T.C EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bilim Dalı AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALAN KADINLARIN AİLE İÇİ ŞİDDETLE BAŞA ÇIKMA ÖZYETERLİĞİ DÜZEYLERİNİN BAZI DEĞİŞKENLERE GÖRE YORDANMASI DOKTORA TEZİ ORKİDE AKPINAR DANIŞMANI: Yrd. Doç. Dr. Mine ALADAĞ İZMİR-2011
ÖNSÖZ Bu araştırmanın en zor, fakat aynı zamanda en öğretici kısmı, araştırmacı kimliğim ve psikolojik danışman kimliğimi dengeleyebilmek oldu. Bu araştırma kapsamında, örneklemi oluşturan aile içi şiddete maruz kalan kadınları daha yakından tanıyabilmek için şiddet gören kadınlara hizmet veren çeşitli kurumlarda gönüllü olarak psikolojik danışma yardımı verdim. Ayrıca İzmir İli ve çevresindeki bazı ilçelerde ev ziyaretleri yaptım ve kadınlara yönelik çeşitli seminerler düzenledim. Bu çalışmalar bana şiddet in ne kadar içimizde olduğunu, kitapların ötesine geçerek ve somut olarak görmemi, bununla birlikte bir tezi yazmanın ötesinde, bir tezi yaşamak kavramının önemini fark etmemi sağladı. Bu çalışmaları yaparken yalnız değildim. Araştırmanın altından başarıyla kalkabilmem konusundaki özyeterliğimi yüksek tutmamda desteğini aldığım birçok insan vardı. Öncelikle, araştırma sürecinde sakin ve yapıcı yaklaşımıyla motivasyonumu yüksek tutmamı sağlayan tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Mine ALADAĞ a çok teşekkür ederim. Tezin başlangıç ve olgunlaşma sürecinde, emekliliğine kadar tez danışmanlığımı yapan değerli hocam Prof. Dr. İbrahim DÖNMEZER e çok teşekkür ederim. Ayrıca araştırmanın konusunu belirleme ve plânlanma aşamasında bana rehberlik eden çok değerli hocam Prof. Dr. Süleyman DOĞAN a; öğretici geribildirimleri ve yardımları için Prof. Dr. Rengin KARACA ya çok teşekkür ederim. Yine tez jürimde yer alan Yrd. Doç. Dr. Zeynep Cihangir ÇANKAYA ya ve Doç. Dr. Tuncay ÖĞRETMEN e de değerli geri bildirimleri için çok teşekkür ederim. Ayrıca Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Ölçeği nin Türkçe ye kazandırılmasında önemli katkıları olan Yrd. Doç. Dr. Ilgın BAŞARAN ve Yrd. Doç. Dr.Çiğdem i
LEBLEBİCİ ye ve dostum, meslektaşım aynı zamanda iş ortağım Yrd. Doç. Dr. Öykü ÖZÜ ye de çok teşekkür ederim. Bu araştırmayı gerçekleştirebilmem ve çalışmamla ilgili anket ve ölçeklerin uygulanabilmesi için bana kapılarını açan Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü ve bu kuruma bağlı İl Müdürlükleri; Aliağa Belediyesi, Gaziemir Belediyesi, Konak Belediyesi, Kadıköy Belediyesi ne bağlı Kadın Danışma Merkezleri ve Kadın Konukevi çalışanlarına çok teşekkür ederim. Ayrıca ölçeklerin ilgili kurumlara ulaştırılması ve bu kurumlarla koordinasyonu sağlayan asistanım İlkin ÖZER e; anket ve ölçeklerin uygulanmasında bana katkıda bulunan meslektaşlarım Sevilay ŞAHAN a, Hanife KAHRAMAN a, Fatmanur BADEMCİ ye, Hatice TOPÇU ERSOY a, Tuğçe ERDEM e ve Ayşe ERYAVUZ a ve diğer meslektaşlarıma da sonsuz teşekkürlerimi sunarım. İstatistiksel işlemlerde bilgisiyle, sabrıyla bana yardımcı olan arkadaşım ve meslektaşım Öğr. Gör. Dr. Serkan DENİZLİ ye de teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Yine istatistiksel analizlerde bana rehberlik eden Tuğba SOKUT a da teşekkür ederim. Ayrıca tezin biçimsel düzenlemeleri konusunda gecesini gündüzüne katan yeğenim Baykal BAŞDEMİR e de çok teşekkür ederim. Neredeyse bu tezle yaşıt olan ve tüm araştırma sürecinde varlığıyla bana enerji veren canım oğlum Alp AKPINAR a ve her zamanki gibi her konuda bana destek olan eşim Cenap AKPINAR a; benim ben olmamda katkısı olan tüm aile büyüklerime sonsuz teşekkürler Orkide AKPINAR Mayıs 2011 ii
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...i İÇİNDEKİLER...iii TABLOLAR...vii ŞEKİLLER...ix BÖLÜM I...1 1.1 GİRİŞ...1 1.1.1 Problem Cümlesi... 15 1.1.2 Alt Problemler... 15 1.1.3 Sayıltılar... 16 1.1.4 Sınırlılıklar... 16 1.1.5 Tanımlar... 16 1.1.6 Araştırmanın Önemi ve Gerekçesi... 18 BÖLÜM II... 22 2.1 İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR... 22 2.1.1 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili Kuramsal Çerçeve... 22 2.1.1.1 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Türleri... 23 2.1.1.2 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Nedenleri... 31 iii
2.1.1.3 Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri... 34 2.1.1.4 Aile İçi Şiddet Sürecine İlişkin Modeller... 38 2.1.2 Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ile İlgili Kuramsal Çerçeve... 48 2.1.3 Stresle Başa Çıkma Tarzları ile İlgili Kuramsal Çerçeve... 51 2.1.4 Özyeterlik ve Başa Çıkma Özyeterliği ile İlgili Kuramsal Çerçeve... 55 2.1.4.1 Özyeterlik... 55 2.1.4.2 Başa Çıkma Özyeterliği... 60 2.1.5 Konu ile İlgili Yurt Dışında Yapılan Bazı Araştırmalar... 65 2.1.6 Konu ile İlgili Yurt İçinde Yapılan Bazı Araştırmalar... 92 BÖLÜM III... 117 3.1 YÖNTEM... 117 3.1.1 Araştırma Modeli... 117 3.1.2 Evren ve Örneklem... 118 3.1.3 Veri Toplama Araçları... 125 3.1.4 Verilerin Toplanması... 141 3.1.5 Verilerin Analizi... 144 ıv
BÖLÜM IV... 146 4.1 BULGULAR... 146 4.1.1 Aile içi Şiddete Maruz Kalan Kadınların Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Ölçeği, Olayların Etkisi Ölçeği ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Betimleyici İstatistikler... 147 4.1.2 Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Puanlarının Yordanmasına İlişkin Bulgular... 148 BÖLÜM V... 153 5.1 TARTIŞMA VE YORUM... 153 5.1.1 Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Puanlarınının Yordanmasına İlişkin Bulguların Tartışılması ve Yorumu... 154 BÖLÜM VI... 171 6.1 SONUÇ VE ÖNERİLER... 171 KAYNAKLAR... 179 EKLER... 201 EK 1... 202 AİLE İÇİ ŞİDDETLE BAŞA ÇIKMA ÖZYETERLİĞİ ÖLÇEĞİ... 202 EK 2... 204 v
OLAYLARIN ETKİSİ ÖLÇEĞİ... 204 EK 3... 205 STRESLE BAŞA ÇIKMA TARZLARI ÖLÇEĞİ... 205 EK 4... 207 KİŞİSEL BİLGİ FORMU... 207 EK 5... 209 UYGULAMA YÖNERGESİ... 209 EK 6... 210 SAÇILIM GRAFİĞİ... 210 ÖZGEÇMİŞ... 211 ÖZET... 214 ABSTRACT... 216 vi
TABLOLAR LİSTESİ Tablo 2.1: Erkeklerin Eşlerine Şiddet Uygulama Riskiyle İlişkili Faktörler... 31 Tablo 2.2: Aile İçi Şiddetin Kadın Sağlığına Etkileri... 37 Tablo 3.1: Örneklemi Oluşturan Kadınların Maruz Kaldıkları Şiddet Türüne Göre Sayısal Dağılımı... 119 Tablo 3.2: Örneklemi Oluşturan Kadınlara Göre Şiddete Maruz Kalma Nedenlerinin Sayısal Dağılımı... 120 Tablo 3.3: Örneklemi Oluşturan Kadınların Yaşa Göre Sayısal Dağılımı... 121 Tablo 3.4: Örneklemi Oluşturan Kadınların Doğum Yerine Göre Sayısal Dağılımı... 122 Tablo 3.5: Örneklemi Oluşturan Kadınların Eğitim Durumuna Göre Sayısal Dağılımı... 123 Tablo 3.6: Örneklemi Oluşturan Kadınların Medeni Durumuna Göre Sayısal Dağılımı... 124 Tablo 3.7: Örneklemi Oluşturan Kadınların Çalışma Durumuna Göre Sayısal Dağılımı... 125 Tablo 3.8: AİŞBÖÖ nin Faktör Yükü Değerleri... 131 Tablo 3.9: Faktörlerin Özdeğerleri ve Açıkladıkları Varyans Yüzdeleri... 132 vii
Tablo 3.10: AİŞBÖÖ nin Faktör Yükleri, R 2, Cronbach Alpha ve Mc Donalds Omega Değerleri... 136 Tablo 4.1: Aile İçi Şiddete Maruz Kalan Kadınların Bağımlı ve Bağımsız Değişkenlere İlişkin Puanlarının Ortalamaları ve Standart Sapmaları... 147 Tablo 4.2: Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Ölçeği, Olayların Etkisi Ölçeği ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği Alt Boyutlarına İlişkin Puanlar Arasındaki Korelasyon Katsayıları... 148 Tablo 4.3: Stresle Başa Çıkma Tarzları Alt Boyutlarının ve TSSB Düzeyinin Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Puanlarını Yordamasına İlişkin R ve R 2 Değişimi... 149 Tablo 4.3: Stresle Başa Çıkma Tarzları ve TSSB Belirtileri Düzeyinin Aile İçi Şiddetle Başa Çıkma Özyeterliği Puanlarını Yordamasına İlişkin Beta Değerleri ve Anlamlılık Düzeyi... 151 viii
ŞEKİLLER LİSTESİ Şekil 2.1: Partner Şiddetinde Psikolojik Model... 43 Şekil 2.2: Partner Şiddetinde Çevresel Model... 47 Şekil 3.1: Özdeğerler Grafiği... 132 Şekil 3.2: Aile İçi Şiddetle Başaçıkma Özyeterliği Ölçeği için Doğrulayıcı Faktör Analizi Path Diyagramı... 134 ix
BÖLÜM I 1.1 GİRİŞ Dünya Sağlık Örgütü şiddeti, fiziksel gücün kasıtlı olarak bir tehdit veya eylem biçiminde kullanılmasının, kişinin kendisinde, başka bir kişide ya da grup veya toplulukta, yaralanma, ölüm ya da psikolojik zarara; gelişim bozukluğuna veya yoksunluğa yol açması ya da yol açma olasılığı bulunması durumu olarak tanımlamaktadır (WHO, 2002, s.5). Şiddetin yalnızca karşısındakine bilinçli ve fiziki olarak zarar vermek şeklinde değil, aynı zamanda sözlü ve psikolojik baskıyı da içeren geniş bir tanımlaması yapılabilir. Böyle bir tanım içerisinde şiddet, özgürlüklerin ve hakların kısıtlanmasını da içeren bir davranış biçimi olarak algılanmaktadır (Ünal, 2005). Şiddet; bireysel, bireyler arası, aile ve toplum düzeylerinde pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıkabilir. Aile içi şiddet; kendini aile olarak tanımlamış bir grup içerisinde; zorlama, aşağılama, cezalandırma, güç gösterme, öfke ve gerginlik boşaltmak amacıyla bir bireyden diğerine yöneltilen şiddet davranışı olarak tanımlanabilir (Işıloğlu, 2006). Uluslararası Hemşireler Konseyi (2001) tarafından aile içi şiddet, aile bireylerinin en az birisinin diğer bir aile bireyine veya bireylerine karşı fiziksel veya cinsel güç kullanması sonucu fiziksel ve duygusal zararların ortaya çıktığı bir süreç olarak tanımlanmıştır (International Council of Nurses, ICN, 2001, s. 9). Ailedeki şiddet, aile bireyleri arasındaki ilişkilerde belirgin bir gerginlik ve tehditle başlamakta, genellikle çocuğun fiziksel ve duygusal suistimali, çocuk ihmali, yaşlının suistimali ve eşi dövme
2 şeklinde olmaktadır. Eşler arası şiddet vakalarında çoğunlukla şiddeti uygulayanın erkek, şiddet görenin ise kadın olduğu bilinmektedir (WHO, 2002; Ergönen, Özdemir, Sönmez, Can, Köker ve Salaçin, 2006). Dünya da kadına yönelik aile içi şiddet konusunun hem siyaset alanında hem de akademik çalışmalarda oldukça kısa bir tarihinin olması oldukça dikkat çekicidir. 1960 ların sonuna kadar aile içi şiddet, çok ender yaşandığı düşünülen ve ağırlıklı olarak psikolojik sorunlar ve yoksullukla ilişkilendirilen bir olguyken 1970 li yıllardan itibaren üzerinde yaygın olarak yayın ve araştırmalar yapılan bir konu olarak ele alınması göze çarpmaktadır. Bunun sonucu olarak, niceliksel araştırmalarda kadına yönelik şiddet konusunun en yaygın araştırma alanını oluşturduğu gözlenmektedir (Ulu, 2003; Altınay ve Arat, 2008). Bu araştırmaların birçoğunun kadına yönelik aile içi şiddetin tüm dünyada yaygın olarak yaşanan bir sorun olduğunu ortaya koyması göze çarpmaktadır. 1999 yılında Amerikan Adli İstatistik Kurumu nun (Bureau of Justice Statistics) yaptığı araştırmada, eşler arasında 791.000 şiddet vakası tespit edilmiştir. Bu şiddet vakalarının % 85 inin kadına yönelik, % 15 inin ise erkeğe yönelik olduğu belirtilmiştir (Macionis, 2003). Yapılan diğer araştırmaların sonuçları da aile içerisinde eşler arası şiddet vakalarının % 90 ından fazlasında kadınların şiddet gördüğünü, şiddeti uygulayanların % 95 ten fazlasının erkek olduğunu göstermekte ve % 20-40 kadının partnerleri tarafından şiddet gördüğünü belirtmektedir (Humphreys, 2003). Dünya Sağlık Örgütü nün tüm dünya nüfusunu temel alan 48 çalışmasında, kadınların eşleri veya birlikte oldukları kişiler tarafından fiziksel şiddete uğrama oranını %10-69 arasında bulmuştur (WHO, 2002). Yine Dünya Sağlık Örgütü nün hazırladığı
3 Çok Ülkeli Kadın Sağlığı ve Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet Raporu na göre de kadınlar arasında yaşam boyu fiziksel şiddet görme sıklığının % 6-50 arasında değiştiği saptanmış ve kadınların eşleri tarafından yumruklanma, tekmelenme, yerde sürüklenme, silahla tehdit edilme gibi ağır şiddet şekillerinin uygulanma sıklığının ise % 4-49 arasında olduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada, cinsel şiddet sıklığı ise % 6-59 arasında bulunmuştur (WHO, 2005). Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, hükümetler ve hükümet dışı örgütlerin istatistiklerine dayanarak Uluslararası Af Örgütü tarafından 2004 yılında yayımlanan raporda, kadına yönelik şiddetle ilgili bilgiler dikkat çekicidir. Buradaki bilgilere göre dünyadaki her üç kadından en az biri veya yaklaşık bir milyar kadın, hayatlarının bir döneminde genellikle kendi ailesinden veya tanıdığı birinden dayak yemekte, cinsel ilişkiye zorlanmakta ya da farklı bir biçimde tacize uğramaktadır (Uluslararası Af Örgütü, 2004). Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde kadına yönelik şiddetin yaygın olduğu saptanmıştır. Örneğin, dört kıtada 24 ülkede yapılan 40 nitel çalışmada, örneklem, oluşturan kadınların % 20-50 si erkek partnerleri tarafından fiziksel şiddet gördüklerini belirtmişlerdir (Uluslararası Hemşireler Konseyi [International Council of Nurses, ICN], 2001) Ülkemizde ise kadına yönelik aile içi şiddet konusu üzerinde yapılan araştırmalar yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe dayanmaktadır (Ekizceleroğlu ve Zeyrekli, 2007; Altınay ve Arat, 2008). Buna bağlı olarak, konu ile ilgili yeterli istatistiksel veri bulunmamakla birlikte, 1988 yılında PİAR tarafından yapılan bir çalışmada, evli her dört kadından birinin şiddet gördüğü belirtilmiştir. Yine PİAR araştırma grubunun 1992 yılında 20 ilden, 20 yaş üzerinde 1181 kadınla yaptığı bir kamuoyu araştırmasına göre Türkiye de kadınların % 22 si eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmaktadır
4 (akt. Ekizceleroğlu ve Zeyrekli, 2007). Kadın Dayanışma Vakfı tarafından 1998 yılında yapılan bir çalışmada, erkeklerin eşlerine sözel şiddet (% 74) ve fiziksel şiddet (% 54) uyguladıkları saptanmıştır (akt. Tel, 2002). Güler, Tel ve Tuncay (2005) tarafından yapılan bir araştırmada, kadınların % 40.7 sinin aile içi şiddete maruz kaldığı, şiddete maruz kalan kadınların % 91 inin eşi, % 19.7 sinin ise eşinin yakınları tarafından şiddet gördüğü belirlenmiştir. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu nun 1993-1994 yılları arasında Türkiye genelinde yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre ailelerin % 34 ünde fiziksel şiddet, % 53 ünde sözel şiddet bulunduğu saptanmıştır (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1994); Yine Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu nun 1997 yılında Türkiye yi temsil eden 2578 hanede yapmış olduğu Aile İçinde ve Toplumsal Alanda Şiddet araştırmasında evli ya da başından evlilik geçmiş kadınların % 25.2 si, erkeklerin ise % 6.1 i eşlerinden fiziksel şiddet gördüklerini belirtmişlerdir. Aynı araştırmada kadınların sözel şiddet görme oranı % 12.3 olarak bulunmuştur (Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, 1997). Bunlara ilaveten, ülke genelinde evlenmiş kadınların yaşamlarının herhangi bir döneminde eşleri veya birlikte oldukları kişi(ler) tarafından % 39 unun fiziksel şiddete, % 15 inin cinsel şiddete, % 42 sinin fiziksel veya cinsel şiddete, % 44 ünün duygusal şiddete maruz kaldığı belirlenmiştir (Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, 2008). Görüldüğü gibi, kadına yönelik aile içi şiddet hem dünya da hem de ülkemizde yaygın olarak görülen bir sorundur. Kadınların, yaş, kültür, statü, eğitim durumu ve yaşadığı çevre fark etmeksizin aile içi şiddetin bir ya da birden fazla türüne (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik) maruz kalıyor olmaları özellikle dikkati çekmektedir
5 (WHO, 2002; Türkiye de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, 2008). Bu durumdan yola çıkılarak, son yıllarda kadına yönelik şiddet, aile içinde gizli kalması gereken bir konu değil, başa çıkılması gereken bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmakta ve kadının şiddet görmesi insan haklarının ihlalı olarak değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle, kadına yönelik aile içi şiddet günümüzde, kadının yaşama ve kendini güvende hissetme, fiziksel ve ruhsal sağlığını üst düzeyde tutma, eğitim, iş ve sosyal hayata katılma haklarının da elinden alınması anlamına gelmektedir (WHO, 2002). Bu durumun, şiddete maruz kalan kadının fiziksel ve psikolojik sağlığı ve sosyal yaşantısı üzerinde birçok olumsuz sonuca yol açabileceği bilinmektedir (WHO, 2002; Ekizceleroğlu ve Zeyrekli, 2007; Damka, 2009). Şiddetin kadın üzerindeki fiziksel sonuçları somuttur ancak; kadının ruh sağlığını ilgilendiren ve gözle görülemeyen sonuçları olduğu da iyi bilinmektedir. Şiddet, kadının öz benliğine zarar vermektedir (Yanıkerem, Kavlak ve Sevil, 2007). Öz benliği zedelenen kadınlarda ise depresyon, yüksek düzeyde kaygı, intihar düşünceleri, psikosomatik hastalıklar ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) sıklıkla görülebilmektedir (Dişçigil, 2003; Clements, Sabourin ve Spiby, 2004; Perez ve Castano, 2005; Korkut-Owen ve Owen, 2008; Cieslak, Benight ve Caden, 2008; Damka, 2009). Bu çalışma kapsamında, şiddetin kadın üzerindeki psikolojik sonuçlarından biri olan travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) konusu ele alınacaktır. Travma kavramı bireyin ruhsal ve bedensel varlığını değişik biçimlerde sarsan, inciten ve yaralayan her türlü olay için kullanılabilmektedir. Bu olaylar; doğal felaketler, kazalar, savaşlar, terör olayları ve şiddet gibi değişik şekillerde kendini gösterebilir (Benight ve Bandura, 2004). Travmatik yaşantılar, bireyin psikolojik iyilik
6 halini, sosyal güvenliğini tehdit eder. Buna bağlı olarak, kendini tehdit altında hisseden birey, yetersizlik ve çaresizlik duyguları yaşayabilir (Damka, 2009). Özellikle, şiddete maruz kalan bir kadının, sevdiği, güven duyduğu kişi tarafından aile ortamında şiddete maruz kalıyor olması ciddi bir travmatik yaşantı olarak nitelendirilmektedir (Ulu, 2003, Bennight ve Bandura, 2004; Hegadoren, Lasiuk ve Coupland, 2006). Bu travmatik yaşantı sonucunda, bazı kadınlar travmanın etkilerini uzun süre taşıyabilmekte ve TSSB belirtilerini yaşabilmektedirler (Damka, 2009). Buna bağlı olarak, bazı araştırmalar aile içi şiddete maruz kalan kadınlarda TSSB belirtilerinin görüldüğünü ortaya koymuştur (Houskamp ve Foy, 1991; Astin, Lawrence ve Foy, 1993; Astin, Ogland,-Hand, Coleman ve Foy, 1995; Kemp, Green, Hovanitz ve Rawlings, 1995; Humpreys, Lee, Neylan ve Marmar, 2001; Dişçigil, 2003, Humpreys, 2003; Benight ve Bandura, 2004; Waldrop ve Resick, 2004; Johansen, Wahl, Eilertsen ve Weisaeth, 2007; Korkut-Owen ve Owen, 2008; Damka, 2009). Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), fiziksel, psikolojik veya çevresel travma sonrası gelişen ciddi ve sıklıkla kronik seyirli bir ruhsal bozukluktur. Amerikan Psikiyatri Birliği ne (2000) göre travmatik stres; ölüm veya ölüm tehdidi, ciddi yaralanma veya bireyin kendisi veya çevresindekilerin fiziksel bütünlüğüne tehdit sonucu duyduğu yoğun korku ve çaresizlik durumudur. TSSB; olayı yeniden yaşama, kaçınma ve artan uyarılmışlık olmak üzere üç belirti grubu ile tanımlanabilir (Benight ve Bandura, 2004; Çorapçıoğlu, Yargıç, Geyran ve Kocabaşoğlu, 2006; Damka, 2009). Şiddete maruz kalmış olan kadınlarda TSSB görülme yaygınlığının değişkenlik gösterdiği belirtilmektedir (Waldrop ve Resick, 2004). Gleason (1993) tarafından yapılan araştırmada, sığınma evinde kalan kadınlarda TSSB görülme yaygınlığını % 40;
7 sığınma evi dışında yaşayan şiddet mağduru kadınlarda ise % 31 olarak bulunmuştur. Saunders (1994) ise çeşitli kurumlardan şiddet nedeniyle yardım istemek amacıyla başvuran kadınlardan oluşan örneklemin % 60 ının TSSB tanısı aldığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, şiddete maruz kalan kadınlarda TSSB belirtilerinin yoğunluğu, kadının yaşadığı şiddetin ağırlığı ve karşı karşıya kaldığı ölüm riskiyle doğru orantılı bulunmuştur (Woods, 2005; Damka, 2009). Diğer yandan, bireyin sahip olduğu bilişsel şemaların yapısının da TSSB belirtilerinin görülme sıklığı ve düzeyi ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir (Houskamp ve Foy, 1991; Foa ve diğ. 2000). Bilişsel şemalar dünyayı anlamak, güç yaşantılarla başa çıkmak, problemler üzerinde düşünmek ve bunları çözmek için kullanılan zihinsel temsiller ya da kurallar olarak tanımlanabilir (Budak, 2000). Bu bilişsel şemalar, bireyin geçmişte karşılaştığı durumlar veya bireylerle olan ilişkilerinin sonucunda oluşan zihinsel temsillerdir. Bunlar, çocukluktan itibaren oluşmaya başlar, tüm yaşamımız boyunca şekillenir ve dünya ve kendimize ilişkin algılarımızı çeşitli şekillerde etkiler. Bu etki, oluşturduğumuz şemalar doğrultusunda olumlu (uyuma yönelik) ya da olumsuz (uyuma yönelik olmayan) yönde olabilir (Calvete, Estevez ve Corral, 2007). Yapılan çalışmalar, öfke, suçluluk, çözülme ve etkisiz başa çıkma tarzlarının kullanımının olumsuz şemalarla bağlantılı olduğunu ve bunların varlığının kişide depresyon, yetersiz problem çözme becerisi ve TSSB belirtilerine yol açabileceğini göstermiştir. Bunun aksine ise dengeli dünya algısı, kontrol algısı ve etkili başa çıkma tarzlarının kullanımının ise olumlu şemalarla bağlantılı olduğu ve bunların varlığının ise kişinin psikolojik sağlamlığının yüksek olmasına katkıda bulunacağını ortaya konmuştur (Foa ve diğ., 2000). Buna bağlı olarak da, şiddete maruz kalan kadınların oluşturdukları bilişsel
8 şemalarının yapısının, maruz kaldıkları şiddet karşısında yaşayabilecekleri TSSB belirtilerinin görülme olasılığı ve düzeyi üzerine önemli etkisi olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca bilişsel şemaların, şiddete maruz kalan kadının stres verici durumlar karşısında kullandığı başa çıkma tarzlarının da önemli bir belirleyicisi olduğu ifade edilmektedir (McCann ve Pearlman, 1990; Dutton, Burghardt, Perrin, Cherstman ve Halle, 1994). Bununla birlikte, Foa ve arkadaşları (2000) tarafından aile içi şiddet sürecini açıklayan psikolojik modele göre bilişsel şemalarına bağlı olarak şiddet mağduru kadının seçtiği ve kullandığı başa çıkma tazlarının içinde bulunduğu şiddet ilişkisini sürdüme ya da bu ilişkiyi sonlandırma eğilimine katkısı olabileceği belirtilmektedir. Görüldüğü gibi, günümüzün başlıca sosyal sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddet ve şiddetin sonuçları ile başa çıkma sürecinde toplumsal kaynakların harekete geçirilmesinin öneminin yanı sıra, bu süreç bireysel olarak ele alındığında, şiddete maruz kalan kadınların yaşadıkları şiddetle başa çıkmalarında bireysel bir kaynak olan başa çıkma tarzlarının da önemli bir role sahip olduğu göz ardı edilmemelidir. Folkman (1984) stresle başa çıkma kavramını, stresli durumlar sonucu ortaya çıkan içsel ve/dışsal belirtileri yenmek, azaltmak ya da tahammül etmek için bilişsel ve davranışsal çaba olarak tanımlamaktadır. Folkman ve Lazarus a (1980) göre genel olarak iki farklı başa çıkma tarzı söz konusudur. Bunlar, problem odaklı başa çıkma ve duygu odaklı başa çıkma olarak iki grupta ele alınır: Problem odaklı başa çıkma başlığı altında; kendini kontrol altında tutma, sorumluluğunu kabul etme, planlı bir biçimde problem çözme, sorun üzerinde olumlu
9 olarak durma gibi eğilimler yer almaktadır (Folkman ve Lazarus, 1980; Türküm, 1990). Bunlardan sorumluluğu kabul etme; durumun ortaya çıkmasında kişinin kendi rolünü sorgulaması, kendini gözlemlemesi, içinde bulunduğu duruma yeniden olumlu olarak değer biçmesini (positive reappraisal) içerir (Türküm, 1999). Bunlar, çoğunlukla probleme yönelik/aktif başa çıkma tarzları olarak nitelendirilirler. Duygu odaklı başa çıkma başlığı altına yerleştirilebilenler ise inkar, kuruntulu düşünme (biten olaya ilişkin yaşanılan keşkeler), uzaklaşma (stres verici durumu unutmaya çalışma), kendini suçlama (duruma yönelik kendini eleştirme), zihinsel anlamda sorunla meşgul olmama gibi bilişsel ve davranışsal stratejilerilerdir (Folkman ve Lazarus, 1980). Bunlar, çoğunlukla duygulara yönelik/pasif başa çıkma tarzları olarak nitelendirilirler. Şiddete maruz kalan kadınların, yüksek düzeyde güvensizlik, kırılganlık, utanç, yetersizlik, tutarsız düşünceler, terk edilmişlik, bağımlı olma ile ilgili şemalara sahip oldukları ortaya konmuştur (Calvete, Estevez ve Corral, 2007). Ayrıca tekrarlı olarak, beklenmedik zamanlarda ve kontrol dışı şiddete maruz kalmak da bu kadınların çaresizliğe ilişkin şemelarını belirgin hale getirebileceği ifade edilmektedir (Foa ve diğ. 2000; Clements, Sabourin ve Spiby, 2004; Calvete, Estevez ve Corral, 2007). Çaresizliğe ilişkin bu şemaların ise inkar, kaçınma, kendini suçlama gibi etkili olamayan başa çıkma tarzlarının kullanımına öncülük edebileceği düşünülmektedir. Bunun aksine şiddete maruz kalan kadınlar yeterlilik, kabul görme, umut etme, güven duymaya ilişkin uyuma yönelik şemalara sahip olduğu takdirde ise yaşadığı şiddet karşısında etkili başa çıkma tarzlarını tercih edeceği öngörülmektedir.
10 Bireyin tercih ettiği stresle başa çıkma tarzlarını etkileyen diğer konular ise kendini, diğer insanları ve karşılaştığı yaşam olaylarını algılama biçiminin yanı sıra bu olaylar üzerinde kişisel kontrolün olup olmadığını ilişkin düşünceleridir (Folkman, 1984). Buna bağlı olarak, Lazarus ve Folkman a (1984) göre hiçbir olay evrensel anlamda stres verici değildir ve olayları stres verici olarak değerlendirmek bireylerin yaşantılarına verdikleri anlamla ilişkilidir (akt. Özü, 2010). Folkman ve Lazarus (1980), bu değerlendirme sürecini birincil değerlendirme süreci olarak tanımlarlar. Başka bir deyişle, birincil değerlendirme sürecinde birey, bir durumun kendisi için tehdit oluşturup oluşturmadığına karar verir (Folkman, 1984; Aktalay, 2009; Özü, 2010). Birincil değerlendirme sonucunda birey yaşadığı durumu stres verici olarak tanınmladığı takdirde ikincil değerlendirme süreci ortaya çıkar. Bu süreç, bireyin karşı karşıya kaldığı durum karşısında neler yapabileceğini, sahip olduğu başa çıkma kaynaklarını ve seçeneklerini gözden geçirdiği süreç olarak tanımlanır (Folkman, 1984). Bu değerlendirme sonucunda eğer birey kendini içinde bulunduğu durumu kontrol edebilecek fiziksel, maddi, sosyal veya kişisel kaynaklara sahip olarak algıladığı takdirde stres verici durum veya olayla etkili bir biçimde başa çıkabileceği düşünülmektedir. Sonuç olarak, stres verici ortamın gerektirdiklerini yapabilme becerisine ilişkin bireyin kendisiyle ilgili algısı, bu durumla başa çıkabilmenin en önemli öğesi olarak ele alınmaktadır ve bu öğenin, başa çıkma özyeterliği kavramı ile iç içe geçtiğine dikkat çekilmektedir (Benight ve Bandura, 2004; Hulberti ve Morrison, 2006). Başa çıkma özyeterliği, kişinin tehdit edici ortam veya durum karşısında etkili tepkileri verebileceğine dair kendisiyle ilgili özinancı olarak tanımlanmaktadır (Özer ve
11 Bandura, 1990; Bandura, 1993; Bandura, 1997; Benight ve Harper, 2002; Benight, Swift, Sanger, Smith ve Zeppelin, 1999; Johnson ve Benight, 2003; Benight, Harding- Taylor, Midboe ve Durham, 2004; Benight ve Bandura, 2004; Hulberti ve Morrison, 2006; Chesney, Neilands, Chambers, Taylor ve Folkman, 2006; Colodro, Godoy- Izquierdo ve Godoy, 2010). Sumer, Karancı, Berument ve Güneş e (2005) göre başa çıkma özyeterliği, olumsuz yaşam olaylarına uyum sağlamayı kolaylaştıran çok önemli bir bilişsel kaynaktır. Bu kaynak, kişinin stres verici karşısında daha fazla çözüm yolu aramasına ve bu çözüm yollarını kullanma konusunda motivasyonunu yüksek tutmasına olanak sağlar (Bandura, 1997). Örneğin, tehdit verici durumla etkili bir şekilde başa çıkabileceğine inanan birey, karşı karşıya olduğu duruma veya olaya kendine güvenli ve sakin olarak yaklaşır (Bandura, 1993). Bu kendine güvenli ve sakin yaklaşım kişinin olay karşısındaki kontrol algısını artırabilir ve bu algı, çözüm yollarını daha net görebilmesine ve çözüme yönelik etkili bir eylem planı yapmasına olanak sağlayabilir. Bunun aksine, başa çıkma becerileriyle ilgili şüphe taşıyan birey, felaket beklentisi içinde olur ve etkili başa çıkmayla çatışan bir dizi duygusal uyarılma lar (affective arousal) üretir (Bandura, 1993). Bu durum, olayı veya durumu çözümlemek yerine bundan kaçınma ve vazgeçme eğilimini artırabilir (Bandura, 1997; Johnson ve Benight, 2003). Bu eğilimin ise bazı psikolojik güçlüklerin ortaya çıkmasına neden olabileceği düşünülmektedir. Geçmişte yapılan araştırmalar, başa çıkma özyeterliğinin, stresle başa çıkma tarzlarının seçimi kadar travma sonrasındaki stres düzeyinin de önemli bir belirleyicisi olduğu hipotezini doğrulamıştır (Solomon ve diğ. 1988; Benight, Ironson ve diğ., 1999; Benight, Swift ve diğ., 1999; Benight ve Harper, 2002; Benight, Cieslak, Benight ve
12 Caden; Johnson ve Benight, 2003; Benight ve Caden, 2008). Benight ve Bandura ya (2004) göre travmatik stresle başa çıkma da başa çıkma özyeterliği önemli bir kaynaktır. Sonuç olarak, başa çıkma özyeterlik düzeyleri düşük olan bireylerin başa çıkma özyeterlik düzeyleri yüksek olan bireylere göre stres vericiler karşısında etkili stresle başa çıkma tarzlarını seçip kullanamadıkları ve TSSB belirtilerini diğer gruba göre daha yoğun yaşadıkları söylenebilir. Benight ve Bandura ya (2004) göre başa çıkma özyeterliği, şiddete maruz kalan kadınların yaşadıkları şiddet karşısında psikolojik güçlük yaşamamaları ve daha etkili başa çıkma tarzlarını tercih etmeleri ve bu tarzları kullanabilmeleri konusunda da çok önemli bir özkaynaktır. Bu görüşten yola çıkarak ortaya atılan aile içi şiddetle başa çıkma özyeterliği kavramı, travma sonrası iyileşme sürecinde kadının şiddet sonrası yaşadığı travmayla başa çıkma becerisine ilişkin algısı olarak tanımlanmış ve bu kavramın iyimserlik, probleme yönelik/aktif başa çıkma tarzı ve psikolojik iyilik hali ile pozitif; buna karşın travmayla ilişkili stres, negatif duygu durum ve vazgeçme tarzı başa çıkma arasında negatif yönde ilişkisi olduğu ortaya konmuştur (Benight, Harding- Taylor ve Midboe ve Durham, 2004). Sonuç olarak, şiddete maruz kalan kadınların başa çıkma özyeterliğine sahip olmalarının, gerçekliği doğru şekilde değerlendirebilmelerine, gerçekçi olmayan korkularının ve diğer hatalı bilişlerin azalmasına, daha da önemlisi korkularının üzerinde denetim sağlamalarına olanak veren bir takım eylemlerde bulunabilmelerine, böylelikle şiddet yaşantılarına ilişkin algılarını değiştirebilmelerinin yanı sıra yaşantılarının kontrolünü de kendi ellerine almalarını da sağlayacağı söylenebilir (Özer ve Bandura, 1990; Benight ve Harper, 2002; Benight ve Bandura, 2004).
13 Genel olarak özetlenirse, kadına yönelik aile içi şiddetin dünyada ve ülkemizde yaygın olarak rastlanılan bir sorun olduğu gözlenmektedir. Buna karşın, konunun bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilip bilimsel araştırmalarda ele alınmasının Batılı toplumlarda 50; ülkemizde ise sadece 20 yıllık bir geçmişi olduğu göze çarpmaktadır. Yapılan bazı araştırmaların sonuçları, dünyada her üç kadından en az birinin fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik şiddet türlerinden bir veya birkaçına maruz kaldığını göstermektedir. Aile içi şiddet konusunu inceleyen diğer bazı araştırmaların ise şiddetin kadınların fiziksel ve/veya psikolojik sağlıkları üzerindeki olumsuz sonuçlarını ortaya koyduğu gözlenmiştir. Diğer yandan, son dönemlerde aile içi şiddet konusunda yurt dışında yapılan araştırmalarda şiddetin yaygınlığı ve olumsuz sonuçlarının yanı sıra aile içi şiddetle başa çıkma konusuna da odaklanılmaya başlandığı dikkati çekmektedir. Bunun sonucu olarak, aile içi şiddetle başa çıkmada bireysel kaynakların önemi vurgulanarak, aile içi şiddetle başa çıkma özyeterliği kavramı ortaya konmuş (Benight, Harding-Taylor, Midboe ve Durham, 2004) ve aile içi şiddet araştırmalarında aile içi şiddete maruz kalan kadınların başa çıkma özyeterliği konusu da ele alınmaya başlanmıştır. Buna rağmen, hala aile içi şiddetle başa çıkma konusunda yeterli sayıda araştırma olmaması dikkat çekicidir. Ülkemizde de aile içi şiddetin yaygın bir problem olduğunun kabul edildiği göze çarpmaktadır. Bu üzücü durum karşısında son yıllarda şiddete maruz kalan kadınlara sunulan hizmetlerin niteliğinin değişmesi için gerekli düzenlemeler yapıldığı dikkati çekmektedir. Bu düzenlemelere Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun da yapılan değişiklikler ile Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi için Alınacak