Vatan Haini. Nazım Hikmet ( )

Benzer belgeler
Cumhuriyet Halk Partisi

Biz yeni anayasa diyoruz

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni:

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

1: İNSAN VE TOPLUM...

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

İstanbul 13. Müebbet çıktı

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

özlü bir medya kazası işledi. Yıldırı m

1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır?

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

OCAK 2012 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

"Türkiye, Gürcistan'a ilham kaynağı olabilir"

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

Hüseyin Yıldırım Danıştay şemasına Aslı gibidir' imzası atmıştı.

AĞUSTOS 2015 GÜNDEM ARAŞTIRMASI NA DAİR

Devrim Öncesinde Yemen

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

21 EKİM 2007 TARİHLİ HALKOYLAMASI

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

Eylül 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ANAYASA GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI 5 OCAK 2015 SAAT 09:00

NİSAN 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

3.Meclisin faaliyetlerine ara vermemesi şeklinde olan meclisin her zaman açık olması yasamanın hangi ilkesi ile ilgilidir?

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Özgürlükleri daha da güçlendirmek istiyoruz

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Bu araştırma, 24 Haziran 2018 de yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde seçmenin oy tercihlerini tahmin etmenin yanı sıra seçmenin

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

ANAYASA DEĞĠġĠKLĠKLERĠ HAKKINDA GÖRÜġ VE ÖNERĠLERĠMĠZ

Ocak 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayram namazı sonrası açıklama yaptı

SESIN YOLCULUGU 8: GENÇ BESTECILER SENLIGI

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : Tarih:

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Ocak / January Temmuz / July 1985

HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Başbakan Yıldırım, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu

10 Ocak 2013 BASIN AÇIKLAMASI

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

En İyisi İçin. I. Kanun-u Esasi gerçek anlamda anayasa bir monarşi öngörmemektedir. (x)

frekans araştırma

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KASIM 2011 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

İ Ç İ N D E K İ L E R

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ - 4

ŞUBAT 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Onlar konuşur, AK Parti yapar

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

MART 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Cumhuriyet Halk Partisi

AĞUSTOS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

TEMMUZ 2018 TAŞIMACILIK İSTATİSTİKLERİ DEĞERLENDİRME RAPORU

EKİM 2017 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ANAYASA DERSĐ ( ) ( GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

FETÖ cü polisler onlar hakkında da istihbarat toplamış

PİYASALARDA FOMC BEKLENTİSİ

T.C. İZMİR İLİ URLA BELEDİYESİ MECLİS KARARI

MAHKEMELER (TÜRK YARGI ÖRGÜTÜ) Dr. Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

Ocak / January Temmuz / July 1985

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

Cumhuriyet Halk Partisi

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

KARARSIZ AK PARTĠ SEÇMENĠ PARTĠSĠNE DÖNÜYOR

Ocak / January Temmuz / July 1985

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar

Kuzey Irak'a harekat

AÇIK AÇIK SÖYLEYELİM!

Transkript:

Vatan Haini Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Nazım Hikmet (28.7.962)

AYLIK SİYASİ GAZETE Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! SAY Haziran 2009/06 FİYATI 2,00 TL (KDV DAHİL) ISSN 1302-692X134 E I l H JM AR Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var!

editörden - içindekiler Editörden... Değerli Okuyucu, yeni sayımızla -Haziran sayımızlatekrar beraberiz. Haziran ayında işçi sınıfı açısından akla gelen iki önemli olay vardır: 1963 yılının Haziran ayında Türkiye ve dünya işçi sınıfının en büyük şairlerinden birisi, NAZIM HİKMET, yaşama gözlerini yumdu. Geride bıraktığı eseri ise birkaç nesil güncelliğini koruyacak, işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin yeni dünya mücadelelerinde yaşayacak ve onlara ışık tutacaktır. İkinci büyük olay ise, 15-16 Haziran 1970'de gerçekleşen, Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde her zaman özel yerini koruyacak olan Büyük İşçi Direnişidir. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişini bu sayımızın kapağına, Nazım Hikmet'i ise arka kapağa koyduk. Bu sayımızda gündemi oluşturan konulardaki haber ve yorumlarımızı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Gündem bölümünde son dönemin önemli gelişmelerini irdeledik. Güncel sayfalarımızda özellikle devrimcilerin anmasına ilişkin yazılara yer verdik. Yeni İşçi Dünyası sayfalarımızda krizin kimi sonuçlarına ilişkin ve sınıfın mücadelelerine ilişkin yazıları okuyabilirsiniz. Halkların Kardeşliği sayfalarında özellikle son dönemde bizzat hükümet ve Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye'nin en önemli sorunu olduğu ifade edilen Kürt Sorunu'na ilişkin yazıları ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz. Panorama sayfalarında Nepal ve Sri Lanka'daki son gelişmeleri mercek altına aldık. Ayrıca son günlerde gündemi belirleyen Türkiye- Ermenistan arasındaki ilişkilerin perde arkasını sizin için inceledik. Yeni Kadın Dünyası, Yeni Dünya Gençliği ve Okur Mektubu sayfalarındaki yazıları da ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Değerli Okurlar, birkaç sayıdan beri H. Yeşil'in kaleminden çıkan yeni kitabı "Nereden Nereye Türkiye, Türkiye'nin Sosyo-Ekonomik Yapı Araştırması" proletaryanın bilimsel dünya görüşü temelinde yapılan titiz çalışmanın tanıtımını yapıyoruz. Bütün okurlarımızı bu kitabı incelemeye ve ondaki bilgileri işçi sınıfının pratik mücadelesiyle birleştirmeye çağırıyoruz. Yeni sayımızda tekrar görüşmek üzere... 6.6.2009, Yeni Dünya İçin Çağrı İçindekiler GÜNDEM Faşizm var Günaydın!. 3 Anayasa değişikliği rafa kaldırıldı. 4 Yargının fotoğrafı, hali pür meali. 4 Genel Kurmay dan yeni balans ayarları. 5 Basın özgürlüğü ve Türkiye. 7 Erdoğan ın Azerbaycan ziyareti ve Türkiye- Ermenistan......... 7 GÜNCEL İbrahim i andık. 8 Orhan Yılmazkaya katledildi. 9 Kaypakkaya Adana da anıldı. 9 Fırat suyu kan akıyor baksana". 10 Esenyurt ta Denizler anıldı....................... 10 YENİ İŞÇİ DÜNYASI 15-16 Haziran: Yeniden Mümkün.................. EK:1 1 Mayıs ın ardından. EK:2 IMF in yeni öngörüsü gerçekleşecek mi?. EK:3 Nasıl geçiniliyor?. EK:4 2008 yılı işsizlik rakamları açıklandı.................. EK:4 Okuyun sıkılmayacaksınız!...................... EK:5 Mersin Limanında işçiler kazandı. EK:6 Kriz paneli üzerine notlar. EK:7 Toros Gübre'de 6. Grev de Anlaşma ile Sonuçlandı. EK:7 Adana'da kriz ve işçi sınıfı paneli. EK:7 Eğitim-Sen yürüyüşüne polis saldırısı. EK:8 Denizli de 1 Mayıs.......................... EK:8 HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN Kürt sorunu nda güzel şeyler mi olacak?. 11 DTP den en kitlesel. 12 süreli açlık grevi. 12 Güney Kürdistan a yönelik askeri operasyon. 12 İyi şeyler olmuyor. 13 İsmi değiştirilen köy sayısı: 12 bin 211. 13 YENİ KADIN DÜNYASI Emine Arslan direnişe devam ediyor. 14 Türkiye'nin Sosyo- Ekonomik Yapısı - kitapçılarda - PANORAMA İktidar mücadelesini kim kazanacak? - NEPAL -. 15 Katliamların hesabı bir gün mutlaka sorulacak! - SRİ LANKA -. 16 Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde gelişmeler. 17 OKUR MEKTUBU Dokunulmayanlara bir örnek. 18 YENİ DÜNYA GENÇLİĞİ ÖSS Duvarını Yıkalım etkinliği yapıldı. 19 ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul Tel. /Fax: (0212) 620 67 57 Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654 Sayı: 134 Haziran 2009 ISSN 1301-692X134 Fiyatı: Türkiye: 2,00 TL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro Baskı: Uğur Matbaacılık Tel.: (212) 501 81 09 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi 6. Kat A Blok 4 NA 8-10-11-23 Topkapı - İstanbul Yayın Türü: Yaygın Süreli mail@ydicagri.org www.ydicagri.org 2

gündem Faşizm var Uluslararası ekonomik kriz sürüyor ve sürdükçe işçileri, emekçileri vurmaya devam ediyor. Buna karşı alınan önlemler ise sadece patronlar tarafını sevindiriyor, işçi ve emekçiler lehine krizin etkilerini azaltmıyor. Örneğin otomotiv ve mobilya sektöründeki stokların eritilmesi için yapılan KDV indirimlerine rağmen satışlarda beklenen artış olmadı. Ama patronlar bu indirimleri fırsata çevirmek için, kar oranlarını arttırdılar. Yine bu dönemde işçilerin işten atılmasında veya büyük bir kısmının kazanılmış haklarına saldırılarda bir azalma olmadı. Hatta bazı şirketler işçi çıkararak, kalan işçilerin daha fazla çalıştırılması ile karlarına kar kattılar, kriz döneminde büyüdüler. Kısaca işçi sınıfı geçtiğimiz ayda da patronların yaratmış olduğu krizin faturasını ödemeye devam etti. Son olarak patronlar ve kendi üyelerinin bile taleplerine kulak tıkayan bazı sendikalar birleşerek işçi ve emekçilere evine kapanma pazara çık dediler. Aslında işten atılan, ücretleri düşürülen milyonlarca işçi ve emekçi ile dalga geçtiler. Eğer kendilerine güveniyorlarsa evlerinde karlarını hesaplayan patronlar ve onların işbirlikçisi olan sendika bürokratları pazara çıksınlar. Pazarda esnafın, işçinin, emekçinin, işsizin onlara diyeceklerini dinlesinler. Gerçi yüksek karlar elde eden patronlar ile bu Günaydın! Kürt sorunu için tarihi fırsat açıklamaları yapılıyor, diğer taraftan yasalar çerçevesinde kurulan sendikalar basılıyor, operasyonlarla sorunun çözülmesine gayret ediliyor, savaş tırmandırılıyor. vb. vb. Son noktada insanlar trübin sloganlarına zorlanıyor: Burası Türkiye! Buradan çıkış yok! Oysa tarih çıkış yolunu berrak bir şekilde gösteriyor. karlardan nemalanan işbirlikçi sendikacıların insanları pazara çıkmaya davet etmeleri de olağan. Çünkü onlar tüm insanların kendi gittikleri büyük alışveriş merkezlerine gittiklerini sanıyorlar. Durumları İngiltere kraliçesinden farksız. Kraliçe, halkın çok yoksul olduğunu, ekmek bulamadıklarını söyleyenlere cevabı tarihe geçer: Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler. Krize karşı hükümet cephesinde de durum farklı değil. Tuzları kuru olanlar ne anlasınlar yoksulun halinden. Şimdi yeni ekonomik paketler açıklama arifesindeler. Yıllarca devletin elini ekonomiden çekmesini, üretim ve ticaret yapmamasını savunanlar şimdi tersi bir durumdalar. Devletin her ekonomik müdahalesinde yaygara koparan patronlarda her şeyi devletten beklemeye başladılar. Patronlar adeta birbirleri ile yarışarak hükümetten yardım talep ediyorlar. Eee tabi ki devletin malı deniz yemeyen keriz. Demokrasi, faşizm ve adaletsizlik Geçtiğimiz günlerde Hükümetin AB den sorumlu bakanı AB ile uyum sürecinde vites büyüteceklerini açıkladı. Cumhurbaşkanı Gül Kürt sorunu Türkiye nin birincil sorunudur dedi. Öncesinde ise Kürt sorununun çözümü için tarihi bir fırsat olduğu ve iyi şeyler olacağı açıklamaları yapıldı. Bir anda olumlu bir hava esti. Merakla neler olacağını beklemeye başlamışken KESK Genel Merkezi ile birlikte eş zamanlı olarak Van, İstanbul, Manisa ve İzmir de KESK e bağlı sendikalar polis tarafından basıldı. Çok sayıda sendikacı gözaltına alındı. Gerekçe ise KESK in PKK ile bağlantılı olduğu iddiası. Yine İçişlerine bağlı olan polis DTP milletvekillerini ifade vermeye ve eğer gelmezlerse zorla götürüleceklerini açıkladı. Bunun üzerine yeni bir gerginlik dönemi yaşandı. Tüm milletvekilleri gibi dokunulmazlıkları olan ve bu nedenle de yargılanamayacak olan DTP milletvekilleri haklı olarak ifade vermeye gitmeyeceklerini açıkladılar. Meclis başkanı başta olmak üzere birçok milletvekili DTP nin gerginliği arttırmaması gerektiğini, yani kısaca ifade vermeye gitmelerini istedi. Ama söz konusu Cumhurbaşkanı Gül olduğunda tersini savunmaya başladılar. Ama tüm bunlara rağmen geçtiğimiz aya damgasını vuran açıklama Başbakan Erdoğan dan geldi: Farklı etnik kimliklerin kovulması faşistlikti. Bu hatalara zaman içerisinde, zaman zaman biz de düştük. Bir taraftan böyle bir açıklamaya kadar gelinmesi elbette sevindirici. Ama yıllarca bu ülkenin faşizmle yönetildiğini söyleyen, Türk ulusu dışındaki ulus ve milliyetlere baskı uygulandığını, katledildiklerini, soykırıma uğradıklarını söyleyen devrimcilere, komünistlere kulaklarını tıkayanların, tersine bunları açıklayanları bölücülükle suçlayanların bu açıklamayı yapmaları şaşırtıcı. Oysa aynı Erdoğan zaman zaman ya sev, ya terk et söylemini de kullanıyordu. Şimdi ise bunu zaman zaman bizde aynı hatalara düştük diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Biz yıllardır söylüyoruz, bu ülke faşizmle yönetildi, yönetiliyor. İktidar dalaşı çerçevesinde AKP Hükümeti ile bazı şeylerin değişmeye başlaması sorunun esasını değiştirmedi. Örneğin bir taraftan böyle açıklamalar yapılırken, diğer taraftan KESK e olduğu gibi birçok kurum, Temel Demirer e olduğu gibi bir çok insan faşizmin soğuk yüzü ile tekrar karşılaşıyor. İnsanlar bölücülük suçlaması ile yargılanıyor, hapse atılıyor. Başbakanın bu açıklaması üzerine ise CHP liler ayağa kalktı. CHP li Canan Arıtman TBMM ye Başbakan Erdoğan ın yanıtlaması istemiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti faşist bir devlet midir? Hangi etnik kimlikten kaç kişi kovulmuştur? sorusunu yöneltti. Başbakanın daha önceleri de olduğu gibi açıklamasını ilerletmeyeceğini, çark edeceğini tahmin edebiliriz. Ancak biz bu konuda hem Erdoğan a hem de CHP lilere Günaydın dedikten sonra Arıtman ın sorusuna olumlu cevap veriyoruz. Yaklaşık bir milyon Ermeni sürgün edilerek soykırıma uğramıştır. Yıllardır Kürt halkına baskı uygulanmış, insanlar katledilmiş, binlerce Kürt yerini, yurdunu terk etmeye zorlanmıştır. Zorunlu mübadele yasalarıyla, yaratılan provokasyonlarla, katliamlarla Rumlar, Süryaniler, dini farklılıkları nedeniyle Aleviler yok edilmeye çalışılmış, asimilasyona uğratılmış, kovulmuşlardır. Buradan çıkış yolu Zaman zaman söylenir Burası Türkiye!. Gerçekten de yaşanan gariplikleri açıklamak için bazen kelimeler yetersiz kalıyor ve Burası Türkiye! diyoruz. İç dinamikleri, karmaşıklıkları, çelişkileri kendine özgü bir yol izliyor. Bir taraftan demokratikleşiyoruz, bir taraftan son birkaç yıldır nispi olarak uzaklaşılan faşizme dönüyoruz. Bir taraftan 301. madde değiştiriliyor, diğer taraftan insanların yargılanmaları hız kesmiyor. Gül ün dokunulmazlığı var yargılanamaz deniyor, diğer taraftan DTP liler ifade vermeye zorlanıyor. Kürt sorunu için tarihi fırsat açıklamaları yapılıyor, diğer taraftan yasalar çerçevesinde kurulan sendikalar basılıyor, operasyonlarla sorunun çözülmesine gayret ediliyor, savaş tırmandırılıyor. vb. vb. Son noktada insanlar trübin sloganlarına zorlanıyor: Burası Türkiye! Buradan çıkış yok! Oysa tarih çıkış yolunu berrak bir şekilde gösteriyor. 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi bize çıkış yolunu gösteriyor. Sendikalar yasasında yapılacak bir değişiklik ile DİSK in tasfiyesini amaçlayan hakim sınıflara, işçi sınıfı büyük bir cevap verdi. İstanbul ve İzmir de 150 bin işçinin direnişini durdurmaya, fabrika bölgelerinden gelen işçilerin birleşmesini engellemeye çalışan asker ve polis barikatları dağıtıldı. Silahsız işçilere karşı silah kullanan güvenlik güçleri üç işçiyi katletti. Yine de eylemi durduramadılar. İşçi sınıfı bu mücadelesi ile yasanın değiştirilmesini engelledi. İşte bu ders bugünkü sorunların çözümünün biricik yolunu gösteriyor: İşçi sınıfının, egemenleri iktidardan alarak kendi iktidarını kurmasının yolunu. Halklar arasında gerçek barışın olacağı, ekonomik krizlerin, yoksulluğun, adaletsizliğin son bulacağı yeni bir dünya işçi sınıfının mücadelesi ile kazanılabilir. İşçi sınıfı önderliğindeki emekçilerden, ezilenlerden başka güçlerden medet ummak bizi başladığımız noktaya getirir. İşçi sınıfı önderliğinde devrim olmadan, buradan çıkış yok! 31.05.2009 3

gündem Anayasa değişikliği rafa kaldırıldı 4 AKP bilindiği gibi seçim kampanyası sırasında Anayasa değişikliği sorununu yeniden gündeme getireceğini ve Anayasa değişikliği için partiler arasında anlaşma sağlamaya çalışacağını açıklamıştı. Yine bilindiği gibi, AKP programında 1982 Anayasasında değişiklikler değil, yeni bir Anayasa öngörüyordu. Yeni Anayasa taslağı üzerine tartışmaların bir mutabakat sağlamaya izin vermediğinin görüldüğü noktada, AKP, AB ye uyum yasaları çerçevesinde kendisinden önceki hükümetler döneminde başlanmış olan mevcut Anayasa da bazı maddelerin değiştirilmesi yönünde adımlar atmaya başladı ve AKP hükümeti döneminde bir dizi maddede CHP nin de katılmasıyla bir dizi değişiklik yapıldı. Şimdi yerel seçimler sonrasında Anayasa değişikliği yine gündeme geldi. Başbakan Erdoğan'ın Meclis Başkanı Köksal Toptan ile görüşmesi tartışmaları alevlendirdi. Anayasa'nın tümden değiştirilmesi için tüm partilerin katılımıyla uzlaşma komisyonu kurulması gerekiyor. CHP bu komisyona üye vermediği için, yeni bir anayasa için kapılar şu anda kapalı. O yüzden şimdi, birkaç maddelik yeni bir paket gündeme geldi. Bu yeni mini paket te Avrupa Birliği'nin ev ödevi olarak dayattığı ombudsmanlık yani kamu denetçiliği kurumu, parti kapatmaların, sadece şiddete yönelen partiler için uygulanması, onun dışında parti yasağı olmaması, Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılması, Yüksek Askeri Şura'ya, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na ilişkin düzenlemeler öngörülüyor. Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimine açılması öngörülüyor. Aslında CHP nin (ve Anayasa Mahkemesinin) onayla mad ığ ı bir Anayasa değişikliğinin geçmesi mümkün değil. CHP nin onayla mad ığ ı b i r A n a y a s a d e ğ i ş i k l i ğ i, bu nda n önce Anayasa nın 10. ve 42. maddesinde yapılan d e ğ i ş i k l i k t e yaşandığı gibi, Anayasa mahkemesine götürülüp ipta l ettirilme tehdidi altındadır. Anayasa mahkemesi söz konusu değişikliği iptal kararıyla aslında kendisinin Anayasa yapıcı kurum olduğunu göstermiştir. Bu yüzden CHP nin Anayasa değişikliği önerileri konusunda tavrı belirleyicidir. CHP nin andaki tavrı ise, AKP ile hiçbir Anayasa değişikliği yapmamak tavrıdır. Bu bağlamda Oktay Ekşi nin 8 Mayıs ta Hürriyet teki köşesinde yayınlanan yazısı, CHP zihniyetinin nasıl işlediğini göstermesi açısından ilginçtir. Şöyle diyor Oktay Ekşi: ( ) Gerçi yeni projenin asıl karakteri henüz belli değil. Ama hiç değilse "Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısını 11'den 17 veya 21'e çıkartalım. Bu sayı 17 olursa 9'unu, eğer 21 olursa 12'sini TBMM seçsin. Hatta iktidar bütün üyeleri kendi adayları arasından seçmesin diyorsanız, aynen Radyo Televizyon Üst Kurulu Yönetimi'nde olduğu gibi burada da iktidara ve muhalefete kontenjan ayıralım" dediklerini biliyoruz. Bir de "siyasi partileri kapatmayı zorla ştır ma" niyetinden söz ediliyor ama onu -yer darlığı nedeniyle- erteleyelim. Elbet ihtiyaç varsa Anayasa Mahkemesi'nin yapısı da ele alınabilir, işlevleri de konuşulabilir. Ama insaf edilsin, Anayasa Mahkemesi'nin daha bundan 12 gün önce yapılan 47'nci kuruluş yıldönümü töreninde yanılmıyorsak en az bir saat konuşan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın bir tek kelimeyle olsun değinmediği bir "üye yapısını değiştirme önerisi"nin mahkemenin ihtiyacından doğduğunu kim söyleyebilir? Buradaki ihtiyaç, AKP iktidarının karambole getirip Anayasa Mahkemesi'ni kendi yörüngesine sokma -ele geçirme demiyoruz- planından doğmaktadır. "Sen bu partiyi kapatmaya gücünün yettiğini mi sanıyorsun? Kimin gücü kime yetermiş görürsün" hesabıdır bu. Ve o kararda verilen bir "son damla" mesajı vardı ya... Hani "AKP aslında Anayasanın temel ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmiştir. Bunun bir adım sonrası kapatılmaktır. Ama şimdilik para cezasıyla yetinmekteyiz" anlamındaki hüküm... AKP bu sonucu engellemek için Anayasa'ya uymayı değil, Anayasa'yı kendine uydurmayı tercih ediyor. Bardağı taşıracak o son damlayı tartışmaya gerek kalmadan, "kapatılma" ihtimalinin önünü kesmeye çalışıyor. Hele bir de " kapatılma yerine şunu şunu yapmaya mecbur edilme" veya "partiyi değil, ilgili kişiyi cezalandırma" gibi yaptırımlar getirilirse, artık AKP'ye karada ölüm yok diyebilirsiniz. O zaman liseler medrese olmuş ne yazar? Kamu çalışanları arasında türban egemen hale gelmiş, hiç sorun olmaz. Sonra sıra "erkek hastaya erkek, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı nın (TESEV) adına Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mithat Sancar ve araştırmacı Süavi Aydın tarafından gerçekleştirilen Algılar ve Zihniyet Yapıları adlı proje, iki kitap haline getirildi. Kitaplardan birinde farklı illerde yüz yüze görüşülen 70 vatandaşın, diğerindeyse 51 hâkim ve savcının görüşleri yer alıyor. Araştırmaya göre halk da yargı mensupları da yargıdan çok ümitli kadın hastaya kadın doktor"a gelir, "kızlarla erkek öğrenciler ayrı sınıflarda ders görsün"le devam eder... Ve Türkiye, "menzil-i maksuda" yani istenen adrese tıpış tıpış yürür gider. "Abartıyorsun" diyenler çok değil 10 sene önceki Türkiye ile bugünkünü kıyaslasın yeter. Yani kısacası: Anayasadaki Parti Kapatılması ile ilgili hükümler kalmalıdır. Bunlar kaldırılırsa şeriata gideceğizdir. Parti kapatılması ve diğer konulardaki Anayasa değişiklik önerilerinin arkasındaki niyet Türkiye yi şeriata götürmektir! vs. Bu k a f a d a ol a n l a r ı n 19 82 Anayasasını demokrasi savunma adına savunmalarından doğal bir şey olamaz. Bu yüzden de şimdi yürüyen Anayasa değişikliği tartışmaları şimdilik nafile tartışmalar olarak yürüyor. 9 Mayıs 2009 Yargının fotoğrafı, hali pür meali değil. Bu bağlamda görüşülen kişilerin yargı hakkında kimi düşünceleri şöyle : V a t a n d a ş ı n gözünden * Arabam soyuldu. Yüzde 100 ha k lı olduğ unuz konuda polisler rapor tutuncaya kadar göbeğimiz çatladı. Yok sigara al, yok kola al, yok bilmem ne! Nerede kaldı hak, adalet, hukuk.. Yanlış mıyım? (Bursa) * Yargı devletin kendisi... (Kars) * Allah kimseyi mahkemeye salmasın (düşürmesin). (Karslı bir kadın) * Ağır ceza mahkemesi deyince suratsız hâkim ve savcılar hatırlıyorum. * Düşünce suçundan yargılandığınızda daha tedirgin oluyorsunuz.... Adi suçlarda insanlar kendini biraz daha rahat hissediyor. (Diyarbakır) * Adliyeye girdiğin zaman ilk başta korku hissediyorsun. Güvende hissetmiyorum. (Denizli) * Yıllardır bizde mahkeme fobisi var. Çünkü işkenceler baskılar vs. çok olmuş. (Diyarbakır)

gündem Arabam soyuldu. Yüzde 100 haklı olduğunuz konuda polisler rapor tutuncaya kadar göbeğimiz çatladı. Yok sigara al, yok kola al, yok bilmem ne! Nerede kaldı hak, adalet, hukuk.. Yanlış mıyım? (Bursa) Genelkurmay dan yeni balans ayarları * Adalet demek bir görgü demektir, iyi insanlara, iyi adamlara adalet denir. (Erzurum) * (İdeal hâkim) Sosyal yaşantıya sahip olabilmeli. Günde iki farklı gazete okumalı. Kahveye, diskoya gitmeli. Plaja inmeli. Her yerin nabzını tutup aksaklığı da kafasında bir sentez etme yetisine sahip olmalı. Onun için iyi bir akla sahip olması gerek. (Samsun) * Mahkemelerden biraz adaletli olmasını beklerim yani. (Kars) * Siz ifade veriyorsunuz, hırsızı salıyorlar. Yine çağırabiliriz sizi diyorlar. Hiç olmadık bir zamanda çağırıyorlar, o zaman işinizi gücünü bırakmak zorunda kalıyorsunuz. (Bursa) * Hâkimin verdiği karara herkes saygı duymalı. Ama valla yüzde 60 ı adil karar verse, yüzde 40 ının verdiğini sanmıyorum. * Ben bir olay yaşadım, savcının bana direkt dediği laf şu: Para mafyada, mafya da iş yaparsa olacağı bu. Yani boşuna gelme diyor. * Mafya babaları takım elbiseyle mahkemeye çıkınca, iyi halden cezaları epey indirilebiliyor. Siyasi tutuklulara bu tür ayrıcalıklar tanınmıyor. Bu etkisi var ama bence yanlıştır. (Diyarbakır) Hâkim ve savcı gözünden * Gerçekten yargı bağımsız değil bana göre. Ya Türkiye bir kere hukuk devleti değil ki yargı bağımsız olsun. *... Ferhat Sarıkaya (Şemdinli iddianamesini yazan) arkadaşımız! Meslekten ihraç edilmesi, çok yanlış... * Yargı etki altına alınmak isteniyor, yargıya baskı var bugün diyebilirsiniz, baskı altına alınmak isteniyor... * Vallahi biz hâlâ bir adım ileri gidiyoruz, iki adım geri gidiyoruz... Dur deyip durmayana ateş edilmez, önce başka tedbirleri almak lazım. Kolluk güçleri yerini bilecek, yani hâkim yerine, savcı yerine geçmeyecek; ona izin vermemek lazım. Araştırmanın daha önce basına yansıyan yargıdaki devletçi ve ulusalcı zihniyeti ortaya koyan sonuçlarının da ayrıntıları kitapta dikkat çekiyor. Yargıç ve savcıların Avrupa Birliği uyum süreci, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa nın uluslararası antlaşmaları mevcut yasaların üstünde gören 90. maddesinin uygulanması ilgili söyledikleri. Araştırmada insan haklarının önemini vurgulayan yargıç ve savcıların bile bu konulara milliyetçi, izolasyonist ve hatta ırkçı kalıplarla baktıkları tespiti yapılıyor. Özellikle AB uyum sürecinde 90. maddede yapılan değişiklikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi nin mahkemelerde hâkimler tarafından dikkate alınıp alınmadığı konusunda verilen cevaplar dikkat çekici. Adları verilmeyen bazı üst düzey hâkimlerin verdiği cevaplardan kimi örnekler: - Bence yanlış. Niye yanlış? Türkiye Cumhuriyeti bu yetkiyi tanımakla Meclis in egemenliğini hiçe saymıştır bence. O zaman nerede kaldı egemenlik. - Uluslararası antlaşmalarda ilk aklıma AB ile yaptığımız o absürd anlaşmalar geliyor. Tabii ki ben dünyada insanların eşit olmasından yanayım. Ama ben Türkiye Cumhuriyeti savcısıyım benim iç hukuk kurallarım vardır. - Önce onuru gelir, ülkemin onuru, bağımsızlığı, saygınlığı, yani onurlu bir ulusun mensubu olmayalım. Ben biraz dışarıya kapalıyım herhalde. Ben bir ay maaş almam. Bir ay maaşımı ülkeme bağışlarım. Bağımlı yaşatmasın beni. - (AİHM kararıyla yargılanmanın yenilenmesi için) Çok çirkin buluyorum, yani Türkiye de bir hukuk sistemi vardır. O kişi yargılanıyor, Yargıtay a gidiyor, kesinleşiyor, gidiyor başka bir ülkeye ben beğenmedim diyor. Bir ülkeyi ülke yapan bağımsız yargısı. TESEV araştırması aslında malumu bir kez daha ilan ediyor. TESEV söylemiyor ama biz sonucu söyleyelim: Türkiye Hukuk değil, Guguk devletidir. Bu arada fakat bir şeyin de bilince çıkartılması lazım: Bir ülke ancak vatandaşları haklarının ne olduğunu bildiğinde ve bu haklara sonuna kadar sahip çıktığında, hakkı için sonuna kadar mücadele ettiğinde hukuk devleti olur. Bu bağlamda, araştırma vatandaş ın aslında hukukun işleyişinden memnun olmadığını gösteriyor. Hukuksuzluğun hüküm sürdüğünü biliyor vatandaş. Fakat bundan çıkardığı sonuç -genelde- Allah Mahkemeye düşürmesin sonucu. Bu yanlış. Türkiye de bu genel yaklaşım değişmedikçe, insanlar hakkını aramayı en temel hak ve görevlerden biri olarak kavramadıkça ve buna uygun davranmadıkça, bu sistem böyle sürüp gidecektir. 14 Mayıs 2009 Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ Harp Akademisinde yaptığı 200 e yakın medya temsilcisinin de çağrılı olarak katıldığı toplantıdan iki hafta sonra bu kez Genel Kurmay karargahında yalnızca çağrılı medya mensuplarının katıldığı bir İletişim Toplantısı gerçekleştirdi. Bu toplantıda Genel Kurmay başkanı, bir parti başkanı gibi güncel siyasi gelişmeler konusunda, bir savcı gibi yürüyen bir dava konusunda açıklamalarda bulundu, her kurumun görevleri hakkında ordunun görüşlerini anlattı. Yaptığı aslında kağıt üzerinde yapmaya hakkı olmadığı bir şeydi. Fakat burası Türkiye. Ve konuşan devletin gerçek başı! İşte devletin gerçek başına bu toplantıda sorulan (bazılarını kendi kendine sorup/cevap veriyor!) bazı sorular ve cevapları : Murat Çelik: Obama nın ziyaretinde TBMM de locadaki yerinizi almanız farklı yorumlara neden oldu. ( ) Başbuğ: Biz TSK olarak ne TBMM yi ne de Meclis teki partileri protesto etme durumumuz olmaz. Ancak Meclis içinde yer alan bir grup siyasi parti olarak gözüküyor. Bu siyasi parti terör örgütü ile olan ilişkisini ve bakışını açıklığa kavuşturmadan onlarla aynı ortamda olmamız söz konusu değil. Ben bu sabah 9 şehit veren bir kurumun komutanıyım. Her şey ifade edilince olay daha karmaşık hale geliyor. Terör örgütü ile arasına mesafe koyamayan bir grupla aynı yerde bulunmamaya özen göstermemizi bütün Türk halkının anlayışla karşılayacağını düşünüyorum. İşte bu parti terör örgütü ile hala mesafe koyamıyor. Bu terör örgütü bu sabah 9 tane personelimizin canını aldı. Görüldüğü gibi Başbuğ burada Meclise seçilip gelmiş DTP yi açıkça hedef gösteriyor. DTP ye yönelik saldırılar göz önüne alındığında, bu saldırıların arkasında duran gerçek gücün adının konmasıdır bu. Burada Başbuğ un bu sözlerinden şu anda kapatılma davasının beklediği Anayasa mahkemesinde görev çıkartacak yeter sayıda yargıç vardır. Uğur Dündar: Savunma el bombalarından söz ettiniz. Poyrazköy'deki kazılarda bulunan el bombalarının kafile numaralarını taşıyan benzeri mühimmat Emniyet e verilmiş olabilir mi? Doğan Medya dan Ergenekon sulandırıcılarının başında gelen Uğur Dündar, buradaki çanak soruyla silahları Emniyet teki Fettullahcılar Atatürkçü güçleri en başta orduyu karalamak için koydu tezine destek arıyor. Başbuğ: Daha ilk raporlar gelmedi. Size bir şey söylemeyeceğim. Bu konuyu inceleyip söyleyelim. Dolu bulunan lav var orda. O lavların bir tanesinde bir stok numarası olan SAT komandolarının envanterinde yok. MKE tarafından üretilen lav silahları sadece Türkiye içinde üretilmiyor. Yabancı ülkelere de satılıyor. Her lavın üzerine stok numarasını vurduğumuz zaman bu sorun ortadan kalkacak. Başbuğ, el bombalarıyla ilgili somut soruya cevap vermeyip, LAW silahı tartışması içinde boğuyor sorunu. El bombalarının gösterdiği adres bellidir! SORU: Eski Genelkurmay Başkanı Özkök tanıklık yaptı geçen hafta. Genel olarak yaklaşımınız nedir bu davaya? Sizin kanaatiniz nedir? Başbuğ: İsim zikrediyorsunuz. Bu yanlış. Dava ile ilgili özel isim olmadığı yönünde mahkemenin kararı var. Bu davanın özel isimle anılmayacağı yönünde mahkeme kararı var. Hukuk devletiyiz, saygı göstereceğiz. İşimize gelince evet, işimize gelmeyince hayır. TSK olarak demokratik rejime bağlıyız ve saygılıyız. Bunda da kimsenin en ufak tereddütte olmaması lazım. Gerçekten bugün her ülke için ana- 5

gündem 6 yasal düzen ve hukuk düzeni çok önemli. Biz yargıya ve hukuk sürecine dikkatle hareket etmeye azami ölçüde dikkat ediyoruz. Biz her zaman hukuka her zaman güvenilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ben bu konuda devam etmekte olan yargı süreçleriyle ilgili bunları söyleyince benim bu konuda yorum yapmamı beklemezsiniz. Burada sizlerle paylaşacağım düşünceler TSK yı kurum olarak ilgilendiren konular. Mahkeme kesin karar verinceye kadar herkes suçsuzdur. Bu uluslararası bir hukuk kuralıdır. Bu yürütülen soruşturma kapsamında masumiyet ilkesine uyuluyor mu? Ben soruyorum cevap da vermeyeceğim. Başbuğ, görünürde gayet ilkeli tavırlarla, Ergenekon Terör Örgütü nün isminin bile anılmasına karşı çıkıyor. Sonra yürüyen yargı süreçleriyle ilgili konuşmayacağını söylüyor. Ama aslında yürüyen davada masumiyet ilkesi nin çiğnenmiş olduğunu söylemeden söylüyor! Burada yapılan balans ayarının içeriği şu : Ergenekon davasında yargılananları katiyen teşhir etmeyin. Onları teşhir eden belgeleri yayınlamayın! Suç işlemiş olursunuz! Bunları söyleyen Başbuğ fakat yürüyen dava yı değerlendirmekten de vaz geçemiyor. Şöyle devam ediyor: Medya bu konuda sağlıklı hareket etse, bu konuda sorun olmaz. Medya olarak lütfen siz de kendinizi sorgulayın. Soruşturmanın gizliliği ilkesi Türkiye de gerçekten var mı yok mu? En önemli olan noktadan bir tanesi bu soruşturmaların veya yargılamaların yapılırken kurumların saygınlığına da zarar verilmemesi lazım. Mecbur kaldım örnek vereceğim. Poyrazköy de bulunan mühimmat ve silahlar bir TV de kaç dakika gösterildi? 50 dakika. Sürekli gösterildi. Gösterilen bant herhalde 6-7 dakika. Haberi 10 sefer geçiyorsunuz. Orada bulunduğu için bir SAT ilişkisi kuruluyor, bir iki kişiyle bağlandırılıyor. Bu haberdir. Kamuoyuna verilmelidir. 50 dakika verilmesinin amacı nedir? 50 dakika bu kazıların gösterilmesi defalarca gerçekten bir habercilik midir? Yoksa acaba kamuoyuna korku ve karamsarlık vermek midir? Medyanın da haber verme ile verilen haberle karamsarlık yaratıyor muyuz? Bu sorgulanmalı. Bir itirafçı çıkıyor. Bir gazete bu itirafçının konuşmalarını 5 gün yayınlıyor. Bu bir haberdir. Bir yerde kurumsal bağ ilişkisi kurulmaya çalışıyor. Bu elbette bizi rahatsız ediyor. Haber elbette verilecektir. Ama elbette bu haberin süresi ve kamuoyu üzerinde yaratacağı etki de düşünülmeli. (Medya da bir haberin kaç dakika verileceğine, kaç kere döndürüleceğine kararı bundan böyle Genel Kurmay versin bari! BN) Türkiye her sabah kalktığınızda acaba kimin ses bandıyla karşılaşacağınız bir ortama geldi. Bunlar legal yollarla mı oluyor? (Ergenekon dava dosyasında yer alan tüm konuşmalar mahkeme kararıyla dinleme sonucu! Yani legal yolla olmuş! Başbuğ bütün dinlemeleri bir kaba atıp, hepsini illegal ilan ederek Ergenekon da delil olanları da sulandırıyor. BN) Hayır. Peki o ses kayıtları doğru mu? Değil. (Başbuğ kesin karara varmış! Mahkemeye de direktifi veriyor. BN) İddianamelere bakıyoruz. İddianamede yer alan öyle konular var ki. İkinci iddianamede 1993 de Bingöl de meydana gelen olayla ilgili bir gizli tanığın ifadesi var. Gizli tanık kimdir, ne kadar güvenilir? Buna ne kadar güvenilir? Olay var ama suçlanan kişilerle organik bağı yok. O zaman neden koydunuz? Ortada delil de yok. Madem bir şey koydunuz iddianameye ismi geçen kişi ve olaylarla bir ilişkisi olsun ki bir anlam ifade etsin. (Başbuğ askerliği bırakmış, yargıya geçmiş, savcılara iddianamenin nasıl hazırlanacağı konusunda ders veriyor. Başbakanın savcılığına, ana muhalefet partisi başkanının da avukatlığına soyunduğu bir davada, TC nin başı Genel Kurmay Başkanı nın da söyleyecek sözü olması yadırgatıcı değil tabii. Burası Türkiye nihayet! BN) Tabi bir de iddianamelere bakınca bazı olayların gizli tanık ve itirafçılara dayandığını görüyorsunuz. Tüm yan dosyaları incelemedik ama sadece itirafçı ve gizli tanıklara dayanması olayların insanı bir noktada düşünmeye zorluyor. (Evet, Genel Kurmay Başkanına göre bütün dava sadece!!! evet sadece!!! itirafçı ve gizli tanıklara dayanıyor!!! Aynen böyle söylüyor! Böylece davaya ne kadar vakıf olduklarını da söylemiş oluyor. Onun gözünde yerden fışkıran silahlar, bombalar, mühimmat; paşa eskilerinin ordu evinde kurduğu karargahlardaki dolaplarından çıkan belgeler, maddi deliller aslında hiç!!! BN) Yargı süreci devam ediyor. Yargı sürecine saygılıyız. (Bu da alay etme babından söylenen bir söz herhalde, bunca açıklama ertesinde. BN) Başbuğ Darbe Günlükleri konusunda da şu ilkeli açıklamayı yapıyor: Medyada çıkan günlükler konusu ile ilgili olarak 12 Nisan 2007 de Büyükanıt a bu soru soruldu. Büyükanıt ın verdiği cevabı hatırlatmak isterim: Genelkurmay Başkanlığı nın elinde bu konu ile ilgili hiçbir belge yoktur. Bunu açıkça ifade ediyorum. Ben de 29 Nisan da bunu aynen ifade ediyorum. SORU: Günlükler yok mu, yoksa günlüklerde yer alan iddialarla ilgili mi yok diyorsunuz? Başbuğ: Resmi bir şey kavramında herhangi bir belge bizde mevcut değil. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ikinci iddianamede bu konuyu tefrik etti. O süreci bekleyeceğiz. Özden Örnek de bu günlüklerin kendisine ait olmadığını ifade ediyor. Bu ifadelerin büyük bir kısmı bu sürecin kamuoyuna yansımasıyla ilgili tespitlerimizi ifade ettim. Bunlar yeni değil. Daha önce de ifade ettim. Konuyla ilgili düşüncelerimizi gerekli yerlerde ilgililerle de paylaşıyoruz. Demek ki neymiş? Genel Kurmay ın elinde Resmi bir şey kavramında herhangi bir belge mevcut değil miş. Eh Genel Kurmay belgeleri arasında resmen darbe notları belge olarak yoksa, o zaman darbe günlükleri de yoktur! Mantık bu. Neyse ki, şimdi bilirkişi Başbuğ, görünürde gayet ilkeli tavırlarla, Ergenekon Terör Örgütü nün isminin bile anılmasına karşı çıkıyor. Sonra yürüyen yargı süreçleriyle ilgili konuşmayacağını söylüyor. Ama aslında yürüyen davada masumiyet ilkesi nin çiğnenmiş olduğunu söylemeden söylüyor! Burada yapılan balans ayarının içeriği şu : Ergenekon davasında yargılananları katiyen teşhir etmeyin. Onları teşhir eden belgeleri yayınlamayın! Suç işlemiş olursunuz! raporu yayınlandı ve Örnek in bana ait değil dediği notların ona ait olduğu belgelendi. Başbuğ konuşmasının bir bölümünde Ergenekonculardan gelen askeriyenin kendilerine yeterli sahip çıkmadığı, askerin denetimindeki mekanlarda arama yapılmasına göz yumulduğu, hükümetle Genel Kurmay arasında Ergenekoncuların tasfiyesi bağlamında zımni bir anlaşma olduğu vb. değerlendirmelerinden rahatsızlığını dile getiren şu tespitleri de yapıyor: Kamuoyunda çok yanlış yansıtılan bir konu. Bu süreçle ilgili olarak deniliyor ki soruşturma sürecine Gen. Kurm. Başkanlığı izin veriyor, destek veriyor. Hukuk devletinde (Guguk devleti aslında. Hukuk devletinde bu Genel Kurmay Başkanı bu demecin ertesi günü kapı önüne konur! BN) herhangi bir kurumun yürütülmekte olan bir yargı sürecine destek vermesi ya da vermemesi gibi bir şeyin düşünülmesi kadar ayıp bir şey yoktur. Önemli olan bu sürecin yasalar çerçevesinde yürütülüp yürütülmemesi. (Fakat bu soruşturma sadece gizli tanık ve itirafçı ifadelerine dayanılarak yürütülmüyor muydu???!!! BN) Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yetki ve görevlerini iyi anlamalısınız. Bunların yetkilerini iyi anlamak lazım. Ceza Muhakemeleri Kanunu nun 11. madde 5. fıkrasında askeri mahallerde nasıl arama yapılacağı belli. Cumhuriyet savcılarının istem ve katılımıyla askeri makamlar tarafından yerine getirilir. Bu arama askerin müsaadesi ile yapıldı. Hayır efendim böyle bir şey yok. Madde çok açık. Bu bazen bu aramaya asker müsaade etti diye yorumlanıyor. Savcılık Merkez Komutanlığına bilgi verir. Merkez Komutanlığı na gelinir ve arama neyse yapılır. Başbuğ kimi paşa eskilerinin GATA ya sevkedilip, Gata raporlu tahliye edilmeleri konusunda medyanın bir bölümünde çıkan yorumlardan rahatsızlığını da sorulmadan dile getirip şöyle diyor: Sormadınız ama açıklayacağım. GATA ile ilgili yazılan çizilen konuşmalar. Tutuklu statüsünde olan muvazzaf veya emekli askerlerin askeri hastanelere sevki mevcut mevzuat çerçevesinde ve Adalet Bakanlığı nın dahilinde yapılır. Bizim hiçbir dahilimiz yoktur. Adalet Bakanı bu konuyla ilgili açıklama da yaptı. Sanki sevkleri biz yapıyoruz gibi gösteriliyor. Bu yalan ve iftira GATA Haydarpaşa ya yapılan sevkler İstanbul Tabip Odası tarafından incelendi ve rapor da yayınlandı. Sevk ve Hekimlik konusunda sorun yoktur dendi. Siz kalkıp sistemli bir şekilde bu kişiler hasta değil, bilerek sevkedildi derseniz. Bu sevkler Bakanlık dahilinde oluyor. (Adalet Bakanlığı bu konuda açıklama yaptı ve bakanlığın GATA ya havale konusunda hiçbir dahli olmadığını açıkladı. Birileri yalan söylüyor yani. BN) Tedaviler asılsız derseniz ne biliyorsunuz denir. Bazı tutukluların nakli asker tarafından yapıldı. Tutukluluktan serbest kalan bir kişi söyleyin. GATA Haydarpaşa da yapılan her şey hukuk ve kanun neyse ona göre yapılmaktadır. Bu konuyu böyle yalanlarla gündeme getirmek ahlaksızlıktır. Başbuğ darbe konusunda TSK nin kendi bünyesinde bir soruşturma yürütüp yürütmediği sorusuna da şu cevabı veriyor: Burada bu kelimelerin tartışılması bile bizi rahatsız ediyor. TSK olarak demokrasiye bağlıyız. TSK nın bünyesinde mevcut rejime aykırı faaliyette bulunan kimse bulunamaz ve barınamaz. Biz hukuk devletine bağlı ve saygılıyız. TSK bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz. Buna müsaade etmeyiz. Böyle bir durum söz konusu değil. Bu konulara ilişkin olarak TSK bünyesinde böyle bir araştırma ihtiyacı da yoktur. Bunu söyleyen 86 yıllık cumhuriyet tarihinde resmi ve açık ve üstü örtülü darbeler gerçekleştirmiş olan kurumun başı! Mevcut rejim içinde seçilmiş bir başbakanı asan/astıran kurumun başı! Tabii ki darbeciliği rejimin koruyuculuğu olarak kavrayan bir kurumun bünyesinde darbecilik konusunda bir araştırma ihtiyacı yoktur. Darbecilik TSK nin genlerinde mevcuttur. 30 Nisan 2009

Basın özgürlüğü ve Türkiye gündem Erdoğan ın Azerbaycan ziyareti ve Türkiye- Ermenistan Erdoğan ın Azerbaycan ziyareti ile böylece Türkiye/ Azerbaycan arasında esen soğuk rüzgarlar dindirilmiş oldu. Fakat bu Türkiye/Ermenistan arasında sınırın açılmasının ki bu Ermenistan Türkiye ilişkileri açısından en önemli konu- çok net bir biçimde dağlık Karabağ bölgesi üzerinden Ermenistan işgalinin kaldırılması şartına bağlanmasının kategorik olarak yinelenmesi pahasına oldu. Amerika'daki Freedom House (Özgürlük Evi) adlı sivil toplum kuruluşu (ki bu kuruluşun en önemli finansörünün CIA olduğu bilinen bir giz ) 2009 Basın Özgürlüğü Raporu nu yayınladı. Washington daki Basın Müzesi nde Özgürlük Evi tarafından açıklanan raporda 2009 yılında basın özgürlüğü açısından "kaygı verici" gelişmeler yaşandığı belirtildi. Kuruluşa göre dünya nüfusunun sadece yüzde 17 si basının tamamen özgür olduğu ülkelerde yaşıyor. Özgürlük Evi Raporunda 64 ülkede basın özgürlüğü olmadığı; 61 ülkede kısmen özgür bir basın bulunduğunu, 70 ülkede ise basının "özgür" olduğu belirtildi. Basın Özgürlüğü açısından en iyi puana sahip üç ülke, İzlanda, Finlandiya ve Norveç oldu. Basın özgürlüğü açısından en sorunlu ülkeler Kuzey Kore, Türkmenistan, Burma, Libya, Eritre, Küba, Özbekistan ve Beyaz Rusya olarak sıralandı. Basın özgürlüğünde en özgür kıta Avrupa oldu. Avrupa daki 25 ülkeden 23 ü, Freedom House ın kriterlerine göre özgür basına sahip. Avrupa kıtasında kısmen özgür basına sahip iki ülke İtalya ve Türkiye olarak açıklandı. İtalya, medya patronu olan Silvio Berlusconi nin iktidara dönmesi ve gazetecilere hakaret davaları açılması nedeniyle 2009 yılında "kısmen özgür" sınıfına geriledi. Türkiye de kısmi bir iyileşme olsa da belli başlı sorunlar devam ederken, raporun yazarlarından Özgürlük Evi uzmanı Karin Deutch Karlekar, Amerika nın Sesi Radyosu na, şu değerlendirmeyi yaptı: Türkiye deki basın özgürlüğüne ilişkin birtakım endişelerimiz var. Örneğin, 301 nci madde, basına ve yazarlara yönelik baskı gibi konulardaki kaygımız sürüyor. Asıl sorun 301 nci maddede hala gerekli düzenlemenin yapılamamış olması. Aynı zamanda basına yönelik sindirme ve yıldırma politikaları da sürüyor. Yani genel anlamda Türkiye de basın özgürlüğünün geçen yıldan biraz daha iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz ama bu bahsettiğim sorunların hala sürmesi endişe verici. Son birkaç yıl içinde hükümet yetkililerinin basına yönelik olumsuz tutumlarının arttığını görüyoruz. Bazı medya kuruluşlarına uygulanan yasal ya da ekonomik baskılar da var. Türk medyasının bazı medya gruplarının tekelinde olduğunu biliyoruz. Kimi zaman hükümetle bazı medya grupları arasında konuların kişiselleştiğini de görüyoruz. Bu da resmi bir baskıya benziyor. Türkiye, basın özgürlüğünde Arnavutluk, Komor Adaları ve Tanzanya yla 101 inci sırayı paylaştı. Kuşkusuz bu tespitleri yaptıranların derdi gerçek anlamda basın özgürlüğünün savunulması vb. değil. Onların özgür basından anladığı devrimci basın vb. de değil. Devrimci basına yönelik saldırılar, Freedom House gibi kuruluşlar açısından da demokrasinin kendini savunması için gerekli tedbirler çerçevesinde değerlendiriliyor. Sözünü ettikleri ve kınadıkları baskılar bizzat burjuva basının bir bölümüne yönelen baskılar. Bunun bilincinde değerlendirilmeli bu tespitler. Böyle bakıldığında bile Türkiye nin 101. sırada yer alması, basın özgürlüğü konusunda ülkelerimizin durumunu göstermesi açısından ilginçtir. 2 Mayıs 2009 Türkiye- Ermenistan ilişkilerindeki görünürdeki yumuşama, sorunların çözümü için bir yol haritası nın ilanı Bakü ile Ankara arasında soğuk rüzgarlar esmesine neden olmuştu. Gerek Türkiye de hükümet karşıtı medyanın bir bölümü, gerekse Azerbaycan medyası, Türkiye nin Azerbaycan ı sattığı içerikli bir kampanya başlatmışlardı. Türkiye ile Ermenistan arasındaki diplomatik yakınlaşmanın hemen ertesinde, Azerbaycan ile Rusya arasında, Azerbaycan gazının belli bir bölümünün Rusya tarafından satın alınacağını öngören bir anlaşma imzalanmıştı. Azerbaycan bu tavrı ile kardeş Türkiye yi uyarıyor, Ermenistan a karşı eski uzlaşmaz tavrını, örneğin Ermenistan Türkiye sınırının açılmasını Dağlık Karabağ bölgesinde Ermenistan işgalinin kalkmasına bağlı ele alan tavrını sürdürmesi için adeta şantaj yapıyordu. Aksi taktirde Nabucco projesinde Azeri gazı nın garanti olmadığı mesajı veriliyordu. Bu şantaj aynı zamanda duygusal ve demagojik bir bir millet/iki devlet, özel ilişkiler, kardeş devlet vb. kampanyası ile destekleniyordu. Gelişmeler üzerine apar topar bir Bakü ziyareti gündeme getirildi. 13 Mayıs ta Erdoğan içinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ın da yer aldığı bir heyetle Azerbaycan ı ziyaret etti. Bu ziyarette Azerbaycan Başkanı E. Aliyev- Erdoğan arasında ikili görüşme dışında, heyetler arası görüşmeler yapıldı. Ayrıca Azerbaycan meclisinde Erdoğan bir konuşma yaptı. Erdoğan gerek ikili görüşme ertesinde yaptığı açıklamalarda, gerekse Meclis te yaptığı konuşmada aslında Azerbaycan ın istekleri doğrultusunda açıklamalar yaptı. İkili görüşme ertesinde yapılan basın toplantısında söyledikleri özet olarak şöyle: - İkili ilişkiler yanında tek millet iki devlet anlayışımız devam ediyor. Karabağ konusunda Azerbaycan ın hassasiyeti neyse Türkiye nin de odur. - Karabağ ile ilgili şu anki durum kabul edilemez ve asla kabul edilmeyecek. Çünkü burada bir sebep var. - Karabağ ın işgali bir sebeptir. Sınırın kapanması sonuçtur. Bir kez daha açık bir şekilde ifade etmek istiyorum. İşgal sona ermeden sınır kapıları açılmayacaktır. Bu bağlamda gazetecilerden gelen sorulara verdikleri cevaplarda da Erdoğan ve Aliyev aslında Türkiye nin siyasetinde bir değişiklik olmadığı, algılamadaki yanlışlığın iletişimsizlik ve yanlış anlamalardan kaynaklandığı tavrını takındı. Şöyle: Azeri gazeteci: Niye sınırın açılması konusunda Türkiye tarafı bizi şüpheye düşürdü? Erdoğan: Eğer benim Londra daki konuşmamı dinleseydiniz. Bu konuda bir şüpheye yer bırakmadığımı anlardınız. Meclis teki ve televizyonlardaki konuşmalarımda da aynı noktayı vurguladım. Türk gazeteci: Dağlık Karabağ konusunda somut bir açıklama bekliyoruz demiştiniz. Cevabınızı aldınız mı? Aliyev: Bundan daha açık bir cevap olamaz. Türk gazeteci: Hiçbir şüphe kalmadı dediniz. Ancak Türk tarafı defalarca kapı açılmayacak dediği halde bu şüpheler neden devam etti. Aliyev: Ermeni basınında Şubat ayında sınır kapısı açılacak yönünde haberler çıktı. Bir süre bunlar muhatapsız kaldı. Nisan ayının sonunda bu şüpheler sona erdi. Bu ziyarette üzerine konuşulan konulardan biri de doğal gaz fiyatları idi. Azerbaycan tarafı uzun süredir kardeşlik adına Türkiye nin aldığı Azeri gazının fiyatının düşüklüğünden yakınıyordu. Ve Ermenistan/ Türkiye arasındaki diplomatik yakınlaşma ertesinde fiyatı yükselteceğini açıklamıştı. Ortak basın toplantısında bu konuda bir Azeri gazeteci- 7

gündem 8 nin sorusu ve ona Erdoğan ın verdiği cevap şöyle idi: Azeri gazeteci: Türkiye Rusya dan doğal gazı 400-450, Cezayir den 300-350 ve Azerbaycan dan da 100-150 dolara alıyor bu adaletli bir fiyat mı? Erdoğan: Bu noktada fiyatların adil olduğunu söyleyemem. Sonra anlaşıldı ki, ikili görüşmelerde taraflar Azeri gazının fiyatının yükseltilmesi konusunda (yine de Rusya gazının fiyatından daha ucuz) anlaşmışlar. Erdoğan ın Azerbaycan ziyareti ile böylece Türkiye/Azerbaycan arasında esen soğuk rüzgarlar dindirilmiş oldu. Fakat bu Türkiye/Ermenistan arasında sınırın açılmasının ki bu Ermenistan Türkiye ilişkileri açısından en önemli konu- çok net bir biçimde dağlık Karabağ bölgesi üzerinden Ermenistan işgalinin kaldırılması şartına bağlanmasının kategorik olarak yinelenmesi pahasına oldu. Bu ise Türkiye/Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesinin Azerbaycan ipoteğine alınması anlamına geliyor. Eğer bu arada başlayan Ermenistan/ Azerbaycan görüşmelerinde tarafların tavrında bir değişiklik olmaz ise; eğer Türkiye, Rusya ve Ermenistan ile görüşmelerinde Karabağ sorununun -işgalin bir biçimde kalkması ile- çözümleneceği konusunda garanti almadı ise, Erdoğan ın Azerbaycan daki açıklamaları Ermenistan konusunda Türkiye de son dönemde oluşan olumlu havanın yanıltıcı olduğunu, sınırın açılmasının çıkmaz ayın son çarşambasına kaldığını gösteriyor. Diğer yandan bu gelişme gerek batılı emperyalist güçler açısından, gerekse Türkiye açısından Nabucco projesinin ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor. Önemli ölçüde Azeri gazının da ondan akacağı hesabı üzerine kurulu olan Nabucco projesinde gelinen durum şöyle: -Anlaşma metninde çok büyük ilerleme kaydedildi ancak müzakereler daha tamamlanmadı. Bununla birlikte metin üzerindeki son pürüzlerin Mayıs sonuna kadar giderilmesi bekleniyor. Böylece, imza töreninin Haziran sonuna yetiştirilmesi hedefleniyor. Ancak imza töreni ile ilgili olarak kesin bir tarih belirlenmedi. 50 yıl süreli anlaşmanın hükümleri arasında, geçiş hakkı veren ülkelerin tanıyacağı vergi kolaylığı, ayrımcılık yapılmayacağı, devletleştirilmeyeceğine dair taahhütler yer alıyor. Andaki uzlaşmazlık noktası ise gelir vergilerinin nasıl paylaşılacağı konusu. Bu konuda çok sıkı pazarlıklar yürüyor. Anlaşma, boru hattının geçeceği Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya tarafından imzalanacak. İmza törenine devlet ve hükümet başkanları düzeyinde katılımda bulunulması hedefleniyor. Hatta Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'nun da gelmesi söz konusu. Barroso Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le yaptığı görüşmede, imza törenine katılmak istediğini belirtti. Üst düzeyde katılım tarafların ciddiyetini göstermesi açısından önem taşıyor; zira, imzayı takiben, boru hattının inşasını gerçekleştirecek olan konsorsiyum, uluslararası kuruluşlardan finansman arayışına çıkacak. Anlaşmanın imza aşamasına gelinmesinde, Türkiye'nin bazı taleplerinden geri adım atması etkili oldu. Türkiye'nin hattan geçecek gazın yüzde 15'lik bölümünün kendisine ayrılması, üstelik bu gazın daha düşük bir fiyattan kendisine satılması talebi, Nabucco projesini en az bir yıl geciktirdi. Enerji Bakanlığı'nın bu talepler konusundaki ısrarından vazgeçmesiyle ve geçen Ocak ayında müzakerelerde sorumluluğun tamamen Dışişleri'ne geçmesiyle müzakerelerde önemli bir mesafe kat edildi. Abartılı taleplerden vazgeçilmiş olmakla birlikte, Türkiye'nin enerji arz güvenliği ihtiyacını dikkate alan bazı hükümlerin anlaşmaya sokulduğu belirtiliyor. Bu arada uluslararası piyasalarda doğalgaz 300-400 dolardan satılırken Azerbaycan'dan 120 dolara alınan gaz fiyatına fazla zam yapmaya yanaşmayan Enerji Bakanlığı nın bu tavrı da son Azerbaycan ziyareti sırasında resmen değişti, Azeri gazı da zamlandı. Böylece Nabucco projesinde ilerlemenin önündeki bir engel daha kalkmış oldu. Fakat bu artık bütün sorunların aşıldığı anlamına gelmiyor. Azerbaycan Türkiye'yle ikili bazda doğalgaz alım satım anlaşmasında uzlaşsa da geri kalan doğalgazını Nabucco hattına tahsis etme konusunda sıkı pazarlıkları sürdürecek, elindeki kozu en iyi biçimde kullanmaya çalışacaktır. Batının ve Türkiye nin Rus gazına bağımlılıktan kurtulma konusundaki istek ve planları, Azerbaycan için önemli bir kozdur. Azerbaycan ın Nabucco projesine gaz verme konusundaki çekinceleri, Haziran da projenin sahibi ülkeler anlaşymayı imzalasalar bile, imzalar atıldıktan sonra finansman arayışına çıkacak olan Nabucco konsorsiyumunun işini zorlaştıracaktır. Yani kısacası gelinen aşamada Yukarı Karabağ sorununun çözümü hem Nabucco hem de Türk-Ermeni ilişkileri açısından anahtar konumunda. Bu sorunun çözümü için Nabucco projesinin bütün tarafları önümüzdeki dönemde çok yoğun bir diplomasi trafiği işleteceklerdir. Ancak bu trafiğin nafile bir trafik olarak kalması da olasıdır. Gerek Ermenistan, gerek Azerbaycan, gerekse Türkiye de çözümsüzlükten nemalanan ulusalcı güçler oldukça yoğundur. 15 Mayıs 2009 İbrahim bir piknikle anıldı Proletarya diktatörlüğünü savunmak her dönemde komünist olmanın tek kıstası değildir. Güncel alanda çeşitli dönemlerde öne çıkan noktalarda doğru tavır takınmak komünist olmanın kıstası/kıstasları haline gelebilir. 36 yıl önce faşist katillerce işkencede katledilen komünist önder İbrahim Kaypakkaya yı düzenlediğimiz bir piknik ile andık. Piknik yerine vardıktan sonra kahvaltı edildi. Kahvaltıdan sonra bir yoldaş sunum yaptı. Yoldaş yaptığı sunumda; İbrahim ile Deniz ve Mahir arasındaki temel ideolojik farklılıkların neler olduğunu anlattı. Deniz ve Mahir in küçük burjuva devrimcisi olduklarını, İbrahim in komünist olduğunu, İbrahim in 60 lı yıllarda modern revizyonizme karşı mücadelede, tüm hata ve sapmalarına rağmen Marksizmin devrimci özünü savunan Mao Zedung Düşüncesi nden yana saf tuttuğunu, açıkça proletarya diktatörlüğünü savunduğunu, Mahir ve Deniz in proletarya diktatörlüğünü savunmadıklarını, modern revizyonizme karşı mücadelede ortada bir tavır takındıklarını anlattı. Kemalizm ve ulusal sorunda, İbrahim ile Deniz ve Mahir arasındaki farklılıkların neler olduğunu örnekleri ile anlattı. Sunumda n sonra sunum ve İbrahim hakkında çeşitli sorular soruldu. İbrahim hatalarına rağmen ortaya koyduğu siyasi çizgi komünisttir. İbrahim i savunduklarını söyleyen siyasi yapıların siyasi çizgisi komünist midir? Proletaryanın ideolojik önderliği ne demektir? Marksizmin özü olan proletarya diktatörlüğünü savunmak, her dönemde komünist olmanın tek kıstası mıdır? İbrahim in yaşadığı dönemde yarıfeodal tespiti doğru mudur? Sosyoekonomik yapı nedir? İbrahim ülkelerimizin sosyo-ekonomik yapılarını araştırdı mı? vb. Bu sorulara sunum yapan arkadaş tarafından cevap verildi. İbrahim i savunduğunu söyleyen yapıların siyasi çizgileri komünist olarak adlandırılamaz. Bu yapılar esas olarak İbrahim in hatalarını sistemleştirme yolunda ilerleyerek revizyonizme vardılar. Proletarya diktatörlüğünü savunmak her dönemde komünist olmanın tek kıstası değildir. Güncel alanda çeşitli dönemlerde öne çıkan noktalarda doğru tavır takınmak komünist olmanın kıstası/kıstasları haline gelebilir. İbrahim in yaşadığı dönemde de yarı-feodal tespiti doğru değildi. İbrahim in Çorum ve Kürecik bölgesini kapsayan araştırması ve Kemalizm değerlendirmesinde kısmen sosyo ekonomik değerlendirmeleri olmasına rağmen, o esas olarak MZD den etkilendiği için Çin deki devrimin gelişme sürecini birebir aynen ülkelerimize uygulamıştır. Gün boyunca birlikte oyunlar oynandı. Şiirler okundu. Türküler, marşlar söylendi. Genç arkadaşlar hazırladıkları iki tiyatro oyununu oynadılar. Dönüş yolunda otobüs içinde türküler, marşlar söylenmeye devam edildi. Piknik hakkında değerlendirme yapıldı. Piknik esas olarak olumlu olmasına rağmen, ayrı sofralar kurulup, ayrı yemek yenilmesinin ve genç arkadaşların tartışmalara katılmamalarının, soru sormamaların olumsuz olarak değerlendirildi. Özellikle de İbrahim i andığımız bir piknikte ortak sofraların kurulmasının önemli olduğuna vurgu yapıldı. İbrahim Kaypakkaya mücadelemizde yaşıyor, yaşayacak! 18 Mayıs 2009