ÖZGÜRLÜĞE DAİR 1. Özgürlük, ücretli köleliktir!



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

SOSYAL TABAKALAŞMA SOSYAL TABAKALAŞMA Taylan DÖRTYOL Akdeniz Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Pazarlama Bölümü

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

Enternasyonalist Komünist Birlik (EKB)

2013 YILI Faaliyet Raporu

İktisat Tarihi

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

Enternasyonalist Komünist Birlik (EKB) ULUSAL EFSANESÝ VE. geocities.com/icgcikg/turkish

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

KAMU PERSONEL HUKUKU KISA ÖZET HUK303U

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

İçindekiler. Değişim. Toplumsal Değişim. Değişim Eğitim ilişkisi. Çok kültürlülük. Çok kültürlü eğitim. Çok kültürlü eğitim ilkeleri

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

İÇİNDEKİLER KAPİTALİST ÜRETİM TARZI 41 I TEKEL-ÖNCESİ KAPİTALİZM 42

ZUBRÝTSKÝ, MÝTROPOLSKÝ, KEROV KAPÝTALÝST TOPLUM ERÝÞ YAYINLARI. Kapitalist Toplum

Cumhuriyet Halk Partisi

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

İ Ç İ N D E K İ L E R

İşyeri Temsilcileri Rehberi

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1

1. LİDER 2. LİDERLİK 3. YÖNETİCİ LİDER FARKI

SCA Davranış Kuralları

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Murabaha Nedir? Murabahalı Satış Ne Demek?

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

Daha iyi, daha sorunsuz, daha kolay, daha cazip, daha ekonomik olana ulaşabilmek içinse;

Standart Eurobarometer 76. AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU Sonbahar 2011 ULUSAL RAPOR TÜRKİYE

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

Cumhuriyet Halk Partisi

işçiokulu FASİKÜL 3: Sömürü nedir, işçiler nasıl sömürülür? İşçi sınıfı kurtuluşu için kahramanlara değil, kendi bilinçli eylemine güvenmeli.

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

GMO 1. KADIN ÇALIŞTAYI

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

DOÇ. DR. DOĞAN GÖÇMEN DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ

ORMAN KORUMA ORMAN KORUMA YA GİRİŞ

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

KİMLİK, İDEOLOJİ VE ETİK Sevcan Yılmaz

EMO GENÇ İZMİR ŞUBE BİLDİRİSİ NASIL BİR EMO GENÇ?

Nasıl Bir Deniz Feneriyiz?

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

KAYNAK: Çınar, İkram "Kaynak Olabilen İnsan." Eğitişim Dergisi. Sayı: 16 (Ağustos 2007).

SSCB'DE SOVYET TOPLUMUNUN VE İKTİDARININ ZAFERİ - GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) (2. Makale) İbrahim Okçuoğlu

1930 DÜNYA BUHRANI DÂHİL, TÜRKİYE BU KADAR AĞIR KRİZ YAŞAMADI.

E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

MOTİVASYON. Nilüfer ALÇALAR. 24. Ulusal Böbrek Hastalıkları Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireliği Kongresi Ekim 2014, Antalya

Değerli misafirler, Kıymetli iş insanları... Basınımızın değerli temsilcileri... Hanımefendiler... Beyefendiler...

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

Daimler grubunda sosyal sorumluluk ile ilkeler. Daimler sosyal sorumluluğunun bilincinde olup Küresel Anlaşma (Global Compact) için baz

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 23: Çalışma Hakkı

İşletmenin temel özellikleri

SİYASETİN BAĞIMLILIĞI VE GÖRECE ÖZERKLİĞİ

Derleyen AYŞE BUĞRA Sınıftan Sınıfa

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Hasankeyf ve Dicle Vadisi Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

BİRLEŞİK METAL-İŞ B İ RLEŞİK METAL İŞÇİLERİ SENDİKASI UNITED METALWORKERS UNION

Yaşamdan Çekilme/Kopma Kuramı Yaşamdan kopma/çekilme kuramına göre; yaşlılık bireyin fiziksel, psikolojik ve toplumsal açıdan dünyadan adım adım

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

SİYASİ DÜŞÜNCELER TARİHİ (TAR222U)

SSCB - KADIN DEVRİMİ ÜLKESİ TEMEL GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) 7. Makale

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar

KABUL EDİLMEZLİK KARARI

SİYASET NEDİR? Araştırma Soruları

Zar Falı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ!

IFLA İnternet Bildirgesi

SİYASAL İDEOLOJİLER (SBK457)

İŞYERLERİNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ÖRGÜTLENMESİ. Yrd.Doç.Dr. H. Ebru ÇOLAK KTÜ Harita Mühendisliği Bölümü GISLab

ABD NİN KURULMASI VE FRANSIZ İHTİLALİ

Transkript:

ÖZGÜRLÜĞE DAİR 1 Özgürlük, ücretli köleliktir! Georges Orwell in ünlü romanı 1984 teki Savaş barıştır! sloganı, devlet tarafından her yerde ve durmadan yürütülen emperyalist savaşı haklılayan söylemi gerçeğe uygun biçimde gösterir, ifade eder. Ama romanın en korkutucu parçasını, Özgürlük köleliktir! sloganının savunulmasıyla ifade edilen genel itaakârlığa yönelik bu anıştırma oluşturur hiç kuşkusuz. Orwell, kendi efendilerinin sloganlarını üstüne basa basa bağırmaya ve kendi insanî özyapılarının [seviyesizliklerinin] bizzat belirtisi olarak köleliklerini savunmaya koyulan insanlar tarafından ulaşılmış yabancılaşmanın düzeyini göstermek istiyordu bu özlü sözü kullanarak. Böylece yazar, burjuvazinin kendilerini hedefleyen ideoloji seline bugün daha fazla ökselenmiş ve kendi sömürülerini haklı göstermek için hâkim sınıf tarafından kullanılan yanıltma araçlarıyla övülen nakaratların tümünü durmadan yineleyen sömürülen milyonları çarpıcı biçimde betimler. Özgürlüğe yapılan bu soyut çağrının, hâkim ideolojinin üretilmesinin bir başka uğrağını oluşturduğunu ortaya koyarak daha öteye gitmek istiyoruz 1984 ün yaşayan ölülerinin, köleliklerini, Orwell in de ifade ettiği gibi özgürlükleri ile insanî varlıklar olarak asıl gerçekleşmelerini karıştırdıkları kuşkusuz. Ama kesin olarak göstermek istediğimiz, Orwell in de ötesinde, onca burjuva partinin başvurduğu bu özgürlüğün asıl olarak serbest rekabet, ücretlilik, insanın insan tarafından sömürülmesi ile meta toplumunun cenneti üzerinde temellenmiş bir özgürlük olduğu ve bu sıfatla dünya kapitalist sistemine düzülmüş kanlı bir marştan daha başka bir şey olmadığıdır. Bu girişe Özgürlük, ücretli köleliktir! başlığını koyduk, çünkü özgürlüğe yapılan çağrıların çoğunun, ücretli köleliğe daha bir incelik kazandırmaya, onu olduğundan daha az insanlık dışıymış gibi yutturmaya yönelik çağrılar olduklarını göstermek istiyorduk bununla. Özgürlük havarilerinin çoğunluğu, ekonominin kapitalist dünyasını ve ücretliliğin zincirlerini korumak isterler. Orwell in toplumunun gizli [anonim] sömürücüleri, kölelerine şunu bağırttırırlar: Özgürlük köleliktir!. 2 Ne var ki bu kurgunun belli belirsiz gösterdiğini, gerçeklik uzun zamandır aşmış durumda. Devlet, bu türden bir propagandayı beyinlerimize alabildiğine yerleştirmekten vazgeçmiş değil; ücretli kölelerine ücretlerinin sömürüldükleri çerçeve dâhilindeki karar verme olanağıyla ortaya çıkan ve de sömürülmelerini yönetecek olanların seçilmeleri veya seçilmeyip görevden [iktidardan] düşürülmelerinde ifadesini bulan [somutlaşan] özgürlükleri demek olduğunu yinelettiriyor onlara durmadan. 1 Bu metin, Eylül 2009 da yapılan düzeltmelere uygun olarak Communisme dergisinin 47. sayısından (Mayıs 1998) çevrilmiştir. Bütün köşeli ayraçlar [ ] çeviriye aittir. (ç.n.) 2 G. Orwell in bu eserine genel bir geçerlik kazandıran sömürülenleri kendi sömürücülerinin sloganlarını tekrarlamaya götüren o ölçüsüz boyun eğişlerinin, La Boétie nin ifadesiyle söylersek gönüllü kölelik lerinin teşhiridir. Ama yazarın yine de özgürlüğün ve özgür bireyin eleştirisini yapmadığı, sonuç olarak kapitalizmin devrimci eleştirisinin temellerine dokunmadığı konusunda açık olmamız gerekir. Elinizdeki metnin bütünlüğünün de açıkça gösterdiği gibi özgürlük ücretli köleliktir temel tezimiz, ücretli emeğin [işin] yok edilmesi yönergemizin, kaçınılmaz biçimde sınırlı ve burjuva ideolojisine özgü egemenlik/boyun eğme ile özgürlük arasındaki karşıtlığa indirgenememesiyle, kapatılamamasıyla aynı biçimde bütün orvelci ufku aşar. 1

Böylece tanımlanmış özgürlüğün, burjuvazinin proletaryayı sömürmek üzere özgür bir dünya [toplum], önceki üretim tarzları tarafından çıkartılan engellerden kurtarılmış bir dünya, değişim ve rekabetten yana özgür bir dünya kurma ihtiyacından doğmuş olmasının ne demeye geldiğini göreceğiz bu metinde. Burjuvazinin sömürülen eski sınıflara bahşetmiş olduğu özgürlüğün, sömürücü sınıf niteliğiyle öncelikle kendisini ilgilendiren bir özgürlük olduğunu ve proleterleri onlara egemen olan sisteme daha fazla zincirlemek için, onları sermayenin tekrar tekrar üretilmesinden ve sağlamlaştırılmasından daha başka bir şey içermeyen daha özgür bir dünya ya bağlamak için metafizik anlayışla ele alınan bir özgürlüğün oluşturduğu şu soyut ideali kullandığını da göreceğiz. Sınıfsız, rekabetsiz, savaşsız ve baskının olmadığı bir dünya anlamında özgürlüğün egemenliğinin gerçekleşmesinin, kapitalizmin ve burjuvazinin övdüğü şu özgür dünya nın yok edilmesinden geçebilmesinin ne demeye geldiğini göstererek bitireceğiz [bu çalışmayı]. Bu anlamda ve proleter bakış açısından gerekliliğin dünyasıyla karşıtlık içinde özgürlüğün egemenliği, ücretliliğin engellerinden kurtarılmış bir dünyanın öne sürülmesidir, olumlanmasıdır bu, dünya çapındaki insanî topluluktur, komünizmdir. Sermayeden kurtarılmış bu topluluğun olumlanması [kesinlenmesi], burjuvazinin bizleri zincirlediği şu özgürlüğün fiilî eleştirisiyle olur [ancak]. Hapsedilmenin, kapatılmanın tersini çağrıştırdığında, mevcut bütün baskılara karşı, bütün engellere karşı mücadeleyi gösterdiğinde özgürlük kavramının arkasına sığındığı terminolojik muğlâklığa gelince bu sorunu çabucak bertaraf etmiş olacağız. Her ne kadar girişim özgürlüğünün, özel ve bireysel özgürlüğün, satma ve satın alma özgürlüğünün, demokratik özgürlüğün, [kısacası] sömürülmemizi gerçekleştiren şu özgürlüğün uzlaşmaz, iflâh olmaz düşmanları olduğumuz doğruysa da, komünizm talebimiz, yine de yeryüzündeki bütün mahpusların özgürlüğünü istemekten geçecektir. Toplumun bütün bezirgânlıklardan, insanoğlunun artı-değerin sökülüp alınmasından kurtarılmasına; insanlığın toplumsal sınıflardan ve bütün devletten kurtarılmasına; insanî etkinliklerin şu iş denilen işkenceden kurtarılmasına; insan türünün bütün yaratıcılık ve haz alma gücünün serbest kılınmasına; aşkın metalaşmış cinselliğin bayağılıklarından kurtarılmasına; yeni doğmuş sabileri hekimlerin o soğuk meslek erbabı ellerinden alınmasına; emekli edilmiş ihtiyarcıkların ölümü bekledikleri bugünkü koşullardan çekip çıkartmaya; paranoyaklar ı ve şizofrenler i psikologların ya da psikanalistlerin teşhisleriyle şu kimyasal meretlerinden kurtarmaya; çocukları okulların ve ailenin boyunduruğundan masun kılmaya; kadını ev işlerine bağlılıktan kurtarmaya; kadını ve erkeği erkek egemen anlayıştan [maçoluktan] esirgemeye; insanı dinden, sanattan, ekonomiden, siyasetten kurtarmaya; insanoğlunu bütün şu hiyerarşik yetkiler ve yetkililer manzumesinden özgür kılmaya; bütün okulların, bütün fabrikaların, bütün kışlaların, bütün hastanelerin, bütün hapishanelerin mahpuslarının tümünü bütün sömürü ve baskılardan kurtarmaya, özgür kılmaya evet diyoruz, hem de bin kere evet! Gerçek özgürlük, devletin tümüyle yıkılmasından geçer. İnsanın kurtuluşu [özgürleşmesi], onun insanal bir toplulukta kolektif bir varlık olarak oluşmasıyla olabilir ancak Özel bireyin girişim özgürlüğüne karşı insanî ihtiyaç ve hazların diktatörlüğünden kaynaklanan bu mutlak özgürlüğü, bu özgürlük egemenliğini 3 komünizm olarak 3 Bugünkü dilin sınırları çerçevesinde insanın meramını ifade etmesi zor Devrim ve komünizm düşüncesi etrafında yeniden tanımlamak istediğimiz bu özgürlüğe atfedilen nitelikler olarak mutlak ve egemenlik sözcükleri, bu dünyanın diyalektik gerçekliğine, hiçbir zaman hiçbir şeyin tamamlanmış olmasını gerektiren ve bu anlamda komünizmin kendisinin de şüphesiz [gelecekte] hâlâ çok sayıda nitel başka sıçramalar görecek olan gerçek insan tarihinin yalnızca başlangıcı olmasını gerektiren 2

adlandırıyoruz. Yahut başka biçimde söylenirse, komünizm, metanın insanoğlu üzerinde yüzyıllardır süren diktatörlüğünün mümkün yegâne olumlu olumsuzlanmasıdır [yadsınmasıdır]; komünizm, kendi terminolojisinde oluşturduğumuz şeyin [insanlığın] ortaklaşmacılığını (ortak hâle getirmeyi/yeniden birleştirmeyi) ve gerçek insanî kolektifin gerçekleşmesini olumlu olarak ortaya koyar. Gerçek özgürlük, bu kolektif varlıktır, insanal topluluğun olumlanmasıdır. Şu özgürlük için, para toplumunun [dünyasının] ticaret yapmayla, rekabet etmeyle, tasarruf etmeyle yan yana gittiği bir özgürlük için, gücünün kesinlenmesinde belirleyici bir değer olarak sömürücü lehine dile getirilen bir özgürlük için düzülen metafizik bayağı övgüleri düşmana bırakıyoruz bu yüzden. [Yani] burjuvaları, satın alma ve satma özgürlüğü bayraklarının arkasında tek başlarına yürümeye terk ediyoruz. Kendi döneminde Blanqui, bu burjuva değeri benimsemelerinin kaçınılmaz biçimde içerdiği sonuçlar konusunda proleterleri uyarmıştı: «Ama özgürlük ağaçlarının dikilmesiyle ( ) eğlenmeye dalan proleterler için ( ) önce kutsal zemzem suyu, ardından hakaretler ve derken yağlı kurşunlarla sürekli sefalet gelecektir.» Blanqui, 1851. Komünistlerin uğrunda tutkuyla mücadele ettikleri gerçek özgürlük, gücünü ve sonsuz gelişimini insanî haz ve zevklerde bulacak olan bir özgürlüktür; devletin bütünüyle ortadan kaldırılmasıyla ve tüm toplumsal bölünmelerden kurtulmuş dayanışmacı bir topluluğun, [kısaca] bir canlar [insanlar] topluluğunun gelmesiyle nihayet mümkün kılınacak bir özgürlüktür. Bu, kendisini oluşturan üyelerinin tam bir özgürlük içinde yani bu topluluğun içinde ve onun için uyumlu biçimde davranmalarına elverecek bir tür olarak var oluşunun nihayet bilincine varmış ve yeniden birleşmiş olan insan türüdür. Kendisini oluşturan her varlığın her eylemini kolektif varlığın, insanal topluluğun gelişmesinin özgür bir anı olarak koyması, insanlık tek vücut teşkil ettiğinde olacaktır ancak. Bu anlamda gerçek özgürlük, ortak bir projeden, komünist bir topluluktan ayrı düşünülemez ve yeniden birleşmiş topluluktaki bireylerin bu özgürlüğü, bugün düşünülen hâliyle bireysel burjuva özgürlüğe her yönüyle karşıdır. Sermaye egemenliği altındaki özel birey, gözden çıkarılmış kişidir; kapitalist gerillaların sunağında kurban edilmesini daha bir gönüllüce kabul etmesi için alnına özgürdür damgası vurulmuş kişidir. İçine itilmiş olduğu şu herkesin herkese karşı savaşında o, ya galip olarak adı besmeleyle saygıyla ağızlara alınır ya da mağlûp olarak ululanır; bugünkü özel birey, diğerinden yoksun kılınmış, insan kardeşinden ayrılmış, kendi türüne yabancı edilmiştir. İnsanal topluluğun eksiksiz gelişmesine bağlı insanî bireyin özgürlüğünün, kendi aralarında ayrılmış, parçalanmış, bölünmüş ve diğerlerinden kopartılmış varlıkların mevcudiyetiyle, bugün zorla dayatılmış olan bu var oluşla hiçbir alâkası yoktur. Doğuşuna yol açan maddî temelleri açığa çıkartarak ele alıp eleştireceğimiz işte bu sonuncu özgürlük kavramıdır Sermayenin, kendi barbarlığını doğalmış gibi benimsetmesi Toplumun örgütlenmesinin bütününde tartışılmaz bir kılavuz ve vazgeçilmez bir referans olarak bugün için ağır basan özgürlük kavramını zorla kabul ettirmek, özellikle de sürdürüp korumayı alabildiğine bir güçle başarmak gayesiyle hâkim sınıf, onu ıralayan değişmezliği bütün ağırlıyla tartmak zorundadır. Bizzat sömürdüğü kişiler nezdinde insanî gelişmenin ebedî ve kaçınılmaz alanı sıfatıyla özgürlüğü kendine mal ederek burjuvazi, diyalektik gerçekliğe bağlanabilmeleri için maalesef çok fazla bitmiş [kesin, mutlak anlamlar taşıyan] ikiz imlemler [eşanlamlar] içermekteler. 3

imajına uygun biçimde ve bu anlamda tarihin sonuna erişildiğini iddia ederek zavallı biçimde dünyayı durdurmaya çalışmaktan başka bir şey yapamaz. Kapitalist üretim tarzının insanlık için nihayet bulunmuş çözüm olduğunun teminatını vermek ve her türlü talihsizliği girişim özgürlüğündeki eksikliğe atfetmek varlığının aşılmasını kavrayamayan ve bu yüzden kendisini niteleyen bütün ulamları ebedî ve değişmez ulamlar olarak öne süren bir sınıfın düşüncesinin, burjuva düşüncesinin hareket ve varış noktaları işte bunlar. «Kendisinden önceki egemen sınıfın yerini alan her yeni sınıf, sadece amaçlarına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarının toplumun bütün üyelerinin ortak çıkarıymış gibi göstermek zorundadır; ya da şeyleri düşünceler düzeyinde ifade etmek gerekirse: bu sınıf, düşüncelerine evrensel bir biçim vermek, onları akla uygun ve evrensel açıdan geçerli yegâne düşüncelermiş gibi tanıtmak zorundadır.» K. Marx, Alman İdeolojisi, s. 77, Sol yayınları, 5. baskı, 2004. Çıkarını dünyayı olduğu durumda dondurmakta bulan bir sınıfın ifadesi olan burjuva düşünüş tarzı, zorunlu olarak donmuştur, durmuştur. Hâkim düşünce, değişmezliğin mührüyle damgalanmıştır evrensel olarak. Düşüncenin düzenlenişindeki bu değişmezlik, bilerek ve isteyerek yapılmış bir tercihin sonucu değildir; egemen sınıf için para dünyasının temellerini korumanın hayatî gerekliliği tarafından yönlendirilen bir göreneğin [alışılagelen uygulamaların] ve bakış açısının zorunlu sonucudur. Bu savı desteklemek için falan ya da filân akıldanenin [ideologun] düşünmek istediğini ya da istemediğini hareket noktası olarak almıyoruz, ama güncel kapitalist ilişkiler içindeki sınıflı toplumların burjuvaziye vermiş oldukları nesnel yeri, maddî konumu [dikkate alıyoruz]. Burjuvazi üretim araçlarının sahibi ve yöneticisidir; proletaryanın sömürülmesi ve ücretli köleliğin yeniden üretilmesi yoluyla (dolayısıyla reformlar aracılığıyla da) sermayenin geliştirilmesi ve yayılmasıyla ilgilenmek gibi bir görevi vardır. Burjuvazi için ücretliliğe son vermek, kendi ölüm fermanını imzalamak olacağından, söz konusu olamaz. İnsanî gelişmenin ücretlilik içindeki bu donmuşluğu, bu yüzden ona temel olan bütün ulamların değişmezliğiyle tamamlanır. Ücretliliğin savunulması, işçilerle kapitalistleri ilişkiye sokan bu çok önemli arterin bütün araçlarla korunması, şu artık-değer [survaleur: fazla değer] pompasına desteklik eden bütün ideolojik ulamların arkasındaki değişmez siper [savunma aracı], bir fikir olmaktan önce bir olgudur öyleyse. Kapitalist değerlenmenin kaldıracını korumanın bu somut ihtiyacı, kapitalist sınıfın bakış açısını oluşturur. Sömürüyü ve kendi var oluşunun temellerini bir sorun olarak ortaya koyacak olan aşılışını ve yok oluşunu (yani sınıfsız ve paranın yer almadığı bir toplumu) oluşumu [gelişimi, geleceği] içinde düşünmekten aciz burjuvazi, kurulu düzeni ortadan kaldıracak olan gerçek hareketi şiddetle reddeder ve komünist harekete karşı, sermayenin kendi derinliklerinden, burjuvazinin temsilcisini oluşturduğu varlığın [sermayenin] bizzat içinden çıkan bu olumsuzlanmaya karşı var gücüyle savaşır. Kapitalist sınıf, bu çelişkinin somutlaşmasını, ölüm kararını imzalayacak olan insanlar sınıfını, onu yok edecek olan, yeni bir toplumu harekete geçirecek olan toplumsal gücü, yani proletaryayı düşünmekte [varlığını kabul etmekte] daha da güçsüzdür. İşte bu yüzden insanlığın geleceğine [oluşumuna] karşı zorunlu olarak harekete geçmesi ve bu çelişkiyi, bu uzlaşmazlığı, bu ölümcül düşmanı inkâr etmesi gerekir. Böylece burjuvazi, egemen sınıf olma özelliğini saklar ( o [burjuvazi], güçlü olduğu ölçüde var olmadığını söyler ve gücü, öncelikle varlıksızlığını iddia etmesine yarar. Guy Debord, Gösteri Toplumu ), yıldırılmış proleter sınıf düşmanını da toplumsal yaşam ortağı ulamında el çabukluğuyla yok ediverir. Daha genel bir biçimde de demokrasi, 4

kapitalizmin ta başından beri sınıfları ortadan kaldırır ve sermayeye özgü bir yaşam biçimi sıfatıyla kendini özgür ve eşit yurttaşlar toplumu olarak dayatıp kabul ettirir. Adına sermaye denen şu hâlâ yürümekte olan cesedin (A. Bordiga) bu sayrıl, bu çarpık korunuşunun bir uğrağı da, varlığının sürekli reforme edilmesidir. İlerlemenin, kapitalist yıkımın her seferinde daha şiddetli gelişmesinin de gösterdiği gibi, değerlenen sermaye, aslında devrimcileşmeyi, üretici güçlerini devrimcileştirmeyi, rekabet ve sınıf mücadeleleri tarafından itilen ücretli emek ilişkisini bütün biçimleri altında devrimcileştirmeyi durdurmaz; kapitalist düzenlemeler [tadilât], yaşamını sürdürebilmesinde gerekli sömürü ve baskı güçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Felâketli gidişatına tepki göstermek ve komünist devrimi engellemek için sermaye, çoğu zaman insanları tecimsel [kapitalist] projesine bağlamak maksadıyla ek bir haklılamayı oluşturan ve kendi doğal gelişimiyle sağlanmış iyileşmelermiş gibi sunulan ortak bir noktaya sahip irili ufaklı çok sayıda reform üretir. Reformlar, gelişme ve tadiller, söz konusu olan sermayenin temellerini pekiştirmekse eğer, evet, hareket in devrimci ihtiyacına verilen burjuva cevabı ortaya koyarlar böylece. Burjuvazi için karşı-devrimi de içeren reform, hareket kavramına aittir; devrim kavramı da komünist harekete. Öyleyse durallık ve değişmezlik, kendi yıkılışını engellemek gayesiyle geriye kalan her şeyin aynı kalması için, üretici güçlerin ve üretim tarzının devrim i, değişim içinde süreklilik de demektir. Paranın dayattığı şu ölü toplumun yıkılması olarak korku içinde sezilen çelişki, hareket, canlılık ve yaşam, sermaye koşullarında tecimsel dünya içindeki çelişkiye, harekete, canlılığa ve yaşam a dönüşürler. Siyasî görünümü altındaki demokrasi de, bu dönüşmenin bir ifadesidir: yıkıcı çelişkiyi (sınıf mücadelesi), eşitlik, haklar vs için yürütülen yurttaşlar arasındaki bir çelişkiye dönüştürüverir el çabukluğuyla. Dünyayı kendi görüntüsünde ve çıkarları doğrultusunda dondurmak için burjuvazi, mevcut toplumsal ilişkileri doğallaştırır [doğalmış gibi gösterir] ve böylece ilerlemeyi, özgürlüğü, demokrasiyi, aileyi, eşitliği, devleti ve daha nicelerini ebedî referanslar, saltık kavramlar olarak saptar. Bu doğallaştırma, kuramlaştırılması için binlerce düşünür, gazeteci, tarihçi, bilim insanı, filozof, sanatçı ve sermayenin diğer fotoğrafçıları nezdinde görevliler bulur. Bilinçli ya da bilinçsiz burjuva devletin hizmetindeki bütün bu akıldane takımı [ideologlar], dünyanın bugün neyse her zaman öyle olmuş olduğunu, dolayısıyla asla bir başka seçenek, bir aşılma ya da bir devrim bulamayacağını düşünmekten ibaret olan egemen düşünceyi canla başla yurttaşlara zorla benimsetmeye [empoze etmeye] çalışırlar. Sermaye kendi barbarlığını oluşturan her şeyi doğallaştırır belli ki parayı, ama kendisini hemen tamamen [insanî] etkinliğin, yaşamın eşanlamlısı olarak kabul ettirmiş olan işi de. 4 Bu toplumun bütün ulamlarını, aynı biçimde hayvanlar âlemine ilişkin bir okumada [çalışmada] da buluruz. Burjuvalar, öznel görüşlerini [düşüncelerini] hayvanların yaşamına yakıştıran bilim insanlarının bu tuhaf meraklarını antropomorfizm [insanbiçimcilik: tanrıları, hayvanları, kısaca insan olmayan her şeyi insana has niteliklerle tasarlama] diye adlandırırlar bizzat. Bu noktada da bir kez daha bu okuma, bilim insanlarının öznel hareket noktalarını, insan (antropos) değil, insanlık da değil, ama tam da sermaye, [yani] burjuva toplum olan gerçek öznel hareket noktalarını gizlemekten başka bir şey yapmış olmaz. Gerçekte söz konusu olan, anaparasal-biçimcilik tir [ capitalomorfizme dir]; [örneğin] karıncaların yaşamı, insanların bakış açısından, [yani] işçiler, askerler, kraliçeler aracılığıyla betimlenmiştir bizlere sanki bu hayvan toplumları da [insanlara özgü] toplumsal çelişkilerle harekete geçiriliyorlarmış gibi; sanki işçi [arı] sermayeye fazla-değer sağlaması için karıncaların herhangi bir kraliçe si tarafından sömürüldüğünü görüyormuşçasına! Burjuvazi tarafından gerçekleştirilmiş bir diğer önemli doğallaştırma da, ticarî [metasal] değişimi bu dünyanın insan bilincinden bağımsız her zamanki varlığıymış gibi 4 Bkz. İşe karşı insanal etkinlik, Komünizm, 1, Mayıs 2009. 5

göstermekten ibarettir. İlkel toplumların komünizmi, onların bağrında değişimin ve değerin olmayışı, barbarlığa karşı mücadele efsanesi altında düpedüz boğuntuya getirilip unutturulmuştur. Başlangıçta değişim vardı der tacir efendi ve de ekler, ondan önce her şey tam bir kargaşaydı. Sermaye, ilk metasal değişimlerden kapitalist değişime, barbarlıktan uygar dünyaya uzanan doğrusal bir ilerlemenin ürünü olarak tanıtılmıştır bizlere. İlk çağlar ın barbarlığı, kalın bir sopayla silâhlanmış ve de kadınını saçlarından çekip sürüyen kaba saba bir maço imajı altında görülür artık. Ve bugünkü toplumun reklâmını yapmak gayesiyle, kafasına bir miğfer geçirilip eline de makineli tüfek tutuşturulduktan sonra ulusal ekonomiyi savunmak üzere şu vahşileri haklayıp ağızlarını burunlarını kırıp dağıtma ya gitmesine izin verilmiş, [böylece] nihayet erkeğe eşit konuma gelmiş bir kadının o uygar mı uygar görüntüleri sunulur bizlere. Dünyayı olduğu yerde dondurmak, değişmez kılmak; mevcut düzeni doğalmış gibi göstermek; kapitalist sömürü ilişkilerini ölümsüzmüş gibi sunmak; oluşumu yadsımak örgütlenme gücünü para üzerine temellenmiş toplumdan alan bir sınıfın nesnel ve kaçınılmaz uygulamaları bunlar işte. Burjuvalar insanlığın bir sonu olduğuna, Yerküre nin bir gün durup artık dönmeyeceğine inanmak isterler; hatta geçmişin hâkim sınıflarının yadsınmış olduklarını kabul etmeye bile hazırdırlar lâkin bugünkü toplumsal örgütlenmenin herhangi bir başka toplumsal düzen gibi günün birinde çöküp yok olabileceği hayal bile edemezler. Nükleer bir savaş sonrası dönem için hazırlanmış tıka basa dolar dolu birkaç valizle nükleer savaş sığınaklarına girerken daha şimdiden bu korkularının üstesinden gelmiş olan Birleşik Devletler deki kapitalistler misali, paranın aşılması, burjuvalar için gerçekten de tahayyül edilemez bir şeydir. Kısacası burjuva biçimi altındaki bir toplumun [bir dünyanın] varlığından hareketle onun bütün ulamları tarih-dışı gibi sunulur bize: dünya değişmezdir; dünyanın tarihi yoktur ya da daha ziyade burjuvazinin, değer diktatörlüğünün, işin, ilerlemenin, bilimin ve de tecimsel özgürlüğün tarihi yoktur. Bu metinde sözünü etmek istediğimiz de işte bu sonuncu ulam 1. ÖZGÜRLÜK YA DA KAPİTALİST TOPLUMSAL İLİŞKİNİN ÇİÇEKLERLE SÜSLENMİŞ GÖRÜNMEZ İPLERİ Romalı köleyi bir zincir tutmaktaydı; ücretliyi sahibine sımsıkı bağlayansa, görünmez iplerdir. K. Marx, Kapital, 1. cilt, s. 548, Sol yayınları, 7. baskı, 2004. Meselenin künhüne [özüne] girmeden önce temsilin, ideolojinin ve gösterinin dünyasına dalacağız cesaretle kısa bir süre Özgürlük konusu ele alındığında neden söz edilir genellikle? Özgürlük! Burjuvazi bu sözcüğü, evrensel mutluluğun gerçekleştirilmesinin ve engellerin soyut [farazî] yokluğunun, olmayışının eşanlamlısı olacak derecede [insanlara] kabul ettirmeyi başardı [lâkin] bunu sahiplenmeyen ve bu toplumla en açık kopuşa varan ayaklanmalara kadar uzatacak derecede değil [elbette]. Özgürlük, tüm dillerde ve bütün 6

biçimleri altında en yüce ülkü olarak, en köktenci istem olarak, en asil özlem olarak övüldü Dünya nın dört bir köşesinde. Yaşasın özgürlük! diye yırtar gırtlağını yerel rock şarkıcısı (tercihan ingilizce) [aslında] tâbi olduğu ama yine de kurtulmaya çalıştığını iddia ettiği mevcut koşulların korunup sürdürülmesini bu şekilde canla başla istediğinin [savunduğunun] hiç de bilincinde olmaksızın. Meşin pantolon ve ceketi çekmiş, gitarı boynundaki bu zavallı soytarının çevresinde dolanıp duran Milton Friedman, hani şu Reagan ve Thatcher aşırı-liberalleri nin esin kaynağı olan iktisatçı yok mu, o işte, bıyık altından ince ince gülmekte; o da hükümetin [devletin, siyasî yönetimin] daha az müdahale etmesini, bireyin daha özgür olmasını, sorunlara daha fazla kişisel olarak çözüm bulunmasını istemekte. Şu rock yıldızımız Herkes hoşuna gideni, istediğini yapsın, yapsın, yapsın havasıyla ortalığı velveleye verip inletirken kurnaz iktisatçı da geleceğin bu gizil işsizinin kulağına şunları fısıldamakta: «Bir sorunu çözmek için devlet tarafından alınan tüm önlemler, bu durumda yararlı etkilerden çok zararlı sonuçlar üretirler. İşsizlik sigortası, eksik istihdam kurbanlarının sıkıntılarını hafifletmeye çalışır, ama onun bu cömertliği gerçekte işsizliğin büyümesine yardım etmiş olur.» M. Friedman. Şu kravatlı Milton Friedman efendi, işsizlerin geçimlerini sürdürebilmelerinin kıt olanaklarını çekip çevirmelerine devletin burnunu sokmasına kızıp sinirlendiğinde talkın verdiği şey, daha fazla özgürlüktür. İşin türkçesi, Friedman rocker in öne sürdüğü bu özgürlüğü, muhtemelen rocker i bekleyen başarısızlık onu bir başka geçim yolu arayışına soktuğunda ona dört dörtlük bir girişim özgürlüğü önerecek derecede destekler bir başka deyişle, bu, işsizlik tazminatı denilen ve rocker i hâlâ devletin merkezî aygıtlarına bağlı tutan şu ipin kopmasıdır, koparılmasıdır. Bugün Friedman dan daha öteye geçip anarko-kapitalizmi [devlet denetiminin olmadığı başıboş anamalcılığı] isteyerek şu girişim özgürlüğünü açıkça yere göğe sığdıramayan başkaları da var Devlete [devlet yardımlarına] olan tüm bağlılık, bütün hizmetleri, bütün yardım ödeneklerini, bütün acil para yardımlarını [cüzî miktardaki para yardımlarını] durdurmayı isteyecek ölçüde reddedilir; sorunların en son sonuçlarına kadar bireysel çözümü istenir. Bu özgürlüğün zirvesi, herhangi bir hükümetin yardımı olmaksızın [en kötü koşullarda] çalışmaya ya da açlıktan gebermeye işsizin bizzat karar vermesidir. Reagan veya Thatcher e yönelik bu kaba benzetme karşısında rockerimiz, kuşkusuz onların en amansız düşmanı olduğunu haykıracak ve özgürlük türküleri çığırdığı zaman da bu liberal nutukla, hatta sol burjuvaziyle arasına kesin bir sınır çekecektir: toplumun özgür olmadığını ya da yeterince özgür olmadığını, çok fazla baskı olduğunu, kadınların, öğrencilerin, gençlerin, eşcinsellerin vs. özgür olmadıklarını iddia etmeye kadar gidecektir. Baskının olmadığı bir dünya istemi kötülüğün kaynağına (ücretli köleliğe) karşı hücuma geçmedikçe, asıl olarak sömürme ve sömürülme özgürlükleri üzerinde duran kapitalist özgürlüğe saldırmadığı sürece, kınadığı bu dünyadan hiçbir şey anlamaksızın en iyi durumda boşu boşuna bağırmaktan, havanda su dövmekten daha başka bir şey yapmış olmayacağını söyleyerek yanıtlayacağız biz de onu. Daha kötüsüyse, insanı biraz daha fazla kapitalist barbarlığa [vahşete] bağlayacak olan şu daracık siyasî özgürlüklerden birinin ya da diğerinin genişletilmesi için yapılan ağlamaklı çağrılara etkin biçimde katılacak olmasıdır. Eşcinsellere daha fazla özgürlük! diye ırlar isyankârımız böylelikle, zencilerden ve kadınlardan sonra, eşcinsellerin de adına ordu denilen ve insan gelişmesinin şu alaz alaz 7

yanan yüce mi yüce marifetlerine katılma hakları vardır bundan böyle. 5 Doğrusu bu özgürlüğün isyankârımız için pek çok tuzakla dolu olduğu muhakkak. Özgürlük tutsakları Gelin öyleyse şu hayalî şarkıcımızı daha anlamlı birkaç militan gelgeç hevesle donatalım ve salt hapishanesiz bir dünyanın onun için özgürlüğün gerçekleşmesi demek olacağı derecede onu radikalleşmeye bırakalım Bu son savıyla o, belli belirsiz de olsa kuşkusuz devrimcilere yaklaşır, zira tüm biçimleriyle hapsedilmenin ortadan kaldırılışı, bu dünyanın kökten değiştirilmesinin programında yer almakta. Sorun, bu talep kendinde özgürlüğe çağrının o karman çorman [belirsiz] yatağında kaldıkça, onun hapishanesiz (veya ırkçılığın olmadığı ya da kadınlara karşı şiddet uygulanmayan) bir dünya için olan istemi, hapishanelerin varlığına izin veren, zorunlu kılan, onları belirleyen ve destekleyen bir gerçeklikler ve burjuva siyasî özgürlüğün de içinde yer aldığı ulamlar bütünlüğünün korunması temelinde kalması demek olacaktır. Yani onun bu talebi de önceki kadar gericidir. Onları yaratan sisteme fiilen saldırmaksızın bütün hapishaneleri ortadan kaldırmaya çağırmak, özel mülkiyet şiddetinin kendi varlığını bir sorun olarak ortaya koyanlara karşı acımasız bir baskının gerekliliğini içinde taşıdığı bir dünyada hapishanelerin artık var olmayabileceklerine inandırmaktır insanları. Onu doğuran genel koşulları koruyarak [bu aynı koşullar içindeki] özel bir durumun aşılabileceğini iddia etmek, bir mahpusu, sadece kendi hücresini yıkarak içinde bulunduğu hapishaneyi de ortadan kaldırmış olacağına inandırmak gibi bir şeydir. «Bugün insanlığın karşı karşıya olduğu devasa sorunlar (sömürü, sefalet, savaş, açlık, insana yabancılaşmış [dışsallaşmış] emek, yığınsal işsizlik vs.), kapitalist gelişme ve barbarlığın ayrılmaz ve zorunlu sonuçlarıdır. Bu sorunlar [birbirlerinden] yalıtık olarak ele alınma yerine tüm dinamikleri içinde yani tarihin son sınıflı toplumu olan kapitalist sistem çerçevesinde hem ilkel toplumdan komünizme uzanan tarih yayının bir uğrağı hem de dünya çapında komünist toplumun kuruluşunun maddî koşullarına yol açan sürecin bir anı olarak ele alınırlarsa, evet yalnızca böyle ele alınırlarsa teorik ve pratik bütünlükleri içinde gerçekten de karşı konulabilirler.» EKB nin Programatik Yönelim Tezleri, 1989, Tez 1, [Tezlerin türkçesi ayrı bir broşür hâlinde yayınlandı, isteyenlere gönderilebilir.] Dünyanın [bugünkü toplumun] kendisinin bir hapishane olduğunu ortaya koyup göstermeksizin hapishanesiz bir dünyaya övgüler düzmek, onu boğan dört duvarın dışına çıkarak artık özgür olan emekçinin [aslında] demokrasinin mahpusu, meta üzerinde temellenen bir dünyanın mahpusu olarak kaldığını 6 unutmak olacaktır. Devletin çeşitli değişkeleri tarafından öylesine övülmüş ve şimdi emekçinin de yeniden keşfedeceği bu özgür dünyada her insan, özel ve bencil bireye indirgenmiştir; onun da yararlandığı özgürlük, çalışma ya da açlıktan gebermenin bu özgürlüğü, kesinlikle onun köleliğini oluşturur. Hapishanelerin yok edilmesi, sadece burjuva adaletinin tutsaklığını [mahpusluğunu] değil, ama aynı şekilde şu özgürlük tutsaklığını da lâğvetmeyi hedefleyen komünist mücadelenin sonucu olabilir ancak. Kısacası hapishanelerin yok edilmesi, kapitalist özgürlüğün yani ücretli köleliğin eleştirisinden geçer aynı zamanda. 5 Bu konuda Le Communiste in 12. ve 13. sayılarında (Şubat 1981 ve Mart 1982) yer alan şu makalelere göz atmak gerekir: Ordu ve ABD nin Askerî Politikası, birinci ve ikinci bölümler. 6 Özgürlüğün bu eleştirisinin vazgeçilmez bir tamamlayıcısı, Demokratik Hak ve Özgürlükler Efsanesi başlıklı makaledir. Bkz türkçe merkezî yayın organımız Komünizm in 1. sayısı, Mayıs 2009. 8

Bu aşamada, Friedman ın yorumlarında ve şu anonim şarkıcının güftelerinde ele alınmış olan tartışma seviyesinden, [görüldüğü gibi] hâlâ çok uzaktayız. Ne var ki hapishanesiz bir dünya talebi örneğini izleyerek öne sürmek istediğimiz, özgürlük talebi ne kadar köktenci olursa olsun, bireysel özgürlük alanında, kapitalist özgürlük zemininde kaldığı sürece bu özgürlük, [mevcut] toplumun bütünün yeniden yeniden üretilmesini içerir. Dostumuz rocker in müzik âleminde kalarak, bitirmek üzere bir başka şarkıdan, şu ayağa düşmüş işporta malı özgürlüğün bütün savunucularıyla çelişen ve özgür bir ülkedeki özgür bir yaşamın üstünlükleri ni her gün etinde kemiğinde yaşamaya alışmış bir proleter tarafından bestelenmiş bir şarkıdan işte birkaç mısra sizlere Poll Tax a 7 karşı yürütülen mücadele sürecinde İngiltere de yazılmış bu şarkı, sermaye hükümranlığı altında özgürlüğün ne demeye geldiğinin sağlam bir kavrayışını gösterir, koyar ortaya: «Özgür bir ülkede yaşıyoruz Özgürdür para kazanmada varsıl, Yoksul da bir ekmek kapısı aramada özgür! Özgürdür işverenler tatlı kârlar etmede, İşyarlar da birer iş bulmada özgür! Özgürdür malını satmakta mülk sahipleri, Ozanlar ve anarşistler telefon edip mektuplar yollamada Emniyet hizmetleri de mektupları açıp telefon dinlemede özgür! Hâsılı işte Yaşıyoruz özgür bir ülkede!!!» (D.G. Poll Tax Blues, 2, 1989) Fakat artık şarkıları bir yana bırakalım, liberal bir iktisatçıyla serbestî yanlısı [liberter] bir rocker arasındaki bu hayalî tartışmayı da burada keselim ve nihayet meselenin künhüne dalalım Sorun şuydu: aynı egemen söylemi, aynı özgürlük övgüsünü değişik süsler altında tekrar tekrar üretmeyi başaran bu toplumsal gücün kaynağı nedir öyleyse? Bu toplumsal gücün bir adı var (sermaye) ve de bir temsilcisi (dünya burjuvazisi). Söz konusu özgürlük kavramı, doğrudan doğruya onların ortak savlarından kaynaklanmakta Proleterin özgürlüğü, emek gücüne bir meta olarak sahip olması kapitalist gerekliliğin sonucudur. «Büyük coğrafî keşifler döneminden sonra, kapitalist üretim dünya ticareti tarafından hazırlandı ve manifaktür üretim [elbirliği üretimi] de dünyaya hâkim olmaya Kapitalist üretim, atalardan kalma bütün geleneksel ilişkileri parçalayıp dağıttı ve babadan oğla geçen âdetlerin, kadim hukukun yerine alışı ve satışı, özgür sözleşme yi vs. geçirdi. [Böylece] from status to contract a [statükodan sözleşmeye], bir başka ifadeyle, babadan oğla geçen koşullardan özgürce onaylanmış koşullara geçilmiş oldu. 7 İngiltere de 1990 a doğru Thatcher hükümeti, mevcut yerel vergilerin yerine Community Charge adı verilen bir vergi, geliri dikkate alınmaksızın kişi başına salınan bir vergi yasalaştırmıştı. Yalnızca yetişkinlere uygulanan bu verginin mucidi hükümet, özellikle İskoçya dan gelen tepkiler karşısında istifa etmek zorunda kalmış ve yasa da 1993-94 te temeli aynı kalacak biçimde değiştirilmişti. (ç.n.) 9

( ) Ama bir sözleşme yapmak için, kendi varlıklarını, akitlerini ve mallarını özgürce kullanabilen ve de eşit koşullarda karşı karşıya gelebilen kişiler gerekir. Kapitalist üretimin asıl eserlerinden biri de, özgür ve eşit bu bireyleri yaratması olmuştur tam da. ( ) İlke benimsenip yerleşmişti: bir insan, eğer cüzî iradesine [özgür iradesine, kendisinin yarattığı tanrının ona biçtiği kadere rağmen yine bu aynı tanrı tarafından ona bahşedilmiş o azıcık iradesine] tamamen sahip olarak gerçekleştirmişse bütün akitlerinin sorumlusudur.» F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, s. 93 94, Sol yayınları, 14. baskı, 2008. Görüldüğü üzere özgürlük, sermaye koşullarında ideolojik olarak ortaya çıktığı hâliyle özgürlük, ilginç buluntular konusunda peklik çeken birkaç düşünür tarafından uydurulmuş yeni bir kavram değildir. Özgürlük, ona ihtiyaç duyan bir toplumun, kapitalist toplumun somut bir ürünüydü. Meta değişiminin gelişmesinin belirli bir aşamasında, bizzat emek gücünün kendisinin de metaya dönüşümüyle belirmiş olan nitel bir sıçramayla çıkar ortaya. Bu nitel sıçrama, basit meta ekonomisinden kapitalist ekonomiye geçişi açığa vurarak özgürlük kavramının, sömürücülerin en budalalarından en yırtıcılarına kadar düzenli olarak ululandığı, hamdedildiği hâliyle özgürlük kavramının üzerinde temellendiği bir gelişmedir. Proleterin özgürlüğü, [gerçekte] bir mecburiyettir emek gücünün metaya dönüşmesini gerektiren bir mecburiyet. «Para sahibinin pazarda meta sıfatıyla emek gücü bulabilmesi için, yine de bazı koşulların önceden yerine getirilmiş [sağlanmış] olması gerekir. ( ) Emek gücü, ancak kendi sahibi tarafından satışa sunulmuş veya satılmışsa pazarda bir meta olarak görülebilir. Öyleyse sahibi onun kullanım hakkına sahip olabilmelidir, bir başka ifadeyle, emek gücünün, kendi varlığının özgür sahibi olmalıdır. Para sahibi ve o, pazarda karşılaşırlar ve de mallarını [para ve emek gücü] değişecek kişiler olarak eşit haklarla birbirleriyle ilişkiye girerler.» K. Marx, Kapital, 1. cilt, 6. bölüm, s. 171, Sol yayınları, 7. baskı, 2004. Bu noktada, tastamam aynı anda özgürlüğün kalbinde ve doğuşunda bulunmaktayız. Meta ekonomisi, özgür meta alıcı ve satıcıları olarak insanları tek bir büyük ulamda genelleştirerek meta değişim diktatörlüğünü zorla dayatıp kabul ettirir. [Böylece] toplumsal sınıflar da bu değişim özgürlüğü içinde gözden kaybolurlar. Burjuva, proleterin emek gücünü satın alıp almamakta özgürdür. Proleter de, bu metalar dünyasında emek gücünün satıcısı ve bağlı olduğu sınıfın çalışmasıyla [emeğiyle] üretilmiş metaların özgür alıcısı olarak vardır yalnızca. Metanın demokratik dünyası, bir proleter emek gücünü [günde] 8 saat için sattığı zaman, buna karşılık emeğinin 8 saatlik ürününü almadığını, ama ertesi gün burjuva tarafından sömürülmeye tekrar dönebilmesi için ücret biçimi altında emek gücünü yeniden kazanabilmesine [ancak] izin veren ürünleri satın alabildiği olgusunu gözlerden gizler hiç kuşkusuz. Proleter, sömürücü, burjuva Şu uğursuz meta dünyasının aşıldığını görmeye yönelik ısrarcı eğilimimiz, bizi [bir yandan] bu meta cennetinden çıkmaya, [öte yandan da] bu âlemde yukarıdaki kavramların mevcut olmadığını unutmaya sürüklüyor. Değişim özgürlüğü açısından herkes diğerinin eşiti olarak görülür [bu cennet te]. Öyleyse değişimin özgür dünyasına dönelim tekrar Özgür bir alıcı ve satıcı olarak söz etmiştik işçiden. Alış veya satış sözleşmeleri akdeden özgür tecimenden, borç para veren ya da borçlanan tefeciden veya bankacıdan, bir işyarı işe alıp almamada özgür olan bir işverenden ve benzerlerinden de söz 10

edebilirdik pekâlâ. Ama örnek kişiler olarak para sahibiyle emek gücünün özgür sahibinden söz etmek, özgürlüğün ortaya çıkışını anlamada bizim için yeterli olacaktır. Bütün üretim araçlarından özgür kılınmış sömürülen açlıktan geberir. Şu burjuva özgürlükler diktatörlüğünün yerleşmesi için gerekli ilk koşulun, emek gücünün örneğin bütünüyle sahibine ait olan bir köleyle karşıtlığı içinde kendi varlığının sahibi görünümü altında pazarda ortaya çıkması olgusunda yer aldığını yukarıdaki aktarmada [Marx] gördük. Proleter, bütün yaşam araçlarından koparılıp yoksun kılındığında, [yani] bütün var oluş [geçim ve yaşam] araçlarından özgür kılındığında, bu araçları elde edebilmek için pazara çıkar ve oraya bir meta götürür. Özgürlüğün ortaya çıkışında belirleyici olan ikinci somut koşul da şöyle: «Paralı adamın [varsılın] satın alacak emek gücü bulması için ikinci temel koşul, emek gücü sahibinin, içlerinde [kendi] emek gücünü somutlaştırdığı metalarını [mallarını] satmak yerine, örgensel yapısındaki [gizil] emek gücünün kendisini bir meta olarak satmak zorunda olmasıdır. Kendi emek gücünden farklı metalar satmak isteyen herhangi bir kişi, ham maddeler, aletler vs. biçimindeki üretim araçlarına sahip olmak zorundadır.» K. Marx, a.g.e. s. 172. Yani emek gücü sahibi, sadece emek gücünü satma özgürlüğünü elde etmemiştir, aynı zamanda üretim ve yaşam araçlarından da özgür kılınmıştır. Üretim araçları ve/veya metalar üretebilmenin tüm olanaklarından yoksun kılınmıştır. Sermaye tarafından proletaryanın yaşam araçlarından yoksun edilmesinin bu süreci, dünya genelinde insanları durmadan daha şiddetle ücretliliğe doğru iten, düşüren çok sayıdaki yasağın sert biçimde uygulamaya koyulmasıyla gerçekleştirildi. Avrupa da düşkün yurtlarının, polisin, cezaevlerinin, Çalışma Evleri nin yaratılmasıyla gerçekleştirilmiş olan baskılar, çalışmaya [işe] zorlanması gerekenler için özellikle acılı oldu. İngiltere de işsiz güçsüz tek başına yollarda gezmek, yersiz yurtsuz bir serseri olmak demekti ve serseriler de asılırdı; bu sert kurallar, sağdan soldan bir şeyler toplayıp karnını doyurmayı işe tercih edenlerin, çalışma özgürlüğünün tastamam bir ölüm kalım sorunu olduğuna ikna edilmelerine epeyce yardım etmişti doğrusu. Bütün Amerika kıt asında hintliler in [yerlilerin] göçebe yaşamları git gide olanaksızlaşacak ve kendilerine ayrılmış alanlara yerleştirileceklerdi; daha sonra av da yasaklandı ve sonuçta başka taraflarda görülen benzer yaşam koşullarına yani ya bir ücret karşılığı çalışma ya da açlıktan geberme kuralına boyun eğdiler. Bugünkü Küba sosyalizmi efsanesini teşhir eden makalemizde, 8 açlıktan ölenlerin bile yemekten kaçındıkları balıklar ve deniz kabukluları [midye, karides, ıstakoz vs.] konusunda adada hüküm süren önyargılara değiniyorduk. Genel olarak bütün bu önyargıların, kapitalizmin yerleşmesinin bizzat başlangıcında bir devlet ve ideolojik terör (din, efsaneler, ermişlere ilişkin hurafeler vs.) kombinezonu tarafından daha baştan zorla benimsetilmiş önyargılar olduklarını belirtmek isteriz. Bir insanın yaşamını sürdürebilmesinin ücret dışındaki tüm olanaklarının ortadan kaldırılması, ücretli köleliğin vazgeçilmez bir koşuludur, dolayısıyla balığın ve av hayvanlarının bol olduğu bölgelerde denize ve ormana gitmek yasaklandı. Balık tutarken veya avlanırken yakalananlar cezalandırılırdı: uzun yıllar hapse mahkûm edilir hatta azalarından biri yani ya bir eli ya da bir ayağı kesilirdi vs. Aynı zamanda ormandaki canavarlardan [kurtlardan] ve denizlerdeki şahmeranlardan oluşan korkutucu 8 Bkz. «Küba sosyalizmi efsanesi, komünizm kılığına bürünmüş burjuva solculuğudur.» makalesi, Communisme, 45. [Bu makalenin türkçesi, bu sitede bulunabilir]. 11

masallar sokulurdu çocukların körpecik beyinlerine daha o yaşta. Bugün Brezilya da balığın alabildiğine bol olduğu yerlerin tam yanı başında halkın açlıktan öldüğü ve balık tutmaktansa ancak bir avuç kuru fasulyeyle birazcık da pirinç alınabilecek bir ücret için insanların kendilerini yorup tükettikleri bölgeler var hâlâ. Sermayenin dünü, bugünü ve yarını, emek gücünün satılması dışında tüm diğer üretim ve yaşam araçlarından yoksunlaşmanın böylesi sayısız olayları, yani yaşam araçlarından yoksunluk, üretim araçlarının elden çıkması ve burjuvazinin özgürlük diye adlandırdığı emek gücünün satılması zorunluluğu üzerinde temellenir evrensel olarak. Tekrar köle örneğine dönelim Peki, Bütün Rusya çarı olan 2. Aleksander in 1861 de serflere [toprak kölelerine] ihsan ettiği o özgürlük somut olarak neden ibaretti öyleyse? 1861 den önce Prens ine (zeamet sahibi yerel derebeyi böyle adlandırılıyordu o zamanlar) 9 bağlı olan toprak kölesi, [onun tarafından] sömürülüyor ve angarya iş görüyordu. Zamanının büyük bölümünü derebeyinin malikânesinin hizmetinde çalışmaya harcıyor ve kendisine kalan birkaç saatçiği de, derebeyine ait ama bir şeyler ekip yetiştirebilmesi için kendisine ihsan edilmiş bir parçacık toprağı işlemekte kullanıyordu ki bu da, iyi kötü ailesinin karnını doyurabilmesine elveriyordu. Ama 1854 58 yılları, toprak ve özgürlük isteyen büyük isyanlar dönemi olur. Bu ayaklanmaları bastırmak üzere Kırım savaş cephelerinden bazı birlikler geriye çekilmiş, ama söz konusu ayaklanmaları [bu kez de] toplu itaatsizlikler izlemişti. Bu hareketin denetlenemez ve çok büyük bir köylü ayaklanmasına dönüşme tehlikesi karşısında Çar 2. Aleksander, tarihe geçen şu kelâmı eder: Aşağıdan bir hareketle gelip özgürlüklerini almalarını beklemektense, onu yukardan ihsan etmemiz yeğdir. Bu örnekte burjuvazinin, sınıf mücadelesini bir ve aynı harekette bastırıp zapt etme ihtiyacına bir reformla (üretimin ihtiyaçlarına bağlı olarak verili bir dönemde ona emek gücünü satın alma özgürlüğünü vererek emek gücünün sömürüsünü daha verimli hâle getirmesine yarayan bir reformla) nasıl yanıt verdiği görülmekte. Toprak kölesinden kendi emek gücünün özgür sahibini yaratmış olan burjuvazi, fabrikada çalışmak üzere onun toprağını terk edip şehre gitmesinde, [böylece] ailesini sadece alacağı ücretin yardımıyla geçindirmekte daha büyük güçlüklerle karşılaşmasında gerçekten özgür bir seçim olanağı bırakıyordu ona! Ne var ki özgürlüğü bu noktada kalmaz. Bundan böyle toprağını işlediği birkaç aletin de (üretim araçlarının) özgür sahibi olabilir aynı şekilde ama onları derebeyinden fahiş fiyatlarla satın alması koşuluyla! Ve bu yüzden, genellikle hemen özgürleştiği, dolayısıyla ücretini pazarlık etmede salt emek gücüyle bir başına kaldığı söylenebilir. Fakat durum, her zaman böyle olmamıştı Çol çocuğunun geçimini sağlamanın ücretliliğin rastlantılarına ve emek güçleri için bir alıcı bulmalarının belirsizliklerine bağlı kılınacağı düşüncesiyle dehşete düşen çok sayıda toprak kölesi, derebeylerinin kendilerine dayattıkları berbat koşullara rağmen, topraklarını satın almaya karar verdiler. Toprak kölelerinin özgürleştirilmesi, pek çok derebeyi için kapitalist işletmesinin gelişmesinde olduğu gibi dünya pazarının sömürü koşullarını evrenselleştirilmeye iten baskısı karşısında rekabet edebilme güçlerinde de nitel bir sıçrama elde etmelerine yaramıştı 9 Bizi ilgilendiren bu örnekte, Rusya daki derebeyi gerçekte bir burjuvaydı. [ Kendi ] pazarındaki yatırımlarıyla meşgul bile olmadan önce dünya pazarına olan katılımı, toprak sahibi olarak, kâr, rant, faiz, vergiler vs biçimindeki artı-değer bölümlerinden birini oluşturan toprak rantına el koyan kişi sıfatıyla kapitalist bir kategori olması sayesinde, kapitalist bir var oluş sayesinde zaten gerçekleşmişti. Derebeyi/toprak kölesi ilişkisinin temsil edebildiği biçimsel geri kalmışlığa rağmen, onu feodal dünyaya değil de örgensel olarak kapitalist dünyaya bağlayan dünya pazarının diktatörlüğüne tâbi derebeyi, o zamandan beri biriktirebildiği sermayenin bilgili bir yöneticisine dönüşmeye çalışıyor ve farklı düzeylerde olacak biçimde sınaî, malî vs. yatırımlara katılıyordu. 12

«Eski kuşak (toprak sahipleri; Communisme in notu), özgürleştirilen kölelere verilmiş topraklar, [daha sonra] alış fiyatının çok üstünde değer biçilmiş topraklar için köylülerden alacağı önemli miktardaki parayı önceden harcamıştı bile. ( ) Pek çok derebeyi için kölelerin bu özgürlüğü, iyi para kazandıran bir işti. Babamın, özgürleştirme olacağını düşünerek, hektarı on bir ruble narh fiyatıyla satmış olduğu toprakların, şimdilerde köylülere ait topraklarda hektarının kırk ruble olduğu (yani alış fiyatının üç buçuk katı olarak) tahmin edilmesi böyleydi ve durum bütün komşu çevrelerde de genel olarak buydu. Babamın Tambov daki, Güney Rusya bozkırlarındaki beylik arazilerine gelince Mir (yani köylü topluluğu) bütün topraklarını, burada köleleri aracılığıyla ekip yetiştirerek kazandığının iki misli bir fiyata on iki yıl için kiralamıştı (yani Mir, bu topraklar için bir kira ödüyordu; Communisme in notu).» Pierre Kropotkin, Bir Devrimcinin Anıları, 1898. Emek gücünün özgür sahibi olma ve üretim araçlarından özgürleştirilme yukarıda betimlermiş olan bu iki koşul, toprak kölesinden özgür alıcı/satıcıyı, metanın cilâlı dünyasının yurttaşını yaratmakla yükümlüydüler. Köle [artık] özgürdür, [ama] açlıktan geberir ona kalan tek şey, çalışma özgürlüğüdür. Burjuva derebeyi de, ona gelince parasını sermayeye dönüştürmeye yarayan emek gücü sahibine sunulmuş bu özgürlükte sadece avantajlar ve çıkarlar görür. «Paranın sermayeye dönüştürülmesi, para sahibinin pazarda çifte bakımdan özgür olan özgür emekçiyi bulmasını gerektirir. Emekçi, ilk olarak, kendine ait meta sıfatıyla emek gücünü istediği gibi tasarruf eden özgür bir kişi olmalıdır. İkinci olarak, satacak başka metalara sahip olmamalıdır; kısacası her şeyden özgürleştirilmiş olmalıdır; emek gücünü gerçekleştirmek için gerekli alet edevattan yoksun olmalıdır.» K. Marx, a.g.e. s. 172, 3. paragraf. böyle. Özgürlüğün kendini dayatmasına yaramış olan koşulların bir kez daha özetlenmesi işte Proleterin özgürlüğünün aslı astarı, vücudunu zoraki, istemeye istemeye satmasıdır. Egemen sınıfın kölelerin ve toprak kölelerinin özgürleştirilmesinde bulmuş oldukları avantajlar, kapitalist dünya pazarının gelişmesinin getireceği kazançları siyasî olarak betimleyen italyan yapımı canlı ve çekici bir sinema yapıtı olan Queimada 10 filminin senaristi tarafından şaşırtıcı bir benzetme kullanılarak ilginç ve daha görüntüsel biçimde canlandırılmıştı. Aşağıda aktaracağımız parça, bu filmin fransızca versiyonundan alınmıştır. Olayın, filmin konusunun cereyan ettiği genel koşullar şöyle: britanyalı ticarî bir mümessil [M. Brando], Lâtin Amerika nın ücra bir köşesinde [ Yanık anlamına gelen Queimada adasında] yitip gitmiş küçük bir Portekiz kolonisinin eşrafını, ulusal kurtuluşun ve kölelerin özgür proleterlere dönüştürülmesinin onlara sağlayacağı akıl almaz avantajlar konusunda ikna etmeye çalışır «Beyler, size bir örnek vereceğim. Biraz edep dışı kaçacak bir örnek belki, ama sanıyorum alabildiğine anlamlı ve her şeyi açık seçik anlaşılır kılacak bir örnek. Beyler, neyi tercih edersiniz? Ya da daha doğrusu şu ikisinden hangisi sizin için daha 10 Türkiye de 12 Mart 1971 den kısa bir süre sonra Adada İsyan adıyla gösterime girmiş, ama dört beş gün sonra aceleyle gösterimden kaldırılıp, daha sonra da hiçbir biçimde sözü bile edilmemiş bir film; M. Brando nun başrolü oynadığı uzun metrajlı bir yapım. (ç.n.) 13

uygun: karınız mı, yoksa bu adadaki melez kadınlardan biri mi? (Bu sırada filmin arka plânında, ada eşrafının toplandığı salon penceresinin önünden yerli bir fahişe geçer; Communisme in notu). Hayır, hayır yanlış anlamayın maliyet fiyatının, işlenmemiş durumdaki ürünün kârlılığının iktisadî bakış açısıdır söz konusu olan, ki bundan da anladığım aşktır. Kastım tabiî ki fizikî aşk; duygularla ekonomiyi birbirine karıştırmamalı. Bir kadına [zevceye] başını sokacağı bir ev almak gerekir, ona giysiler almak, onu beslemek gerekir, hasta düştüğünde de tedavi ettirmek vs. vs. Kısacası bir kadına bütün yaşamı boyunca, yaşlanıp kısırlaştığında bile bakmak gerekir. Dahası, eğer hâlâ sağsak, öldüğünde cenaze masraflarını da karşılamak gerekir. Hayır, hayır inanın bana, bu söylediklerim şaka filân değil, işin gerçeğini anlatıyorum size. Ama bir fahişeyle, tersine, her şey kendiliğinden hâllolur. Bu ilişkide masraflar önemsizdir. Onu bir eve yerleştirmek, beslemek, tedavi ettirmek zorunda değilsiniz ne de öldüğünde toprağa vermek Canınız istediğinde bir orospu gelip koynunuza girer ve bunun için gerekli ödemeyi de zaten yapmışsınızdır; denilebilirse şayet, o, yaptığı bu işin karşılığını götürü bir ücretle önceden almıştır. Pekâlâ beyler, bu durumda söyleyin bana, size göre hangisi daha kârlı: bir köle mi, yoksa ücretli bir işçi mi?» Gillo Pontecorvo, Queimada, 1969. Bir yandan bir eşle [zevceyle] bir kölenin, öte yandan bir fahişeyle bir proleterin masraflarını hayâsızca karşılaştıran yazar, burjuva liberalizminin, köleliğin kalıntıları karşısında emek gücünü satma ve satın alma özgürlüğü hükümranlığının olumlanmasında [öne sürülmesinde] bulduğu çıkarları açıkça ortaya koyar. Köleyi özgürleştirmek mi: evet, ama ondan ücretli bir köle yaratmak koşuluyla. Bu burjuva [kapitalist] örtmecenin [gerçekliği yumuşatarak gizlemenin], özgür emekçi adı altında yaptığı betimleme tercihi işte böyle. Süsleri ve foyası bir kez kazınıp atıldıktan sonra ücretli işçinin köleliği gerçekten de olduğu gibi, yani kendi vücudunu zoraki, kerhen satma olarak, bir bayağılaşma [fahişelik] olarak çıkar ortaya. O hâlde fahişelik, emek gücünü satmanın, özgür emeğin bir biçimidir yalnızca. Ve fahişelik dünyanın en eski mesleğidir şeklinde genel olarak söylenen şu sözün aksine, biz şunu diyoruz: meslek [iş], dünyanın en eski fahişeliğidir. Bir ücret alarak çalışan proleter, az bir para karşılığında kollarını, beynini, becerilerini, cinsiyetini vs. satmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Burjuvanın ona bahşettiği özgürlük, bu dobra dobra açıklamanın ışığında, bundan böyle onu kapitalist mülk sahibine görünmez bağlarla bağlayan, bu bağları koruyup sürdüren ipleri gizleyerek sefilâne biçimde çiçeklerle süslenmiş bir freskte, solgun çiçeklerden oluşan bir sergide yansır, ifade edilir. Ücretliliğin zincirlerini süslemek gayesiyle üzerlerine bolca serpiştirilmiş şu özgürlük çiçekleri, eleştiriler karşısında dayanıklı değildir Dalavere açıkça çıkmıştır ortaya: ücretli köleyi gizlemek için özgür emekçiyi övüp göklere çıkartmaktan daha iyi ne ola? Bu, proleter her şeyden özgür olduğu içindir tam da; onu işe almadan önce en sıradan personel müdürünün bile ondan isteyeceği birkaç gülünç beceriyi yapmayı özgürce kabul etmesi, artık hiçbir şeye sahip olmaması yüzündendir. Çünkü proleterin açlıktan gebermemek için emek gücünü satma özgürlüğü, kapitalistin sömürmek maksadıyla bu gücü satın alma özgürlüğüne tâbi olduğu ve bir köle olarak kaldığı içindir. Ne var ki bu özgürlük kölesi, herhangi bir köle değildir, ücretli bir köledir; kaçtığı zaman tekrar yakalanması gereken bir köle olduğundan değil, ama sahibine teslim olmaya kendiliğinden karar veren biri durumuna düşürüldüğünden kölelerin en kötüsüdür. Eğer çalışmazsan seni gebertirim! derdi sahibi kölesine eskiden. Ama bugün sermaye, açlıktan gebermekte ya da çalışmakta özgürsün demekte ona. Proleterin yararlandığı özgürlük bu işte; onu sahibine sımsıkı bağlayan görünmez ipler, bunlar işte. Bu özgürlük, onun köleliği demektir. 14

Kapitalistin özgürlüğü, rakiplerine saldırma özgürlüğüdür. Özgür rekabet, meta dünyası tarafından dile getirilen özgürlük övgüsünün bir diğer belirleyici boyutudur. Kapitalist üretim dünyasının bu temel özelliği, uluslararası burjuvazi tarafından övülen özgürlük kavramının doğrudan ilham kaynağıdır. Serbest [özgür] rekabet, sermayenin yaşam alanıdır, biyolojik [kültür] ortamıdır. Her üretim biçiminin, her üretici sistemin içinde daha iyi işleyebilecekleri ve tam özgürlüğün bizzat ifadesi olarak gelişebilecekleri koşulları dikkate almaya eğilimli olduklarını düşünmek, göz önünde bulundurmak gerekir öncelikle. Bununla ilişkili olarak, kapitalist üretim tarzının kendi sınırlı tarihini nasıl doğallaştırmaya çalıştığını giriş bölümünde görmüştük. Ama bu görüngü, toplumsal ve iktisadî örgütlenmesi içindeki bütün sınıflı toplumlar için de geçerlidir. Milâttan önce 3. yüzyılın başlarındaki kadim Atina yurttaşları, 400 000 kadar kölenin varlığına rağmen, 11 alabildiğine köleciliğe dayanıyor olmasına karşın, toplumlarını özgür insanlar toplumu olarak tanımlamakta hiçbir beis görmüyorlardı. [Çünkü] bu toplumsal sistem için gerekli olan özgürlük kavramı içinde köleler, tamamen basitçe toplumu oluşturmuyorlardı [toplumun bir parçası olarak kabul edilmiyorlardı]; daha önce yenilgiye uğratılmış [esir] yabancılardı yalnızca. Atinalı demokratlar için tam özgürlük, kendilerine güç veren üretim tarzının gelişme koşullarını olduğu gibi koruma olanaklarına dayanmaktaydı. İşte buydu özgürlük [o zamanlar]. 12 Aynı şekilde loncacı toplumculuk da [corporatisme], gelişimi için en uygun özellikleri tamamen basitçe bu sistemde buluyor olması nedeniyle, özgürlüğü, loncaların içinde daha iyi gelişebildiği koşullarla özdeşleştirdi, bir tuttu. Kapitalist akıldanelerin [ideologların] övdükleri hâliyle özgürlük için de aynı şey Kapitalizm için eksiksiz özgürlük, diğer üretim tarzlarının var oluş koşullarına özgü bütün eski sınırların tahribidir, yıkılmasıdır; kendi engelsiz gelişme koşullarının öne sürülmesidir, olumlanmasıdır. Eski engeller bir kez yıkıldıktan sonra, sermayenin her parçasının özgür değerlenmesi uygun bir çerçevede gerçekleşir. Bundan böyle onun [söz konusu parçanın] tek sınırını oluşturan diğer sermaye parçalarıdır. Ve bu yeni sınırın adı da, serbest rekabettir. Rekabet özgürlüğü [serbest rekabet], sermayenin içinde en özgür biçimde gelişebileceği uygun çerçeveyi oluşturur. Serbest rekabet, yarış içindeki çeşitli sermayelerin dizginsizce çarpışabildikleri savaş alanıdır. Serbest rekabet, sermaye için tam özgürlüktür. Birbirlerini yeterince özgürlük tanımamakla suçlayıp karşılıklı birbirlerine sövüp sayarlarken, burjuvalar için bir referans oluşturan işte bu özgürlüktür. Kennedy Berlin deki duvarın önünde, bu aynı kentin Batı Avrupa bölümünde özgür bir insan olduğunu ilân ederken, [aslında] Doğu Avrupalı kapitalist bölüngüyü değişim ve serbest rekabet özgürlüklerini sınırlamakla suçluyordu yalnızca. Ne var ki kapitalist [marchand(e): tecimsel, metasal] gerçekliğin bu tamamen sıradan ve kaba boyutunu ululamak için, onu açıkça siyasî özgürlük kılığında sunmak daha yeğdir. Siyasetçiler, rekabet pazarına daha özgürce saldırma isteklerini gizlemek maksadıyla, tıpkı askerlerin savaşmak için barıştan söz etmeleri gibi, siyasî özgürlükten dem vururlar. 11 Bugünkü dünyada kölelerin [ücretli kölelerin] sayısı, BMÖ nün resmî rakamlarına göre 200 000 000 a (iki yüz milyon!) ulaşmaktadır. Bu konuda fransızca merkezî dergimiz Communiste in bu aynı sayıda yer alan makalesine bakınız [ 47, s. 52 ve devamı]. 12 Ne var ki kadim Yunanistan daki kölelerin varlığı, özgür insanlar ın ve demokrasinin yerleşmesine elvermiş olan dünya ticaretinin gelişmesinin yanında önemsiz kalır. Her yerde ve her zaman olduğu gibi orada da metanın yaşam biçimi olarak demokrasi, dünya ticaretinin önemli bir birikim noktasını merkezileştirme gerekliliği üzerine kurulmuştu asıl olarak. 15

O yüzden ideologların [akıldanelerin] işi, sermayenin bu özgürlüğünü, onun diktatörlüğüne boyun eğmiş bireylere özgü bir özgürlükmüş gibi yutturmaktan ibarettir. Bütün siyasî partilerin övdüğü, işte bu özgürlüktür. Marx sorunu şöyle özetlemişti: «( ) Bu, serbest rekabetin insanoğlunun özgürlüğünün son gelişmesi anlamına geldiğini ve de serbest rekabetin yadsınmasının bireysel özgürlüğün yadsınması demek olacağını vaaz eden saçma düşüncenin kaynağıdır. Şu özgür gelişme pek kötü bir temele, yani sermayenin hâkimiyeti temeline dayanır. Bu tür bir bireysel özgürlük, gerçekte bütün özgürlüklerin ortadan kaldırılmasıdır ve de bireyselliği, biçimi nesnel güçlerle hatta her şeye kadir nesnelerle, onlarla ilişki içindeki bireylerden bağımsız olan nesnelerle gizleyen toplumsal koşullara külliyen bağımlı kılar. ( ) Serbest rekabette kendilerini özgürce ifade edenler bireyler değildir, [ama] serbest bırakılmış olan sermayedir.» K. Marx, Grundrisse ( Politik Ekonominin Eleştirisinin Temelleri ya da 1857 1858 Elyazmaları ), La Pléiade yayınları [fransızca], 2. cilt, s. 294, 1968. Değişim özgürlüğü, girişim özgürlüğü, rekabet özgürlüğü vs sermayenin ağzından, gelişmek amacıyla özgürlük ten başka lâf çıkmaz. Marx, burjuvaların özgürlük, özgürlük diye bağırıp çağırmalarındaki ısrarın çok kolayca etkilediği herkese, özgürlüğün her şeyden önce işçi sınıfını sömürme özgürlüğü üzerinde temellendiğini hatırlatmıştı haklı olarak: «Beyler, şu soyut özgürlük sözcüğünün sizleri etkilemesine izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bir başka kişi karşısındaki sıradan bir bireyin özgürlüğü değil bu. Söz konusu olan, sermayenin durmadan işçiyi ezme özgürlüğüdür.» K. Marx, Serbest Değişim Üzerine Konuşma, 1848. 2. PROLETARYANIN ÖZGÜRLÜĞÜ YA ÇALIŞMAK YA DA AÇLIKTAN GEBERMEKTİR. «Mc Donald lokantasındaki Ufak tefek garson kız, Yabancı işçiler yurdunda Kaldığını söyledi bana. Hafta içinde çalışıyor Hafta sonlarında da Eğlenip dağıtıyormuş çılgınca. Hakkı olan özgürlük de Altı üstü bu işte!» Amma da çok özgürlüğün var çılgın kız! şarkısından bir parça. Belirttiğimiz koşullar içinde özgürlük, asıl olarak burjuvazinin bir kazanımıdır; bugünkü egemen sınıfın geçmişin hâkim sınıfları karşısında kendini kabul ettirmesini de görmüş olan o karşı durulmaz gelişmenin bir uğradır. Varsıllar ın [ paralı adamlar ın] onda 16

bulmuş oldukları avantajlar, şu tecimen takımının kapitalistlere dönüşümünde her seferinde daha geniş biçimde belirleyici oldular ve eski sınıflara bağlı geleneksel hiçbir güç, bir taraftan para sahibini öte yandan emek gücü sahibi proleteri özgür alıcı ve satıcılar sıfatıyla yan yana koymaktan başka bir şey olmayan bu kapitalist ilerlemeyi frenleyecek güçte değildi. Yani feodal, köleci veya başka tür bir hâkimiyetten kendi kurtuluşu vesilesiyle geçmişin sömürülen sınıflarının özgürlüğünü öne sürüp savunmuş olan burjuvazidir, zira bu olguda, tamamen basitçe, kendi gücünün gelişmesinin temellerini buluyordu. Toprak kölesini ve köleyi özgürleştirmek, onları sahiplerinden ayırmaktı, dolayısıyla bir ücret karşılığı çalışmaya, bir burjuva için çalışmaya zorlamak amacıyla onları bütün yaşam araçlarından özgürleştirmek, yoksun kılmak demekti. Emek gücü sahibinin özgürleştirilmesi, burjuvazi için git gide dünya pazarı olarak belirmekte olan girişim ve ticaret özgürlüğünü daha da güçlendiriyordu. Özgür tacir ve özgür müteşebbis sıfatıyla serbest rekabet ve serbest değişim yanlısı burjuva, belirlediği koşullarda ve dilediği süre boyunca istediği sömürme özgürlüğü içinde [kendi dillerinde buna işletme derler] gücünü sürdürüyordu. Kapitalist üretim tarzının yükselişi olan bu devrimi, bu andan itibaren Yaşasın özgürlük! haykırışından başka bir haykırışla ideolojik olarak dile getirmesi [formüle etmesi] nasıl olur da engellenebilirdi? Bugün sömürülenlerin safında yer alıyorsak eğer, şu özgürlük kazanımının kendilerine bahşedilmiş olanlar için işkenceden, infazdan, hapishaneden, zindandan, ceza ve tutuk evlerinden, çalışma kamplarından, ipe çekmelerden, bitip tükenmez dertlerden, sürgünlerden vs. başka bir anlama gelmediğini gördüğümüz içindir. Gücünün sağlamlaştırılması ve geliştirilmesi dönemi boyunca, bütün bu dönem boyunca burjuvazi, kendisine güç ve para kazandırarak durmadan yaygınlaşan varlık koşullarının dayatmasıyla dünya çapında bir sınıf olarak yükselişini gerçekleştirmede bir an olsun tereddüt etmedi, duraklamadı. Sömürülenlere verilmiş olan emek güçlerini satma özgürlüğü, özgürleşmiş bu insanları, yaşamlarını Özgürlük ve Çalışma nın [emeğin, işin] yeni kurallarına onları zorla ikna etmeye yönelik acılı ve uzun bir süreç olmuştu her şeyden önce. Özgürlüğe ve İşe karşı direnmiş olanların çektiği azaplar Özgürlük ve İş İnsanların büyük çoğunluğunu yaşamlarını güvenceye alan üretim araçlarından kopup ayrılmaya mecbur etmek için burjuvazinin kullanmış olduğu ilk yıldırganlıkların arkasında saklandıkları sözcükler işte bunlar. «Yani kapitalist sistemin temelinde üreticiyle üretim araçları arasında kökten bir ayrılma, bir kopuş vardır. ( ) Üreticileri ücretlilere dönüştürmüş olan tarihsel hareket, onların toprak köleliğinden ve zanaatsal hiyerarşiden [lonca hiyerarşisinden] kurtulmaları, özgürleştirilmeleri olarak çıkar ortaya. Öte yandan bu azatlılar da, işlerin eski düzeni tarafından sağlanmış olan bütün yaşam güvenceleri ve bütün üretim araçları ellerinden alındıktan sonradır ki, kendi kendilerinin satıcılarına dönüşebilirler ancak. Mülksüzleştirilmelerinin bu tarihi, rastlantılara bağlı bir konu değildir; bu öykü, insanlığın geçmiş kayıtlarına izi silinmez ateşten ve kandan harflerle yazılmıştır.» K. Marx, Kapital, 1. cilt, 26. bölüm, s. 678 679, Sol yayınları, 2004. Sermaye, üreticileri üretim araçlarından koparıp ayırarak insanı yaşam araçlarından da ayırır. Sömürülenlerin öncelikle tâbi oldukları açlıktan geberme özgürlüğü, siyasî özgürlükten önce gelir. Çok sayıda yazar, üreticilerin mülksüzleştirilmelerinin bu kanlı sürecini betimleyip anlatmıştır. 1530 yılları civarında işten kaçanların 72 000 ini katletmiş olan Henri VIII in 17

hükümranlığı dönemindeki bu proleterleştirmenin azaplarını şöyle anlatır Thomas More Ütopya sında: «Doğup büyüdüğü memleket için gerçek bir belâ olan açgözlü ve dengesiz bir obur, ya topraklarını kazıklar ve çitlerle çevirerek ya da sahiplerini sahip oldukları her şeyi satmaya zorlayan adaletsizliklerle hırpalayıp bunaltarak binlerce dönüm toprağı zapt edip ele geçirebilir. Tüm şu öksüzlerin, dulların, henüz memeden kesilmemiş sabileriyle biçare anaların, şu zavallı insanların, şu saf yürekli canların hepsi, şu ya da bu biçimde, ister iyilikle ister zorla, sahip oldukları bütün kıvır zıvırla birlikte topraklarını terk etmek zorunda. ( ) Yollara düşüp bir başka dirlik kuramadan eski ocaklarından çok uzaklara çekip gitmeleri gerekir. ( ) Ve sağda solda aylak aylak gezinmeye başladıklarında, olan üç beş kuruşlarını da son meteliğine kadar harcadıklarında artık çalmaktan, o zaman da tamamen kitabına uygun biçimde asılmaktan ya da dilenmekten başka ne yapabilirler ey ulu Tanrım? Dilendiklerinde de, aylak bir yaşam sürdürdükleri ve çalışmadıkları için yersiz yurtsuz serseriler diye bir de hapse tıkılırlar.» Thomas More, Ütopya, Birinci kitap. [Bu alıntıyı Kapital in 1. cildinde de bulabiliriz, s. 700, Dipnot: 36, a.g.e.] Bu yeni toplumsal düzenin yerinden yurdundan ettiği insanlar yersiz yurtsuz gezgin serserilere dönüşürler ve şu burjuva mülksüzleştiriciler için de bundan böyle söz konusu olan, onları üretim araçlarından, başlarına gelen azatlığın avantajlarından kopup ayrılmaya ikna etmektir ki bu da terör [yıldırganlık] yoluyla yapıldı. Yaşam olanakları [geçim araçları] koparılıp alınmış, üretim araçlarından yoksun kılınmış, emek güçlerini üretici bir işe dönüştürmenin bütün imkânlarından uzaklaştırılmış, yeni derebeyleri tarafından mükerrer şiddet uygulamalarıyla toprakları ellerinden alınmış yüz binler, henüz azat edilmiş bu insanlar, özgürlüklerini disiplin altına almayı ve kollarını kentlerin sınaî kurumlarına [manifaktürlere] kendiliklerinden teslim etmeye giderek özgürlüklerini meta özgürlüğü sınırları içinde dondurmayı öğreneceklerdi giderek. Burjuvazi, özgürlük ve çalışma aşkını, nihayet bu yeni insanların kafalarına sokmayı başardı, ama alabildiğine teröre başvurarak «İngiltere de Henri VIII dönemi, 1530: ( ) Sağlam yapılı gezgin serseriler kırbaç ve hapis cezasına çarptırılır. Bir kağnının arkasına bağlandıktan sonra vücutlarından oluk oluk kan akıncaya kadar kırbaçlanmaya dayanmak mecburiyetindeydiler; ardından doğdukları memlekete döneceklerine ( ) ve yeniden çalışmaya koyulacaklarına dair yemin billâhla söz vermek zorundaydılar. Edouard VI dönemi, 1547: ( ) işe boyun eğmeyen bütün kişiler, onu serseridir diye ihbar edecek ferdin kölesi olarak kabul edilecekti. (Böylece zavallı birinin emeğini kendi yararına sahiplenmek maksadıyla, onu işe boyun eğmeyen biri diye şikâyet etmekten başka yapılacak şey kalmıyordu geriye.) ( ) Bu baldırı çıplaklardan biri ele geçirildiğinde, kızgın demirle dağlayıp bağrına V işaretini [Vagabond (gezgin serseri) sözcüğünün ilk harfini] basmak ve ardından doğduğu memlekete, açık alanlarda ayaklarında zincirle çalışacağı memleketine geri gönderilmesi gerekiyordu. ( ) Elizabeth dönemi, 1597: Queen [Kraliçe] Bess in kızlık erdemliliği kadar anaç ruhlu da olan hükümranlığı altında, söz konusu gezgin serseriler uzun kuyruklar hâlinde sıraya sokularak art 18

arda asılırdı. Şu ya da bu bölgede idam sehpalarında sallanan üç dört yüz kadar cesedin olmadığı yıl olmuyordu. ( ) Fransa da 16. Louis nin tahta çıkışına kadar (13 Temmuz 1777 tarihli ferman), geçim araçlarından mahrum ve bir mesleği olmayan on altı yaşından altmış yaşına kadar sağlıklı ve gürbüz bütün erkekler, kürek cezasına çarptırılıyordu. Hollânda da 1537 nin Ekim ayında Charles Quint in mevzuatı da aynıydı. ( ) Şiddetle mülksüzleştirilmiş ve gezgin serseriler derekesine düşürülmüş kırsal halkın ücretli sistemin gerektirdiği sıkıdüzene [disipline] alıştırılmaları, kaba yıldırganlıkla, kırbaçla, kızgın demirle dağlayıp işaret vurmakla, işkenceyle ve kölelikle olmuştur.» K. Marx, Kapital, 1. cilt, s. 699 701, a.g.e. Çalışma özgürlüğü, bir aylaklık yasağının yani çalışmama [işten kaçınma] yasağının eşliğinde gerçekleşti. Çünkü insanlar yaşamlarını işin tartımına, hızına göre düzenlemeyi umutsuzca reddediyorlardı ve sömürülenlerin bu direnci bütün Avrupa da gerçekleştirilmiş olan binlerce ve binlerce ipe çekmeyle kırıldı. Ticaretin gelişmesi, tacir takımını önce Afrika ardından da Amerika anakaralarına postu sermeye ittiğinde, buradaki toplulukların da maruz kalacağı işte bu aynı terördü. Eduard Galeano, işe boyun eğmektense intihar etmeyi ve çocuklarını elleriyle öldürmeyi tercih eden yerlilerin meta ve emek uygarlığına karşı gösterdikleri sayısız direniş örneği [düzeyi] nakleder kitabında: «Sonuçta Karayib adaları toplulukları yok olduğundan, ödedikleri vergiler de durdu: yerliler, ya vücutları yarı suya dalmış hâlde [çalıştıkları] maden filizi yıkama havuzlarında birer ikişer kırılmışlar veya altın tozları içeren kumları elemenin dehşetli yorucu çalışması yüzünden ölmüşler ya da işin ağırlığı altında çökmüşlerdi; el değmemiş arazilerden tarıma elverişli tarlalar açarken İspanya dan getirilmiş ağır iş araçlarının yükü altında sırtları kamburlaşmıştı. Çok sayıda ada yerlisi, bu yeni beyaz zorbalar tarafından dayatılan kaderlerini çabuklaştırıyordu: çocuklarını elleriyle öldürüp kitle hâlinde intihar ediyorlardı. Tarihçi Fernandez de Oviedo, 16. yüzyılın ortalarında cereyan eden Antil adaları halkının kurban edilmelerini şöyle anlatır: Aralarından çoğu, çalışmamak için kendi kendilerini zehirlemeye çalışmış; diğerleri de kendilerini kendi elleriyle asmıştı.» E. Galeano, Lâtin Amerika nın Açık Yaraları. Amerika yerlileri de, üretim araçlarından özgürleştirilmelerini kabul etmemekle kalmazlar yalnızca, ama aynı şekilde bağlı oldukları topluluktan koparılmalarını da reddederler. Şu özgürlük hükümranlığının Avrupa da tahta çıkışı ve geleceğin proleterlerinin ona karşı gösterdikleri direniş, Hollânda da, İtalya da, İspanya da vs. olduğu gibi Fransa da Gözaltı Evleri yle [Maisons d İnternement], Almanya da Zuhthausen lerle, İngiltere de Çalışma Evleri yle [Workhouses] ve diğer Ceza Evleri yle [Hauses of Correction] somutlaşıp çıktı ortaya. Hastaneler ve polis teşkilâtı, özgür emeği sömürülenlere zorla kabul ettirmek için çıkarlar ortaya Fransa daki ilk hastaneler, hiçbir tıbbî düşünceden kaynaklanmıyordu başlangıçta: bir düzen kurumuydular, monarşinin ve Fransa da daha o dönemde örgütlenen burjuva düzenin kurumları. (M. Foucault, Deliliğin Tarihi ). Proleterleri ağabeylerinin (kölelerin ve 19

toprak kölelerinin) sırtından elde etmiş oldukları özgürlüğün avantajlarına iyice bir ikna etmek için burjuvazi, pek ikna olmamışları kapatır ve bir polis (o dönemde bu sözcüğe atfedilen kökensel anlamında polis ) gibi davranır, bir başka deyişle, onsuz yaşamayı beceremeyecek bütün insanlar için işi hem mümkün hem de zorunlu kılan tüm önlemleri (M. Foucault, a.g.e.) alması demektir bu. Sendikaların ve şu burjuva solunun diğer serseri güruhunun çalışma hakkı talebi arkasında yatan işkenceyi bizlere savundurtmaya uğraşarak bizleri biraz daha fazla işe zincirlemeye kalkışmalarından çok önce burjuvaların ataları, kapitalist toplumun o ilk gerçek hastalar ını, yani şu çalışma özgürlüğü nü reddedenleri düpedüz kapatarak bu [ideolojik] değeri daha o zamanlar dayatıyorlardı «[Bir insanı] kapatıp gözaltına alma, ona atfettiğimiz ya da en azından öyle olmasını varsaymaktan hoşlandığımız tıbbî anlamına sahip olmadan önce, tedavi kaygısından tamamen farklı bir şeyi gerektiriyordu. Bunu zorunlu kılmış olan, bir çalışma mecburiyetiydi [yani çalıştırma mecburiyeti ]. ( ) Unutmayalım ki ilk gözaltı evleri İngiltere de, bu ülkenin en fazla sınaîleşmiş yerlerinde yani Worcester, Norwich ve Bristol de ortaya çıkar.» M. Foucault, a.g.e. Şu gözaltı evleri, yaratıklarının sorumluğu da kendilerine düşen kanlı ilkel tipler tarafından yönetilen zoraki çalışma kurumları değillerdi yalnızca. Bu kurumların, meta alıcı ve satıcılarının özgür dünyası savı içindeki burjuvazinin maddî ve ideolojik cephaneliğinin önemli bir bölümünü oluşturdukları olgusu üzerinde ısrar ediyoruz bu noktada. Fransa da Hastane denilen şu terör yuvasının [evinin] yaratılması, başlangıçta, tarih kitaplarının diliyle söylersek karanlık ve sert diye ilân edilmiş olan katolik kilisesinin gücü karşısında aydın ve hoşgörülü burjuvazi nin parlâmenter bir başarısıydı. Söz konusu gözaltı kurumlarının işlevi, burjuvazi tarafından dayatılmış olan özgürlük töresiyle uyum içinde belirlenmişti. Buna göre bu hayırseverlik yuvaları, barındırdığı yoksulların işe alıştırılmaları yla uğraşacaktı «Umumî hastanelerin töresel [etik] bir statüsü vardır. Müdürlerinin yüklendiği işte bu manevî yüktür ve [bunun için] baskının yasal ve maddî bütün bir çarkı verilir onlara; yetkenin, yönetmenin, idarî işlerin, polisin, yargılama yetkisinin, dayak attırmanın ve cezalandırmanın tüm gücüne sahiptirler ve de bu görevi hakkıyla ifa edebilmeleri için zincirli boyunduruklarla darağaçları, hapishanelerle yeraltı zindanları tahsis edilir emirlerine. Çalışma mecburiyetinin bugünkü anlamını yani aynı anda törel bir uygulama ve manevî bir güvence anlamını kazanması, bu koşullar içinde olur gerçekte. Dünya nimetlerinden bir el etek çekme olarak, bir ceza olarak ya da içten gelen belirli bir davranışın işareti olarak öne sürülecek ve istenecekti. Çalışmak isteyen ve çalışabilen bir mahpus, serbest bırakılacaktı toplum için yeniden yararlı biri hâline geldiğinden değil pek o kadar, ama [daha ziyade] insanal var oluşun o büyük törel sözleşmesini yeniden benimseyip kabul ettiği için.» M. Foucault, Deliliğin Tarihi. İşin reddinin sağaltılması için kendisine boyun eğilmesi gereken şu insanal var oluşun o büyük toplumsal sözleşmesi, burjuvazinin metaların alınıp satılması özgürlüğü olan genel bir bağlamı, bir yandan hâkim sınıf sıfatıyla özel [ayrıcalıklı] var oluşunun gücünü ve gelişmesini hem üretim araçlarının sahipliğinde hem de özgür emek gücü olarak emrine amade bir emekçinin sömürüsünde bulduğu genel bir bağlamı, öte yandan sömürülen sınıf olarak proletaryanın özel var oluşunun da, kendi açısından, kendisine önerilmiş zorlayıcı bir seçime yani çalışmak ya da açlıktan gebermek seçimine doğrudan bağlı bir var oluşun tastamam edilgin kabulüne indirgendiği genel bir durumu [bağlamı] kabul ettirmesine 20