İkinci Basımın Ön Sözü Bu basım kısmen eleştirilerin sonucunda, kısmen öncekindeki belli boşluklardan dolayı ve içinde yer aldığım etkinliğin doğasına -eğitime ve özellikle eğitimde araştırmaya felsefenin uygulanmasına- yansıma yapma gereği duyduğumdan dolayı biraz değişmiştir. Burada kitabın ilk bölümünü olduğu gibi okumaktan ve Profesör Wilfred Carrn (özellikle bakınız Carr 2003) tarafından yazılan makaleleri incelemekten oldukça yarar sağladım. Elbette benim felsefe yapmaya ilişkin görüşümün kendi ön varsayımları vardır ve bunların açık hâle getirilmesi ve eleştirel incelemeye maruz olması gerekir. Ama bu tam da -kesinlikle belirli bir uygulama kuralları ve anlayışları içinde işleyen ancak geliştirilebilmeleri, yeni ve önceden görülmeyen durumlara uyarlanabilmeleri için bu kurallar ve anlayışların doğası üzerine yansıma yapan- mesleki uygulamanın kalbinde olması gereken refleksif zekâdır. Bu anlamda pratik felsefe belirli bir müzakere türüdür. Diğer taraftan, eğitim hakkında felsefe (ve özellikle kendi içindeki araştırma faaliyetleri hakkında) farklı yerlerde ve dönemlerde çeşitli olmasına rağmen, bu tür farklılıkları aşan ve bu pratik müzakereleri sonunda eğitimi felsefi kılan kalıcı konular ve temalar da bulunmaktadır. Bu tür konular ve sorular bilginin doğası ve erişilebilirliği, kişi olmanın ve bir kişi olarak davranmanın ne demek olduğu, bizim peşinde olmaya değer olduğunu düşündüğümüz değerlerin temeli, zihin ve beden arasındaki, birey ve toplum arasındaki ilişki ile ilgilenir. Bu gibi konular, ancak sürekli olarak yeniden formüle edilecek ve bugüne kadar eğitimle ilgili araştırma yürütülmesi ve yorumlanması hakkındaki düşünce merkezi kalacaktır.
Felsefe, doğruyu bulma yolunda düşünsel bir çalışmadır Platon Doğruyu aramak hem bilimin hem de felsefenin temel amacıdır. Felsefe, tüm bilimlerin temeli olarak kabul edilmesine rağmen bugün birçok araştırmanın felsefi dayanaktan yoksun olduğu ve kuramsal/ kavramsal çerçevenin göz ardı edildiği görülmektedir. Tarihin ilk filozoflarının aynı zamanda bilim adamları veya bilginleri olduğunu görürüz. Örneğin, Aritotales hem doğa bilgini hem de filozof. Felsefe, bilimlerin ulaştığı sonuçları sorgulayıp değerlendirmek suretiyle ve bilime yol gösterici olması itibariyle bilimle sürekli bir etkileşim içinde olmuştur. Aynı uygulama eğitim araştırmaları için de geçerlidir. Bu nedenle çevirisini yaptığım bu kitabın, eğitim araştırmaları alanındaki eksikliklere, felsefi yönden bakışı ile dikkat çekeceğine inanıyorum. Bilimsel araştırmalar bilgi edinmek ve bilginin doğruluğunu test etmek için yapılır; ancak bilim, bilginin ne olduğunu incelemez. Bilgi nedir? Bilginin doğası nedir? ya da Bilgiler aynı nitelikte midir? sorularının cevabını felsefe arar. Bilim, incelediği olay ve olgular hakkında iyi, kötü, haklı, haksız gibi değer yargılarında da bulunmaz. Bu görev yine felsefeye aittir. Eğitim bilimleri ve araştırmaları dediğimizde ülkemizdeki eğitim kavramının sadece öğretmen eğitimine indirgenerek kullanılması sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu indirgeme eğitim bilimciler arasında da yaygındır. Hâlbuki eğitim tüm disiplinlerin temelidir ve bir alanı veya disiplini biliyor olmanız onu öğrencilerinize nasıl kazandıracağınızı veya öğretebileceğinizi bildiğiniz anlamına gelmez. O disiplininin eğitimini verecek kişinin pedagojik formasyondan geçmesi gerekir. Bu tıp / sağlık eğitimi için de hukuk eğitimi için de böyledir. Eğitimin bilim olarak tüm dünyada kabul gördüğü ve ülkemizde
de Eğitim Fakültelerinde var olan Eğitim Bilimleri Bölümleri lisans eğitimi verdiği ve alanda da akademik ve bilimsel çalışmalar yürüttüğü halde daha sonra Yüksek Öğretim Kurulu tarafından adı geçen bölüm programlarına lisans öğrencisi alımı durduruldu ve yıllarca diğer öğretmenlik bölümlerine pedagojik formasyon dediğimiz Meslek Bilgisi dersleri verildi. Son yıllarda yine üniversitelerde eğitim alanında (öğretmen yetiştiren disiplinler) Sosyal Bilimler Enstitülerinde yürütülen lisansüstü çalışmaların Yüksek Öğretim Kurulunun teşviki ile sayıları önemli ölçüde artan Eğitim Bilimleri nde de yürütülmesine başlanmıştı. Ancak Yükseköğretim yasa tasarısında bu enstitülerin kaldırılması ve çalışmaların yeniden Sosyal Bilimler Enstitülerine aktarılması önerisi tartışmalara ve tepkilere neden oldu. Tabii ki, eğitim bilimlerinin sosyal bilimlerden ayrılması savunulamaz ve disiplinler arasındaki ilişkileri inkâr edilemez. Bugün dünya literatüründe farklı disiplinlerin eğitimle karşılıklı ilişkisi vardır ve bunun sonucunda yeni disiplinler doğmuştur (örneğin, Eğitim Felsefesi ve Felsefe Eğitimi, Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi, Alan Eğitimleri vb.). Üniversiteler arası Kurul Bilim Dalları da doçentlik için Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Bilimleri başlığı altında Alan Eğitimi olarak belirlenmiştir. Yüksek Öğretim Kurulu da Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesinde Alan Yeterlilikleri belirlerken bu sınıflamayı esas aldı. Eğitim bilimleri tüm disiplinlere açık bir alandır ve diğer disiplinlerin gelişmesi de eğitim bilimlerinden alacakları alan eğitimi ile ilişkilidir. Bugün araştırmacılar olarak incelediğimiz gerçekliğin doğası hakkında oluşturduğumuz varsayımlarımıza, neyi bilip neyi bilemediğimize ilişkin iddiaları, teorileri ve bulguları kullanma yollarımız açısından belirlenen kendi felsefi çerçevelerimize dayalı olarak gruplara ayrılırız. Bir araştırmacı olarak, dünyanın nasıl işlediğini en iyi hangi yaklaşımın kavranacağını göz önünde bulundurmalıyız. Bizim eğitim felsefemiz öğretme-öğrenme işleminde eğitmen olarak yapmakta olduğumuz her şeyin temelini oluşturur. Felsefemiz öğrenme tanımımıza ilişkin varsayımlarımıza ve insanlığın doğasına, eğitimin amacına, müfredatın içeriğine, öğretmen ve öğrencinin rolüne ve öğretim sürecinin doğasına ilişkin görüşlerimize dayanır. Doğru ya da yanlış felsefe yoktur. Her felsefe sadece öğrenme sürecinin doğası hakkında farklı bir inanç sistemini temsil eder. Batı düşüncesinde, beş ana felsefe karşımıza çıkar: İdealizm, Realizm, Pragmatizm, Varoluşçuluk ve Hümanizm ayrıca da Yeniden Yapı-
lanma vardır. Yalnız bu izm lerden en yenisine hiçbir eleştiri getirmeden sarılırken araştırmacı olarak uygulama sahasındaki öğretmenle aramızdaki uçurumun artma riskini de göz ardı etmemeliyiz. Pring, kitabının ilk bölümünde eğitim araştırmalarına yöneltilen eleştirileri ele almakta, politikaları ve uygulamaları etkileyebilen ve geçerli, güvenilir, tarafsız yürütüldüğünde başarılı olan tüm araştırmalar için, politika ve uygulamayı etkilemekte başarısız kılan çok şey bulunduğunu da vurgulamaktadır. Bu başarısızlığın bir parçasının, araştırma bulgularını dikkate almada öğretmenlerin ya da politika yapıcıların yetersizliklerine veya isteksizliklerine bağlı olabileceği ileri sürdü. Eğitim sistemi içinde çalışan kişilerin düşünme ve karar verme sürecine araştırmanın nasıl dâhil edileceğini görme ihtiyacının bulunduğunu da belirtmektedir. Ayrıca araştırma değerli varsayımları veya gözde politikaları zorladığı için göz ardı edilmesinin ya da reddedilmesinin söz konusu olabileceğini ileri sürmektedir. Dil tüm bilimlerin ortak noktasıdır ve hangi alanda araştırma yaparsak yapalım kendimizi ifade etmek için her aşamada dile ihtiyaç duyarız. Kavramlara ve o kavramlara ilişkin kelimelere yüklenen anlamlar konusundaki anlaşmazlıklara değinmektedir. İkinci bölümde eğitsel olan etkilik, eğitimli kişi kavramları üzerine tartışmakta ve eğitimi tanımlarken, belirli faaliyetler veya belirli okullarda olan bitenlere işaret edilebileceğini, siyasetçiler veya müfettişler tarafından işaret edilen iyi uygulama örneklerini, eğitimin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini göstermek için kullanıldığını belirtmektedir. Üçüncü bölümde yazar felsefi yaklaşımları ele almaktadır ve eğitim araştırmalarının kayda değer bir özelliğinin çeşitliliği olduğunu, farklı soru türleri ve farklı araştırma türlerini gerektirdiğini, araştırmacıların gerçeği arayışlarında eklektik olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Dördüncü bölümde Pring, fiziksel olaylar kadar beşerî olayların da bir açıklaması dâhilinde nedensellik ve aslında sosyal olgu ya ilişkin kavramı korumanın gerekli olduğunu (eğitim araştırmasının pozitivist temelini reddedenlere karşı) savunmaktadır. Beşinci bölümde karşıt felsefi konumları ele alan yazar, eğitim uygulamasının değişen doğası -farklı durumlar, değişen değerler, değişen eğitim amaçları, politikanın etkisi- nedeniyle kurama karşı şüpheci ve sorgulayıcı bir duruş/tutum olmasına her zaman ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.
Altıncı bölümde uygulamaya yönelik araştırma çerçevesinde: eylem araştırması ve uygulayıcı araştırma konularını elen alan yazar öğretmen araştırmacının, sorunların paylaşıldığı, olası çözümlerin belirlendiği, hem sonuçların hem de benimsenen araştırma yöntemlerinin eleştirisinin yapıldığı bir topluluk içinde olması gerekmediğini savunmaktadır. Araştırmacı olarak öğretmen kavramının önemini vurgulamaktadır. Kitabın yedinci bölümünde yazar, eğitim araştırmalarındaki etik sorunları ele almaktadır. Araştırmacıda bulunması gereken entelektüel ve ahlaki erdemleri tartışmanın yanı sıra Amerikan Eğitim Araştırmaları Derneği ve İngiltere Eğitim Araştırmaları Derneğince belirlenen etik kurallara göndermeler yapmaktadır. Bu bölüm ahlaki yargıda bulunmakla değil daha ziyade araştırmanın temelini oluşturan ahlaki düşüncenin anlamı ve gerekçelenmesi ile ilgilidir. Bu bölümün ardından eğitim araştırmasının doğası ve geleceğine ilişkin konuların yer aldığı dokuzuncu bölüm son bölümdür. Eğitim araştırmalarının düşük kalitede olma nedeninin kavramsal ve felsefi bakımdan anlam ifade etmemesi olabileceğinin belirtildiği bu kitabın çevirisinin tüm eğitim araştırmacılarına yararlı olması dileğiyle. Prof. Dr. Dinçay Köksal, 2013,