AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mart 2012, No: 26

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Araştırma Notu 15/179

15 Ekim 2014 Genel Merkez

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

Cumhuriyet Halk Partisi

Muhterem Hayrettin Karaman Hocam,evvela selam eder,saygılar sunarım yılı İmam-Hatib talebeliğimden beri sizleri duyduk ve istifade ettik.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Özellikle uzman olduğumuz bir alanımız var. Umre ve hac

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

plastik sanayi Plastik Sanayicileri Derneği Barbaros aros DEMİRCİ PLASFED Genel Sekreteri

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

DTİK TÜRK GİRİŞİMCİLER KURULTAYI. Açış Konuşması. Ömer Cihad Vardan, DEİK Başkanı. 26 Mart 2016, İstanbul

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Vatan istilacılarına isyan edenlerin kırık utangaç hali, benim için, ibadetle olanların sert ve dik tavırlarından iyidir.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla EKONOMİK DURUM

Ticaret ve Devlet. 21 Kasım 2017

1- Ziraat, 100 milyon Euro kaynak sağlayacak - Dünya

Onlar konuşur, AK Parti yapar

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2018 KASIM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU ARALIK 2018 İTKİB GENEL SEKRETERLİĞİ HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON AR-GE ŞUBESİ

TÜRK PARASI KIYMETİNİ YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

GÜL-AY Basın-Meslek İlkelerine Uyar. Yazı ve ilanlar imza sahiplerine aittir. Köşe yazılarına ücret ödenmez. Makalelerinden kendileri sorumludur.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler


14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI

TÜRKİYE PLASTİK SEKTÖRÜ 2014 YILI 4 AYLIK DEĞERLENDİRMESİ ve 2014 BEKLENTİLERİ. Barbaros Demirci PLASFED - Genel Sekreter

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Batıda yayılan milliyetçilik akımı bizde olduğu gibi İslâm dünyasını da etkisi altına almıştır.

CAM SANAYİİ. Hazırlayan Birsen YILMAZ T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

2023 e Doğru Kentsel Dönüşüm, Ulusal Çevre Politikaları ve Sektörden Beklentiler. 23 Ocak 2015, İstanbul. Sayın Bakanım,

TOPRAK MAHSULLERİ OFİSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ HİZMET TAKDİR VE TEŞEKKÜR BELGESİ YÖNETMELİĞİ GİRİŞ

Destek Personeli Eğitimleri

Aylık Dış Ticaret Analizi

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

plastik sanayi PLASTİK SEKTÖR TÜRKİYE DEĞERLENDİRMESİ VE 2014 BEKLENTİLERİ 6 AYLIK Barbaros DEMİRCİ PLASFED Genel Sekreteri

T.C. SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü GENELGE NO: 2007/02....VALİLİĞİNE (Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından:

Başbakan Yıldırım, Türkiye genelinde 40 İlçeye Doğalgaz Dağıtım Töreni nde konuştu

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Devrim Öncesinde Yemen

GAMBİYA ÜLKE RAPORU. Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu Afrika Koordinatörlüğü

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

KANADA TASLAK VİZE BAŞVURU FORMU

Zeytin ve Zeytinyağı Sektörü Ulusal Kümelenme Stratejileri Literatür Araştırması Raporu

MEDYA. Uluslararası Arapça Yarışmaları BASIN RAPORU

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/

Vakıfların toplumsal yaşamımızdaki hizmetlerini şöyle sıralayabiliriz. 1. Dini hizmetler. 2. Sağlık hizmetleri. 3. Eğitim ve öğretim hizmetleri

Aylık Dış Ticaret Analizi

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

2015 OCAK DIŞ TİCARET RAPORU

Türkiye İstişare Toplantısı. Kıtalararası Lojistik Üssü Türkiye. Mersin

YILINDAKİ DEV YATIRIMLAR VE ESERLER

tellidetay.wordpress.com

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Madde 2- Türkiye'de serbest bölgelerin yer ve sınırlarını belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Şişecam, Yenişehir de dünya genelinde tek lokasyonda kurulu en büyük Cam Kompleksi nin yeni yatırımlarını açtı.

AKARYAKITTA SERBEST FİYAT UYGULAMASI

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Adnan İğnebekçili

TTYO Çıkmazına Karşı, Farklı Bir Öneri NİTELİKLİ SANAYİ BÖLGELERİ MEHMET ÖZÇELİK

Sn. M. Cüneyd DÜZYOL, Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Açılış Konuşması, 13 Mayıs 2015

MİLLİ İTTİFAK BASIN'LA BİR ARAYA GELDİ

Piyasalardaki Dalgalanma Otomotiv Sektörüne Nasıl Yansıyor?

SAMSUN BÜYÜKŞEHIR BELEDİYE BAŞKANI YUSUF ZİYA YILMAZ & SAM-DER Avusturyada yaşayan Samsunlular Derneğinin

Yine yapmak istediklerimizden birisi olan, spesifik sektörlerde, belki daha az, ama daha etkin iş adamları seyahatlerini önemsiyoruz ve buna

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Transkript:

AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ DÜNDAR TAŞER...... 2 TÖRE'DEN 4 MUKBÎL ÖZYÖRÜK Yeni Bir Keşif!...... 10 Doç. Dr. TEVFİK ERTÜZÜN Türkiye ve AET 13 İSMET HÜRMÜZLÜ'nün Açıklaması... 15 BAHATTİN KARAKOÇ Yeşil Direnç... 16 AYHAN TUĞCUGİL Emek Kapital Sömürü III. 18 YETİK OZAN Bilge Kurt... v......... 22 JEAN - FRANÇOIS REVEL Avrupa Komünizmi 24 AHMET TEVFİK OZAN Üç Şiir... 29 Samizdat Vesikaları 30 Dr. REHA OĞUZ TÜRKKAN Töre'yi Bilen, Kanunlara Saygılı 34 Dr. Ahmet Bîcan Ercılasun Uydurukça Değil mi?... 36 Dr. YALÇIN İZBUL Atatürk ve Dil 40 Dr. A. VEHBİ ECER Kadına Saygı... 45 AYŞE ÖZDEMİR Korkunun Bu Türlüsü 47 EMİNE IŞINSU Garipkafkaslı... 50 Yayınlar Arasında.' 55 Bilgi Yarışması... 59 YIL : 8 SAYI : 85 Töre, T. C. Millî Eğitim Bakanlığımca Tebliğler Dergisi'nin 8 Kasım 1976 târih ve 1906 numaralı sayısının 408. sayfasında tavsiye edilmiştir. Her türlü haberleşme adresi : PK. 211, Kızılay - ANKARA Abone şartları : Yurt içi yıllık : 120 TL. Yurt dışı yıllık : 240 TL. Yurt içi havaleler 71978 numaralı posta çekine; yurt dışı havaleler Türkiye İş Bankası, Ankara Gaziosmanpaşa Şubesi 72 numaralı hesaba yapılmalıdır. Kurucusu : HALİDE NUSRET ZORLUTUNA Sahibi ve Sorumlu Yazı işleri Müdürü : EMİNE IŞINSU ÖKSÜZ Basıldığı yer : Bilim Matbaası Ankara İlân Şartları : Tam sayfa : 5.000 TL. Yarım sayfa : 3.000 TL. 1/4 sayfa : 1.500 TL. Her hakkı mahfuzdur. TÖRE' de yayımlanan yazılar, TÖRE Dergisi'nden yazılı izin alınmadıkça hiçbir surette iktibas edilemez. HAZİRAN : 1978

DÜNDAR TAŞER 1925-1972 Bugün Rusya, 19. asırda kullandığı hristiyanlık ve Ortodoksluk sloganları yerine, «Marksizm-Leninîzm» sloganlarını kullanmakta, yurdumuz içinde de o günkü gayri müslimlerin vazifesini, solcu-komünîstler yapmaktadır. Hattâ, bir Eki kelime değişikliği ile, iddialar bile 19. asırdakinin aynıdır. «Müslümanlar hristiyanlara zulmediyor» sözü, «Gericiler ilericiler zulmediyor», ve «Hükümet hristîyanları korumuyor» sözü «Hükümet ilericileri korumuyor» tâbirleri ile ifâde edilmektedir. Hazin olan şey, o özbeöz Türk çocuklarının, bu propagandaya kapılıp, müstevlinin siyâsî emellerine âlet olmalarıdır. Aslında bu gençlerin %99'u, bir yabancı kuvvete âlet olduklarının farkında değildirler. (Mesele, s. 32.) Tanzimat'tan sonra kurulan müesseseler, Türk milletinin târihî köklerine bağlı olmadan, Batı'ya benzemek için teşkil edilmiş olduklarından, milletin menfaatlerine, îtikadlarına, inançlarına aykırı bir gelişme takip ettiler. Bu kurumların mensupları, milletin üstünde, ona hizmet için değil onu islâh için vazifeli kimseler gibi davrandılar. Böylece, sabit maaşlı, merkeze bağlı, milletten kopuk bir zümre ortaya çıktı. Bu zıtlaşma, Cumhüriyet'e kadar artarak geldi. Cumhûriyet'teıı sonra, halk-müessese zıtlığı daha bariz bir şekil aldı. Lâiklik fikrinin yanlış tefsiri, milletle maaşlılar arasındaki bağları büsbütün kopardı... C.H.P. iktidarı, müessese iktidarı şeklinde tecelli etti. (Mesele, s. 43.) Türk solcuları, temelde marksisttirler. Marks, bütün fikrini, sınıf kavgası temeline dayamış, din, milliyet, devlet gibi mefhumların, burjuvaların uydurduğu, hâkim sınıfların, sömürülerini sürdürmek için îcâd ettikleri şeyler olduğunu, îzah ve îsbat etmeğe çalışmıştır. O hâlde, bir kişinin hem marksîst, hem de milliyetçi olması, eşyanın tabiatına aykırıdır ve Türk solcularının hiç biri de, marksîst olmadığını söylememiştir. Millî Mücâdele esnasında, Türk sosyalistlerinin başı bulunan ve ölünceye kadar da başında kalan Şefik Hüsnü Değmer, Türkiye'de Millî Mücâdele'ye karşı çıkmış, bir kısım Türk toprağı itilâf devletlerinin işgalinde kalırsa, geri kalanını sosyalistleştirmenıin daha kolay olacağını hesaplamış, ve bunun tahakkuku için de İngilizler ile işbirliğine girişmiş, Kuvâyı Milliye liderlerini burjuva mümessili olarak isimlendirmiş, onları tahkir etmiş, en ağır sözlerle sıfatlandırmıştır. Türk solcularının kahramanı olan, hayranlıkta «tüm»ünün ittifak ettikleri Nâzım Hikmet, Millî Mücâdele'nin en mühim ve en sıkışık devresinde, 1921'de, Türkiye'den Rusya'ya kaçmış ve 1927'ye kadar orada kalmıştır... Nâzım Hikmet, eğer emperyalistin, kapitalistin hasmı ise, o tarihte Rusya'da değil, Anadolu'da müstevlinin karşısında olmalıydı. (Mesele, s. 59.) 2 TAŞER

Sovyet ajanları, Mao hayranları, Batı mukallidleri türemiş; profesörden talebeye, memurdan satıcıya kadar yeni bir buhrana sürüklenmiştir. Kürtçülük komünizmi, komünizm de kürtçülüğü kullanarak, Türkiye için yeni felâketler, etnik gruplar için de yeni esaretler peşinde koşmaktadırlar. Yemen'den Belgrad'a, Bağdat'tan Bükreş'e kadar hiç bir yeri mantık ve müzâkere ile terketmedik. Kurduğumuz nizamı nutuklarla bozdurmadık. Bu vatanı bir kaç nazariyecinin safsatasına, bir kaç hâinin fesadına, birkaç ahmağın gafletine kurban etmeyeceğiz. (Mesele, s. 89.) 3 Mayıs 1960'da Cemal Gürsel ısrarla izin alıp uzaklaşınca, yerine «Joker» gibi getirilmiş bir zat vardı ki, sık sık «Bende kafa yok» der dururdu. Bugünlerde o da bilimsel yazımsamalara girişmiş, deneysel sözcükler söylüyor. «Doğurgan Durgu» başlıklı yazıtmasında diyor ki: «Üçüncü dünya gitgide etkinleşirken, ikinci dünya gelgele bitkinleşiyor, birinci dünyanın her yere yetkinleşmesinin güçsellîği karşısında, dışarlık ve içerlek tekerlekler, fıraksal durgular doğuruyorlar». Sözü, «sömürüp semirenlere değil de, tahtayı kemirenlere» İmiş! Başlığın altına bunu yazmış. Dediklerini aniamasak bile, kafasal ürünü belli ki ekînlenmiş, buna sevindik... (Mesele, s. 107.) Hele hele politikacı iseniz, mutlaka solcu olmalısınız! «160 milyon dönüm araziyi 22 milyon köylüye dağıtırsak Türkiye kalkınır» diyebilirsiniz. Kimse, adam başına ne düşer demez. Zelzele bölgesine gider, yaralı, bereli acılı adamlara: «Bu işin çâresi toprak reformudur» diyebilirsiniz. Kimse, «Reforme edilen toprak sarsılmaz mı?» diye sormaz. Dört sene bakanlık yaparsınız, ayrıldıktan iki sene sonra, «İkili anlaşmalar kötüdür» diyebilirsiniz. «Niye düzeltmedin?» demezler. Atatürk'ün partisinin başına geçer oturursunuz. Kapıcının maaşını Atatürk mirasından ödsr, Atatürk'ün servetini temsilen İş Bankası'nı yönetirsiniz. Sonra da kalkar, «İnkılâplar halka ne getirdi» diye küçümsersiniz. «Şapkayı giydik de, üretim ilişkileri değişti mi?» dersiniz. Bulgaristan'da kollektivizmi översiniz. Türkiye'ye dönünce, suçu tercümana yüklersiniz. Anayasa'yı siz yapar, müesseseleri siz kurar, «düzen»! siz düzenlersiniz. Sonra kalkıp «Düzen bozuk!» diye kıyamet koparırsınız. Kimse, size mantıksız, tutarsız, hesapsız demez. Atatürkçü, devrimci, ilerici sayılırsınız. Hemen solcu olun: kârlıdır, şanlıdır, emniyetlidir... (Mesele, s. 192.) Bir reform lâzım mıdır? Bu soruya herkes, evet der; fakat bundan daha ehemmiyetli bir şey var. O da, «Ne maksatla, hangi sahada, nasıl, ne zaman?» sorularıdır. Bunun cevâbını: «Türk için, Türk'e göre, Türk tarafından» düsturunu esas alan, milliyetçi Türk ilim adamları verebilir. TÖRE'de toplanan genç ilim adamlarının hedefi de budur... (29 Mayıs 1972... Mesele, s. 423.)

1 DEN Değerli Okuyucularımız, Sizlere şükran borçluyuz. Mayıs ayında bizleri yalnız bırakmadınız. Şimdi, geçen ay başlattığımız hamleyi, daha da güçlendirerek sürdürmeliyiz. Derginiz TÖRE, 85. sayısı ile, sekizinci yayın senesine başlamış bulunuyor. Bu, bir fikir dergisi için, Türk yayıncılığında başlıbaşına bir hâdisedir. Yabancı sefaretlerden yardım aldıkları rivayet edilen yayınlar bile, bakıyorsunuz bir kaç sene, hattâ bazen bir kaç ay içerisinde, güya «işlev» lerini tamamlayıp, dükkânı kapamak mecburiyetinde kalıyorlar. Tabiî, kılık kıyafet değiştirip, temcit pilâvını piyasaya sürmeğe devam etmek ü* zere... Sizlere şükran borçluyuz; uyarılarınızla bizi devamlı kendimizi yenilemeğe teşvik ettiğiniz, desteğinizi ise esirgemediğiniz için.., Ve dergimizle haklı bir gurur duyuyoruz. Ulu Tanrı'dan TÖRE için daha uzun seneler sürecek bir yayın hayâtı ve mücâdele gücü niyaz ediyoruz. TÖRE, yazarı ile, okuyucusu ile, sizlerin eserinizdir. BAZI HATIRLATMALAR Değerli okuyucularımız, bizden postaya verildikten sonra, sizin elinize ulaşıncaya kadar (daha.doğrusu, ulaşamadığı zamanlarda) TÖRE'nin başına bilhassa «kurtarılmış böl- gelerde» garip şeyler gelebiliyor! Normal olarak, derginizin size her ayın ilk günleri, bilemediniz ilk haftası içinde ulaşması lâzım. Herhâlükârda, derginiz ayın, diyelim ki 10'una kadar, elinize varmamışsa, veya bâyînize gelmemişse, lütfen bizi derhal haberdar ediniz, ki bir yandan en sür'atli vâsıta ile dergiyi size ulaştırırken, bir yandan da gecikmenin veya «gaiplere karışmanın» sebebini tahkik edebilelim. Değerli okuyucularımız, zamanlar işte böyle kötü zamanlar... En gemi azıya almış solcu yayınlardan, en pespaye cinsinden «seks» yayınlarına kadar, türlü dergi, menşe ve müşterisi arasında serbestçe köprü kurr biliyor; amma TÖRE, okuyucularına emniyetle ulaşabilmek için, yüzünü nâmahremden saklamak zorunda... ki, ap-ak bir TÖRE, gürül-gürül bir EY TÜRK! ÜSTTE GÖK ÇÖKME- DİKÇE, ALTTA YER DELİNMEDİKÇE, SENİN İLİNİ VE TÖRENİ KİM BOZABİLİR? vardır TÖ RE'nin yüzünde... İşte, TÜRK'e ve TÜRK'ÜN TÖRE'sine bu denli âdice düşman olanlar v taa içimizde... İŞKENCELER TÖRE, bu sayısında, sözde bir polis derneğinin şemsiyesi altında toplanmış, İktidarın peşin tavsîbine hâiz oldukları intibaını veren, bir avuç TÜRK ve MİLLET düşmanının maskelerini yırtmak, kimliklerini ortaya koymak kararındaydı. Ancak, bu tarihî vazî- 4 TÖRE'DEN

feyi diğer kardeş dergilerin bu ve önümüzdeki ayki sayılarında yerine getirmeyi plânladıklarını öğrenince, Ülkücü camia yayınları arasında mümkün olduğu ölçüde tekrarlardan kaçınmak maksadıyla, ağırlığı başka konulara kaydırdık. Fakat, Yüce Allah'ın huzurunda yemin ediyoruz: işkence hâdiselerinin büyük bir kısmı yer, zaman ve failleri ile birlikte tesbit edilmiştir ve edilmeğe devam edilecektir. Türklük düşmanı, Türk Milletinin gözbebeği Ülkücü Türk Gençliğini akılları sıra yıldırmayı üstlenmiş, Türk Milletinin ve Devletinin bekasına kastettiklerini yayınları ile utanmazca ilân etmekten geri durmayan bu işkenceci sefillerden, TÖRE'miz ve KANUN'larımız çerçevesinde en ağır biçimde HESAP SORULACAK HESAP KAPANACAKTIR! Değerli okuyucular, 15 Nisan günü gözlerimiz Ankara'da işkencecileri boşuna aradı meydanlarda... Çünkü meydanlarda yalnız şerefli Türk polisleri vardı - ve söz aramızda, yürekleri gençlerle, gönülleri gençlerle idi. Biz, orada idik. İşkenceciler, şefleriyle beraber, neredeydiler? 26 Mayıs'ta Erzurum' da olacağız. Buyurun, gelebilirsiniz, Erzurum' un meydanlarına!... ÜNİVERSİTE'YE GİRİŞ Bir kaç hafta sonra, kısa adı ÜSYM olan kuruluşun tertiplediği çağdışı, taraflı ve şân beli bir imtihan neticesi, 50-60 bin genç üniversite ve yüksek okullara kaydolma «hakkını» kazanacak; yüzbinler ise bu hakka sahip olamayacak. Kimlerdir, üniversite'ye girebilenler? Kimlerdir, giremeyeceğine karar verilenler? Her konuda aslan kesilen «egaliter» çilerimiz, «halkçı» lar-ımız, bu konuda neden susmaktadırlar? Kör olan gözleri midir, yoksa vicdanları mı? Susmak mecburiyetindedirler, çünkü başka konularda yürüttükleri sömürü ve düzen edebiyatı, bu konuda zülfüyâre dokunmaktadır. Büyük şehirde oturursun; çocuğuna her türlü okuma «olanağı» sağlar, büyük bir «olasılık»la da bir kolejde okutursun. Bütün bunlar, hele bir de ÜSYM yabancı dil imtihanının getireceği puanlar eklenirse, üniversite' ye giriş için istediğin «güvence» yi sağlarsın. Üstelik, nasıl olsa Anadolu'daki Millet'in has evlâdını okulsuz, öğretmensiz, tesissiz, laboratuarsız bırakmış; lâf ebeliğine gelince bol keseden kullandığın fırsat eşitliğini habire kendi kefe'ne yontmuşsun. Bütün bunlar tutmazsa, bastırır parayı, gönderirsin çocuğu dış memleketlere, yedi sekiz sene safâsını sürer gençliğinin, çocukcağız... Sonunda cebine uyduruk bir diploma sokar, koluna feleğin çarkından geçmiş, kendi memleketinde koca bulamamış birini de takar... yurda dönüş yapar; açılsın sonra önünde ikbâl yolları!... Anadolu çocuğu, hernasılsa önüne yığılan güçlükleri aşmışsa, engelleri devirmişse, ÜSYM'nin süzgecinden sıyrılmışsa; kayıt günü kapıya BİLMEMNE-DER'in militanlarını mevzîlendirip, kaydını yaptırtmazsın; üçü-beşi bu engeli de savuşturup okula devam hakkını kazansa, BİLMEMNE-DER'in niilitanlanna kapıyı tutturup, çocukları içeri sokturtmazsın; hadi diyelim ki derslere devam etti, bu sefer BİLMEMNE-DER'li «öğretim üyeleri» MUZAFFER TÜRKEŞ 1923-1974...Ülkücü gençliğe güveniyor, onları yurdun kurtarıcıları olarak gördüğü için, ayrı ayrı seviyor, ayrı ayrı takdir ediyordu. Birinin başına birşey gelecek olsa içi parçalanır, derhal yardımına koşardı. Onları hor görenleri, suçlayanları hiç affetmezdi,...bozkurtlar'a dil uzatmağa kalkışanlara ağır, anlamlı cevaplar verir, her birini utanç ve aczden konuşamaz hâle getirirdi. Merhume Muzaffer Türkeş'in aziz ruhuna Tann'dan rahmet niyaz ederiz. Nûr içinde yatsın. TÖRE'DEN 5

vasıtasıyla ders durumunun îcâbına baktırtırsın. Bir yandan okulun duvarlarına «Burası faşistlere mezar olacak» yazanları görmezden gelir, bir yandan da yardakçı basın'a «Faşistler eğitimi engelliyor» diye cafcaflı lâflar edersin. Bu,«faşizm» safsatası ile döndürmeğe çalıştığın komünist çarka çomak sokan herkesi karalamayı, aynı metodu dünyanın yetmiş-iki yöresinde denemiş dışardaki ağababalarından öğrenmişsindir, zâten. Bu çark böylece senin çıkarlarına hizmet etmek üzere dönecek de dönecek sanırsın... Eline geçirmiş olduğun devletin ajans, radyo ve televizyon müesseseleri vasıtasıyla da, bu istismar, bu sömürü düzenini sürdürebileceğini hesap edersin. Birkaç haftalık bir eğitim (!) süresi sonunda canın sıkılınca da, bir boykot sebebi îcad eder, «dinlence» ye çıkarsın. Görüyorsunuz, kalemimizi koyverdik mi, dertler bir değil bin tane; rezaletin, kepazeliğin bini bir para... Üniversite'ye Giriş mevzuunu, iki küçük hatırlatma ile kapatalım: şimdilik 1. Soruların hazırlanış biçiminden, soruların muhtevasından ve kullanılan «dil» den, ÜSYM'de çalışan kadronun solcu veya sol sempatizanı kimselerden oluşturulmuş olduğu açık seçik ortada. Bu kadronun sür'atle tarafsızlaştırması... bu bir. 2. Üniversite Giriş imtihanından yabancı dil bölümünün derhal kaldırılarak; bütün ortaokul ve lise hayâtı boyunca birkaç aylığına mahallî eczacı veya mal müdüründen ders görmüş Anadolu çocuğuna karşı kolejlilere ve «Millî» Eğitimin diğer imtiyazlı o- kulları mezunlarına sağlanan haksız avantaja son verilmesi... bu iki, Bu konuda daha yazacaklarımız var. Hepsinin sırası gelecek. İNTİHAR KOMANDOLARI! Kulağımıza geldi. Bugünlerde bir üniversite doçenti, mensubu bulunduğu fakülte koridorlarında kimi yakalarsa ona şu dehşetengiz intihar vak'asını nakletmeyi vazîfe addetmeğe başlamış: Efendim, Ülkücü gençler, «intihar komandoları» hâlinde organize olmuşlar, iki üç kişi, yüzlerce, binlerce kişilik solcu gruplarının karşısına geçip, onlara «ana avrat» küfrediyor, onları galeyana getirerek, KENDİ LE- ** RİNİ ÖLDÜRTMEYİ amaçlıyorlarmış! Maksatları, solcuları suçlu ve mütecaviz gösterterek, şimdiki hükümeti müşkül duruma sokmakmış! Bak, sayın doçentim, sende biraz akıl var ise, bu kamîkaze fedaileri hakkında böyle uluorta konuşmaktan vaz geçer, o yarım aklını ilerdeki profesörlük günlerine saklarsın.. YÜZ BOMBA BUGÜN... Söz, ahmaklıktan yana açılmışken, bir devlet kuruluşu olan Nükleer Araştırma Merkezi'nin, geçtiğimiz ay içerisinde, bir kaç m günlüğüne kapatılması hâdisesine temas et- meden geçemeyeceğiz. Rivayete göre, bazı gayretkeş görevliler, burada NÖTRON ve hattâ mâhiyetini kendilerinin de tam kestiremedikleri Plütron, Atomyon ve hele hele Salakyon bombaları îmal edildiği yolunda bir rapor düzenlemeyi düşünmüşler, ama sonunda kafası biraz çalışan birisi çıkıp, «Ne olur ne olmaz, bakarsınız Varşova Paktını işkillendiririz» diyerek, raporun bu ikinci kısmını devre dışı bıraktırmış... Mizansen malûm. Ortaya atılan bir tâdia; iddiayı bir vakıa gibi takdim eden, iktidar uşağı bir radyo-televizyon kurumu; arkasından bir hafta müddetle polis işkencesi... Nihayet mahkeme, ve tek celsede alınan - ve kamu oyuna zinhar duyurulmayan bir beraat kararı. Biliyorsunuz, öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, caddelerde boy boy, koca koca harflerle BOMBALI SİLAHLI SALDIRI SAVAŞIMI ZI SÜRDÜRECEĞİZ FALANFİLAN-DER imzalı yazılar yer alıyor. Alıyor amma, Sayın İçişleri Bakanımız hâlâ «Ateş sönerken, dumanı daha kesif çıkar» filân gibi veciz sözlerle, hayalindeki faillerle uğraşıyor. Biz, şimdi kendimizi savcılığa ihbar edi- / ^ yoruz. Yazıhanemizin mütevâzi mutfağında hergün çaktırmadan, çaydanlığa çay artı davultozu artı minare gölgesi ilâve etmek suretiyle, FİKRON bombası îmal ediyoruz. FİK- RON bombalan dergimizden... YÜZ BOMBA BUGÜN, BİN BOMBA YARIN... 6 TÖRE'DEN

BİR DAVET TELGRAFI MHP Kayseri Milletvekili Mehmet Doğan, 8.5.1978 günü, Ticâret Bakanı Teoman Köprülüler ile Köyişleri ve Kooperatifçilik Bakanı Ali Topuz'a birer telgraf göndererek, Kayseri'de kendisine ait bir işletmenin hizmete açılışı dolayısıyla düzenlenen törene davet etmiştir. MHP Kayseri Milletvekili Mehmet Doğan, davet telgrafında şöyle demiştir : «7 Mayıs 1978 tarihli, İzmir'in bölge gazetesi olan Yeni Asır'dan, iki pompalı bir benzin istasyonunun hizmete girişi münâsebetiyle düzenlenen törene şeref verdiğiniz ve iki pompa arasına gerilen kordelâyı keserek bu istasyonu hizmete soktuğunuzu, memnuniyetle öğrenmiş bulunmaktayım. Bu hareketinizi CHP'nin halkçılık anlayışı içerisinde değerlendiriyor ve bu mühim memleket hizmetinden dolayı da sizleri içtenlikle kutluyorum. Doğum yerim olan Kayseri'nin merkezine bağlı Bağpınar Köyünde bir tavuk kümesi yaptırmış bulunmaktayım. Ligorin cinsi 50 tavuğun barınacağı ve Türk yumurtacılık ekonomisine büyük katkısı olacak bu modern tesisin hizmete açılışı münâsebetiyle tertipleyeceğim törene lütfedip şeref verirseniz ziyâdesi ile memnun olacağım. Tesisin açılış kordelâsının tarafınızdan kesilmesi hâlinde ise, size minnettar kalacağımı ifâde eder, selâm ve saygılarımı sunarım.» BU SAYIMIZDA Değerli okuyucularımız, bu sayımızda bulacağınız yazıları beğeneceğiniz, müsbet veya menfî eleştirilerinizle, dergimizi çevrenizde okutarak, fikir mücâdelemizin yaygınlaştırılmasına yardımcı olacağınız ümidindeyiz. Bize mektup yazarak, gerçekleştirmeğe çalıştığımız hamleyi kutlayan, Allah'tan bize yardımcı olması duasında bulunan bütün ülküdaşlarımıza yürekten şükranlarımızı sunarız. TÖRE, öğretmenin dergisidir, üniversitelinin dergisidir, genç liselinin dergisidir. TÖ RE, yüreği TÜRK olmanın gururu ile çarpan, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'nin ateşiyle yanan herkesin dergisidir. Üniversitelerimizdeki milliyetçi öğretim üyelerinden, Türkiye'miz içinde ve dışında en ücra köşelerdeki Türk Milliyetçilerine kadar ulasan fikrî mücadele dergisidir. Değerli okuyucularımız, bu sayımızın «Başyazısını», ebediyete akıp giden her yılın Haziran sayımızda olduğu gibi, DÜNDAR TA- ŞER ağabeyimiz - yazdı... Nur içinde yatsın. Büyüyen Ülkücü hareketin şuurlu gençlerini, sürdürmekte oldukları azimli ve vakarlı mücâdele içinde görmek, biliyoruz ki ruhunu müsterih ve mes'ut kılmaktadır. «Irak» ta yaşayan soydaşlarımızın başına son günlerde garip işler geliyor... Bunlar, günlük gazetelerde, aman Turancılık filân ol masın endişesiyle, petrol boru hattının hatırı da cabası birkaç satırla geçiştiriliyor. Ankara'daki Iraklı Türkler tarafından basına verilen bir açıklamayı sizlere sunuyoruz. Yine, bu sayımızda, değerli hocamız MUKBİL ÖZYÖRÜK'ün Suudî Arabistan ziyareti sonrasında TÖRE okuyucuları için yazdığı, fikir hayâtımızda Türk - Arab münâsebet* leri bakımından yeni bir devrenin açılmak ü- zere olduğunu müjdeleyeceğini sandığımız TÖRE'DEN 7

mühim tahlillerden birincisini; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Tevfik Ertüzün'ün «TÜRKİYE-AET» münâsebetleri üzerine kısa bir durum incelemesi* ni; Dr. Reha Oğuz Türkkan'ın, dâva yolundaki engin tecrübesine dayanarak kaleme aldığı «TÖRE'yi Bilen, KANUN'Iara Saygılı» bir Türk insanının niçin ve nasıl yetiştirilmesi gerektiği konulu yazısını bulacaksınız. TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKİR SİSTEMİ adlı kitabı, son senelerde milliyetçi düşüncenin gelişmesinde bir hâdise olan AYHAN TUĞ- CUGİL, komünist istismar edebiyatında bol keseden kullanılan emek, kapital, sömürü gibi kavramları milliyetçi açıdan incelemeğe devam ediyor. Bilindiği üzere, hocamızın bu yazı dizisi, kendisinin DTCFTı ülküdaşlarımıza verdiği bir dizi seminerlerden derlenmiştir. Temmuz sayımızda, AYHAN TUĞCUGİL, bir başka yazı dizisi ile, yine sizlerle olacak. Evvelki hükümet zamanında Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmekte olan Millî Kültür dergisinin Kasım sayısı, Atatürk Sayısı olarak hazırlanmıştı. Biz, TÖRE olarak, u- mumî dağıtımı şimdiki hükümet zamanında büyük ölçüde engellenmiş bulunan bu dergide yer alan bâzı mühim yazıları okuyucularımıza tanıtmayı bir vazîfe sayıyoruz ve bu sayımızda, solcular tarafından hayâsızca istismar edilmiş bir konuyu, «Atatürk ve DİL» konusunu, yazarımız Dr. YALÇIN İZBUL'un kaleminden sunuyoruz. Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi olan Dr. AHMET BÎCAN ERCILASUN'un Mayıs sayımızda başladığımız «Uydurukça Değil mi, Uydur Uydur Söyle!» başlıklı yazı dizisinin okuyucularımız arasında çok büyük bir alâka uyandırmış olduğu bize gelen mektuplardan anlaşılıyor. Sayın ERCILASUN'un yazı dizisi, Türk diline büyük bir hizmettir. Çünkü, kasten veya aldanarak, kendilerini, sahte bir tanıtma ile «öztürkçecilik» adı verilen, uydurmacılık hastalığına kaptırmış olanlara karşı, ülküdaşlarımıza güçlü bir tartışma üstünlüğü sağlamaktadır. TÖRE olarak, uydurukçuları himâyesi ve çatısı altında toplamış bulunan «Dil Kurumu» nu münazaraya davet ediyoruz. Savunsunlar bakalım, yedikleri «dilsel» naneleri... Devle- 8 tin radyo-televizyonunu ele geçirerek, «biz yaptık, oldu!» diye, işi oldu bittiye getirmek emelinde olan ve bu çarpık zihniyetleri ile Türk diline ve dolayısiyle Türk-İslâm kültürüne kasteden bütün çevrelere «hodri meydan!» diyoruz. Tenkidlerimizi ilmî bir tartışma ile çürütemezler ise, kendilerini câhil, bozguncu, kültür düşmanı ve hattâ yabancı kültürlerin satılmış uşakları ilân edeceğiz. Değerli okuyucularımız, yine bu sayımızda, Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim üyesi Sayın A. VEHBİ ECER'in, İslâmiyet'te Kadın'a Saygıyı konu alan ve dîn düşmanları tarafından bize yakıştırılmağa çalışılan hurafetlere karşı, İslâm inanç ve anânelerini açıklığa kavuşturan mühim yazısı yer alıyor. Ülkücü ablamız Sayın AYŞE ÖZDEMİR'in ise Denizli'den lütfettikleri dinî-ahlâkî uyarıcı yazı, yine bu sayımızda. EMİNE IŞINSU'nun, GARİPKAFKASLI ile yaptığı mektup-mülâkatı bu sayımızda okuyacak, ülkücü san'atçımızın akıcı üslûbuna, ince sezişlerine ve güçlü mefkûreciliğine bir defa daha hayran olacaksınız. TÖRE'nin bu sayısında, YETİK OZAN, BAHATTİN KARAKOÇ ve AHMET TEVFİK OZAN gibi üç ünlü Ülkücü şâirimizin şiirleri var. TÖRE, gücünü Türk şiir geleneğinden alan, Türk Ülküsüne yönelen, çağdaş Türk şiirinin en kuvvetli temsilcilerini sînesinde toplamağa devam ediyor. Ve nihayet, sizlerin büyük alâka ve tasviblerinizi kazanmış bulunan bilgi yarışmalarımızdan üçüncüsünü takdîm ediyoruz. Yalnız, bu seferki, diğerlerinden biraz farklı bir mâhiyet taşıyor. Göreceksiniz... Maksadımız, Türk Ülkücüsünü Büyük Ülkü yolunda daha da şuurlu ve kuvvetli kılacak bir bilgi hizmeti sunmaktır. Sizlerden aldığımız destekle, «eğitim» müesseselerimizde bugün hüküm sürmekte olan gayri-millî, gayri-ilmî ve tam anlamıyla gayri-ahlâkî yabancı kültür saldırısını dikkâtten uzak tutmayarak, gençlerimize düşünce, ilim ve sanat sahalarında güçlü bir fikir hizmeti vermeyi vazîfe bilmekteyiz. Önümüzdeki aylarda, Allah'ın izniyle, ve sizlerin desteğinizle, yayın sahamızı genişletmek, mücâdele gücümüzü daha da artırmak ümidi ve azmiyle, TANRİ TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN TÖRE'DEN

Değerli Okuyucularımız, Elinizdeki 85. sayısı ile, TÖRE Derginiz 8. yayın yılma başlıyor. Bu, Türk yayıncılık hayâtmda, aylık bir fikir dergisinin ulaşabildiği nâdir basan örneklerindendir. Sizlere müteşekkiriz ve haklı olarak dergimizle övünüyoruz. Fikir mücâdelemizin daha geniş kitlelere yayılmasına hizmet etmek maksadıyla, TÖRE Derginiz SEKİZİNCİ YILINA GİRERKEN siz okuyucularımıza yeni bir kolaylık sağlamış bulunuyor. Şimdi, yurt içi ve yurt dışındaki yakınlarınızı, dost ve hattâ fikirleriyle belki sizi biraz üzen tanıdıklarınızı TÖRE'ye abone kaydettirebilirsiniz. Bu hususta size azamî kolaylık sağlamak kararı almış bulunuyoruz. Onları, kendilerini ÜLKÜ yoluna çağıran, bu yolda fikir hizmeti veren sürekli bir yayın takip etmek imkânına kavuşturmaktan daha anlaırih bir armağan düşünülebilir mi? Okuyucularımız, yurt içi veya yurt dışında abone kaydetmek istedikleri dost ve akrabaları için şu basit işlemi yapacaklardır : 1. Abone kaydetmek istediğiniz kimsenin isim ve adresini bize bir mektupla bildiriniz. (TÖRE Dergisi, Hediye Abone Servisi, P.K. 211, Kızılay - Ankara.) 2. Abone kaydetmek istediğiniz kimseye, abonenin sizin bir armağammz olduğunu belirten bir yazı göndermemîzi arzu ediyorsanız, bunu mektubunuzda «Adımın... selâmlarımın... hürmetlerimin... vb. kendisine iletilmesi» şeklinde bir talimatla bildiriniz. 3. Size en yakın postahâneye uğrayarak, TÖRE'nin 71978 numaralı posta çeki hesabına, yurt içi aboneleri için 100 TL., yurt dışı aboneleri için 150, TL. yatırınız. TÖRE'nin bu hizmeti yalnız HAZİRAN ve TEMMUZ ayları için geçerli olacaktır. Değerli ülküdaşlarımız, TÖRE'yi beğeniyorsanız, fikir mücâdelemizin yaygınlaştırılmasına yardımcı olunuz. Dostlarınıza verebileceğiniz en güzel hediye, en anlamlı armağan, bir yıllık TÖRE abonesidir. TÖRE, sonbaharda yeni atılımlara hazırlanıyor... Bekleyiniz. Selâm ve şükranlarımızla. HEDİYE ABONE - 9

TÖREYE MEKTUP : 1 YENİ BİR KESİF! MUKBİL ÖZYÖRÜK Dünyada keşfedilmedik yer kalmış mıydı dersiniz? Bırakın kıt'aları ve memleketleri bir tarafa, fırlatılmış uyduların çektiği fotoğraflarda, Küba'daki füze rampalarının yanında kaç kişinin durduğu dahi sayılabilir ve ay'daki ovalarda, yaylalarda astronotlar gezerken, bendeniz herşeye rağmen, üstelik burnumuzun dibinde, yeni bir coğrafi keşifte bulundum; Suudî Arabistan'ı keşfettim... Henüz adamakıllı tahlil edebilmiş değilim, fakat keşfettim. Bu keşfin ciddî olduğuna inanarak yazıyorum. Töre'nin sevgili okuyucularından Tercüman'daki sütunumu takip edenler, bir süredir Suudî Arabistan hakkında yazdıklarımı görmüş ve belki okumuşlardır. «Çevrelerde» dolaşmayan bir «merdümgiriz» (Dil Kurumu bütün maharetine rağmen buna bir karşılık uyduramadı) olduğum için ve henüz okuyucu mektupları da elime geçmediğinden, yazılarımın akislerini alamadım. Fakat inanıyorum ki, çoğu kimse mübalâğalarda bulunduğumu sanacaktır. Çünki, gitmeden önce benim de az çok «bilirim» sandığım bu diyar hakkında ne kadar büyültsem yetmeyecek bir cehalet içinde bulunduğumu gördüm. Şaştım, utan* dım. Ve bilhassa bu sebepten dolayı yazıyorum. Tercüman'da anlattıklarımı burada tekrarlayacak değilim. Gazete ve dergi başka başka türler. Ama Töre okuyucularına Suudî Arabistan, ve Suudî Arabistan vesîlesiyle İslâm alemiyle ilişkilerimiz hakkında gördüklerimi ve düşündüklerimi söylemek istiyorum. Töre okuyucularından kimlerin şu konularda kabullendiği kesin tutum ve görüş açısı olsa da, gene söylediklerime kulak vermesini dilerim. Meşhur bir «batılılaşma» maceramız var ya, işte elimdeki konuda da, bu maceranın başka türlü ters bir tezahürüne şahit oldum. Batılılaşma'da 1839'dan itibaren ardı ardına muhtelif «paket» ler hazırlamışızdır. İllallah bu «paket» sözünden. Kafamızın içi «Paket Postanesi» ne döndü. Ama sucu, döve söve merkebini gene de nasıl kullanırsa, ben de döve söve bazen Uydurukça'yı ve bazen de «uyduruk kategori» leri kullanıyorum. Paket de, böylesine, «uyduruk bir kategori». 1839'da bir paket, 1857'de ikinci bir paket, 1876-77'de, 1908'de, 1923'te başka başka paket'ler var. Fakat paketler, aynı malın belirli ölçülerdeki birer ambalaj birimi değildir. Çarşıya çıkmış hanımın parfüm'den kıymaya'ya kadar aldıklarının «Eve giderken dağılmasın» diye, sonuncu dükkândan, teberrüken yeniden, kolaylık olarak hep birarada sarılıp sarmalanması gibidir. Bu batılılaşma hareketlerimizde, 1908 dâhil, imparatorluğun yavaş yavaş tasfiyesi üstü kapalı biçimde kabul edilmiştir. Bütün bağlı topraklarda reformlar ve belli ölçülerde muhtariyetler kabul ettik. Fakat Kavalalı'nın zorlaması gibî zorlamalarla karşılaşmadıkça Arap ülkelerini aklımıza bile getirmedik. Onlar da, sonuna kadar istemediler. Dindaşlık bağı çok kuvvetliydi. Onlar nasıl İslâm'ın ilk kılıçları ise, biz de ikinci ve son kılıçlarıydık. Bu da yetiyordu. Fakat bizim, Arap ülkelerini sömürmemiz de asla söz konusu olmamıştır. Biz anavatana eklediğimiz hiçbir yeri iktisâden sömürmeyi esasen bilemedik. Kaldı ki, bilhassa Arabistan'ın sömürülecek malûm servetleri de yoktu. Hâc gelirlerinin devede kulak bulunduğu kabili ispattır. Süveyş'in açılmasından yıllarca sonrasına kadar, denizden bile Hacca gidebilmek Macellan'a imrenmek gibi birşeydi. Ondan önce, karayolu ise İstanbul ve Anadolu'dan nisbeten kolay, fakat İran' dan bile çok güçtü. Birkaç çöl geçmek ve dönmek gerekirdi. Kesin defterler bulunup ortaya konulsa, tıpkı Meşrûtiyet'in basit bütçelerinde de belirdiği gibi, «İki Harem Hiz- 10 ÖZYÖRÜK

metkârlığı» nın (Hâdimül-haremeyn-üş-şerifeyn) olmanın, Mekke ve Medine'nin elde bulundurulup bakılmasının Osmanlı padişahlarına gelir yönünden hiçbir menfaat sağla* madiği, aksine külfet yüklediği görülür. Ama buna mukabil manevî menfaat çok büyüktü. Yavuz Sultan Selim, Şiî'lerin üzerine ve Mısır'a elbette boşuna gitmedi. Önce imparatorluğun arka kapısını sağfamlaştınp çaktı, iptal etti. Sonra Mısır'a gidip hilâfeti alarak, İslâmiyette fânî rütbelerin en büyüğünü edinip, imparatorluğu kılıçtan da kuvvetli temellere oturttu. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin hâdimliği de artık şüphesiz Halife'ye düşerdi. Osmanlı hanedanı, sonuna kadar bu hizmetkârlığı en samimî ve kuvvetli bir îmân ve inançla yapmağa çalışmıştır. Kurban bayramlarından önce Kabe'de bulunacak olan «sürre alayı» nın Dersâadet'- ten hareketle «Ayrılık çeşmesi»nde selâmet- Ienmesi, dönüşünde «Selâmi Çeşme» de karşılanması her yılın en büyük hâdisesiydi. Mukaddes Kabe'nin örtüsü İstanbul'da hazırlanır, pek kıymetli hediyelerle birlikte Mekke-i Mükerreme'ye götürülürdü. Arabistan Arabları ile asırlar ve asırlar boyu hiç çatışmamız olmamıştır. Olamazdı da. Dîn ile, dil ile öylesine kaynaşmıştık. Arabistan'da, bulunduğumuz yer, batı kıyılarıydı. Hicaz'dı. KK zildeniz bir ok gibi kuzeye uzanmasa, bir u- cuyla «Zengin Mısır»ın kalbine kadar girmese, öteki ucuyla üçüncü mukaddes şehir olan Kudüs'ün neredeyse kapılarına dayanmasa, Osmanlıların savunma strateji'sinde sırf «Bâb-ül-mendep» boğazı aşkına Yemen'in, Yemen'le bağlantı sebebiyle Âsir'in dahi yeri olmaz ve Osmanlı, Mekke güneyindeki Tâif dağlarının daha aşağılarına her halde hiç inmezdi. Çünki batı'da ve güneybatı'da uzun uzadıya ilerlemek için, bunların dışında hiçbir sebep yoktu ve nitekim olmadı da... Arabistan'ın batısında ise, sırf Irak'ın savunulması için «Körfez» önemliydi. Fakat bu savunma uğruna da, Maskat ve Omman sahillerine kadar inmek ve garnizon bulundurmak gerekmedi. Basra ve Şatt-ül-arab'tan sonra, Körfez ortasında, yarımadadan çok hemen tamamen ada'ya benzer Katar hizalarında en ileri karakol olarak şimdi petrol bölgesinin orta yerindeki Al-Hofuf yetip de artmıştı bile... Eğer petrolü soruyorsanız, bizim zamanımızda, Kuveyt yörelerinde, eserine rastlanarak yanıp isli dumanlı tutuştuğu görülünce, bunun bir «zeyt-i mülevves» (pis yağ) olduğu kanaati yayılmış. Eline bulaştı mı, yıka yıka çıkmaz, mülevves bir yağ... Batı'da ince bir sahil şeridinin, doğuda da Körfez merkezine yeterince yakın o ileri karakol noktalarının, yâni doğu ile batının arasında, Necid eyâletinde şimdiye kadar öğrenebildiklerimden anladığıma göre Osmanlı ayağı 19 uncu yüzyılın ilk çeyreğine kadar görülmemiş. Ama daha incelemem lâzım. Necid içinde Ürdün - Irak sınırdaşlığının güneyinde büyük bir çöl (Nafud) ve bu çölden inen geniş bir kum koridorunun ucunda, yarımadanın en yayvan bölgesinin ortasında, muazzam bir ikinci çöl (Rub-al-hâlî) var. Bu çöller çevresinde toplamı milyonları geçen kabîle'ler ve aşîretler, bilinen en eski zamanlardanberi yaşamaktadırlar. Osmanlıların bu kabîle ve aşîretlerle ilişkilerini öğreneceğim. Fakat iktisadî sömürü söz konusu değildir. Zira, dediğim gibi Türklerin, sömürmeyi bilmezlikleri de bir yana, bilseler dahi sömürülecek değerde üretim ve servet yoktu. Gene batı sahil şeridine dönerseniz, A- rabistan'ın hayâtı asıl bu şerit içine toplanmış gibiydi. Fakat, garnizonlar dışında bugünkü Suudî belgelerinde de gördüğüm üzere, Âl'i-Osman'a hukukî ve sembolik bir bağlılıktan ötesi söz konusu olmamıştır. Üstelik Peygamberimizin doğduğu, büyüdüğü ve medfun bulunduğu bu toprakların insanları, O'nun bizlere bildirdiği hakîkatlerin ve tevdi ettiği Kitabın dilini konuşan bu insanlar, Osmanlı camiasında temel unsur olan Türkleri bile ağaç kurtları gibi kemiren kimisi dönmüş, kimisi dönmemiş şer kuvvetleri dışında Türk- Osmanlı'dan saygı görmüşler, «asîl, soylu kavim» (kavm-i necîp) olarak anılmışlardır, Ama ne yazık, ne kadar yazık ki, bir taraftan gayri-türk ve gayri-müslim unsurların ve iliğimize kemiğimize girmiş ihanetlerin tezvirleri, öteden aylarca süren yollar göze almamayarak eksik kalmış şahsî temassızlık yüzünden, bu derece saygı duyulan Arab'ın, Habeş'le veya hattâ Afrika zencisiyle bir tutulduğu dahi olmuş, Arab deyimi (ne kadar üzülsek ve yerinsek, azdır) «siyah» ile karıştırılmıştır YE'NÎ BİR KEŞÎF 11

bile... Bu karıştırma, tarihimiz boyunca Türk- Arab düsmanlannca sömürülmüş ve dîn kardeşlerimizi çok kırmış, çok rencîde etmiştir. Ben, bu ayıbımızın, milyarda bir bile olsa bana da düşecek zerre mîras payından dolayı çok üzülürüm. Siyahî'ye siyahî, zenciye zencî denilmesinden dolayı değil... Fakat asırlar boyu, Afrika'dan getirilen köleler «Arabistan'dan geliyor» sanıldığı ve Arab milletinin müzevirlerce rencîde edilmesi amacının güdüldüğü veya bilinmeden rencîde edildikleri için... Garip şey... Bir taraftan Arablara, Cenâb-ı Hak'kın en sevgili kulu olan Hazret-i Peygamber'in ırkdaşı ve vatandaşı olarak bakıp, öylesine bir saygıyı göstereceksin ve o- nun dilini öğrenmeyi en yüksek İslâmî kültür alâmeti olarak kabul edeceksin, öteden o bizim kadar beyaz veya ancak bizim kadar buğday tenli ama çöl yanığı insanı, Habeşistan'dan veya başka Afrika bölgelerinden getirdiğin köle ile karıştıracaksın... Büyük ayıp. Mazeretiyle de, mazeretsiz de, büyük ayıp... Bu seyahatimde, başka kimleri görebilirdim ki zâten, elbette Arabları gördüm..: Çoğunlukla orta boylu, fakat incecik, sırım gibi, hele dar bembeyaz entarilerinin geniş kolları açıldığı ve bembeyaz kefiyeleri başlarının iki yanından ve omuzlarının üzerinden uçuştuğu zaman, uçuşan beyaz kelebeklere benzeyen, kendileri de beyaz, buğday veya çöl yanığı, güneş yanığı, Anadolu'nun insanı kadar kumral yahut esmer insanlar... Fısıldar gibi hafif ve tatlı sesle konuşan, elleri kolları sakin, mesafeli ve gururlu insanlar... İşte biz bu insanlarla dört asrı aşkın beraber yaşadık... Batı ve kuzeybatımızdakiler gibi bizi mütemadiyen «Düvel-i Muazzama» ile tehdit ederek, durmadan, usanmadan hep ve hep «istemediler»... Hattâ «hiçbirşey istemediler»... Ve onlar hiçbir şey «istemedikleri» için, biz de, tıpkı Anadolu insanına yaptığımız gibi onlara da «hiçbir şey» vermedik... Evet vermedik. Ama beraatimizi sağlayabilecek bir büyük mazeretimiz var: baştan başa Anadolu'da, kendi kendimize de «hiçbir şey» vermemişliğimiz... Rodos'a, Girit'e, Makedonya'ya, Bosna-Hersek'e, Eflâk - Buğdan'a, nereleri kaybedeceksek oralara, mutlaka kaybedeceğimiz diyarlara verdik... verdik. Ama ne Türk'e, ne Arab'a birşey ayır- 12 madan, verdik... Çünki biz «batılılaşmalıydık», «batılı» olmalıydık... Arabistan ve Anadolu ise batıda değildi. Batılılaşmayı tûl dâirelerinden ölçünce Anadolu da, Arabistan da, dışarıda kalıyordu... ÖZYÖRÜK HİCAZ DEMİRYOLU

TÜRKİYE VE AET I Doç. Dr. Tevfik Ertüzün Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) veya kısa adıyla Ortak Pazar olarak bilinen ülkeler topluluğu ile Türkiye arasındaki ortaklık ilişkileri bir durgunluk ve bekleme dönemine girmiştir. Bu durgunluk dönemine girişin en önde gelen sebebi, Türkiye'nin AET'den almayı umduğu tâvizleri zamanında ve yeteri ölçüde alamamasıdır. Hattâ, AET'nin arzuları ve telkinleri yönünde kurulmuş olan bâzı sanayilerin ürünlerine AET'nin tahditler koyması, bu sanayileri güç durumda bırakırken, ihracâtımızı da olumsuz yönde etkilemiştir. Domates salçası ve pamuk ipliği ihracâtına konulan sınırlamalar, bunlara açık birer örnektir. AET'nin ortaklık dışındaki ülkelere çeşitli vesilelerle imtiyazlar ve avantajlar sağlaması, Türkiye'nin ortaklıktan olan yararlarını nisbî olarak azaltmıştır. AET'nin Kuzey Afrika başta olmak üzere birçok Afrika ülkesine, Doğu bloku ülkelerine ve hatta Japonya ve diğer Uzak-doğu ülkelerine öncelikler ve a- vantajlar sağlaması yanında komşumuz Yunanistan'la da ilişkilerini yoğunlaştırmasına mukabil Türkiye önemli ölçüde ihmal edilmiştir. AET'den kaynaklanan bu olumsuz gelişmeleri, Türkiye'nin kendine has şartlarından doğan olumsuz gelişmelerin desteklediği görülmektedir. Şöyle ki, Türk sanayiinin plânlanan süre içinde dış rekabete sınırlı da olsa açılamıyacağı şimdiden anlaşılmıştır. Sanayide kapasiteler genişletilememiş, verimlilik artırılamamış ve maliyetler düşürülememiştir. Bugünkü yapı hususiyetleri, sanâyiin gümrük duvarları olmaksızın rekabet e- demeyeceğini göstermektedir. Türkiye açısından AET ile ortaklık çok mühim bir hâdisedir. Ekonominin gelecekte alacağı şekil bu ortaklık tarafından belirlenecektir. Ancak, ortaklık ilişkilerinin gelecekte ne olacağını ve nasıl sonuçlanacağını bugünden söylemek mümkün değildir. Şu kadar ki f bugünkü gelişme eğilimleri devam ettiği sürece, böyle bir ortaklığın gerçekleşeceğini beklemek hayalcilikten öteye geçemeyecektir. AET ülkelerinin gerek yönetici kadrolarında ve gerekse kamu oyundaki hâkim eğilim, AET'nin bugünkü bileşiminin dışına çıkılmaması yönündedir. Yâni, Topluluk, dışardan yeni bir üye istememektedir; belki bazı Batı ülkeleri Topluluk'a ilerde alınabileceklerdir, ancak yakın gelecekte Yunanistan hâriç bu ihtimâl mevcut değildir. İngiltere, Danimarka ve İrlanda'nın üye olmak için uzun süre gösterdikleri çabalar ve Yunanistan'ın bütün gayretlerine rağmen üye olamayışını dikkâte alacak olursak, Türkiye'nin yakın gelecekte üyelik şansının bulunmadığını söylemek zor olmayacaktır. Türkiye'ye karşı daha da ciddî tepkiler için mühim sebepler de mevcuttur. Türkiye' nin, AET içinde rakipleri bulunan bir tarım ve yarı işlenmiş sanayi ürünleri üreticisi ve ayrıca emek fazlası olan bir ülke olması, gelecek tepkileri artırıcı etkiler yapmaktadır. Türkiye'nin sanayileşme politikasına AET nin yön vermesi, son derece hatâh bir davranıştır. Türkiye plânlı döneme girdiğinden beri, sanayileşme politikasında dayanıklı tüketim malları üretimine öncelik ve ağırlık verirken, girdilerin ve yatırım mallarının üretimine yeterli ölçüde ehemmiyet verilmemiştir. İthalât içinde tüketim malları payının çok küçük olması, tüketim mallarına çok az döviz ayırdığımız anlamında anlaşılmamalıdır. Çünkü, yurt içinde ürettiğimiz tüketim mallarında büyük ölçüde ithâl mah girdiler kullanıldığından.aslında tüketim malları için, gerçekte göründüğünden çok daha fazla döviz ayırmaktayız. Böyle bir politika sonucun- ERTÜZÜN 13

da, büyük ölçüde ithâl malları girdilere bağlı ve yurt içinde çok küçük katma değer yaratan sanayi dalları kurulmuştur. Öyle ki, 1977 yılında yaptığımız toplam 5.795 milyon dolarlık ithalâtın % 57,5'i ham maddelere ve girdilere, % 39,5'i, yatırım mallarına âit iken, sadece % 3'ü tüketim mallarına ayrılmıştır. Türkiye için AET'nin tamamlayıcısı olmak esas ve gerekli değildir, AET, herhangibir dış pazardan farksızdır. Esas olan, Türkiye'nin dış pazarlarda rekabet gücüne ve etkinliğine kavuşturulmasıdır. Bu sebeple, Türkiye'nin sanayileşme politikası, AET'den müstakil olarak ele alınmak zorundadır. Çünkü, bir ekonomik bütünleşmenin veya tamlaşmanm geçerliliği, onu oluşturan ülkelerin talep yapılarının benzer olmasına bağlıdır. Türkiye iç talebi hemen hemen hiç olmayan malları, AET'ye ihraç etmek için üretimine giriştiği takdirde, mühim güçlüklerle karşılaşacak ve büyük ölçüde kaynak israf edilmiş olacaktır. Hâlbuki Almanya veya Fransa için böyle bir problem yoktur. Çünkü, iki ülkenin talep yapıları veya kalıpları, birbirinin hemen hemen aynıdır. Herhangibir zorlama olmadan, iç talebi tatmin için yapılan üretim, Topluluk içindeki diğer tüketicileri de aynı ölçüde tatmin etmektedir. Konuya bu açıdan yaklaşınca ve ekonomik tamlaşmanm, o arada ortak üretimin yararları, vazgeçilemez bir seviyeye ulaştığında, Türkiye'nin sosyo-ekonomik hususiyetleri bakımından kendine benzer ülkelerle bir ortaklık içinde olması teorik olarak daha doğru ve yararlı olacaktır. Teorik olarak, diyoruz; çünkü, bu tür ortaklıkların etkinliği üye ülkelerin konuya duydukları ilgiye, gösterdikleri çabaya ve yönetim kabiliyetlerine göre belirlenecek ve uygulamada başarı sağlanabilecektir. Türkiye, bir ölçüde de olsa, stratejik temel mallar ve ara malları üretimine öncelik veren bir sanayileşmeyi, dış etkilerden ve baskılardan uzak olarak gerçekleştirmek zorundadır. Bunu bir süre daha gerçekleştiremediği takdirde, diğer ülkelerin etki alanına daha çok girmiş ve bağsızlığı zedelenmiş olacaktır. Bütün bunlardan, Türkiye-AET ilişkilerinden, ülkenin kalkınmasında ve sanayileşmesinde millî çıkarlar doğrultusunda sonuçlar beklememek gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak, AET'nin husûsiyle Türkiye'nin dış ekonomik ilişkileri açısından işgal ettiği yerin kolaylıkla doldurulamıyacağı dikkate alındığında, AET ile ilişkileri sürdürmenin gerekirliği anlaşılmaktadır. Bu ilişkiler, sanayileşme politikasına yön Vermeyecek; tam tersine, Türkiye'nin sanayileşme politikası esas alınarak sürdürülecek bir biçimde düzenlenmelidir. Burada, AET'nin dış ticâretimiz içindeki yerine gözatmakta yarar umuyoruz. Türkiye'nin ihracâtı içinde AET ülkelerinin payı, uzun süre % 35-38 civarında iken, 1973-77 döneminde % 47'ye yükselmiştir. 1977 yılında ihracâtımızın % 50'sini, ithalâtımızın ise % 44'ünü AET ülkeleri ile yaptığımız anlaşılmaktadır. Ancak, AET ülkelerine yaptığımız ihracâtın aynı ülkelerden olan ithalâtımızı karşılama oranı giderek azalmaktadır. 1965'de AET'ye yaptığımız ihracât, Topluluktan olan ithalâtın % 92 sini karşılarken, 1977'de % 35'ini karşılıyabilmektedir. AET'ye yaptığımız ihracâtın % 40-50 si B. Almanya' ya yöneliktir; bu büyüklükteki ihracâtın Almanya'nın toplam ihracâtı içindeki payı ise % 4 dolaylarındadır. Bu rakamlar, Türkiye'nin gerek ihracât gelirlerini sağlamak ve gerekse ithâl mallarını temin etmek için AET'ye ehemmiyetli ölçüde bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlılığı Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda kullanmak gereklidir. Türkiye, sanayileşmesi için ihtiyaç duyduğu sermâyeyi ve dövizi bu ülkelerden sağlamak için yeni tedbirler almalıdır. Bu amaçla, Türkiye'de ortak yatırımların gerçekleşmesine çalışılmalıdır. Böylece ülkemizin sanayileşme politikasına uygun olarak, gelir ve istihdam artırılırken, yeni teknolojilere ve hattâ yeni pazarlara da birlikte sahip olmak mümkün olacaktır. Son yıllarda bu konuda başlatılan gayretlerin devam ettirilmesi gerekir. Ekonomik ilişkilerin temelinde politik i- lişkllerin yattığı unutulmamalıdır. Türkiye, hür demokratik dünyanın bir üyesi olarak, aynı dünyanın üyelerine güven verdiği sürece, onların ekonomik desteğinden yararlanacaktır. Unutmamak gerekir ki, bir şeyi elde etmek istemek yeterli değildir, onu istemesini bilmek gerekir. 14 TÜRKİYE AET

IRAK TÜRKLERİ KÜLTÜR VE YARDIM LAŞMA DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ BAŞKAN İSMET HÜRMÜZLÜ'NÜN BA SINA YAPTIĞI AÇIKLAMA Irak'tan aldığımız son haberler, bir milyonu aşkın soydaşımızın geleceği açısından son derece endîşe verici, düşündürücü ve üzücüdür. Bundan sekiz sene önce Türkiye'de yayımlanan ve Kerkük Türklerinin kültür meselelerini dile getiren bir bülten, Irak'ta bâzı soydaşlarımızın evinde bulunmuş ve bu soydaşlarımız göz altına alınmıştı. Uzun işkence ve sorgulamalardan sonra suçsuz oldukları görülerek serbest bırakılmışlar ve dosya da böylece kapanmıştı. Ancak, Türkiye Hükümetlerinin dostâne tutumlarına karşı daima suiniyetli davranmayı gelenek hâline getiren Irak Baas Hükümeti, diğer bütün sahalarda da yürüttüğü baskılara ilâveten yeni bir terör yaratmak düşüncesiyle, meseleyi yeniden diritlmiş, masum bir broşürde yeni suçlar yaratmıştır. Aradan sekiz yıl geçtikten sonra Irak yetkilileri, bu soydaşlarımızı aynı suçtan tutuklanmış, İhtilâl Mahkemesine vererek herbirine yedişer yıl hapis cezası hükmedilmiştir. Abdulhâdi Vedut (Terzi), Fâtih Şâkir (Emekli Memur), Mehmet Mecit (Terzi), Cevdet Avcı (Banka Memuru), Hadi Berber (Berber), isimli bu soydaşlarımıza savunma hakkı bile tanınmamış, avukat tutmalarına müsaade edilmemiş, temyiz hakkı tanınmamıştır. Ayrıca, âmâ olan büyük Kerkük Şâiri Hasan GÖREM, sebebi henüz açıklanmayan bir sebeble tutuklanmış, işkenceye tabî tutulmuştur. Hayatta olup olmadığı belli değildir; sıhhati ve varlığından haber alınamamış, tutuklu bulunduğu yer bile gizlenmiştir. Gene ayrıca, tahsîlini Türkiye'de yapan Adnan Hasan TAHSİN isimli soydaşımız da sebebsiz ve suçsuz olarak tevkif edilmiş, adresi meçhul yerlerde sorguya çekilmiş ve henüz serbest bırakılmamıştır. Hayâtından endişe edilmektedir. Irak Hükümetinin Türkler üzerinde yarattığı bu işkence ve terör hemen durdurulmalıdır. Andlaşmalara, insan haklarına ve insanlığa aykırı bu vahşet karşısında, Irak'ın Baas'çı Hükümetini şiddet ve nefretle protesto ediyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bu gidişe müdâhale etmesini bekliyoruz. Dâima Milletçe dost kalmak istediğimiz bu komşumuzun, Milletimizin bu hasletini istismarına daha fazla müsamaha edilemez. Soydaşlarımıza karşı girişilen bu insanlık ve hukuk dışı baskılara ilâveten, Irak Hükümeti gene andlaşmalara ve taahhütlerine aykırı olarak, Kerkük'teki TÜRK KÜLTÜR MERKEZİ'ni kapatmıştır. Irak Türklerinin son tesellisi olan ve kültür faaliyetlerden başka bir şey yapmayan bu merkezin kapatılması ve daha önce KARDAŞLIK Derneği ve onun yayın organı olan dergiye uygulanan muameleler, Baas İktidarının niyetlerini açıkça göstermektedir. Irak yetkilileri, Irak'a her türlü Türkçe yayının girmesini yasaklamış, hattâ Türkçe şarkıları dinlemeyi bile suç saymıştır. Cumhuriyet Hükümetimizin Irak'taki soydaşlarımızın meselelerine eğileceğini ve gerekli temas ve tedbirleri temin edeceğini ümîd eder, iç ve dış meselelerle bunalmış bulunan devletimizi arkadan hançerlemeye kalkan Irak Yönetimini PROTESTO ederiz. IRAK TÜRKLERI 15

YEŞİL DİRENÇ i Gün doğacak diyorsak gün doğacak muhakkak Oksitlenmiş miğferler yine panldayacak Denizler yükselecek ve yanacak her ocak Doğru doğru çıkacak bacaların dumanı At üstünden pis tüyünü ey sömürgeler çağı Sen yaldızlı boynuzlarınla bile bir ala-geyik değilsin Kart bir büyücüsün renkli cam kınklanyla oynayan Uzay yolunu] açsan da hasır kanatlarla, inajn Barış diyerek bir ak güvercin, bir üveyik değilsin Bizimse bir pmzumuz Erciyes, bir omzumuz Ağn dağı Kardelenler gibi uç verdik karların altındah Büyük yürüyüş başladı, en güzel lâleleri döllüyor en soylu kan Sil gözünün çapağını ey sürgünler çağı: Kıvamında Öz olduk Hakkı gören göz olduk Düşmanları^ kavına Şimdi korlu köz olduk 16

_ * ;. BÂHATTIN KARAKOÇ İnsanlar balık gibi ivurmayacak ağlara Kuşlar sığınmak için kaçmayacak dağlara İmân terazisinde tartılır akla kara Kimse kaçamayacak büyük hesap zamanı Ülkü bir özsudur köklerden dallara Dallardan köklere ap-ak cevelan eden Yıldızlar işaret taşlan dizmeye başladı yollara Yürekler ak azıklar özümlüyor minarelerden Sevincimizi paylaşan kuşlar konup kalkıyor dallara Dolsa da dolmasa da kırılacak artık fitne kabağı Boz-san ortasında tek yeşil bizim direncimizdir Bir parola gibidir ve en ölü toprağı diriltir Çek dişlerini etimizden ey Firavunlar çağı: İşte şafak söküyor Uyanıyor kıraç-bor Azımız ordu oldu Önümüzde durmak zor Mazgal deliklerinden sızan ışık az bize Karanlık putevleri ahır yaramaz bize Gün doğacak diyorsak gün doğacak muhakkak Hürriyeti vurgular bozkurtlann imâm Büyük yürüyüş başladı, sürüklüyoruz dağlan Biz ışık yaktıkça düşman karakollarının sıvalan dökülüyor İçimizdeki Rusya, Amerika, İsrail Her şeye ambargo koysa da rahat değil Olabildiğine şaşkın görünüyor afyonlu şerbet satıcılan Bu çok renkli gürültüler korkudan geliyor Bizimse geleceğimizi ışıklar müjdeliyor Ve her vardiyada İslâmı selâmlatacağız havalarda, denizlerde, karalarda Bileğimiz Tamı dağı, yüreğimiz Hira dağı Tövbe eyle ey çelik kanatlı sürüngenler çağı: j * Bu rüzgâr eser artık Bu kılıç keser artık Su verildi çeliğe İslâmı yeşer artık!

EMEK-KAPİTAL-KAPİTALİST-SÖMÜRÜ AYHAN TÜĞCUBİL /: VI BİZ, ÜRETİMDEN YANAYIZ! İktisat uygulamamızdaki belli başlı teklifleri, hülasanın hülasası olarak sıraladık. Dünya görüşümüzü belirttik. Şimdi, konuşmamızın esas mevzuuna dönebiliriz: Emek, kapital, kapitalist, ve sömürü kavramlarına... İktisat ilmi, üretimde dört unsur saymaktadır: 1. Emek, 2. Kapital, 3. Toprak (hammadde) 4. Teşebbüs. Üretimin gerçekleşebilmesi için bunların dördüne de ihtiyaç vardır. Yine iktisada göre bu unsurlar üretimden paylarını şöyle alır: Emek ücret olarak, kapital faiz olarak, toprak kira olarak, ve teşebbüs de kâr olarak... Türk Milliyetçileri bu unsurları nasıl değerlendirir? Biz bunlardan hangisinin yanında, hangisinin karşısındayız? Hemen cevap verebiliriz artık: Biz üretimden yanayız! Çünkü millî gayenin tesbit ettiği hedef budur. Biz emekten, kapitalden, teşebbüs veya ham maddeden yana değiliz; emek, kapital, ham madde ve teşebbüsün karşısında da değiliz. Bunlar bizim için ne tatlı dostlar ne de amansız düşmanlardır. Her biri Türk Milliyetçiliği'nin gayesine hizmet ettikleri ölçüde iyi, bu gayeden saptıkları ölçüde kötüdürler. İngiliz parlamentosunun bir yerinde bir vecîze asılıymış. Ben görmedim. Şöyle dermiş: «İngiltere' nin dostları yoktur; İngiltere'nin düşmanları da yoktur... İngiltere'nin menfaatleri vardır!» Evet, Türk Milleti'nin de menfaatleri vardır. Ve bu menfaatler Marksist ve liberalist görüşlerin köpek balığı menfaatleri değil, ezelden ebede bir akışın, millet denen içtimaî bütünün menfaatleridir. İnsanların düşünce ve ideolojilerinin mensup oldukları sınıfa göre belirlendiği, Marks efendi'nin hergün tersi ispatlanan saçmalıklarından biridir. Ona göre bugün bütün işçilerin komünist, bütün sermayedarların da kapitalist olması gerekir. Bir bakın: Komünist işçi 18 TUĞCUGÎL

N/ar mı? Var, arkadaşlar! Peki milliyetçi işçi? Hem de nasıl varl... Peki sosyalist sermayedar? Hem de nasıl var!... Marksist faaliyetlerin bilançosunda, zenginlerimizin katkısı küçümsenemez., Şu halde üretimin unsurları mücerret mânâda kendi başlarına bir değer taş'madıklan gibi, bu unsurları temsîl eden insanların düşünceleri de kat'-iyyen önceden bilinemiyor. Milletler mücâdelesinin bugünkü tarzında, Marksist emekçi de, Marksist zengin de ihanet içindedir. Milliyetçi işçi de, milliyetçi sermayedar da Türk Milleti'nîn yanında yer almıştır. Bu genel tesbitlerden sonra üretimin dört unsurunu teker teker inceleyelim: 1) Emek : Yalnız kol emeğini değil fikir, idare emeğini de bu kavrama dâhil etmek gerekir. Teşebbüs de bir emektir. Bunu ayırmak için «ücretli» kısıtlamasını koyuyoruz: Ücretli emek. İnsanların emeklerinin değerleri arasındaki fark, kaabiliyetleri arasındaki kadardır. Yânı bu farkların sınırı yoktur. Ancak kaabiliyet de, çalışkanlık da tek başına bizim için bir değer ifâde etmez. Çalışmalar ve kaabiiiyetler, ancak millî hedeflere yöneldiği zamart değer taşır. Dokuz Işık Türkiyesi'nde emek, bir çalışma tarzıdır. Bir gelir tarzıdır. Bir sınıf değildir. Bir fabrikanın emekçisi, aynı zamanda o veya başka fabrikaların sermayedarı, hissedarıdır. (Millet Sektörü.) Bizim Türkiye'mizde «emek» ve «sermaye», aynı ailenin iki gelir kapısının isimleridir. 2) Kapital : İktisatta kapital, bir işletmenin varlığının ismidir. Bu varlık, makinalar, binalar ve ham madde stokları olabileceği gibi, bunları temin edecek para da olabilir. Millî gelirde «kapital birikimi» üretim potansiyelinin maddî artışı mânâsını taşır. (Küpteki altınlar veya bankadaki para, fabrikaya dönüşmeden kapital değildir.) Kalkınmış memleketle geri kalmış memleket arasındaki en mühim farklardan biri de, bu kapitalin miktarındaki farktır. Dokuz Işık Türkiye'sinde kapitalin anlamı şudur: Millî hedefler doğrultusunda, bugünün tüketiminden sarfınazar edilerek elde edilen yatırım. Bizim kapitalistimiz, milyonlardır. Tasarrufu israfa tercih ettikleri için kutlanacak milyonlar... Burada, ciddî bir terim meselesi ile karşı karşıyayız. «Kapitalistin iki anlamı var. Birisi «kapital sahibi», ki bugünün tüketimi yerine geleceğin üretimini seçmiştir. Biri de «liberal kapitalist, ferdiyetçi ideoloji sahibi», ki Türk Milliyetçiliği'ne ters bir anlayış taşır... Bu apayrı iki kavramın aynı kelimeyle adlandırılması, insanların fikirlerinin mâli durumlarına göre belirleneceğini iddia eden materyalist sistemlerin bize hediye ettiği bir kazıktır. Demek ki Dokuz Işık Türkiye'sinde ilk hisse senedini alan bir işçi derhal «kötü»ler grubuna girecektir! Ben birinciye «sermayedar» diyorum. İkinciye de «sermayeci». Sermayedar, tüketiminden kısıp üretime yönelen insanımızdır. Sermayeci ise, Türk Milliyetçiliği'ne ters olarak üretimin dört unsurundan birine husûsî bir kıymet atfeden maddecidir. 3) Toprak (Ham madde) : Bu unsurun sesi, sedası olmadığı gibi, «ist»i de yok. Bu yüzden münâkaşamızın dışında kalıyor. 4) Teşebbüs : Marks'ın basit sanayiinde sermayedar ve müteşebbis aynı adamdır. Çağdaş teknolojide ise, bunlar umumiyetle ayrı ayrı kimselerdir. Hattâ millet sektöründe, milyonlarca sermayedara karşılık, birkaç üstün kaablliyetli müteşebbis-idâreci vardır. Yönetim, bugünün dünyâsında üstün kaabiliyet ve ihtisas isteyen bir iştir Türk Milliyetçiliği açısından, teşebbüsün bütün bu üstün vasıfları da, tek başına, bir değer ifâde et» mez. Bir gangster çetesinin başı da muhakkak üstün vasıflara sahip bir müteşebbistir! Bizim müteşebbisi değerlendirmede tek mihengimiz, millî menfaatler doğrultusunda çalışıp çalışmadığıdır.. EMEK 19

Sıra son kavrama, sömürüye geldi. Marksist «sömürü» anlayışının «artık değer»e, artık değerin de saçmalıklara dayandığını gördük. İlim karşısında bu sömürü anlayışı müflistir. Bizim sömürü, istismar anlayışımız da tamamen Türk Milliyetçiliği'nin değer hükümlerine dayanır. Ne kâr, ne ücret, ne kira «sömürü» değildir. Ama ister Yeşilçam sermâyedarlarınca çevrilsin ister «sinema emekçilerunce, milletin eğitime, güzel san'ata ihtiyacı varken, «Parçala Behçet» bir istismardır. Sömürüdür. Nüfuz ticâreti, hayalî sunta ihracı karşılığında alınan vergi iadesi sömürüdür. Karaborsacılık, stokçuluk sömürüdür, Bugünkü mevzuata göre her mal için ayrı ayrı teessüs edebilen ithal tekelleri, sömürüdür. Devlet radyo ve televizyonunun bir parti emrine verilmesi, sömürü; ideolojik harbde düşman fikirlere teslim edilmesi ise, ihanettir!... VII SON BİRKAÇ SÖZ : SIFIR TOPLAM OYUNLARI VE İNSAN UNSURU Son olarak, yarı aydınımızın Marksist olmayan, fakat Marks efendi'nin basit dünyâsına benzer bir anlayış içinde olmanın yol açtığı bir yanlışına temas edelim: Marks'da da, yarı aydınımızda da şu görüş hâkim: Eğer bir işten birisi birşey kazanıyorsa, mutlaka bir başkası veya başkaları kaybetmektedir! İlimde son çeyrek asrın geliştirdiği bir «Oyunlar Teorisi» var. Matematiğin, idareciliğin, sistem ilimlerinin ortak mahsûlü olan bu alan, işletme idaresinden harb san'atına kadar, geniş uygulama imkânları buluyor. Oyunlar Teorisi, «oyun» adını verdiği faaliyetleri ikiye ayırmış : 1) Sıfır Toplam Oyunları; 2) Sıfır Toplam Oyunu Olmayanlar... Biz bu Teori'ye girmeyelim, fakat basit oyunlardan bu ayrımı misâllendirelim: Bir kumar masasında birisi kazanıyorsa başka biri veya birileri kaybediyor demektir. Bu masa* daki bütün kazançları ve kayıpları cebrik olarak toplarsanız sıfır elde edersiniz. Fakat bir yarıştaki dereceleri, bir maçtaki golleri toplarsanız hiç de sıfır bulmazsınız. Bu ikinci tip oyunlarda, herkes birşeyler kazanmaktadır. Galip, en çok kazanandır. Bizim yarı aydınımız da, Marks gibi, iktisadî faaliyetleri bir sıfır Toplam Oyunu zannetmektedir. Bir kazanan görünce, mutlaka karşılığında bir kaybeden, bir sömürülen aramaktadır; ve her kazanca «sömürü» gözüyle bakmaktadır. Hâlbuki iktisat, bir Sıfır Toplam Oyunu değildir! Bir oyunun Sıfır Toplam tipi olması için, oyunda miktarı sabit bir değerin bulunması gerek. Yukardaki «kumar masası» misâlinde, oyuna iştirak edenler başlangıçta sabit bir parayla işe başlamışlardı. Hepsi aynı miktar koymamış olsalar bile, masaya oturdukları zamandaki maddî varlıkları sabittir. Oyun sırasında da oyunculara dışardan bir kazanç gelmediğinden, kayıplarla kazançlar oyun sonunda birbirine eşittir. Hâlbuki oyuncuların uğraştığı iş, kumar değil de, bir üretime, bir değer yaratılmasına yol açsaydı, kazanç ve kayıpların toplamı sıfır olmayacaktı. İşte iktisadî faaliyet bu ikinci tip bir iştir. Faaliyetten önce hiçbir değeri olmayan dağ, taş, mâden ve diğer hammaddeler, bu faaliyet sonunda değer kazanır. İmalâtta böyle... Ticârette da, meselâ bulunduğu yerde işe yaramayan bir mal, bir teşkilâtlanma, nakliye ve dağıtım sonunda değerlenir. Böyle durumlarda faaliyet sonucunda daha önce mevcut olmayan bir değer ortaya çıktığı için, faaliyete katılanların kazanç ve kayıplarının toplamı sıfır olmamaktadır. Aslında iktisadî faaliyete katılanların hepsinin kazançlı çıkması normaldir. Çünkü iktisadî faaliyette zarar değil, kâr olağandır. Marks, teşkilâtlanmayla, teşebbüsle, hem maddenin ve toprağın değerlenmesini basit dünyâsında görememiş, sabit bir değer aramış ve bulmuştur. Marks'ın Sıfır Toplam Oyunu zannnettiği iktisatta, sabit sandığı değer de, emektir. İktisat ilmîne dayanan gerçeğe, vakıaya dönük görüş şudur: Tabiatın işlenmeye hazır nîmetlerini, insanlar emek, sermâye ve teşebbüslerini birleştirerek yararlı hâle getirmekte ve bütün bir cemiyetin, milletin istifâdesine sunmaktadırlar. 20 TUĞCUGÎL