ÜNİTE HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI İÇİNDEKİLER HEDEFLER HAK KAVRAMI. Prof.Dr.Fahrettin Korkmaz

Benzer belgeler
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

MEDENİ HUKUKUN BAZI TEMEL KAVRAMLARI

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

BORÇLAR HUKUKU KISA ÖZET HUK110U

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

MEDENİ HUKUKUN ALT DALLARI-TİCARET HUKUKU-ULUSLARARASI ÖZEL HUKUK. Dr. Öğr. Üyesi Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

Kiralananın Devri ve Sınırlı Ayni Hakka Konu Olması

MEDENÎ HUKUK MEDENÎ KANUNUN BAŞLANGIÇ HÜKÜMLERİ VE TEMEL KAVRAMLAR

1 Tarihimizdeki tek yumuşak anayasa aşağıdakilerden hangisidir? 1961 Cevap Aşağıdakilerden hangisi uyarınca tüm idari

EŞYA HUKUKU ZİLYETLİK VE TAPU SİCİLİ

EŞYA HUKUKU ZİLYETLİK VE TAPU SİCİLİ

AVUKAT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK EVLİLİK BİRLİĞİNİN KORUNMASI VE EVLİLİK BİRLİĞİNDE EŞLERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

1. Temel Mülkiyet ve Gayrimenkul Kavramları. 2. Tapu İşlemleri. 3. Türkiye de Kat Mülkiyeti Mevzuatı İle Site ve Bina Yönetimi

İZMİR BAROSU TAVSİYE NİTELİĞİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

İstihkak prosedürü sonunda, üçüncü kişinin bu hakkı kabul edilir, lehine sonuçlanırsa, o mal üzerindeki haciz kalkar veya mal o hakla birlikte

2017 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ

Hazırlayan: TACETTİN ÇALIK. Tacettin Hoca İle KPSS Vatandaşlık

HUKUKİ İLİŞKİLER VE HAKLAR

İçindekiler. Önsöz III BİRİNCİ KISIM. Genel Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM. Borç İlişkisinin Kaynakları BİRİNCİ AYIRIM. Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri

DAVA ARKADAŞLIĞI DAVAYA MÜDAHALE

2018 DİYARBAKIR BAROSU ASGARİ ÜCRET ÇİZELGESİ

A. SULH HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLEN DAVALAR

Dr. Öğr. Üyesi Gülşah VARDAR HAMAMCIOĞLU Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Anabilim Dalı

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN

Dr. Gülşah VARDAR HAMAMCIOĞLU. Medenî Hukuk ta Tasarruf İşlemi Kavramı

TÜRK HUKUK DÜZENİNDE MEVCUT YAPTIRIM TÜRLERİ. Dr.Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

Geçici Hukukî Korumanın Temelleri ve İhtiyatî Tedbir Türleri

KİŞİLİK HAKKI İHLÂLİNDEN DOĞAN VEKÂLETSİZ İŞGÖRME

İÇİNDEKİLER GİRİŞ KONUYLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR.1) KONUNUN TAKDİMİ, ÖNEMİ

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

HUKUKU KISA ÖZET KOLAYAOF

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

AVUKAT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

KEREM ÇELİKBOYA İstanbul Bilgi Üniversitesi Ticaret Hukuku Araştırma Görevlisi TİCARİ İŞLETMENİN DEVRİ

T.C ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Tapu Dairesi Başkanlığı

AVUK AT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ 4.700,00 TL

SAKARYA BAROSU Tavsiye Niteliğinde AVUKATLIK ÜCRET TARİFESİ

GÜLŞAH VARDAR HAMAMCIOĞLU Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi TÜRK MEDENİ KANUNU NA GÖRE YERLEŞİM YERİ

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/6 İŞYERİ DEVRİ İŞYERİ DEVRİNİN İŞÇİ ALACAKLARINA ETKİSİ

4.900,00 TL 5.500,00 TL

YARARI KALMAYAN YA DA AZALAN İRTİFAK HAKLARININ SONA ERMESİ (MK m. 785)

GAZİANTEP BAROSU DÖNEMİ AVUKAT-VEKİL ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

KENTSEL DÖNÜŞÜMDE KAT MÜLKİYETİ UYGULAMALARI İLE SINIRLI AYNİ HAKLAR VE ŞERHLER

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ ,00 TL ' den az olmamak üzere dava konusu giderilmesi) Davası

ESER SÖZLEŞMESİNDE ERKEN DÖNME

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

İZMİR BAROSU TAVSİYE NİTELİĞİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

AVUK AT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

DÖNEMİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ. A- SULH HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLEN DAVALAR 1 Kat Mülkiyeti

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI BİRİNCİ BÖLÜM

Prof. Dr. Süha TANRIVER Doç. Dr. Emel HANAĞASI

İlgili Kanun / Madde 818.S.BK/161

Yrd. Doç. Dr. Ali DEMİRBAŞ. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu nda ESER SAHİBİNİN MALİ HAKLARINA TECAVÜZ HALİNDE HAK SAHİBİNE SAĞLANAN HUKUKİ KORUMA

BELİRSİZ ALACAK DAVASI

7 Mirasçılık belgesinin iptali

DÖNEMİ AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ Malatya Barosu Yönetim Kurulu nun /47 sayılı Kararı ile

İZMİR BAROSU TAVSİYE NİTELİĞİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

Dr. Hediye BAHAR SAYIN. Pay Sahibi Haklarının Korunması Kapsamında Anonim Şirket Yönetim Kurulu Kararlarının Butlanı

AVUK AT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/ 2 ALT İŞVEREN MUVAZAA

AVUK AT - İŞ SAHİBİ ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ

Yrd. Doç. Dr. SENDİ YAKUPPUR TAPU KÜTÜĞÜNE GÜVEN İLKESİ

Dr. Ahmet NAR Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı TÜRK MİRAS HUKUKUNDA TENKİS

ORDU BAROSU BAŞKANLIĞI AVUKAT-VEKİLEDEN ARASINDAKİ EN AZ ÜCRET ÇİZELGESİ 2013 YILI BARO TAVSİYE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİDİR.

İlgili Kanun / Madde BK/66

EŞLER ARASINDAKİ MALVARLIĞI DAVALARI

ORMAN VE ARAZİ MÜLKİYETİ UYUŞMAZLIKLARI

KONU: AKARYAKIT DAĞITIM ŞİRKETLERİNİN BAYİ YATIRIMLARI NEDENİYLE UĞRADIKLARI ZARARLARA İLİŞKİN SEBEBSİZ ZENGİNLEŞME DAVALARI

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK. /18-21

BORÇLAR HUKUKU. 1-Aşağıdaki durumların hangisinde, sakat olan bir sözleşmenin iptal kabiliyeti söz konusudur? 2004/3

SEVGİ USTA VELAYET HUKUKU

İlgili Kanun / Madde 4857 S. İş. K/8

Menfi Tespit Davasında Görevli - Yetkili Mahkeme ve Yargılama Usulü. İcra Takibinden Önce ve Sonra Açılan Menfi Tespit Davası

Taksitle Satış Sözleşmesi (TBK 253 vd.)

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

TÜRK SÖZLEŞME HUKUKUNDA KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI

Konu Başlığı: Türk Vergi Sistemindeki Vergilerin Ekonomik Kaynağına Göre Tasnifi

EVLİLİK BİRLİĞİ DEVAM EDERKEN EŞLERİN GENEL HÜKÜMLER ÇERÇEVESİNDE AÇTIĞI MANEVİ TAZMİNAT DAVASI. Av. Nur Işın KÖROĞLU ERYİĞİT HUKUK BÜROSU / ANKARA

İÇİNDEKİLER BIRINCI BOLUM KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE TARIHSEL GELIŞIM

İÇİNDEKİLER. I. Bölüm

Dr. Ayşe ARAT KONUT SATIŞINDA ÜÇ KÖŞELİ İLİŞKİLERDEN DOĞAN SORUMLULUK

Edinilmiş mal sayılan değerler:

DAVACI : Nesrin Orhan Şahin vekilleri Av.Serap Yerlikaya ve Av.İlter Yılmaz

ERAY AKSIN ATAR FİKİR VE SANAT ESERLERİ HUKUKUNDA YAYMA HAKKI VE KORUNMASI

Prof. Dr. Zehra ODYAKMAZ Ümit KAYMAK İsmail ERCAN THEMIS İDARİ YARGI

TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI

İÇİNDEKİLER. KISALTMALAR...xv GİRİŞ...xvii BİRİNCİ BÖLÜM SORUMLULUK VE ZARAR KAVRAMLARINA GENEL BAKIŞ

M. Gözde ATASAYAN. Kamu Hizmetlerinin Süreklilik ve Düzenlilik İlkesi

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. HBYS Programı. Hukuk Başlangıcı Dersleri

Dr. MERVE ACUN MEKENGEÇ AYNÎ HAKLARDAN DOĞAN UYUŞMAZLIKLARDA UYGULANACAK HUKUK VE YETKILI MAHKEME

Prof. Dr. ALİ CEM BUDAK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Usul ve İcra-İflas Hukuku Anabilim Dalı İPOTEĞİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA TAKİP

İZMİR BAROSU TAVSİYE NİTELİĞİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

İZMİR BAROSU TAVSİYE NİTELİĞİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

SULH HUKUK MAHKEMELERİNDE GÖRÜLEN DAVALAR

Transkript:

HEDEFLER İÇİNDEKİLER HAK KAVRAMI Hakkın Tanımı ve Niteliği Hakların Tasnifi ve Çeşitleri Hakların Kazanılması ve Kaybı Hakların Korunması HUKUKUN TEMEL KAVRAMLARI Prof.Dr.Fahrettin Korkmaz Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Hak kavramını tanımlayabilecek Çeşitli hak sınıflandırmalarını bilecek Hakların türleri arasındaki farkı açıklayabilecek Hakların kazanılma ve kaybedilme şekilleri hakkında bilgi sahibi olacak Hakların korunma yollarını izah edebileceksiniz. ÜNİTE 3

GİRİŞ Hemen bütün insan ilişkilerinde, aynı zamanda da insan topluluklarının birbirleriyle ilişkilerinde belirleyici bir kavram olan hak, hukukun temel kavramlarından biri olarak belirmektedir. Bu ünitede her boyutuyla olmasa da hak kavramı üzerinde ayrıntılı olarak durulacaktır. HAKKIN TANIMI VE NİTELİĞİ Hukukun temel kavramlarının başında gelen hak, gerçekleşmesi sahibinin iradesine bağlı, hukuken korunan bir menfaat olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım, hak kavramının niteliğini izah eden teorilerin bir birleşimidir. Hakkın niteliğini izah etmeye çalışan teoriler 3 başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; irade teorisi, menfaat (çıkar) teorisi ve nihayet karma teoridir. Hak, gerçekleşmesi sahibinin iradesine bağlı, hukuken korunan menfaattir. İrade teorisine göre hak, hukuk düzeni tarafından kişilere tanınan irade kudretidir. İrade teorisi, bir kimsenin bir konuda hak sahibi olabilmesini, başkalarını kendi iradesine göre hareket etmeye zorlayabilmesine bağlamıştır. İrade teorisi, hakkı yalnızca dış görünüşüyle ele alması ve içeriğini belirtmemesinden dolayı eleştirilmiştir. Zira bu teori, irade kudretine sahip olmayanların; örneğin küçüklerin, ayırt etme gücüne sahip bulunmayanların, akıl hastalarının hak sahibi olamaması anlamına gelir ki bu doğru değildir. Çünkü irade kudreti bulunmayanlar da bu kudreti henüz kullanamayan küçükler de hak sahibi olabilmekte, hatta bazen insanlar iradelerinin rolü olmaksızın dahi hak elde edebilmektedirler. Küçük bir çocuğun, ölen babasının mirasçısı olabilmesi, kişiye hiç haberi olmaksızın bir vasiyetname yoluyla miras kalması buna en basit örnektir. Menfaat teorisi, hak kavramını izah etmeye çalışan ikinci teoridir. Bu teoriye göre hak, hukuk düzeni tarafından korunan menfaattir. İrade teorisinin karşıtı olan bu teori de, kişi iradesini göz ardı etmesi ve hukuk düzeni tarafından korunan her menfaati hak olarak nitelendirmesi yönlerinden eleştirilmiştir. Çünkü hukuken korunmayan menfaatler hak olarak kabul edilemez ise de hukuken korunan her menfaatin de hak olduğu söylenemez. Zira toplumda kişilerin belirli menfaatleri korunduğu hâlde, bu menfaatlerin korunmasına ilişkin doğrudan talep hakkı verilmeyen durumlar söz konusudur (Dural/Sarı, 2009: s.120). Mesela trafik kurallarına uyulmasında herkesin menfaati vardır, fakat trafik kuralları konurken kişilere bu anlamda hak tanınmamıştır. Kaldırıma park etmiş bir taşıtın kaldırılmasında yayaların menfaati var ise de bir yayanın o taşıtı zorla kaldırma veya taşıt sürücüsüne ceza kesme hakkı bulunmamaktadır. Bu konuda yetki, trafik kurallarını uygulayan kolluk görevlilerine verilmiştir (Güriz, 2006: s.50). Menfaat Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2

teorisi hakkın hem dış muhtevasını ihmal etmesi hem de kişi iradesini göz ardı etmesi sebebiyle de eleştirilmiştir. Karma teori, irade ve menfaat teorilerine yönelik eleştiriler üzerine bu iki teoriyi bir araya getirip telif eden bir görüş olarak ortaya çıkmıştır. Bugün çoğunlukla ve küçük farklarla genel kabul gören karma teoriye göre hak, hukuk düzeni tarafından korunan ve kullanılıp kullanılmaması sahibinin iradesine bırakılan çıkarlardır (Ayan, 2009: s.80). Hak kavramına ilişkin tanımları yeterli bulmayan ve eleştirenler bulunduğu gibi, Fransız Léon Duguit ve Avusturyalı Hans Kelsen gibi hak kavramını reddeden ünlü hukukçular da vardır. Hukukun hak sahibi olma yeteneği tanıdığı varlıklara kişi denir. Hakkın konusunu malvarlığı değerleri oluşturabileceği gibi kişilik hakları da oluşturabilir. Her hakkın bir sahibi vardır. Hukukun hak sahibi olma yeteneği tanıdığı varlıklara kişi denir. Kişi olmak, hukukta hak sahibi olabilmek, borç altına girebilmek, mahkemelerde davacı veya davalı olabilmek anlamına gelir. Kişi, insan (gerçek kişi) olabileceği gibi dernek, vakıf, sendika örneklerindeki gibi tüzel kişi de olabilir. HAKLARIN TASNİFİ VE ÇEŞİTLERİ Haklar, çok değişik yönlerden tasnife tabi tutulmaktadır. Öncelikle ilişkin oldukları veya düzenlendikleri hukuk alanından yola çıkılarak kamu hakları -özel haklar biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Hakkın niteliğine (ileri sürülebileceği çevreye göre) göre de haklar mutlak haklar-nisbi haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Haklar, konusuna (parasal değer taşıyıp taşımamalarına) göre malvarlığı hakları-şahıs varlığı (kişilik) hakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Devir kabiliyetlerine (el değiştirip değiştirilememelerine) göre haklar; devredilebilen haklar-devredilemeyen haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar; yenilik doğuran haklar-yenilik doğurmayan haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Hakların bağımsız olup olmaması yönünden bağımlı haklar-bağımsız haklar ayrımı söz konusudur. Haklar, kullanma yetkisi bakımından ise; şahsen kullanılması zorunlu (münhasıran şahsa bağlı) olan- şahsen kullanılması zorunlu olmayan haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Düzenlendikleri Hukuk Alanına Göre Haklar Kamu hukuku-özel hukuk ayrımının bir yansıması olarak haklar da kamu hakları (kamu hukukundan doğan haklar)-özel haklar (özel hukuktan doğan haklar) şeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Bu iki hak kategorisi arasında bir kısım nitelik farkları söz konusudur. Özel haklardan herkes yararlanabildiği hâlde kamu haklarından yararlanma bakımından yaş, vatandaşlık gibi bir kısım sınırlamalar Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3

öngörülmüştür. Örneğin seçilme hakkı bakımından belirli bir yaşa gelmiş olmak, Türk vatandaşı olmak gibi niteliklere sahip olmak gerekir. Özel haklara ehil olma bakımından ise kamu haklarındaki gibi bir sınırlama yoktur; bu haklardan yararlanmada kural olarak herkes eşittir. Özel hukuktan doğan haklar uzun bir tarihi geçmişe sahip olmaları dolayısıyla oturmuş, istikrar kazanmıştır. Kamu hukukundan kaynaklanan haklar ise henüz gelişimini sürdürmektedir. Öğretide kamu haklarını genel nitelikli kamu hakları ve özel nitelikli kamu hakları şeklinde ikiye ayırarak inceleyenler de bulunmaktadır. Bu ayrıma göre belli kişilerin kamu kuruluşları ile olan ilişkilerini düzenleyen kamu haklarına özel nitelikli kamu hakları denir. Devlet memurunun aylık hakkı ve ücretli izin hakkı buna örnektir. Bu haklar, taraf iradelerinden bağımsız olarak kanunlarla düzenlenmiştir. Genel nitelikli kamu hakları ise kamu kuruluşları ile hukukî bir ilişki içinde bulunma koşulu aranmaksızın, genel olarak kişilere sağlanan hukukî yetkilerdir (Gözübüyük, 2001: s. 158). Klasik anlamıyla hak, hukuk düzeni tarafından tanınan ve hukuken korunan bir menfaattir. Ancak insan hakları hukuk düzeni tarafından tanınıp korunmamış olsa dahi insanların sahip oldukları kabul edilen haklardır. Kamu hakları Alman George Jellinek tarafından yapılan tasnife paralel olarak 1982 Anayasası tarafından da kişinin hakları, sosyal ve ekonomik haklar, Siyasî haklar biçiminde üçlü bir ayrıma tabi tutulmuş ve bu hak kategorileri Anayasanın temel haklar ve ödevler başlıklı kısmında düzenlenmiştir. Kişinin hakları, bireyin serbestçe gelişmesini hedefleyen yaşam alanına devletin müdahale etmesini önleyen haklardır. Bu sebeple koruyucu haklar ya da devletin bu haklar karşısında negatif bir tutum sergileyip karışmama yükümlülüğü altında bulunmasından dolayı negatif statü hakları da denir. Bu haklara örnek olarak özel hayatın gizliliği, din ve vicdan hürriyeti, konut dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti gösterilebilir. Sosyal ve ekonomik haklar ise bireylere devletten olumlu (pozitif) bir tutum sergilemesini, devletin bazı hizmetleri yerine getirmesini isteme imkânı tanıyan haklardır. Bu sebeple isteme hakları ya da pozitif statü hakları olarak da adlandırılırlar. Bu haklar arasında sağlık hakkı, konut hakkı, sosyal güvenlik hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı sayılabilir. Anayasaya göre devlet bu hakları malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Siyasî haklar, bireylerin siyasal iktidarın kullanılmasını ve devlet yönetimine katılmasını sağlayan seçme, seçilme, siyasî parti kurma, kamu hizmetine girme ve dilekçe hakkı gibi haklardan oluşur. Bu haklara katılma hakları ya da aktif statü hakları da denir. Kamu hukukundan doğan bu hakların kamu hürriyetleri, temel hak ve hürriyetler gibi adlar altında anayasalar tarafından düzenlenen insan hakları olduğu belirtilir. Ancak bir terim olarak insan hakları, bütün bu hak isimlendirmelerinin ötesinde, onları aşan, daha geniş kapsamlı bir anlam ve içeriğe sahiptir. Şöyle ki insan hakları, insanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4

Bireysel Etkinlik Hak Kavramı kabul edilen haklardır. Bu yönüyle mevcudu değil ideali; olanı değil olması gerekeni ifade eder. Bireylerin yaşadıkları devletlerce bu hakların tanınıp tanınmadığına bakılmaksızın tüm insanların bu hakka sahip olduğu kabul edilir. Burada devlete düşen görev insan haklarını tanıma ve güvence altına almaktır. Oysa klasik anlamıyla hak; hukuk düzeni tarafından tanınan ve hukuken korunan bir menfaattir. Ancak insan hakları hukuk düzeni tarafından tanınıp korunmamış olsa dahi insanların sahip oldukları kabul edilen haklardır. Özel hukuktan doğan haklar, özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilerden dolayı ortaya çıkar ve bu ilişkileri düzenler. Daha ziyade medeni hukukun inceleme alanına giren özel haklara ilişkin sınıflandırma ve açıklamalara aşağıda yer verilecektir. Ancak belirtmek gerekir ki bazı haklar çeşitli yönleriyle hem kamu hukuku hem de özel hukuk tarafından ele alınabilmektedir. Bu haklara örnek olarak hem medeni hukuk hem de anayasa hukuku tarafından düzenlenen kişilik hakkı ve mülkiyet hakkı gösterilebilir. Sahip olduğunuz kamu hakları ve özel hukuk hakları neler olabilir, bunların arasında ne gibi nitelik farkları saptanabilir? Konularına Göre Haklar Haklar, konularının parasal bir değer taşıyıp taşımaması esasına göre malvarlığı hakları-şahıs varlığı (kişilik) hakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Gerçekten bazı haklar ekonomik bir değer taşımakta ve bu değer para ile ölçülmektedir. Para ile ifade edilen bu haklar, kişinin malvarlığını oluşturmaktadır. Malvarlığı (mamelek) üzerindeki bu haklara malvarlığı hakları denilmektedir. Malvarlığı hakları arasında mülkiyet hakkı, alacak hakkı, fikir ve sanat eserleri üzerindeki malî haklar sayılabilir. Bazı haklar parasal değil, kişisel ve manevi değer taşırlar. Bu haklar, malvarlığı haklarından farklı olarak devir ve miras yoluyla başkasına geçmez, hak sahibi tarafından şahsen kullanılabilirler. Kişinin ismi, resmi, şeref ve haysiyeti, sırları, özel hayatı gibi değerleri şahıs varlığı haklarına dâhildir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5

Devir Kabiliyetlerine Göre Haklar Devir kabiliyetlerine (el değiştirip değiştirilememelerine) göre haklar; devredilebilen haklar-devredilemeyen haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Hukuk düzeninde yer alan hakların bir kısmının, sahibi tarafından başkalarına devredilmesi mümkündür. Bu devir ya hak sahibinin iradesiyle, örneğin bir satım veya bağışlama sözleşmesi gibi bir hukukî işlemle olabileceği gibi, hak sahibinin ölümü neticesinde miras yolu ile dahi gerçekleşebilir. Genellikle malvarlığı hakları devredilebilen haklardır. Mülkiyet hakkı, alacak hakkı, rehin hakkı gibi haklar bu nevidendir. Ancak istisna olarak malvarlığı haklarından olmakla birlikte devredilemeyen haklar da bulunmaktadır. Bunlar arasında intifa hakkı, sükna hakkı, ana ve babaya tanınmış olan velayet altındaki çocuğun mallarından yararlanma hakkı (Ayan, s. 87) sayılabilir. İntifa ve sükna (oturma) hakları kişiye bağlıdır, belirli bir kişi lehine tanınabilir ve hak sahibi bunları başkasına devredemez, hak sahibinin ölümü ile son bulurlar (Dural/Sarı, s. 143). İntifa hakkı, menkuller, taşınmazlar, haklar ve malvarlığı üzerinde kurulabilen, sahibine ondan yararlanma ve onu kullanma hakkı veren bir irtifak hakkıdır. Sükna (oturma) hakkı ise bir binadan veya onun bir bölümünden konut olarak yararlanma yetkisi verir (Zeytin, 2008: s. 335). Hakların bir kısmı ise hukukî işlemlerle de, miras yolu ile de başkasına geçemez. Bu tür haklara devredilemeyen haklar denir. Bu tür haklar kişiye bağlı olup hak sahibi ölünceye dek varlıklarını devam ettirir, hak sahibi ölünce de kendiliğinden ortadan kalkar. Kural olarak kişi varlığı (şahıs varlığı) hakları devredilemez. Fikir ve sanat eseri sahibinin manevi hakları da devredilemeyen haklardandır (Ayan, s. 86). Kullanma Yetkisi Bakımından Haklar Hakların hak sahibi tarafından kullanılması doğal ve genel uygulama olmakla birlikte, bu hakların birçoğunun hak sahibi tarafından şahsen kullanılması zorunlu olmayıp yetkili kılınan başka bir kişi eliyle de kullanılabilmesi mümkündür. Buna karşın bir kısım hakların kullanılmasında mutlaka kişinin kendisinin karar vermesi, hakkın kullanılmasının hak sahibinin iradesine dayanması gerekir ki bu tür haklara münhasıran şahsa bağlı haklar (kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar) adı verilir (Oğuzman/Barlas, 2005: s. 123). Bizatihi malî bir mahiyet taşımayan (Akıntürk/Ateş Karaman, 2010: s. 37) bu haklar hak sahibinin kişiliğiyle yakından ilgili olup başka şahıslar tarafından kullanılamaz, başkasına devredilemez, miras yoluyla geçemez. Bu tür haklar özelikle kişiler hukuku, aile hukuku ve miras hukukunda düzenlenmiştir (Ayan, s. 87). Örneğin kişilik hakkının ihlali nedeniyle manevi tazminat davası açma, nişanlanma, nişanı bozma, evlenme, boşanma davası açma, evlat edinme, velayet hakkı, vasiyetname düzenleme gibi ölüme bağlı tasarrufta bulunma hakkı birer kişiye sıkı sıkıya bağlı haktır (Dural/Sarı; s. 145). Keza yargısal Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6

erginlik (kazaî rüşt) isteme, tıbbî müdahalelere izin verme, adın değiştirilmesini isteme, zina eden veya kötü muamelede bulunan eşi affetme, soybağını reddetme, evlilik dışı çocuğu tanıma, evlat edinilmeye rıza gösterme de bizzat hak sahibi tarafından kullanılabilen haklardandır (Ayan, s. 87). Tekrar belirtmek gerekir ki münhasıran şahsa bağlı hakların kullanılmasında önemli olan hakkın kullanılıp kullanılmayacağına hak sahibinin bizzat karar vermesidir. Hakkın kullanılmasına hak sahibi karar verdikten sonra örneğin dava açmak gerekiyorsa bunu bir temsilci (avukat) aracılığıyla yapabilir. Belirleyici husus, hakkın kullanılmasına karar verme yetkisinin bizzat hak sahibine ait ve onun iradesine tabi olmasıdır. Yoksa karar verildikten sonra buna ilişkin işlemlerin gerçekleştirilmesi için bir başkasına temsil yetkisi verilebilir. Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarda hakkı kullanma kararını alma konusunda yetkili bir temsilci tayin edilemez ve hakkın kullanılıp kullanılmayacağı kararı ona bırakılamaz ise de, ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin bu tür haklarını bizzat kullanamayacakları açıktır. Zira temyiz kudreti bulunmayanların bu konuda sağlıklı bir irade açıklama imkânları yoktur. İşte ayırt etme gücü bulunmayanların münhasıran şahsa bağlı haklarını kullanma yetkisi bir istisna olarak kanunî temsilcilerine tanınmaktadır. Örneğin bir akıl hastasının karısı, kocasının bu durumundan yararlanarak onu aldatıyorsa, kanunî temsilcinin boşanma davası açması kabul edilebilir (Oğuzman/Barlas, s.124). Aynı şekilde böyle bir ilişkiden doğmuş çocuk için soybağının (nesebin) reddi davasını açabilmek, bir bebeğin ameliyat edilmesi için gerekli izni verebilmek kanunî temsilci tarafından gerçekleştirilebilir (Ayan, s.88). Niteliğine (İleri Sürülebileceği Çevreye) Göre Haklar Mutlak haklar sadece kanun tarafından oluşturulur ve sayıları kanunda belirtilenlerle sınırlıdır. Kişilerin kanunda belirtilmemiş yeni bir mutlak hak türü meydana getirmeleri mümkün değildir. Haklar, niteliğine (ileri sürülebileceği çevreye göre) göre mutlak haklar ve nisbi haklar şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Mutlak hak-nisbi hak ayrımı, özel hukuka karakterini veren bir hususiyet taşıması sebebiyle üzerinde özel bir dikkatle durulmaya değer bir sınıflandırmadır (Tekinay, 1992: s. 132). Mutlak haklar Mutlak haklar, ilişkin oldukları kişiler ve eşya üzerinde sahibine en geniş hâkimiyet ve tasarruf yetkileri veren, herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara uyması ve bunları ihlal etmemesi zorunluluğunu içeren haklardır. Mutlak haklar sadece kanun tarafından oluşturulur ve sayıları kanunda belirtilenlerle sınırlıdır. Kişilerin kanunda belirtilmemiş yeni bir mutlak hak türü meydana getirmeleri mümkün değildir (Dural/Sarı; s. 123). Mutlak haklar ya kişiler üzerinde ya da eşya (mallar) üzerinde ortaya çıkar. Bu sebeple mutlak haklar kendi içinde eşya üzerindeki mutlak haklar-kişiler üzerindeki mutlak haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Üzerinde bireysel Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7

hâkimiyet kurulabilen ve ekonomik bir değer taşıyan cismanî varlıklara eşya denir (Dural/Sarı; s.123). Eşya (yahut mallar) da maddi mallar ve gayrı maddi mallar şeklinde ikiye ayrılır. Maddi mallar araba, ev, vazo gibi somut, elle tutulur, gözle görülür bir varlığa sahiptir. Maddi mallar üzerindeki haklara aynî haklar denir. Bir yağlı boya tablo, bir heykel, bir şiir gibi eser sahibinin hususiyetini taşıyan ve zihnî bir çabanın ürünü olan fikir ve sanat eseri üzerinde sanatçının hakkı (fikrî haklar) ile marka, patent gibi eserler üzerindeki mutlak haklar (ticarî ve sınaî mülkiyet hakları) ise gayrı maddi mallar üzerindeki mutlak haklardır ve bunlara da kısaca fikrî ve sınaî haklar adı verilir. Maddi mallar üzerindeki mutlak haklar mülkiyet (tam aynî hak) ve sınırlı aynî haklar (mülkiyetin dışındaki aynî haklar) şeklinde bir ayrıma tabi tutulur. Mülkiyet hakkı, eşya üzerinde sahibine en geniş yetkiler tanıyan mutlak haktır. Mülkiyet hakkı sahibi, malik olduğu nesne üzerinde kullanma, yararlanma, fiilen ve hukuken harcama yetkilerini elinde bulundurur (Hatemi, 2004: s. 115). Mülkiyet hakkı, üzerinde kurulu olduğu nesnenin cinsine göre menkul (taşınır) mülkiyeti ve taşınmaz (gayrimenkul) mülkiyeti olarak ikiye ayrılır. Sınırlı aynî haklar, mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkilerin tamamını değil bir veya ikisini kısmen ya da tamamen sağlar. Bu haklar irtifak hakkı, rehin hakkı ve gayrimenkul mükellefiyeti olmak üzere üçe ayrılır. İrtifak hakları, başkasına ait bir eşyayı kullanma veya ondan yararlanma yetkisi veren aynî haklardır. Rehin hakları ise, sahibine alacağın karşılığı olan borç ödenmediği takdirde rehin verilmiş olan eşyayı icra vasıtası ile sattırıp paraya çevirterek alacağını satış bedelinden alma yetkisini verir. Gayrimenkul mükellefiyeti; bir taşınmaz malikinin, sadece o taşınmazla sorumlu olmak üzere başka bir kimseye bir şey yapmaya veya vermeye mecbur bulunmasıdır (Akıntürk/Ateş Karaman, s.34). Şahıslar üzerindeki bazı haklar da herkese karşı ileri sürülebilmesi (herkesin bu haklara saygı göstermek yükümlülüğü altında olması) sebebiyle mutlak hak niteliğindedir. Kişiler üzerindeki mutlak haklar ya kişinin kendi üzerinde ya da başka bir şahıs üzerinde belirir. Kişinin kendi üzerindeki mutlak haklarının başında kişilik hakkı gelir. Kişinin kendi maddi ve manevi varlığı üzerindeki isim, resim, vücut bütünlüğü, sırları, şeref ve haysiyet gibi değerleri üzerindeki mutlak hakkı herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara saygı gösterme yükümlülüğü bulunan haklardandır. Diğer kişiler üzerinde de mutlak hak sahibi olmak mümkündür. Bunun en klasik örneğini, ana-babanın çocuğu üzerindeki velayet hakkı oluşturur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8

Nisbi haklar Nisbi haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Borç doğuran sözleşmelerden doğan alacak hakkı bu türden bir haktır. (Tekinay, s. 140). Borç ilişkilerinden doğan nisbi hakların yanı sıra az sayıda aile, eşya ve miras ilişkilerinden doğan nisbi haklar da vardır. Örneğin eşlerden birinin diğerinden sadakat ve destek olma yükümlülüğüne uygun davranmasını isteme hakkı, şahıs varlığına giren nisbi bir haktır (Oğuzman/Barlas, s. 116). Mutlak hak-nisbi hak ayrımı, pratik sonuçları olan önemli bir ayrımdır. Bu ayrımı somut örnek üzerinden açıklamaya çalışalım: Nisbi haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Ali, elektronik eşyaların satışı ve tamirinin yapıldığı bir dükkândan beğendiği bir televizyonu satın almak üzere dükkân sahibi Salih ile anlaşmıştır. Ali, televizyonu kumanda takılması için dükkânda bırakmış ve ertesi gün teslim alacağını belirtmiştir. Aynı gün daha sonra dükkâna gelen Ümit bu televizyona daha fazla fiyat teklif edince satıcı Salih, televizyonu Ümit e satarak teslim etmiştir. Bu örnek olayda Ali televizyonun mülkiyetini kazanmamıştır. Çünkü taşınır mallarda mülkiyet satım sözleşmesinin yapıldığı anda değil eşyanın teslim edildiği anda geçer. Televizyon kendisine teslim edilmediği için Ali, televizyonun daha önce kendisine satıldığından bahisle Ümit ten televizyonu kendisine teslim etmesini isteyemez. Çünkü satım sözleşmesinden doğan eşyanın mülkiyetinin devredilmesini (malın teslimini) isteme hakkı bir nisbi haktır ve sadece hukukî ilişkinin tarafı olan belli kişilere (bu olayda satıcı Salih e) karşı ileri sürülebilir. Oysa Ümit bu olayda teslimle mülkiyet hakkını elde etmiştir. Mülkiyet hakkı aynî bir haktır ve herkese karşı ileri sürülebilir. Dolayısıyla Ali nin kendisinden televizyonu talep etmesi hâlinde mülkiyet hakkına dayanarak teslim etmeyecektir. Bu olayda Ali, Borçlar Kanunundaki şartları gerçekleşmişse yalnızca satıcı Salih ten satımın gerçekleşmemesi sebebiyle uğradığı zararın tazminini isteyebilir. Çünkü Ali satım sözleşmesinden doğan nisbi hakkını yalnızca ilgili kişiye (bu olayda satım sözleşmesinin tarafı olan Salih e) karşı ileri sürebilir. Ümit ten talep edebileceği bir şey yoktur. Nisbi hakların bazılarının, tapuya şerh verilmek suretiyle etkisi kuvvetlendirilebilir, bu sayede ileri sürülebileceği çevre genişletilebilir. Tapu kütüğünde o taşınmazla ilgili şerh verilmiş olduğundan, sadece hukukî ilişkinin tarafına değil, o gayrimenkulün sonraki sahiplerine karşı da ileri sürülebilir. Belirtmek gerekir ki şerh işlemi nisbi hakkı bir aynî hak hâline getirmez. Tapuya şerh verilebilecek nisbi haklar arasında sözleşmeden doğan ön alım (şuf a), alım (iştira) ve geri alım (vefa) hakları, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi, taşınmaz satış vaadi, bağışlamadan dönme şartı, taşınmaz kira sözleşmesi, hâsılat kira sözleşmesi, rehinli alacaklının boşalan dereceye geçme hakkı yer alır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9

Amaçlarına (Kullanılmasının Etkisine) Göre Haklar Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar yenilik doğuran haklaryenilik doğurmayan (alelade) haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Bir kısım hakların kullanılması hâlinde hukukî hayatta bir yenilik söz konusu olmaz. Kullanılmaları mevcut hukukî durumu değiştirmeyen haklara alelade (yenilik doğurmayan) haklar denir. Meselâ, sahibi olduğunuz otomobili kullandığınızda, onun üzerinde sahip olduğunuz mülkiyet hakkını kullanmış, mülkiyet hakkının size sağladığı bir yetkiden istifade etmiş olursunuz, ancak mülkiyette veya herhangi bir hukukî ilişkide bir değişiklik meydana gelmez. Oysa öyle haklar vardır ki, sahipleri tarafından kullanıldıklarında ya yeni bir hukukî ilişki meydana gelir, ya mevcut bir hukukî ilişki değişir yahut da bir hukukî ilişki ortadan kalkar. Bu türlü haklara ise yenilik doğuran haklar (inşaî haklar) adı verilir (Tekinay, s. 147). Yenilik doğuran haklar, bir hukukî yetkiye istinaden tek taraflı bir irade beyanı ile kullanılır ve bu beyanın karşı tarafa varması ile hukukî sonuç doğurur. Yenilik doğuran haklar da kendi içinde kurucu yenilik doğuran haklar, değiştirici yenilik doğuran haklar ve bozucu yenilik doğuran haklar olmak üzere üçe ayrılır. Kurucu yenilik doğuran haklarda, hak sahibinin tek taraflı bir irade açıklamak suretiyle bu hakkını kullanması sonucunda yeni bir hukukî ilişki meydana gelir. Örneğin alım (iştira) hakkı, hak sahibine tek taraflı olarak, önceden belirlenen bir bedel karşılığında belirli bir eşyanın veya hakkın alıcısı olma imkânı tanıyan kurucu yenilik doğuran bir haktır. Alım hakkının kullanılmasıyla, karşı tarafın iradesine gerek olmaksızın bir satım sözleşmesi kurulmuş olur (Dural/Sarı; s. 151). Değiştirici yenilik doğuran haklar, sahibine mevcut bir hukukî durum üzerinde tek taraflı irade açıklamasıyla değişiklik yapma hakkı verir. Bu haklara örnek olarak seçimlik borçlarda seçim hakkı verilebilir. Mesela, fakülteyi birinci bitiren, ya bir dizüstü bilgisayar ya da iki haftalık tatil kazanacaksa burada seçme hakkına sahip olan kişi bu iki alternatiften birini tercih etmek suretiyle ifa edilecek edimin hangisi olduğunu belirleyerek, değiştirici yenilik doğuran hakkını kullanmış olacaktır. Burada ifa edilecek edimin belirli hâle gelmesi, sözleşme açısından yeni bir hukukî durum ortaya çıkaracaktır. Keza satım sözleşmesinde satılan malın ayıplı çıkması hâlinde, alıcının onu ayıpsız mal ile değiştirilmesini veya satış bedelinde indirim yapılmasını isteme hakkı değiştirici yenilik doğuran bir haktır. Hak sahibinin hakkını kullanması ile mevcut bir hukukî durumun tamamen ortadan kaldırıldığı haklar ise bozucu yenilik doğuran haklardır. Örneğin daha önce vekil tayin ettiğiniz avukatı vekillikten azletmeniz hâlinde ya da vekilin vekillikten istifa etmesi durumunda, bozucu yenilik doğuran bir hakkın kullanılması söz konusu olur. Yenilik doğuran haklar kanundan ya da sözleşmeden de kaynaklanabilir. Bu haklardan bazıları karşı tarafa doğrudan doğruya yöneltilen bir irade beyanı ile Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10

kullanılırken, bir kısmı dava açmak suretiyle kullanılabilir. Örneğin boşanma; evlilik ilişkisini sona erdiren bozucu yenilik doğuran bir haktır ve bu hak ancak mahkemede boşanma davası açılarak kullanılabilir. Yenilik doğuran hakların kullanılması kural olarak kayıt ve şarta bağlanamaz, bir defa kullanılmakla sona erer, kullanılıp sonuç doğurduktan sonra buna ilişkin işlem geri alınamaz. Bağımsız Olup Olmamasına Göre Haklar Hakların bağımsız olup olmaması yönünden bağımlı haklar-bağımsız haklar ayrımı söz konusudur. Hak sahibinin doğrudan doğruya sahip olduğu haklara bağımsız haklar denir. Bağımsız haklarda hak sahibi hakkı bir başka hakka sahip olması dolayısıyla elde etmemiş, hakka doğrudan sahip olmuştur (Kayar/Üzülmez, 2004: s.259). Mülkiyet hakkı, alacak hakkı, fikrî haklar bağımsız haklara örnek olarak verilebilir. Haklar genelde bağımsızdır (Serozan, 2008: s.229). Ancak bir kısım haklar bakımından hak sahipliği sıfatı, bir başka hakka sahip olunduğu yahut belirli bir hukukî ilişkinin tarafı bulunulduğu için kazanılmaktadır (Dural/Sarı; s.146). Diğer bir deyişle, hak sahipliği başka bir hak üzerindeki hak sahipliğine göre belirleniyorsa bağımlı haklar (bağlı haklar) söz konusu olur (Ayan, s.89). Bağımlı haklar; bağlı olunan hakkın niteliğine göre; eşyaya bağlı haklar, alacağa bağlı haklar, borç ilişkisine bağlı haklar, bir topluluğa mensup olmaya bağlı haklar gibi alt kategorilere ayrılır. Eşyaya bağlı haklar bir kişinin şahsı itibarıyla değil de bir mala malik olduğu için sahip olduğu haklardır. Eşyaya bağlı hakkın klasik örneğini geçit irtifakı oluşturur. Meselâ bir gayrimenkul üzerinde komşu taşınmaz lehine bir geçit irtifakı kurulmuşsa, eşyaya bağlı bir hak söz konusu olur. Lehine geçit irtifakı kurulan gayrimenkulün mülkiyetine kim sahip olursa irtifak hakkının maliki de o olur. Alacağa bağlı haklarda ise kişi alacak hakkına sahip olması dolayısıyla aynı zamanda başka bir hakka da sahip olmaktadır. Bunlara ferî haklar da denir. Örneğin bir alacağı teminat altına almak üzere kurulan rehin hakkı, alacak hakkının akıbetine tabi olur. Yani alacak hakkı kiminse rehin hakkı da onundur; alacak hakkının el değiştirmesi rehin hakkının da kendiliğinden el değiştirmesi sonucunu doğurur (Ayan, s.89). Bazı haklar ise alacağa değil, bir borç ilişkisinin tarafı olmaya bağlanmıştır. Mesela bir kira ilişkisinde kiralayanın sözleşmeyi fesih hakkı borç ilişkisine bağlıdır. Kiralayan, bu kira sözleşmesinden doğan kira bedeli alacağını başkasına devretmiş olsa dahi, kira akdini feshetme hakkı, borç ilişkisine bağlı olduğundan kendisinde kalır; devirle (temlikle) beraber alacağı devralan kişiye geçmez (Oğuzman/Barlas, s.126). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11

Bir hakkın sahibi olmanın bir topluluğun mensubu (örneğin derneğin üyesi veya şirketin paydaşı) olmaya bağlandığı durumlarda bir topluluğa mensup olmaya bağlı haklar söz konusu olur. Mesela, genel kurul toplantısına katılma hakkı, oy kullanma hakkı, sosyal tesislerden yararlanma hakkı, genel kurul kararlarına itiraz etme hakkı gibi haklar ilgili topluluğun mensubu olmaya bağlıdır. HAKLARIN KAZANILMASI VE KAYBI Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Hakların kazanılmasına veya kaybına sebep olan etkenler ya bir hukukî olay, ya bir hukukî fiil ya da bir hukukî işlemdir. Hakların Kazanılma Yolları Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Haklar, aslen, devren ya da tesisen olmak üzere başlıca üç şekilde kazanılır (iktisap edilir). Aslen iktisapta kişi bir hukukî olay veya kendi fiiliyle bir hakkın doğrudan doğruya sahibi hâline gelir. Hak, önceki hak sahibinin hakkına dayanılmaksızın, ilk elden, bir başkasının aracılığı olmaksızın aslen iktisap edilir. Örneğin ormanda avlanılan bir tavşan ya da denizden tutulan balıklar üzerindeki mülkiyet aslen kazanılmış olur. Bir eşyanın mülkiyetinin zamanaşımı yoluyla iktisabı da aslen kazanmadır. Devren kazanma ise bir hakkın önceki sahibinden ve genellikle onun katkısıyla kazanılmasıdır (Ayan, s.99). Devren iktisapta bir taraf hakkı kazanırken diğer taraf o hakkı kaybeder. Hakların devren kazanılması çoğunlukla bir hukukî işlemle gerçekleşir. Örneğin bir satım sözleşmesinde satıcı, satıp teslim ettiği şey üzerinde mülkiyet hakkını kaybederken, alıcı teslim aldığı şeyin mülkiyetini iktisap eder. Miras gibi bazı durumlarda ise mirasbırakanın malvarlığının tümü bir bütün (kül) hâlinde mirasçılara geçer. Burada olduğu gibi malvarlığının bütün aktif ve pasifiyle geçmesine küllî halefiyet (küllî intikal) denir. Malvarlığının bir parçasının başka birine devredilmesi hâlinde ise cüz î halefiyet (cüz î intikal) söz konusu olur. Bir şahsın sahip olduğu hakkı devretmeyip bu hakka dayanarak bir başkasına yeni bir hak sağlaması hâlinde hak tesisen kazanılmış olur (Oğuzman/Barlas, s.168). Mesela sahip olduğunuz gayrimenkul üzerinde alacaklınız lehine bir ipotek tesis ettiğinizde rehin hakkı sahibi hakkını tesisen kazanmış olur. Tesisen iktisapta, yeni ortaya çıkan hak sahipliğine rağmen önceki hak sahipliği varlığını devam ettirir (Ayan, s.100). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12

Hakların Kaybedilme Yolları Hakların kaybedilmesi bakımından mutlak kayıp-nisbi kayıp ayrımı yapılır. Buna göre bir hak hukukî olay, fiil ya da işlem sonucunda tamamen ortadan kalkıyorsa mutlak kayıp, tamamen ortadan kalkmayıp bir şekilde el değiştiriyorsa nisbi kayıp söz konusu olur. Örneğin değerli bir tablonun yanması hâlinde mutlak kayıp, başka birine satılarak devredilmesi hâlinde nisbi kayıp vardır. Hak sahibinin hakkını bilerek ve isteyerek sona erdirip erdirmemesi bakımından da iradî kayıpirade dışı kayıp şeklinde bir ayrım da yapılmaktadır. Örneğin malını satıp devreden kişi iradî olarak, malı kamulaştırılan kişi ise iradesi dışında o eşya üzerindeki hakkını kaybetmiş olur. Hak sahibinin ölümü şahıs varlığı haklarını sona erdirir. Hak konusu eşyanın telef olması, sahibi tarafından terk edilmesi ya da feragat edilmesi, özel mülkiyetten çıkması (kamulaştırılması), bazı haklar bakımından belirli bir zamanın geçmesi gibi hâllerde o şey üzerindeki özel hak kaybedilmiş olur. Hakların Kazanılmasında İyi Niyetin Rolü İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukî sonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukî sonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyet hakların kazanılmasında önemli rol oynayabilir. Şöyle ki, kanun aslında mevcut olan hukukî eksikliği ya da aksaklığı bilmeyen iyiniyetli kişiyi çeşitli sebeplerle korur; onun yararına hukukî eksikliğin ya da aksaklığın sonuçlarını kaldırır veya yumuşatır (Serozan, s.254). İyi niyet sadece malvarlığı haklarının değil istisnaî nitelikte de olsa aile hukuku, borçlar hukuku ve miras hukuku alanında da bazı hakların kazanılmasında, hüküm ve sonuç doğurmasında önem taşır. Örneğin, tamir için saatçi dükkânına bırakılmış bir saati o dükkândan satın alan bir kişinin, hakkın devrine engel olan hukukî eksikliği (saatçinin o saati satmaya yetkili olmadığını) bilmesine imkân yoktur. Zira aynı tür eşya satan dükkândan satın alınan malların onları satana ait olması hayat tecrübelerinin ve iş ilişkilerinin bir gereğidir (Akipek/ Akıntürk, 2007: s.149). Bu örnekteki durumda saati saatçiden satın alan adamın iyiniyeti korunur ve teslimle birlikte mülkiyeti kazanır. İyi niyetin korunmasını gerekli kılan sebeplerin en önemlisi, hukukî işlemlerde güvenilirliği sağlamaktır. İyi niyeti aranacak olan kişi, hakkı kazanacak olan kişidir. Ancak ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler bakımından kanunî temsilcisinin iyiniyetli olması yeterlidir. Hak temsilci aracılığı ile kazanılıyorsa hem temsil olunan hem de temsilcinin iyiniyetli olması gerekir. Tüzel kişilerde ise yürütme organının iyiniyetli olması gerekir. Yürütme organı birden fazla kişiden oluşuyorsa bunların hepsinin iyiniyetli olması aranır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13

İyi niyetin aranacağı zaman hakkın kazanılması anıdır. Evlenen çiftlerden birinin ayırt etme gücüne sahip olmaması durumunda diğerinin iyiniyeti evlenme akdinin imzalanması sırasında bulunmalıdır. Gerçeği sonradan öğrenmesi hâlinde kişinin iyiniyetli olması durumu olumsuz yönde etkilenmez. Önemli olan işlem sırasında iyiniyetli olmaktır. Bazı hâllerde ise bir anlık iyiniyet yeterli olmaz, iyiniyetin belli bir süre devam etmesi gerekir. Örneğin kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet hakkı kazanılması durumunda taşınırlarda 5 yıl taşınmazlarda 10 yıl boyunca iyiniyet aranır. Medeni Kanun un 3. maddesi, kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır hükmü ile hakkın kazanılması hâlinde, hakkı kazananın iyiniyetli olduğunu bir karine olarak kabul etmektedir. Bu durum bir karine olduğu için aksi ispat edilebilir. İspat yükü karinenin aksini iddia edene aittir. İyi niyetin tespitinde kişinin hukukî engeli bilmemesi ve bilecek durumda olmaması aranır. Burada nazara alınacak ölçü objektiftir. Yani somut olayın özelliklerine göre ortalama bir zekâya sahip, dürüst, güvenilir bir kişiden beklenecek özene göre değerlendirme yapılır. İyi niyetli olmak, bazen hak kazandırıcı, bazen sorumluluktan kurtarıcı, bazen bir hukukî statüyü kazandırıcı, kimi zaman da hakkın kapsamını genişletici rol oynayabilir. İyi niyetin bu etkilerini doğurabilmesi hiç şüphesiz kanunun bu konuda bir hüküm içermesine bağlıdır. Diğer bir deyişle iyiniyet ancak kanunun öngördüğü hâllerde ve ölçüde koruyucu rol oynar (Oğuzman/Barlas, s.177). Aksi hâlde hakkın kazanılmasında kanunun iyiniyete bir kıymet atfetmediği durumlarda iyiniyetin bu türden bir etkisi olmayacaktır. İyi niyetin etkili olduğu bazı durumlar ana hatlarıyla şöyledir: İyi niyet ancak kanunun öngördüğü hallerde ve ölçüde koruyucu rol oynar. Eşya hukuku bakımından, bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı ayni hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur. Medeni Kanunun 988. maddesinin bu hükmünde geçen emin sıfatıyla zilyed ibaresi taşınır (menkul) bir malın kira, rehin, tamir ya da saklama gibi bir amaçla geçici bir süre için kendisine bırakıldığı kişiyi ifade etmektedir. Bu anlamda eşya emanetçileri ve tamirciler emin sıfatıyla zilyeddir (Deryal, 2009: s.159). Bu durumda sahibinin elinden rızası ile çıkan menkul eşyanın mülkiyeti, zilyedin tasarruf yetkisi olmamasına rağmen hak kazanacak kişinin iyiniyetli olmasına bağlı olarak kazanılabilmektedir. Medeni Kanun un 989. maddesine göre zilyedinin elinden rızası dışında çıkan bir menkul malı, açık artırmadan, pazardan veya benzer eşya satanlardan alan iyiniyetli üçüncü kişi, ödenen bedelin verilmesi hâlinde, o şeyi iade etmek zorundadır. Bir menkul malın rıza dışında elden çıkması; unutma, çaldırma, kaybetme gibi bir yolla sahibinin arzusu dışında elinden çıkmasıdır. Ancak zilyedinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14

elinden rızası dışında çıkmış olsa bile para veya hamiline yazılı senetleri iyiniyetle elde eden kişiye karşı iade davası açılamaz (Deryal, s. 161). Kanun burada para veya hamiline yazılı senetler bakımından ticarî hayatta güveni sağlamak ve kamu yararını korumak amacıyla böyle bir istisna kabul etmiştir. Belirtmek gerekir ki para ve hamiline yazılı senetler dışındaki menkul mallarda, rıza dışında elden çıkma hâlinde iyiniyetli zilyedden 5 yıl içinde, kötü niyetli zilyedden ise süreyle sınırlı olmaksızın her zaman malın iadesi talep edilebilir. Gayrimenkuller yönünden Medeni Kanun un 1023. maddesi, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur hükmünü ihtiva etmektedir. Buna göre, tapuda bir taşınmazın maliki görünen kişinin gerçek hak sahibi olmadığını bilmeyen ve gerekli özeni gösterse dahi bilecek durumda olmayan kişi, gerçek malik olmadığı hâlde malik görünen bu kişinin tasarruf yetkisinin bulunmamasına rağmen kendisine tanıdığı aynî hakkı kazanır (Dural/Sarı; s.193). İyi niyet, haksız inşaat ve taşkın inşaat durumlarında da rol oynamakta, sınırlı da olsa eşya hukuku dışındaki alanlarda da koruyucu etki göstermektedir. Aile hukuku bakımından; evli bir kişinin ikinci evlilik yapması hukuken geçersizdir (bâtıldır) ve bu evliliğin iptali için gerek cumhuriyet savcısı gerekse menfaati bulunan diğer kişiler dava açabilir. Fakat böyle bir evliliğin iptaline karar verilmeden önce ölüm veya gaiplik gibi bir sebeple birinci evlilik ortadan kalkarsa ve ikinci evlilikteki eş iyiniyetli ise artık ikinci evliliğin iptaline karar verilemez, iyiniyetli ikinci eşin bu iyiniyeti korunur. Ayrıca batıl evlenmenin iptali hâlinde iyiniyetli eşin kazandığı kişisel durum da korunur. Örneğin evlenme kişiyi reşit kılar. 17 yaşındaki kişi evlenince ergin (reşit) olur. Evlenen eş iyiniyetli ise evlilik iptal edilse bile reşit statüsünü koruyacak, değilse kaybedecektir. Vatandaşlığın evlenme yoluyla kazanılması durumunda da aynı durum geçerli olacaktır. Dürüstlük kuralından ortalama zekâya sahip, makul, dürüst ve güvenilir bir kişiden beklenebilecek genel ve objektif bir davranış tarzı anlaşılır. İyi niyetin borçlar hukuku alanında alacağın temlikinde, sebepsiz zenginleşmede, iradî temsilde koruyucu etkisi söz konusudur. Keza miras hukuku bakımından ölüme bağlı tasarrufların iptali davası, iyiniyetli ve kötüniyetli davalılara karşı farklı (iyiniyetli davalıya karşı 1 ve 10 yıllık, kötü niyetli davalıya karşı 20 yıllık) zamanaşımı sürelerine tabidir. Hakların Kullanılmasında Dürüstlük İlkesi Türk Medeni Kanunu nun 2. maddesinin ilk fıkrası herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır hükmünü içermekte, aynı maddenin ikinci fıkrası ise bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağını belirtmektedir. Bu maddede biri dürüstlük kuralı, diğeri kötüye kullanma yasağı olmak üzere iki temel ilkeye yer verilmektedir. Kanun, hakların kullanılmasında ve borçların ifasında dürüst davranmayı bir yükümlülük olarak öngörmüş, ancak bunu tanımlamamıştır. Doktrin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15

ve mahkeme içtihatlarına göre dürüstlük kuralından ortalama zekâya sahip, makul, dürüst ve güvenilir bir kişiden beklenebilecek genel ve objektif bir davranış tarzı anlaşılır. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumdaki hâkim ahlâki ölçülere, geçerli âdetlere, hakları elde eden kişilerin amacına göre belirlenir (Oğuzman/Barlas, s.184). Dürüstlük kuralına, kanun hükümlerinin yorumlanmasında ve boşlukların doldurulmasında, kanuna karşı hilenin önlenmesinde, hukukî işlemin yapılması, yorumlanması ve tamamlanmasında, borçların doğumunda, sözleşmelerde değişiklik yapılmasında (uyarlanmasında) veya sözleşmenin sona erdirilmesinde müracaat edilir. Hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı ile hakları kötüye kullanma yasağı arasında sıkı bir ilişki vardır. Öyle ki bu iki kavramın bir madalyonun iki yüzü gibi olduğu, hakkını kullanırken dürüst davranmayanın hakkını kötüye kullanmış sayılacağı; bunun da hukuk düzenince himaye edilmeyeceği, böylece bu iki kuraldan ikincisinin birincisinin yaptırımı olduğu ifade edilmektedir (Dural/Sarı; s.197). Hemen her hakkın kötüye kullanılabilmesi mümkündür. Hakkın kötüye kullanıldığını önceden belirleyebilecek genel ölçütlerin konulması ise zordur ve hakkın kötüye kullanılmış olup olmadığı her somut olayın özellikleri ve şartlarına göre ayrıca belirlenir. Ancak bir hakkın meşru bir menfaat olmaksızın sırf başkasını zarara sokup güç durumda bırakmak ya da haksız kazanç elde etmek üzere kullanılması, hakkın kullanılmasının sağlayacağı menfaat ile başkasına vereceği zarar arasında aşırı bir dengesizlik olması, hakkını kullanırken kendi ahlâka aykırı davranışına dayanılmış olması, karşı tarafta uyandırılan güven duygusuna aykırı davranılması hakkın kötüye kullanıldığına dair bir işaret oluşturur (Deryal, s.164-165). Öğreti ve uygulamada hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilen bazı örneklere temas etmek gerekirse; sırf başkasının deniz manzarasını kapatmak için bahçe duvarı üzerine ağaç çit yapılması, Fransız Yargıtayının bir kararına konu olan olayda hava alanına ve bir şirketin hangarlarına çok yakın olan arazisini o şirkete yüksek bedelle satmak için arazisine uçakların havalanmasını engelleyebilecek uzun direkler dikilmesi, İsviçre Federal Mahkemesinin bir kararına konu olan olayda kocasından boşanmış kadının nafaka almaya devam etmek için sevgilisi ile evlenmeyip metres hayatı yaşayarak nafaka alması hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmiştir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16

HAKLARIN KORUNMASI Kişinin hakkının ihlal edilmesi durumunda hakkın korunması zorunluluğu doğar. Hak, hukuk düzeni tarafından, yani devletin yetkili organları tarafından korunur. Hakkın korunması değişik şekillerde olabilir. Kural olarak hakların korunması devletin yetkili organları aracılığıyla gerçekleştirilir. Kendiliğinden hak alma (bizzat ihkak-ı hak) günümüz modern toplumlarında ve hukuk düzenlerinde yasaklanmış olmakla birlikte, istisnaî olarak hakkın hak sahibi eliyle korunabileceği durumlar da vardır. Hakların Hak Sahibinin Eliyle Korunması Hakların korunmasında kural devlet eliyle korunma olmakla birlikte istisnaî olarak kişinin kendi eliyle hakkını korumasına izin verilen durumlar vardır. Bunlar; meşru müdafaa, zorunluluk (ıztırar) hâli ve hakkını korumak için kuvvet kullanmadır. Meşru müdafaa (haklı savunma); bir kimsenin gerek kendisinin gerekse başkasının şahsına veya malvarlığına karşı yapılan bir saldırıyı bertaraf etmek için tecavüzde bulunan kimseye karşı kuvvet kullanmaktır. Borçlar hukuku bakımından meşru müdafaa hâlinde, meşru müdafaada bulunanın bu eylemi hukuka aykırı sayılmaz ve saldırgana zarar verilmişse tazmin gerekmez. Ceza hukukunda da meşru müdafaa bir hukuka uygunluk sebebidir. Özel hukuk bakımından meşru müdafaadan söz edebilmek için şahıs varlığı veya malvarlığına yönelik bir saldırı söz konusu olmalı, saldırı fiilen başlamış olmalı, saldırı fiili hukuka aykırı olmalı, savunma saldırgana karşı yapılmalı, savunma saldırıyı savuşturmaya yetecek araç ve hareketlerle sınırlı olmalıdır (saldırı ile savunma arasında orantı olmalıdır). Zorunluluk (ıztırar) hâli, bir kişinin kendisinin veya başkasının şahıs varlığı veya malvarlığı değerlerine yönelik derhal meydana gelecek bir tehlikeyi bertaraf etmek için tehlikeyle ilgisi bulunmayan bir kişinin malına zarar verilmesidir. Örneğin kuduz bir köpeğin saldırısından korunmak için bir evin kapısını ya da bir dükkânın camını kırıp içeri girerek kurtulan kişinin zorunluluk hâli içinde bulunduğu söylenebilir. Zorunluluk (ıztırar) hâlinden bahsedebilmek için şahıs varlığı veya malvarlığı değerlerine yönelik ve derhal meydana gelecek bir tehlike mevcut olmalı, sakınılmak istenen zarar veya tehlikeden korunmak için üçüncü bir kişinin malına zarar verme bakımından bir kaçınılmazlık olmalı, önlenmek istenen tehlike veya zarar ile üçüncü kişinin mallarına verilecek zarar arasında bir denge (orantı) olmalıdır. Zaruret hâli durumunda meşru müdafaadan farklı olarak zarar görene hakkaniyete uygun bir tazminat ödeme söz konusudur. Ceza hukuku bakımından da zorunluluk hâlinde faile ceza verilmez. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17

Kendi hakkını korumak için kuvvet kullanma da istisnaî olarak kişinin hakkını kendi eliyle koruyabileceği durumlardan biridir. Bunun için hukuk düzenince kişiye tanınmış bir hak olmalı ve hakkın korunması ihtiyacı doğmalı, devletin yetkili organlarının zamanında müdahalesi mümkün olmamalı, hakkın korunması için başka yol olmamalı, kullanılan kuvvet elverişli ve dengeli olmalıdır. Kuvvet kullanmaya örnek olarak, kira bedelini almaya giden mal sahibinin, kiracının evi boşaltıp kaçmak üzere olduğunu görmesi hâlinde kira bedelinin karşılanması amacıyla kiracının bazı eşyalarını kiracının elinden zorla alabilmesi ya da otel parasını ödemeden gitmeye çalışan müşterinin eşyasına otelcinin el koyması gösterilmektedir. Benzer şekilde, Medeni Kanuna göre, zilyet her türlü gasp ve saldırıyı kuvvet kullanarak defedebilir. Kuvvet kullanma, belirtilen şartlar çerçevesinde gerçekleştirilirse tazminat ödeme sorumluluğu doğmaz. Hakların Devlet Eliyle Korunması Talep, borçluya ya da hakkını ihlal edene karşı şahsen kullanılan bir yetkidir. Dava da talebin yargı organı aracılığıyla kullanılması olarak da nitelendirilebilir. Bir kimse hakkını elde etmek veya mevcut bir ihlali durdurmak için devlete başvurmadan önce hakkına riayet edilmesini talep edebilir. Talep, borçluya ya da hakkını ihlal edene karşı şahsen kullanılan bir yetkidir. Talep sonucunda istenen sonuç elde edilirse başka yollara başvurma ihtiyacı doğmadan hak korunmuş olur, ancak hakkını elde etmek için talep hakkını kullanan fakat bir sonuç alamayan hak sahibi hakkının korunması için devletin yargı organlarına başvurur. Bu başvuruda bulunma hakkına dava hakkı denir. Dava, talebin yargı organı aracılığıyla kullanılması olarak da nitelendirilebilir. Belirtmek gerekir ki dava açılabilmesi için önce talep hakkını kullanma zorunluluğu yoktur. Kişi talebin sonuçsuz kalacağına inanıyorsa doğrudan dava açabilir. Dava çeşitleri Hukukta dava bir usul hukuku işlemidir ve davaların çeşitleri bulunmaktadır. İlişkin olduğu yargı kolundan hareketle hukuk davaları, ceza davaları, idari davalar gibi tasnifler söz konusudur. Özel hukukla, bilhassa medeni hukukla ilgili davalar eda davası, tespit davası ve yenilik doğuran (inşaî) dava olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır. Eda davasında davacı; davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi yapmaktan kaçınmaya veya bir şeyi vermeye mahkûm edilmesini mahkemeden talep eder. Eda davalarında davacının lehine karar verilirse öncelikle dava konusu hakkın varlığı tespit edilir, sonra da tespit edilen bu hakka uygun olarak davalının bir edada bulunmasına hükmedilir. Eda davası konularına göre farklı isimler alır. Bir zararın tazmini için açılan eda davalarına tazminat davası, mülkiyet hakkına dayanarak bir eşyanın geri verilmesi isteniyorsa açılan eda davasına istihkak davası denir. Tespit davaları, taraflar arasında bir hukukî ilişkinin veya hakkın mevcut olup olmadığının tespiti için açılan davalardır. Bu dava sonucunda sadece belirli bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18

hakkın veya hukukî ilişkinin mevcut olup olmadığına dair bir tespit hükmü verilir. Tespit davasının açılabilmesi için bu davanın açılmasında davacının menfaatinin bulunduğunun ispatlanması gerekir. Tespit davaları da ikiye ayrılır. Mevcut bir hukukî ilişkinin varlığının tespitine ilişkin tespit davalarına müspet (olumlu) tespit davaları, hukukî bir ilişkinin yokluğuna ilişkin tespit davalarına menfi (olumsuz tespit) davaları denir. Tespit davası sonucunda verilen hüküm bu konuda ileride çıkabilecek bir uyuşmazlıkta kesin delil teşkil eder; cebrî icrası söz konusu değildir. Yenilik doğuran davalar, bir hukukî durumun meydana getirilmesi, değiştirilmesi veya sona erdirilmesi için açılan davalardır. Bunlara inşaî davalar da denilir. Davacı hukukî ilişkiyi kurma, değiştirme, ortadan kaldırma hakkını kural olarak tek taraflı kullanır. Boşanma davası bu davalara örnek gösterilebilir. Davada ispat İspat, davacının iddiası ve davalının savunmasının dayandığı olguların var olup olmadığı konusunda karar verecek olan mahkemeyi usulüne uygun şekilde ikna etme işlemidir. Bir olgunun ispatı için kullanılan vasıtalara ise delil denir. İspat, davacının iddiası ve davalının savunmasının dayandığı olguların var olup olmadığı konusunda karar verecek olan mahkemeyi usulüne uygun şekilde ikna etme işlemidir. Bir olgunun ispatı için kullanılan vasıtalara ise delil denir. Medeni Kanun un 6. maddesi kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür demektedir. Tabiî bu durum kural olmakla birlikte istisnaları da mevcuttur. Normal durumun aksinin ispatı: Normal bir duruma dayanan tarafın bu iddiasının ispatı gerekmez. Örneğin evlilik birliği içinde doğan çocuğun babası kocadır. Bu durumda ispat yükü normal durumun aksini ispat edene düşer. Herkesçe bilinen vakıalar: Herkesçe bilinen vakıalara dayanan kişi bunu ispat etmekle yükümlü değildir. İspat yükünün kanunla belirlendiği hâller: Bu durumda ispat yükü özel kanun hükümlerinde yazılı kimseye düşer. Örneğin sözleşmeyi yerine getirmeyen borçlunun bundan doğan zararı ödemekten kurtulabilmesi için kendisine hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat etmesi gerekir. Karineler: Belirli bir olaydan, belli olmayan bir olaya ilişkin çıkarılan sonuçtur. Karinenin önemi ise karineye dayanan taraf kural olarak iddiasını ispat etmiş sayılır. Kanun tarafından çıkarılan sonuçlara kanunî karine denir. Kanunî karineler davada hangi tarafın lehine kabul edilmiş ise o taraf ispat yükümlülüğünden kurtulur. Örneğin hata, hile veya tehdit ile iradesi sakatlanan kişi bir yıl içinde sözleşmeyi feshetmezse, sözleşmeye onay vermiş sayılır. Adi karineler ise aksi ispat edilebilen karinelerdir. Örneğin taşınmazlarda tapu sicilindeki tescil mülkiyete karinedir. Resmî sicil ve senetlere dayanan iddiaların ispatı: Senet bir kimsenin kendisi aleyhine delil teşkil etmek üzere serbest iradesiyle meydana getirdiği belgelerdir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19

Tartışma Hak Kavramı Resmî siciller ise devlet memurları veya devlet görevlileri tarafından tutulan kütüklerdir. Medeni Kanun un 7. maddesine göre resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, herhangi bir şekle bağlı değildir. Türk hukukunda resmî senet düzenlemeye yetkili makamlar sulh hukuk hâkimi, tapu memuru ve noterdir ancak genel yetkili makam noterdir (Ayan, s.201). İkrar: Bir tarafın mahkeme nezdinde diğer tarafın iddia ettiği olguların doğru olduğunu beyan etmesidir. İkrar edilen husus üstünde tartışma yapılmaz ve ikrar, yapan aleyhine kesin delil oluşturur. Cebrî icra Dava, davacının lehine veya aleyhine sonuçlanabilir. Dava sonunda verilen mahkeme kararına (ilama) uygun davranılması gerekir. İlamın gereğini yerine getirmekle yükümlü kişi bunu kendi rızası ile yaparsa hak sahibi hakkına kavuşmuş olur ancak buna yanaşmaması hâlinde ilgili hakkında devletin yetkili organları (icra ve iflas daireleri) aracılığıyla cebrî icra (zorla yerine getirme) yoluna başvurulur. Sadece borçlar değil örneğin çocuğun teslimine ilişkin mahkeme kararının icra edilmesi gibi diğer mahkeme kararları da cebrî icraya konu oluşturabilir. Sizce devlet, hakları korumak için nasıl bir hukukî düzen kurmalıdır? Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan tartışma forumu bölümünde paylaşabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Özet Hak Kavramı Hak, hukukun temel kavramlarının başında gelir ve gerçekleşmesi hak sahibinin iradesine bağlı, hukuken korunan bir menfaat olarak tanımlanır. Hakkın konusunu malvarlığı değerleri oluşturabileceği gibi kişilik hakları da olabilir. Her hakkın bir sahibi vardır. Hukukun hak sahibi olma yeteneği tanıdığı varlıklara kişi denir. Hukukta gerçek kişi (insanlar) ve tüzel kişi olmak üzere başlıca iki tür kişi söz konusudur. Haklar, çeşitli açılarda muhtelif sınıflandırmalara tabi tutulmaktadır. Öncelikle ilişkin oldukları veya düzenlendikleri hukuk alanından yola çıkılarak kamu hakları (kamu hukukundan doğan haklar), özel haklar biçiminde bir ayrım yapılmaktadır. Hakkın niteliğine (ileri sürülebileceği çevreye göre) göre mutlak haklar ve nisbî haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Haklar, konusuna (parasal değer taşıyıp taşımamalarına) göre malvarlığı hakları - şahıs varlığı (kişilik) hakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Devir kabiliyetlerine (el değiştirip değiştirilememelerine) göre haklar devredilebilen haklar ve devredilemeyen haklar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Amaçlarına (kullanılmasının etkisine) göre haklar yenilik doğuran haklar ve yenilik doğurmayan haklar ayrımına tabi tutulmaktadır. Hakların bağımsız olup olmaması yönünden bağımlı haklar ve bağımsız haklar ayrımı söz konusudur. Haklar, kullanma yetkisi bakımından ise şahsen kullanılması zorunlu (münhasıran şahsa bağlı) olan ve olmayan haklar şeklinde tasnif edilmektedir. Mutlak hak-nisbî hak ayrımı, özel hukuka karakterini veren bir hususiyet taşıyan ve pratik sonuçları olan önemli bir ayrımdır. Mutlak haklar, ilişkin oldukları kişiler ve eşya üzerinde sahibine en geniş hâkimiyet ve tasarruf yetkileri veren, herkese karşı ileri sürülebilen, herkesin bunlara uyması ve bunları ihlal etmemesi zorunluluğunu içeren haklardır. Nisbî haklar, mutlak haklardan farklı olarak herkese karşı değil, ancak belli kişilere karşı ileri sürülebilen haklardır. Bir hakkın, bir hak süjesine (kişiye) bağlanmasına, böylece o hakkın sahibi durumuna gelmesine hakkın kazanılması (iktisabı); hakkın sahibinden ayrılıp onun malvarlığı veya şahıs varlığı çevresinden çıkmasına ise hakkın kaybı denir. Hakların kazanılmasına veya kaybına sebep olan etkenler ya bir hukukî olay, ya bir hukukî fiil ya da bir hukukî işlemdir. Haklar, aslen, devren ya da tesisen olmak üzere başlıca üç şekilde kazanılır. Hakların kaybedilmesi bakımından mutlak kayıp-nisbî kayıp ayrımı yapılır. Hak sahibinin hakkını bilerek ve isteyerek sona erdirip erdirmemesi bakımından da iradî kayıp- irade dışı kayıp şeklinde bir ayrım da yapılmaktadır. İyi niyet, hâlin gerektirdiği özeni göstermiş olmasına rağmen bir hakkın kazanılmasına veya diğer bir hukukîsonucun meydana gelmesine engel olan bir eksikliği ya da olguyu bilmemek ya da bilebilecek durumda olmamaktır. İyi niyet hakların kazanılmasında önemli rol oynayabilir. Türk Medeni Kanunu herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır hükmünü içermekte, bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağını belirtmektedir. Kişinin hakkının ihlal edilmesi durumunda hakkın korunması zorunluluğu doğar. Hakların korunmasında kural devlet eliyle korunma olmakla birlikte istisnai olarak kişinin kendi eliyle hakkını korumasına izin verilen durumlar vardır. Hakkın sağladığı talep yetkisinin yargı organı aracılığıyla kullanılması dava açmak şeklinde karşımıza çıkar. Medeni hukukla ilgili davalar, eda davası, tespit davası ve yenilik doğuran (inşaî) dava olmak üzere üç kategoride ele alınmaktadır. Davada davacının hakkına temel olarak ileri sürdüğü olgu ve olaylara iddia, davalının buna mukabil ileri sürdüğü olgu ve olaylara ise savunma denir. Davada inkâr, itiraz, def î gibi savunma vasıtaları mevcuttur. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Dava sonucunda verilen hükmün gereğini yerine getirmeye rızasıyla yanaşmaması hâlinde ilgili hakkında devletin yetkili organları (icra ve iflas daireleri) aracılığıyla cebrî icra (zorla yerine getirme) yoluna başvurulur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21