Kaleme Gelen SÖZE BAŞLARKEN Galiba, işin içine gönlünü de koymaya çalışan bir felsefe adamının duyabileceği en yüksek hazlardan biri de, şimdi artık yetkin birer bilim ve düşünce insanı olmuş öğrencileri ile sohbet hâlinde olmaktır. Çünkü burada sadece kavram açılımları, sistem arayışları değil; fakat, tasavvuf geleneğimizde olduğu gibi, birlikte bir inşa da söz konusudur. İnşa, felsefî diyalog seviyesinde, ana sual alanlarının keşfi, nüansların belirlenmesi şeklinde sürdürülebilir. Ama sohbet de, tefekkürün bundan biraz daha derinleşerek açıldığı bir birlikte oluş ve birlikte seyir vardır. Her hâlde tasavvufî sohbetin aynı zamanda muhabbet ortamı oluşturması, burada şahsın, kendisini yekdiğerinin tuttuğu aynada fark ederek bütün bir yaratılışın mânâ sıyla âhenk kurmaya yönelmesi dolayısıyladır. İşte, can öğrencilerim den olan Fulya Avcı Bayraktar ve Levent Bayraktar ile yaptığım konuşmalar, bende böylesi bir muhabbet tadı uyandırmıştır. Zira burada, sadece kavramların ve problemlerin söze getirilişi değil, kendimize ilişkin entelektüel ve varoluşsal (ekzistansiyel) söze gelişler de vardır. Meğer bu söze gelişler bir de kaleme geleceklermiş. Kitap hâlinde yayınlanan konuşma kayıtları bunu göstermektedir. xvii
İnsan her şeyden önce bir farkındalık, yani bir bilinç varlığıdır. Yaşayarak bütünleştiği her türlü olgu, anlamlar ve değerler dünyası adına özümsediği her türlü hâdise, bu sefer kendi çabasıyla düşünce ve hareket plânına aktarılarak, tazelenir, yeniden üretilir. Bunun sırrı bilincin her şeye, hatta kendisine bile gerekli ve yeterli mesafe yi alabilmesindedir. Bu mesafe alınabilmelidir ki, anlam ve değer oluşabilsin. Elbette burada, mesafe nin, kopukluk şeklinde algılanmaması gerekmektedir. Eğer böyle olur ise, bütün bir insanlık ile birlikte, biliş ve barış kurarak oluşturabileceğim anlam ve değer dünyam büsbütün ortadan kalkar. Bu, beşeri hayat ortamında, içinde nefes alıp verdiğim kültürel değerler, düşünce gelenekleri ve kendimi ifade etmeme imkân veren dil için de böyledir. Çağdaş felsefî yöntemler arasında, özellikle Fenomenoloji nin bize öğrettiği paranteze alma, dış olaylar dünyasını kısa bir süre için askıya alarak, yaşayan insan ve algılayan bilinç olarak kendini mesafeye çekebilme işlemidir. Ama bu, içinde yer alınan tarihî ortamı, somut anlamda var olan bireysel ve toplumsal vaziyet alışları ya da olup bitenleri yok saymak değildir. Fakat onlarla öyle bir yeniden birliktelik ve onları öyle bir yeniden algılayış imkânıdır ki, burada oluşan mesafe; anlamı, değeri, yorumu beraberinde getirir. Hatta evrenin ve insanlığın bir şekilde sorumluluğunu yüklenebilmek adına bizde etik bir vicdan oluşturur. Böyle bir bilinç mesafesi, hayatla ve yekdiğerlerimiz ile yeni bir bütünlük kurma bakımından fevkalade doğurgandır. xviii
İşte bir bakıma felsefe, bu mesafenin adıdır. Eğer biz, bu gün adına kendi medeniyet dünyamızın bize kazandırdığı temel değerler üzerinden iç ve dış farklılıkları kucaklayabilecek, evrensel yönelimli felsefî bir bilinç elde etmek istiyor isek, yine kendimize yabancılaşmadan bu mesafeyi alabilmeliyiz. Bu, kendimizi, hem yaşanan zamanın, hem de her an oluşmaya devam eden dünyanın aynasında yeniden idrak edebilmenin yoludur. Dahası, farklı olanlarla iletişim hâlinde tazelenerek tarihin içinde bir özne olarak yer alabilmenin imkânıdır. Elbette bunun, topyekûn genel bir kültürel tavır için olduğu kadar, bu kültürün bünyesinde yoğrulan derûni ve âlemşumul açılımlı ferdî şahsiyet varlıklarımız için de anlamı büyüktür. O halde neden, temel düşünce, sanat ve inanç geleneklerimizin başında gelen tasavvuf tefekkürü nü, onun değerini, bu gün adına yeniden keşfetmek doğrultusunda, felsefî yaklaşımla ele almayalım? Belki de bu, sadece felsefe bakımından değil, bir de ayrıca tasavvufî tarzın felsefeyle bir âhenk oluşturması açısından da zenginleştirici olacaktır. Ayrıca bu gayret, İslâm ın, kendi uslûbumuzla oluşturduğumuz irfan hayatımıza yansımış bulunan etik masajı nı, bu günün felsefe diliyle ele alıp işlemek ve onun evrensel değeri ni idrak etmek olacaktır * * * Şimdi asıl suali soralım! Biz bu sohbette neyi ele almış olduk? Bizim için önemli olan ne idi? xix
Sadece bu konuşmalar için değil, ama felsefî bir değerlendirmeye başlarken pek çoğumuza en anlamlı gelen ve bizim de burada üzerinde durduğumuz başlıca konu insan dı. Evet, önemli olan; kendimizi ve algı gücümüzü bir şekilde varlığın temel mânâsı na yönelterek, hem anlam ve değer dünyamızı, biricik olduğumuz o nokta, yâni bireysel var oluşumuz itibariyle belirgin kılmak; hem de bütün bir yaratılmışla âhenkli bir biliş ve tanış zemini kurarak, yine kendi oluşumuzdan hareketle, bir evren-insan olmaya çaba sarf etmektir. Bu, Bir e ve Birlik e doğru yolculuk tasavvurudur. Öte yandan yine bu, farkındalıklarımızı ve farklılıklarımızı yitirmeden, anlamlı bir bütünün vazgeçilmez, aktif ve oluşturucu öğeleri olduğumuzun bilincinde olmak ve bunun sorumluluğunu yaşamaya gayret etmektir. Bir bakıma, böyle bir teşebbüs, kadim mânevî geleneklerimizin pek sevdiği, o iki kelimeyi de hatırlayarak söyleyecek olur isek, tevhit i hedef alan ve yolcusunu muvahhit kılan bir yol anlayışını gerektirir. Yani, birlik (vahdet) şuuruyla, birlemeyi ve birlenmeyi amaç edinmeyi Biraz daha açacak olur isek, gaye, tek biçimlendirmeden, hiçbir ayrıntıyı abes bulmayarak, bütün tezahürleriyle yaratılmış olan her şeye dikkat ve ihtimam göstererek, nihayet kim ve nereden olursa olsun tek tek herkese ve onların oluşturdukları kültür değerlerine itibar ederek, kucaklayıcı bütün ün ve temeldeki asıl mânâ nın arayışında bulunmak olmalıdır. Bu arayış elbette felsefî düşüncenin sağlayacağı özgür ve evrensel yönelişi gerekli görür. Çünkü sual e ve kavram a xx
ihtiyaç duyar. Akıl ın sağlayacağı tutarlılık ve bağlayıcılık hamlelerine, gerçeklik ve doğruluk endişelerine yer ayırır. Ama esas olan; sadece bilmek değil, bilgi ve bilinç in şimdi özne olan insan da bir oluş a meydan vermesidir. Bu oluş verilmiş olan hayatı, kendi adına, anlam farkındalığı ve değer tazeliği ile yeniden kazanmaktır. İyi ve güzel adına doğru bir aksiyon ortaya koymaktır. Yekdiğeri ile müşterek bir inşa sürecine girmek; kendinde saklı olan cevheri yakalamak adına yine kendini dönüştürmek, bir şevk ve sevgi varlığı hâlinde bütün bir yaratılmışla dostluk kurmaktır. * * * Vatikan daki, Büyükelçilik görevim esnasında, 2011 yazında Roma ya yapmış oldukları ziyaret sırasında, Konut da gerçekleştirdiğimiz bu sohbetleri bir kitap hâline getiren, Doç. Dr. Fulya Avcı Bayraktar a ve Doç. Dr. Levent Bayraktar a, bu büyük zahmetleri dolayısıyla ne kadar teşekkür etsem azdır. Tıpkı, bana hissettirdikleri hocalık duygusu ve her vesileyle sergiledikleri derin dostluk dolayısıyla olduğu gibi. Şunu anlıyorum ki; hocalık, ders takrirleri ve fikrî muhteva tartışmalarından çok daha ötede, öğrencileri ile beraber yol alabilmek, onlar ile bir ve bütün hâlinde oluşabilmek imiş. Prof. Dr. Kenan GÜRSOY T.C. Vatikan Büyükelçisi Haziran 2013, Roma xxi