıyordum. "Al sen yap" dediler. Bilişim sistemlerini kurmak görevi bana verildi. Bu arada bunları yaparken diğer yandan da koşullar nedeniyle araştırma-geliştirme yapıyoruz, ama herkese yapmadığımızı söylüyoruz, dîye düşünmeye başladım. Çünkü birçok araştırma geliştirme faaliyetleri yapıyorduk; ama yaptığımızı bile algılamıyorduk. Bunun üzerine ARGESA kurulurken, ARGESA'nın kurucu Genel Sekreteri olmaya talip oldum. Ve deminden beri saydığım bütün bu faaliyetler, örneğin mali sistemlerin kurulması, bilişim sistemlerinin kurulması, insan kaynakları sistemlerinin kurulması, teknik bilgilerin toplanışı dokümantasyon sistemlerinin kurulması bana verildi. Biz, o işleri yaparken LASSA satıldı. ARGESA kapatıldı. Bridgestone devraldı. Bu arada De Pont'la ortak olan DUSA'ya atandım. Oraya atanırken "Aman sakın işçilerle burun buruna gelme, çok yaklaşma, adamların kafasını karıştırırsın" diye bana tembihte bulunmuşlardı; çünkü çok yaratıcı, acayip düşünceleri olan "uzaylı" diye anılan bir insan olmuştum bu on yıllık süre içinde. Garip fikirleri olan, ayakları yere basmayan biri gibi algılanıyordum. Bu tembihle bana idare Genel Müdür Yardımcılığına giden bir görev verildi. Ben de onun tam tersini yaptım, işçileri tek tek seçtim, 5 bin kişiden 300 işçiyi ikişer saatlik birebir mülakatlarla bir ön elemeden geçirdim. Seçtiğimiz insanları bir fikir birliği, düşünce birliği etrafında toplamaya çalıştık. Ondan sonra arkadaşlarım kendi ekiplerini kurdular ve biz sonunda Türkiye'de gerçekten insan kaynaklarında öncü birtakım uygulamalara imza atmış olduk. Bu çalışmalar bize, Türkiye'nin ilk ISO 9002 belgesini dünya çapında ilk çevre yönetim sistemlerinden biri olarak (bunu alan dördüncü fabrikaydık) BS 77-50'yi ISO 14001'ini getirdi. Ondan sonra iş güvenliği, işçi sağlığında da sertifikasyon aşamalarını geçebilen ilk fabrika olduk, ikinci ve üçüncü de Türk fabrikalarıydı. ARDEM, Türk Good- Year. Her ikisi ile de biz bilgi paylaşmıştık. Bütün bunları aslında sistem yaklaşımını sonunda bir yerlere getirebildiğimizi anlatmak için söylüyorum. Russell Ackoff benim hocalarımdan biriydi. 1996'da Türkiye'ye geldiğinde öğle yemeğinde "Ancak, 60 yıl sonra insanlar, bu İSO'larla birlikte sistem lafını kullanır oldular" diye yakınıyordu. Benim de yüreğime su serpti. O sırada bende 30 yıldır kimseye mesleğimi söyleyemez durumdaydım. "Artık bundan sonra kamu sistemleri yönetim mühendisliğimi söyleyeceğim" dedim ve o günden beri danışmanlık şirketimde bunu kullanıyorum. Bu durum da bana yenilikler getirdi. Neyi getirdi? Şu anda Değirmendere Belediyesinde kontenjandan Meclis Üyesiyim; çünkü genç arkadaşımın demin söz aldığında da söylediği gibi siyasette de bu yaklaşıma çok ihtiyaç var. Ayrıca, ülkenin önde gelen bir ilk öğretim okulunun da genel müdürlüğünü yapıyorum. Çünkü eğitimde de ihtiyaç var. Böyle genel olarak "nereden geldim, nereye gidiyorum?"size bunu anlattıktan sonra özetlersek, uzmanlık alanlarımız; fikir üretmek, ki sanayi içindeki kırılımlara bakarsak, üretim, lojistik, insan kaynakları, planlama ve yönetim bilimleri diyebiliriz. Hocam da jynı şeyi söylüyordu, işimiz hep gerçek bir sinerji yaratmak, olaylara ve durumlara hem analiz, hem de sentez gözlüklerinden bakmak. Hizmet sektöründe çok daha geniş alanlar var: Enerji, ulaşım, telekomünikasyon, yine planlama, yine yönetim ve tabii ki siyaset. Yönetim derken neleri düşünebiliriz? Mesela, benim şu anda üzerinde çalıştığım bir projede yuva, anaokul artı sekiz yıllık eğitim veren bir okulun kurulmasında danışmanlık yapıyorum. Yine diğer bir çalışma alanım, bir Norveç şirketiyle denetim alanında; çünkü birkaç konuda eksikliklerimiz olduğunu düşünür hale geldim. Örneğin, yaptığım analizlerde ve girişimlerde gördüm ki, planlamanın çok lafını ediyoruz; ama planlamayı severek yapmıyoruz. Yani insanların psikolojik formasyonlarında incelemeler yaptığınız vakit, Türkiye'de planlamadan zevk alınmadığı ortaya çıkıyor. Onun için de iyi yapılmıyor. Onun kadar kötü durumda olmamakla birlikte 28

denetlemeyi de sevmiyoruz, onun için onu da iyi yapamıyoruz. Sevmediğimiz için iyi yapamıyoruz. Burada endüstri mühendisliğinin bana göre çok önemli bir köprü görevi var, teknik dallarla, davranış bilimleri arasında bir köprü niteliği var. Örneğin, insanların, birbirine ilgi duyması gerekiyor ki, iletişime geçebilsin, ilişki kurabilsin. Hep iletişimsizlikten yakınırız. Peki o ilgi neye dayanıyor? İlginin dayandığı çok önemli bir faktör var. Eğer, sizin özgüveniniz yoksa, başkalarına da güvenemiyorsunuz. Emre Kongar'ın kitaplarında da yazdığı gibi Türkiye güven konusunda dünyanın en kötü iki ülkesinden biri. Özgüvenimiz düşük, birbirimize de güvenmiyoruz ve her şeyin kökeninde bunun yarattığı korkuların bizi çeşitli şekillerde engellemesi, çelmelemesi yatıyor. Peki, özgüveni kazandık diyelim. İlgi göstermek için bu yetiyor mu? yetmiyor. Özverili de olmak gerekiyor. O yaptığımız işi sevmek ve ona saygı duymak da gerekiyor. Psikologlar insanlar arası ilişkiler için bunu dile getiriyor; ama mesleğinizle ilişkiniz de aynı şekilde. Mesleğinizi sevmezseniz, ona saygılı davranmazsanız, onun için özverilerde bulunmazsanız, özgüveniniz de olmuyor, etrafa da güven vermiyorsunuz. Sonuçta yaptığınız işten hayır gelmeyebilîyor. Pek çok yerde bu olguyla karşılaşacaksınız; çünkü Türkiye'nin dokusunda ister siyasette, ister sanayide, ister hizmet sektöründe nereye bakarsanız bakın, bunu göreceksiniz. Değiştirmek için kendinizdeki değişimden yola çıkmanız gerek; yani değişim mühendisliği de bizim mesleğimizin bir parçası. Ancak, kendimizden başlayarak bunu topluma yaymamız gerekiyor. Bizim uzmanlık alanlarımız, bana göre bu alanları kapsıyor. Teşekkür ederim. Örgütlenme ve sendikal boyutuyla Ahmet Bey bizlere bilgi sunacak. Buyurun Ahmet Bey. Ahmet ASENA Merhaba arkadaşlar, aslında ilk iki konuşma mesleki olarak endüstri mühendisliğinin açılımları, uzmanlık alanı konusunda söylenecek pek bir laf bırakmadı. Benim kendi özgeçmişim açısından baktığım zaman da, burada ilk iki konuşmada belirtilen birçok hususun doğru olduğunu yaşamış bir insan olarak kendimi görüyorum. Akademik bir çalışma, o dönemlerdeki İktisadi Ticari İlimler Akademilerine bağlı eski özel yüksekokullardan devşirme okullarda ne kadar olabilirse. Daha sonra özel sektörde çalışma, sonra masanın karşı tarafına geçip sendikalarda çalışma. Bütün bunların içerisinde mesleğimi kullanabildim mi? Hemen hemen tamamında kullanabildiğimi düşünüyorum. Akademik eğitimde aldığım temel bazı şeyleri, bulunduğum farklı alanların hepsinde özellikle bir sistem yaklaşımı içerisinde kullanmak mümkün olabiliyor. Bizim mesleğimizin tuhaf bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bizim mesleğimiz aslında "inkârın inkârı" denilen yasanın tam da kendi kanıtı halinde olan bir meslek; çünkü biraz geçmişine doğru gittiğimiz zaman, parçalayan, o parçaları tek tek ayıran, sabahki oturumlarda arkadaşlarımızın ifade' ettiği gibi işi en basite indirmeye çalışan, dolayısıyla niteliksiz bir şekilde yapılmasını sağlamaya çalışan ve toplumsal işbölümü içerisinde bütünden dikkatleri koparıp, tek noktaya yoğunlaştıran bir meslek. Peki, böyle başlayan bir meslek, nasıl oluyor da Çağlar Hocanın tanımladığı bir konuma; yani "bütüne bakma noktasına geliyor?" diye biraz düşündüğümüz zaman, aklıma şu geliyor: Galiba kendi içinde derinlemesine uzlaşmanın en az olduğu, farklı disiplinlerle en çok bir arada çalışmak zorunda olan, farklı disiplinlerden insanlarla sürekli temas içinde olmak, o disiplinlerin özelliklerini kavramak açısından en geniş perspektife ve bütünü görme ihtiyacına da sahip olan bir meslek. Kendi çelişkisini kendi içinde taşıyan ve bu çelişkilerin üzerinde yükselen ve gelişebilen bir meslek. Belki de son dönemlerde yıldızının parlaması, bu yüzden. Bu durum "teknolojideki değişikliklere en fazla cevap verebilen meslek olma özelliğinden mi kaynaklanıyor?" diye düşünüyorum. Böyle baktığımız zaman mesleğimizin tabii bir başka özelliği de var. Temel kurallarından bir tanesi bence bu, buna da yanlış hatırlamıyorsam Sinan değindi; sorgulamak en önemli özelliklerimizden bir tanesi. Herhangi bir endüstri mühendisinin verili koşulları kabul ederek ve o verili koşullara boyun eğerek, mesleğini yerine getirmesi mümkün değil. Bize ilkokula girdiğimizde ilk öğrettikleri şeylerden bir tanesi buydu; yani sorgulamaktı. Sorgulama olayıyla beraber hayata girdiğinizde, sonuç itibariyle 29

sistemin bütününü de sorgulamaya başlayan, sistemin bütününü değerlendirmeye başlayan bir konuma doğru hızla evrilmeniz mümkün olabiliyor. Bu, daha sonra değineceğimiz toplumsal sorumluluklar açısından da, herhalde geçerli olan bir nokta diye düşünüyorum. Hangi noktasında bulunursak bulunalım, bizim bu yaklaşımımız-sistemin tamamını görebilmeye, tasarlamaya dönük olan yaklaşımımız, tabii ki diğer yöntemleri bir kenara bırakmaksızın toplumsal sorumluluk açısından bizi daha duyarlı kılan bir yaklaşım haline gelmeye başlıyor. Bence, esas olarak zaten kendi mesleğimizi de çok yerine getirdiğimizi düşünmüyorum. Mesleğimizin gereklerini de yerine getirdiğimizi düşünmüyorum; çünkü attığımız adımların etkilerini hesaplayabilmiş olmuyoruz. Bu açıdan baktığımda, "belki zamana en denk düşen mühendislik" diye nitelendirmiştim. Yıllar önce Cumhuriyet Gazetesinde galiba bir makale çıkmıştı. Tam da o sıralarda Makina Mühendisleri Odasının İstanbul Şubesinde "mühendislik nereye gidiyor?" diye birtakım tartışmalar oluyordu. O tartışmalardan birisinde bir emekli mühendis ağabeyimiz, kalkıp demişti ki, "Benim gençliğimde mühendise kız vermek çok önemli bir olaydı. Bir mühendis kız istediği zaman aile genellikle "Aman iyi talip" der kız itiraz etmezse verirdi. Şimdi böyle bir şey olmuyor" diyerek aradaki değişimi çok hoş bir şekilde, kendi durduğu noktadan ifade etmişti. O sıralarda tam da Cumhuriyetin arka sayfalarından birinde mühendislikteki farklılaşmaya ilişkin, MİT (Massachuset Insfutule of Technology)'deki eğitim programlarının farklılaşmaya ilişkin bir makale çıkmıştı. O makalenin bir bölümü şunu açıklıyordu: Uzaya giden araçların enerji sistemlerindeki (x) parçasının tasarımı üzerinde bir doktora çalışması öğrencisinin; yani son derece derinlemesine bîr uzmanlık gerektiren bir konudaki çalışmayı yapan doktora öğrencisinin zorunlu derslerinden bir tanesinin resim, bir diğerinin psikoloji, bir diğerinin çevre olduğuna ilişkin bölümler vardı. Bunun açıklaması şuydu: "O roket aşağıya düştüğü zaman,, çevreyi nasıl etkileyecek bilmiyorsan, bu etkiden insanın nasıl etkileneceğini psikolojik olarak ölçemiyorsan ve daha teknik resme gelmeden, kafanda tahayyül halindeyken, o parçayı adam gibi çizemiyorsan. senden mühendis olmaz kardeşim". Endüstri mühendisliği belki bu anlamda çoğumuzun kafasında olan "Biz aslında ne iş yaparız? Baş ağrısına, diş ağrısına, romatizmaya verilen aspirin miyiz? Her yere verilen bir meslek gibi miyiz?" sorusunun en doğru yanıtı bence böyle bir yerde yatıyor. Uzun dönemde baktığımız zaman Çağlar Hocanın Eski Yunan'da olduğunu söylediği olayı, ben kişisel olarak bugünden yarına değil elbette, ama dünyanın kendi akışı içerisinde oraya doğru bir helezonik gelişimi içerisinde olduğu kanaatindeyim. Tarihin belli bir yanında derinlemesine uzmanlaşma yaşandı/aşıldı ve şimdi tekrar insanlar belki Leonarda gibi olmak zorunda olacaklar. Bir yandan insan anatomisini araştıracaklar, bir yandan uçma üzerinde kafa yoracaklar, bir yandan resim yapacaklar, bir yandan da mimar olacaklar. Önümüzdeki perspektif böyle bir perspektif. Bu belki biraz "meslek şovenizmi", ama bizim mesleğimiz çeşitli disiplinleri birlikte kullanmak zorunluluğundan kaynaklanarak, buna en açık olan mesleklerden bir tanesi olarak duruyor gibi gözüküyor. Tabii bu hemen bir başka faktörü de gündeme getiriyor. -Biraz ikinci bölümüne doğru sıçrayayım- Toplumsal sorumluluklarımız açısından bizi oldukça ağır bir yük altında bıraktığı kanaatindeyim. Hele bugünün Türkiye'sinde endüstri mühendislerinin oynadığı role baktığımız zaman, bunun daha da artan bir ağırlık olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu gelişim sürecinin toplumu yönetenler ya da yönettiğini iddia edenler tarafından çok algılanıp, algılanmadığının, algılandıysa toplum yararına kullanıp kullanılmadığı konusunda kafamda derin bir soru işareti var. Bu açıdan böyle bir süreci kendi mesleğinde yaşayan insanların, bu noktada toplumsal sorumluluğunun hızla başladığını düşünüyorum. Bu toplumsal sorumluluğun, birey anlamındaki sorumluluğumuzdan da farklı bir konu olduğu kanaatindeyim. Birey ve insan olarak topluma karşı sorumluluklarımız var. Bunların bir kısmını bize doğduğumuz andan itibaren gelenekler içinde doğru veya yanlış veriyorlar, yaşadıklarımızın içerisinde kendimize roller çıkarıyoruz. Ama birey olarak sorumluluklarımızın gelip dayandığı bir sınır var, her bir insanın yapabileceği bir sınır var. Önemli olanı ondan daha öteye, yani herhangi bir insan olmaktan kaynaklanan sorumluluklarımızdan daha öteye 30

gitmek mesleki birikimimizde, kendi deneylerimizle varmış olduğumuz noktadaki birikimlerimiz ışığında sorumluluğumuzu hayata geçirmek. Bu çoğumuzun yapmadığı bir şey. Muradımı anlatması açısından belki faydalı olur diye bir örneği ifade etmek istiyorum. Depremden sonra hepimiz o bölgeye yardıma koşuşturduk. Toplumun büyük bir kısmı, giyecekten, içeceğe, çadırdan depremde enkaz kaldırmaya kadar her türlü yardımı yapmaya çalıştık. Aslında bütün bunlar bizim bireysel sorumluluğumuzdu. Mesleki anlamda bir sorumluluğumuz yerine getirilmedi. Bizim mesleki anlamdaki sorumluluğumuz, önümüzde devasa bir görev olarak duruyor. Mesela, "İstanbul'dan geçen fay hattı 20 km'den mi geçiyor, 40 km'den mi geçiyor?" şeklinde bir tartışma sürüyor. Ben, bunu şuna benzetiyorum: Birisi kafama silah dayamış, yan taraftan "kafana bir magnum tabanca dayanmış" diye bağırıyorlar. Biraz sonra da "Yok, yok 6.35" diyorlar. Sonuçta ben ölüyorum. Tabancanın markasının değişmesi, çapının değişmesi benim ölüm ölmemem sonucunu değiştirmiyor. Biz, buraya bir müdahaleyi mesleki sorumluluğumuzun gereği olarak nasıl yapacağız? Bunun önemli bir soru olduğunu düşünüyorum. Üçüncü nokta ise: Eğer, bu türden noktalara bakmaya başlarsak, o büyük sisteme dönük olarak sorular sorma ihtiyad'ı ortaya çıktığı zaman; yani istanbul'da ne yapılacağı konusunda deprem öncesinde hangi önlemlerin alınması gerektiği konusunda, bir model geliştirmeye mesleki olarak başladığımız zaman, bunun modellemesini yapmaya başladığımız zaman, önümüze eğer daha büyük sistemin, siyasetin, Türkiye'deki sosyoekonomik düzenin sınırları çıkmaya başladığı zaman, toplumsal sorumluluğumuz ne olacak ve biz orada ne yapmalıyız? Böyle bir üç kademe içerisinde, belki uzmanlığımızı gerçekten değerlendirmek ve bunlara yanıt vermek olasıdır diye düşünüyorum. Böyle bir çabanın meslek grubu olarak önümüzdeki dönemde, sadece bizim açımızdan değil, diğer disiplinlerdeki meslek örgütlenmeleriyle birlikte yapılması gereken bir çalışma olduğu kanaatindeyim. Bu sorduğum soruların cevabını da izin verirseniz, ikinci turda vermeye çalışayım. Teşekkür ederim. Sürelere dikkat etmemize hiç gerek kalmıyor, endüstri mühendisliği zaten bir planlamadır. Kendi planımızı kendimiz yapıyoruz. Söz sırası sevgili Necip'te. Sunumunu hazırlarken epeyce bîr konu başlığı önerimiz olmuştu. Necip için sıkıntılı bir durum. Tüm öneriler doğrultusunda bir sunum toparlamaya çalıştı. Şimdi sözü ona bırakıyorum. Necip ATILGAN Merhaba, sanırım en zor iş benimki, çünkü en son konuşmacı olmak, ona konuşulacak fazla bir konu kalmamasına da yol açıyor. En azından bu panelde şu ana kadar o güzel deneyimler dinledim ki, keşke benim de böyle deneyimlerim olsa diye düşündüm. Ama daha yaşım genç diye düşünüyorum. Şanslıyım, çünkü ilerisi için en azından böyle şeyler söylememek için vaktim var. Ben, konuya buradan yaklaşmak istiyorum. Bir öğrenci arkadaşım bugün, "Bu kadar işi nasıl yetiştiriyorsunuz?" demişti. Ben, özel bir şirkette sipariş usulü çalışan bir firmada planlamacılık yapıyorum. İşim hep zamanla yarışmak şeklinde oluyor, çünkü müşterilerimizin sürekli talepleri var, sürekli değişiyor, sürekli zamanla yarışıp, belli bir şeyler vermek zorunda kalıyorsunuz. Haftanın beş günü böyle geçiyor. Devamında Makina Mühendisleri Odasında bu görevi sürdürüyorum. Bir de ben dağcılık sporuyla ilgileniyorum. Ona zaman ayırmak ve devamlı da tracking rehberliği yapmak için kendime zaman oluşturuyorum. Arkadaşlarım da bunu bildiği için bunun doğrultusunda sormuştu.. Ben de ona birtakım cevaplar verdim. Geçen yıllarda Acar Baltaş'tan bir eğitim alıyorduk. O da kendisinin yaşayış tarzıyla ilgili birtakım şeylerden bahsetti. Aynı soruyu ben ona sormuştum. O da bana, "Günde kaç saat uyuyorsun?" diye sordu. Tabii ondan sonra ben cevap vermedim. Anladım ki mevcut zamanımız var, o kısıtlı zamanı gerektiği yerde, gerektiği gibi kullanmak çok önemli diye düşünüyorum. Herhalde epey bir kısmımız zamanımızın bu kadar dar olduğunun farkındayız; ama zamanı kullanmak çoğu zaman bizim elimizde değil. Hele Türkiye'de içinde bulunduğumuz toplumda hemen hemen hiç değil, ama şanslı olduğumuz nokta, bizler eğitim alırken sistem kurma, bunu yaşatma, sürdürme konusunda bir düşünce doğrultusunda eğitim aldık. Bu konuda bir anlayışımız var buda ortak 31

yanlarımızdan, diye düşünüyorum. Size bir olay anlatmak istiyorum: Evvelki haftalarda ehliyetimi kaybetmiştim. Ehliyetimi yenilemek istedim, ilgili yerlere gittiğimde, bir yerde dilekçe yazmam istenildi, dilekçeyi yazdım. Bir başka odada damga vurulması istenildi, damga vurdurdum. Binadan çıkıp, 3-4 blok ileride damgalatmam istenildi, damga vurdurdum. Bir başka yerden form alıp, o formları doldurup geri gelmem istenildi, onu da yaptım. Tabii bunları son derece sakin yapmaya çalışıyorum; işim biran önce bitsin, kızmayayım diye düşünüyorum. Aslında zaman veya mekan olarak ayarlanmış olsa, bütün bu işler çok daha kısa sürede bitebilecek ve hepimizin kısa süre içerisinde yapabileceği bir iş. Bizler bu tür bir şey gerektiğinde ne kadar çok zaman harcıyoruz? En azından günlük yaşantımızda kaybettiğimiz şeyleri bu açısından düşünürsek, sanırım kaybettiğimiz zaman konusunda epey kızıyoruz. Yollarda kaybettiğimiz zamanı düşünelim. Bilmiyorum, suçlusu kim, ama gözüken o ki şu anda içinde bulunduğumuz toplum içerisinde en önemli problemimiz sistem konusu. Sistem konusunda neler yapılabilir? Burada Ferial Hanımın da söylediği gibi, danışmanlık firmaları var, ama miktarları, sayıları ya da kullanılışları ne kadar doğru? Bir başka açıdan da yaklaşarak, sizleri düşündürtmek istiyorum. Türkiye'de aslında bilgiye pek fazla para verilmiyor. Aslında bilgiye bir miktar para verilmiş olsa, bilgi üretip, bilgi pazarlayan bu tür danışmanlık firmaların sayısı artacak. Endüstri mühendislerini de özellikle bu alanda bilgi üreten sistem çerçevesinde düşünürsek, bilgi üretip, bunu pazarlayan kişiler sınıfına girdiği zaman toplumda çok daha etkili bir yerde olacaklarını düşünüyorum. Aynı şekilde bu danışmanlık firmaları konusunda, Türkiye'de büyük-küçük ölçekli sanayi firmaları var. Büyük ölçekli firmalar, kendi bünyelerinde sistem mantığına sahip kişileri istihdam edebiliyorlar, ama küçük ölçekli firmaların bu tür lüksü -lüks diyorum; çünkü onlar için hakikaten kendi bütçelerini oluşturup, onları döndürebilme konusunda bir hayli zaten sıkıntı içindeler- bulmaları bir hayli zor. Ancak, en azından kendi sistemlerini kurup veya kurulmuş sistemleri hayata geçirecek veya hayata geçirilmiş sistemlerde oluşan problemleri çözecek bu tür danışmanlık hizmeti veren -ki bu danışmanlık hizmeti veren firmalarda endüstri mühendislerinin de bulunması yönünde bir düşünceye sahibimyapılanmalar söz konusu olmuş olsa, sanırım en azından zaman kullanma konusunda problemlerimizin bir kısmı daha aşılmış olacak. Bana bu konuda katılıyor musunuz, bilmiyorum. En azından gelecek sorularınızla bunu da herhalde göreceğim. Benim söyleyeceklerim bu aşamada bu kadar. Panelimizin ikinci kısmında toplumsal sorumluluklarımız ağırlıklı sunumlar yer alacak. Yine aynı sırada devam edeceğiz. Buyurun Hocam. Çağlar GÜVEN Toplumsal sorumluluklarla ilgili söylemek istediğim hususları, yine ben ilk bölümde ileri sürdüğüm fikirlerle birlikte söylemek istiyorum; yani onlara bağlamak niyetindeyim. Endüstri mühendisliğini, "İnsan pratiğine sistemik bir düşünceyle yaklaşması gereken bir meslek dalı olarak" tanımladık ya da ben öyle tanımlamaya çalıştım. Bunun doğal uzantısı olarak, üzerimize yüklenen toplumsal sorumluluklar var. Yani ben toplumsal sorumluluklarımızı bu görüş açısından hareket ederek tayin etmek doğru olur diye düşünüyorum. Son yıllarda dünyada en çok sözü edilen geçirdiği değişimlere bakarsak, globalleşme, globalizasyon terimi en çok duyduğumuz terimlerden bir tanesi. Globalleşme ne demektir? Gördüğümüz globalleşme süreci, aslında insan pratiğinin, dünyanın sistemisitesinin derinleşmesinden ibarettir. Yani, sistem yaklaşımının daha da önem kazandığı bir değişimi ifade etmektedir. İnsan sistemi daha da belirgin bir sistem hale geliyor. Belirgin sistemden kastım, kendi içerisindeki ilişkileri yoğunlaştığı bir sistem. Globalleşen dünyayı anlamak için dolayısıyla bu sistemik düşünceden, daha da doğrusu eleştirici sistem düşüncesinden başka, kullanabileceğimiz bir çaremiz yok. İlk konuşmada belki bununla birleştirebilirim diye bunun üzerinde durmadım, yani sistem düşüncesinin çeşitli türleri var. Burada "olmazsa olmaz" olan nitelendirme, eleştirici olma nitelendirilmesidir bence. Eleştirici sistem düşüncesi ona zaman gelince birkaç cümleyle değinmek 32

istiyorum, ama şimdiden söylemeye çalışırsam, şöyle diyebiliriz: Eleştirici sistem düşüncesi, farkında olarak veya olmayarak yaptığımız tüm varsayımların deşilerek, ortaya çıkartılmasını gerektiren düşüncedir. Birtakım kabullerle hareket ediyoruz. O kabullerin bize veri halinde verilmiş ve tartışılması söz konusu olmayan veriler halinde olduğunu kabul etmek, eleştirici olmamak demektir. Eleştirici olmak demek, bütün kabulleri sorgulamayı gerektirir. Mühendislerin kaderi genelde verileri kabul edip, o koşullar altında çalışmaktır. Geleneksel mühendisliğin en büyük özelliği, bizden yani endüstri mühendislerinden en çok ayıran, yön-eylem araştırmasından en çok ayıran tarafı bence budur. Bizim kaderimiz ise; eğer başarılı olacaksak, bir işe yarayacaksak, bütün varsayımları sorgulama gereğidir. Bu, gerçekliğin sınırlanamadığı görüşünden hareket ediyor, yani biz insan gerçekliğinin ne mekan içerisinde, ne zaman içerisinde sınırlanamayacağını baştan kabul edersek -ki sistem yaklaşımının diğer bir tanımı da bence budur; o zaman insan pratiğinde yapılan her eylemin, alınan her kararın sistemik sonuçlan olacağını peşinen bileceğiz. Toplumsal sorumluluğu bu görüşle bağdaştırmama aslında gerek yoktu. Çünkü Ahmet deminki konuşmasında aynı bağlantıyı yaptı. Bu, globalleşme gibi kendisini peçelerle ortaya koyan, insanların aralarındaki ilişkilerin derinleşmesi süreci, öyle bir süreç ki, konuşmanın ilk kısmında bahsetmeye çalıştığım ekonomik yaşantımızla, toplumsal ve kişisel'yaşantımızı artık o kadar içice bir hale getiriyor ki, bunların birbirinden ayrılması, bence tamamıyla imkân dışı kalıyor. Defalarca söylediğim gibi, insan gerçekliğinin bölünmezliğini daha da belirgin bir hale getiriyor. Endüstri mühendisleri bu ortamda, sistemik düşünceye mahkumlar. Diğer mühendislik dallarından da bu bizi bîr şekilde ayırıyor. O ayrılmayı ben "profesyonellik" kavramı çerçevesinde izah edebileceğimi zannediyorum. Dolayısıyla lafı profesyonelliğe getirelim. Profesyonellikten ne kastediyoruz? Profesyonellik, profesyondan geliyor biliyorsunuz ve bunun Türkçe tam bir karşılığı da yok. İngilizce'de normal bir meslekten başka nitelikleri de olan mesleklere professional denildiğini biliyoruz. Bunun klasik örneği hekimlik, avukatlık, yargıçlıktır. Hukuk insanı olan yargıçlara hemen profesyonel sıfatı yapıştırılır da elektrik mühendisine biraz daha zor uygulanır. Mesela tüccara da pek uygulanmaz. Bu açıdan bakarsak, profesyonellik sadece para için icra edilen, yani ekmeğini kazanmak için icra edilen mesleklerden biraz daha farklı nitelikte bir meslek olsa gerek profesyonel meslekler. Burada farklı olan boyut, sadece para kazanma boyutunun ötesine taşıyan tarafı işin, topluma hizmet anlayışının öne çıkmaya başlaması sanıyorum. Bu hekimlikte, eski Yunan'dan beri yine biliniyor. Hipokrat yemini ediyorlardı, bilmiyorum halâ ediyorlar mı? Demek ki o zamandan başlamış. Hipokrat yeminine bakarsanız, -ben bir zamanlar görmüştüm- gerçekten hekimin profesyonunu yani mesleğini iyi icra ederken, kendi çıkarlarını, gerekirse hastalarının çıkarlarından öne çıkaramaması anlamını taşıyor ve bu yeminin esas ruhu bu, yani hizmet anlayışı. Profesyonellik, tabii yazılı kurallara bağlı olmanın ötesinde bir meslek anlayışı olmayı da içeriyor. Profesyonel olmayanlara işlerin tanımlarını yaparsınız, her durumda ne yapacağını ince ayrıntılarına kadar bir yönerge haline getirir, yazar, elme verirsiniz; o da onları icra edebilir. Profesyoneller için böyle bir liste yapılamaz; çünkü bunları çok önceden ortaya öngörülemeyecek çok çeşitli durumlarda karar alma becerisine sahip insanlar olarak tanımlıyoruz. Ancak, endüstri mühendisliğinin profesyonelliği bunun bir adım ötesinde etik yani ahlaki bir boyuta da sahip bir profesyonellik olmak zorunda. O neden öyle oluyor? Çünkü, insan pratiği dediğim gibi sadece ekonomik değil, toplumsal ve kişisel sorunlarla örülü bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bütün insan pratiğinin içerisindeki en önemli insanı insandan ya da hayvandan ayıran tarafı da ahlaki tarafıdır. Bir ahlak sistemine inanç; ancak insanı uygar insan topluluğu yapabilir. İnsanların bireyler halinde tek başlarına yaşamayışları, ancak ortak bir inançla kabul edilen etik sisteminin varlığıyla mümkündür. Bu etik sistemi, endüstri mühendisleri için normal insanların -Ahmet onu da biraz önce güzel söyledi- diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen etik davranışlarının da ötesinde olmak zorunda. Hatta piyasada gördüğümüz ve alım satım gibi ilişkileri düzenleyen etik de vardır, onun da ötesine geçen bir etik olmak zorunda. Burada bahsettiğim profesyonel etik, hem iyi vatandaş, iyi insan olmak için başkalarına yalan söylememek, hile yapmamak gibi herkesin uymak 33

zorunda olduğu etik konuları yerine getirecek, onun ötesinde sözleşme hukukunun ortaya koyduğu; yani "malını satarken eksik tartmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, aldığın borcu zamanında ödeyeceksin" şeklinde sözleşme hukukuyla düzenlenen etiğin de ötesine geçmek zorunda. Onların ötesine geçince birtakım negatif kısıtlamalar değil; yani "eksik mal vermeyeceksin, borcunu zamanında ödeyeceksin" gibi yasaklamaya yönelik kısıtlamalar değil, pozitif birtakım bağlayıcılıklar içeren bir profesyonel sorumluluğumuz var. İşte burada bizim topluma karşı sorumluluğumuzu, ben bu açıdan görüyorum. Bunun da temelinde bizim uğraştığımız sorunların sistem sorunları olması yatıyor, çünkü ahlak sistemleri bütün sistemlerin içinde vardır, ayıramayız. Ahlak sistemini ayırarak, biz envanter problemlerini çözemeyiz. Üretim planlaması problemlerini ahlak sistemlerine ayırarak çözemeyiz. Çözmeye kalkarsak, demin bahsettiğim profesyonel boyutunu, bizim için en önemli, can alıcı olan boyutu ihmal etmiş oluruz. Öyle olunca da yaptığımız hizmet, bir emtia, alınıp satılan bir mal olma durumuna düşer. Eğer, mesleğimizin sorgulayıcı tarafını ve mesleğimizin bize verdiği toplumsal profesyonel ahlak boyutunu gözardı edersek, biz mühendis olarak hizmetimizi para karşılığında birisine satan insanlar olma durumuna düşeriz. iyi anlatabiliyor muyum; bilmiyorum ama bence bu endüstri mühendisleri açısından çok önemli bir konu. Diğer mühendisler açısından da tabii benzeri şeyler söylenebilir; ama bizim kendi açımızdan bakınca, bunun bizim için can alıcı öneme sahip olduğuna inanıyorum. Biz işin bu tarafını gözardı edersek, işte o zaman kendimizi MRP danışmanı, bilmen ne diye rahatça tanımlamaya başlarız; çünkü o zaman bize verilen varsayımları ve kabulleri sorgulamıyoruz demektir. Onların bize çizdiği sınırlar içerisinde kalmayı kabul etmişiz demektir. Bunu yaptığımız anda sistem yaklaşımından da vazgeçmişiz demektir. Meslek olarak kendi kendimizi inkâr etmişiz demektir. Bence endüstri mühendislerinin böyle zor bir kaderi var. Bu taşınması ağır bir sorumluluk ve kendi geleceğinin teminat altında olmasını istiyorsa, göğüslemesi gereken ve bununla baş etmesi gereken bir sorun bu. bununla baş etmeyen endüstri mühendislerinin sözünü kimse dinlemez. Yazık ki. bunu gözardı ettiğimiz için sözümüzün dinlenmediği durumlar çok oluyor. Yaptığımız işlerin işe yarar, elimizden iş gelir, aş gelir insanlar olma isteğimiz bizi bu tür yanılgılara götürmemeli. Endüstri mühendisliği hizmeti, insanların sadece bir bölümünün tüm diğer hizmetler içerisinden seçip de, talep edip kullanacakları bir hizmet olmamalı. O zaman hizmetiniz bir emtia olur, bir mala dönüşür. O zaman sistemik sorgulama yeteneğiz de ortadan kalkar diye düşünüyorum. Dolayısıyla, sınırları belirleyip içini doldurma heveslerimize ya da endişelerimize -biraz eleştirici bir şekilde- gem vurmaya çalışarak, hep o sınırların sürekli hareket halinde olacağı ve bizim uzmanlığımızın ve sorumluluğumuzun o sınırlarla ilgili olan ilişkilerde olacağını hatırlamamız lazım. Burada talihsiz bir resim var. İçi boş bir kafanın içini doldurmaya kalkışmaya bence çok gerek yok. Teşekkür ederim. Teşekkür ederiz. Ferial Hanım, buyurun. Ferial ARNAS IŞIK Çok güzel söylenmiş sözlere ben de ilave edecek fazla bir söz bulamıyorum. Benim de listemin tepesinde etik vardı; Hocam etiği gayet güzel anlattı. Belki de biraz daha sade bazı örnekler verebilirim. Bizim toplumumuzu düşünürsek, toplumumuzda güven ortamı yaratmaktan, korkuları azaltmaktan, planlama ve denetlemedeki zaaflarımızdan bahsetmiştim. Planlamayı açtığımızda en zayıf olduğumuz hususun, zamanı ve parayı kullanmak olduğu karşımıza çıkıyor. Bu konulardaki zaafları aşmak için ileriye baktığımız zaman, ne yapabiliriz diye düşündüğümüzde, tabii ki toplumdaki değişik kesimler arasındaki ilişkileri iyileştirmemiz gerektiğini anlıyoruz. Bunu başarmak için ilişkilerimizde, daha özverili davranır insanlararası farklılıkların sınırlarnı yöneterek -ki Hocamızda buna değindi, önder rehberliğe yöneldiğimiz takdirde, toplumsal sorumluluğumuzu yerine getireceğimize inanıyorum. Tabii ki bunu yaparken kendi çıkarlarımızdan bir miktar feragat etmemiz gerek. Yapabileceklerimizi toparlarsak; amirlerimizi kendi lehimize yönlendirmek değil, toplumun lehine yönlendirmek, dalkavukluk yapmak değil, doğru 34

bilgileri, doğru değerleri ön plana çıkartabilmek, kesinlikle insana saygılı olmayı en üst değer olarak benimsemek, yetkin insanlar olmak, gerek sosyal yetkinliklerimizi ve teknik yetkinliklerimize sırtımızı dayamak, bunları sürekli geliştirmek, daha iyileştirmek. Toplumda çok önemli gördüğüm faktörlerden biri de yine gerek sanayi kesimiyle, gerek hizmet sektörüyle buralarda yetişmiş insanlarla, üniversitelerdeki akademisyenler arasındaki ilişkileri çok daha iyileştirmek. Bunun için ise bazı yasalarımızda değişiklikler yapılmalıdır. Sabah oturumunda akreditasyon konularını konuşmuştuk. Örneğin, ulusal Akreditasyon kuruluşlarının kurulması lazım, part-time çalışma olanağının doğması lazım. Şunlara yürekten inanıyorum; problem çözme yetilerimiz artsın; toplumdaki güven problemine çözüm bulma yolunda önce özgüveni artırıcı birtakım temeller oluşturabilelim. insanlar birbiriyle ilişkilerinde empati kullanabilsin, kendini karşısındakinin yerine koyarak dinleyebilsin. Sosyolojiye, psikolojiye, tarihe, antropolojiye merakımız biraz daha fazla olsun. Bunlardan öğrenip, geleceğe ışık tutmaya çalışalım. Bütün bunları etik çerçeve içinde, insanın en kutsal değer olduğu inancıyla yapalım. Benîm gönlümde yatan toplumsal sorumluluğumuz bu doğrultuda. Pratik hayatta nasıl, ne gibi şeyler yaşadık? Bugün deprem gündemimizde. Onunla ilgili size bir şey aktarayım. Bundan beş yıl önce Amerikan Sefareti Türkiye'deki Amerikalılara ve Amerikan kuruluşlarına, deprem konusunda bir uyarıda bulunmuştu. O sırada Kaliforniya'da büyük bir deprem olmuştu. Yaralanmaları ve can kayıplarını azaltmak için yapılabilecek işler konusunda pratik, 2-3 milimetre kalınlığında bir bülten çıkarmışlardı. Çok etkilendim ve onu tercüme ettim. Bu deprem uyarısı Kocaeli ve İstanbul içindi. Genel Müdürümü de ikna ettim ve biz bunu toplum hizmeti olarak bastırdık. İlkönce kendi holdingimizin içinde bir yerlere yolladık. O sıralarda Sabancı Center yeniydi. "İnsanların moralini bozuyor, siz ne yapıyorsunuz?" diye oradan kutu halinde geri geldi. Hemen kendi bünyemizde dağıtma işi gemlendi. İlgilisi aldı ama ilgi duymayanı ikna etme imkanımız sınırlandı. Ne yapabiliriz diye düşünürken benîm aklıma Makina Mühendisleri Odası geldi. Koli halinde Kocaeli MMO'na verdim.. Yine gelip gidiyorum, toplantılarımız oluyor, bakıyorum bunlar kutuda bir köşede duruyordu. Bir zaman sonra onlardan da geri aldım. Benim oturduğum Kartepe'nin eteğinde, Maşukiyede, Derbentte bakkallara, marketlere götürdüm. Bir market çok ilgilendi ve benden tekrar tekrar kopyalar istedi. En çok ilgilenen orasıydı. DUŞA içinde ise hem Genel Müdürüm, hem de ben bu konuya çok yürek verdiğimiz için çok detaylı eğitimler yaptık. Bizim takım çalışmalarımız vardı, gruplarımız bu konularda çalıştı. İnsanları evlerinde çocuklarıyla tatbikatlar yapmaya yönlendirdik. İlkyardım eğitimleri yaptık, yangın eğitimleri yaptık, bunları sürekli kıldık, haftalık olarak denetimler yaptık. Bu büyük deprem sonrasında kendi çalışanlarını en iyi takip eden kuruluş, bu yüzden DUŞA oldu. Hemen anında ev ev çalışmaların durumu tesbit edildi. Kimin evi yıkıldıysa, orada kimler varsa yardımcı olundu. Benim çok hoşuma giden, mesleğimdeki en büyük ödüllerden birini de ben o sırada aldım. Size onu da anlatayım. Laboratuvar teknisyenimiz, inşaat teknisyeni olduğu halde, bir genç hanım olduğu için bu dalda iş bulamayan ve bizde fizik laboratuvarında laborant olarak çalışan bir kızcağızdı. Zamanla bizim güvenlik görevlilerimizden birisiyle evlendi. Karı koca, ikisi de aynı eğitimleri aldıkları için 7 yaşında bir kızları vardı, ona da bu tatbikatları evde yaptırmışlar. "Deprem" adında bir oyun olarak ona da bu tatbikatı yaptırıp, önlemler alınmasını sağlamışlar. Çocuk depreme büyükannesinin evinde Derince'de yakalanmış ve göçük altında kalmış. Ama paniklemeden hem kendini hem de büyükannesini göçük altından çıkartabiliyor. Annesi beni arayıp teşekkür etti. Benim hayatımda aldığım en büyük ödüllerden biri buydu. Mesleğimde etrafıma bakıp, "buradaki en büyük tehlike ne, biz iş güvenliği, işçi sağlığı diyoruz; ama en büyük tehlike ne?" diye düşündüğümde, en büyük ve kesin tehlikenin deprem olduğunu düşündüm. Beş senelik çalışma sonrasında hiç değilse o bir çocuğu kurtardık. Bunun da değeri çok büyük. Onun için geniş boyutlu düşünüp, bildiğiniz yoldan şaşmayıp, doğruları biliyorsanız inatla, ısrarla onları savunup, hangi kapılar kapanırsa kapansın, başka kapıların mutlaka açılacağına inanarak sebatla koşulları zorlamak lazım diye düşünüyorum. 35

Teşekkür ederim. Buyrun Ahmet Bey. Ahmet ASENA Önceki konuşmamda birkaç soru sormuştum. Şimdi onlarla ilgili olarak kendi başıma gelen olaylar var. Hele biraz da benim Adana'da öğretim görevliliği yaptığım sırada, tesadüfen diplomalarını o dönemde almış, kimisinin altında belki benim imzam olan arkadaşları görünce, aklıma bir olay geldi. İlk mesleki anlamda toplumsal sorumluluk deneyimi orada yaşamıştım. Öğrenci Demeği Başkanı olarak okulu bitirip Adana'ya gittim. Adana Akademisinin ilgili Mühendislik Yüksek Okulu o sırada çok şenlikliydi. Hemen hemen her gün kavga çıkar bir vaziyette. Sınıfa girdiğiniz anda, arka tarafta iki jandarma, iki polis oturuyor, dersin orta yerinde onlar girip, çıkıyorlardı. Ders mi veriyorsunuz, yoksa bir korku filminde mi yaşıyorsunuz belli değildi. Tam da sınav dönemleri başlamıştı ve gözetmen açığı vardı. Dediler ki, "Okulu tanıman hiç önemli değil, gir gözetmenliğe başla." Gözetmen olarak girdim, tam sınavın son üç dakikası filan, baştan beri de görüyorum çok iyi yazan bir öğrencinin kâğıdı var ve o öğrenciyi solculardan birisi olarak biliyorum, bu çok hoşuma gitti. Ben de solcuyum, o patırtının arasında iyi yazan bir solcu öğrenci var. Arkasında da bir solcu öğrenci var, onu da biliyorum. O kalkıp gitti, kâğıdını aldı, kendi önüne koydu, kendi boş kâğıdını o çocuğa verdi, ismi sildi yazdı. İnşaat Mühendisliği bölümü, kâğıdı alanı da çok iyi biliyorum, iki dersi var. İki dersini verecek ve mezun olacak ve fiilen müteahhitlik yapıyor. Üç dakika filan herhalde durdum, "Kâğıdı al, öğrenciye geri ver, kopya çekmekten işlem yap, hiçbir şey görme, ikisi de solcu, boş ver anlaşmışlardır" gibi düşünceler kafamda gidip geldi. Gittim kâğıdı aldım, öndeki çocuğun önüne koydum; yani esas sahibine verdim. Öbür kâğıdı da kendisine verdim. Şöyle yan yan baktı, ben uzaklaşınca aynı şeyi bir daha yaptı. Tekrar aynı şeyi ben yaptım. Sonrası biraz pandomim oldu. Kâğıt asıl sahibinde kaldı. Çocuk sonra gelip benden özür diledi, "Özür dilerim Hocam; ama yaptığın işi anlamadım. Niye karıştın ki sen. Ben zaten müteahhitlik yapıyorum. Okulu bitireceğim, askerlikten kurtuluyorum, öğrensem ne olur. öğrenmesem ne olur? Hepimiz solcu değil miyiz?" dedi. O anda aklıma gelen bir cevaptı. Dedim ki, "Sen şimdi müteahhitsin, nereden iş alıyorsun?" "YSE'den alıyorum" dedi. "Ne yapıyorsun?" dedim "Köylere köprü yapıyorum" dedi. "Ben onun üstünden geçerken çökerse ne olacak peki?" deyince biraz duraladı; -çok zeki bir arkadaşımızdı gerçekten- "Hocam ben o kadar kendimi bilirim, bir ODTÜ'lü, bir İTÜ'lü mühendis çalıştırıyorum yanımda" dedi. Ancak, ben kendi açımdan mesleğimi ilk uygulamaya başladığımda karşılaştığım toplumsal sorumluluğu biraz aklıma getiren, mesleğimi uygularken nelerle karşılaşabileceğimi aklıma getiren ilk deney bu olmuştu. Sonra bir başka deneyimimi, özel sektörde çalışırken yaşadım. O dönemler, yanlış hatırlamıyorsam 1985'li yıllardı. Otomobil-İş Sendikasının Türkiye'deki Metal-İş kolundaki en büyük sendika olduğu dönemdi. Türkiye'de Netaş, Teletaş gibi o dönemin yıldızı konumunda olan, gerçekten elektronik sanayiinde multi entegre devre tasarımına kadar gidebilecek, hibrit devre tasarımına kadar yükselmiş ve gerçekten bütün mühendisliğin, bütün herkesin, iktisatçıların, özellikle politikacıların da bütün toplumsal sorumluluklarını birer tekme atarak özelleştirdiği bir yerdir orası. Türkiye'nin gerçekten bir araştırma-geliştirme birimi olan ve hakikaten üretmen şart değil, üretebilecek bilgi birikimini orada sağlayan kurumlardan birisiydi. Oralardan başlayan bir şekilde Otomobil-İş Sendikasının elektronik sanayiinden çıkarılması kararı MESS tarafından alındı. Bunu çok iyi biliyorum; çünkü o sırada özel sektörde yöneticilik yapıyordum. Bizi toplantıya çağırdılar, "Biz böyie bir karar aldık" dediler. Sendikasızlaştırma operasyonunu nasıl yapacağımızı anlattılar. İşyerlerine döndük. Bunun ilk adımı kapsamdışı personelin yaygınlaştırılmasıydı. Solcu birisi olarak, emekten yana düşüncelere haiz birisi olarak, önümde bir ikilem vardı. MESS'ten aldığımız talimata göre birincisi, Kapsamdışı personel uygulamasının ne kadar iyi olduğunu anlatmam gerekiyordu. İki, kapsamdışını kabul etmiş olan personele daha yüksek ücret vermemiz gerekiyordu. Ancak, ben şunu çok iyi biliyordum: Üçüncü adım; iki sene sonra o kapsamdışı personel, eğer sendika kalırsa sendikalılardan daha az ücret alır. Böyle bir olayla karşı karşıya kaldım. 36

O sırada ben hapisten çıkalı bir sene kadar olmuştu, bir yandan da vicdan muhasebesi yapıyordum kafamdan. Ben, buradan işten atılırsam, MESS'e direnen birisi olarak bir daha iş bulabilir miyim? Bu benim başıma neler getirir? Ama bir yandan bütün inançlarım ve bilgim var kafamda ve bunu vermem lazım. Benim bölümüme bağlı olan bütün işçilere, yönetimin yazılı açıklamasını okudum ve "Bunu kabul ederseniz, bir süre sonra daha düşük ücret alacaksınız" dedim. İşçiler ısrarla geldiler. Okul bitirmemiş, askerde okuma yazmayı öğrenmiş yük taşıyıcısı arkadaşım, kapsamdışı olmak istedi. Onun için de birinin ona bağlı olması, bir şeyden sorumlu olması lazım, öyle bir şey yok. Mümkün olduğu kadarını geriye çevirdim. Bîr süre sonra da dediğim ortaya çıktı. Bu da bireysel anlamda mesleki sorumluluğumla karşı karşıya kaldığım ikinci bir deney oldu. Sanıyorum, burada genç arkadaşlarımız çok. Onların önündeki yaşam içerisinde bu türden mesleki sorumluluklarla çok fazla karşı karşıya kalacaklar. Burada bir noktayı gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Çağlar Hocam, "insanı ve insanla ilgili şeyleri parçalamak mümkün değildir" dedi. Bize yanlış yerde parçalamayı öğretiyorlar, işletmeleri tasarlamaya başladığımız zaman, işletmedeki insan unsurunu görmemiz isteniyor. Dolayısıyla, zurnanın hani "zart" dediği yerde tam o nokta. İşletmedeki o çarkın içindeki insan unsurunu gözden kaçırdığınız noktadan itibaren, siz her şeyi işletmenin kârlılığı, verimliliği üzerinden düşünmeye başlıyorsunuz. Lizbon okulu diye bir okul var; globalleşme, rekabet üzerine çalışan birileri var; yani bir akademik okul anlamında "Lizbon okulu" deniliyor. Bunların "Limits to Competition" Rekabetteki Sınırlar diye bir broşürleri çıktı. Orada çok hoş bir karikatür vardı. Karikatürde, "Bunu niye işten atılmak olarak algılıyorsun John? Vatanına karşı görevini yerine getirdiğini düşünsene?" deniliyordu. Giderek insanları böyle bir noktaya doğru iten bir çarkın içerisine giriyoruz. Bence, tam bu noktada toplumun geneli için başka sıkıntılar ortaya çıkıyor. Ferial Hanımın çok iyi bileceği bir işyeri, yani onun en son çalıştığını söylediği Sabancı Grubunda Brissa'da şu anda bizim önümüzde bir sorun var, bunu aşamıyoruz. Sabancı Grubuyla, bizim o iş kolundaki Lastik-İş'in ilişkileri son derece iyidir. Çok ciddi, çağdaş, anlaşamasanız dahi çok rahatlıkla tartışabildiğiniz ilişkiler var. 29 kişinin işten atılması konusu kilitlendi. Toplam büyüklük içinde son derece küçük, ama ilkesel bir noktaya geldi. Biz, fabrika yönetiminden beş sene önce gidip, "İç lastik bölümünün artık tükenmekte olduğunu, burasının tasfiye edileceğini, tasfiye olayında; eğer oradaki 150 küsur işçinin birden atılması gibi bir tablo ortaya çıkarsa, sorun olacağını; dolayısıyla işçilerin eğitimden geçirilerek önümüzdeki beş sene süreçte başka bölümlere yedirilmesi gerektiğini" önerdik, uygulanmadı. Deprem olduğu sırada o ünite hasar gördü. Teknolojik olarak artık bitmiş bir üniteyi yenileme ihtiyacı hissetmediği için işveren, -o arada ayrılanlar, emekli olanlar da oldu, bir kısmı şimdi emekli oldu- "Kalan 29 kişiyi sırtımda taşımam, deprem gördüm" diyor. Bizim önümüzde evi yıkılmış; üstelik lastik sektöründe şu sırada 600 milyon net civarındadır ücretler ki, böyle bir ücret mertebesinden işsizliğe doğru hızla yuvarlanacak ve başka uzmanlığı olmadığı için iş bulabilmesi de muhtemelen mümkün olmayan insanlar var. Burada bir karar vermek zorundayız. Oradaki mühendisliğin topluma karşı mesleki sorumluluğu, bizim beş sene önce gördüğümüzü o günden görmeyi ve çözmeyi gerektirirdi. Yanlış bir iş yaptıklarını düşünüyorum. Planlama hatası yapıldıysa, sorumluluklarını taşımaları gerekir. Bu önümüze çıkabilecek örneklerden bir başkası. Kendi cenahımızdan örnek vereyim. Zaman zaman sununla karşılaşıyoruz: Bir işletmede özellikle bu belediye işkollarında çok yaygın olarak karşımıza çıkan bir olay. Oturuyorsunuz, muhasebeyi önünüze alıp, bakıyorsunuz, o işletme batıyor. Herhangi bir yerden "kaynak indir" de diyemiyorsunuz, sizin üyelerinizin almakta olduğu ücreti de biliyorsunuz. Bu ücreti zorladığınız takdirde belki alırsınız, altı ay sonra o işletme kapandığı takdirde, özellikle küçük yerlerde tek işletme varsa, orasının ekonomisine darbe vuruyorsunuz. Bu da topluma karşı mesleki olarak bilginizi, birikiminizi kullanıp, yanıtlamanız gereken bir soru olarak, sendikal hayatta önünüze çok çıkan bir olay. Bitirirken konuşmamı hemen şunu söylemek istiyorum. Aslında bu verdiğim örnekler, toplumsal sorumluluğumuzu nasıl yerine getirmemiz gerektiğini, en önemli aracın ne olduğunu da ifade eden örnekler diye düşünüyorum. Birincisi, 37

anlamak ve anlatmak, kendimize saklamamak; yani insanların bilgiye ulaşma hakkını kullanmalarına, bilgiyi en fazla üretme rolüne sahip olan mühendisler olarak, ona en fazla ulaşabilme şansına sahip olan insanlar olarak yerine getirmek. İkinci nokta, çözüm üretmek. Bence, bu mesleki sorumluluğumuzun en önemli yerlerinden bir tanesi. Üçüncü nokta, çözümün uygulanmasını sağlamak, uygulamak ya da uygulatmak. Bu da bence en az yaptığımız bir husus; yani örgütlü olmak. Bunu gerçekleştirebilirsek çözümlerimizin bir anlamı var. Hocam beni mazur görsün, yoksa kalanı akademik safsata haline gelir, çünkü pratiğe doğru sınamadığımız zaman her birimizin ürettiği çözüm, ortada kâğıtlarda kalıyor. 1991-1992 yıllarında İstanbul'da yapılmış, Jeoloji Mühendisleri Odasının "İstanbul ve Deprem" kitapçığını, sekiz sene sonra gördüm. Bugün alınması gereken önlemler, sekiz sene önce konuşulmuş ve örgütsüz olduğu için bu toplum; ne olacağı yazılmış ve "istanbul'da 7.5'lik deprem riski, 2000 yılında yüzde 39.6'dır" diye sekiz sene önce söylenilmiş. Şimdi halâ aynı konuları tartışıyoruz. Dolayısıyla örgütlenmek burada son derece önemli bir faktör haline geliyor. Bir diğer noktayı genç arkadaşımız sabahleyin söylemişti. Bütün bunların önünde karşımıza çıkan, "büyük sistemin yani sosyo-ekonomik, siyasal sistemin karşısında ne yapacağımız?" sorusu tekrar önümüze çıkıyor. Bence en önemli toplumsal sorumluluğumuz, hangi meslek grubunda olursa olsun, tam o noktada başlıyor. Şu anda İstanbul'u terk etme yarışında olan insanlar, ev aramaya harcadıkları zamanın 1/10'unu Hükümetten İstanbul için önlem alınmasını talep etmeye harcasalardı, bunun baskısını yapmaya harcamış olsalardı, bugün için İstanbul'da bu önlemlerin ne olması gerektiği, uygulamada tartışılıyor olurdu diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. Buyrun Necip Bey. Necip ATİLGAN İşim yine ne zor değil mi? Yine böyle çok deneyimli kişilerin deneyimlerini aktardıktan sonra, bu konuda sıra bana gelince, benim söyleyeceklerimin deneyimle ilgisi herhalde olmayacak. Sadece birtakım notlar aktaracağım sizlere. Evvelki hafta güzel bir yazı elime geçti. 29 Ekim 1995 Cumhuriyet Gazetesinde Erdal Ataberk'in köşe yazısının bir kısmıydı bu. Ben, onu sizlere okumak istiyorum. Bu yazı çok hoşuma gitti ve sizlerle de bunu paylaşmak istiyorum. "Bugün uygarlık dünyasına katılma mücadelemiz, değişimi doğru algılama yeteneğimiz, gelişimi yakalama gücümüz, Atatürk'ün yaptıklarıyla doğru orantılıdır. Atatürk karşıtlarıyla ters orantılıdır. Atatürk, yaratıcı zekası, direnişçi iradesi, organize edici dehasıyla, gerçekten de tarihi değiştirmiştir. İsmet inönü, en yakın arkadaşı olarak yüksek nitelikli bir uygulayıcıdır. Atatürk'ün hareket ettirici gücüyle, İnönü'nün programcı özelliği birleşmiş, etkin bir yönetim çekirdeği oluşmuştur. Hem krizlerin yönetimi, hem de uzak vadeli planlama, programlama niteliklerine bakıldığında, günümüzün endüstri mühendisleri özelliklerini görmek olasıdır. Kanımca Atatürk, doğal bir endüstri mühendisidir." Öğrenciyken bir hocamız "Siz her şeysiniz, ama hiçbir şeysiniz" derdi. Gerçekten bir şekilde her şey olduğumuzu, en azından içinde bulunduğumuz toplulukta bir miktar farkındayız dersem, herhalde kendimizi büyük görmüş olmam ama hiçbir şey konusunda, yapacağımız birçok çalışma var diye düşünüyorum. En azından bu tür toplantılarda, kongrelerde düşündüklerimizi paylaşarak, bu paylaştıklarımızı içinde yaşadığımız diğer insanlarla paylaşarak, o "hiçbir şey" duygusunun bîr miktar önüne geçmenin olası olduğunu düşünüyorum. EİM-MEDAK olarak, bu "hiçbir şeylik" konusunda ben yine birkaç not aktarmak istiyorum. 1998-20Û0 dönemi içerisinde MEDAK çalışma programımız doğrultusunda birtakım faaliyetler gerçekleştirdik. Burada yine önceki sıralarda MEDAK'ın ileri dönemdeki oluşumuyla ilgili birtakım öneriler geldi. Yine bizim bu çalışma grubunda da zaten şöyle bir sonuç çıkmıştı: Makina Mühendisleri Odası çevresinde MEDAK Meslek Dalı örgütü; ama aynı zamanda Makina Mühendisleri Odası çevresinde çalışan birçok komisyon var. Bu komisyonlarda makina mühendisleri, ki endüstri mühendislerine de açık. O komisyonlara baktığımızda, belki doğrudan bizim uzmanlık alanlarımıza girmeyebilir, ama endüstri mühendisleri olarak kendi uzmanlık alanlarımızı yansıtan komisyonların da orada olması gerekir. En azından bir stratejik planlama, kapasite 38

gibi çok farklı konularda orada komisyonlar oluşturup, oradaki bilgi gücümüzü, bilgilerimizi paylaşıp topluma aktarmamız olası diye düşünüyorum. Bir not daha aktarmak istiyorum. Endüstri Mühendisliği Dergisinin geçen sayının önsözünde, şöyle bir gelişmeden bahsediliyor: Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanununda Değişiklikler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde bir kararname taslak çalışması söz konusu. Bu taslak çalışmada, ülkemizde uygulanan eğitim politikalarına ve kurumsal altyapılarına bakıldığında yaşanan bir eşitsizliğin üzerine, eşitsizliğin daha eklendiği gözükmekte. Şöyle ki; Lisans eğitimden 5 yıl sonra uzmanlık sınavına tabi tutan taslak çalışması, 5 yıl süreyle yeni mezun mühendis ve mimarların çalışma koşullarına ilişkin öngörülerde bulunmamakla birlikte, sınav sonrasına ilişkin öngörüler de sunmamaktadır. Yani, 5 yıllık bir deneyim sonucunda bir sınava giriyorsunuz, o girdiğiniz sınav sonucunda uzman oluyorsunuz. Düşünün, yeni mezun olacak arkadaşlarımız için herhalde hiç kolay bir iş değil diye düşünüyorum. Teşekkür ederiz. Konuşma sırası sizde arkadaşlar. Sorularınızı kürsüden sorabilirsiniz. Soruları isimle birlikte, kürsüden alalım. Soru sormak isteyen arkadaşlar?.. Buyrun Bülent Bey. Bülent MATUR (Makina Mühendisleri Odası Ankara Şubesi EİM-MDK) Komisyon Üyesi, Endüstri Mühendisi) Ben, özellikle Çağlar Hocanın bahsettiği eleştirel yaklaşım ve etik kavramlarını öne sürürek, 1-2 soru sormak istiyorum. Sorularım Ferial Hanıma. Mühendislik -üçüncü oturumda yani panelden önce yapılmış sunumda vardı- kavramlarına yaklaşım, "maksimum k%or güdüsü veya toplum yararları noktasında bir sorgulama yapılması gerekir çerçevesinde olmalı." Eleştirel yaklaşım ve etik anlamında Ferial Hanımın bunca yıllık mühendislik deneyimi noktasında geliştirilen kavramlar karşısındaki tavırlarını merak ediyorum. Bunlardan birisi toplam kalite uygulamaları. Tıpkı MESS'in Ahmet Asena Bey'den istediği gibi kapsamdışı personel uygulamasının iyi bir şey olduğu şeklindeki bir benzer tanımlamanın, bu kavramda da uygulandığını düşünüyorum. Corsa'yı bilirsiniz, kalite ödülü almış bir firma. Orada da ilk krizde işçiler çıkartıldı. Bu anlamda o üçüncü oturumdaki "toplum" tanımında bahsedilen artı değer sömürüsünün bir aracı olduğu yönünde kişisel görüşlerim. Odamızın Mühendis - Makina Dergisinde yayınlanan esnek üretim, toplam kalite gibi bir konuda yayınlanan bir yazıyla ilgili, vaktiyle Brissa'da çalışmış mühendisten bir e-posta geldi. Kendi talebi üzerine şu anda çalıştığı iş nedeniyle -bu e-posta geleli çok oluyorgizli tutulmasını istemiş. Ben, buna saygı duyarak gönderdiği e-postayı irin verirseniz hızlıca okumak istiyorum. "Brissa'da (X) yıl çalıştım, başarıda önemli ölçüde katkısı olan ve aslında kendi ipimizi kendimizin çektiğini bilerek, bunu yapan mühendislerden biriyim. Şu anda orada (oradan kurtulduğum için) çalışmadığım için çok mutluyum. Bu mutluluk daha iyisine ulaştığım için değil; eğer orada olsaydım ve onların sistemine uymuş olsaydım, belki bir enkazın altında yatıyor olmam uzak bir ihtimal değildi. (X)yıl boyu uygulanan politikalar, beyin yıkamalar, seminerler ve "toplam kalite" adı altında yapılan toplu sömürülerin hepsine direndikten ve yapılan zihinsel özgürlüğümü kaybetmeden belli bir mücadele verdikten sonra, pek çok başarıya, aslında onların istediği anlamda başarıya imza attıktan sonra kurtuldum. Brissa'da (X) yıl çalışmak ve sistemle mücadele etmek, sisteme bir şey yapmadı; ama onu çok iyi tanımama yardımcı oldu. Ben Taylor'dan bu yana hiçbir şeyin değiştiğine inanmıyorum." şeklinde bu e-posta devam ediyor. Bu anlamda ikinci sorum şu: Mühendislerin toplumsal konumu noktasındaki görüşleriniz nedir? Üçüncü sorum da şöyle; bunca yıllık endüstri mühendisliği, kamu sistemleri yönetim mühendisliği tecrübeniz dolayısıyla soruyorum bunu. Toplam kalite uygulaması noktasında örnek gösterilen Değirmendere Belediyesinin, deprem karşısında diğer tüm yerlerde olduğu gibi aciz kalmasının açıklanması noktasında, sistemi ne kadar genişlettiğinizi öğrenmek istiyorum. Yani, sistemi 39

Değirmendere Belediyesinin toplam kalite uygulamalarını daha iyi uygulayamamasına mı, yoksa düşük maliyet, maksimum kâr mantığıyla o bölgeye yığılan plansız sanayiye ve bunun yanında yurtlarını bırakıp, iş bulabilmek adına o bölgeye yapılan göçe, dolayısıyla da plansız kentleşmeye mi bağlıyorsunuz? Serbest piyasa ekonomisine kadar genişletiyor musunuz bu sistem yaklaşımını? Bunları yanıtlarsanız sevinirim; ama sanki deprem anlamında açıkladığınız sözlerde o sorunun yanıtı biraz vardı; yani sistem yaklaşımınızı ne kadar genişlettiğiniz noktasında. Bu üç sorunun yanıtını almak istiyorum. Teşekkür ederim. Tüm soruları aldıktan sonra cevap kısmına geçeceğiz. Buyurun. Nezih YAŞAR Az önce Ahmet'in kullandığı bir lafı ben de kullanmak istiyorum; zurnanın "zırt" veya "zart" dediği yer konusuna dönmek istiyorum. Bu kurultay açısından yaklaşarak bir soru sormak istiyorum. Az önce Çağlar Hocanın anlattığı eleştirel bir sistem yaklaşımı söz konusuydu. Onu bugüne uygulamaya kalktığımız zaman, endüstri mühendislerinin örgütlü oluşuna nasıl yaklaşılması gerektiğiyle birleştirmek istiyorum. Burada da geldiğim nokta şu: Endüstri mühendisleri nasıl örgütlenecekler? Yani, bugünkü örgütsel yapısını sorgulamayacaklar mı? Türkiye'de bütün mühendislik dalları ayrı bir oda durumundayken, 30 yıllık bir süreçte endüstri mühendisleri niye bir komisyonu kabul ediyorlar? Niye bütün varsayımlarını bunun üzerine koyuyorlar? Bu varsayımda incelenecek bir şey yok mu? Hesap yapılıyor, "MEDAK'taki yönetmeliğe bilmem ne maddesi eklensin, şu olsun, bu olsun" deniliyor. Hani eleştirel yaklaşacaktık. Bakın, başka türlü bir örgüt kurmaya çalışmak lazım. Bununla ilgili ilk adım atmaya başlamam bundan dört sene kadar önceydi. TMMOB'daki değişimi de dikkate alan bir örgüt kurmak gerektiğini düşünüyordum, ama çok iyi bildiğim bir husustur, Makina Mühendisleri Odası içerisinde, bu hantallığın içerisinde bunu yapmak mümkün değildir. Bir örnekle bağlamak istiyorum: Az önce yine Ahmet Asena'nın bir sorusu vardı, istanbul ve depremle ilgili planlamaya yönelik bir soruydu. Bununla ilgili olarak biz hangi durumda olursak, mesleki olarak yani bireysel kimliklerimizin ötesinde mesleki kimliklerimize müdahale şansına sahip olabiliriz? Bu soruya da cevap vermeye çalışmak lazım, çünkü bugünkü durumda baktığımızda mesleğimizi kullanarak İstanbul veya depremle ilgili bir planlamaya müdahale etmeye kalktığımızda, örgüt kimdir, müdahale edecek organ nedir; böyle bir şey bugün yok. Ancak, biz böyle kendimi de dahil saydığım için rahat söylüyorum, hımbıl hımbıl oturduktan sonra, 30 seneden sonra da oturduktan sonra hepsini hak ediyoruz gibi geliyor bana. Tomris ÇAVDAR Benimki bir sorudan öte, bir uygulama önerisi. Necip Bey, beş senenin sonunda endüstri mühendislerine veya mühendislere genel olarak bir sınav uygulanması önerisinin getirildiğinden bahsetti. Bence bu sınav yerine yetkin mühendisliğin -belki bu yapılabilir, öneri olarak götürülebilir- mezuniyet sonrasında odaya üye olunarak ve işletmelerin kaydı yaptırılarak ve işletmede yapılan uygulamaların odayla sürekli olarak etkileşim içerisinde belli eğitim seminerlerinde sunulması yoluyla, yetkin mühendisliğin bir süreç içerisinde kazandırılması ve beş senenin sonunda bir sınavla ölçülmek yerine, beş senenin içinde sürekli belli aşamalarla, odanın da etkin katılımıyla kazandırılması daha iyi olur, daha uygun bîr uygulama olur diye düşünüyorum. Teşekkür ederim. Teşekkür edenz. Önce siz buyrun. Baki ÜNAL Merhaba, ben Çankaya Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü 2. sınıf öğrencisiyim. Şu an önümüzde çok yeni bir örnek var. Birincisi Kocaeli- Yalova depremi, ikincisi ise Düzce depremi. Bu depremlerde çok büyük bir organizasyon eksikliği hissettik. Mesela bir gün insanlar ekmek bulamazken, başka bir gün yerlerde ekmekler heba oldu, bu tabii her şey için geçerliydi. Ben, bu organizasyon bozukluğunun elbette ki tüzel sorumluluğu, kurumsal sorumluluğu devlete aittir; ama bu organizasyon 40

bozukluğunun mesleki sorumluluğunun bize yani endüstri mühendislerine ait olduğunu düşünüyorum ve bu konuda biz hiçbir şey yapmadık. Mesela, psikologlar kendi mesleki sorumluluklarını kurumsal bir yapı altında, Türk Psikologlar Demeği adı altında bence yerine getirdiler, ama biz bunu yerine getirmedik. Bu konuda sizler ne düşünüyorsunuz? Ya da bu konuda ne yapılmasını öneriyorsunuz veya ne yaptınız? Buyrun. Ömer Hakkı DEMİR Kocaeli Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 3. sınıf öğrencisiyim. Öncelikle Nezih Beye teşekkür etmek istiyorum. Nezih Bey benim sormaya çalışacağım soruyu gayet güzel bir şekilde ifade ettiler. Bu soruyu daha çok MEDAK Başkanı veya MEDAK'tan sorumlu Hocamıza soruyorum; çünkü kendileri MEDAK'ta daha geniş kapsamlı bir çalışma içerisine girmekten söz etti. Biz öğrenciler olarak bunun bir adım daha öteye alınmasını, yani bir endüstri mühendisliği odası kurulmasından yanayız, çünkü makina mühendisliğine biz saygı duyuyoruz, biz meslek olarak onlardan menşeli bir mesleğiz ve onların isminin altına bizim ismimizin yazılmasından biz her zaman gurur duyarız; fakat biraz içimizde burukluk var. Endüstri mühendisliği kurulalı çok seneler oldu, h%ol%o bir odamız yok. Necip Beyin uygulamada birçok çalışmaları var, sanıyorum biraz önce kendileri gösterdiler. Bazı hocalarımız da birkaç somut örnekle çalışmaya başlamışlar. Bunun biz en kısa zamanda yerine getirilmesini, bir odamızın olmasını, hatta Üçüncü Ulusal Endüstri İşletme Mühendisliği Kurultayının, "Endüstri Mühendisleri Odası" adı altında yapılmasını istiyoruz. Öğrenciler olarak, bu uygulamayı başlatan hocalarımıza sonuna kadar destek vereceğimize inanın. Bunu gerçekten içtenlikle istiyoruz. Teşekkür ediyorum. Buyrun. Çok sayıda soru sormak isteyen arkadaşımız olduğu için sürelerini sınırlandırmak zorundayız. Buyrun. Ertuğrul KEMALOGLU İzmit'ten geldim. Aslında kafamızdan geçen birçok soruya aşağı yukarı cevap verildi. En çok da Sayın Çağlar Hocamızın konuşmaları benim kafamdaki soruları biraz daha berraklaştırdı. Bu söyleyeceğimle biraz daha açıklığa kavuşacak. Arkadaşlarımız, odadan bahsettiler. Endüstri mühendisliği bir kangren hik%oyesîne döndü gibi geliyor; çünkü 15 yıldır bu işin içerisindeyiz; ama maalesef bir adım atılamadı. Benim meslekte yaklaşık 22 yıllık bîr mazim var. Sorum, Sayın Hocamız Çağlar beye, basit ve anlaşılır bir şekilde endüstri mühendisliğinin ne işler yapacağının kapsamı kesin çizgilerle belli olmasa da, tespit edilse ve yasalaştırılırsa yararlı olmaz mı diye düşünüyorum?.. Ben Sayın Hocam açıklamalarınızdan sonra gerçekten kendi mesleğimin gereği midir, değil midir diye şüpheye düştüğüm uğraşılarım var, onlardan bahsedeceğim, fizibilite etüdü yapmak, yön-eylem araştırması yapmak, iş akış şeması çizmek, organizasyon şeması hazırlamak, kadro-görev tariflerini oluşturmak, ücret sınıflarını belirlemek, bu yeni işletmeye alınacak bir fabrika için söz konusu, işletmeye alındıktan sonra uğraşılarımız; metot etüdü yapmak, norm kadro tespiti yapmak, organizasyon yapmak, iş akış şemasını yeniden düzenlemek, ücret sınıflarını yeniden düzenlemek, - iş değerleme dediğimiz olay- toplam kalite konusunda faal olarak rol almak gibi bunları çeşitlendirebiliriz. Benim fiilen uğraştığım işler bunlar. Sorum bu kadar. Teşekkür ediyorum. Teşekkürler. Buy H ;n. Oğuz TÜRKYILMAZ 26 senelik endüstri mühendisiyim. Odanın endüstri mühendisi ilk yöneticilerinden biriyim. İlk olarak Ali Dinçer'i bu salonda 1974 yılında seçmiştik, Odamızın Başkanı olmuştu. 1976'da da ben ikinci Başkanı olmuştum. Nurten arkadaşımın zoruyla bu faaliyetlere geldim. Odanın her türlü faaliyetlerine katılıyorum, ama endüstri mühendisi kimliğimle değil, mühendis kimliğimle katılıyorum. Bugün bir kısmını duyduğum konuşmalarda, bir yanıyla beni 41

gönendirdi, bir yanıyla da hayal kırıklığına uğrattı. Bu Odada, endüstri mühendislerinin mühendis olarak kendilerini ifade etmelerinde hiçbir engel olduğunu düşünmüyorum. Mühendis olarak yaşadığınız bütün sorunlara, ülkedeki siyasal sisteme yönelik eleştirileriniz varsa, mesleki uygulamalara yönelik eleştirileriniz varsa hodri meydan! Buyrun, Odanın bütün kürsüleri açık. Ben endüstri mühendisim. Odanın Doğalgaz Komisyonu Başkanıyım. Ben endüstri mühendisiyim, Odanın Kentleşmeye Yerel Yönetim Komisyonu Başkanıyım. Endüstri mühendisi olarak bu çalışmaları sürdürüyorum. Eski bir TMMOB Yöneticisiyim, 1980 öncesinin Türk Mühendisleri Odası Genel Sekreter Yardımcılığını üç yıl yaptım. Oda kurmak kolaydır, oda yürütmek zordur. 65 milyonluk bir ülkede, 80 küsur vilayette 3-4 bin tane üyenizle odayı yaşatmak çok zordur. Bütün bunları iyi düşünmek lazım. Gıda Mühendisleri Odası kuruldu, Kimyadan ayrıldılar, çok mu iyi oldu? Çevre Mühendisleri Odasının tuttuğu bir katta, kapalı bir odada bu arkadaşlar oturuyorlar. Bir sekreteri istihdam edecek güçleri yok. Bu Odada, Odanın kanallarını zorlayalım. Sabahleyin Müfit bir öneride bulundu, ona katılıyorum. Endüstri Mühendisliği Kurultayı her yıl düzenlensin, MEDAK Yönetmeliğinde onu daha demokratik bir işleyişe kavuşturmak için gerekli önerileri Genel Kurula getirelim. Genel Kuruldan Yönetim Kuruluna görev verelim. Kurultaylar toplansın, politikalar tespit edilsin, tartışılsın, ama bir örgütün içinde faaliyet göstermek daha kolaydır. Yeni bîr örgüt kurmak, her ne kadar endüstri mühendisleri çok yaratıcı olsa da o denli kolay değil. Seçkin Bey, buyrun. Seçkin ŞİŞMANOĞLU Endüstri mühendisiyim. Aslında şu anki oturumun konusu endüstri mühendislerinin toplumsal sorunları, ama nedense oda kurup kurmamaya geldi. Sağ olsun Nezih Bey bu konuları çok sık gündeme getirdiği için de asıl faydası olan ve yapılması gerekeni tartışmaktır; ama mademki konu o noktaya geldi, sorulması gereken oda kurup kurmamak değil, şudur: Endüstri mühendisi örgütlülüğün neresinde? Endüstri mühendisi örgütlülüğün önündeki engelleri aşmak için neler yapılması gerekir? Bunun için oda da kurulabilir. Makina Mühendisleri Odası içerisinde de devam edilebilir. Kaldı ki biz, Makina Mühendisleri Odası içerisinde çalışıyoruz, birtakım engellemelerle mi karşılaşıyoruz? Bir şey yapmak istedik de engellendi mî? Bir platform oluşturmaya çalıştık da birtakım engellerle mi karşılaştık? Ben, Oğuz ağabeyimize de katılıyorum, çok güzel bir noktaya gelmişti. Kurultay her yıl olsun; biraz daha demokratik bir şekilde işletelim. Kurultayda insanlar bir araya gelsin, gerçek anlamda bunlar da tartışılsın, ama bu Kurultayın gündemi bu değildir. Eğer, Kurultayın gündemi bu olsaydı, yani "oda kuralım mı, kurmayalım mı?" olsaydı, herkes ona göre hazırlanır, ona göre konuşmalar yapmaya gelirdi. Ancak, birden bire gündem değişti. Çok enteresan... Biz bunları tartışmayalım demiyorum. Ben oda kurmaya karşı olan bir insan da değilim; ama ben Makina Mühendisleri Odası üyesi olarak yıllarca İzmir Şubesinin Saymanlığını yaptım. Şu anda Şube Başkanı olan arkadaşlarımız da var. Bizim İzmir Şubesi Bülten Komisyonu 5 tane endüstri mühendisinden oluşurdu bir ara. Bu örgüt içerisinde, bu topluluk içerisinde 40-50 bin üyeli örgüt içerisinde birbirimizi tanımak, ifade etmek, bir arada durma şansımızın daha fazla olduğuna inanıyorum. Hatta Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği için de aynı şey geçerli. Öyle bir noktaya geldik ki, endüstri mühendisliği örgütlülüğünün önündeki tek engel, odasızlık. Bence arkadaşlar, bunun içini biraz dolduralım. Oda kuracağız, ama nasıl kuracağız? Bakın, çok önemli olan bir nokta var: Endüstri Mühendisleri Odasını kurduğunuz zaman, eğer faaliyetler kesintiye uğrarsa, bir daha toparlanamazsınız. Ben 10 senedir Odanın içerisinde yer alıyorum, 3 sene faaliyetler kesintiye uğradı; ama şimdi yeniden toparlandı ve Kurultay yapılıyor. "Endüstri Mühendisleri Odası" kurulduktan sonra bu olsaydı.toparlanılamazdı. Tekstil Mühendisleri Odası alkışlarla ayrıldı. 300 kişiden imzalar toplandı, hatta "Alternatif Tekstil Mühendisleri Derneği" kurulacaktı, oda kuruldu, herkes büyük bir hevesle Tekstil Mühendisleri Odasına geldi. Şimdi izmir'de yönetimi oluşturmak için 7 kişiyi dahi bulamıyorlar. Çalışacak insan varsa, çalışacağınıza inanıyorsanız, projelerinizle, fikirlerinizle gelin, hep beraber Endüstri Mühendisleri Odasını kuralım. Gerçekten Türkiye için faydalı olacaksa mesleğimize faydalı olacaksa bunu oluşturalım. 42