TC YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI ETKİLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ. Hazırlayan Tülay TEKİN YILMAZ



Benzer belgeler
ZORUNLU GÖÇLER, SÜRGÜNLER VE YOL HİKAYELERİ: ULUPAMİR KIRGIZLARI ÖRNEĞİ ZORUNLU GÖÇLER, SÜRGÜNLER VE YOL HİKAYELERİ: ULUPAMİR KIRGIZLARI ÖRNEĞİ

TÜRKİYE DE GÖÇ BOYUTU, NEDENLERİ ve GÖÇÜN SAĞLIKLA İLİŞKİSİ

TOPLUM TANILAMA SÜRECİ. Prof. Dr. Ayfer TEZEL

Kırsal Alan ve Özellikleri, Kırsal Kalkınmanın Tanımı ve Önemi. Doç.Dr.Tufan BAL

DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog

Türkiye de Kadınların İç Göç Örüntüsü ve İç Göç Nedenleri

Türkiye de Doğurganlık Tercihleri

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

DEĞERLENDİRME NOTU: Mehmet Buğra AHLATCI Mevlana Kalkınma Ajansı, Araştırma Etüt ve Planlama Birimi Uzmanı, Sosyolog

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Aksaray Üniversitesi Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

BİLİMSEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ EYLEM ARAŞTIRMASI

Liselilerden Eğitim Sistemine Sert Eleştiri

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler

İLKÖĞRETİM ve LİSELERDE DİNDARLIK ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ARAŞTIRMA (DİYARBAKIR ÖRNEĞİ)

Çocuğunuz ne kadar zeki?

ÖZEL EGEBERK ANAOKULU Sorgulama Programı. Kendimizi ifade etme yollarımız

BACIM - Ağırlıklı olarak Türkiye kökenli göçmen kadınlar için buluşma ve danışmanlık merkezi

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI ARKADAŞLIK İLİŞKİLERİ

TRB2 BÖLGESİ MEVCUT DURUM ANALİZİ. NÜFUS ve KENTLEŞME

ULUSAL ÖLÇEKTE GELIŞME STRATEJISINDE TRC 2 BÖLGESI NASIL TANIMLANIYOR?

Proje Adı: Türkiye Akademisinde Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Yansımaları. Araştırma Şirketi Araştırma Veren Veri Toplama Firması

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

KÖYDEN KENTE GÖÇ OLGUSU VE GÖÇÜN TOPLUMSAL YAPIDA MEYDANA GETİRDİĞİ DEĞİŞMELER: ADANA İLİ (YÜREĞİR OVASI) KÖYLERİ VE ANADOLU MAHALLESİ ÖRNEĞİ

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

Örnek Araştırma Tek Ebeveynli Aileler

1844 te kimlik belgesi vermek amacıyla sayım yapılmıştır. Bu dönemde Anadolu da nüfus yaklaşık 10 milyondur.

EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ TEMEL KAVRAMLAR. Doç. Dr. Adnan BOYACI

Doç. Dr. Dilek GENÇTANIRIM KURT Ahi Evran Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Araştırma Notu 15/180

SURİYELİ KADIN ve KIZ ÇOCUKLARI İÇİN GÜVENLİ ALANLAR PROJESİ Merkezlerimize ve etkinliklerimize ilişkin bazı fotoğraflar

Araştırma Sorununun Tanımlanması Denence/Hipotez Kurma. BBY606 Araştırma Yöntemleri Güleda Doğan

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Bursa Yakın Çevresi Deprem Tehlikesi ve Kentsel Dönüşüm

Erken Yaşlardaki Evlilikler ve Gebelikler

Çalışma Hayatının İki Büyük Korkusu: İşsizlik ve İş Güvencesizliği Two Big Fear of Working Life: Unemployment and Job Insecurity

T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü

DEĞİŞİM ve YENİLİKÇİ DÜŞÜNCE. Yrd. Doç. Dr. Ayşe Derya IŞIK Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Çalışma Hayatında Psikolojik Sorunlar. Doç. Dr. Ersin KAVİ

Androgojik ve Pedagojik Yaklaşım

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Doğu ATEŞ ADRESE DAYALI NÜFUS KAYIT SİSTEMİ 2007 NÜFUS SAYIMI SONUÇLARI HAKKINDA İLK YORUMLAR

22 İL. Hane Ziyaretleri 2015 Raporu

Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

Soru Sınıf ve Nu: Müfredat sınıf YGS Harita Bilgisi-Arazi Rehberimiz: İzohipsler

Bilimsel Araştırma Yöntemleri

R E H B E R L İ K B Ü L T E N İ - 1

DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl Z/S T+U Saat Kredi AKTS Kentleşmenin Ekonomi Politiği. Bu ders için ön koşul gerekmemektedir.

Türkiye dönüşüm geçirerek kırsal bir tarım ekonomisinden küresel ölçekte yılında Türkiye nin kentsel nüfusu ülkenin toplam nüfusunun sadece

Yaşam Boyu Sosyalleşme

2. Gün: Stratejik Planlamanın Temel Kavramları

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

Akçakale Sınırından Türkiye ye Sığınmacı Geçişi Gözlem Raporu. (16 Haziran 2015)

Araştırma Notu 16/202

8 Enfeksiyonel hastalıkların ortaya çıkışı ve yeniden canlanışı

SINIF YÖNETİMİNİN TEMELLERİ

ANADİL AYRIMINDA İŞGÜCÜ PİYASASI KONUMLARI. Yönetici Özeti

PROBLEME DAYALI ÖĞRENME VE SOSYO- KÜLTÜREL DEĞİŞİM: Demokratik Bireyin Biçimlendirilmesi Sorunu

ÜLKEMİZE GÖÇ EDEN SÜRİYELİ MÜLTECİLERİN İZMİR'DEKİ SOSYO-EKONOMİK VE KÜLTÜREL DURUMLARI

KADINA ŞİDDETİN KİŞİ ANALİZİ YÖNELİK. twitter.com/perspektifsa

Göç ve Kentle Eklemlenme Sorunları. Melih Ersoy, Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Prof. Dr. Banu Çakır, HÜTF Halk Sağlığı AD. 5. ULUSAL İLK YARDIM SEMPOZYUMU , Ankara

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş )

HIV/AIDS E İLİŞKİN BİLGİ 13

Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi

Sosyal Politikayı Yeniden Düşünmek! NEDEN?

Sayın Bakan, Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel. Kurumu Genel Müdürü, Danışma Kurulu Üyeleri, Kurumların Saygıdeğer

ÖZEL ÖĞRETİM YÖNTEMLERİ II

DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ DAÜ-PDRAM

ÜNİTE:1. Dil Nedir? ÜNİTE:2. Dil Kültür İlişkisi ÜNİTE:3. Türk Dilinin Gelişimi ve Tarihsel Dönemleri ÜNİTE:4. Ses Bilgisi ÜNİTE:5

Amasya da Kadın İstihdamının Artırılmasına Destek Projesi. Ülker Şener 1 Temmuz 2011, Amasya

SOSYAL POLİTİKA II KISA ÖZET KOLAYAOF

ÜZERĠNE BĠR DEĞERLENDĠRME

4. SINIF - 2. SORGULAMA ÜNİTESİ VELİ BİLGİLENDİRME BÜLTENİ Öğretim Yılı

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI: DÜNYADAKİ VE TÜRKİYE DEKİ YERİ VE ÖNEMİ. Düşünce Kuruluşları genel itibariyle, herhangi bir kâr amacı ve partizanlık anlayışı

DAVRANIŞ BİLİMLERİNE GİRİŞ

MİLAS TAKİ KENTLEŞME SÜRECİNİN TÜRKİYE GENELİNDEN FARKLILAŞMASI VE NEDENLERİ

DÜŞÜKLER VE ÖLÜ DOĞUMLAR 6

TARIMSAL İSTİHDAMA DAİR TEMEL VERİLER VE GÜNCEL EĞİLİMLER

2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması

TÜRKİYE NİN TOPLUMSAL YAPISI

OKAN EĞİTİM KURUMLARI PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK BİRİMİ

DOĞURGANLIĞI BELİRLEYEN DİĞER ARA DEĞİŞKENLER 7

Proje Tabanlı Öğrenme Yaklaşımının temeli bir konunun derinlemesine araştırılmasına odaklanmaktadır. Araştırmada genellikle sınıf içerisinde

Temellendirilmiş teori nedir?

REHBERLİK NEDİR? Bahsedilen rehberlik tanımlarının ortak yönleri ise:

TİCARİ CBS DE HARİTA KULLANIMI VE MEKANSAL ANALİZLER: BİREYSEL BANKACILIK ÖRNEĞİ

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

Siirt İli İşgücü Piyasasında Nitelikli İşgücü İhtiyacı ve Mesleki Eğitim by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ

TÜRKİYE DE AVRUPA- ŞÜPHECİLİĞİ KARŞILAŞTIRMALI BULGULAR

Nüfus ve Kalkınma İlişkisi: Türkiye (TÜİK'in Yeni Nüfus Projeksiyonları Işığında)

Kadınların Ġstihdama Katılımı ve YaĢanan Sorunlar

Transkript:

TC YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANA BİLİM DALI GÖÇ ÜN KADIN YAŞAMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Tülay TEKİN YILMAZ Danışman Prof. Dr. M. Ruhi KÖSE VAN-2005

KABUL VE ONAY SAYFASI SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu çalışma, jürimiz tarafından SOSYOLOJİ ANABİLİMDALI nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. İMZA BAŞKAN ÜYE (DANIŞMAN) ÜYE ÜYE ÜYE... ONAY: Yukarıda imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. / /2005.

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ I 1. GİRİŞ 1 1.1. ÇALIŞMANIN KONUSU ve AMACI 4 1.2. ÇALIŞMANIN YÖNTEM ve SORUNLARI 6 2. GÖÇ 11 2.1. KAVRAM OLARAK GÖÇ 11 2.1.1. GÖÇ SÜRECİ ve ANALİZİ 13 2.1.2. GÖÇ TÜRLERİ 16 2.2. TÜRKİYE DE GÖÇ HAREKETLERİ 20 2.2.1. DOĞU ve GÜNEYDOĞU ANADOLU GÖÇÜ 25 2.3. GÖÇ ve KADIN 32 3. BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ, TARTIŞMA ve YORUMLAR 34 3.1. KADINLARIN GÖZÜYLE ZORUNLU GÖÇ 36 3.1.1. KADINLARA GÖRE GÖÇÜN SEBEPLERİ 36 3.1.2. KADINLARIN GÖÇLE HİSSETTİKLERİ 42 3.2. KADINLARIN GÖZÜYLE GÖÇ ÖNCESİ VE SONRASI YAŞAM 46 3.2.1. KADINLARIN EKONOMİK YAŞAM DEĞERLENDİRMELERİ 46 3.2.1.1. Göç Öncesi Ekonomik Yaşam 47 3.2.1.2. Göç Sonrası Ekonomik Yaşam 51 3.2.2. KADINLARIN GÜNDELİK YAŞAM DEĞERLENDİRMELERİ 58 3.2.2.1. Göç Öncesi Gündelik Yaşam 58 3.2.2.2. Göç Sonrası Gündelik Yaşam 63 3.3. KADINLARIN GÖZÜYLE AİLELERİ 74 3.3.1. EVLİLİK BİÇİMLERİ ve NEDENLERİ 74 3.3.2. ÇOK ÇOCUK SAHİBİ OLMALARI ve NEDENLERİ 85 3.4. SAHA ÇALIŞMASINDAN GÖZLEMLER 91 3.4.1. KADINLARIN YAŞADIKLARI EVLER 91 3.4.2. KADINLARIN YAŞADIKLARI MAHALLELER 93 3.4.3. KADINLARIN ÇOCUKLARI ve YOKSULLUKLARI 93

4. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME 96 5. KAYNAKLAR 104 6. EKLER/FOTOĞRAFLAR 107 7. ÖZET 122

- 1 - I ÖNSÖZ Ülkemizde 1950 lili yıllardan itibaren yoğun bir şekilde yaşanan göç hareketlerinin yanında 1980 li yılların ikinci yarısından itibaren ve 1990 lı yıllar boyunca yeni bir göç dalgası daha yaşanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin kırsallarından bu bölgelerin şehirlerine veya başka şehirlere doğru yaşanan bu göç hareketi görünüş itibariyle daha önceki dönemlerde yaşanan köyden kente göç hareketine benzese de, sebepleri ve sonuçları itibariyle tipik bir köyden kente göç hareketi değildir. Nedenleri itibariyle farklılık gösteren bu yeni göç dalgası aynı zamanda daha önce yaşanılan göç hareketlerinden sonuçları itibariyle de farklılık göstermektedir. Tüm bu farklılıkların yanı sıra daha önce göç eden kişilerle, bu süreçte göç eden kişiler arasında, kişilerin göç etmeye karar vermedeki yetkinlikleri açısından da bir farklılık bulunmaktadır. Bu faklılığa bağlı olarak göç edenlerin gönüllülükleri üzerine Türkiye de yaşanan göç hareketleri, zorunlu ve gönüllü göç olarak yeniden sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmada yukarıda bahsedilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu göçü ve bu göçün göç edenler üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Özellikle Hakkâri nin kırsallarından Van a göç eden ailelerin kadınlarının göç öncesi ve göç sonrası yaşamları ve bu kadınların göç süreci içinde yerleri ve etkinlikleri anlaşılmaya çalışılmıştır. Yüksek lisans yaptığım süre içerisinde bana karşı göstermiş oldukları anlayış ve sabır için başta danışmanım Prof. Dr. M. Ruhi Köse ye, daha sonra tüm Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Elemanlarına teşekkür ederim. Özellikle tezimle yakından ilgilenen ve bu tezin başarıyla sonuçlanmasında yoğun çabalar gösteren Sosyoloji Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emin Yaşar Demirci ye minnet borçluyum. Uzun ve yorucu geçen bu dönemde manevi desteğini hiçbir zaman esirgemeyen ve varlığıyla beni her zaman umutlandıran eşim Ercan Yılmaz a da ayrıca teşekkür ederim.

- 1-1. GİRİŞ 1980 li yılların ikinci yarısında ortaya çıkan PKK örgütü ve bu örgütün terör eylemlerine karşı devletin kolluk güçlerine karşı yürüttüğü mücadele Türkiye nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan, çoğu kadın ve çocuk, çok sayıda insanın yaşamlarında onarılmaz hasarlara yol açmış bulunmaktadır. Bu dönemde, devletin güvenlik güçleri ve PKK arasında yaşanan çatışmalar, bu bölgelerde bulunan birçok köy ve mezranın boşalmasına ya da boşaltılmasına yol açmıştır. Bazen devletin PKK güçlerine karşı yürüttüğü mücadelede sivil halkı korumaya yönelik olarak bu yerler devlet tarafından boşaltılırken, bazen de halk PKK baskılarının yoğunlaşması, can ve mal güvenliklerinin kalmaması nedeniyle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştır. OHAL Bölge Valiliğince devlet güçleri tarafından köy ve mezra boşaltmaları yoğun olarak özellikle 1993 ve 1994 yıllarında yoğunluklu olarak gerçekleşirken, boşaltılan köylerin sayısı 905, mezra sayısı 2923, toplam yerleşim yeri sayısı ise 3428 olarak tespit edilmiştir (Bozkurt, 2000: 225). Ancak bu sayıya sivil halkın isteyerek ya da bireysel olarak köylerini boşaltmaları dâhil değildir. Bu tez çalışması da bu sayılar içerisinde yer alan, devlet güçleri tarafından köyleri boşaltılan ve başka yerlere göç etmek zorunda bırakılan insanlarla sürdürülmüştür. Bu çalışma, söz konusu süreç sonunda Hakkâri nin köylerinden göç etmek zorunda kalarak Van ilinin kenar mahallelerinde yerleşmek zorunda kalan sınırlı sayıdaki kadınla birlikte yürütülmüştür. Dağlık bir arazi yapısına sahip olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki güvenliği sağlamanın zorlukları nedeniyle köylerin boşaltılması, buralarda yaşayan insanların zorunlu olarak başka yerlere göç etmelerine neden olmuştur. Söz konusu süreç içinde köylerinden çıkartılan sivil halk, Van, Batman ve Diyarbakır gibi bölgedeki kent merkezlerini de içine alan, Adana, Mersin, Antalya, İzmir ve İstanbul gibi büyük metropollere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu köylerden çıkartılan sivil halk ülkenin büyük yerleşim birimlerine göç etmek zorunda

- 2 - kalmıştır. Göç edenlerin bir kısmı boşaltılan köy ve mezralara yakın yerleri tercih ederken, geri kalanlar ise iş bulma umuduyla daha uzak kentlere göç etmiştir. Örneğin sadece Adana ya 15 20 bin civarında insanın göç ettiği tahmin edilmektedir. Van Valiliğine göre ise 1994 yılından itibaren Van kent merkezine 200 250 bin civarında kişi göç etmiş bulunmaktadır. Ancak bu tarihten önce kayıt tutulmadığı için rakamların çok daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir (Bozkurt, 2000: 289). Sadece bu iki örnek bile göç edenlerin sayısının ne kadar fazla olduğunu göstermektedir. Bu kentlerin yanı sıra ülkenin pek çok yerine göçler yaşanmıştır. Örneğin, bu süreç içinde en fazla göç alan kentlerin başında İstanbul, Antalya, Mersin, Hakkâri, Diyarbakır, Batman gibi kentler gelmektedir. Zorunlu olarak yaşanan bu göçler, göç edilen yerleşim birimlerinin nüfusunun hızla artmasına neden olurken daha birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Mesela göç edilen yerlerde plansız olarak yerleşilmesi kentlerin dışında yeni mahallelerin meydana gelmesine neden olmuştur. Bu yerlerin belediye hizmetlerinden yoksun olması buralarda yaşayanlar için yaşam kalitesinin oldukça düşük olmasına neden olmaktadır. Ulaşım, alt yapı vb. daha birçok sorunu olan bu yerlerde insanlar oldukça sağlıksız koşullarda yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmaktadır. Geldikleri yerlerde öncelikli olarak hayvan besleyen-satan ve doğa el verdikçe toprakla uğraşan bu insanlar, kentlerde çalışacak herhangi bir iş bulmakta oldukça zorlanmaktadır. Dolayısıyla çoğu vasıfsız işçi konumunda olan bu insanlar işsizlik ve yoksulluk gibi sorunlarla da karşı karşıyadır. Ayrıca bu insanların sağlıksız koşullarda, yoksulluk ve yoksunluk içerisinde, kentten ve kentin olanaklarından oldukça uzak mekânlarda yaşamaları, geldikleri bu yerlere uyum sağlamalarını zorlaştırmaktadır. Uyum sağlayamadıkları sürece de insanlar bu yaşam mekânlarını, eski alışkanlıkları doğrultusunda kendilerince biçimlendirmeye çalışmaktadır. Bu sebeple genellikle kendileriyle aynı kaderi paylaşan diğerleriyle veya akrabalarıyla yaşamlarını devam ettirmektedirler. Ancak her ne kadar yalıtılmış bir yaşam sürseler ve bu yeni yerlerinde eskiyi yaşatmaya çalışsalar da, göç süreci birçok yeniliği beraberinde getirmektedir. Bu yeni durum insanların zorunlu olarak kendilerinde değişiklikler yapmalarına neden olmaktadır. Göç süreci bireylerin uyum sorunlarıyla karşı karşıya gelmelerine neden olmaktadır. Özellikle kadınların ve yaşlıların çoğunun Türkçe yi

- 3 - bilmemesi, kapalı bir aile yapısı içerisinde yaşamaları, onların bu yeni durumdan nasıl etkilendiklerini bir problematik haline getirmektedir. Göç öncesinde eğitim olanaklarından yeterince yararlanamayan kadınlar, sosyal ve kültürel olarak oldukça geri kalmışlardır. Bunun yanı sıra aynı sebepten dolayı Türkçe yi de öğrenememişlerdir. Sağlık olanaklarının yeterli olmaması ve geleneksel değerlerin hâkim olası nedeniyle kadınlar çok sayıda çocuk sahibi olmaktadır. Bu durum da var olan yoksulluğun giderek artmasına neden olmaktadır. Geleneksel yaklaşımların hâkim olduğu bu yerlerde kadınlar dini ve muhafazakâr bir yaşam sürmektedir. Kapalı bir aile yapısı içinde, belli rolleri yerine getirerek yaşayan bu kadınlar üretimden tüketime, boş zamanları değerlendirmeden çocuk doğurmaya kadar her alanda modern öncesi bir hayatı sürmektedirler. Köse, Çolak ve Dayıoğlu nun da belirttiğine göre; Modern teknolojiler, eğitilmiş nitelikli bir insan gücü ve yüksek bir istihdam kapasitesi ile demokratik bir siyasal rejimden yoksun söz konusu az gelişmiş veya yarı-gelişmiş ekonomilerin yol açtığı olumsuzluklardan en çok kadınlar ve çocuklar etkilenmektedir. (Köse, Çolak, Dayıoğlu, 2000: 46). Yine aynı şekilde kontrolsüz bir biçimde ve oldukça hızlı artan nüfus olgusunun yol açtığı beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarındaki yetersizlikler ile birlikte azalan gelir düzeyi ve yoksulluk da en çok kadınlar ve çocukları etkilemektedir. Göç öncesi yaşadıkları yerlerde yukarıda sayılan çok sayıda sorunla baş etmek zorunda kalan kadınlar, göç ettikleri yeni yerlerde de benzer sorunları yaşamanın yanı sıra daha pek çok yeni sorunla karşılaşmaktadırlar. Alıştıkları hayatı yaşamaya devam etmek isteyen bu kadınlar kendilerini zorlayan değişimlere çoğu zaman ayak uyduramamaktadırlar. Okuma-yazmanın yanı sıra dil bilmiyor olmaları kent yaşamında kendilerine büyük zorluklar çıkarmaktadır. Göç edilen bu yerlerde hem ekonomik hem de sosyal olarak bambaşka bir bilgi gerekmektedir. Oysa kadınlar bu bilgi ve becerilerden yoksun olmalarının yanı sıra eskiden bildiklerini de uygulayacakları bir alan bulunmamaktadırlar. Böylece kadınların nasıl değerlendireceklerini bilmedikleri kocaman ve yepyeni bir boş zamanı olmuştur. Benzer pek çok sorunu olan bu kadınların yaşamlarını konu alan çalışma benzer süreçlerden geçmiş az sayıda kadının hayatına genel bir bakış atmaya ve sorunlarını bir parçada olsa somutlaştırmaya çalışmaktadır.

- 4-1.1. ÇALIŞMANIN KONUSU ve AMACI Bu tez çalışmasının konusu genelde Türkiye nin Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu Bölgeleri nin kırsal yerleşim birimlerinden çeşitli il merkezlerine, özelde ise Hakkâri nin köylerinden Van il merkezine doğru kitlesel ve zorunlu olarak göç eden kadınların yaşamlarıyla ilgilidir. Bir önceki bölümde kısaca değinildiği üzere yaşanan bu göçler, nedenleri ve sonuçları itibariyle oldukça karmaşık ve çok yönlü bir sürece neden olmaktadır. Bu özellikleri nedeniyle tanımlanmasından yorumlanmasına birçok zorlukla karşılaşılan zorunlu göç süreci, süreci yaşayan kadınların yaşamları ve bu yaşamın kendileri tarafından nasıl algılandığı üzerinden yeniden anlaşılmaya çalışılacaktır. Çalışmanın amacı ise genel olarak kadınların zorunlu göç sürecinden nasıl etkilendiklerini, onların anlatılarından yola çıkarak ortaya koymaktır. Bu amaç doğrultusunda, bu çalışma, Hakkâri nin kırsal yörelerinden Van kent merkezine zorunlu olarak göç etmiş ailelerin kadınları üzerinde yürütülmüştür. Aynı süreci yaşayan kadın ve erkeklerin farklı deneyimlere ve algılamalara sahip olacağı savından yola çıkılarak oluşturulan bu çalışma, kadınların kendilerini ve göç sürecini net olarak ifade edebilmeleri amacıyla, bire bir görüşmeler doğrultusunda sürdürülmüştür. Bu görüşmelerde kadınların genel olarak serbest bir anlatım içerisinde olmaları sağlanmaya çalışılmış, ancak sürecin kendisi üzerine beraberce düşünmek için de çaba sarf edilmiştir. Kaset kayıtları ve onların çözümlenmesiyle elde edilen veriler, zorunlu göç sürecini yaşamış bazı kadınların yaşamlarından kısa da olsa bir kesitin belgelenmesine ve aktarımına yardımcı olmaktadır. Sunulacak bu kesitler genel olarak kadınların kendi özgür iradesine bırakılmıştır. Bağlama sadık kalınmaya çalışılarak kadınların tercih ettikleri hikâyeleri anlatmaları sağlanmıştır. Daha sonra bu hikâyeler, göçü bir süreç olarak ele alan bir yaklaşım içerisinde yeniden yorumlanmıştır. Göç; dünü, bugünü ve geleceği olan, neden ve sonuçlara sahip, zaman ve mekân unsurlarını da içinde barındıran bir süreç olarak incelenmiştir. Bu yaklaşımla, zorunlu göçe maruz kalmış ve Hakkâri nin kırsal bölgelerinden Van il merkezine göç etmiş ailelerin kadınlarıyla gerçekleştirilen bu çalışmada, sürece içeriden bakabilmek için çabalanmıştır. Bu çalışma, araştırmanın

- 5 - sürdürüldüğü kadınlarla birlikte düşünebilmeyi ve bir paylaşım içerisinde olmayı hedeflerken, iki farklı dünyanın birbirini anlamasının yolunu da açmayı amaçlamaktadır. Zorunlu göçe maruz kalmış ve Hakkâri nin kırsal bölgelerinden Van il merkezine göç etmiş kadınlarla yürütülen bu tez çalışmasının bulguları, sadece görüşme yapılan kadınlarla sınırlıdır. Az sayıda kadının göçle bağlantılı hikâyeleri üzerine kurulan bu çalışma ancak bu kadınlar için söz konusu olan hikâyelerden oluşmaktadır. Çünkü kadınların deneyimleri göçün tipi, göç edenin sosyoekonomik statüsü ve aile yapısı, geride bırakılan mekân ile tanışılan mekânlardaki kültürel, sosyal ve ekonomik yapı gibi pek çok etkene bağlı olarak değişmektedir. (İlkaracan, İlkkaracan, 1999: 310). Bu tez çalışması sonucunda elde edilen veriler de ancak çalışmanın oluşmasını sağlayan kadınlarla sınırlı bir geçerliliğe sahiptir. Bu nedenle çalışma, konusu ve yöntemi açısından genellenebilir bir çalışma olmamakla birlikte, konunun genelinin kavranmasına da ışık tutabileceği düşünülen bir çalışmadır.

- 6-1. 2. ÇALIŞMANIN YÖNTEM ve SORUNLARI Bu çalışma toplumsal cinsiyet yaklaşımı içerisinde niteliksel araştırma teknikleri kullanılarak yürütülmüştür. Bu çalışmanın amacı zorunlu göç sürecini cinsiyet temelinde yeniden yorumlayabilmek ve bu süreç içinde kadınların varlığının anlaşılmasını sağlayabilmektir. Bu nedenle bu çalışmanın merkezinde zorunlu göç sürecini yaşamış ve bu süreci anlatmaya istekli kadınlar yer almaktadır. Onların bu süreci nasıl yaşadıkları, bu süreçten nasıl etkilendikleri ve bu süreci nasıl etkiledikleri bu çalışmanın temel konularını oluşturmaktadır. Zorunlu göç sürecini yaşayan az sayıda kadının göçle bağlantılı tecrübelerinden oluşan bu çalışmada söz konusu kadınlar tarih sahnesinde görünür hale gelmektedir. Çünkü tüm sosyal bilimlerde erkeklere ait deneyimlerin genelleştirilmesi toplumsal ve tarihsel süreçlerde kadınların görünmezliğine neden olmaktadır. Feminist yöntem diye bir şey var mı? adlı makalesinde Harding in de belirttiği gibi, eleştirmenler, geleneksel sosyal bilimin çözümlemelerine, sadece erkek deneyimlerini esas alarak başladığını iddia ederler. Yani sosyal bilim, yalnızca erkeklere ki bunlar beyaz, Batılı, burjuva erkeklerdir özgü sosyal deneyimlerin sorun olarak kabul edildiği sosyal yaşanmışlıklarla ilgili sorular sorar Öte yandan, kadın edimlerinden kaynaklı, açıklığa kavuşturulması gereken pek çok olay vardır. (1996: 39). Ancak burada kadın ve erkek diye iki farklı ve sabit kategoriden bahsedilmemektedir. Çünkü her ikisi de kendi içlerinde etnik, dinsel, kültürel ve sınıfsal temelde farklılaşmaktadır. Dolayısıyla bu tez çalışması Türkiye de toplumunun dezavantajlı kadınlarının önemli bir kesimini oluşturan ve zorunlu göç yoluyla Van kent merkezine yerleşen Hakkârili kadınların bir kesiminin sesini duyurmayı amaçlamaktadır. Feminist Yöntem konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen Mies Feminist Araştırmalar İçin Bir Metodolojiye Doğru makalesinde kadınların araştırma materyallerinden hariç tutulmalarını Berthold Brecht in karanlıkta olanlar görülmezler özdeyişiyle açıklarken, kadınların karanlıkta kalan alanlarını şöyle sıralamaktadır: Bu alanlar; kadınların sosyal tarihi, kadınların kendi durumlarını, kendi ezilmişlik ve direnç biçimlerini nasıl algıladıkları. (Mies, 1996: 51). Bu

- 7 - nedenle çalışmada öncelikli olarak çalışmaya katılan kadınlar için de karanlıkta kalan benzer konulara değinilmeye çalışılmıştır. Ancak kadınların karanlıkta kalan yönleri ve özellikleri üzerinde çalışmalar yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta araştırılan ve araştıran arasındaki özne, nesne hiyerarşisini kırabilmektir. Bu yüzden çalışmalarda yukarıdan bakış yerine insan merkezli aşağıdan bakış yaklaşımı getirilmelidir. Mies sistematik bir aşağıdan bakış yaklaşımının hem bilimsel ve hem de etik ve politik boyutları olduğunu söylemektedir. Ona göre niceliksel araştırma araçlarının bütün gelişkinliğine rağmen bu metotlarla toplanan birçok veri ilgisiz hatta geçersiz sonuçlar verir; çünkü araştırma sürecinin hiyerarşik niteliği, araştırmanın temel hedeflerine aykırıdır ve sorguya çekildiklerini düşünen araştırma nesnelerinde derin bir güvensizlik yaratır. Bu güvensizlik kadınlar ve başka ayrıcalıksız gruplarla, onlara göre sosyal statüsü daha yüksek tabakadan mülakatçılar mülakat yaptığında ortaya çıkar. (Mies, 1995: 52). Yukarıda bahsedilen kaygıların da ışığında yola çıkılan bu çalışmada seçilen yöntem, bu yaklaşımlara uygun olarak niteliksel yöntem olmuştur. Bilindiği gibi niteliksel yöntem sosyal olayların durağan ve evrensel olmayan yapısını göz ardı etmemekte ve sosyal olayları bireyden bağımsız olarak değerlendirmemektedir. Glaser ve Strauss un da belirttiğine göre; en sık kullanılan nitel araştırma yöntemlerinden gözlem ve görüşme, sosyal olguların bu göreliliğini ve hareketliliğini bir an için de olsa yakalamaya ve anlamaya yöneliktir. Bu yöntemlerin en önemli avantajları, araştırılan konuyu, ilgili bireylerin bakış açılarından görebilmeye ve bu bakış açılarını oluşturan sosyal yapıyı ve süreçleri ortaya koymaya olanak vermesidir. (1967 den aktaran Yıldırım, Şimşek, 1999: 19). Bu nedenle zorunlu göç sürecini yaşayan ve bu süreç içerisinde seslerini çok az duyduğumuz kadınlarla yapılan bu çalışmanın bulguları çalışmanın sürdürüldüğü kadınlar için ve çalışmanın yapıldığı zaman diliminde geçerli olmaktadır. Dikeçligil (2000) Sosyolojide Metodolojik Farklılaşma ve Metodlar Arası İşbirliği adlı makalesinde niteliksel araştırma yönteminin özelliklerini şöyle sıralamaktadır: Ona göre niteliksel araştırmanın amacı incelenen sosyal dünyayı derinlemesine anlamak ve /veya yorumlamaktır. Araştırmanın kapsamı bir veya

- 8 - birkaç sosyal dünya(tipik durum/lar)dan oluşmaktadır. Cevaplayıcı sayısı azken, araştırma süresi uzundur ve zamana yayılır. Veri toplama teknikleri ise katılımlı gözlem, derinlemesine mülakat, odak grup görüşme, hayat hikâyesidir. Veriler ses kayıt cihazı, fotoğraf makinesi, video kamerası kullanılarak toplanır. Niteliksel araştırma sonucunda ise olgunun canlı ve çok boyutlu bir tasviri verilmiş olur. Niteliksel araştırmanın bir özelliği olarak az sayıda kadınla sürdürülen bu çalışmada kadınların dünyasına içeriden bakılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kadınların evlerinde sürdürülen görüşmeler sırasında kadınlarla uzun süre vakit geçirilmiş, onların gündelik yaşamları gözlenmeye çalışılmış ve görüşmeler soru cevap şeklinde olmaktan çok bir sohbet havasında gerçekleştirilmiştir. Yapılan görüşmelerin yanı sıra daha sonraki tarihlerde de kadınlar ve aileleri ziyaret edilmiş, karşılıklı olarak birçok paylaşımda bulunulmuştur. Görüşmeler sırasında ses kayıt cihazı kullanılmış, daha sonraki tarihlerde gidildiğinde fotoğraflar da çekilmiştir. Ancak kadınlar yaşadıklarının etkisiyle duydukları güvensizlik nedeniyle kendi fotoğraflarının sadece hatıra olarak kalmasını, çalışmada kullanılmamasını istemişlerdir. Bu nedenle çalışmaya kadınların yaşadıkları mahallelerinin, evlerinin ve çocuklarının fotoğrafları dâhil edilebilmiştir. Görüşmeler sırasında kadınlarla ortak bir dili paylaşmıyor olmamız nedeniyle tercüman kullanılmıştır. Ancak bu durum çalışmanın tamamen sözel bildirime dayanır olması nedeniyle çoğu zaman görüşmelerin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini engellemiştir. Kadınlarla yapılan görüşmeler sırasında öncelikli olarak aramızdaki dil farkı seçilen yöntem ne olursa olsun ciddi bir engel oluşturmaktadır. Kadınlar yaşadıkları olaylar sonucunda kendilerinde gelişen toplumsal bilinç nedeniyle dillerini korumayı önemsemektedirler. Konuşmaları sırasında Türkçe bilmemekten bir sıkıntı duymadıklarını ifade etmişler, hatta bir tanesi kendi dillerinin Türkçe den daha güzel olduğunu ifade etmiştir. Adeta Türkçe öğrenmeye direnen kadınların, dille ilgili bu ön yargılı yaklaşımları, kendileriyle aynı dili konuşmayan diğerlerine karşı da zaman zaman ön yargılı yaklaşmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle kadınlar üzerinde böyle bir güvensizliğin olma ihtimali düşünülerek az da olsa Kürtçe öğrenilmiştir. Bu tavır kadınlarda belli bir sempati yaratmışsa da olması muhtemel güven sorununun

- 9 - tamamen aşılması için yeterli olmamıştır. Çünkü kadın bir akademisyen olarak benim sahip olduğum dil ile göçe maruz kalmış kadınların dili, aramızda ciddi bir iletişim kopukluğu yaratarak, benimle kadınlar arasında bir tür yabancılaşmaya neden olmuştur. Çalışmanın sürdürüldüğü kadınlarla araştırmacının kimliği arasında var olan diğer farklılıklar (sosyal, kültürel, ekonomik, vb ) dil engeli nedeniyle daha da aşılamaz hale gelmiştir. Bunun yanı sıra görüşmeler sırasında arada tercüman kullanılması zorunluluğu, kadınlarla direk iletişim kurulmasını engellemiş, görüşmelerin süreğen bir halde devam etmesi olasılığını bir hayli zayıflatmıştır. Sorulan sorular ve bu sorulara verilen cevaplar çoğu zaman anlam kayması nedeniyle tekrar edilmiş veya birçok soruya, ya cevap alınamamış ya da alınan cevaplar sorunun tam karşılığı olamamıştır. Bu nedenle çalışmanın başında hedeflenen konular hakkında yeterli bilgi alınamamış ve çalışma sonlandığında görüşmelerin birçoğunun yeterince verimli geçmediği anlaşılmıştır. Ancak şunu eklemek gerekir ki; çalışma konusunun belirlendiği andan itibaren çalışmanın sürdürüldüğü kadınlara-aramızda var olan farklılıklar nedeniyle- ulaşılmakta zorlanılacağı bilinmektedir. Farkında olunan tüm zorluk ve sıkıntılarına rağmen çalışma büyük bir kararlılıkla sürdürülmeye çalışılmış, kadınlarla bir çalışma yürütmenin ötesinde onların yaşamlarını anlamaya ve onlarla dost olmaya çabalanmıştır. Ayrıca bilimsel çalışmalarda çalışmayı yürüten ile çalışmanın yürütülmesine katkı sağlayanlar arasında olması muhtemel farklılıklar nedeniyle çalışma yapılmaması gibi birşey de söz konusu değildir. Wedel kendi çalışmasında benzer bir sıkıntıdan söz ederken bu sıkıntının nasıl aşılacağının da ip uçarlını şu şekilde tanımlamaktadır: Aramızdaki maddi, kültürel, ailevi ve siyasal farklılıkları görmezden gelmek yerine, karşılıklı olarak bu farkları anlamayı amaçladığımız ve ortak yönler keşfettiğimiz için, dostça ilişkiler kurmayı ve her iki tarafın da yeni bilinçlenme süreçleri geliştirmesini başarabildik. (2001: 54) Zorunlu göç sürecini yaşayan kadınlarla derinlemesine mülakatlarla oluşturulan bu çalışmada çalışma konusunun politik bir tarafının da olması kadınların zaman zaman güven sorunu yaşamasına neden olmuştur. Konuşmalarını çoğu zaman

- 10 - yarıda kesen kadınlar bazı konular hakkında detaylı bilgiler vermekten de kaçınmışlardır. Bunun yanı sıra kadınların konuşmalarında sıklıkla derin çelişkilere düştükleri de gözlenmiştir. Bunun nedeninin belleğin yeniden inşasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Görüşme yapılan kadınların anlattıklarının bir kısmının güncel temelde yeniden bir kurgulanma sürecinden geçtiği zannedilmektedir. Bu nedenle kadınlardan alınan bilgilerin bir kısmının güvenirliği hakkında şüphe duyulmaktadır. Bunun yanı sıra bu sorunu bir parça da olsun aşabilmek için kadınların anlattıklarıyla bağlantılı bir literatür taraması yapılarak elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. Kadınlarla görüşmeler sırasında karşılaşılan sorunlardan biri de kadınların kendilerine yardım yapılacağıyla ilgili bir beklenti içerisinde olmasıdır. Bu beklenti kadınların konuşmalarını sıklıkla maddi konular üzerinden sürdürmelerine neden olmuş, bu da görüşmelerin seyrinin sürekli olarak değişerek konuşulan konudan uzaklaşılmasına neden olmuştur. Bir diğer sorun ise kadınların genel olarak konuşmaları yönlendirmeyi karşı tarafa bırakmasıdır. Kadınlar kendilerine soru sorulmadan serbest bir anlatımda bulunmak yerine kısa net sorular beklemekte bunlara da yine kısa ve net cevaplar vererek görüşmeleri tamamlamak istemektedirler. Oysa ara sıra sohbet edilen erkekler kadınların tam tersine kendilerine soru sormayı beklemeden konuşmaları sürdürmekte, hatta konuşmaların seyrini onlar belirlemektedir. Bu da kadınların ve erkeklerin içinde bulundukları aile ve sosyal çevrelerinde edindikleri alışkanlıklarla ve rollerle ilgilidir. Zorunlu göçe maruz kalmış Hakkârili kadınlarla yapılan ve derinlemesine mülakatlara dayanan bu çalışmada sonuç olarak görülmüştür ki; çalışma yapan ve çalışmaya katılan bireyler arasında var olan tüm farklılıklara rağmen eğer araştırma süreci bir paylaşma ve öğrenme süreci olarak değerlendirilirse tüm zorluklarına rağmen çalışma her iki taraf için de unutulmayacak tecrübeler sağlamaktadır. Bu tür çalışmalar farklı kesimler arasında belli bir diyalogun kurulmasının yolunu açarken, tarafların birbirilerine karşı besledikleri ön yargıların da bir parça olsa kırılmasını sağlamaktadır. Bu çalışmada da izlenen yöntem ve yaklaşımlar sayesinde yukarıda bahsedilen sonuçlara ulaşılmak için çabalanmış ve elde edilen sonuçlarla umutlanılmıştır.

- 11-2. GÖÇ 2. 1. KAVRAM OLARAK GÖÇ Toplumların ve bireylerin tarihsel süreçlerinde göç, nedenleri ve sonuçları açısından önemli bir yere sahiptir. Çünkü göç farklı insanların, farklı nedenlerle gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmek zorunda kaldığı ve farklı sonuçları olan bir süreçtir. Bunun yanı sıra tarihsel olarak göçler, genellikle kıtlık, iç savaşlar, dinsel ve diğer şiddet olayları, soy kırım ve siyasi sürgün gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmakta ve insanlık için çok acılı süreçleri içermektedir. (İçduygu, Sirkeci, 1999: 260). Bu özellikleri nedeniyle göç birçok disiplin tarafından incelenmiş ve her disiplinin bakış açısınca bir çözümlemesi yapılmıştır. Göç ün sosyal bilimciler tarafından birbirini tamamlayan birçok tanımı da mevcuttur: Altuntaş a göre göç, insanların tek başına veya tüm aile bireyleri ile birlikte bir yerden başka bir yere gitmelerini ifade eder. (www. bianet. org. 02.08.2003). İçduygu ve Ünalan a göre soyut çözümlemeye dayalı bir tanımda göç insanların belirli bir zaman boyutu içinde belirli bir yerleşim alanından başka bir yerleşim alanına geçişi olarak anlatılmaktadır. (1998: 38). Bu tanıma oldukça yakın olan ve Sevim tarafından aktarılan diğer iki tanımdan ilkine göre ise göç kişilerin hayatlarının gelecekteki kısmının tamamını veya bir parçasını geçici bir süre için bir iskân ünitesinden (şehir, köy gibi) diğerine yerleşmek kaydı ile yaptıkları coğrafi yer değiştirme olayıdır. (Akkayan, 1979: 21 den aktaran Sevim, 2000: 55). Sevim in aktardığı diğer tanıma göre ise göç; birbirinin devamı olmayan ve fiziki mesafe açısından birbirinden nispeten uzak, bir yönetim sınırından veya biçiminden, bir başka yönetim sınırına veya biçimine yerleşmek gayesiyle yapılan geçiş veya nüfus hareketidir. (Erdoğmuş, 1998: 98 den aktaran Sevim 2000: 55). Marshall a göre ise göç (az veya çok) bireylerin ya da grupların sembolik veya siyasal sınırların ötesine, yeni yerleşim alanlarına ve toplumlara doğru kalıcı hareketini içerir. (1999: 685). Bunlarla paralel bir diğer tanıma göre ise göç; şahıs, grup veya toplulukların fiili ikametgâhlarını isteyerek ya da zorla, kalıcı veya belirli bir süreyi kapsayıcı şekilde gerçekleşen fiziki mekân değişikliğidir. (Bilgili, Aydoğan, Güngör, 1996: 327). Bu tanımda göç edenlerin istekliliği ve gidilen

- 12 - yerdeki kalış süresine göre göçlerin ayrımına değinilmiştir. Bu önemli bir ayrımdır; çünkü göç süreçleri ve göçmenler bu ayrıma göre birbirinden farklılaşmaktadır. Bunların yanı sıra göç süreci, göç edenler için köklü değişikliklere neden olmaktadır. Göç eden kişilerin sosyal ve fiziki çevrelerinin değişmesi, bu yeniliklere uyum sorununu da beraberinde getirmektedir. Zamanda ve mekânda toplulaştırma, yarattığı filitrasyon tesiriyle kişileri yaşayacağı topluluğa yeniden uyuma zorlayan ya da zorlamayan yer değiştirmeleri ayrıştırma olanağı yaratmaktadır. Böylece göç, kişileri yeni bir topluluğa götüren dolayısıyla yeniden uyum sağlama sorunlarıyla karşı karşıya bırakan bir yer değiştirme olmaktadır. (Tekeli, 1998: 9 10). Bu uyum sorunu da yine birbirinden bağımsız birçok değişkene bağlı olarak farklılık arz etmektedir. Göç nedeni, göç eden kişiler, göçün türü, göçle varılan yer ve burada yaşanılanlar değiştikçe göç eden kişilerin karşılaştıkları uyum sorunları da değişmektedir. Örneğin, kırsal bir alandan kentsel bir alana göç eden kişilerin ve ailelerinin konumlarını ele alan birçok çalışma kaçınılmaz olarak göçmenlerin yeni vardıkları alanlara uyum süreçlerini, göç etmiş olanlarla yeni çevreleri arasındaki birebir bir ilişki olarak değerlendirir ve göçle ilgili uyum sorunlarını göçün nedenlerinden sonuçlarına uzanan eksenini göz ardı ederek ele alır. Bu gibi çalışmalarda göç edilen yeni ortama uyum konusu yalnızca bir sürecin son ürünü olarak görülür. Oysa ki bu uyum sorunu göç sürecinin bütünselliği ve birbirleriyle ilintili iç içe geçmiş bir çok unsurun katıldığı belirli küçük süreç ve yapıların birlikte ortaya çıkardığı bir sonuç olarak ele alındığında ayrıntılarıyla çözümlenebilir. Örneğin geçici bir çalışma dönemine dayalı olarak yinelenen mevsimlik göçler içinde kırdan kente gelen yapı işçilerinin kent yaşamına uyum süreçleri, sürekli yaşamak amacıyla köyünden ayrılıp kente ailesiyle gelen ve gecekondusunu yapan kişilerin uyum süreçlerinden çok farklıdır. Bu temelde göç sürecindeki neden, mekanizmalar, dinamikler ve sonuç zincirindeki bu kişisel bütünlük göz ardı edilmemelidir. (İçduygu, Ünalan, 1998: 40 41). Yazının başından bu yana vurgulandığı gibi göç bir süreçtir. Bu süreç zaman ve mekân, neden ve sonuç, gibi birçok boyutun içinde barındırdıkları değişkenler, bu

- 13 - değişkenlerin yapısı ve karmaşık etkileşimleri nedeniyle de karşımıza farklı farklı biçimlerde çıkmaktadır. Göç sürecinin bu hareketli yapısı göçle ilgili yapılacak her türlü çalışmanın yanı sıra, sürecin anlaşılmasını ve yorumlanmasını da zorlaştırmaktadır. 2. 1.1. GÖÇ SÜRECİ VE ANALİZİ Göçün tanımlanabilmesinin yanı sıra analizinin yapılabilmesi de oldukça zordur. Göçle ilgili bilimsel bir çözümleme yapabilmek için bir önceki bölümde de değinildiği gibi öncelikle göçü bir süreç olarak ele almak gerekmektedir. Göçe toplumsal ve tarihsel bir perspektiften bakacak olursak göç; hem bir neden hem de bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumların tarihlerinden çıkarabileceğimiz en temel sonuçlardan birisi, göçün toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin bir sonucu olarak ortaya çıktığıdır. Ancak göç aynı zamanda bu dönüşümlerin bir nedenidir de. Dolayısıyla göç bu değişimlerin sonucunda ortaya çıkarken, bu türden yeni değişimlere de neden olmaktadır. Bu bakış açısı göçün belli bir bütünlük içerisinde yorumlanmasını sağlarken, aynı zamanda tarihsel, toplumsal, siyasal ve ekonomik süreçlerin anlaşılmasında da yardımcı olacaktır. Oldukça karmaşık olan bu sürecin düzenli bir şekilde analiz edilebilmesi için süreç içindeki değişkenlerin de net bir biçimde tanımlanması gerekmektedir. Buna göre bir göç analizinde öncelikli olarak göçü bir süreç olarak ele almak gerekmektedir. Yani göçün nedenleri ve sonuçlarını belli bir bütünsellik içerisinde değerlendirmek önemlidir. Çünkü göçün nedeni bir anlamda sonucunu da belirleyen bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci olarak bu bütünselliğe tarihsel ve toplumsal bir bakış açısıyla yaklaşmak ve üçüncü olarak da, göç süreci içindeki bu farklı unsurların birbirlerine göreceli konumlarını, diğer bir söyleyişle göç eden bireylerin yola çıktıkları ve vardıkları yerlerin konumlarını bu bütünsellik ve tarihsel bakış açısı içinde değerlendirmek. Özet olarak, bilimsel bir göç çözümlemesi, göçün şu dört temel unsurunu içine alan bir düzlem üzerinde yapılmalıdır: a) göçü veren birim, b) göçü alan birim, c) göç eden birim ve d) bu üç birimi de kavrayan geniş göç birimi. (İçduygu, Ünalan, 1998: 40).

- 14 - Tüm bunların yanı sıra göç; toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal bir olgu olduğu kadar aynı zamanda bireysel bir süreçtir de. Göç edenlerin neden göç ettikleri, nereye gittikleri, gittikleri yerlerde ne kadar kalacakları, giderken hissettikleri ve geride bıraktıklarıyla, gittikleri yer ve orada yaşayacakları, bu yerlere uyum süreçleri, hem tüm toplumsal tarih için hem de o bireyler için oldukça önemlidir. Göç süreci analizinde sürecin toplumsal ve bireysel yanlarını süreç analizine dâhil etmek için bireysel çözümlemelerde de bulunmak oldukça önemlidir. İçduygu ve Ünalan ın da belirttikleri gibi bunun için de göç eden kişinin konumunun şu üç boyutla incelenmesi gerekir: a) göç eden kişinin hem geldiği yerleşimin hem de vardığı yerleşimin toplumsal ve yapısal özellikleri; b) göç eden kişinin hem geldiği yerleşimdeki hem de vardığı yerleşimdeki aile ve hane gibi yakın toplumsal çevresinin özellikleri; c) göç eden kişinin kişisel özellikleri, algılamaları, yorumları ve etkinlikleri. (1998: 42). Bu anlamda bir göç analizi göçün toplumsal bir süreç olduğunu hesaba katarken, onun bireysel bir süreç olduğunu da göz ardı etmemelidir. Bazı incelemelerde göç olgusunun kendisi üzerinde odaklanılırken, göç edenler birer aktör olarak ihmal edilmiş, bu da göç sürecinin anlaşılmasında eksiklikler yaratmıştır. İnsan merkezli bir göç analizi, perspektifimizi tamamen değiştirecek, göç olgusunu sadece soyut, kavramlara ve sayılara dayalı bir süreç olmaktan kurtaracaktır. Göç olgusunun sayıları da dikkate alan ve istatistiksel analizler yapan bir çalışmayı da gerekli kıldığını belirten Akşit, ancak olayın derinlerine inen, hangi grupların (burada, göç eden, geride kalan ve göç alan grupların hepsi anlaşılmalıdır), hangi neden ve tepkilerle göç olgusunun içinde bulunduğunu ve bu olayı hangi diğer olaylarla birlikte yaşamış veya yaşamakta olduğunu derinlemesine anlamanın yanında; bütün bunların arkasında bulunan tutum, inanç, motivasyon ve davranışları ve bunların duygusal yönü ve diğerleri ile oluşturdukları örüntü(ler) içindeki yerini ortaya koyan çalışmalara da büyük ölçüde gereksinim duyulduğunu ileri sürmektedir (1998: 68). Akşit in burada bahsettiği çalışma yöntemi insanı merkeze alan niteliksel yöntem olup, olaya içeriden bakabilmeyi gerekli kılmaktadır. Bu yöntemle yürütülen çalışmalar olaylara ve kişilere derinlemesine bakabilmeyi ve çalışmanın yapıldığı insanları anlamayı hedeflemektedir. Türkiye gibi göç

- 15 - edenlerle göç araştıranlar arasında çoğunlukla sınıfsal ve kültürel fark bulunan, dolayısıyla iletişim bozuklukları olan durumlarda, araştırma konusu olan kişilerin yaşamlarına, kurdukları dünyalarına katılma şansı tanıyan derinlemesine araştırmalar, olayları ve kişileri doğru bir şekilde anlama olanağı vermesi açısından önemli olmaktadır. (Erman, 1998: 57). Özellikle göç süreci analizlerinde oldukça eksik olan cinsiyet farklılığının giderilmesi açısından, birer aktör olarak kadınların da bu analizlere dâhil edilmesi gereklidir. Mevcut çalışmalar göç nedenleri, göç sürecine katılım, bu süreç esnasındaki yaşam deneyimleri ve göçün etkileri, göç edenlerin tutumları ve tepkileri açısından kadınlar ve erkekler arasında önemli farklılıklar olduğuna işaret ediyor (İlkkaracan, İlkaracan, 1999: 305). Oysa kadın ve erkek arasında var olan bu farklılıklar göç çalışmalarına dâhil edilmemektedir. Kadınların bu tür çalışmalar içerisinde yer alması ya aile içerisindeki konumlarına bağlı olarak şekillenmekte, ya da kadınların deneyimleri genelleştirilerek tartışılmaktadır. Oysa hem mekânsal hem de toplumsal bir değişim içeren göç sürecinde, sosyoekonomik sınıf, kültür, etnik ya da ulusal kimlik kadar cinsiyet kimliği de önemli bir yere sahiptir (İlkkaracan, İlkkaracan, 1999: 305). Bu yüzden yapılacak olan bir göç çalışmasında cinsiyet farklılığı da göz önünde bulundurulurken, kadınların süreç içerisinde varlıkları birer birey olarak algılanmalıdır. Tüm bu görüşlerin ışığında bilimsel bir göç analizi öncelikli olarak göçü bir süreç olarak ele almalıdır. Bunun yanı sıra bu sürece toplumsal, tarihsel bir perspektiften de bakabilmeli, ancak bu yapılırken de sürecin aktörü olan insanı göz ardı etmemelidir. Süreç içerisindeki değişkenler iyi tanımlanmalı ve süreç; nedenleri, sonuçlarıyla, zaman ve mekân unsurlarıyla ve bunun da ötesinde göçmen faktörüyle bir bütün olarak analiz edilmelidir. Bu analizlerde pozitivist bir yaklaşım içerisinde niceliksel yöntemlerin kullanılmasının yanı sıra, olay ve olgulara içeriden bakabilmeyi sağlayan, araştırıcı-araştırılan (özne-nesne) hiyerarşisini ortadan kaldırmayı hedefleyen niteliksel yöntemlere de yer verilmelidir. Böylesi bir yaklaşım, bir taraftan insanı bilimsel bir araştırma sürecinin içine sokarken, diğer

- 16 - taraftan toplumsal ve tarihsel süreçlerde sesini duymadığımız ve yerini bilmediğimiz kesimlerin de anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. 2. 1.2. GÖÇ TÜRLERİ Göçler belli özelliklerine göre birbirinden ayrılmaktadır. Kimi araştırmacılar göç olgusunu göçün süresine göre (Özcan, 1998), kimileri de (Gündüz, Yetim, 1996) göçün gerçekleşme biçimine göre sınıflandırmaktadır. Tanımlamaların bazılarında ise göçün yönüne göre (Akkayan, 1979) bir sınıflamaya gidilirken, diğer tanımlarda göçmenin göç istekliliğine göre (Erder, 1997) bir sınıflama yapılmaktadır. Özcan İçgöçün Tanımı ve Verileri İle İlgili Bazı Sorunlar başlıklı yazısında göçleri göç etme süresine göre birbirinden ayırırken, göçmen olmayanları da göç sınıflaması içine dâhil etmiştir. Özcan a göre göçler 4 ana başlıkta toplanmaktadır. Bu tanıma göre göçler; 1. Geçici Göçler Mevsimlik Günlük ve kısa dönem 2. Transferler Tayin ve görev nedeni ile göç edenler 3. Uzun dönem göçleri İş/çalışma nedeni ile göç edenler (Bunlar kendi içlerinde ilk defa göç edenler, birden fazla göç edenler ve dönenler diye ayrılmaktadır.) İskân ve çeşitli nedenlerle göç ettirilenler 4. Göçmen olmayanlar Hiçbir zaman göç etmeyenler Potansiyel göçmenler olarak birbirinden ayrılmaktadır (1998: 83). Gündüz ve Yetim ise göçleri kontrollü, zorunlu, ilkel, serbest ve zorlama olmak üzere, beş kategoriye ayırmaktadırlar. Burada zorlama ile zorunlu göç arasında bir ayrım yapan Gündüz ve Yetim, bu ikisinin arasındaki farkı da şu şekilde açıklamaktadırlar: Zorunlu göç, insanların içinde yaşadıkları koşullar gereği bir

- 17 - bölgeden ötekine göç etmeleridir. Zorlama göç ise insanların kendi istekleri dışında baskı ile bir yerden ötekine göç ettirilmeleridir. (1996: 110). Göçün yönüne göre yapılan sınıflamalara göre ise göçler içgöç ve dışgöç olarak ikiye ayrılmaktadır. İçgöçler, bir ülkenin milli sınırları içinde, dışgöçler de ülkelerin milli sınırlarını aşarak (her iki yönde de olabilir, milli sınırların içinden dışarıya veya milli sınırların dışından içine doğru) yapılan nüfus hareketleridir (Akkayan, 1979: 22/23 den aktaran Sevim, 2000: 58). Akkayan ın yanı sıra göç yönlerine göre bir sınıflamaya giden Tezcan ise göç yönü köy ya da kırsal olan göç tiplerini birbirinden ayırmaktadır. Tezcan köye ya da kırsal alana doğru yapılan göçleri 2 grupta ele almaktadır. Ona göre bu tip göçler; 1. Geçici göçler a) Yaylaya göç b) Bağ evlerine göç c) Denize gidiş d) Yazlığa gidiş e) Tatil köyleri 2. Kırsal alanlardan sürekli göçler a) Kentin büyümesi b) Kentin dışına yerleşme c) Emeklilik, yaşlılık d) Büyük kentlerdeki geçim zorluğu e) Kent dışına iş yerlerinin kurulması gibi nedenlerle köye ya da kırsal yerlere doğru gerçekleştirilen göç hareketleridir.(tezcan, 1995:136 dan aktaran, Sevim, 2000: 59) Diğer pek çok göç sınıflaması ise özellikle göç edenlerin istekliliği üzerinde durmaktadır. Buna göre göç zorunlu ve gönüllü göç olarak ikiye ayrılmaktadır. Erder e göre gönüllü göç her ne kadar göç eden bireyin göç ettiği yerdeki değişiklikten kaynaklansa da, göç kararındaki gönüllülük, göç eden bireylerin hem göç ettiği yeni çevreyle, hem de eski çevresiyle ilişki biçimlerini önemli ölçüde etkilemektedir. Erder gönüllü göçün bir türü olarak gördüğü zincirleme göçü ise;

- 18 - göç eden grupların, hem yeni hem de eski çevreleriyle ilişkilerinin devam etmesini sağlayan, bizim, hem yurtdışına verdiğimiz göçte hem de içgöç hareketlerimizde, yaygın olarak gözlemlediğimiz göç türü olarak tanımlamaktadır. Zorunlu göç ise zincirleme göçten farklı olarak, göç edenlerin gönüllülük ilişkilerinin dışında oluşan gelişmeler sonucunda gerçekleşmektedir. Bu tür göç sürecinin, hem toplum, hem de bireyler açısından sonuçları çok farklıdır. Göç kararının gönüllü olmayışı ve kendisi dışında oluşan zorlamayla gerçekleşmiş olması, hem göçün kaynaklandığı yerle ilişkilerinin kesintiye uğramasına neden olmakta, hem de göç edilen yeni çevreyle ilişkilerinde, önemli farklılıklar doğurmaktadır. (Erder, 1997: 144 den aktaran Sevim, 2000: 53). Başka bir yazısında Erder göçleri; göç kararı ve göçün seçiciliği bakımından 3 e ayırmaktadır: Bunlardan birincisi bireysel-akılcı göç sürecidir. Bu göç sürecinde bireyler göç ve göç edecekleri yerle ilgili kararı bireysel ve akılcı olarak verirler Bu modele göre göç edenler göç edecekleri yer ve göçün sonuçları hakkında etraflı bilgi sahibidirler İkinci göç türü ise kitlesel göç tür. Bu göç türü daha çok göçün kaynağını oluşturan bölgeden hemen her toplumsal katmandan insanın göç etmesi anlamını taşımaktadır. Bazı bölgelerde çeşitli nedenlerle oluşan toplumsal, siyasal ya da ekonomik erozyon bu bölgede yaşayan tüm katmanları içeren göç sürecinin başlamasına neden olabilir. Bu göç zaman zaman zorunlu göç diye de adlandırılan ve bireyin göç kararını kendi iradesi dışındaki zorlamalar nedeniyle vermesi anlamına gelen, göç türüyle de örtüşebilmektedir... Üçüncü göç türü ise zincirleme göç sürecidir. Bu göç sürecinde ise göç edenler, göç kararını bireysel ve özerk olarak vermezler; daha çok üyesi bulundukları grubun(hane halkı, akraba grubu gibi) üyesi olarak ve onları dikkate alarak verirler. Bu göç sürecinde göç edecek bireyle, hem göç edilecek yer hakkında bilgiyi, hem de göç sürecindeki desteği kendisinden önce göç etmiş olan yakınlarında alırlar. Bu ayrımların yanı sıra Erder kitlesel ve zincirleme göç sürecini iş piyasasına eklemlenme, tabakalaşma ve devingenlik açısından bireysel-akılcı göç sürecinden farklılaştığına değinmektedir. Kitlesel ve zincirleme göç süreci, büyük ölçüde kentsel kurumların da yetersizliği nedeniyle, kentlerde, kişilerin kendilerini kökenleriyle tanımladıkları, daha çok güvene ve dayanışmaya dayalı ve farklı toplumsal

- 19 - katmanlardan kişi ve grupları kapsatıcı hemşehrilik türü yeni ilişkilerin kurulup sürmesine uygun bir ortam yaratmaktadır (Güneş-Ayata; 1990-1991 den aktaran Erder, 1995: 111). Erder gibi göç sürecini gönüllü ve zorunlu göç olarak ikiye ayıran bir diğer kişi ise Altuntaş tır. Ona göre gönüllü göçler göçe neden olan iten ve çeken faktörlerin etkisinde gerçekleşmektedir. (Keleş, 1993: 47 den aktaran Altuntaş, www. bianet. org. 02.08.2003 ). Kentin istihdam çekiciliğinin yanında, yaşanılan yerin imkânsızlıklarından kaynaklanan topraksızlık gibi nedenlere bağlı olarak yaşanılan göçte; göç eden kişilerin kendi koşulları hakkında düşünme ve karar vermeleri yani iradeleri etkin olmaktadır. Altuntaş ın da belirttiği gibi dolayısıyla göç eden açısından, bu süreç gönüllüdür ve yaşanılan süreç de gönüllü göç sürecidir. Yine göç süreciyle ilgili olarak sosyal bilimciler savaşlar, doğal afetler, gibi olağandışı koşullarda ortaya çıkan ve göç edenlerin iradelerinin işlemesine imkân bulunmayan, çeşitli kuvvetlerin etkilemesi ve zorlaması sonucu oluşan zorunlu göç sürecini tanımlarlar. Devletin çeşitli sosyal, ekonomik ve güvenlik vb. konularda aldığı kararların yerine getirilmesi aşamasında nüfusta oluşan hareketlilik zorunlu göçü ifade eder. (www. bianet. org. 02.08.2003) İlkkaracan lar göç tartışmasında cinsiyet farkını da gözeterek, kadınlara özgü göç türleri üzerinde durmakta ve kadınlara özgü iki göç türünden bahsetmektedirler. Bunlardan birincisi; ailenin iş bulmak, iş tayini vb. herhangi bir nedenle göç eden erkek üyelerini takip eden kadınların hareketini tanımlayan bağlantılı göç türüdür (İlkkaracan, İlkkaracan, 1999: 306). Bu göç türünde kadın göçle ilgili olarak karar veren bir bireyden çok aile içindeki konumuna göre (eş, anne, kız çocuk) görece söz hakkına sahip olan kimse olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlara özgü diğer bir göç türü ise evlilik göçü dür. Burada da kadının birisiyle evlenerek ya da evlenmek üzere evleneceği erkeğin bulunduğu yere hareketi söz konusudur. Bu kadınlara özgü her iki göçte de itme ve çekme faktörlerinin etkin olmadığı görülmektedir. Her iki göçte de kadınların yanında yer aldıkları ya da arkalarından gittikleri erkeklerin kararına bağlı olarak hareket ettikleri görülmektedir.

- 20-2. 2. TÜRKİYE DE GÖÇ HAREKETLERİ Üzerinde yaşadığımız topraklar, tarih boyunca meydana gelen göçler nedeniyle oldukça hareketli bir toplumsal coğrafya özelliği taşımaktadır. Bu göç hareketliliği Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından önceki dönemlere denk gelse de Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da devam ederek günümüze kadar gelmiştir. Yapılan çalışmalarda Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülen göçler, dönemlerine ve özelliklerine göre birbirlerinden ayrılmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte başlayan ulus devletin inşa süreci cumhuriyet tarihindeki ilk göç hareketinin de gerçekleşmesine neden olmuştur. İçduygu ve Sirkeci nin belirttikleri gibi sınırları yeniden tanımlanan bu yeni ülkede ilk büyük göç hareketi sınırlar dışında kalan Türk ve Müslüman kökenli topluluklarla bu yeni sınırlar içerisindeki farklı dini ve etnik kökenlere sahip insanların yer değiştirmesiyle başlamıştır (1999: 269). Bu süreç, özellikle Osmanlı İmparatorluğu nun 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra kaybettiği topraklardan ayrılmak zorunda kalan Türk, Arnavut, Çerkez, Boşnak ve benzeri toplulukların Anadolu ya sığınmasıyla başlamıştır. Bunlar arasında en önemli yeri Yunanistan (1923 33 mübadelesi) ve Bulgaristan (93 Rus Harbi sonrası, Balkan Savaşı ve Cumhuriyet dönemi) göçmenleri tutmaktadır. (İçduygu, Sirkeci, Aydıngün, 1998: 217). Bunların yanı sıra aynı oranlarda olmasa da Ermeniler ve Museviler de ülkeyi terk etmişlerdir. Bu insanlardan kalan mallara sahip çıkabilmek içinse yurt içinde batıya doğru başka bir göç hareketliliği daha yaşanmıştır (Arı, 1999: 97 98). Uzun süren bir savaştan sonra yeniden sınırları belirlenen ve yeni bir ülke olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyeti kendi nüfusunu yaratmayı hedeflemektedir. Bu hedef doğrultusunda yeni bir nüfus politikası izlenmeye başlanmış, cumhuriyet tarihi boyunca da bu politikada zaman zaman farklılıklar olmuştur. Peker, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki nüfus politikalarını Cumhuriyetin kuruluşundan 1960 lı yıllara kadar olan dönem ve 1960 lardan sonraki dönem olarak ikiye ayırarak bu politikaların göçle bağlantısını kurmaktadır. I. Dünya Savaşı sırasında birçok insanın ölmesi, yeni çizilen sınırlarla ve yeniden tanımlanan

- 21 - politikalarla birçok topululuğun sınırlar dışında kalması ya da göç etmesi ülke genelinde nüfusun azalmasına neden olmuştur. Bu nedenle hem nüfus sayısını hem de niteliğini arttırmak amacıyla doğurganlık ve ölümlülükle ilgili politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Amaç nüfusu çoğaltmak ve aynı zamanda insan ve doğa ilişkilerinde aklını egemen kılan bir kuşak yetiştirmektir. (Peker, 1999: 169). Bu amaç doğrultusunda nüfusunun sayısında artış sağlamak için kadınların doğurganlıkları teşvik edilirken, ölüm oranlarını da düşürmek için sağlık hizmetlerine öncelik tanınmıştır. Öncelikle salgın hastalıklarla mücadeleye girişilmiş, bunun yanı sıra anne ve çocuk sağlığı üzerinde önemle durulmuştur. Özellikle anneler annelik süreciyle ve çocuk bakımıyla ilgili olarak eğitilmiş, halk sağlığı konusunda sistemli bir çalışma sürdürülmüştür. Sonuç olarak sürdürülen bu yeni nüfus politikası sonucunda ülke nüfusunda ciddi bir artış söz konusu olmuştur (Peker, 1999). Nüfustaki bu artış ise, özellikle kırsal kesimde işlenebilir toprağın az olduğu ya da adaletsiz bir dağılım içerisinde olduğu köylerde nüfusun buralardan göç etmeleri sonucunu doğurmuştur. 1940 ve 1950 li yıllarla birlikte ülkede yeni bir döneme girilmiş bu da yeni bir göç hareketinin yaşanmasına neden olmuştur. 1940 lardan sonra Marshall Yardımı gibi Batı dan gelen maddi ve teknik yardımların etkisiyle hızlanan kapitalistleşme/modernleşme süreci, kırlarda toprağa dayalı işlerden kopuşu, kentlerde ise sanayi ve hizmet sektörü için ciddi bir iş gücü gereksinimini yaratmıştır. (İçduygu, Sirkeci, 1999: 269). Modern teknolojilerin köylere girmesi ve pazar için daha fazla sayıda üretim yapma zorunluluğu, fakir köylülerin topraklarını satarak maraba olmalarına ya da göç etmeleri sonucunu doğurmuştur (Akşit, 1998). Bu göç dalgasına ekonomik kökenli ihtiyacın yanı sıra sosyal kökenli değişiklikler de neden olmuştur. Karayolu ve motorlu taşıt ulaşımının artması ile birlikte köy ve kent arasında her türlü ilişki yoğunluk kazanmıştır. Haber kanallarının artması ile köylünün ve kentlinin sistemden haberdar olma ve buna göre karar almaları çabuklaşmış ve kolaylaşmıştır. (Peker, 1999: 296). Ancak Akşit e göre köyden dışarıya göçler orta gelişmişlik düzeyinde yani köye modern teknolojinin girdiği, işlenebilecek toprağın sınırlarına varıldığı ve toprağın parçalanma tehlikesinin ve kentteki ilişkiler yoluyla kentteki daha iyi iş veya hizmet

- 22 - olanaklarının algılandığı noktaya varıldığı anda gerçekleşmektedir. (Akşit, 1998: 26). Bu dönemde ortaya çıkan ve halen devam etmekte olan diğer bir göç hareketi ise köylerinde çalışamaz hale gelen köylülerin mevsimlik işçi olarak geçici bir süreliğine başka yerlere göç etmeleridir. Akşit (1998) 1950 lili yıllarda ilk olarak tarımsal bölgeler arası mevsimlik göç olarak başlayan bu göç hareketinin daha sonra köyden kente göç hareketlerine dönüştüğünü savunmaktadır. Köyden kente olan göç hareketleri genel olarak köyün iticiliği ve kentin çekiciliği olarak değerlendirilmektedir. Şöyle ki; tarım kesimindeki gerek nüfusun gerekse ulusal gelirin payının düşme nedenleri tarım politikalarının yanlışlığı, nüfus artışının hızlı olması nedeniyle köy topraklarının parçalanmışlığı, 1950 den bu yana tarımda hızlı makineleşme ve daha geniş alanların tarıma açılmalarının yanı sıra köylünün elde ettiği gelirin ve yaşam düzeyinin düşmesi köyün iticiliği olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra ulaşım olanaklarının artmasıyla bireylerin daha özgür hareket edebilmeleri, iş olanaklarının bireyi sürekli gelir elde eden ve özgürce tüketen bireylere dönüştürmesi, çalışmanın getirdiği sosyal güvence, kentin aile bireylerine eğitimden sağlığa tanıdığı olanaklar kenti çekici kılan özelliklerden bazılarıdır. (Oktik, 1996: 81). Gündüz ve Yetim e göre ise; itme faktörleri insanların içinde yaşadıkları koşulların ya katlanılamaz olarak görülmesi ya da rahatsızlık vermesidir. İtme faktörleri arasında toprağın düşük verimi, düşük ücret, sınırlı iş olanakları, eğitimsağlık vb. olanaklardan yoksunluk, kıtlık, sınırlı toplumsal devingenlik, toplumsal çatışma ve terör özellikle anılabilir. Çekme faktörü ise içinde bulunulmakla bir öncekine göre daha iyi koşullara ulaşılacağının göstergeleridir. Çekme faktörleri arasında iş olanakları, yüksek ücret, ucuz ve verimli toprak, yükselme olanakları, sağlık-eğitim vb. olanakların artması, gıda maddelerinin bol ve çeşitli olması, iyi konut olanağı, toplumsal güven ve huzur özellikle anılabilir. (1996: 110 111). Ancak Gedik e göre köyün itici faktörlerinin yanı sıra kentin çekici faktörleri de dikkate alınmalı, her iki faktör de bir arada değerlendirilmelidir. (Gedik, 1996 dan aktaran Akşit, 1998). Gedik köyün iticiliğini ve kentin çekiciliğini bir