Coşkun, Menderes (2004) "Son Klasik Dönem-Nesir", Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, V, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.,

Benzer belgeler
Prof. Dr. Osman HORATA TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

AZİZZÂDE HÜSEYİN RÂMİZ EFENDİ NİN ZÜBDETÜ L-VÂKI ÂT ADLI ESERİ NİN TAHLİL ve TENKİTLİ METNİ

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ KISALTMALAR

Ali Nihanî nin Manzum Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesi (İnceleme-Metin-Sadeleştirme-Dizin)

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Yeni Osmanlılar Cemiyeti Kurucularından Mehmed Âyetullah Bey Dönem-İnsan-Eser

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

DAL MEḤMED ÇELEBĪ Āṣafī (ö veya 1598)

OSMANLI TARİHÇİLİĞİ ve TARİH KAYNAKLARI

TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER. Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

Kitap Değerlendirmeleri. Book Reviews

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar

Türkçe Şair ezkirelerinin Kaynakları

Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi İÇİNDEKİLER. Özkan CİĞA DİYÂRBEKİRLİ MEHMED SAÎD PAŞA NIN BİBLİYOGRAFYASI, ss.

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

KİŞİSEL BİLGİLER. Mehmet AKKUŞ. Prof. Dr. İslam Tarihi ve Sanatları.

Müşterek Şiirler Divanı

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

ve Manisa Muradiye Kütüphanesi nde iki nüshası Bursalı Mehmet Tahir Efendi

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7

XVIII. Yüzyıl. Tarihî, Sosyo-Kültürel Bağlam

ULUSLARARASI ÜSKÜDAR SEMPOZYUMU VIII

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı)

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

GÜLŞEHRİ NİN MANTIKU T-TAYRI (GÜLŞEN-NÂME)

TÜRKÇENİN BİYOGRAFİ KAYNAKLARI. Prof. Dr. Mustafa İSEN

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

ÖZGEÇMİŞ. Kenan Erdoğan Unvanı. Adı Soyadı. Doçent Doğum Tarihi veyeri Yozgat 01 Mart 1963 Görev Yeri

AnkaraVilayetiYabanabadKazası ŞeyhlerKaryesi(1.Ş EYLÜL 1840)NüfusSayımı

UNESCO GENEL KONFERANSLARI TARAFINDAN İLAN EDİLEN ANMA VE KUTLAMA YIL DÖNÜMLERİ

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Yayın Kataloğu

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin /

PROF.DR. MUSTAFA İSEN İN ÖZGEÇMİŞİ VE ESERLERİ

Yayın Değerlendirme / Book Reviews

KİTABİYAT. Mevlānā Celāleddin-i Rumî, Mesnevî 1-2/3-4/5-6, Nazmen Tercüme: Ahmet Metin Şahin, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006.

UNESCO GENEL KONFERANSLARI TARAFINDAN İLAN EDİLEN ANMA VE KUTLAMA YILDÖNÜMLERİ

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER)

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR)

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

ÖZGEÇMİŞ. II. (Link olarak verilecektir.)

SULTAN VELED DİVANI (ÇEV. PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY) ŞEYDA ARISOY

PROF. DR. MUSTAFA ERDOĞAN IN ÖZGEÇMİŞİ

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009 Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim

Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

BİYOGRAFİ. Biyografi Nedir?

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

Ünite 1. Celâleyn Tefsiri. İlahiyat Lisans Tamamlama Programı TEFSİR METİNLERİ -I. Doç. Dr. Recep DEMİR

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 13.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Yunus Emre Hacı Bektaş-ı Velî Sultan Veled

Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

Prof. Dr. Osman HORATA Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı

III. MİLLETLER ARASI TÜRKOLOJİ KONGRESİ Y A Z M A ESERLERDE SERGİSİ. 24 Eylül - 5 Ekim 1979 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ.

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

DOI: /fsmia

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15)

Balım Sultan. Kendisinden önceki ve sonraki Postnişin'ler sırası ile ; YUSUF BALA BABA EFENDİ MAHMUT BABA EFENDİ İSKENDER BABA EFENDİ

TASAVVUF KÜLTÜRÜ EĞİTİMİ PROGRAMI 23 Ocak-1 Mart 2017, İstanbul. Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü

Hüsn-i Hat yazı çeşitleri - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ

Doç. Dr. Mustafa Alkan

GÜNLÜK (GÜNCE)

ÖZGEÇMİŞ DERECE BÖLÜM/PROGRAM ÜNİVERSİTE YIL LİSANS İLAHİYAT FAKÜLTESİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ 1991

İÇİNDEKİLER. Takdim...7 Önsöz...9 Kısaltmalar I. DEVLET...13 Adâletnâme...15 Kanun...19 Kanunnâme...29 Padişah...43

Şehrîzâde Muhammed Saîd Vahdetî nin (ö.1764/65) Şairler Tezkiresi Mahzenü s- Safâ Kenz-i Dürer-i Zikr-i Şu arâ Üzerine

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

VAK A-NÜVİS MEHMED RÂŞİD EFENDİ VE BİR TAZMİNİ. Dr.Halit Biltekin *

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Harun Tolasa nın Osmanlı Edebiyatı Araştırmalarına Yaptığı Katkılar Üzerine *

ARAYIŞ YILLARI (17.YÜZYIL) (DURAKLAMA DÖNEMİ ) ISLAHATLAR AYAKLANMALAR

YRD. DOÇ. DR. ABDÜLKERİM GÜLHAN /4508.

OSMANLI ŞUARA TEZKİRELERİNDE ZEYL GELENEĞİ THE ZAYL TRADITION IN OTTOMAN POET BIOGRAPHIES

TLL Uygulama. Aşağıdaki seçeneklerin hangisinde Hüseyin Rahmi Gürpınar a ilişkin bilgi doğru değildir?

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

İçindekiler. Giriş Konu ve Kaynaklar 13 I. Konu 15 II. Kaynaklar 19

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN HAYREDDİN TOKÂDÎ NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI. (Panel Tanıtımı)

1. HAYATI ESERLERİ Divan Vâridât Ankâ-yı Meşrık Devriyye-i Ferşiyye...17

Ebû Dâvûd un Sünen i (Kaynakları ve Tasnif Metodu) Mehmet Dinçoğlu

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI BÖLÜMÜ. Doç. Dr. HÜSEYİN AKPINAR Türk Din Mûsikîsi Anabilim Dalı

Prof. Dr. Mehmet Ali BEYHAN Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı

Transkript:

Coşkun, Menderes (2004) "Son Klasik Dönem-Nesir", Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, V, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay., 552-590. SON KLASİK DÖNEM-NESİR Menderes COŞKUN 18. asır bir taraftan eski nesir türlerinin devam ettirildiği, bir taraftan da bu türlere yenilerinin eklendiği bir dönemdir. Yeni türlerin ortaya çıkmasında dönemin istek ve beklentilerinin kuşkusuz önemli bir yeri olmuştur. Nitekim Osmanlı devletinin yabancı ülkelere gönderdiği elçilerden yolculuk gözlem ve izlenimlerini rapor etmelerini istemesi, Türk edebiyatında sefaretname türünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Devleti ilgilendiren olayların yıl yıl kayıt altına alınmak istenmesi, vakanüvis tarihlerinin yazılmasını sağlamıştır ve böylece yeni bir tarih türü ortaya çıkmıştır. Siyasetname türündeki eserlerin artışı da şüphesiz idarecilerin bu tür eserlere olan ihtiyaç ve talebinden kaynaklanmaktadır. Meselâ III. Selim tahta çıktığı zaman ülkede yenilikler yapabilmek için dönemin sadrazamı Koca Yusuf Paşa dan İsveç elçiliği mütercimlerinden D ohsson a kadar yirmi iki kişiden devlet yönetimi hakkında lâyiha yazmasını istemiştir (Uçman 1999: 7). Osmanlı devletinin kuruluşundan 18. asra kadarki zaman dilimi içinde yetişmiş devlet adamları ve sanatkârların hayat hikâyelerini bir araya getiren eserler de büyük ölçüde bu yüzyıla ait bir alt biyografi türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yüzyıllarda olduğu gibi bu yüzyılda da devleti idare edenler, dönemin âlim, şair ve ediplerini eser yazmaları ve bazı önemli eserleri özetlemeleri veya Türkçeye tercüme etmeleri için teşvik etmişlerdir. Özellikle Damad İbrahim Paşa (ö. 1730) biyografik, ahlâkî ve tarihî birçok eserin Türk edebiyatına kazandırılmasına öncülük etmiştir. Bunlar arasında Şeyhî Mehmed in Vekâyi-i Fuzalâ sı, Safâyî nin Nuhbetü l-âsâr min Fevâ idi l-eş âr ı, Sâlim in Tezkiretü ş-şu arâ sı, Belîğ in Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ı, Tâib in Hadîkatü l-mülûk, Hadîkatü l-vüzerâ ve Telhîsu l-mehâsin i, Şeyhülislâm Es ad Efendi nin Atrâbu l-âsâr ı gibi eserler vardır. Ayrıca İbrahim Paşa, dönemin âlimlerine Aynî nin Ikdü l-cümân fî Târîhi Ehli z-zamân ı, Handmîr in Siyer-i Nebî si, Ahmed Âşık el-mevlevî nin Sahâifü l-ahbâr ı gibi Arapça veya Farsça tarihleri tercüme ettirmiştir. Gerek müşahede ve araştırma gerek tercüme gerekse derleme yoluyla meydana getirilmiş olsun, hacimli manzum ve mensur eserlerin yazımı, yoğun bir uğraş ve vakit gerektirmektedir. Müellifler ya okuyucuya faydalı olmak ve onun hayır duasını almak ya hamisinin emrini yerine getirerek sahip olduğu makam ve itibarı muhafaza etmek ya görev gereği ya da yeteneği ve bilgisini sergileyerek maddî veya manevî bir kazanç sağlamak için eser yazmışlardır. Meselâ sefaretnameler ve vakanüvis tarihleri görev gereği yazılmışlardır. Safâyî, Şeyhî, Uşşakîzade Hasîb, Şefîk, Belîğ, Tâib gibi birçok yazar, eserini hamisi olan bir devlet adamının emir ve teşvikiyle yazmıştır. Haşmet, Hâbnâme sini, Ahmed Hasîb de Ravzatü l-küberâ ve Silkü l-le âl-i Âl-i Osmân ını bir makam beklentisi ile kaleme almıştır. Bazı eserlerin yazımı, desteğin bir şekilde kaybolması ile sekteye uğramıştır. Meselâ Safâyî ve Uşşakîzade Hasîb gibi yazarlar, destekçilerini kaybettikleri zaman tezkirelerini yazmayı bırakmışlar, sonra başka bir devlet adamının teşvikiyle onları tamamlayabilmişlerdir. 1

Müstakimzade gibi, devlet adamlarından hiçbir maddî beklenti içinde olmadan eser yazanlar da vardır. 18. yüzyılda vücuda getirilen eserleri dil ve üslûpları bakımından tasnif etmek oldukça zordur. Aslında bu zorluk, yalnız bu yüzyılın değil, genel edebiyat biliminin bir meselesidir. Zira Çelebizade Âsım, Buffon, Recaîzade Mahmud Ekrem, Reşîd, Tahir Mevlevî (Olgun) gibi yazarlar, her sanatçının kendi tabiatına ait özellikleri üslûbuna yansıttığını, yani tabiatlar kadar üslûp çeşitleri olduğunu söylerler. Mevlevî, üslûpları insanların birbirinden farklı olan yüzlerine benzetir (Âsım 1153: 258, Yetiş 1996: 200, Reşîd 1328: 2/54, Mevlevî 1973: 178). Diğer taraftan yazar üslûbundan bahsetmek bazen yanıltıcı olabilir. Nitekim Gelibolulu Âlî ve Nâbî gibi nesir ustalarının farklı türdeki eserlerinde farklı üslûplar kullandıkları bilinmektedir. Şefîk gibi nesirciler de aynı türdeki eserlerinde telif sebebine bağlı olarak farklı üslûplar kullanabilmektedirler (bk. Tietze 1973: 298, Coşkun 2002a: 85, Babinger 1982: 264). Lefranc ve ona bağlı olarak Ekrem, konuya göre üslûbun değiştiğini ve bir edebî eserde sade, müzeyyen ve âlî üslûpların üçünün de kullanılabileceği söyler (Yetiş 1996: 223). Bütün bunlar, eserlerin üslûplarını, onların türlerine veya yazarlarına göre tasnif etmenin sakıncalı olduğunu ve her eserin kendi içinde incelenip yorumlanması gerektiğini göstermektedir. Ancak, araştırmacılar birbirinin aynısı olmasa da bazı bakımlardan birbirine benzeyen üslûpları isimlendirmede bir sakınca görmemişlerdir. Reşîd, Nazariyât-ı Edebiyye sinde, Recaîzade Mahmud Ekrem de Ta lîm-i Edebiyât ta, daha çok şiirleri göz önünde bulundurarak, edebî üslûbun sade, müzeyyen ve âlî olmak üzere üçe ayrıldığını söyler. Sade ve müzeyyen üslûp, sözün dış güzelliklerine (tecemmülât-ı zâhiresine) göre birbirinden ayrılır (Reşîd 1328: 2/54-55). Âlî terimi ulu, etkileyici güzellikte, kusursuz, mükemmel gibi anlamlar taşıyan sublime nin karşılığı olarak kullanılmıştır. Âlî üslûpla yazılmış bir eserde dil sade veya müzeyyen olabilir (Yetiş 1996: 197, 223). Nesir incelemelerinde âlî üslûp terimi fazla kullanılmamıştır. Tahir Mevlevî ve Nihat Sami Banarlı gibi araştırmacılar üslûp çeşitlerini sade ve müzeyyen/sanatlı olmak üzere ikiye ayırırlarken, Fahir İz Eski Türk Edebiyatında Nesir adlı kitabında sade, süslü ve orta olmak üzere üç ayrı nesir üslûbundan bahseder (Mevlevî 1973: 178, Banarlı 1971: 489, İz 1996). Orta nesir terimi çağdaş araştırmacılar tarafından fazla benimsenmemiştir. Zira araştırmacılar, üzerinde çalıştıkları mensur eserlerin dilini genellikle sade veya süslü, ya da bunların yerine geçebilecek bir kelimeyle tavsif etmektedirler. Halkın konuşmasını temel alan ve yazarın dahlinin az olduğu dili sade dil olarak tanımlayabiliriz. Yazarın, kullandığı dile dahlinin ne olduğunun belirlenmesi, ancak eserin yazıldığı dönemdeki konuşma dilinin tespitine bağlıdır (bk. Wellek ve Warren 1983: 232). Sade olarak değerlendirilen bir eski Türk edebiyatı metninin üslûbunda, gerektiği zaman Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanılır, edebî sanatlara yer verilir, fakat bunların, anlatımı gölgelemesine izin verilmez (Yetiş 1996: 224). Süslü, münşiyâne, müzeyyen, musanna, mutantan, mustalah, ağır, sanatkârane, bediî, tekellüflü, sanatlı, tumturaklı, özentili gibi sıfatlarla tarif edilen edebî nesir üslûbunda anlatım, zincirleme tamlamaların yanı sıra, söz sanatlarıyla, edebî ve dinî metinlerden yapılan alıntılarla sunî bir şekilde uzatılır. Şeyh Gâlib, zincirleme tamlamaların inşaya güzellik kattığını söyler (Doğan 2002: 56). Süslü üslûpta yazar, kelime hazinesinin zenginliğini ve dili kullanma yeteneğini sergilemeye çalışır. Bundan dolayı seci, teşbih, hüsnitalil, iham gibi lâfız ve anlam sanatlarına daha sıkça başvurur (bk. Ünver 1999: 435, Coşkun 2002: 93-96). Gelibolulu Âlî nin, Hasan Çelebi tezkiresi hakkında muhtemelen kıskançlık hissiyle söyledikleri, bu üslûp tarzını özetler: Garâbet-i kelimât ve tetâbu -ı izâfât, kesîrü l-edâ ve kalîlü l-ma nâ (İsen 1994: 313). Yani garip kelimeler, uzun tamlamalar, çok söz, az mana. 2

Üslûpta sadelik veya süslülük nispî ve görecelidir. Meselâ, Hasan Çelebi Âşık Çelebi nin, Sâlim Safâyî nin, Râmiz de Safâyî ve Şeyhî nin tezkirelerinde kullandıkları dili sade diye beğenmez. Halbuki modern araştırmacılar gerek Âşık Çelebi nin gerek Safâyî nin gerekse Şeyhî nin, tezkirelerinde ağır bir üslûp kullandıklarını söylemektedirler. Mensur eserlerin kendi içlerinde de nispeten sade kısımlar vardır. Fahir İz, Süslü nesrin en başarılı örneklerinden sayılan Tâcü t-tevârîh de bile sade nesre yakın bir üslûpla yazılmış sahifeler vardır. demektedir (İz 1996: XI). Tezkireci Râmiz, Safâyî tezkiresinin büyük zatlarla ilgili kısımları istisna edildiğinde, oldukça sade ve inşa güzelliklerinden mahrum olduğunu söyler (Erdem 1994: 190). Nesir ustaları, özentili tavırlarını, eserlerinin her cümle ve paragrafına yansıtmakta zorlanırlar. Nitekim Nergisî, Kânûnu r-reşâd ve Gazavât-ı Mesleme adlı eserlerinde dili işlemeye vakit bulamadığından ötürü okuyucudan âdeta özür diler (Akün 1993a: 196, Nergisî 1285: 65). Nesir ustası, genellikle konu ile üslûp arasında ilişki kurar. Zira üslûbun konuyla uyum içinde olması, bir belâgat düsturudur. Reşîd, konuya göre üslûpların süslülüğünün değiştiğini ve bunun ancak aklıselimle belirlenebileceğini söyler: tabâyi-i mevzûâta göre esâlîbin derâcât-ı tezyînini ta yîn içün zevk-i selîm denilen mi yâr-ı vicdânîden başka bir ölçü bulunamaz. Lâzime-i zevk-i selîmin kavâ id-i umûmiye şeklinde tedvîni ise mümtenidir. (Reşîd 1328: 2/56-57). Nesir ustaları, mukaddime ve giriş cümlelerinin yanı sıra sultan, şeyhülislâm gibi yüksek rütbeli kişileri, kutsal varlık ve mekânları veya önem verdikleri bir konuyu anlatırken daha özentili bir dil kullanmışlardır. Meselâ Râmiz, dönemin en sanatkârane tezkiresi olan Sâlim in Tezkiretü ş-şu arâ sını şöyle tasvir eder: Tezkiretü ş- Şu arâ ları bîrûn-ı hayta-i ta rîf ü tezkîr bir tezkire-i bî-nazîrdir ki hüsn-i edâsına şu arâ-yı ahdi bî-ihtiyâr teslîm-kerde-i rızâ ve her bir ravza-i riyâzı reşk-endâz-ı behişt-i rızvân olmağa sezâ, tarz-ı latîfî dil-ber-i serv ü sehî-endâm-misâl âşık olmağa lâyık ve derûnunda olan güft ü gû-yı ma nâları bir dürlü neşât u safâyı hâsıl ider. (Erdem 1994: 177). Bu cümlede Râmiz, 16. 17. ve 18. yüzyılda biyografi ağırlıklı tezkire yazmış olan Hasan Çelebi, Ahdî, Rızâ, Riyâzî, Latîfî, Sehî, Âşık Çelebi ve Safâyî ye sanatkârane bir şekilde imada bulunmaktadır. Türk inşa üslûbunun 18. asırdan önce, birkaç yüzyıllık bir gelişim süreci vardır. 15. asırda Ahmed-i Dâ î nin Teressül ü ve Yahya b. Mehmed Kâtib in Menâhicü l-inşâ sı ile birlikte inşa yazma usulleri belirlenmeye ve özellikle resmî mektuplar bir araya getirilmeye başlanmıştır. Türk edebî nesri, Sinan Paşa nın Tazarrunâme si ile ilk önemli meyvelerinden birisini vermiştir. Sultanından ayakkabıcısına kadar herkesin dille hüner gösterme yarışına girdiği 16. asırda, nazım ve nesrin her türünde klâsik eserler kaleme alınmış ve bu eserlerde çoğunlukla devletin şatafatına uygun olarak edebî, süslü bir üslûp kullanılmıştır (bk. Woodhead 1988). Tarih türünde Hoca Sa deddin in Tâcü t-tevârîh i ve İbn-i Kemal in Tevârîh-i Âl-i Osmân ı, Gelibolulu Âlî nin Künhü l-ahbâr ı, nasihatname türünde Kınalızade Ali Çelebi nin Ahlâk-ı Alâ î si; siyasetname türünde Lütfî Paşa nın Âsafnâme si, genel biyografi türünde Taşköprîzade nin Arapça Şakâiku n-nu mâniye si, şairler tezkiresi türünde Latîfî, Hasan Çelebi ve Âşık Çelebi nin tezkireleri, münşeat türünde Feridun Bey in Münşeâtü s-selâtîn i bu asırda kaleme alınmıştır. Tarih yazımında Fars ekolüne bağlı İdrîs-i Bitlisî nin tesirinde kalan tarihçiler eserlerinde abartılı bir üslûp kullanmışlar, az bilgiyi çok sözle ifade etmişlerdir (Özcan 1992: 35). 17. asırda bir tarafta Kâtib Çelebi gibi araştırmacılar tarih ve biyografi gibi türlerde sade dille klâsik eserler kaleme alırlarken, diğer tarafta Veysî, Nergisî ve Nâbî gibi münşiler, Türk nesir dilinin tüm imkânlarını zorlamışlar ve yalnız erbabının anlayabileceği girift, sunî, muğlâk metinler ortaya koymuşlardır. Dilin gelişiminin ve nesircilerin dille hüner gösterme heveslerinin bir sonucu olan anlam derinliği ve güzelliği (edebî sanatlar), aynı zamanda Sebk- 3

i Hindî nin de özelliklerindendir. Bu yüzyıldan itibaren Türk şair ve tezkirecileri, herhangi bir nesircinin inşasını değerlendirirlerken üstat sembolü veya kıyas unsuru olarak, Sahbân-ı Vâil ve Vassâf gibi Arap veya Fars bir inşa ustası yerine, genellikle Veysî ve Nergisî yi kullanmışlardır. Bu, Türk nesir dili için bir kazanım ve başarıdır. 18. asırda, Nergîsî ve Veysî gibi inşa üstatlarının sanatkârane üslûpları, geride kalması gereken bir eğilim ve deneme olarak kabul edilmemekte, yadırganmamakta, aksine hâlâ edebî nesrin en önemli modelleri olarak görülmektedir. Tezkireci Râmiz; Tâib, Râşid, Çelebizade Âsım, Âtıf Efendi, Çeşmîzade, Halil Cevdet gibi şair ve edipleri değerlendirirken kıstas unsuru olarak Atâyî, Veysî ve özellikle Nergisî yi kullanır (Erdem 1994, Babinger 2000: 313, Kütükoğlu 1993: XIII). Bu asırda vücuda getirilen birçok eserde, 16. ve 17. yüzyıllarda ortaya konulan klâsik eserler model alınmış, onlara zeyil ve telhisler yazılmıştır. 18. yüzyılda yaşayan bir nesircinin kendisine model olarak 16. asırdaki bir eseri seçmesi veya nesirde kendisini 17. yüzyıl üslûpçusu Nergisî veya Veysî ye benzetmesi, eski Türk edebiyatındaki üslûp incelemelerinde yüzyılın çok fazla önemli olmadığına işaret etmektedir. Zaten edebiyatta yüzyıllar değil, dönemler vardır. Eski Türk edebiyatında özellikle nesir sahasında 16-18. yüzyılları bir dönem olarak kabul etmek gerekir (bk. Derdiyok 1999: 732). Bu dönemde meydana getirilen eserlerin üslûplarını; eserin türü, yazılış sebebi, kime sunulacağı, muhatabın beklentisi ve yazarın nesir yazma konusundaki ustalığı gibi esere ve yazara ait özellikler belirler. Diğer yüzyıllarda olduğu gibi 18. yüzyılda da dönemin en önemli eserleri edebî nesir üslûbu ile yazılmışlardır. Bunlar arasında Râgıb, Kânî, Tâib, Âsım gibi şairlerin münşeatları; Naîmâ, Şefîk, Râşid, Âsım, Sâmî, İzzî, Edîb, Vâsıf gibi vakanüvislerin tarihleri; Safâyî, Sâlim, Râmiz ve Esrâr Dede nin tezkireleri, Belîğ in Güldeste-i Riyâz-i İrfân ı, Şeyhî nin Vekâyi-i Fuzalâ sı, Sâkıb Dede nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye si, Seyyid Vehbî nin Sûrnâme si, Haşmet in İntisâbü l-mülûk ve Senedü ş-şu arâ sı, Nesîb in Rişte-i Cevâhir i, Şeyh Gâlib ve Hoca Neş et in Mevlâna ve Molla Câmî nin şiirlerine yaptıkları şerhler, Rahmî, Nahîfî, Necâtî, Mehmed Emîn, Kethüda Seyyid Abdullah Efendi gibi edip ve şairler tarafından kaleme alınan sefaretnameler sayılabilir. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren münakkah ve sade üslûp itibar kazanmaya başlamıştır. Konunun anlatımını gölgeleyen seci, teşbih, sıfat ve tamlamalarla sözü uzatma, kelime oyunları yapma arzusu azalmıştır. Süslü nesrin bu yüzyıldaki en önemli örneklerinden kabul edilen Şefîknâme de ise gaye, sanat yapmaktan ziyade konunun her kez tarafından anlaşılmasını önlemektir. Şiirde mahallîleşme akımının özelliklerine paralel olarak nesirde de Kânî gibi bazı münşiler yer yer folklorik dile başvurmuşlardır. Dönemin önemli nesircileriden Osmanzade Tâib Münşeât ının başında, inşa yazımında çok fazla münşiyâne bir dil kullanımına şöyle karşı çıkar: Kâtip, gelenekte kullanılan belâgatlı lâfızları seçmelidir. Çünkü sözün akıcı bir şekilde ve incelikle kullanılması inşayı güzelleştirir. Münşi, sağlam fikirli, doğru tabiatlı olup Arapçayı ve edebiyat ilmini yeterince bilmeli, belagat sahibi ediplerin terkiplerini ve fesahat sahibi şairlerin şiirlerini tetkik edip ezberlemeli, gerekli kullanımları devam ettirip, konuları usulüne uygun bir şekilde birbirine bağlamalıdır; ancak bu şekilde sözleri eleştiriye maruz kalmaz. Veyahut da kâtip, hoşa giden ve günlük dilde kullanılan tabirleri seçerek meramını en güzel bir biçimde ifadeye muktedir olmalıdır. Bu tarzda yazılan yazılar günümüzde revaç bulmuştur. Nitekim günümüzde çok münşiyâne veya âmiyâne yazılan mektuplar okunmamaktadır. (Tâib, Münşeât, v. 2a). Bu asırda Fındıklılı Silâhdar Mehmed Ağa nın tarihi, tercüme ve derleme tarihlerin çoğu, Osmanzade Tâib in Simâru l-esmâr ve Telhîsü l-mehâsin gibi eserleri, Giritli Ali Azîz in Muhayyelât ı, Mehmed Edîb in Nehcetü l-menâzil i, İbrahim Hanîf in Hâsıl-ı Hacc-ı 4

Şerîf li-menâzili l-haremeyn i, başta 28 Çelebi Mehmed Sefâretnâmesi olmak üzere birçok sefaretname, İbrahim Hakkî nin Ma rifetnâme si ve kimi mektupları nispeten sade bir dille yazılmışlardır. Ancak bu eserlerde de yer yer sanatlı ifadelere, anlatımı süslemek için alıntı yapılmış Farsça ve Arapça beyitlere rastlamak mümkündür. Meselâ Azîz Efendi nin Muhayyelât ının giriş kısmı Farsça iki beyitle başlar (bk. Azîz Efendi 1973: XV) Dönemin edebî nesir anlayışını en iyi temsil eden münşilerinden birisi Ahmed Vâsıf Efendi dir. Dört kez vakanüvisliğe getirilen ve I. Abdülhamid ve III. Selim tarafından daha önceki tarihçilerin yazdıklarını tekrar yazmaya memur edilen Vâsıf ın, Hoca Sa deddin Efendi ve Gelibolulu Âlî nin üslûplarıyla ilgili olarak söyledikleri, Türk inşasının gelişimi hakkında bazı ipuçları içermesi açısından önemlidir. Vâsıf, Hoca Sa deddin in üslûbunun etkileyici olduğunu, fakat bu üslûbun 18. asrın tahsilli kesimi tarafından beğenilmeyeceğini söyledikten sonra beğenilmeme sebebi olarak iki hususu öne sürer. Bunlardan birincisi, sözü secili söylemek için bulunan kafiyeli kelimelerden kaynaklanan gereksiz tekrarlar; ikincisi anlatımın Türkçe sade beyitlerle dolu olmasıdır. Vâsıf ın tarihine bakılınca, metne az sayıda şiir parçasının serpiştirildiği, bunların da çoğunun Arapça ve Farsça olduğu görülür. Vâsıf a göre Âlî nin üslûbunun olumsuz yanları ise alışılmadık kelimelerin kullanılması ve anlatımın lâfız ve mana güzelliklerinden mahrum olmasıdır: Hoca Sa deddîn in yazdığı târîh sihr-i helâl kabîlinden olup ancak inşâsı bu vaktin erbâb-ı ma ârifine beşî [tatsız, acı] görülüp fi lhakîka ta dîl-i kavâfî zımnında mükerrerâtı hadden efzûn ve Türkî ve sâde ebyât ile târîhi memlû ve meşhûndur. Âlî Efendi ise kelimât-ı gayr-ı me nûse isti mâline mecbûr ve zabt etdiği vekâyi halâvet-i lafzıyye ve letâfet-i ma neviyyeden dûr... (İlgürel 1994: XLV-XLVI). Âlî nin Mehâsinü l-edeb ini özetleyen Osmanzade Tâib, sözü karışık ve anlamsız ifade tekrarlarıyla uzattığı gerekçesiyle Âlî yi eleştirir (Aksoyak 2003: 70). Vâsıf, Ahmed Resmî nin Viyana Sefâretnâmesi ndeki üslûbunu lüzumsuz uzatmalardan ve gevezeliklerden uzak tır diye tarif etmektedir (Atsız 1980: 10). Bu tür eleştiriler, nesir üslûbunda edebîliğe değil de süslülüğe karşı şuuraltında oluşmuş bir tepkiye işaret olabilir. Ancak, benzeri eleştirileri daha önceki yüzyıllarda da görmek mümkündür. 18. yüzyılda kaleme alınan mensur eserler, türlerine göre biyografik eserler, tarihler, sûrnameler, sefaretnameler, münşeatlar, siyasî, edebî, mizahî, dinî ve ahlâkî eserler olarak sınıflandırılabilir. 5

A. BİYOGRAFİK ESERLER Osmanlı devletinin kuruluşundan 18. yüzyıla kadarki süre içinde yaşamış sultan, vezir, şeyhülislâm, şair, musikişinas, hattat, şeyh ve dervişlerin hayatları hakkında bilgi içeren biyografik eserler, 18. yüzyıl mensur eserleri içinde önemli bir yer tutar. Bu yüzyılda yazılmış biyografik eserlerde içerik bakımından bir özelleşme göze çarpmaktadır. Bunun sebeplerinden birisi herhangi bir mesleğe veya gruba mensup insanların, geçen birkaç asır boyunca sayı bakımından belli bir seviyeye ulaşmasıdır. Böylece daha önceki yüzyıllarda kendisine daha çok tarih kitaplarında veya genel biyografik eserlerde yer bulabilen sultan, vezir, şeyhülislâm gibi önemli kişilerin biyografileri, 18. asırda müstakil eserlerin konusu olmaya başlamıştır. Şehir, tasavvufî akım, meslek gibi farklılıklar kriter alınarak müstakil tezkireler kaleme alınmıştır. Meselâ İsmail Belîğ Bursa da yaşamış önemli kişileri, Ayvansarâyî İstanbul ve çevresinde vefat edenleri, Nazmîzade Hüseyin Murtaza Bağdat valilerini, 1 Nâsır adlı bir yazar Bağdat ta yetişmiş evliyayı, Ahmed Lutfî 1708-1740 yılları arasında Tekirdağı nda yetişen yirmi şairi (Levend 1998: 415), Es ad Efendi musikişinas şairleri, Esrâr Dede Mevlevî şairleri, Âkif Enderunlu şair arkadaşlarını eserine konu etmiştir. A.1. Genel Biyografik Eserler Birden fazla meslek grubuna ait önemli zatlar hakkında bilgi içeren tezkireler, genel biyografik eserler olarak adlandırılabilir. 18. asırda yazılmış genel biyografik eserler içinde Şakâyık zeyilleri ve vefeyatnameler ön plâna çıkmaktadır. A.1.1. Şakâyık Zeyilleri: 18. asırda kaleme alınan genel biyografik eserlerin en önemlileri, kendi türünde daha önceki yüzyıllarda yazılmış eserlere zeyil niteliğindedirler. Kendisine zeyil yazılan eserler arasında Taşköprîzade Ebulhayr İsameddin Ahmed in Şakâ ıku n-nu mâniyye ve Nevâdirü l-ahbâr fî Menâkıbı l-ahyâr ı, Kâtib Çelebi nin Süllemü l-vüsûl ilâ Tabakati l-fuhûl ü sayılabilir. Arapça olarak kaleme alınan bu eserlerin en meşhuru Taşköprîzade nin Şakâ ıku n-nu mâniyye fî Ulemâi d-devleti l-osmâniyye adlı eseridir. 150 şeyh ile 371 bilginin Arapça olarak tanıtıldığı bu eser, 16. yüzyılda Muhtesibzade Mehmed Hâkî ve Mehmed Mecdî gibi yazarlar tarafından tercüme edilmiştir (bk. İsen 1992b: 103, Aktepe 1993b: 43). 17. asırda Nev îzade Atâyî, Mecdî nin Hadâiku l- Şakâ ik adlı tercümesini 1634 yılına kadar zeyleder. Atâyî nin Hadâiku l-hakâ ik fî Tekmileti ş-şakâ ık adlı zeyline 18. yüzyılda ilk zeyli Uşşakîzade Seyyid İbrahim Hasîb (ö. 1724) kaleme almıştır. İstanbul da doğan Halvetî şeyhlerinden Hüsameddin Uşşakî nin torunlarından olan, müderrislik ve kadılık yapan İbrahim Hasîb, Zeyl-i Şakâ ık veya Zeyl-i Atâyî adlı eseri ile tanınmıştır. Şeyhülislâm Feyzullah Efendi nin isteği üzerine eserini, Atâyî nin bıraktığı 1634 yılından itibaren kaleme almaya başlayan Hasîb, Feyzullah Efendi nin 1703 te ölümü üzerine çalışmasını tamamlayamaz. Daha sonra Şehid Ali Paşa döneminde Hasîb, müsveddelerini temize çeker. Beş tabakaya ayrılmış olan eser 1634-1695 yılları arasında IV. Murad, Sultan İbrahim, IV. Mehmed, II. Süleyman ve II. Ahmed dönemlerinde vefat eden âlim, şeyh, kadı ve şair lerin hayatları hakkında bilgi içerir. Eser 1965 yılında Hans Joachim Kissling tarafından Wiesbaden de, 1989 yılında da Abdülkadir Özcan tarafından İstanbul da basılmıştır. Hasîb 1695-1712 yılları arasında vefat eden âlim ve şeyh gibi önemli kişilerin biyografilerini ise Târîh-i Uşşâkîzâde adıyla tanınan eserine almıştır (Özcan 1989, Levend 1998: 357-360, 416; İpekten vd. 1987: 212, Majer 1993: 77-80). 1 Nazmîzade Hüseyin Murtaza (ö. 1723) Gülşen-i Hulefâ sında Bağdat seferlerini ve bu şehre vali olmuş kişileri söz konusu eder. Nazmîzade Devhatü l-vüzerâ sında Bağdat valilerini anlatır. 6

Uşşakîzade Hasîb in Zeyl-i Şakâ ik ini içerik ve tertip bakımından beğenmeyen Şeyhî Mehmed (ö. 1732), Atâyî nin Şakâyık zeyline tekrar bir zeyil yazar. İstanbul daki Emir Buharî dergâhının şeyhi Simkeşzade Şeyh Hasan Feyzî nin oğlu olan Şeyhî Mehmed, Sîmî ve Feyzî mahlaslarıyla şiirler kaleme almıştır. Medrese eğitimini müteakiben müderrislik yapan Şeyhî Mehmed, babasının vefatından sonra onun yerine şeyh olur. Kâtib Çelebi nin Takvîmü t-tevârîh ini de zeyletmiş olan Şeyhî nin en önemli eseri Vekâyi-i Fuzalâ adını verdiği üç ciltlik Şakâyık zeylidir. Şeyhî, eserin birinci cildinde 1043-1098/1633-1687, ikinci cildinde 1098-1130/1687-1718, üçüncü cildinde 1131-1143/1718-1730 yılları arasında vefat eden âlim, şeyh ve şairlerin hayatları hakkında bilgi verir. Yazar, IV. Mehmed döneminden itibaren esere veziriazamların biyografilerini de ekler. Şeyhî, selefleri Atâyî ve Hasîb gibi, eserinde her sultanın dönemine bir tabaka ayırır ve şahısları ölüm tarihlerine göre sıralar. Birinci cilt IV. Murad, Sultan İbrahim ve IV Mehmed dönemlerini, ikinci cilt II. Süleyman, II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmed (1130 a kadar) dönemlerini, III. cilt ise III. Ahmed döneminin geri kalan kısmını, yani 1131-1143/1718-1730 yıllarını kapsamaktadır. 17. ve 18. yüzyılda yaşamış ünlü kişiler hakkında bilgi içeren eserin ilk iki cildi Damad İbrahim Paşa ya sunulmuştur. 236 kişi hakkında bilgi içeren üçüncü cilt ise Hekimoğlu Ali Paşa nın isteği üzerine yazarın oğlu Hasan Efendi tarafından kaleme alınmıştır. Tezkireci Râmiz, Şeyhî nin Zeyl-i Atâyî deki üslûbunun inşa güzelliklerinden mahrum olduğunu söyler (Erdem 1994: 177, Levend 1998: 360, Özcan 1989: IV/VII-IX, İpekten vd. 1988: 197, Arslan 2003: 46-47). Fındıklılı İsmet Tekmiletü ş-şakâ ik fî Hakkı Ehli Hakâ ik adlı şakayık zeylinde 1143-1314/1730-1896 yılları arasında vefat etmiş âlim ve şeyhlerin biyografilerini anlatır. Dili sade olan eserde, biyografisi verilen kişilerin modern ansiklopedilerde olduğu gibi önce bir takdim ibaresiyle tanıtılması dikkat çekicidir. Eser parça parça Türk Tarihi Encümeni Mecmuası tarafından yayımlanmaya başlanmış, fakat mecmuada altmış beş kişinin biyografisinin çıkmasından sonra muhtemelen Ali Canip in esere yönelik eleştirilerinden dolayı, eserin geri kalan kısmı yayımlanmamıştır (Özcan 1989: V/VI). A.1.2. Vefeyatnameler: Şakâyık zeyillerinin yanında vefeyatname türündeki eserler de genel biyografik eserler içinde incelenebilir. Birden fazla meslek grubuna ait kişilerin öncelikle ölüm tarihlerini vermeyi hedefleyen, kimi zaman ölüm yılının yanı sıra söz konusu edilen şahsın nasb, nakil ve azil yıllarını da kaydeden eserlere vefeyatname adı verilir (Levend 1998: 422). Şu anki bilgilerimize göre bu türdeki eserlerin ilki, Alaybeyizade Mehmed Emîn in 1667 de kaleme aldığı İslâm tarihinin yedi bine yakın önemli ismini içeren Vefeyât-ı Pür-İber li-üli l-elbâbı men Ihteber adlı eseridir. Mektubîzade Abdülaziz, Terâcimi Ahvâl-i Ulemâ ve Meşâyıh adını verdiği eserinde Sultan Osman döneminden III. Murad dönemine kadarki süre içinde yaşayan bilgin ve şeyhlerin hayatları hakkında bilgi verir. Abdurrahman Eşref Efendi (ö. 1738-9) Tezkiretü l-hikem fî Tabakati l-ümem adlı eserinde ilk dönem İslâm şairleri, ünlü kıraat imamları, lügatçiler, hadisçiler, fıkıhçılar ve kelâmcıları anlatır. Eser 1252 yılında Mısır da basılmıştır (Aktepe 1995a: 161). Nakşî şeyh Hasîb-i Üsküdarî (ö. 1785) nin Vefeyât-ı Ekâbir-i İslâmiye adlı eserinde Hz. Âdem den başlayarak peygamber ve halifelerin adları, İslâm tarihinin diğer önemli isimleri, Kocamustafapaşa ve Üsküdar daki Hüdayî tekkelerinde görev yapan şeyhler yer almaktadır. Ayrıca eserde Osmanlı padişahları, şehzadeler, valide sultanlar, darüssaade ağaları, sadrazamlar, şeyhülislâmlar, nakipler, kazaskerler, Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, İstanbul kadıları, kaptan paşalar, yeniçeri ağaları cetvel halinde sıralanmış, bunların adlarıyla görev ve ölüm tarihleri gösterilmiştir. (Levend 1998: 419-423). Vefayetnamelerin bazılarında İstanbul ve Bursa gibi belli bir şehirde vefat edenler konu edilmiştir. Ayvansarayî Hafız Hüseyin (ö. 1784-86) Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl adlı eserinin başında Sultan Osman dan Sultan I. Abdülhamid e kadar olan padişahların 7

doğum, cülûs ve vefat yıllarını verir. Eserin asıl bölümleri bu kısımdan sonra başlar. Ayvansarayî ilk olarak İstanbul ve havâlîsinde medfûn ricâl, ikinci olarak Hayrâtı İstanbul da medfeni başka yerde olan ricâl, son olarak da Hayrâtı ve medfeni İstanbul dışında olan ricâl hakkında kısa biyografik bilgi verir ve özellikle onların ölüm tarihlerini kaydeder. Yazar, vezirlerin yaptıkları hayratı da öğrenebildiği ölçüde eserine ekler (Derin 1978). Bursa şehri üzerine yazılmış ondan fazla vefeyatname vardır. Bunların ilki olarak Baldırzade Selîsî Şeyh Mehmed in 1059/1649 yılında yazdığı Ravza-i Evliyâ sı gösterilir. Bu eserde Bursa nın Osmanlılar tarafından fethinden eserin yazıldığı döneme kadarki süre içinde Bursa da vefat etmiş âlim, mutasavvıf ve şairlerin biyografileri verilmektedir. Süleyman Hâlis (ö. 1759) 1752 yılında Baldırzade nin eserine bir zeyil yazmıştır (Atlansoy 1998: 80, 84, 96-99). Bakırcı Râşid Mehmed (ö. 1816-7) 1814 te kaleme aldığı Zübdetü l-vekâyi der Belde-i (Celîle-i) Bursa adlı eserinde Osman Gazi den II. Mahmud a kadarki süre içinde meydana gelen olayları ve vefat eden şehzade, sadrazam, âlim, mutasavvıf, şair, hattat, musikişinas, meddah, hekim ve meşhur ağaların hayatlarını anlatmaktadır. Eser bir mukaddime, otuz hutbe ve bir hâtimeden oluşmaktadır. Hutbelerin her biri, bir sultanı ve onun dönemini kapsamaktadır (Atlansoy 1998: 110-112, Levend 1998: 410). Bursa üzerine yazılmış vefeyatnamelerin en meşhurunu İsmail Belîğ (ö. 1784) kaleme almıştır. Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân adlı beş gülbün (bölüm)den oluşan eserinde Bursa da yaşamış 495 kişinin biyografisini verir. Birinci gülbünde 6 sultan, 25 şehzade, 10 vezir; ikinci gülbünde 154 şeyh ve derviş; üçüncü gülbünde 218 âlim; dördüncü gülbünde 57 şair; beşinci gülbünde musikişinas, hattat, nakkaş, meddah ve tabiplerden oluşan 21 kişi anlatılmaktadır (Abdulkadiroğlu 1998: XVIII-XIX). 1723 veya 1727 yılında tamamlanan ve Damad İbrahim Paşa ya sunulan eser Bursa nın kültür tarihi için önemli bir kaynak durumundadır. Eserini yazarken Baldırzade Mehmed Efendi nin Ravza-i Evliyâ sını örnek alan Belîğ, kullandığı kaynaklara temkinli yaklaşmış, yanlış bilgileri eserine almamaya gayret göstermiştir (Abdulkadiroğlu 1998). Belîğ in Güldeste si Eşrefzade Ahmed Ziyaeddin (ö. 1784) tarafından zeyledilmiştir. Ziyaeddin muhtemelen 1782 yılında yazdığı Gülzâr-ı Sulehâ ve Vefeyât-ı Urefâ adlı eserinde 1135-1196/1723-1782 yılları arasında Bursa da vefat eden şeyh, kadı, müderris, şair gibi 216 civarında önemli kişinin hayatı hakkında bilgi verir. Gülbün adı verilen beş bölümden oluşan eserin birinci bölümünde meşâyıh ve vâizân ; ikinci bölümünde mevâlî ve müderrisîn ; üçüncü bölümünde dedegân ve sulehâ ; dördüncü bölümde şuarâ ve nüdemâ ; beşinci bölümde hattâtân ve mûsikîşinâsân, tabîbân, tîr-endezân yer almaktadır. Ziyaeddin in Gülzâr-ı Sulehâ ve Vefeyât-ı Urefâ sı, 18. asrın ikinci yarısında Bursa da doğan Gazzîzade Şeyh Abdüllatif tarafından zeyledilmiştir. Gazzîzade, 1809-12 yıllarında kaleme aldığı Ravzatü l-müflihîn adlı eserinde Bursalı şeyh, müderris, vaiz, âşık, hatip, hoca, hattat, şair, zakir, mevali ve ağalar hakkında bilgi vermektedir. Abdüllatif in diğer biyografik eserinin adı Hülâsatü l-vefeyât tır. Bugünkü akademik metotlara yaklaşan bir yolla hazırlanan eser şehir monografisi özelliklerini de taşımaktadır (Abdulkadiroğlu 1998, İsen 2002: 113, Atlansoy 1998: 94-116, Babinger 2000: 340-341, Çıpan 1992: 415-16, Kara 1995: 485-486, Aşkar 2001: 203-207). A.2) Zümre Tezkireleri A.2.1) Şair Tezkireleri Biyografik eserler içinde şairleri konu edinenler, tezkire adı altında önemli bir yer işgal etmektedir. Belli bir meslekte şöhret sahibi olmuş kişilerin hayatları hakkında bilgi veren eserlere tezkire denir (Karahan 1993a: 226). Tezkire denince ilk olarak akla şairlerle 8

ilgili biyografik eserler gelmektedir. Aslında tezkire terimi, şairler dışında farklı meslek gruplarına ait kişileri anlatan eserleri de kapsamaktadır. Meselâ velileri anlatan eserler Tezkiretü l-evliyâ, hattatların biyografisini verenler de Tezkiretü l-hattâtîn olarak adlandırılmıştır (bk. İsen 1997: 29). Şairleri konu eden eserlerin 16. yüzyıldan itibaren daha güçlü bir gelenek oluşturması ve bu eserlerin bazılarının adlarında tezkire kelimesinin daha sıkça kullanılması, tezkire kelimesinin şair biyografilerini içeren eserlerle özdeşleşmesine yol açmış olmalıdır. 18. asır tezkirelerine içerdikleri şair sayısı açısından bakılınca, en çok şairin Safâyî tezkiresinde, en az şairin de Âkif tezkiresinde bulunduğu görülür. Safâyî tezkiresi 493, Sâlim tezkiresi 428, Belîğ tezkiresi 414, Râmiz tezkiresi 375, Safvet tezkiresi 326, Esrâr Dede tezkiresi 212, Silâhdarzade tezkiresi 127, Mucîb tezkiresi 107, Âkif tezkiresi 24 şair ihtiva etmektedir. 18. asır tezkirelerini yazılış sırasına göre Mucîb (1710), Safâyî (1720), Sâlim (1722), Belîğ (1727), Safvet (1783), Râmiz (1784), Silâhdarzade (1790), Esrâr Dede (1796) ve Âkif (1796) şeklinde sıralayabiliriz. Bu tezkirecilerden Mucîb, Safâyî, Sâlim, Silâhdarzade ve Esrâr Dede tezkireleri Tezkire-i Şu arâ olarak adlandırılırken Belîğ, Safvet, Râmiz ve Âkif tezkirelerine daha özel bir ad bulmuşlardır (bk. İpekten 1988, İsen vd. 2002a). 18. asırda tezkirelerin bazıları özetleme yoluyla meydana getirilmiştir. Tezkiresini Mucîb Riyâzî ye, Safâyî Rıza ya, İsmail Belîğ Kafzade Fâizî ye, Râmiz Sâlim e, Silâhdarzade de Belîğ e zeyil olarak yazmıştır. 18. asır tezkireleri bazı bakımlardan kusurlu bulunmuşlardır. Esrâr Dede, bazı Mevlevî şeyhlerini usta şair olarak değerlendirip aşırı methettiği, Bağdatlı Rûhî gibi bazı şairleri Mevlevî olarak gösterdiği ve sözlü kaynaklara itibar ettiği için eleştirilmiştir. Sâlim ilmiye sınıfından olan şairleri, Âkif de kendi arkadaşlarını ön plâna çıkardığı için tenkit edilmiştir. Râmiz tezkiresi içerdiği boşluklar ve ifade bozukluklarından dolaylı kusurlu bulunmuştur. Mucîb ve Safvet tezkireleri fazla yeni bilgi içermediklerinden dolayı, Silâhdarzade de şairler hakkında çok kısa biyografik bilgiler verdiği ve şairlerin şiirlerine örnek verirken ölçüsüz davrandığı için eleştirilmiştir. Tezkireler, içeriklerine göre, biyografi ağırlıklı ve örnek ağırlıklı olmak üzere iki gruba ayrılır. 2 Biyografi ağırlıklı tezkire yazanlar kendilerine Latîfî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi ve Riyâzî tezkirelerini örnek alırlarken, antolojik tezkire yazanlar Kafzade Fâizî nin tezkiresini model almışlardır. 18. asırda biyografi ağırlıklı tezkireler Safâyî, Sâlim, Râmiz, Safvet, Esrâr Dede ve Âkif tarafından kaleme alınmıştır. Bu tezkirelerde süslü bir dil kullanılmıştır. Antolojik veya örnek ağırlıklı tezkireler ise Belîğ ve Silâhdarzade tarafından yazılmıştır (İpekten 1988, İsen vd. 2002a). A.2.1.1. Biyografi Ağırlıklı Tezkireler: Yüzyılın ilk şairler tezkiresini Mucîb kaleme almıştır. Diyarbakır da doğan ve asıl adı Mustafa olan Mucîb (ö. 1727) Halep müderrisliği ve Şam mevleviyeti görevlerine getirilmiştir. Şair ve âlim kişiliği ile tanınan Mucîb, Şam da vefat etmiştir. Mucîb, tezkiresinde 16. yüzyıl sonlarından eserin yazıldığı 1710 yılına kadarki süre içinde yetişmiş 107 şair hakkında kısa biyografik bilgiler verir. Tezkirenin kısa önsözünde ve yazma nüshalarının birinin sonunda yer alan sâhib-i tezkire Mucîb Efendi başlıklı kısımda verilen bilgilere göre, Mucîb, Rızâ tezkiresini Hasan Çelebi ve Riyâzî tezkireleri ile mukayese eder ve Rızâ nın bu tezkirelerdeki şairlerin bazılarını alıp bazılarını 2 Antolojik tezkirelerin varlığı bizi diğer normal tezkireler için biyografi ağırlıklı veya biyografik gibi tanımlayıcı sıfatlar bulmaya itmiştir. Aslında biyografi ağırlıklı veya biyografik tezkire ifadesi yanlıştır. Zira tezkire zaten biyografik olmalıdır. Zaten Türk edebiyatındaki antolojik tezkirelerin en önemlilerinin adlarında tezkire ifadesi bulunmamaktadır. 9

almadığını fark eder. Ayrıca bu tezkirelerin hiçbirinde olmayan şairler de vardır. Bunun üzerine Mucîb 1610 da kaleme alınan Riyâzî tezkiresine bir zeyil yazmaya niyet eder ve Tezkire-i Rızâ da geçen ve geçmeyen 112 şairi içeren bir tezkire vücuda getirir. Mucîb tezkiresinde Hasan Çelebi, Riyâzî ve Rızâ tezkirelerinde olmayan on bir şair vardır. Yalnız bu şairler Safâyî tezkiresinde de yer almaktadır. Tezkirenin dili sadedir. Tezkirede bazı şairler birkaç cümle ile anlatılırken, birçok şair birer cümle ile tanıtılmıştır. Önemli bir kaynak olarak görülmeyen tezkire eski harflerle basılmamıştır. Her ne kadar kendisine biyografi ağırlıklı tezkireler içinde yer verilse de, Mucîb tezkiresi antolojik tezkirelere daha yakındır (Altun 1997: 64, İsen vd. 2002a: 101). Biyografi ağırlıklı tezkirelerin 18. asırdaki ilk önemli örneği, Mustafa Safâyî (ö. 1725) tarafından kaleme alınmıştır. İstanbul da doğan, kâtiplik, mektupçuluk, deftereminliği ve maliye tezkireciliği gibi görevlerde bulunan Safâyî, lâle devri şairlerindendir ve mürettep bir divana sahiptir. Elmas Mehmed Paşa nın himayesinde iken Nuhbetü l-âsâr min Fevâ idi l-eş âr adlı tezkiresini yazmaya başlayan ve uzun bir süre çalışmasına ara veren Safâyî, eserini yirmi beş yıl sonra Damad İbrahim Paşa nın sadrazamlığı sırasında 1720 yılında tamamlamıştır. Rıza tezkiresine zeyil olarak yazılan Safâyî tezkiresi 1050-1132/1640-1720 yılları arasında yetişmiş 493 şairi içermektedir. Safâyî, tezkiresinin önsözünde 16. asır tezkirelerinden Latîfî, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi tezkirelerini kendisine model aldığını ifade etmiştir. Safâyî, tezkiresindeki bazı bilgileri katıldığı edebiyat sohbetlerinden elde etmiş ve gerektiğinde şairlerle mektuplaşmıştır. Yazar, meclislerde tanıştığı bazı musikişinaslar hakkında da eserinde bilgi vermiştir. Şairlerin edebî kişilikleri hakkında nispeten tarafsız hükümler içeren Safâyî tezkiresi, Lâle devri şairleri hakkında bilgi ihtiva etmesi bakımından önemli kabul edilmiştir. Nitekim dönemin önemli şair ve nesircilerinden Şehdî, Nahîfî, Kâmî, Râzî, Neylî, Osmanzade Tâib, Şehrî, Seyyid Vehbî, Hâsib, Feyzî, Rif'atî, Kelîm, Nedîm, Hamdî, Murtazazâde Mehmed Tecellî, Eşref ve Sâlih Safâyî tezkiresine takriz yazmışlardır. Sâlim yazdığı takrizde Safâyî yi överken, daha sonra kaleme aldığı tezkiresinde onu dilinden dolayı eleştirir. Râmiz de Safâyî yi ele aldığı şairlerin ölüm tarihleri ve soyları hakkında verdiği sıhhatli bilgilerden dolayı methederken, dilinin sadeliğinden dolayı eleştirir. Halbuki Safâyî eserinde süslü bir dil kullanmıştır. Safâyî, şairlerle ilgili her duyduğunu ve aklına gelen her şeyi yazmış olduğundan dolayı da arkadaşları tarafından eleştirilmiştir. Bundan dolayı tezkirenin müsvedde nüshasıyla tebyiz edilmiş nüshası arasında ciddi teferruat farklılıkları vardır. Tezkirede birçok şair Mevlevî olarak gösterilmiştir (Erdem 1994: 190-191, Çapan msvd., İpekten 1988: 130-133, İsen vd. 2002a: 104-105). Hayatı hakkındaki bilgilerimiz oldukça yetersiz olan fakat kadılık yaptığı bilinen Kemiksizzade Mustafa Safvet, bir arkadaşından ödünç aldığı Safâyî tezkiresinden seçtiği 326 şairin biyografilerini özetleyerek, 1783 yılında Nuhbetü l-âsâr fî Fevâ idi l-eş âr adlı bir tezkire oluşturmuştur. Safâyî nin bazı yanlışlarını düzelten ve eserine yer yer fıkralar ekleyen Safvet in tezkiresi önemsiz bir kaynak olarak görülmektedir. İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde (TY 6189) Safvet in oğlu Hüseyin Reşîd tarafından yazılmış bir nüshası bulunan tezkire eski harflerle basılmamıştır (İpekten 1988: 146-147, İsen vd. 2002a: 123). Sâfâyî tezkiresini özellikle dili bakımından beğenmeyen Mirzazade Sâlim (ö. 1743), Safâyî den iki yıl sonra bir tezkire kaleme alır. Şeyhülislâm Mirza Mustafa Efendi nin oğlu olan ve İstanbul kadılığına kadar yükselen Sâlim, mürettep divan sahibi bir şairdir. Kendisine Latîfî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi ve Riyâzî gibi tezkirecileri örnek alan Sâlim, 1722 yılında kaleme aldığı ve İbrahim Paşa ya sunduğu Tezkire-i Şuarâ sında 1688-1722 yılları arasında yaşayan 428 şairin biyografisini verir. Eser, münacat, tevhit ve na tin yanı sıra III. Ahmed, Damad İbrahim Paşa ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi ye hitaben yazılmış kasideleri içeren uzun bir mukaddime ile başlar. Sonra birinci bölümde dönemin şair 10

sultanları III. Ahmed (ö. 1736) ve III. Mustafa (ö. 1774) söz konusu edilir, ikinci bölümde diğer şairler ele alınır. Sâlim eserini yazarken, kâtip sınıfından olduğu için beğenmediği Safâyî nin tezkiresinden ve Şeyhî nin Vekâyi ü l-fuzalâ sından yararlanmıştır. Sâlim, tezkiresinde ele aldığı şairlerin hayatları ve edebî kişilikleri hakkında doğru bilgiler vermeye çalışmış, yalnız kendisi gibi ilmiye sınıfına mensup olan şairlere eserinde daha çok yer vermiş ve onları aşırı bir şekilde övmüştür. Tezkire, sanatkârane bir nesir üslûbu ile kaleme alınmıştır. İçerik ve üslûp bakımından yüzyılın en önemli tezkirelerinden birisi sayılan Sâlim tezkiresi, Râmiz ve Fatîn tarafından zeyledilmiştir. Tezkire 1315/1879 da İstanbul da basılmıştır (İsen vd. 2002a: 108-110, İpekten 1988: 137-139). Müderrislik ve kadılık yapmış olan Azizzade Hüseyin Râmiz (ö. 1785/1788), Sâlim in tezkiresine zeyil olarak kaleme aldığı Âdâb-ı Zurafâ adlı tezkiresinde 1720-1784 yılları arasında yetişmiş 376 şairin biyografisini anlatır. Râmiz tezkiresinde şairlerin hayatı, eserleri ve edebî kişilikleri hakkında ayrıntılı ve doğru bilgiler vermeye gayret etmiş, özellikle şairlerin ölüm yıllarını kaydetmeye özen göstermiştir. Ancak yazar eserine son şeklini verememiştir. Sonradan doldurulmak üzere eserde bırakılan boşlukların yanı sıra ifade bozuklukları ve anlam kopuklukları Râmiz in, eserini tamamlayamadığına işaret etmektedir. Râmiz in arkadaşı Müstakimzade Süleyman Sa deddin tarafından tashih ve tekmil edilen tezkirede edebî bir üslûp kullanılmıştır (Erdem 1994: XXVII, İsen vd. 2002a: 117-118, İpekten 1988: 148-150). 18. asır şair tezkireleri içinde belli bir meşrep, meslek vesairenin ölçüt alınarak hazırlandığı özel tezkireler de vardır. Bunlardan birisi dönemin divan sahibi Mevlevî şairlerinden Esrâr Dede (ö. 1797) nin Tezkire-i Şu arâ-yı Mevleviyye sidir. Esrâr Dede Tezkiresi olarak da adlandırılan bu eserde Mevlâna Celâleddin (ö. 1273) den 1797 ye kadarki süre içinde yetişen Mevlevî şairler anlatılmaktadır. Eserin oluşumunda Şeyh Gâlib (ö. 1799) in önemli bir payı vardır. Zira Gâlib, 209 kadar Mevlevî şairinin şiirlerinden beğendiklerini bir mecmuada toplamış; hatta bu şairlerin bazıları hakkında kısa biyografik bilgiler vermiştir. Şeyh Gâlib in bu mecmuasını alan Esrâr Dede, mecmuada yer alan fakat hakkında bilgi bulamadığı otuz kadar şairi eserden çıkarırken, otuz üç yeni şairi eserine eklemiştir. İki ay gibi kısa bir sürede tezkireyi kaleme alan Esrâr Dede nin kullandığı kaynaklar arasında başta Sâkıb Dede (ö. 1735) nin Sefîne-i Nefîse-i Mevleviye si olmak üzere Şâhidî Dede nin Gülşen-i Esrâr ı ve Nâyî Osman Dede (ö. 1729) nin Mecmû a sı, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi tezkireleri vardır. Mevlevî şairleri toplu olarak içermesi bakımından önem arz eden eser, sözlü kaynaklara dayandığı, Bağdatlı Rûhî, Arşî ve Dükakinzade Ahmed Bey gibi bazı şairleri olmadığı halde Mevlevî gösterdiği ve Mevlevî şeyhleri mübalağalı bir şekilde övdüğü için eleştirilmiştir. Oldukça ağır bir üslûbun kullanıldığı eserde özellikle Mevlevî dedeler daha özentili ve tumturaklı bir dille tanıtılmıştır. Ali Enver, Esrâr Dede tezkiresinden seçtiği bazı şairlerin biyografilerini özetleyerek Semâhâne-i Edeb adlı bir tezkire meydana getirmiştir (Genç 2000, İsen vd. 2002a: 125-126, Horata 1998: 34-36). Bu asırda yazılan özel tezkirelerden bir diğeri İstanbul da doğmuş ve Enderun da yetişmiş olan Âkif (ö.?) e aittir. Asıl adı Mehmed olan Âkif, Mir ât-ı Şi r adlı tezkiresini sarayda kiler-i hassada çalıştığı sırada 1797 yılında kaleme almıştır. Dört bölümden oluşan eser, Âkif in kendisiyle birlikte yirmi dört şairin biyografisini içermektedir. Tezkirenin birinci bölümünde hane-i hassadan altı şair, ikinci bölümde hazineden sekiz şair, üçüncü bölümde kilerden yedi şair, dördüncü bölümde seferli koğuşundan iki şair anlatılmaktadır. Şairlerin aşırı bir şekilde övüldüğü eserde özentili bir üslüp kullanılmıştır (İsen vd. 2002a: 130). A.2.1.2) Örnek Ağırlıklı veya Antolojik Tezkireler 11

Şairler hakkında kısa biyografik bilgi verdiği ve bol şiir örneği içerdiği için antolojik sıfatıyla nitelenen tezkirelerin Osmanlı Türk edebiyatındaki ilk örneğini, 17. yüzyıl yazarlarından Kafzade Fâizî kaleme almıştır. Fâizî ye çağdaşları Yümnî ve Âsım zeyil yazmışlardır. Antolojik tezkirelerin Türk edebiyatındaki en geniş ve mükemmel örneği ni ise 18. asır şair ve yazarlarından İsmail Belîğ (ö. 1729) vücuda getirmiştir (İsen 1997: 51). Bursa da doğan, imamlık, mahkeme naipliği ve kâtiplik yapan Belîğ şair, tarihçi ve âlim kişiliği ile tanınmıştır. Belîğ, Kafzade Fâizî nin tezkiresine zeyil olarak kaleme aldığı Nuhbetü l-âsâr li-zeyli Zübdeti l-eş âr adlı eserinde 1621-1727 yılları arasında yaşayan 414 şairi kısaca tanıttıktan sonra, şairlerin şiirlerine çok sayıda örnek verir. Eserde şairlerin özellikle ölüm tarihleri kaydedilmiştir. Yümnî ve Âsım tezkirelerinde var olan birçok şair, Belîğ inkinde de yer almaktadır. Tezkire, Damad İbrahim Paşa nın isteği üzerine kaleme alınmış ve ona sunulmuştur (Abdulkerimoğlu 1999, Abdulkerimoğlu 1998: 15-16, Çıpan 1992: 415-16, İpekten 1988: 143-144). 18. asırda meydana getirilen antolojik tezkirelerin bir diğeri Silâhdarzade Mehmed Emîn e aittir. Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Silâhdarzade nin Tezkire-i Şu arâ sı, 1751-1790 yılları arasında yetişen 127 şairin şiirlerine örnekler içermektedir. Şiir örneklerinin yanı sıra bazı şairlerin yalnız isimlerinin, bazılarının ise isimleriyle birlikte ölüm yıllarının belirtildiği Silâhdarzade tezkiresi önemli bir kaynak olarak kabul edilmemiştir. A.2.2) Sultanlar, Sadrazamlar, Reisülküttaplar, Darüssaade Ağalarını Konu Eden Tezkireler Devleti ilgilendiren olayların yıl yıl resmî tarihçiler tarafından kaleme alındığı 18. asırda, devlet yöneticilerinin biyografilerinin de kayıt altına alınmasına önem verilmiştir. Gerek sultanları gerekse vezirleri konu eden biyografik eserlerin en meşhurları Osmanzade Ahmed Tâib (ö. 1723-24) in kaleminden çıkmıştır. Osmanzade Ahmed, İstanbul da doğmuş, müderrislikten sonra Halep ve Mısır kadılığı görevlerinde bulunmuştur. Önceleri Hamdî mahlasıyla hiciv içerikli şiirler yazmış olan Osmanzade, daha sonra bu türde şiir yazmaya tövbe ederek Tâib mahlasını almıştır. III. Ahmed tarafından kendisine reis-i şâirân unvanı verilen Tâib in en önemli eserleri mensurdur. Râmiz, Tâib in inşasının hıyre-zen-i çeşm-i Nergisî olduğunu, yani Nergîsî yi şaşırtacak kadar güzel olduğunu söyler (Erdem 1994: 51). Tâib Hadîkatü l-mülûk adlı eserinde Osman Gâzî den II. Mustafa ya kadar yirmi iki sultanın doğumu, tahta çıkışı, ölümü, savaşları ve hayratını anlatır. Damad İbrahim Paşa ya sunulmuş olan bu eser, Mustafa Haşim Bey in yazdığı zeyille birlikte Tuhfetü l-mülûk adıyla 1299/1881 yılında basılmıştır. Tâib in bu eserine Şehrîzade Mehmed Saîd (ö. 1764) tarafından Gülşen-i Mülûk adlı bir zeyil yazılmıştır. Saîd, zeylinde III. Ahmed i anlatır (Levend 1998: 364-366, Yatman 1989: 14, Karahan 1993b: 456). Tâib, Hadîkatü l-vüzerâ sında Osmanlı devletinin kuruluşundan 1703 yılına kadarki süre içinde sadarette bulunmuş 108 kişinin biyografisini anlatır. Yazıldığı dönemde beğenilen esere zeyiller yazılmıştır. Reisülküttaplık yapmış olan Dilâverzade Ömer Vahîd (ö. 1758) Tâib e yazdığı zeyilde 1703-1730 yıllarında görev yapan 13 sadrazamın hayatını anlatır. Kaynaklarda esere Gül-i Zîbâ, İcmâl-i Menâkıb-ı Vüzerâ-yı Izâm, Zeyl-i Hadîkatü l-vüzerâ gibi adlar verilmiştir (Babinger 2000: 319, Levend 1998: 366). Şehrîzade Mehmed Saîd (ö. 1765) Gül-i Zîbâ adını verdiği zeylinde 1703-1756 yılları arasında görev yapan 31 sadrazamın biyografisini anlatır. Ahmed Câvid (ö. 1803) Verd-i Mutarrâ adlı zeylinde 1756-1805 yılları arasında sadrazamlık yapan kişilerin hayatları hakkında bilgi verir. Tâib in eserine 19. asırda zeyiller yazılmıştır. 1805-1808 yılları arasında sadrazamlık yapanlar Bağdatlı Abdülfettah Şefkat, 1808-1863 yılları arasında görev yapanlar da Ahmed Rif at tarafından anlatılmıştır. Tâib in Hadîkatü l-vüzerâ sı bazı zeyilleriyle birlikte eski harflerle önce 1271/1854 yılında 12

İstanbul da, sonra D. Robischon tarafında 1969 da Freiburg da basılmıştır. Tezkireci Râmiz de Hadîkatü l-vüzerâ, Devhatü l-meşâyih, Hamîletü l-küberâ, Keşfü z-zunûn gibi eserlere zeyiller yazdığını söylemektedir (Aksan 1997: 228, Levend 1998: 366-368, Karahan, 1993b: 456, Erdem 1994: XXIV). Ahmed Resmî, Sefînetü r-rü esâ adlı eserinde Koca Nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi den Hacı Abdî Efendi ye kadar altmış altı reisülküttabın hayatı hakkında bilgi verir. Resmî, eserini yazarken kendisine Osmanzade Tâib in Hadîkatü l-vüzerâ sını model almış ve eserinin adını Halîkatü r-rü esâ olarak belirlemiştir. Halîka kelimesinin kâtip tarafından Halîfe şeklinde yazılması, eserin günümüze kadar Halîfetü r-rü esâ olarak yanlış adlandırılmasına sebep olmuştur. Yalnız eserin adı, daha sonra Koca Râgıb Paşa tarafından Sefînetü r-rü esâ olarak değiştirilmiştir. Halîkatü r-rü esâ yı yazarken Resmî nin kullandığı kaynaklar arasında, resmî evrak ve kayıtların yanı sıra Nişancı Tarihi, Künhü l-ahbâr, Selânikî Tarihi, Mir ât-ı kâinât, Nuhbetü t-tevârîh, Hasanbey-zâde ve Peçuylu Tarihleri, Sarı Mehmed Paşa, Naîmâ, Râşid ve Küçük Çelebizâde tarihleri, Fındıklılı nın Nusretnâme si, Şakâyık ile Atâyî ve Uşşâkî-zâde Zeyilleri, şuarâ tezkirelerinden Kınalı-zâde, Kaf-zâde; Keşfü z-zünûn vardır (Kütükoğlu 1994: 206-207). Tezkireci Râmiz, Ahmed Resmî nin darüsaade ağaları ve reisülküttapları konu edinen eserlerinin, dönemin aydın kesimi tarafından beğenildiğini ifade eder (Erdem 1994: 125). Nitekim esere zeyiller yazılmıştır. Süleyman Fâik, Halîkatü r-rüesâ ya yazdığı iki zeyilde Ahmed Resmî nin bıraktığı 1167/1753 ten 1239/1823 e kadarki süre içinde reisülküttaplık yapan kişilerin hayatlarını anlatır. Süleyman Fâik in zeyli Ahmed Resmî nin eseri ile birlikte 1269/1852 yılında İstanbul da basılmıştır. Fâik ten sonra, İbrahim Nâilî Hadîkatü r-rüesâ adıyla başka bir zeyil yazmıştır. Nâilî, zeylinde önce Halîkatü r-rüesâ da yer alan kırk dört kadar reisülküttabın biyografisini özetlemiş, sonra da onlara yirmi beş reisülküttabın hayat hikâyesini ilâve etmiştir (Aksan 1997, Levend 1998: 377-378). Ahmed Resmî Efendi Hamîletü l-küberâ adlı eserinde III. Murad döneminde ilk defa darüsaade ağası veya kızlarağası olarak tayin edilen Mehmed Ağa dan eserin yazıldığı sırada bu görevde bulunan Beşir Ağa ya kadar otuz yedi ağa hakkında biyografik bilgi vermektedir (Levend 1998: 378). Hadikatü l-vüzerâ yı kendisine model alan Ahmed Resmî eserini yazarken vekâyinâmeler ve özel tarihlerden yararlanmıştır (Turan 2000: 23, 27). Bu eser kendi türünün ilk ve bir bakıma tek örneği olarak kabul edilmektedir (Turan 2000: 25). Şehrîzade Mehmed Saîd, Kapdanıderya Mustafa Paşa nın isteği üzerine 1761 yılında yazdığı Tuhfetü l-mustafaviyye fî Beyânı Kapudânânı d-devleti l-aliyye adlı eserinde bütün kapdanıderyaların hayatlarını anlatır. Şehrîzade nin aynı konulu diğer bir eserinin adı Zübde-i Müte allika bi l-bihâr dır (İpekten vd. 1988: 222, Babinger 2000: 323). 13

A.2.3. Şeyhülislâmlar, Vaizler, Şeyhler ve Velileri Konu Eden Tezkireler, Menakıpnameler: 12. yüzyıldan sonra başta Mevlâna Celâleddin Rûmî ve Hacı Bektaş olmak üzere birçok veli Anadolu ya gelerek halkın Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasında önemli görevler yapmışlardır. Onlardan sonra Anadolu da Yunus Emre, Emir Sultan, Hamîd-i Veli, Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rûmî, Akşemseddin, Mahmud Paşa, Beşiktaşlı Şeyh Yahya, Aziz Mahmud Hüdâyî, Niyâzî-i Mısrî gibi birçok ünlü veli yetişmiştir. Bu velilerin örnek hayatları, başta kendi öğrencileri olmak üzere halk arasında mübalâğası gitgide artan bir üslûpla şifahî olarak anlatılmıştır. Sözlü anlatımın yanı sıra bazı velilerin hayatları, öğrencileri tarafından yazılı olarak da kaleme alınarak ebedîleştirilmek istenmiştir. Bu eserlere menâkıbnâme veya velâyetnâme adı verilir. Menakıpnamelerin bazılarında yalnızca bir veli, bazılarında da birden fazla veli konu edilmiştir. Bir veliyi konu edinen menakıpnamelerin en önemli örnekleri 15. ve 16. yüzyıllarda kaleme alınmıştır (İz 1996: 323). Menakıpnameler içeriklerinin yanı sıra, kaynaklarına göre de sınıflandırılabilir. Çünkü kimi yazarlar daha önceki yüzyıllarda yaşamış velilerin hayatlarını yazılı ve sözlü kaynaklara başvurarak anlatırlarken, kimileri de kendi hocalarının hayatlarını, müşahedelerine dayanarak anlatmışlardır. 18. asır menakıpname yazarları içinde Abdürrezzâk Nevres (ö. 1761-2) ismi ön plâna çıkmaktadır. 19. asır şairlerinden Osman Nevres le karıştırılmasını önlenmek için kendisine Nevres-i Kadîm denilmiştir. Nevres in Türkçe ve Farsça divanları vardır. Nevres, Menâkıb-ı Şeyh Vefâ veya Tuhfetü l-ahbâb adlarıyla anılan eserinde Zeyneddin Hafî (ö. 1434) tarafından kurulan Zeyniyye tarikatının Anadolu daki en önemli temsilcilerinden olan Şeyh Vefa (ö. 1491) nın hayatı ve kerametlerini anlatırken, Tuhfetü l-ihvân adlı eserinde Akşemseddin in menkıbelerini, Hediyyetü l-asdikâ adlı eserinde Emîr Buhârî nin hayatını, Tuhfetü s- Sürûr unda Ebussuud un hayatını, Menâkıb-ı Şeyh Cemâleddîn İshak Karamanî adlı eserinde de Şeyh Cemaleddin in hayatını anlatır (Aşkar 2001: 192-193, Levend 1998: 418, Ocak 1997: 63, İpekten vd. 1987: 372). Seyyid Hasîb-i Üsküdârî (ö. 1785), Seyyid Yahyâ nın Menâkıb-ı Şeyh Emîn Tokadî adlı eserinin müsveddelerini temize çekmiştir (Levend 1998: 422). Müstakimzade Süleyman Sa deddin de Menâkıb-ı İmâm-ı A zam adlı eserinde Ebu Hanife nin hayatını anlatır. Konusu bir veli olan menakıpnamelerin ikinci grubunu müşahedeye dayalı olanlar oluşturmaktadır. Otobiyografik bilgiler de içeren bu eserler, yazıldıkları dönemdeki sosyal hayatın aydınlatılmasında başvurulacak önemli kaynaklardandır. Ömer Nüzhet Efendi (ö. 1778), hocası Neccarzade Şeyh Rıza nın menkıbelerini Menkıbe-i Evliyâiyye fî Ahvâli r- Rızâ iyye adlı eserinde anlatır. Bu menakıpname eski harflerle 1272/1855 yılında İstanbul da basılmıştır (Güzel yty 429, İpekten vd. 1987: 344). İbrahim Has 1742 yılında kaleme aldığı Menâkıb-nâme-i Hasan Ünsî adlı eserinde hocası Hasan Ünsî (ö. 1724) nin hayatı ve menkıbelerini konu eder. Bir sûfinin gönül penceresinden İstanbul un temaşası olarak tanımlanan eser yazıldığı dönemin sosyal ve kültürel hayatına ışık tutması bakımından önemlidir (Tatcı 2002: 92). 18. asırda yalnız bir veliyi konu eden menkıbelerin yanında, herhangi bir bakımdan birbiriyle ilgili olan birçok velinin hayatını tezkire tarzında anlatan eserler de kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bu asırda menakıpname türü tezkire türüne iyice yaklaşmıştır. 3 Kendisini iyi yetiştirmiş fakat hiçbir resmî görev almamış olan Müstakimzade Süleyman Sa deddin (ö. 1787) konusu din adamları ve mutasavvıflar olan birçok biyografik eser kaleme 3 Daha önceki yüzyıllarda da İslâm dünyasında şöhret bulmuş velileri anlatan tezkireler kaleme alınmıştır. Bu eserler daha çok Tezkiretü l-evliyâ olarak tanınmıştır. Alî Şîr Nevâyî nin Nesâimü l-mahabbe si ve Sinan Paşa nın Tezkiretü l-eviyâ sı bu türün en önde gelen örneklerlerindendir. 14