KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ NATO VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İktisat Tarihi

KRİZ ÖNCESİNİN TEK İYİ HABERİ

GÖSTERGELER YABANCI HAREKETİ:

izlenmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kurulmuştur. IMF'ye bağlıbirimler: Guvernörler Konseyi, İcra Kurulu, Geçici Kurul, Kalkınma Kurulu

ÜLKELERİN 2015 YILI BÜYÜME ORANLARI (%)

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

YURTDIŞI MÜTEAHHİTLİK HİZMETLERİ

1930 DÜNYA BUHRANI DÂHİL, TÜRKİYE BU KADAR AĞIR KRİZ YAŞAMADI.

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

World Energy Outlook Dr. Fatih BİROL UEA Baş Ekonomisti İstanbul, 1 Aralık 2011

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

FAO SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ FİYAT VE TİCARET GÜNCELLEME: KASIM 2014

15 Ekim 2014 Genel Merkez

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

2014 YILI EKİM AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

2014 YILI EYLÜL AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

2012 SINAVLARI İÇİN GÜNCEL EKONOMİ ÇALIŞMA SORULARI. (40 Test Sorusu)

Polonya ve Çek Cumhuriyeti nde Tahıl ve Un Pazarı

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER KÜRESEL EKONOMİYİ ROTASINDAN ÇIKARABİLECEK 10 BÜYÜK TEHLİKE

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2015 LANSMANI 24 HAZİRAN 2015 İSTANBUL

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

tepav PETROL FİYATLARINDAKİ DÜŞÜŞÜN ÖTEKİ YÜZÜ Ocak2015 N DEĞERLENDİRMENOTU Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

Ocak 2015 HALI SEKTÖRÜ Ocak Aralık Dönemi İhracat Bilgi Notu. Tekstil, Deri ve Halı Şubesi İTKİB Genel Sekreterliği 01/2015 Page 1

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

AKP ye Soruyoruz CHP EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Kur artışının ekonomiye olumlu ve olumsuz etkileri var

Azerbaycan Enerji Görünümü GÖRÜNÜMÜ. Hazar Strateji Enstitüsü Enerji ve Ekonomi Araştırmaları Merkezi.

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

GÜMÜŞHANE TİCARET VE SANAYİ ODASI

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ağustos 2012, No: 38

SEKTÖREL GELİŞMELER İÇİNDEKİLER Otomotiv. Beyaz Eşya. İnşaat. Turizm. Enerji. Diğer Göstergeler. Sektörel Gelişmeler /Ağustos

NİTELİKLİ EĞİTİMİN TOPLUMUN REFAH SEVİYESİNE ETKİSİ. Prof.Dr. Muammer Kaya, ESOGÜ Rektör Adayı,

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Finansal Krizden Bu Yana Dünya Ticaretinin En Kötü Yılı : 2015

KÜRESEL TİCARETTE TÜRKİYE NİN YENİDEN KONUMLANDIRILMASI-DIŞ TİCARETTE YENİ ROTALAR

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

TÜRKİYE PLASTİK SEKTÖRÜ 2014 YILI 4 AYLIK DEĞERLENDİRMESİ ve 2014 BEKLENTİLERİ. Barbaros Demirci PLASFED - Genel Sekreter

2014 YILI AĞUSTOS AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

VİZYON BELGESİ (TASLAK) TÜRKİYE - MALEZYA STRATEJİK DİYALOG PROGRAMI Sivil Diplomasi Kapasite İnşası: Sektörel ve Finansal Derinleşme

Serbest ticaret satrancı

Ekonomi Bülteni. 17 Ağustos 2015, Sayı: 23. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2014 YILI TEMMUZ AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

2010 YILI OCAK-MART DÖNEMİ TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı. 25 Şubat 2019

Cari açıktan fazla döviz geldi, on yılda 68 milyar Merkez Bankası rezervine eklendi (Milyon $)

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 EKİM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği. Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

6. Aile İşletmeleri Kongresi 10 Nisan Mustafa MENTE Türkiye İhracatçılar Meclisi Genel Sekreter

Enerji Ülkeleri.Rusya En Zengin..! 26 Ocak 2015

Marmara Üniversitesi Finans Sektöründe Yabancı Sermaye Sempozyumu

KÜRESEL KRİZ SONRASI KÜRESEL FİNANSAL SİSTEM İÇERİSİNDE TÜRK FİNANSAL SİSTEMİ BAKİ ALKAÇAR (BDDK)

TÜRKİYE NİN DIŞ TİCARET YAPISI. Doç. Dr. İsmet GÖÇER Aydın İktisat Fakültesi Ekonometri Bölümü

Ekonomik Araştırmalar ÖDEME DAVRANIŞLARI. Mayıs Şirketlerin işletme sermayesi ihtiyaçları için iyi stok yönetimi çok önemli

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ENERJİ KAYNAKLARI ve TÜRKİYE DİYARBAKIR TİCARET VE SANAYİ ODASI

UNCTAD DÜNYA YATIRIM RAPORU 2008

TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ YETERLİ Mİ?

Yaprak Özer İndeks İçerik İletişim Danışmanlık CEO. Öncelikleriniz iletişim stratejinizi de değiştirir

Devrim Öncesinde Yemen

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2012, No: 33

KÜRESELLEŞME VE BÖLGESELLEŞME

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Ayakkabı Sektör Profili

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 MAYIS AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Şubesi

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Kasım 2013, No: 77

Cam Sektörü 2013 Yılı Değerlendirmesi

Türkiye nin esas gündemi orta gelir tuzağından çıkmak olmalıdır

SON NOKTA. Prof. Dr. Necmi GÜRSAKAL

İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ!

Yeni yıla yüzde 13 seviyesinde başlayan işsizlik. Borsa İstanbul da işlem gören 10

DÜNYA DA BU HAFTA ARALIK 2015

Brezilya Plastik Ambalaj Sanayi Araştırması

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN GELİŞMELER VE 2011 YILI EKONOMİK BEKLENTİLERİ. Dr.Süleyman Yaşar. 17 Nisan 2011

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

Dünya buğday üretimi ve başlıca üretici ülkeler

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

TOPLUMSAL RAPORLAR YATIRIM TEŞVİKLERİ VE İSTİHDAM ( ) Yatırımlar büyürken istihdam küçülüyor

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Mayıs Ayı Tekstil Gündemi

Terör Olayları ve Enerji Zinciri : İstatistiksel bir İnceleme

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Aralık 2011, No:14

Martta, ilk iki ayın toplamından daha fazla döviz geldi. (Milyon Dolar) Ocak Şubat Mart Ocak- Ocakvar.

DIŞ TİCARET AÇIĞI VE TURİZM

Reel Sektör Risk Yönetimi

Transkript:

TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ ORTADOĞU PROJESİ SÖYLEŞİLERİ KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ Dr. ERGİN YILDIZOĞLU 14 Mayıs 2005 * ** NATO VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ Yard.Doç.Dr. Özgür Müftüoğlu (Marmara Ünv.) Suat Parlar (Araştırmacı Yazar) 05 Haziran 2005 Aralık /2007 İstanbul

Yayın Adı : Ortadoğu Projesi Söyleşileri ISBN : 978-9944-89-450-0 Genel Baskı : Aralık 2007, 500 Adet Yayımlayan : TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi İletişim : TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 19 Mayıs Mh. Samanyolu Sk. No: 116/1 D:2 Onur Apt. Şişli / İstanbul Tel: 0212.232 89 89 (3 hat), Faks:0212.232 94 28 www.hkmo.org.tr; e-posta: istanbul@hkmo.org.tr Baskı : Yapım Tanıtım Basım Yayın Ltd. Şti., İstanbul Kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar dışında, yayımcının yazılı izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.

ORTADOĞU PROJESİ SÖYLEŞİLERİ 2005 İçindekiler Sayfa No Önsöz... 1 Küreselleşme Ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi... 3 Nato Ve Büyük Ortadoğu Projesi... 51

Önsöz Özü itibari ile kapitalist sistemin sürekliliğini sağlamak ve ABD nin kapitalist sistem üzerindeki egemenliğini sürdürmek amacını taşıyan Yeni Dünya Düzeni ve onun parçası olan BOP, Türkiye de mevcut iktidar başta olmak üzere devlet içindeki kimi yapılarca da desteklenmektedir. BOP un (Büyük Ortadoğu Projesi) ana çerçevesinin çizildiği NATO toplantısı 2004 yılı Haziran ayında İstanbul da Türkiye nin ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Öte yandan, Türkiye nin Başbakanı hâli hazırda BOP un eş başkanıdır ve bu durum her vesile ile kendisi ve yandaşları tarafından bir övünç kaynağı olarak dillendirilmektedir. Yeni Dünya Düzeni ve onun parçası olan BOP un dünyanın birçok coğrafyası gibi Anadolu topraklarının üzerinde de bir kardeş kavgasına dönüşeceği endişesini bu ülkenin emekçileri, sosyalistleri ve kapitalizm belasının farkına varmış namuslu insanlar yıllardır haykırmıştır. Ama bu ülkenin iktidar sahipleri, kişisel ya da siyasi çıkarları uğruna bu haykırışa kulak vermek bir yana bu haykırışı kesmek için olmadık baskı yöntemleri uygulamışlardır. Bu baskıları destekleyen ya da baskılara karşı çıkmayan yığınlar da maalesef bugün milliyetçi duygularla sokaklarda bu oyunun bir parçası haline gelmektedir. Türkiye üzerinden oynanan oyunun anlaşılabilmesi ve buna karşı konulabilmesi ancak bu oyunun ardındaki büyük planın algılanması ve sorgulanması ile mümkündür. Ortadoğu Projesi Söyleşileri kapsamında, 2005 yılının Mayıs ve Haziran aylarında gerçekleştirdiğimiz Küreselleşme ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ve NATO ve Büyük Ortadoğu Projesi konulu söyleşilerin yayın haline getirilmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Saygılarımızla, 19. Dönem Yönetim Kurulu 1

2

SÖYLEŞİ: KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ Dr. ERGİN YILDIZOĞLU 14 Mayıs 2005 HKMO İSTANBUL ŞUBE TOPLANTI SALONU 3

4

KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ - I - Dr. ERGİN YILDIZOĞLU- Davetiniz için çok teşekkür ederim, benim için bu toplantılar tartışma ortamı açısından çok verimli, faydalı oluyor. Bu toplantılar sayesinde geliştirmekte olduğum görüşlerimi sınamak şansına sahip oluyorum. Aslında ben küçük toplantıları daha çok seviyorum, çünkü daha fazla tartışma fırsatı oluyor. Umarım benim açımdan faydalı geçer, ben de buraya beni dinlemeye gelmiş insanlardan, bu gruptan nemalanmaya çalışacağım. İki bölümden oluşacak bir sunum yapmak istiyorum. İlk bölüm Küreselleşmeden Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) geçişle ilgili olacak. Yarım saatlik bir aradan sonra, ikinci bölümde Küreselleşme ve Büyük Ortadoğu Projesinin dünyanın genel durumu içerisinde ve içinde bulunduğumuz uygarlık açısından bize sunduklarını tartışmak istiyorum; böyle bir yöntem izlemeye çalışacağım. Şöyle bir noktadan başlamak istiyorum. Bir an aklımızı geriye doğru 1990 ların başına gönderelim ve Alman ların Zeitgeist dedikleri zamanın ruhunu hatırlamaya çalışalım ve içinde yaşamakta olduğumuz zamanın ruhuyla karşılaştıralım. Aralarında çok büyük farklılıklar olduğunu göreceğiz. 1990 ların başında Birinci Körfez Savaşı oldu, ama yine de küreselleşiyorduk, Yeni Dünya düzenine ve sözüm ona barışa açılan bir döneme girmiştik. Küresel entegrasyon ve demokrasi gelişecekti, tarihin sonu gelmişti, jeopolitik gündemden çıkmıştı, ideolojinin ve Rus Devletinin sonu geliyordu. Teknolojik devrim sayesinde de artık sınıfların sonu geliyordu, bu bağlamda da sosyal demokrasi içinde yavaş yavaş Üçüncü Yol diye bir şey şekilleniyordu ve bu sağ ve solun dışında ayrı sentetik, yeni bir sol, yeni işçi partisi olacaktı zaman içinde. Bu yaklaşımı önce Clinton geliştirmeye başladı, sonra İngiltere de benimsendi, Almanya da v.s hatta bizim burada bile yankısını buldu. Şimdi bir on yıl sıçrayalım ve günümüze bakalım. Terörizme karşı savaş var, jeopolitik neredeyse günlük hayatın bir parçası oldu, küreselleşme çıktı, yerine jeopolitik kavramı girdi, herkes jeopolitik analist oldu, sabahtan akşama kadar 5

bütün televizyonlar jeopolitikçilerle doldu. Geçtiğimiz dönemde bir sürü yeni ulus-devlet oluştu. Hatta bunların bir kısmı etnik temelde oluştular. Ulus-devlet kendini, sınırlarını ve ulusunu güçlendirmeye başladı. Afganistan ve Irak ın işgalini yaşadık. İklimsel kriz, küresel ısınma gibi sorunlarla beraber bir felaket beklentisi günlük konuşmamızın içine girdi. Kökten dincilik hem Müslüman, hem Hıristiyan, hem de Hindu dinlerinde çok arttı, günlük yaşamın bir parçası oldu ve şiddet olaylarına kaynaklık etmeye başladı. Dolayısıyla bence zamanın ruhu açısından 1990 ların başıyla 2000 lerin arasında ciddi farklılıklar var. Nasıl oldu ve nasıl geldik buraya? Küreselleşmeyle başladık, jeopolitik ve terörizme karşı savaşın içinde bulduk kendimizi ve nasıl oldu? İster istemez küreselleşmeden Büyük Ortadoğu ya girdiğimize göre küreselleşmeden başlamak istiyorum ve hemen bir sorunla karşılaşıyoruz. İyi de ne kastediyoruz küreselleşmeden? Bir sürü kavram var, bir sürü tarif var ortada. Ben bir tanesini alarak başlayacağım, üçüncü yolun teorisyenlerinden Anthony Giddens in tarifini seçeceğim. Galiba en basit ve indirgemeci tarif bu, o nedenle onu seçiyorum. Giddens küreselleşmeyi insan ilişkilerinde küresel çapta yoğunlaşma olarak tarif ediyor. Tabii ondan sonra bunlara toplum v.s. bazı kavramlar ekliyor, ama bu kısmı önemli ve ben konuşmama buradan başlamak istiyorum. Tabii bu benim işime de geliyor. Buradan başladığım anda, bu yeni bir şey değil ki diyorum. Nasıl yeni bir şey değil? Bu çok eski bir şey; peki ne kadar eski? Yani ilk insanlara kadar giden bir eskiliği var bu küreselleşmenin. Çünkü biliyorsunuz insan sembol kullanan bir yaratık, sosyal bir yaratık, zaten ilk anda toplumsal ilişkilerle birlikte var olan bir yaratık. Dolayısıyla ilk insan topluluklarıyla birlikte dünyada küresel çapta o zaman ne kadar sınırlıysa insan ilişkileri, ilişkiler yoğunlaşmaya, yayılmaya başlıyor. Teknolojinin yardımıyla da on binlerce yıllar boyunca insanlar kürenin etrafını, tüm dünyayı gittikçe kendi ilişkileriyle sarıyorlar; imparatorluklar kuruyorlar, devletler kuruyorlar, savaşıyorlar, kültürler birbirlerini karşılıklı olarak polenliyor, Çin den Avrupa ya, Avrupa dan Çin e kültürler birbirlerini tanıyor, böyle bir kargaşadır gidiyor. Her üretim tarzı içinde bu küreselleşme yeni biçimler alıyor ve devam ediyor. Küreselleşme dediğimizde bunu kastetmiyoruz, çünkü bu hep vardı ve bugüne kadar hiç konuşmamıştık. Üstelik bunun bir öznesi de yok. Çünkü bu insan uygarlığının bir özelliğidir, ilişki kurarak ve küreselleşerek devam etmek bağlamında. Bu olmadığına göre bizim bugün konuştuğumuz küreselleşme acaba nedir? 15. yüzyılda Amerika nın keşfiyle başlayan bir başka küreselleşme daha var. Beyaz adam Avrupa dan çıkmış ve kendi etkinliğine uygun bir şekilde dünyayı kullanımına açmaya başlamış. Zaten küreselleşme sözcüğüne baktığımızda 6

küre biçiminde örgütlemek, küreye çevirmek demek. İşte dünyayı engelsiz, sürekli bir yüzey halinde kendi kullanımı için şekillendirmeye başlamanın sömürgecilikten, soykırımdan, talana kadar bir sürü de hikayesi vardır. Dolayısıyla bu küreselleşmeyle birlikte -kapitalizmin bir parçası olan bir küreselleşme- daha ilk andan itibaren kan, revan, soykırım beraber gelmiş. Ama bunu da konuşmuyoruz, küreselleşmeyle bunu da kastetmiyoruz. Küreselleşme deyince başka bir şeyi kastediyoruz. Çünkü bu küreselleşmeyi 90 ların sonunda konuşmaya başladık. Biraz önce konuştuğum iki küreselleşme çok eski olgulardır. Asıl konumuz olan küreselleşmeyi; Malların ve sermayenin dolaşımında hızlanma, yayılma ve teknolojik gelişme, yeni bölgelerin -örneğin Doğu Avrupa nın, Çin in- sermaye dolaşımının içine çekilmesi ve tüm dünyanın sınırsız bir serbest piyasa projesi halinde örgütlenmesi olarak konuştuk. Bu tanıma dikkatle baktığımızda mali sermaye özellikle ön plana çıkıyor. Ticarette ve uluslararası yatırımlarda bir gelişme var, ama mali sermaye yani borsalar ve türevlerin dolaşımındaki hızlanma ve hacmindeki büyümeye baktığınızda bunun diğerlerini kat kat aştığını görüyoruz. Bu olgu diğerlerinden farklı olarak ilginç bir şekilde şöyle sunuldu: İlk kez oluyor tarihte, bu engellenemez bir süreçtir, buna karşı durulamaz, bu son aşamadır. Tarihin sonu söylemi ve metafizik bir boyutu da var bize sunulan bu küreselleşmenin. Peki, daha önce oldu mu bu? Tarihe baktığımızda buna benzer bir-iki tane daha küreselleşme var; olmuşlar- bitmişler. En sonuncusuna bakalım, bu da şöyle:birtakım tarihçiler ve ekonomistler var bu konuyla ilgilenen. Bir tanesini tavsiye ederim eğer okumadıysanız: Giovanni Arrighi nin Kapitalizmin Uzun Yüzyılı çalışması, diğeri de tarihçi olarak Brodel in Akdeniz Medeniyetleri adlı 4 ciltlik tarih kitabı. Her iki kitapta da önemli bir gözlem var. Kapitalist dünya ekonomisinin her genişleme döneminin arkasından bir mali genişleme, spekülatif dönem, spekülatif hızlanma yaşanmış. Kapitalizm hızla yeni alanlara dalmış, yeni teknolojik buluşlar o dönemde hızlanmışlar, ondan sonra da bu süreç kırılmıştır. Bu sürecin alt başlıkları şöyle sıralanabilir: Yeni bölgelerin dünya pazarına çekilmesi -ki 19. yüzyılın sonunda ikinci sömürgecilik dalgası olarak da söylenebilir- bugünkü teknolojik devrimi fersah fersah aşan bir teknolojik devrim. Küresel serbest piyasa projesi, proje olarak değil, zaten küresel serbest piyasaya, liberalizm hakim ve bu süreç mali krizle sonuçlanıyor. Çünkü dünya ekonomisinde büyük bir kapasite fazlası ortaya çıkıyor mali krizle birlikte, deflasyon, depresyon denilen ortam, büyük depresyon dedikleri 1929-1933 arasındaki döneme geliyoruz yani büyük güçler arasındaki rekabetin keskinleştiği ve paylaşım savaşlarının yaşandığı bir dönem. 7

Bugünkü küreselleşmenin de böyle bir süreci yaşadığını görmek mümkün. Küresel serbest piyasa projesi var, teknolojik devrim, -internet, cep telefonları, uydu televizyonları v.s.- yeni bölgelerin dünya pazarının içine çekilmesi var - Doğu Avrupa, Çin- sonra 90 lar boyunca yaşanan seri mali krizler, borsa krizleri, 90 ların sonunda ve 2000 lerin başında 1930 lara mı dönüyoruz kaygısı var. Tam 11 Eylülden az önce var olan tartışmalara baktığımızda -biraz sonra daha ayrıntılı değineceğim onlara- 1930 larda da oldu diye bir kaygı var, muazzam bir kapasite fazlası var, fiyatlar düşüyor dünyanın birçok büyük ülkesinde ve deflasyon korkusu ve aynı anda büyük güçler rekabetinde hızlanma var. Avrupa Birliği acaba bir blok mu oluyor? Avrupa arasındaki tartışma ve bir Avrupa-Atlantik çatlağından bahsediliyor ve yine savaşlardan. Biliyorsunuzdur önce Balkanlar daki savaşlarla Yugoslavya nın parçalanması ve beraberinde tüm bölgenin sömürgeleştirilmesi oldu. Ondan sonra Afganistan var, sonra da Irak. O arada biliyorsunuz Somali de de birtakım başarısız operasyonlar yapıldı. Gördüğünüz gibi büyük bir benzerlik var iki küreselleşme sürecinde ve birincisinin sonu bir felaketle sonuçlanmış, ikincisi de şu anda çok farklı bir yerde durmuyor. Burada bir noktayı daha vurgulamak istiyorum. Her iki döneme de baktığımızda şöyle ilginç bir şey görüyoruz. Her iki dönemin başında da kapitalizmin krize girdiğinden bahsediliyor ve geriye doğru analiz ettiğimizde kriz işaretleri görüyoruz. Her iki dönemin başında, yani küreselleşmenin başladığı dönemde sermayenin üretken alanlardan spekülatif alanlara doğru, borç piyasalarına, uluslararası krizlere kaçmakta olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla biraz sonra değineceğim böyle bir benzerlik de var. Şimdi bu konuyu sonra tekrar dönmek üzere bırakacağım ve Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) geçeceğim ve ikisini biraz sonra bağlamaya çalışacağım. Bildiğiniz gibi son yıllarda BOP çok konuşulan yaygın bir kavram oldu. Üzerinde sempozyumlar, konferanslar v.s. yapılıyor. Çok muazzam bir bölgeyi kapsıyor. Kuzey Afrika dan başlıyor, Ortadoğu dan geçiyor, Hazar Bölgesi ne kadar uzanıyor, bir hesaba göre Afganistan ı kapsıyor-kapsamıyor, ama büyük bir coğrafya. Rivayete göre bu bölge olduğu gibi demokratikleştirilecek ve yeniden düzenlenecek. Çünkü terörizmin kaynağı burası, çünkü Müslümanlar burada yaşıyorlar. Şimdi bu hiç ikna edici bir açıklama değil, tabii tüm bölgenin yeniden demokratikleştirilmesi gibi bir proje, terörizmin engellenmesi hiç kimse bunu yemiyor ve şöyle bir açıklama genel olarak ortaya çıkıyor: Burada muazzam enerji kaynakları var, aslında bütün bu operasyonlar o yüzden var. Bu indirgemenin haklı bir yanı var, yani gerçekten burası enerji kaynakları açısından çok önemli, ama bu çok dar bir bakış açısı. Yani sırf enerji kaynaklarından dolayı önemli bir bölge değil burası, başka açılardan da 8

çok önemli bir bölge ve az önce değindiğim küreselleşmenin en son dönemi, yani şimdiki küreselleşmenin son döneminde karşılaştığı ekonomik sorunlarla da yakında ilgili bir bölgedir. Ama buna dönmeden önce enerji boyutuna kısaca bir bakalım ve çıksın aradan. Dünya enerji kaynaklarının yaklaşık %70 i bu bölgede. Bulunması olası kaynakların %47 si bu geniş Ortadoğu da. Yani Kuzey Afrika dan başlayarak düşünüyorum. Diğer taraftan yeni büyük petrol rezervleri bulma olasılığı hemen hemen hiç yok. Son otuz yılda bir ya da iki büyük rezerv bulundu. Hep küçük rezervler çıkıyor ortaya. Dolayısıyla böyle bir dizi sorun var, yani yeni rezerv bulunmasını kimse beklemiyor. Çok büyük havzalar yaşlı ve bunların bir kısmı zirve yaptı. Tam olarak bilemiyoruz, çünkü veriler karışık, bunlar gizli veriler. Ancak yapılan hesaplar bunların zirve yaptığını göstermeye başlıyor. Mesela, Kuzey Denizi daha açık olduğu için biliyoruz, zirve yaptı, bitiyor. Ortadoğu da, Suudi Arabistan da ve Körfez bölgesinde birkaç tane büyük kuyunun zirve yapmış olma olasılığı var. Önceki sene bir tanesi çöktü. O zaman bu kanılar kanıtlandı, çünkü zirveye yaklaşmaya başlayan aşağıdaki petrolü yukarı çıkarabilmek için su basılıyor ve kritik bir durum oluşuyor bu ortamda. Bir noktadan öte su basıldığı zaman bir aşamada, beklenmedik bir noktada bütün kuyu çökebiliyor ve tabii ki oradaki kalan petrol de kurtarılamıyor. Ama bir kuyuya su basılmaya başlanılması, kuyunun optimum sürecini arkasında bıraktığı anlamına geliyor. Dolayısıyla eğer böyleyse durum -ki çok veri bunu gösteriyor- enerji arzı önümüzdeki dönemde hangi hızda olacağını bilemem, ama azalacak. Buna karşılıksa küreselleşmenin de bir etkisiyle -daha sona ikinci bölümde daha ayrıntılı döneceğim- kitlesel tüketim yollarının yaygınlaşmasıyla enerji talebinin artacağı anlaşılıyor, dolayısıyla burada makas açılacak. Durum çok daha kritik aslında. Çünkü nükleer silahlara sahip olan iki ülke Hindistan ve Çin in enerji gereksinimi çok hızlı artmaya başladı. Çin de şöyle bir manzarayla karşı karşıyayız: 2000 yılında 50 milyon ton ithal etmiş, 2004 te 120 milyon ton ithal etmiş, 2003 yılında Japonya yı geride bırakmış, ikinci büyük enerji tüketicisi olmuş Amerika dan sonra. Hindistan a bakarsak eğer, Hindistan 2000 yılında 67 milyon ton ithal ediyormuş, 2020 ye gelindiğinde ithalat gereksiniminin 250 milyon tonu geçmesi bekleniyor. Buna karşılık ABD nin durumu çok enteresan, Amerikan petrol kaynakları kendi kuyularından 1970 de günde 9,6 milyon varil üretiyormuş, 2002 de bu üretim 3,5 milyon varile gerilemiş, yani Amerikan petrollerinde olağanüstü bir gerileme söz konusu. Dolayısıyla ithalat gereksinimi artıyor ve Cheney in 9

enerji raporunda vurguladığı gibi petrol ithalatı açısından Ortadoğu ya bağımlılık da gittikçe artacak. Şu anda yüzde 30 lar civarında, ama 50 sene sonra bunun yüzde 60 a çıkması gibi bir durum var. Ne kadar doğru bilmiyorum. Bunlar olayı kızıştırmak için de verilmiş şeyler olabilir, ama belli ki artacak. Küreselleşme söylemi açısından şöyle bir problemle karşı karşıya kalıyoruz; ne diyor küreselleşme söylemi; serbest piyasa içinde mallar ekonomik ilişkiler içinde alınacak ve satılacaklar. İyi de gittikçe kıtlaşmakta olan bir malı serbest piyasa içine bıraktığınız zaman kimin parası varsa, kaynağı kim yakalıyorsa o satın alır ve kaynaklara sahip olanlar da bunun fiyatlarını istedikleri gibi artırabilirler. Şu anda Uzakdoğu da olağanüstü büyük tasarruflar birikmiş. Sadece Çin de 600 milyar dolarlık döviz rezervi var, Japonya da benzer bir döviz rezervi var. Dolayısıyla eğer dünya piyasalarında serbestçe alınıp satılacaksa petrol, Amerika yla Avrupa nın bu büyük rezervlere, yani bu döviz rezervlerine sahip olanlarla, gittikçe ihtiyacı artan ülkelerle rekabet etmesi gerekiyor. Ekonomik koşullarda da bu kimsenin işine gelmiyor. Özelikle Amerikan ekonomisi açısından çok hayati bir önemi sahip petrol. Bugün param vardı, aldım-alamadım gibi bir seçenekle karşı karşıya kalması mümkün değil. Üstelik işaretlerini görüyoruz Çin Latin Amerika da Venezüella yla anlaşma yapıyor, Amerika ya giden petrolün bir kısmını satın almaya başlıyor, Kanada yla anlaşma yapıyor, Amerika ya giden petrolün bir kısmını satın almaya başlıyor, yani Amerika ya petrol satanların petrollerini almaya başlıyor. Dolayısıyla bu koşullarda enerji tedarikinin serbest piyasa ilişkilerine bırakılmayacağını söylemek mümkün. Enerjinin durumu böylece özetlenebilir. Ortadoğu yu özgün bir coğrafya olarak tasarlamaya neden olan enerjiden öte çok daha köklü nedenler var. Şimdi onlara geçmek istiyorum. Bu nedenler dünya kapitalist ekonomisinin içinde bulunduğu krizle, bu aşırı üretim kriziyle beraber küreselleşmenin yerini giderek klasik emperyalizme ve jeopolitiğe bırakmaya başlamasıyla ilgilidir. Buna geçmeden önce bir parantez açıp çok kısa, büyük olasılıkla coğrafyacı olduğunuz için sizin bildiğiniz bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Davit Harby nin tezlerinden faydalanarak oluşturulmuş küçük bir şema aktaracağım burada size. Sermaye birikiminin gerçekleşebilmesi için belli bir sosyal, kurumsal ortam olması gerekir. Yani içinde bulunduğumuz mekanın, zamanın bu sermaye birikimi sürecine göre düzenlenmesi ve bir uyumluluk yaratılması gerekiyor. Aynı zamanda belirli sınıf ilişkilerini de gerektiriyor. Bu uyumluluk yaratılıyor ve bir müddet sonra sermaye birikimi öyle bir noktaya geliyor ki, uyumluluk yarattığı bu alanda yatırabileceğinden daha fazla üretmeye başlıyor, istihdam edeceğinden daha fazla emek gücü oluşmaya 10

başlıyor ve tüketebileceğinden daha fazla mallar üretilmeye başlanıyor, yani bildiğiniz aşırı üretim kriziyle karşı karşıya kalıyoruz. Nasıl geliyoruz bu noktaya? Bu tartışmalı bir konu, çok çeşitli teoriler var, onu boş verelim, ama hemen hemen bütün kriz teorilerinin anlaştığı bir nokta, krizin nedenini aşırı üretim olarak gösteriyor. Yani yatırılamayan sermaye, fabrikalarda fazla kapasite, satılamayan mallar, piyasa edilemeyen bir miktar likit para ve emek tarafında da işsizlik ve eksik tüketim olarak kendini gösteriyor. Bu durum analiz edildiği zaman, tarihsel olarak da baktığımızda belli çözümleri var ve bu çözümler otomatik olarak harekete geçirilmeye başlanıyor ve büyük ölçüde devletler bu işte aracı oluyorlar. Bu çözümler için Davit Hurby Special and Temporial Fix kavramını kullanıyor. Kitabı Türkçe ye Sabite olarak çevrilmiş. Aslında biraz eksik bir çeviridir. Şöyle demek istiyor Hurby: Zamana ve mekana ilişkin bir çözüm kısaca bir yere yerleşmek ve orada kalmak anlamında. İhracat olarak burada satamadığınızı başka mekanlara gönderiyorsunuz, burada üretemediğiniz kapasiteyi söküp başka yere götürüp orada çalıştırmaya çalışıyorsunuz, burada yapılamayan parayı başka bölgelere gönderiyorsunuz. Bu para kısmı özellikle hem zamana, hem mekana ilişkin bir çözüm oluyor, yani buradaki para başka bir mekana gidip orada değerleniyor, hem de zamana ilişkin çözümler üretiyorsunuz. Paranın getiri sorununu uzun vadeli verebildiğiniz ölçüde, uzun vadeye yayarak değerlendirme ve zamana katarak çözmeye çalışıyorsunuz. Mali sermaye de özgün bir sermaye, mülksüzleştirme kapasitesi olan bir sermaye, fahiş faizlerle, ucuza kapatmayla ve spekülasyonla normal ekonomik ilişkilerin dışında birikmiş servetlere de el koymak olanağına sahip, dolayısıyla mülksüzleştirerek de buraya servet transfer edebiliyorsunuz. Ama bu bazen yetmiyor, devletler araya giriyorlar, askeri operasyonlar gerçekleştiriyorlar, yani ilhak ediyorlar, işgal ediyorlar, talan etmelerine olanak veriyorlar. Netice itibariyle bazı coğrafyalar bu işlerin olabilmesi için gerek siyasi araçlarla, gerek askeri araçlarla gerekse ekonomik araçlarla kontrol altına alınıyor. Mesela IMF programları, Avrupa nın dayattığı bu Kopenhag Kriterlerine uyum süreci paketleri hep bunlara dikkatle baktığınızda, uygulandıkları bölgedeki ilişkileri değiştirmeye başlıyorlar; ekonomik, sosyal ilişkileri değiştirmeye başlıyorlar, yani yeni bir yapısal, kurumsal uyarlılık oluşturmaya çalışıyorlar ki sermaye buraya geldiğinde rahatça çalışabilsin ve değerlenebilsin. Buradan küreselleşmeye dönersem şunu söylemek istiyorum: Bize 90 ların başında küreselleşme diye tanıtılan olay, aslında 1980 lerin ortasında başlayan ve küresel düzeyde zamansal ve mekansal bir düzenleme, yani kredi yönetme 11

politikasından başka bir şey değildir. Bize sundukları mitolojik özelliklere de hiçbir şekilde sahip değil. Şimdi bunu göstermeye çalışacağım. Çok geriye gitmeyeceğim, 1968-1973 arasını hemen bir hatırlayalım. Ne var 1968-1973 arasında? Büyük sosyal hareketler var. Neredeyse 1848 devrimlerini andıran bir şekilde -o şiddette olmasa bile- Avrupa nın her tarafında aynı zamanda Türkiye ye, Latin Amerika ya da bulaşık bir toplumsal sarsıntı var. Tarihe baktığımızda her büyük krizin böyle açıldığını görüyoruz; büyük toplumsal kargaşayla başlıyor bu iş. Bunun teorik nedenleri var aslında ve krizi nasıl tetiklediğine ilişkin açıklamaları da mümkünse tartışabiliriz, ama bunu şimdilik bir tarafa bırakalım. 1970 lerin başına geldiğimizde ciddi problemlerle karşı karşıya kaldık. Petrol krizi var, çok ciddi bir resesyon söz konusu, para sistemi sarsıldı ve dolar altından koptu, demek ki 70 lerin başında garip bir dönem başladı. Nitekim Economist dergisinin 1974 te yayınladığı Kemerlerinizi Bağlayın İnişe Geçiyoruz diye çok tarihi bir makalesi vardır, bazen ben de yazılarımda çalarım o başlığı. Kısaca 50 den beri süren dönem bitti, şimdi çok kasisli bir yola girdik, bu dönem uzun bir süre devam edecek diyordu. Gerçekten de geriye dönüp baktığımızda bir yapısal krize girdiğimizi ve o zamandan beri de bunun devam etmekte olduğunu görüyoruz. Peki, 70 lerde ne oldu? Mekansal ve zamansal çözüme ilişkin benzer işler olmaya başladı. Merkez ülkelerden çevre ülkelere borç halinde büyük miktarda para transfer edilmeye başlanıldı. Çok uluslu şirketlerde çevre ülkelere doğru büyük bir hareketlenme var ve o zamanın literatürüne bakarsanız, 70 lerin sonunda, 80 lerin başındaki sanayileşme, emperyalizm gibi literatüre bakarsınız, çokuluslu şirketlerin analizleri üzerine, dünya fabrikaları, üretim platformları gibi tartışmaların egemen olduğunu görürsünüz, çünkü gerçekten ciddi bir patlama vardır ve aynı zamanda o dönemde yeni sanayileşmekte olan ülkeler yani New Industry Country kavramı girdi ve merkez ülkeler buradan gelen mallar bize ne yapacak? gibi tartışmalara başladılar. Çünkü çok uluslu şirketler gittikleri yerlerde fabrikalar kuruyorlar, üretim yapıyorlar ve oradaki sanayiyi hızlandırıyorlardı. Bu süreç döviz piyasalarında dolarla altın koptuğu için oluşmaya başladı ve 1982 de kırıldı. Yani nedir 1982 de bu süreci kıran olay? 1982 de Meksika moratoryum ilan etti, borcumu ödemiyorum dedi ve bütün dünya bir borç kriziyle karşı karşıya kaldı. Çünkü bu çevreye kaçış birden bire çevrede uyumlu bir mekanla karşı karşıya kalmadı. Gelen para buraya gömülüyor, fakat çıkamıyor bir daha buradan. 12

İşte bu borç krizi nasıl çözülecek şeklinde tartışılırken,1980 lerin ortasında bunun yolunu buldular. 1985-1986 da IMF nin görevi değiştirildi, Dünya Bankasının görevi değişti ve bunların ikisi yapısal uyum kavramını kullanmaya başladılar. Yani bu ülkeleri borç ödeyebilecek biçimde yeniden düzenleyeceklerdi. 80 nin başında enteresan bir gelişme var, Reagen Amerika da, Thatcher İngiltere de, ülke içinde yapısal uyumu değiştirmeye çalışıyorlar. Yeni liberalizm geliyor, Keynesçilik gidiyor, emek hareketine ciddi saldırı var, emeğin kazanılmış hakları gidiyor. Sendikalara saldırı var, özelleştirmeler hızlanıyor. Yani onlar merkez ülkedeki kurumsal yapıyı değiştirmeye çalışırken, IMF ve Dünya Bankası 1985-1986 dan itibaren kolları sıvayıp dünyanın geri kalanında borçlu ülkelerin yapılarını şekillendirmeye başlıyorlar. O zamanki söylem şu: Bu ekonomileri borçlarını ödeyecek hale getireceğiz, gelişmeye uyduracağız ; aradan uzun yıllar geçmesine rağmen hiçbiri borcunu ödeyecek hale gelmedi, büyük bir kısmı da battı. Sık sık battı üstelik, hatta bu 1980-1994 Meksika krizinde Meksikalı bir iktisatçı diyor ki yetti yahu, kurtarıla kurtarıla bir hal olduk. 1980 den beri tam kurtarıyorlar, 10 yıl sonra yine batıyoruz, bir kurtarıyorlar yine batıyoruz. Çünkü IMF nin görevi aslında buraları borç ödeyecek hale değil, borç verebilecek hale, borçların çevrilebileceği hale getirmekti ve aynı zamanda da buralardaki coğrafyayı sermayenin serbestçe girip çıkabileceği ve gerektiğinde istediğini satın alabileceği, istediğini üretilebileceği sürekli, kesintisiz, sınıfsız bir alana dönüştürmekti, yani küreselleşme denilen olayı gerçekleştirmekti. Bu böyle süregeldi, 90 larda bu hızlandı. Yükselen piyasalar kavramını hatırlayın. Washington Konsensi ya da Washington mutabakatı, yani IMF kavramı politikaları yaygınlaştı, 90 ların sonuna doğru MAI, yani Çok Taraflı Yatırım Anlaşması Dünya Ticaret Örgütüne doğru bu süreç gittikçe değişti, hatta Çok Taraflı Yatırım Anlaşması adeta tüm bu dünyanın anayasası olacaktı, olmadı. Ama 70 lerin başında başlayan yapısal krize, 80 lerde başlayan ve 1990 larda hızlanan yapısal uyum süreci eklendi. Ama 1990 larda başka bir olguyla karşılaştık, hatırlarsanız 90 larda neredeyse her yıl kriz oldu. 1992 de Sterlin krizi oldu, 1993 te bir daha oldu, 1993-1994 te Meksika krizi oldu, sonra Türkiye de bir kriz oldu, 3 sene sonra 1997 de Asya krizi oldu, 1998 de devam etti, Brezilya da kriz oldu, 1999-2000 lere geldik Arjantin de kriz oldu, ondan sonra Türkiye de bir daha kriz oldu. Sürekli krizler içinde yaşıyor dünya ekonomisi, ama burada esas 1997 krizi çok önemlidir. Çünkü 1997 deki Asya krizi tüm bu yeniden mekan düzenleme politikası olarak karşımıza gelen küreselleşmenin de enerjisinin tükendiğini ve artık görevini yerine getiremez hale geldiğini bize gösteren ilk önemli işaret oldu. Çünkü aynı anda da küreselleşmenin temel prensipleri bu krizle beraber tartışılmaya başlanıldı. 13

Bir tanesi nedir? Sermayenin serbestçe dolaşımı, hemen makaleler ortaya çıkmaya başladı. Hem de sağ taraftan çıktı, solcular zaten baştan beri bu işin sonunun felaket olacağından şikâyet ediyordu. Sermayenin serbest dolaşmasının hatalı olduğu anlatılmaya başlandı. İki sene önce Economist uyandı ve biz hiçbir zaman serbest dolaşım dememiştik ki nereden çıktı? diye bir görüş ifade etti. Sermayenin serbest dolaşması konusunda bir problem var, ama mallar serbestçe dolaşabilir diyor. Eli kulağındadır, Çin ekonomisi hızla yavaşlasın ve bir fazlalık ortaya çıksın, onu da tartışmaya başlayacağımıza hiç şüphem yok benim. Hemen 1997 e getirip şöyle devam edeyim. Asya krizi biliyorsunuz Tayland da başladı ve hızla yayıldı. Hatta o zaman bu krizin bulaşıcılığından konuşuldu. 1999-2000 de yeni ekonomi diye bir şey vardı Amerika da biliyorsunuz teknolojik devrimle birlikte ve herkes oraya doğru gidiyordu, onun hisse senetleri borsası çöktü, ondan sonra peş peşe genel olarak sanayiyi izleyen büyük borsalar çöktüler, hemen 1999-2001 arasında şirket skandalları başladı, Enron, Wordcom, gibi peş peşe gelmeye başladı ve dünya ekonomisinde âdeta böyle bir frene basma gibi, acı bir fren sesi var 2001 yılında. Neredeyse camdan çıkılacak. Ticaret hızı düştü. Büyüme hızı 7.4 den, 2.4 de düştü ki, 2.4 ülke ekonomilerinde negatif büyüme, resesyon sınırı olarak gözükürken dünya ekonomisinde 2.5 resesyon sınırı olarak kabul edilir. Dolayısıyla resesyon sınırına indi ve tartışma şuna döndü. Bir anda köpükler patladı, köpük sonrası ekonomi kavramı geldi, borsa köpükleri patladı ve ortada olağanüstü bir fazla kapasite olduğu ortaya çıktı. Mesela herkes fiber optik kablo yapıyordu, olağanüstü bir telekomünikasyon hareketliliği var 90 ların ortasında. Her tarafta internet kuruluyor hesabı. Borsalar çökünce bir baktık ki 700 milyar dolar borcun altında duruyor kablo şirketleri. Yani kendi ürettikleri kablolara dolaşmış vaziyette kalmışlar ortada. Ne yapacaklarını bilmiyorlar bu kabloları. O aralarda cep telefonları yeni olmasına rağmen birden bire çok fazlalık olduğu ortaya çıktı, mikro çipte fazlalılık olduğu ortaya çıktı. Zaten otomobil demir, çelik v.s. de fazlalık vardı. 30 lara mı dönüyoruz, resesyon mu başladı, deflasyon mu oldu denilmeye başlanıldı. Hatta Federal Reserver in bu konuda bir raporu var olabilir diye. O dönem herkes, gördüğünüz gibi dünyada bir talep yetersizliği var, merkez ülkelerden talep yetersizliğini karşılamak mümkün değil, çevre ülkelerde talebin güçlenmesi gerekiyor, dedi. IMF politikasını uyguladığınız yerde talep düşüyor, yoksullaşıyor bu insanlar, tüketim yapamaz hale geliyorlar. IMF politikaları aslında krizi derinleştiriyor. Metzel Raporu var 2000 de, Amerikan Kongresi tarafından hazırlanan, IMF yi yerden yere vuruyor ve bunu kapatmak lazım, bu bir beladır, şu andaki koşullara uygun değildir diyordu, ama kapanmadı. Ama Latin Amerika da mesela kimse IMF yi dinlemiyor, 14

bizim gibi kelepir ülkeler birkaç tane kaldı dünyada IMF yi dinleyen ve onunla beraber hareket eden. Sonra Uzakdoğu da iç pazara yönelik bir deneme başladı. Tayland da başladı ilk önce, ardından Çin ve Filipinlerde uygulanmaya başlanıldı, yani hükümetler döndüler kendi halklarının tüketim kapasitesini artırabilecek, talebini artırabilecek politikalar uygulamaya. Tarıma dayalı sanayileri güçlendirmeye başladılar, ev sektörünü güçlendirmeye başladılar ve nihayet bu manzarayı tamamlamak için 1999 Seattle ı hatırlamak lazım. Küreselleşmeye karşı muhalefet ortaya çıktı, Dünya Ticaret Örgütünün gelişmesi tıkandı ve iki sene boyunca sürekli bu muhalefet büyüdü. Dolayısıyla bir mekan düzenleme operasyonu olarak küreselleşmenin fazla kapasitenin yeniden ortaya çıkmasıyla, aşırı üretim krizinin yeniden su yüzüne çıkmasıyla beraber artık miladını doldurduğu söylenebilir. Burada şöyle bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz ve buradan Ortadoğu ya tekrar dönebiliriz. Esas sorun aslında fazla kapasite sorunu, yani aşırı üretilmiş sabite haline dönüşmüş sermaye. Tarihte böyle durumlar olduğunda büyük savaşlar olmuş. Örneğin 1929 daki büyük kriz fazla kapasite sorunudur. Avrupa nın dümdüz edilmesiyle çözülmüş ve yeniden inşası süreci başlamış. Yani ne diyorlar buna, yaratıcı yıkım süreci yaşanıyor kapitalizmde zaman zaman. Bunun yavaş yavaş ekonomik koşullarda olması mümkün, ama bazen de tarihte çok sık ve çok büyük felaketler halinde ve büyük çaplı gerçekleşiyor. Çünkü hiç kimse kendi bölgesindeki kapasitenin ortadan kaldırılmasına izin vermek istemiyor. Çünkü kendi bölgenizde kapasitenin ortadan kaldırılması demek, fabrikaların kapanması, insanların işsiz kalması demektir. Peş peşe gelen hükümetlerseniz, bunun yaratacağı sosyal sorunlarla ilgilenmek zorundasınız. İşsizlere bakmanız lazım, iflas edenlerin borçlarıyla uğraşmanız lazım ve sosyal muhalefete hesap vermeniz lazım bu rezalet neden oluyor diye açıklama yapmak durumundasınız. Bundan dolayı büyük ülkeler, başka ülkelerdeki kapasiteleri yok etmeye çalışıyorlar ki, kendilerine yeni alan açabilsinler. Örneğin bir tekstil firması Güney Afrika ülkesi Nijerya daki tekstil sektöründeki üç fabrikayı tamamen satın aldı ve sonra da kapatıp gitti. Çünkü bu fabrikalar kendisine rakip ve Afrika da kendi ürettiği malı satmak istiyor. Daha büyük çapta gelişleri de oluyor, mesela ellerindeki parayla yeni yatırım yapmak yerine gelip sizin fabrikanızı satın alıyorlar, aldıkları bu fabrikayı ya kapatıp arazisini de kesip biçip satıyorlar ya da sizi kendi üretim kapasitesine katıyorlar. Böylece kapasiteyi yeniden düzenlemeye başlıyor ve dağıtıyorlar. Sürekli olarak yeni bir alan bulunacak ve sermaye o alana doğru gidecek ve o alan yeniden düzenlenecek. Yıkım olasılığı büyük devletler arasındaki rekabeti hızlandırıyor, herkes birbirinin pazarına dalmak istiyor, mekana ve zamana 15

kaçışta aynı coğrafyalara göz dikiliyor. Yeniden paylaşım, sömürgeleştirme dinamiği burada söz konusu olmaya başlıyor. Yeni bir mekansal ve zamansal çözüm var, peki bakalım nerede bulunabilir bu? Avrupa böyle bir alan değil, ağzına kadar fazla kapasiteyle dolu, krizin merkezlerinden biri. Amerika mümkün değil, fazla kapasitenin yoğun olduğu bir yer zaten, kendi kapasitesini dışarıdan aldığı parayla sürdürmeye çalışıyor. Japonya 90 lardan beri deflasyon ortamında, sırtında büyük bir fazla kapasite var, bu fazla kapasiteyi dışarıya kendi bölgesine göndermeye çalışıyor. Çin de gerçekten bir zamansal ve mekânsal düzenleme için büyük bir alan var, ama Çin in bunu kimseye kullandırmaya niyeti yok. Kendi pazarını planlı bir şekilde yavaş yavaş açıyor ve kendi kapitalizmini güçlendirmek için kullanıyor. Çünkü ileriye dönük hegemonya gibi bir güç olmak projesiyle kendini düzenliyor. Öyle girip kolay kolay kullanılabilecek bir alan değil. Putin den önce Rusya olabilirdi, ama petrol fiyatlarının da yardımıyla Rusya da restorasyon yaşanıyor, devlet güçlendiriliyor, özel enerji kaynaklarına el konulmaya başlandı, kendi yönetimi altında toplamaya başlıyor, merkezileşiyor. Dolayısıyla buraya da girip de kimse babasının çiftliği gibi kullanmak şansına sahip değil. Afrika korunaklı bir bölge. Ama Kuzey Afrika nın altına böyle baktığınızda yangın yeri gibidir, orada bir şey yapmak mümkün değil. Zaten derinliği yok ekonomisinin, emebileceği sermaye çok sınırlı, altyapı çok zayıf, tasfiye edecek kapasite de yok orada. Latin Amerika uygun bir bölge, ama anti IMF, anti Amerikan bir dalga var, hemen hemen son 5 yılda bütün hükümetler sol eğilimli hale geldi ve IMF politikalarını dikkate almıyorlar. Serbest piyasa politikasını kendilerine göre kesip biçip düzenlemeye çalışıyorlar. Yani nereye doğru gittiğini fark ettiniz siz de, geriye sadece Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Kafkaslar kalıyor. Tam bu sırada bu teorik konuyu konuşurken, yani bu teorik konu gündeme geldiğinde birtakım fiili değişiklikler ortaya çıktı. Bir 11 Eylül oldu ve hemen arkasından yeni savunma stratejisi devreye girdi ve bu savunma stratejisinin genel özellikleri şöyle: Yeni bir gücün Amerika ya karşı yükselmesini kesin bir şekilde engellemek, tamamen mutlak olarak rakipsiz ve askeri teknolojik üstünlük oluşturmak, enerji güvenliği dolayısıyla hareketini denetim altına almak, yeni bir güvenlik paradigması oluşturmak, Avrupa yla Amerika yı birbirine kilitlemek ve bu beşincisi benim en çok sevdiğim, tüm coğrafyaları değişik zamanda ve derinlikte Amerika nın girmesine açık tutmak. Yani ordumuz, Başkanımızın emri üzerine istediği coğrafyaya istediği zamanda kalmak ve istediği derinlikte girebilecek koşulda olmalıdır diye tam da zamana ve mekansal sabiteye uygun bir madde koymuşlar. 16

Peki, o zaman ne oluyor diye düşündüğümüzde hemen gayet açıklıkla söyleyeyim: Daha önce de hegemonyacı konumda olan Amerika, yani hem ekonomik kültürel liderliğiyle kapitalist dünyayı peşinden sürükleyen ve bunu da askeri kapasitesiyle koruyan Amerika, askeriyle ekonomik ve kültürel sürükleme özelliğini ve liderliğini kabul ettirme gücünü yavaş yavaş kaybetmeye başlayınca ayakta kalabilmek için askeri gücüne dayanmaya başlamaya karar vermiş, şuan da iktidarda olan muhafazakar ekip 1990 ın başından beri bunu savunuyor. Bu ekip iktidara geldi ve bu politika hayata sürüldü. Bu hegemonyacılıktan farklı olarak kabul ettirmeye değil, dayatmaya ve ilhak etmeye, katmaya yönelik bir politika veyahut da buna bir imparatorluk refleksi demek mümkün. Zaten kendileri American Imperail kavramını 90 ın ikinci yarısında kullanmaya başlamışlardır. Büyük Ortadoğu Projesine Orta Asya yı da eklediğiniz zaman şöyle özellikleri var buranın: Burası jeopolitik olarak özel bir yerde duruyor. Yani dünyanın en büyük kara kütlesi denilen Avrasya nın tam altında duruyor. Haritanız olsaydı belki daha kolay gösterebilirdik. Bu kara kütlesine şöyle baktığımızda burada Avrupa var, burada Rusya var, Çin var ve bunun arkasında da enerji kaynakları bu bölge üzerinde, ama sadece enerji kaynakları değil, enerji yolları da hem Batı Asya üzerinden, hem de Doğu Akdeniz üzerinden bu bölgeye ait. Ama ilginç bir şekilde Amerika nın hinterlandı değil burası. Amerika nın hinterlandı Atlas Okyanusu nun öbür tarafında yer alıyor.oradan imparatorluk kurmak ve bunu kontrol etmek çok zor. Yani deniz kuvvetlerinde buna ilişkin yüzer platform projeleri falan var, ama bunlar ileriye dönük kurgubilim gibi şeylerden öteye gitmiyor. Dolayısıyla bu bölgede üsler sahibi olmak gerekiyor; yani Amerika nın kendi emperyal politikasını sürdürebilmesi için ayak izi olması gerekiyor bu bölgede. Bölgenin ekonomik olarak da şöyle özellikleri var: Çok genç bir nüfusu var. Nüfusun %45 i 15 yaşın altında. Yoksul bir bölge, üstelik de 80 lerden bu yana özellikle Arap bölgelerinde, Körfez bölgelerinde ciddi gelir kayıpları söz konusu oldu. Burada gecikmiş ve tatmin edilmeyi bekleyen bir tüketim var ve bu tüketim ikinci yarıda bahsedeceğim gibi bir kültürel bombardıman altında televizyonla, basınla, yayınla sürekli canlı tutuluyor. Yani malları görüyorlar, ama alacak imkanları yok. Ama dünyada malların olduğunu biliyorlar. Burada bir gecikmiş tüketim kapasitesi var. Demek ki buraya bir kredi mekanizmasıyla parayı sokarsak eğer, hem para burada değerlenir, kredi olarak zamana yaymaya başlarız, hem de bu gelen para burada tüketim kapasitesi yaratır ve bu tüketim kapasitesi hem Amerika, hem Avrupa ve dünyanın geri kalanı için bir talep yaratır ve mal çekmeye başlar. Dolayısıyla fazla kapasiteye bir çare olabilir. 17

Özelleştirilecek çok işletme ve kaynak var burada; başta petrol olmak üzere ve çoğu bunların devlet işletmesi durumunda. Dolayısıyla buraları özelleştirilerek, çok ucuza kapatılarak, el değiştirilerek imha edilip yerine büyük şirketlerin mekanizmaları kurulabilir; çünkü üretken sermayenin değerlendirebileceği bir alan burası. Aynı zamanda yeni bir alan olduğu için altyapı yatırımları çok zayıf dedim, dolayısıyla devletlerin serbest piyasaya uyum sağlaması için bir sürü altyapı yapması gerekecek, yollar, telekomünikasyon, internet, su, kanalizasyon gibi bunlar için çok ciddi yatırım alanı bu ve dünyada en büyük fazla kapasite şu anda gayrimenkul piyasalarında var. İşte Burton gibi bir büyük şirket bu bölgeye girerse, liman yapacak, yol yapacak, havaalanı yapacak, belediye işlerini üstlenecek. Muazzam bir iş kapasitesi var. Irak ın yeniden inşası gerçekleşebilir ve tatbik edilebilirse sermayenin götürülebileceği ve değerlendirilebileceği alanlar açısından, müthiş bir merkez olma özelliği var. Dünyanın enerji kaynaklarının burada oturduğunu biliyoruz. Hem enerji kaynaklarının üzerine oturuyor burası hem de demografik anlamda saatli bomba gibi. Şunu kastediyorum, nüfusu büyük bir hızla artıyor buranın ve bu nüfusu doyuracak petrolden başka kaynağı yok buranın. Dolayısıyla bu nüfus, üstelik de rejimler demokratik özellikleri olmayan rejimler, yani nüfusu uyutma şansına pek sahip değiller. Nüfusun enerjisini demokratik kanallarla çekecek durumda değiller. Dolayısıyla bir noktada bu yükselen genç nüfusla bu rejimlerin kafa kafaya gelmesi kaçınılmazdır. Zaten Usame bin Ladin in de uzun vadeli stratejisi burayı bu şekilde dinamitlemek ve ele geçirmek şeklinde ki bunun da herkes farkında. Dolayısıyla hegemonyacı, imparatorlukçu bir harekete başladığınız zaman, müdahale edeceğiniz hiçbir neden olmasa bile sırf bu demografik saatli bombanın enerji kaynaklarının üzerinde oturuyor olmasından dolayı buraya bir şey yapmak gerektiğini düşünürsünüz. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu Projesi tüm bu nedenlerden dolayı çok uygun bir projedir. Hem zamana ve mekana kaçışa ilişkin, hem imparatorluk projesinin dünyayı kontrol etmesine ilişkin bir proje ve küreselleşmenin iflas etmeye başlamasıyla ya da yetersiz kalmaya başlamasıyla beraber gündeme gelmiş bir projedir. Dolayısıyla küreselleşmeden Büyük Ortadoğu Projesine böyle geçmek mümkündür. Burada bitirirken şöyle bir şey söylemek istiyorum: Çok ironik bir durum var ortada. İkinci bölümde de değineceğim gibi küreselleşme tüketimi çok hızlandırdı ve çevresel sorunlara neden oluyor. Tüm bu bölgeyi serbest piyasaya açarak tüketiminin arttırılmasına hazırlanılıyor, ama daha ironik olanı şu: Küresel ısınma açısından petrol tüketimi, yani hidrokarbon tüketimi önemli 18

bir bela, insanlar gezegenin başını belaya sokacak, yani tüketildikçe gezegeni yok etmekte olan bir malı daha kolay tüketmek için birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar. Bunu da ikinci bölümde anlatmaya çalışacağım. 19

KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ - II - Dr. ERGİN YILDIZOĞLU- İlk bölümde anlattıklarıma şöyle bir tepkide bulunmak olanaklı. Ne olacak yani işte kapitalizm de zaten sık sık krize giriyor, işte bu da krizlerinden bir tanesi. İsmet İnönü nün dediği gibi yeni bir dünya kurulur, biz de yerimizi alırız bu krizin içinden Bildiğiniz gibi kriz zaten sadece yıkıcı değil, aynı zamanda yeni olasılıkların doğmaya başladığı bir ortamdır; bu da geçer ve yeni bir döneme yeni olasılıklarla birlikte açılabiliriz. Küreselleşme gider, yerine daha istikrarlı bir dünya gelir gibi şeyler olabilir. Evet, uzun bir karışıklık dönemi olabilir önümüzde, ama sonunda buradan çıkarız. Çünkü tarihte hep böyle olmuştur. Yani uzun karışıklık dönemlerinin ardından kapitalizm kendisini yenilemiş olarak çıkmış ve yoluna devam etmiştir. 1911-1946 arasına bakarsanız iki büyük savaş, faşizm, devrimler, iç savaşlar var. Bütün bunların ardından 25-30 senelik sakin bir dönem yaşanmış, çok büyük çaplı savaşlar yok, Irak ın başında boza pişiyor, ama dünyanın geri kalanı da pek bir şey yok diye düşünülebilir. Bunun çok iyimser bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu seferki küreselleşme dalgası öyle bir yere getirip kilitledi ki bizi, zaman çok hızla geçiyor ve buradan çıkma şansımızı hızla kaybediyoruz diye düşünüyorum. Yani çok ağır bir şey bu söylediğim. 500 yıllık burjuva ya da kapitalist medeniyetin sonunun gelmiş olabileceğini düşünüyorum. Bu da sorun değil, ne olacak denilebilir. Geçmişte de feodal medeniyetler yıkıldı, yerine kapitalist medeniyet geldi. Kapitalist medeniyet de yıkılır, çöker gider yerine post kapitalist bir şey olur, belki de sosyalist, hatta komünist bile olur. Dolayısıyla yeni dünya kurulur, yerimizi alırız diye de düşünebiliriz. Fakat biraz sonra dilim döndüğü kadar anlatmaya çalışacağım öyle bir sorun var ki, buradaki özgür uygarlık sorunu genel bir uygarlık sorunuyla çakışmaya başladı. Yani dünyanın tümünün, yani insanlığın tarihsel olarak uygarlığını tehdit eden, bu türün devamını tehdit eden bir noktaya gelmeye başladı. Hani bu vahim lafını kullanıyorum, ama durum bu açıdan vahimdir. Bunu anlatmaya çalışacağım. 20

Bunun da esas faturasını bir taraftan kapitalizme çıkaracağım tabii ki, ama bir taraftan da son 25-30 yılda küresel serbest piyasa oluşturma çılgınlığıyla başlayan büyük metalaşma ve sermaye dolaşımı süreciyle ilişkilendirmeye çalışacağım. Yine belki bir iki şeyi hatırlamakta fayda var. Bunları biliyorsunuz, kapitalizmin doğası olan şeyler, bildiğimiz şeyler, ama bir altını çizelim. Kapitalizm piyasa içinde üretir, ücretli emek kullanır ve karını sürekli arttıramadığı müddetçe krize girmeye ve dağılmaya başlayan bir üretim tarzıdır. Dolayısıyla sürekli kar etmek zorunda. Kar edebilmesi için de sürekli üretmek zorunda. Üretimi devam ettirebilmek içinse ürettiği malları satması lazım. Bunun için de sürekli olarak tüketimi körüklemesi lazım. Ama insan ihtiyaçları sınırlı, dolayısıyla bu sınırlara doğru yaklaşmaya başladığında bu sefer yeni gereksinimler üretmeye başlaması lazım ve dolayısıyla hem tüketim artmalı, hem tüketim gereksinimi artmalı. Kapitalizmin böyle bir dinamiği var. Hatta Marx, Grundrisse de çok büyük bir öngörüyle bunu saptıyor, diyor ki kapitalizm önce yeni üretim noktaları kurarak genişler ve ondan sonraki aşamada yeni tüketim noktaları üretmeye başlayarak, yeni ihtiyaçlar üretmeye başlayarak genişler. Adam 150 sene sonra içine düşeceğimiz dinamiği o zaman mantıksal olarak yakalamış. Kapital de yok bu tespiti, ama kendi notları arasında var. Bir özelliği daha var kapitalizmin; yaptıklarını sık sık yıkıyor ki yeni yatırım alanları açılsın. Binalar yapılıyor, yıkılıyor, ama bir taraftan da fazla ürettiklerini de tüketmek zorunda, ya da tüketemezse bir yerlere tıkıp bekletmek zorunda. İşte biliyorsunuz, hala oluyor mu bilmiyorum, ama çocukluğumda fiyatlar düşmesin diye denize domates, patates vb. dökülürdü fazla üretildiği için. Şimdi ise daha trajik bir durum var: Afrika da millet açlıktan ölürken Avrupa Birliği nin gıda depolarında etler, sütler duruyor ve oraya kimse bunları tüketsinler diye göndermiyor. Amerika ve Avrupa da aşırı tüketimden dolayı, aşırı beslenmeden dolayı ortaya çıkan sorunları çözmek için sadece Amerika da yılda 11 milyar dolar harcanıyor. Öbür tarafta ise insanlar malum açlıktan ölüyor. Kapitalizm yani bildiğiniz çok genel bir kurum, ama bu olayın tuhaflığını göstermek açısından önemlidir. Küreselleşme döneminde ne oldu diye tekrar geri dönersek, kapitalist ilişkiler daha da yaygınlaştılar ve derinleştiler. Bu demektir ki, üretim ve tüketim süreçleri ve normları daha da yaygınlaştı ve derinleşti, dolayısıyla kapitalizmin sorunları daha da yaygınlaştı, derinleşti. Bir sonraki krizle karşı karşıya kaldığımızda da çok daha geniş çaplı kalmak durumundayız. Bu noktada kapitalizmin geldiği üretim, tüketim ve enerji gereksinimi üzerinde yaşadığımız gezegenin kaynakları üzerinde dayanılmaz bir baskı yapmaya 21

başladı. Yani madenlerin çıkarılması, enerjinin çıkarılması, kerestenin sağlanması, suyun kullanılması, gıdanın üretilmesi devam edemeyecek bir noktaya, üzerindeki nüfusu taşıyamayacak bir noktaya gelmeye başladı. Bir de buna ek olarak küresel ısınma diye bir sorunla karşı karşıya kaldık. Geçtiğimiz 50-60 yıl içinde, çevre kirlenmesi olmasa bile bu başlı başına büyük bir bela. Çünkü bunun etkisiyle su kaynakları tahıl üretimi, kimi canlıların yaşadıkları eko sistem yok oluyor. Ayrıca, küresel ısınmanın etkisiyle iklim sisteminde istikrarsızlıklar oluşmaya başlıyor. Dediğim gibi çevresel kirlenme olmasa bile, küresel ısınmadaki trend başlı başına gezegen üzerindeki tüm canlıları,belki karafatmalar filan hariç yok etmek kapasitesine sahip. Çok çarpıcı bir istatistik vermek istiyorum: Bugünkü trendler devam ederse, önümüzdeki yüzyılın sonuna kadar dünyanın ısısının 6 derece yükselmesi bekleniliyor. Ama bundan önce, yani 600 milyon yıl önce dünyanın ısısı 6 derece arttığı zaman üzerinde yaşayan türlerin yüzde 95 i yok olmuş; böyle bir fark yaratmış 6 derece. 1 veya 2 derece arttığı zaman tüm tarım sistemleri allak bullak olmaya başlıyor. Bu yılın başında artık bu konuda borazanla bağırılmaya başladı. Birleşmiş Milletler bünyesinde Hükümetler Arası İklim Değişikliği Panelinin Başkanı Dr. Rajendra K Pachauri bir oturumda şöyle diyor: Çevre kirlenmesinin neden olduğu küresel ısınma çok tehlikeli bir düzeye ulaştı, neredeyse gecikeceğiz, engelleme noktasını geçecek. Bugüne kadarki en geniş iklim araştırması Oxford Üniversitesi nde yapılmış deniliyor. Bu araştırmanın sonuçları durumun, Hükümetler arası Panelin vurgularından iki kez daha kötü olduğunu gösteriyor. Şubat ayında dünyanın önde gelen 200 iklim değişikliği uzmanı, bizim Tony Blair in çağrısıyla, -adam hiçbir işe yaramaz, ama buna yaramış besbelli ki- Excite Üniversitesinde toplandı. Bu uzmanlar bir rapor hazırladılar ve insanlık gözlerini kapatmış bir biçimde dünyanın sonuna doğru yürüyor dediler. Mart sonunda doksan beş ülkeden 1300 bilim adamının altında imzası olan bir rapor yayınlandı ve dünyanın uçurumun kenarına geldiği söylendi. Çünkü dünya için yaşamsal öneme tabi 24 ekosistemden 15 i ciddi ölçüde, belki de bir daha onarılamaz biçimde hasar gördü diyor rapor. Bunun son 50 yılda ve özellikle son 20 yılda gerçekleştiğini, ekonomik gelişmelerin etkisiyle, aşırı tüketimin ve kaynakların hesapsız kullanımının etkisiyle oluştuğunu ifade ediyor ve şöyle devam ediyor: Aşırı tüketim ve kaynakların hesapsız kullanımı insanlığı bir felaketin eşiğine getirmiştir. Washington da Worldwatch Institute var, Dünya Gözlem Enstitüsü, ilk kez 15 yıl önce ekonomik koşullarla çevre koşulları arasındaki ilişkileri araştıran bir değerlendirme yapmış ve Enstitünün o zamanki başkanı şöyle demişti: Önümüzde en fazla 40 yıl kaldı, eğer 40 yıl içinde tedbir alamazsak, geri dönülemez bir noktaya geleceğiz. Açıklamanın üzerinden 15 yıl geçti, hiçbir 22

tedbir yok ortada. Kyoto Antlaşması var, ama imzalayanlar bile uymuyorlar. İmzalamış olanların çalışmaları hedeflerin ancak %30 u ile %47 si arasında. Alman Hükümeti nin bu konuda bir araştırması oldu: Bugünkü düzeyi koruyabilmemiz için Kyoto nun hedeflerini 4 kat arttırmanız lazım diyor. Peki, bu kuramsal işler bizi nasıl etkiliyor bugün? Geleceğe ilişkin sorunlar bunlar diye düşünmek mümkün ve bugün pratikte bizi etkiliyor. Ani ve şiddetli yağışlarla, gittikçe sıklaşan sel felaketleriyle, sertleşen ve mevsim dışında oluşan fırtınalarla etkiliyor. İlk defa örneğin, bu sene güney yarım kürede kasırga oluştu. Güney yarımkürenin tarihinde mümkün değil, kasırga olmaması gerekiyor. Ani ısı değişikliklerinden dolayı insanlar, özellikle yaşlı nüfus arasında ani ölümler oluyor, çok büyük can ve mal kaybına yol açıyor. Üstelik birtakım veriler var, sigorta şirketleri bu işlerle uğraşmaya başladılar. İlginçtir sigorta şirketleri şimdi yeşilleşmeye başladılar, küresel ısınmaya karşı çare üretilmesi için çaba gösteriyorlar, çünkü çok fena halde batmaya başladılar. Bu arada tabii ki kutuplardaki buzlar eriyor. Dünyanın en büyük buzdağı çatladı ve denize düştü. Bu sene Afrika daki Klimanjaro nun karları erimiş, daha doğrusu buzullar eriyor, dolayısıyla bu sular bir yere gidiyor, denize gidiyor ve denizin seviyesi yükselmeye başladı. Çok kötümser olmayan bir hesaba göre 50 yıl sonra ortalama 5 m yükselebilir deniz suyu seviyesi. Bu demektir ki Amsterdam, Venedik yok olacak. Londra nın büyük bir kısmı yok olacak, New York un büyük bir kısmı, yani dolayısıyla çok büyük bir maddi ve yaşamsal problemle karşı karşıyayız. Bu da yetmiyor, bu sular yükseldiği zaman tatlı su kaynaklarına da karışacak, o zamanda temiz su kaynakları tuzlanacak ve kirlenecek. Tabii ki bu arada ısınmadan dolayı doğal rezervuarlar da düşmeye başlamış olacak ve okyanuslara yağan asitli sular okyanuslardaki yaşama koşullarını gittikçe bozacak, dolayısıyla bizim balık stoklarımızı etkilemeye başlayacaktır. Okyanuslardaki balıkları bir tarafa bırakalım şimdilik. Önemli, ama tatlı su seviyesinin gerilemesinin çok daha acil sonuçları var ve hemen onları görmeye başladık. Tahıl üretimini çok olumsuz etkiliyor. Mesela, tahılların büyüme mevsiminde 1 derecilik sapma yüzde 11 verim düşüklüğüne yol açıyor ki, önümüzdeki dönemde 1 derece artması çok olağan bir şey. Yani her sene bu değişiklikler olmaya başladı. Buysa gıda arzında istikrarsızlık yaratacak. Buna karşılık nüfus, yani Malthus denklemi var burada, buğday üretimi nüfusun tüketim talebini karşılayamaz bir duruma gelmeye başladı. Arz-talep arasında 8 milyon ton gibi bir fark oluşmaya başladı. Buraya önemli bir jeopolitik faktör olarak Çin giriyor. Çin kendi ihtiyacının dışında ilk defa buğday ithal etmeye başladı ve basınç yaratmaya başlıyor. Dolayısıyla yine aynı şeyi vurgulayacağım: Yani burada gıda, beslenme ve 23