düşünce kültür siyaset John Pilger: Terörizmin Gerçek Kurbanı Müslümanlar



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER YILLIK PLANI

Cumhuriyet Halk Partisi

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Cumhuriyet Halk Partisi

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Avrupa Birliği Yol Ayrımında B R E X I T

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Devrim Öncesinde Yemen

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DE SOL GELENEĞİNİ VE SİYASİ LİDERLİĞİ TARTIŞTI

Almanya daki slam Konferans - Müslümanlar n Durumu ve Uyumlar

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

DenizBank Yatırım Hizmetleri Grubu Özel Bankacılık Araştırma İngiltere, Haziran 2017 Seçim Sunumu

SOSYAL BİLGİLER 7 ESKİ VE YENİ MÜFREDAT KARŞILAŞTIRMASI (ÜNİTE YERLERİ DEĞİŞTİRİLMEDEN)

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Macron

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Bush, Suudi Kralıyla petrol fiyatı konuştu


ULUSLARARASI FİLİSTİN ZİRVESİ 2018

Haziran 2015 Seçimlerine Giderken Kamuoyu Dinamikleri

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ

Biz yeni anayasa diyoruz

İ Ç İ N D E K İ L E R

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Yak ndo u Medyas nda Türkiye ve AB Müktesebatlar - srail örne inde

R A P O R. Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL. Mayıs 2015

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Avrupalıların Müstakbel Bir AB Üyesi Olarak Türkiye ye Bakışları ve. Türkiye nin Avrupalılaşma Sorunları

Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi tarafından düzenlenen Filistin Ulusal Projesi Görüşler ve Perspektifler Sempozyumu Filistin in çeşitli kesimlerinden

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

1915 OLAYLARINI ANLAMAK: TÜRKLER VE ERMENİLER. Mustafa Serdar PALABIYIK

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Çarşamba İzmir Gündemi

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

MİLLİ İTTİFAK BASIN'LA BİR ARAYA GELDİ

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

YÖNETİMDE DÜRÜSTLÜK, ŞEFFAFLIK, HESAP VEREBİLİRLİK: NEREDEYİZ, NEREYE GİDİYORUZ? Erol Erdoğan. Genel Başkan Yardımcısı - İstanbul Milletvekili Adayı

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

SAYIN TAKİPÇİLERİMİZ,

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

HALİDE EDİB ADIVAR VURUN KAHPEYE ROMAN

TÜRKİYE - POLONYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Güncel Jeo-Politik ve D-8 Cuma, 08 Aralık :55

SAYIN BASIN MENSUPLARI;

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI... ORTAOKULU SOSYAL BİLGİLER DERSİ 7. SINIF ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK DERS PLANI

SARACAĞIZ YARALARIMIZI

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

Patrikhane İle İlgili Bir Belge / Bir Uyarı

03-10TEMMUZ 2015 TOPLUMUN DİN ALGISI VE DİNE BAKIŞI

Ak Parti 14.Dönem Siyaset Akademisi Ödül Töreni Yapıldı

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

Suriye'den Mekke'ye: Suriyeli üç hacı adayının hikâyesi

AKP'li Başkan, Peygamberin oğlu Tayyip dedi mi? Sözcü yalan mı söylüyor?

Siyaset ile medya savaşa hazırlanıyor

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele

Transkript:

s 00 \o düşünce kültür siyaset s m iz T 00 ö o c a k 2004 113» 3.500.000 tl I I I I John Pilger: Terörizmin Gerçek Kurbanı Müslümanlar Cevat Özkaya: Örümcek Ağında Kıbrıs D. Mehmet Doğan: Türkiye yi Kıbrıs ta Sınamak Mustafa Aldı: Kafka / Bir Siyonist Edebiyatçı EK: 2003 Dünya İnsan Hakları Raporu

u düşünce kültür siyaset mran Sahibi Ümran Yayıncılık Turizm San. ve Tie. Ltd. Şti. Adına Abdullah Yıldız Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Müdürü Cevat Ozkaya Yayın Kurulu Uğur Altun, Cevat Ozkaya, İlhan Gündoğdu, Abdullah Yıldız Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Mustafa Aldı, Metin Alpaslan, Mustafa Aydın, Muharrem Balcı, Mehmet Bekaroğlu, D. Mehmet Doğan, Mesut Karaşahan, Mustafa Miyasoğlu Mustafa Ozcan, İdare Merkezi Sofular Mh. Yeşiltekke Sk. No: 4/2 Fatih-İstanbul Tel: (0212) 532 51 76-533 72 02 Fax: 534 88 88 www.umran.org umran@umran.org Temsilcilikler Ankara: (0312) 435 94 48 - İzmit: (0542) 250 75 77 -Trabzon: (0462) 321 95 44 -İsparta: (0246) 232 34 77 Abonelik Şartları Yurtiçi Yıllık (12 sayı): 40.000.000 TL. Türkiye iş Bankası Fatih Şubesi TL Hesabı 1020 1386804 (Haşan Ak) Posta Çeki Hesabı 1605252 (Ümran Yayıncılık) Yurtdışı Yıllık (12 sayı): 60 Usd - 60 Euro Türkiye İş Bankası Fatih Şb. Usd Hesabı 1020 301000 0658751 (Haşan Ak) Türkiye İş Bankası Fatih Şb. Euro Hesabı 1020 301000 0658765 (Haşan Ak) Fiyatı: 3.500.000 TL. Dizgi, İçdüzen: Ümran Kapak Tasarım: Sezer Erdoğan Uygulama: Ümran Baskı: Yıldızlar Matbaacılık A.Ş. Cilt: İstanbul Mücellit Dağıtım: Yay-Sat Ayda bir yayımlanır. a Terörün Hedefi: İslâm İslâm dünyası ABD-İngiltere-İsrâil şeytan üçgeninin organize ettiği küresel terörizm kuşatmasıyla karşı karşıya. Giderek İsrailleşen" ABD liderliğindeki küresel terörist 1 t» L j r. - n J - n f i i l i H i l f ÎIK, Dil ycliludll llul bdvuş lullu ULU rirken, diğer yandan da mürettep ve muhayyel İslâmî terör umacısıyla kendi halkında ve nüfuz alanındaki ülkelerde sun i bir korku ve dehşet üreterek korku yönetimi politikası uyguluyor. Zaten ABD nin kadîm alışkanlığıdır bu; Amerikan yönetimi dünyayı hep birilerinin tehdidine (!) karşı koruma (!) misyonunu üstlenmiş, kendi kimliksizlik sorununu hep bu yöntemle aşmaya çalışmıştır. Medeniyetler çatışması tezinin mucidi Samuel Huntington un ifadesiyle; ABD kendisini hep başl<alanna karşı tanımlamıştır. Tarih boyunca leendisini III. George un, Avrupa monarşilerinin, faşizmin, komünizmin karşıtı olarak konumlandırmıştır. Ortada l<endi kimliğimizi konumlandırmamızı sağlayan bir karşıt vardır. Kime karşı olduğumuzu bilmezsek, kim olduğumuzu bilemeyiz- Ve ABD, yaklaşık yüz yıldır sürdürdüğü dünya jandarmalığı ile dünyayı tek başına sömürme keyfini kimseye bırakmak niyetinde değildir. Bunun için de; 1945-1990 Soğuk Savaş döneminde Komünizm geliyor masalıyla avutup yönettiği dünyayı, şimdi de İslâmî terör yalanıyla korkutarak hegemonyası altında tutmaya çalışmaktadır. Böylece, bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemekte; bir yandan dünyayı teslim alma operasyonunu adım adım gerçekleştirirken, öbür yandan da Amerikan/Batı tipi hayat tarzının yegane alternatifi olma potansiyeline sahip olan İslâm ı bloke edip kuşatmaya ve etkisiz kılmaya çalışmaktadır. İşte Ümran yazarları, Kapak dosyamızda; 11 Eylül süreciyle dünya gündemine, Kasım ayındaki patlamalarla da ( Türkiye nin 11 Eylül ü" ) ülke gündemine oturtulan İslâmî terör aldatmacasını, bu Yeni Soğuk Savaş vakıası bağlamında ele alıyorlar. İstanbul daki son olayları derinlemesine tahlil eden Yıldırım Çanoğlu ve Metin Alparslan ın yazılarını Mustafa Aydın, Mesut Karaşahan, Şemseddin Özdemir ve Abdullah Yıldız m katıldığı açıkoturum bütünlüyor. Muharrem Balcı nın Savaş ve Terör araştırması ve Mustafa Özcan ın Küresel Terörün Hedefi: Medreseler adlı incelemesi ile John Pilger den "Batı Terörizminin Kurbanları: Müslümanlar" başlığı altında yapılan derleme, meselenin geniş bir perspektiften değerlendirilmesine imkan veriyor. Qündem bölümümüz, Kıbrıs sorunu ve Fransa da başlayan başörtüsü yasağı üzerinde yoğunlaşıyor. Abdullah Yıldız ın uzun süredir devam ettirdiği Çeçmişten Çjeleceğe Ko(nu)şanlar dizisinde bu ay İmam-Hatiplerin kurucusu Celâl Hoca var. Kültür-Sanat bölümümüzdeki Mustafa Aldı nın "Kafka: Bir Siyonist Edebiyatçı" incelemesi ile Ümranek te yer verdiğimiz Mazlum-Der in "2003 Dünya İnsan Haklan Raporu ıskalanmamalı. 2004 yılı abone kampanyamız için promosyon olarak hazırladığımız, Kur ân m Hayata Müdahalesi isimli kapsamlı kitabın Ocak sonuna kadar elinize ulaşacağını müjdeler, gösterdiğiniz ve göstereceğiniz ilgiye teşekkür ederiz. Yeni yılda yeni Ümranlarda buluşmak duasıyla. Ümran-Ocak 2004 1

Uluslararası Politikanın Örümcek Ağlarında Kıbrıs CEVAT ÖZKAYA Türkiye yi Kıbrıs ta Sınamak D. MEHMET DOĞAN 8 Başörtüsü Ya Da Yeşil Öteki ABDURRAHMAN EMtROĞLU İngiltere Mektubu: Laiklik Çıldırdı KÂNİ TORUN LUI LUNTRk L t vvji 12 Ortadoğu yu Dönüştürmek Kime Düşer? TEVFİK EMİN içindekiler KAPAK: TERÖRÜN HEDEFİ İSLAM 21 Yeni Soğuk Savaş m Hedefi İslam Medeniyeti YILDIRIM CANOĞLU İ k i 34 İslami Terör Markası ile İslamı Vurmak METİN ALPASLAN 38 Batı Terörizminin Gerçek Kurbanı Müslümanlar JOHN PİLGER 42 Savaş ve Terör MUHARREM BALCI 60 Küresel Terörün Hedefindeki Medreseler ^ MUSTAFA ÖZCAN AÇIKOTURUM 67 İslam a Terör Kuşatması Yöneten: Abdullah Yıldız Çatılanlar: Mustafa Aydın Mesut Karaşahan Şemseddin Özdemir 14 Niçin Erbakan? MEHMET BEKAROĞLU YAŞAYAN İSLAM 81 Kullukta Süreklilik KERİM BULADI 84 Batının Anlamadığı, Doğunun Unuttuğu Hz. İsa nın Miladı ve Mirası ŞABAN PİRİŞ ANALİZ 16 Paradigmatik Teklifler Arasında Dünya HİKMET DEMİR ÜMRAN / EK Ek: 1 Mazlumder 2003 Dünya İnsan Hakları Raporu Ek: 2 Mazlumder İstanbul Şube Başvuruları Değerlendirme Raporu Ek: 3 Ümran Dergisi 2003 Yılı Yazı Listesi Ek: 4 Ümran Dergisi 2003 Yılı Kavram İndeksi 2 Ümran-Ocak 2004

Umfan JoinrtfK [ CcnÉ SıtJfr Qnjrrai *Vïü KjC<b MhfcKTuU^yKiraHSrarj* J l g*t iibi^irt i' * ^ - ItaOw» 120BOjfivaItsmt hm%nrx*"> GEÇMİŞTEN GELECEGE KO(NU)ŞANLAR 87 Prof. Saadeddin Ökten le Celâl Hoca Üzerine... ABDULLAH YILDIZ EDEBİYAT 91 Bir Siyonist Edebiyatçı MUSTAFA ALDI ROMAN 97 Tanpınar ın Romanları ve Zamanları MUSTAFA MİYASOĞLU KÜLTÜR-SANAT ÖYKU KAPAK Metin Alpaslan Mustafa Aydın Muharrem Balcı Yıldırım Canoğlu Mesut Karaşahan Mustafa Ozcan Şemsettin Özdemir John Pilger 100 Yalnız Adam HARUN ÇOLAK KİTAP Abdullah Yıldız İ t i I 102 İnsan Sonrası Geleceğimiz ABBAS APAYDIN ETKİNLİK 103 Tuvale Akseden İki Yürek ABDULLAH CAN YANSIMALAR 104 İsrail e Göç Politikası ERTUĞRUL BAYRAMOĞLU YAZARLAR Mustafa Aldı: Edebiyat araştırmacısı, yazar. Merin Alpaslan: Araştırma ve Kültür Vakfı Başkanı M.A bbas Apaydın: Araştırmacı yazar, kitap kurdu. Mustafa Aydın: Sosyal teorisyen. Muharrem B a la: Avukat, araştırmacı yazar. Ertuğrul Bayramoğlu: Eğitimci, tarih araştırmacısı. Mehmet Bekaroğlu: Saadet Partisi eski başkan yardımcısı. Kerim Buladı: Zeytinburnu merkez vaizi; ilahiyat doktoru. Abdullah Can: Çevirmen; iktisat okumaları yapıyor. Yıldırım Canoğlu: Araştırmacı, eğitimci, yazar. Harun Çolak: Öykücü yazar. Hikmet Demir: Din sosyolojisi üzerinde çalışıyor. D. Mehmed Doğan: Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı; RTÜ K Üyesi, dilci, yazar. Tevfik Emin: Uluslararası ilişkiler uzmanı, çevirmen, Abdurrahman Emiroğlu: Araştırmacı yazar. Mesut Karaşahan: Araştırmacı yazar; terör, insan hakları, totaliterizm konuları üzerinde yoğunlaşıyor. Mustafa Miyasoğlu: Şair, edip, hikaye ve roman yazarı. Mustafa Özcan: Yeni Asya gazetesi dış politika yazarı. Şemseddin Özdemir: Kur an ve ehli kitap çalışmaları yapıyor. Cevat Özkaya: Siyaset yorumcusu. John Pılger: Ingiliz muhalif yazar. Şaban Piriş: Kur an araştırmaları yapıyor. Kâni Torun: Doctors Word Wide yöneticisi, seyyah. Abdullah Yıldız: Araştırmacı yazar. Ümran-Ocak *2004 3

ULUSLARARASI POLİTİKANIN ÖRÜMCEK AĞLARINDA KIBRIS Kıbrıs ta seçimlerin yapılması ile beraber, Kıbrıs sorunu Türkiye nin acil gündemine oturmuş bulunuyor. Güney Kıbrıs ın başvurusu sonucunda Kıbrıs ın tümünün 1 Mayıs 2004 de A B ye üye olacağı biliniyor. Türkiye ise 2004 Aralık ayında Avrupa Birliği nden üyelik için takvim alma beklentisi içinde. Ayrıca AB nin son yayınladığı ilerleme raporunda, Türkiye nin üyeliğine ilişkin karar bir biçimde Kıbrıs la ilişkilendirilmiş ve sorunun çözümünün Türkiye nin AB yolunu kolaylaştıracağı belirtilmiştir. Rapora göre; Türkiye, Kıbrıs sorununu çözmediğinde 2004 yılı içinde tam üyeliği ilişkin AB den bir tarih alma ihtimali yok. Bu açık ve kesin. Sorun çözüldüğünde de bir tarih alması kesin değil; sadece kolaylaştıracağı umuluyor. İşte bu durum, Kıbrıs sorununu Türkiye nin acil gündemine yerleştirmiş durumda. Kıbrıs Millî Bir Dava mıdır? CEVAT ÖZKAYÂ Kıbrıs sorunu başlangıcından bu yana, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye tarafından milli bir dava olarak algılanmış ve bütün millet bu davanın etrafında kenetlenmiştir. Türkiye de birbirleriyle siyasal mücadele yapan gruplar, partiler, topluluklar Kıbrıs sözkonusu olduğunda oluşturulan politika etrafında bir mutabakat sağlamışlardır. Fakat son birkaç yıldan bu yana, gerek Türkiye kamuoyunda, gerekse Kıbrıs ta bu mutabakat çatlamış durumdadır. Kıbrıs a ilişkin oluşturulan, takib edilen ve bugüne kadar çok tartışılmadan kabul edilen politika, bugün artık alabildiğine tartışılmaktadır. O kadar ki, Kıbrıs davasının en önemli figürü, sembol ismi Denktaş bu davaya zarar veren ve artık kenara çekilmesi gereken biri konumunda mütalaa edilmeye başlanmıştır. Bilhassa Kıbrıs seçimlerinde iktidar adayı haline gelen eski Kıbrıs muhalefeti tarafından Türkiye de ise, Kıbrıs taki kadar keskin olmasa bile, Denktaş a ilişkin ciddi bir muhalefetin varolduğu aşikâr. Dolayısıyla, Kıbrıs konusunda oluşturulan devlet politikası etrafında, en azından şimdilik bir milli mutabakat olmadığını söyleyebiliriz. AKP nin Zor Dönemeci AKP hükümeti kuruluşundan itibaren Türkiye nin Avrupa Birliği ne katılımı konusunda ciddi çabalar içinde olmuştur. Meclisin son bir yıl içinde çıkardığı uyum yasaları AKP nin bu konuya verdiği önemin bir göstergesidir. AKP hükümeti bu çabanın Kıbrıs vesilesiyle engellenmesini istemiyor. Bu anlamda Kıbrıs a ilişkin BM nin sunduğu Annan Plânını çözüm için baz alarak görüşmeleri başlatmak niyetinde. Fakat tam bu noktada bir çelişkili durum ortaya çıkmaktadır. Türkiye nin yönetici elitinin muhabbet duymadığı, kuşkuyla baktığı, bir siyasal kuruluşun, bu elitin nihai hedef ilan ettiği batılılaşma, konusunda gösterdiği çaba batılılaşmacı eliti tereddüde sevketmiştir. O kadar sevketmiştir ki, nihai hedeflerini gerçekleşmeyecek bir sevda olarak niteleme durumuna gelmişlerdir. İmzacıları arasında Bülent Ecevıt, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş ve MGK genel sekreteri Em. Org. Tuncer Kılınç ın da bulunduğu Denktaş a destek mahiyetindeki bir bildiride, AB için şu satırlar yer almaktadır: Gerçekleşmeyecek bir AB sevdası uğruna, kazanılmış halklardan vazgeçmek Türk Milleti için bir intihar olacaktır. 28 Şubat döneminin önemli figürleri olan imzacılar, on binlerce öğrencinin ve ailenin hayatını sıkıntıya sokan kararlara imza atarken, gerçekleşmeyecek bir hayali dayanak yapıyorlardı. Başörtüsü nü, imam-hatipleri bu hayalin önünde engel gördükleri için yok ediyorlardı. Bugün neden bu duruma geldiler? Mesele sadece emekli ünlülerin tavrından ibaret olsa sorun olmazdı. Ancak fiilen görevde olan sivil asker bürokrat kesimde de ciddi bir direncin olduğu görülüyor. İşte AKP hükümetinin açmazı da tam bu noktada başlıyor. Bir ciddi politika oluşturmakta zorlanıyor. Çünkü her ne kadar oluşan politikanın sonuçlarına hükümet katlanmak zorundaysa da, politikayı tek başına oluşturmak imkânına sahip değil. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay başkanı ve hükümetin mutabık kaldığı bir politika, Türkiye nin politikası olarak takdim edilebiliyor. Bu kurumlar arasında ise meseleye bakışta mutabakat oluşturmak hiç de sanıldığı kadar kolay değil. Ama hükümetin bu mutabakatı mutlaka oluşturması lâzım. Ayrıca bu mutabakata Kıbrıs ın seçilmiş 4 Ümran-Ocak.2004

ÖRÜMCEK AĞINDA KIBRIS /ÖZKAYA kurtarmasın. Bu kurtarılmanın bedelini yeterince ödedik. Kimse tarafından bir daha kurtarılmak istemiyoruz. diyor. Bu sözlerin çok dostane olmadığı, yavru vatan dediğimiz Kıbrıs ın yönetici adaylarına ait olduğu düşünülünce daha bir sıkıntılı olduğu kesin. Ancak sorun sadece. bu sözleri söyleyenlerde mi? Yaklaşık 30 senedir Kıbrıs ı yöneten Denlctaş ve ekibi böyle bir sonucun oluşmasını sağlama konusunda çok mu masumlar? Yine 30 senedir bu ekibe destek veren Türkiye nin politikalarının bu sonucun oluşmasında hiç mi payı yok? KKTC dış güçlerin rahatlıkla cirit attıkları, kamuoyunu yönlendirebildikleri bir bölge haline gelmiştir. M. Ali Talat ın sözleri durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor: Eylemlerimizde AB fonlarını kullandık. Fullbright, British Council ve AB fonlarını kullanarak çeşitli etkinlikler, seminerler ve konferanslar düzenledik. Genç kadınlar motive edildi. ABD de Fullbright fonları ile 20 Türk 20 Rum kadını eğittik. Bu kadınlar, dönüşte Annan plânını desteklemek için yapılan eylemlerde önemli roller oynadılar. (Emin Pazarcı Tercüman 28.12. 2003) 17 Aralık tarihli Radikal de Yavuz Gökalp Yıldız ın, aynı yabancı etkisini ve yolsuzluğu irdeleyen şu satırları da hayli ilginç. Kıbrıs tı Türkleri etkilemeye çalışan lobileri de ülke dışında aramaya gerek yok. Rum lobileri dahil tümü, KKTC de kurdukları ağlarla içte daha güçlüler. Türkiye ye ve KKTC nin varlığına karşı lobiler oluşturulmuş ve ülkenin içini kontrol ediyorlar. Partizan kararlar da yolsuzluktan daha büyük zarar verir nitelikte. Partizan liyakatsizliği, liyakatsiz- lik ise yolsuzluğu tevşik eder olmuş. Bütün bu işler olurken, Türkiye yi yönetenler ne yapıyorlardı? Ada nın yolsuzluk yuvası haline gelmesine fırsat vermemek için ne gibi eylemlerde icraatlarda bulun hükümetinin dahil edilmesi de vazgeçilmez bir gerekliliktir. Böyle bir mutabakat sağlanamadan hükümetin atacağı her adım, mahivetine bakılmadan insafsız ve suçlayıcı eleştirilerle karşılaşacaktır. Kıbrıs sorununu sürüncemede bırakarak bugünkü açmazı oluşturan Ecevit ten Demirel e, Baykal a kadar siyasiler ve bürokratlar bu eleştiri kervanının öncüleri olacaklardır. Hükümetin birinci açmazı bu; İkincisi de, AB nin sorunun çözülmesi halinde 2004 aralığında Türkiye ye bir tarih verip vermiyeceği konusundaki tereddüttür. Kıbrıs ı Annan Plânı çerçevesinde çözüp, AB den tarih alamayan bir siyasi iktidarın Türkiye de hükümet etmeye devam etmesi hemen hemen imkansızdır. Bu iki açmaz arasında bir politika oluşturmak mecburiyeti hükümeti oldukça zorlayacaktır. Kıbrıs ta Yanlış Kararlar/ Politikalar 1974 harekâtından bu yana, Kuzey Kıbrıs ta Türkiye nin kesin bir hakimiyeti olmuştur. Harekat Kıbrıs Türk halkını Rumların saldırılarından korumak gayesiyle yapılmıştır. Ancak Kıbrıs halkının gerek ekonomik, gerekse kültürel açıdan geliştirildiğini söylemek mümkün değil. Ekonomik açıdan Türkiye de yaşayan insanlardan daha iyi konumda olsalar da, Rumlar dan oldukça geride kaldıkları biliniyor. Kültürel açıdan bidayetten beri sorunlu olan halk, değil iyileşmek daha sorunlu hale gelmiştir. Kimlik konusunda sorunları artmıştır. Anavatan ile bağlar konusunda sorunları artmıştır. Bu o kadar böyledirki, bugüniktidar adayı CTP nin lideri Mehmet Ali Talat Türkiye bazı gericilerin anavatanı olabilir ama benim anavatanım değil. diyebiliyor. Yine CTP nin genel sekreteri Ferdi Sabit Soyer Mart 2002 gibi yakın bir tarihte Türkiye, artık lütfen bizi dular? Anlaşılan o ki, Adanın bu hale gelmesinde bir kısım yöneticilerin ihmali, belki de dahlinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Rumlar dahil, bazı dış güç- ler adanın toplumsal ve kültürel yapısını etkileme çalışmaları yaparken, bunları engellemesi gereken anavatanın bir kısım yöneticileri iç düşman avında oldukları için olmalı, Kıbrıs ı tümüyle yolsuzluğun, kimliksizliğin kucağına itmişlerdir. Bugün gelinen nokta böylesi çarpık bir politikanın tabii sonucudur. Son Söz Bugüne kadar olan yanlışlıklardan umalım ki, ders alınsın. Ancak şu sıkışık konumda Kıbrıs görüşmeleri yapılırken, vazgeçilemez olduğunu düşündüğüm bir iki konudan bahsetmek istiyorum. 1 -Türkiye nin Londra ve Zürih antlaşmalarıyla elde ettiği garantörlük hakkı sulandırılmamalıdır. 2- Kuzey e dönecek Rumların toplamı Türk toplumunun % 10 unu geçmemeli. 3- İki devlete de kurucu ibaresi kullanılmadı. 4- Anadolu dan yerleşen Türkler den vatandaş olanların orada kalması sağlanmalıdır. 5, İade edilecek Rum emlâki Kuzey Kıbrıs yüzölücümünün % 10 unu geçmemelidir. 6- Ankara (Hükümet, Cumhurbaşkanı, Genel Kurmay) mutabakatla oluşturduğu politikanın müzakeresini sayın Denktaş ın yapması doğru olur. Herşeye rağmen, gerek Türk, gerek Kıbrıs kamuoyu O ndan başkasının vereceği her tavizi hainlik olarak nitelemeye çok müsaittir. Fakat burada önemli bir husus, Denktaş a teslim olmamaktır. Daha önceki başbakanlar Ozal ve Demirel in Denktaş tan yakınmaları gözönüne alındığında, bu uyarının çok ihmale gelir bir uyarı olmadığı anlaşılır. Ümran Ocak 2004 5

TÜRKİYE Yİ KIBRIS'TA SINAMAK Kıbrıs, Türkiye yi, Türkiye Cumhuriyeti ni kuran milletlerarası anlaşmaları, bu anlaşmalara dayalı olarak sürdürülen dış politikaları en az ya- rım asırdır sınamadan geçiriyor. Bu sınamalardan geçe geçe bugüne gelindi. Şimdi roller değişti, artık Türkiye Kıbrıs ta sınanıyor. Kıbrıs konusunun ülkemizde bu derecede aktüel olduğu dönemler 1950 lerde, İngiltere nin adayı terk etmeye karar verdiği günlerde, 1960 sonrası katliam sırasında ve 1974 Harekatı sırasında olabilir. Peki bu zikredilen tarihler dışında Kıbrıs tan veya Kıbrıs meselesinden uzak mı kaldık? Kalmadık elbette. Kıbrıs meselesi, I950 li yılların sonundan beri hiç bir zaman gündemimizden çıkmadı. Türkiye, Lozan da kesin olarak verdiğini bir şekilde almak için, hayli gecikmiş olarak da olsa, harekete geçtikten sonra, gizli açık teşkilatlar kurarak Kıbrıs ın Türk halkını yönlendirdi. Kıbrıslı Türkleri, tekrar Türk kimliğinin bir parçası yapmak için atılan adımlar, bugünkü durumu açıklayacak bir hayli unsura sahip. D. MEHMET DOĞAN ğildir. Burada muhalefet lideri M. Ali Talat ile partisi ve yandaşları, başka bir vatanı, başka bir orduyu, başka bir bayrağı temsil etmektedirler. Yazar, fikirlerini, televizyonlara intikal eden bir Kıbrıs haberine dayandırıyor. Bu habere göre, 14 Aralık seçimleri dolayısıyla yapılan bir toplantıda CTP lideri M. Ali Talat ın adamları Türk Bayrağı asmak istememiş. M. A. Talat aylarca önce, televizyonda Türkiye benim anavatanım değil, ben Girneliyim demiş. Hatta, Türkiye bazı gericilerin anavatanı olabilir ama benim değil diyesiymiş... Göze, bunun basit bir nankörlük olarak nitelenemeyeceği görüşünde. Bu, öğretilmiş, gösterilmiş, takviye edilmiş, beslenmiş, doyurulmuş, yönlendirilmiş, güvendirilmiş, garanti edilmiş, sigortalanmış bir ihanet çemberidir. Bunu anlamak da anlatmak da kolay değildir. Sadece şunu söyleyim ki dünyada hiçbir ihanet sigorta edilememiştir ve bir noktada patlak veya çatlak vermiş ve failini cezalandırmıştır. Öte yandan Talat ve adamları Türkiye yi anavatan saymazken, Kıbrıs Rum Kesimi Yunanistan ı tek vatan saymaktadır. Böylece Türkiye bizim anavatanımız değil diyen Talat ve adamları da Kıbrıs Rumları ile 1970 lerin ünlü köşe yazarlarından Ergün Göze, Kıbrıs taki siyasî mücadele ile ilgili olarak yakınlarda yayınlanan bir yazısında bakın neler söylüyor: Kıbrıs taki muhalefet, iktidara karşı değişik fikirlerin sahibi bir diğer parti dena omuz vermiş bulunmaktadır diyor. Yazar, Kıbrıs laboratuvarına bakarak, Türkiye yi, Türkiye nin yakın geleceğini görmek yerine, beraber Yunanistan vatandaşlığı- bu küçük adaya mahsus dar alana -sıkışmış -bir- sonucu gözümüzün önüne getiriyor. Herkes açıktan reddetse de, Hantington un medeniyetler çatışması" tezi bugünün revaçtaki şablonudur. Hantington, bu tezde iki ülkeden bahsetmekte, fakat birisine ağırlık vermektedir. Bu ülke Türkiye dir. Türkiye ona göre, tarihen bölünük ülke lerin başında gelmektedir. Türkiyede halk kitlesi, gelenekli değerleri muhafaza etmekte, yani toprağın, tarihin ve aidiyet unsurlarının hakkını vermekte; fakat, yönetici kitle batının değerleriyle farklı, hatta ona zıt bir tabaka meydana getirmektedir. Hantington un tezini dikkatle okuyan birisi, Türkiye nin medeniyetler çatışması tezinde iç harb bölgesinde kaldığı düşüncesine varır. Evet vatan bir, millet bir. Fakat fikir başka başka. Fikir farklılıklarının her zaman ayırıma yol açması gerekmeyebilir. Fakat burada gerçekten ayırıma yol açan kritik bir bölünme sözkonusudur. Maddî vatanı, milleti böldürmek istemeyenler, toplumun aidiyet unsurlarının meydana getirdiği manevî vatan konusunda tamamen farklı bir yerde durmaktadırlar. Bu farklılığın esasını ise, din konusundaki tutum teşkil etmektedir. Din bir zamanlar, muhtemelen Yakın Şark İşleri Konferansı nda kabul edilen konseptten ötürü, aidiyet unsuru olmaktan çıkarılmış ve yeni Türk kimliği tamamen sentetik unsurlar üzerine bina edilmeye çalışılmıştır. Bu sentetik 6 Ümran-Ocak 2004

TÜRKİYE Yİ KIBRIS TA SINAMAK /DOĞAN yapılanmanın seyri demokratik sisteme geçilmese nasıl tezahür ederdi, tahmin etmek güç. Fakat, Türkiye çok partili hayata geçtikten zandığı için, halkın değerleri de is- ter istemez önem kazanmıştır. Din dışı aidiyet in bir toplumu sürükleme gücünden yoksun olduğu işte o zaman görünür hâle gelmiştir. Halkın kendi değerleri doğrultusunda uzlaşmaya dayanan, çatış- masız bir Türkiye kurma iradesi, başından beri dini aidiyet hanesinden çıkaranlar tarafından kabul edilemez bulunmuştur. Bu elbette yeni Türkiye yi kuran uluslararası iradeye de uygun düştüğü için, dış desteğe de sahip olmuştur. Fakat bugün Türkiye, aidiyet unsurları veya manevî vatan farklılaşması yüzünden ciddi bir iktidar çatışmasının ortasındadır. Bu çatışmanın göstergelerinden biri de Kıbrıs tır. Bu adada yaşayan ve Türk olarak tanımlananlar üzerinde Türkiye nin nüfuzunun giderek zayıfladığı gözlenmektedir. Bu zayıflamayı, Kıbrıs la sınırlı tutmak konuyu tam olarak kavrayamamak anlamına gelir. Türkiye, toprakları geniş, nüfusu büyük ama milli varlığını koruma konusunda enerjisi zayıf bir ülke konumuna düşürülmektedir. Bu kritik anda, dış etkiler sonucu Kıbrıs ta yaşayan Türk varlığı, ana gövdeden koparılabilir. Bu kopmanın Türkiye yi derinden sarsacağından şüphe yoktur. Tarihî kültürel kırılma, millî aidiyet unsurları konusunda anlaş- mazlık sonucu Türkiye'de millet varlığını ciddi şekilde tahrip etmektedir. Onun geçmişe, gerçek (ve tabii) aidiyet unsurlarına yaslanarak güçlenmesi nasıl irtica olarak tesmiye edilebilir? Türkiye çürüyüp yok olmamak için köklerine dayanmaya çalışıyor, kendilerine devlet süsü verenler hemen İrtica kartını çıkarıyor. Geleceği kurmak için hukuka, demokrasiye, ilme, refaha, hürriyete yöneliyor, bu sefer toplum olarak farklı olduğumuz öne sürülüyor. Halk kaderine sahip çıkmaya yelteniyor; seçimli siyasetin karşısında, bürokratik siyaset konumlandırılıyor. KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığının yayınladığı Kıbrıslı Türklerirı Kimliği ile ilgili kitapta Bakanlık mensuplarından Ali Nesim şöyle söylüyor: Her şeye meraklı olduğumuz halde tarihimize, mezarlıklarımıza, camilerimize karşı saygımız çok azdır. (Bu hususlarda bakınız, H. Mehmet Ateşin: Kıbrıs ta İslâmî Kimlik Dâvası, İstanbul 1996) Kıbrıs ta manevî donanımı sı- ımiı minyatür Türk topluluğunun verdiği sinyal çok önemli; çünkü bir müddet sonra, Anadolu yu da etkileyecek bir dönüşümün habercisi olabilir. Bu itibarla, uyanma mühleti giderek azalıyor. Kıbrıs ta ortaya çıkan durum, şu sıralar en çok din dışı aidiyet görüşüne yaslananları tedirgin ediyor. Din milletimizin esaslı aidiyet unsuru değilse, Kıbrıslı türklerin millî varlıklarını koruma konusunda direnmeleri pek fazla gerekmiyor. Coğrafi kimlik o zaman ağır basıyor ve bu şekilde ortaya çıkan Kıbrıslılık bilinci Türkiye nin elini zayıflatıyor. Türkiye dindar veya dindar olmayan Rumların Makarios gibi bir dini lidere destek verdiği bir toplumun karşısında bulunan Kıbrıslı türklere laiklik ihraç edeceğine, doğru bir milli aidiyet üzerinde gelişmesine çalışsa idi, korkulacak bir şey olmayacaktı. Farklı millet, her halükarda varlığını korumak iktidarına sahip olacaktı. Bugün Kıbrıs üzerinde Türkiye kamuoyunda uyandırılan korkular, elbette haklı bir sebebe dayanmaktadır. Kıbrıs türklerinljaik kimlikle^ada içinde Türkiye ye bağlı tutmanın şartları gün geçtikçe azalmaktadır. Çözüm, toplumu şöyle veya böyle baskı altında tutarak, krizi uzatarak sağlanabilir mi? Siz sab- retseniz bile zaman sabreder mi? Ümran -Ocak -2004 7

BAŞÖRTÜSÜ YA DA YEŞİL OTEKI ABDURRAHMAN EMİROGLU E skiden Komünistler suçlu idi; şimdi Müslümanlar! Eskiden her taşın altında bir Komünist parmağı aranırdı; şimdi Müslüman parmağı aranıyor. 1990 da Sovyetler Birlği nin kesinolâralcçökmesi ve 1991Nato Konsepti ile Komünizm in yerine Islâm m tehdit ilan edilmesinden bu yana bütün kötülükler Müslümanların ve dolayısıyla İslâm ın sırtına yıkılır oldu. 11 Eylül süreci ise bu yaklaşımı daha bir keskinleştirdi, -tabir yerindeyse- ideolojikleştirdi. Şimdi artık, İslâmî görünürlüğe ait ne varsa (başörtüsü, sakal, sarık, cüppe, cami, Kur un kursu, medrese...) çirkin, sevimsiz, kötü ve tehlikeli gösterilmektedir. Evet, eskiden bütün olumsuz imajlar Komünist Blok ( Demirperde Ülkeleri ) için üretilir; bütün vahşîlikler, barbarlıklar, insanlık dışı uygulamalar komünistlere hamledilir, onları küçük düşüren fıkralar, söylentiler uydurulurdu. Elbette komünizm, komünistler pek de öyle masum değillerdi; ama onların abartılı kötülükleri sayesinde kendini temize çıkaran, yaptığı zulüm ve haksızlıkları örten Kapitalist Blok yani Hür Dünya" (!)nın patronu ABD ve Batı ülkeleri, bu kızıl öteki sayesinde egemenliklerini tam 45 yıl sürdürdüler (1945 Yal ta Anlaşmasından 1990 da Soğuk Savaş m sone ermesine kadar). Şimdi ise, tüm kötülükleri kendisine yükledikleri yeşil öteki sayesinde iğrenç egemenliklerini devam ettirmek istiyorlar. Üstelik kızıl öteki, Batı uygarlığının kendi içinden ürettiği seküler bir düşmandı; yani Kapitalizm ile Komünizm düşman kardeşler idi; yeşil öteki ise Batı nın yüzyıllardır savaştığı kadîm bir düşman... / «t v ^ Şimdi Batı, aslî düşmanıyla; yeni" ama aslında çok eski düşmanı İslâm la savaşıyor! Mark Jurgensmeyer, Yeni Soğuk Savaş isimli kitabında(1993), bir ABD Dışişleri yetkilisinin 30-40 yıl önce Komünizm le ilgilendiğimizden çok daha fazla bugün İslâm la ilgilenmek zorundayız. sözünü aktarıyor. Nato Genel Sekreteri Willy Claes in 1995 te açıkça, İslâm fundamentalizmi Komünizm den daha tehlikeli diyerek yeni düşmanı ilan etmesi, 11 Eylül ün ertesi günlerinde ABD Başkanı G. W. Bush un sürç-i lisan eseri(!) Haçlı Seferleri ifadesini kul' lanması, İtalya Başbakanı Berlusconi nin uygar Batı, İslâm dünyasını medenileştirmek zorunda şeklinde konuşması... sözkonusu kadîm savaşın yeniden başlatılmasından ve Haçlı zihniye- ti nin tekrar hortlatılmasmdan başka bir şey değil. Aslında, Batı nın Islâm fo- bisi nin kökleri oldukça eskilere uzanıyor; Hıristiyan Bizans ve Avrupa topraklarının İslâm hakimiyetine girişi bu korkunun ilk başlangıcını oluşturdu. Hz. Ömer zamanında Kudüs, 8. yüzyılda İspanya nın fethinden sonra 11. yüzyılda Anadolu Müslüman Türklerin eline geçti. İki yüzyıl süren Haçlı seferleri Batı da doruk noktasına çıkan İslâm düşmanlığının bir sonucuydu ve Batılı top- lumlara canlı bir İslam düşmanlığı mirası bıraktı. 14-15. yüzyıllarda Osmanlılara karşı Haçlı saldırıları başlatan Avrupa; uzun süre müdafaada kaldıysa da sömürgecilik çağında yeniden atağa geçerek İslâm dünyasına karşı saldırılarını günümüze kadar sürdürdü. Batılı, tarih boyunca Müslümanları hep barbar, saldırgan, vahşî ve ilkel öteki olarak gördü... Ve Batı da Is- lâm-fobi hep canlı kaldı. 11 Eylül 2001 de ise bu fobi tekrar hortlatıldı. Şimdilerde B.Lewis in Müslüman öfkenin kökenlerinden, bir başkasının Müslümanların Avrupa yı demografik olarak istilası ndan dem vurmalarının nedeni budur. Daha geçen yıl ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci, Allah ın çocukları fareler gibi ürüyor diyor ve Avrupa da yaşayan tüm Müslümanların Batı uygarlığı 8 Ümran-Ocak 2004

için bir tehdit olduğu nu vurguluyordu. Medeniyetler çatışması tezinin mucidi Samuel Hunting' ton ise 11 Eylül sürecini Islâm ın kendi dışındakilerle savaşı ola- rak yorumluyordu. Anlaşılan o ki; bu Yeni Soğuk Savaş döneminde İslâm, İslâmî görünürlük, İslâmî semboller hedef alınacak, Müslümanları öcü, terörist, canavar, ilkel, pis... olarak göstermek için psikolojik savaşın bütün unsurları kullanılacaktır ve zaten kullanılmaktadır da. Son olarak sıra, Müslüman kadının en belirgin alâmet-i fârikası olan başör- tüsü ne gelmiştir. Tunus ve Türkiye gibi ülkelerde pilot uygulamasını yaptırdıkları başörtü yasağını şimdi Fransa, Almanya dan başlayarak küreselleştirme peşindeler. Bu, İslâm a karşı başlatılan küresel sıcak ve soğuk savaşın çeşitli yansımalarından sadece biridir. Küfür cephesinin yani küresel şeytanî güç merkezinin İslâm a ve Müslümanlara karşı çok yönlü saldırıları sürecektir; tâ ki Müslü- manlar onların millet ine (dîn haline getirdikleri hayat tarzlarına) tâbî oluncaya kadar. Siz onların dîn(millet)lerine tâbî olmadığınız sürece, onlar sizden aslâ râzı olmaz. (2/120) Batı(cılar) bir noktayı kaçırıyor: Kızıl öteki ilan edilip tasfiye edilen Komünizm, seküler bir ideoloji idi; tıpkı çöküşünü yıllar yılı yeşil öteki ile durdurmaya çalışan Liberal Kapitalizm gibi. İslâm ise beşer ürünü bir ideoloji ki bunun bile sizi koruma garanti- _degiî7"edîdîn dır; bir yaşama Biçimidir, İlâhi temele dayalı bir hayat nizamıdır. Müntesipleri çeşitli sıkıntılar çekse de kıyâmete kadar var olacak ve insanlığın yegâne kurtuluş ümidi olmaya devam edecek tek alternatiftir. İngiltere Mektubu: LÂİKLİK ÇILDIRDI! Yukarıdaki başlık 18 Aralık ta The Guardian da çıkan Madeleine Bunting in makalesinin başlığı. Makalenin çevirisi 19 Aralık ta Radikal de ve Zaman da yayınlandı. Amacım makaleden bahsetmek değil, orada da bahsedilen Fransa daki başörtüsü yasağına değinmek. Bu yasak her ne kadar Fransa da başlayacaksa da gerek tarihi gerekse AB dolayısıyla Avrupa da her yerde tartışılıyor; dolayısıyla İngiltere de de. Tabii İngiltere ile Fransa yı bu konuda karşılaştırırken olayı tarihsel arka planıyla birlikte ele almak gerekiyor. Fransa da laiklik din ile yani kiliseyle kavga ederek ve kiliseyi tahakküm altına alarak ve tüm kamu alanlarından dışlayarak gelişmiş; oysa İngiltere de laiklik dinle barışık bir gelişme izlemiş, süreç barışçı bir şekilde gelişmiş ve İngiltere de hala din-bir şekilde kamu hayatını etkiliyor. Mesela kraliçe hala resmen Anglikan kilisesinin başı. Hatta kraliçenin unvanları sayılırken (bana Kanuni nin Fransuva ya mektubunu hatırlatıyor, tabii bu o kadar uzun değitf'îngiltere nin, İskoç- ya nm, Galler in, K. İrlanda nın kraliçesi, Commonwealth in başı dendikten sonra defender of the faith" denir. Yani imanın müdafii. Burada kastedilen Hıristiyan imanı; çünkü the faith" diyor yani KANI TORUN belirli bir iman. Hatta deniyor ki Prens Charles bu ibareyi sadece faith olarak değiştirmek istiyor; böylece artık çok kültürlü ve dinli hale gelmiş İngiltere deki diğer dinleri de tanımış olacak. Anlatmak istediğim şu ki, halihazırdaki laiklik uygulaması dinle barışık bir uygulamadır. Şimdi tekrar Fransa ya dönersek; bu uygulamada sebep olarak kullanılan anahtar bir kelime var ki, bu çok önemli; kimse bu konu üzerinde pek durmuyor. O da entegrasyon. Fransızlar Müslümanların Fransız toplumuna entegre olmadıklarını, dinin bunu önlediğini söylüyorlar. Aslında Almanlar da Türkler için aynı şeyi söylüyor; ancak orada Yeşillerle koalisyon yapan bir hükümet olduğu için henüz Fransızlar kadar ileri gitmiyorlar. Eğer Hıristiyan Demokratlar iktidara gelsin, görürsünüz, aynı şeyler orada da başlayacak. Çünkü kalkış noktası yanlış; ırkçı ve baskıcı. Ne demek entegrasyon? Onlar gibi olmak, tüm farklılıklarınızın törpülenmesi, kendi kültürünüze yada dininize ait değerleri yontup o toplumla kaynaşmanız. Kısaca onlar gibi olmanız. Yani en iyi yabancılar onların gözünde onlar gibi giyinen, onlar gibi yiyip-içen, onlar gibi yaşayanlar. Yani renginizin dışında her şeyi değiştireceksiniz. Kaldı Ümran-Ocak.2004 9

GÜNDEM slyok.çünkü ırkçılar kendileri gk. bi inanan ve yaşayan siyahlara sırf renklerinden dolayı saldırıyor. Dolayısıyla her halükârda siz öteki "siniz. Eğer her durumda öteki olarak kalacaklarsa bu insanlar neden kendi kültürlerini ve dinlerini terk etsinler ki!? Fransa, laikliği bir din gibi algılıyor ve kendilerine direnen dine (İslam a) açıkça savaş açıyor. Dikkat ederseniz, Fransa daki diğer dini kuruluşlar da bu yasağa karşı çıktılar. Yani savaş dine karşı. Bu mücadele yarın öbür gün A B de başlayacak. Fransa-Almanya bloğu bu mücadeleyi oraya da taşıyabilirler. Zaten papalığın AB anayasasında Hıristiyanlığa atıf yapılması konusundaki isteğini reddettiler. Bizim hükümet de bu konuda onları desteklemiş ve AB anayasasının laik olması konusunda bastırmış, gazetelere bakılırsa. Keşke yapmasalardı. Eğer Hıristiyan köklere atıfta bulunulsaydı, Müslümanlık da o anayasaya eklenebilirdi. Halen yaşayan milyonlar ve Türkiye nin katılımıyla oluşacak 100 milyona yaklaşan bir nüfusun taleplerini gözardı edemezlerdi. Bu laiklik dininin müntesipleri İslam a düşmanlıkta Hıristiyanlardan daha şeditler benim gözlemlerime göre. Gelelim tekrar İngiltere ye: Burada kullanılan anahtar kelime ise entegrasyon değil, multiculturalism yani çokkültürlülük. İngiltere etnik azınlıklarla ilişkilerinde bu anahtar kelimeyi kullandığı için farklı kültürlere mensup olmak, farklı dini pratiklere sahip olmak bir tehlike değil, bir zenginlik olarak görülüyor. İnsanların inanan bir Müslüman, Hindu ya da Sikh olarak iyi bir British olabileceğine inanıyorlar. En azından büyük çoğunluk böyle düşünüyor ve establishmerıt (müesses nizam) da bu yönde bir politika uyguluyor. Bu yüzden burada başörtülü bir kadını, ya da sarıklı bir Sikh i bankada, hastanede, hatta polis teşkilatında çalışırken görebilirsiniz. Evet polis teşkilatı başörtülü bayan polisler için özel üniforma hazırlattı. Okullarda, hatta ilkokulda bile çocuklar başını örtebiliyor ve kimse karışmıyor (kamu okullarında). Hatta işe başvurunuzda ya da çalışırken bu konuda size karşı bir ayrımcılık uygulandığı ve haksızlık yapıldığına inanıyorsan ız (işveren özel sektör de olsa) eşit fırsat komisyonuna şikayette bulunabilirsiniz. Bu yolla tazminat alan Müslümanlar var. Bu mevzuyla ilgili bir-iki anekdot aktarmak istiyorum. Birincisi burada (Manchester da) bir yerel gazetede çıkan bir haber: Manchester dâki polis merkezinde (Emniyet Müdürlüğü) mescit yapılması ile ilgili. Habere göre Müslüman polislerden birinin merdiven altında namaz kıldığı görülünce (sıkı durun, ceza verme ya da işten atma değil) bir mescit ihtiyacı olduğu anlaşılmış ve binada bir oda mescit olarak ayrılmış. İkincisi bizzat bizim aile ile ilgili. Doktor olan eşim Sağlık Bakanlığına bağlı bizdeki Sağlık Müdürlüğü muadili bir kurumda halk sağlığı uzmanı olarak çalışıyor. Yani nispeten otonom olan hastane gibi değil, direkt idari görevde. Çalıştığı kurumdaki politically correct yani sosyalist olan amiri Dr S.Watkins ona ilk görüşmesinde başörtülü olduğu için, namaz vs. gibi dini ibadetlerde bir yardıma ihtiyacı olursa (yer vs.) hiç çekinmeden bildirmesini söyledi. Yani yaklaşım senin işini nasıl kolaylaş 10 Ümran-Ocak 2004

İNGİLTERE MEKTUBU /TORUN çok verim alırsınız. Maksat üzüm yemek ise işin doğrusu bunların yaptığı. Bunları İngiltere propagandası için anlatmıyorum. Son zamanlarda Türk medyasında hatta İslâmî duyarlığı olanlarda bile devlet görevlilerinin başörtüsü örtmesinin yasaklanmasını doğru gören bir anlayış var. İngiltere de sorun olmayan hatta tam tersine pozitif yönde kullanılan bir şey Müslüman ülkede niye oluyor anlamış değilim. Bu konuyla ilgili bir saptama daha yapmak istiyorum. Bu Ang- lo-sakson kökenden dolayı bu anlattıklarımın benzeri ABD de de mümkün. 11 Eylül sonrasında yaşadıkları güvenlik histerisine rağmen bu konuda ABD hala Avrupa dan çok farklı. İnternet üzerinden ABD Müslümanlarının haberlerini de takip ettiğimden bunu biliyorum. Bu konuya ilişkin son olarak şunu söylemek istiyorum, Fransa bu işten kaybedecek. Bu yasak entegrasyona değil daha çok bölünmeye kapı açacak. Bunu ideolojik bir saptama olarak görmeyin, makul düşünen herkes bunu söylüyor. Şimdi bahsedeceğim ikinci konu biraz tıbbi, ancak herkesi ilgilendiriyor: Son yıllarda İngiltere de MMR (kızamık, kızamıkçık, kabakulak) aşısı ile ilgili büyük bir tartışma var. Geçen hafta televizyonda bu konuyu hikaye eden bir program, arkasından da bir tartışma yayınlandı. Olay aslında basit bir bilimsel tartışma gibi görünse tırırız yönünde. Bu da son derece akıllıca. Çünkü insanları kılık kıyafetine göre değil de vasıflarına göre işe alırsanız ve onların olabildiğince kendilerini özgür hissetmelerini sağlarsanız işten daha de ulaştığı boyutlar bilim adına yapılan bağnazlığın hangi dereceye varabileceğini göstermesi açısından çok ilginç. Onun için bu hikayeyi ve üzerine yapılan tartışmaları kısaca özetlemek istiyo- Olayın kökeni MMR yapılan çocuklardan bazılarında otizm gelişmesi üzerine bunların anneleri tarafından yapılan araştırmayla başlıyor. Evet anneler tarafından. İlginçtir hiçbir tıbbi ve bilimsel formasyonu olmayan bu anneler sadece annelik içgüdüsüyle ve interneti kullanarak bu aşıyla ilgili bir şeylerin yanlış gittiğini doktorlara anlatmaya çalışıyorlar. Tabii ki doktorlar dinlemiyor. Anneler çocuklarının iki yaşma kadar normal bir gelişme gösterdiğini, fakat hemen MMR aşısı akabinde bağırsak bozukluğu ortaya çıktığını ve aşının tekrarından sonra çocuklarının değiştiğini ve çevreyle uyumunu kaybedip otistik hale geldiğini gözlüyorlar (otistikler hakkında fikir edinmek için Dustin Hoffman m Yağmur Adam filmini öneririm). Bunu anlatmaya çalıştıklarında doktorlar ya bunları tersliyor ya da kibarca MMR in nasıl güvenli bir aşı olduğunu tekrarlıyorlar. Yalnız bir doktor bunlara inanıyor: Dr Andrew Wakefield. Bir gastroenterolog (mide bağırsak hastalıkları uzmanı) olan Dr Wakefield aynı zamanda iyi bir araştırmacıdır. Royal Free Hospital da bir araştırma programı yürütmektedir. O, bu çocuklarla ilgilenir ve 12 vakada aşı sonrasında bağırsak da virüsün tahribat yaptığı ve bu yolla beyinde kalıcı hasar meydana getirebileceği konusunda çalışma yapar. Aslında Dr Wakefield de aşıya karşı değildir, ancak bu iki olay arasında gerçek anlamda bir ilişki mak için araştırmalara devam etmek istemektedir. Ancak onun çalışmasını itibarlı tıp dergisi Lan- cet te yaymlaması(1998) ile birlikte scientific establishment" (top- rağı bol olsun, Fayeraband in dediği gibi buna bilim kilisesi diyebiliriz) karşı saldırıya başlar. Önce araştırmanın devamı için gerekli fon kesilir. Sonra ekibini dağıtırlar; bazılarını tehdit eder, bazılarına -mesela en yakın arkadaşmaprof.luk verirler. Sonra bakanlık saldırıya geçer; dört koldan propaganda yayını başlar. Ben o günleri hatırlıyorum; tv de sık sık MMR in güvenli bir aşı olduğu yayınlanmaya başladı. Adamcağızın telefonu dinlemeye alınır ve en sonunda araştırma birimini kapatılır. Ancak Dr Wakefield ABD de bir vakıf tarafından davet edilir ve çalışmalarına onlar fon sağlarlar; halen orada araştırma devam ediyor. Bu arada İngiltere de daha önce %98 ler düzeyinde olan aşı yüzdesi %70 lere düşer. İlginçtir dün akşam tv de halkın bu konuda ne düşündüğünü öğrenmek için yapılan bir araştırmadan sonuçlar açıkladılar ve halkın büyük kısmı bu konuda devlete güvenmiyor ve hala aşıya şüpheyle bakıyor. İnsanlar bu işin ilaç şirketlerinin bir tezgahı olduğunu düşünüyorlar ve hâlâ aşı yüzdesi çok düşük. Devlet tek kızamık aşısı sağlamıyor ve insanlar bazen 300-400 pound ödeyip çocuklarına sadece kızamık yaptırıyorlar. Başbakana çocuğuna MMR yaptırıp yaptırmadığını sordular, cevap vermedi olup olmadığı konusunda emin olmuhtemelen yaptırmadı; çünkü yaptırsa yaptırdım derdi. Olayın en önemli tarafı da bir bilim adamının sadece bir bilim adamında gerçekte olması gereken şüphecilik olduğu için yargısız infaza tabi tutulmasıydı. Yani bi- Umran-Ocak 2004 11

GÜNDEM lim bizim her şeyden şüphe etmemizi istiyor, fakat kendinden asla. Bu anlamda bilim gerçekten bir din haline geldi, üniversiteler bunun kilisesi, prof.lar da papaz (rectorırektör ve decan:dekan da birer kilise unvanıdır zaten). Bu arada işin magazin kısmıyla ilgili bir şey eklemek istiyorum: İstatistiklere göre özürlü çocuğu olan evliliklerin %80 i ayrılma ile neticeleniyormuş (daha doğrusu kadın çocuğa bakıyor erkek başka kadına gidiyor). Bu ayıp da biz erkeklere yeter sanırım. Son olarak 25 Aralık Christmas(Noel) Bayramı ile ilgili iki şey söylemek istiyorum: Birincisi, Anglikan kilisesi başpiskoposu Dr Rowan Williams, Christmas dolayısıyla yaptığı konuşmada açıkça ABD ve İngiltere hükümetlerini, Guantanemo daki tutsaklara ve İngiltere de benzer durumda tutulan Müslümanlara (İngiltere de de 11 Eylül den sonra çıkarılan bir yasayla terörist olduğundan şüphelenilen yabancılar mahkemeye çıkarılmadan süresiz hapiste tutuluyor) yapılan muamele ile ilgili şiddetle eleştirdi. Bu uygulamaların Müslümanları aşırılığa iteceğini söyledi. Dr Williams Irak da savaşa da karşıydı. İkincisi, bu bayramın dini niteliğinin neredeyse kaybolup artık bir tüketim ritueline dönüşmüş olması. Mağazalar yıllık satışlarının %50 sini bu dönemde yaptıklarını açıkladılar. Gerçekten de insanlar çılgın bir şekilde alışveriş yapıyorlar (illa paraları olduğundan değil, çoğu kredi kartlarına yükleniyor). Şimdilik bu kadar. Allah a emanet olun. ORTADOGU YU DÖNÜŞTÜRMEK KİME DÜŞER? Gözden kaçırılmaması gereken iki nokta: 1) Amerika ne, neyi; Amerika yı kim(ler) temsil ediyor? 2) İslam Dünyası ne, neyi; İslam Dünyasını kim(ler) temsil ediyor? Evet, bugünlerde temsil sorununun yeniden ve bu defa gerçekten tartışılması kaçınılmaz görünüyor. Zira temsil sorunu tartışılmadan demokrasi, liberal kapitalizm gibi kavramsal tartışmalar anlamsız, dahası zeminsiz kalacaktır. Amerika nın geleneksel olarak neyi temsil ettiği ile birlikte bugünlerde yönetici kadronun da neyi temsil ettiği sorulması ve cevaplanması gerekli önemli sorulardır. Elbette bu sorular kadar can alıcı/yakıcı sorular ise İslam dünyasının neyi, İslam Dünyasını kimlerin temsil ettiği sorularıdır. Kendisini çoğulcu demokrasi, liberal kapitalizm(adma her ne kadar ekonomi ya da serbest ticaret deseler de) ve barışçıl askerilik gibi kavramsal ve pratik parametrelerle TEVFIK EMİN tanımlayan ABD, bugün bütün bu kavramsal alanların daha militer bir yorumuna sahip kadro tarafından yönetiliyor. Bu kadro malum kavramların, özellikle 11 Eylül sonrası oluşan zemin sayesinde, daha güvenlikçi, militer yorumunun dışında kendisine mesi- hâne(mesianik) bir rol de biçmişe benziyor. Ortadoğu da (Or- yantalistik coğrafya tanımı içerisinde) İslam ın tarih sahnesine çıkışını müteakip 50 sene içeri- sinde gerçekleşen Müslüman iktidarına son vermek, mümkünse İslam ın dünya üzerindeki iddialarını kontrol altına almak; değilse onu yok etmek için kurgulanan zihinlerle karşı karşıya olduğumuzu idrak etmede elimizi çabuk tutmalıyız. Anglo-sakson bir dinî ve siyasi gelenek devralmış olan ABD, dünyaya bu eksenli bakışını sürdürmek zorunda, zira bu genetik kodlarının bir gereği; İçerisinde sömürgecilik genleri barındıran bir yapı, dünyaya klasik sömürgeci güçlerinden çok da farklı bakamaz elbette. Ancak tarihsel ve coğrafi konumunun verdiği birtakım avantajlar sayesinde üslup ve usul bakımından daha maharetli, kıvrak olduğunun hakkını vermeliyiz. İşte size bir örnek: "2.Dünya Savaşı mn bitiminden hemen sonra ABD kendisini Avrupa nın uzun dönemli dönüşümüne vakfetti. Bu sözler Bush yönetiminin ulusal güvenlik başdanışmanı Condoleezza R ice m 7.8.2003 tarihli The Washington Post da yayınlanan bir makalesinden 12 Ümran-Ocak -2004

ORTADOĞU YU DÖNÜŞTÜRMEK KİME DÜŞER? /EMİN alıntı. Aslında Alman- daha sıkı bir çalışma içine gireceğiz- Operasyonların Fransız eksenli Avrupa ile sona kanlı/bıçaklı olan ermesinden bu yana geçen A BD nin fedakarlığın- 1 00 günde Irak halkı ülkeyi dan(!) dem vuruyor. ABD bahsettiği dönemde Avrupa ve Japonya nın kalkınması için elinden geleni yapmalıydı, zira küresel bir güç olabilmesinin yolu artık ekonomik tahakkümden geçiyordu ve eğer ürettiğini satabileceği bir dünya tekrar eline aldı ve daha umutlu bir geleceği inşa etmeye koyuldu. Böylesi bir bakış dahi İslam Dünyasının durumunu gözler önüne koymaya yeterlidir. Kendi potansiyelinin farkında olmayan, içeriden oryantalistçe bir bakışla ikti olmasaydı, A BD nin dar süren dikta rejimlerinin muazzam gücünün hiçbir kıymeti kalmayacaktı. Ayrıca bu yolla Avrupa ve Japonya yı baskısı altında inleyen ve en önemlisi geleceğimizi teminatı olan vahiyle irtibatını askeri-endüstri büyük ölçüde koparmış İs alanında kendisine mahkum edebilecekti. Dolayısıyla lam Dünyası acaba bu durumdan hiç mi sorumlu debasının hiçbir büyük güç ba Condoleezza Rice ğil? Evet, Nefislerimizde hayrına kimseye yardım etmez! Gelelim sömürge dünyasının tanımladığı coğrafya olan Ortadoğu ya.. Yeni Oryantalist olarak da adlandırabileceğimiz bir bakışla süpergüç un ulusal güvenlik başdanışmanı Rice yazısına şöyle devam ediyor: Toplam 300 milyon insanın ve 22 ülkenin bulunduğu Ortadoğu'nun ka nın güvenliği açısından daimi bir tehdit. 11 Eylül sonrası küresel siyasetin karakterini değiştiren politikaların mimarlarından Rice, ABD nin Irak işgali ile ilgili olaraksa şunları söylüyor: Savaşa girdik çünkü... Görevimiz, Ortadoğu da daha fazla demokrasi, hoşgörü, refah ve özgürlük isteyenlerle beraber çalışmak. olanı değiştirmedikçe durumumuz değişecek değildir... İşte size bir batılının (Rice ın) ağzından sahip olduğumuz ve harekete geçirmediğimiz, dolayısıyla Batılıların lütfuyla gerçekleştirilmesini beklediğimiz potansiyelimiz: Muazzam potansiyel... B ü tün sorunlarına rağmen Ortadoğu muazzam potansiyele sa bütün yıllık geliri, 40 milhip bir bölge. Dünyanın en büyük Bu, kitle imha silahlarını üreten, yonluk Ispanya nın gerisinde. Önde üç dininin doğum yeri ve ruhsal me kullanan ve geliştiren bir rejimdi; gelen Arap aydınlarının, siyasi kânı; eğitim, hoşgörü ve ilerlemenin terörle bağlantıları vardı; başlca ülkeleri iki kez işgal etmişti; uluslara ve ekonomik özgürlük açığı dediği şey yüzünden bütün bölge geri ve ekonomik özgürlüğe ve daha iyi en eski merkezi- Daha geniş siyasi rası toplumun iradesine ve 12 yılda kalmış durumda. Birçok ülkede eğitime sahip olduğunda, çağımızı 17 BM kararına uymayı reddetmişti. Yani asla silahsızlanmayaca hüküm süren umutsuzluk, nefrete yalpalayacak çok sayıda yetenekli ve dayalı ideolojileri besleyen verimli becerikli insanı barındırıyor. ğının ve dünyanın adil taleplerine Amerika, potansiyellerini tam bir toprak; insanları üniversite eği- uymayacağının' işaretlerini fazlatimlerim liariyerlerini ve ailelerini sfyîa vermişti. Bugün bu tehdit öf- ^ tortaya-koymalan konusunda bırakıp kendilerim havaya uçurmaya ve mümkün olduğunca fazla masum insanın hayatına l<astetmetadan kalktı. İsrailliler ile Filistinliler arasında barışa doğru yeni adımların atılmaya başlandığını Ortadoğu halklarına yardım etmeye kararlı. Bu işten vazgeçmeyeceğiz, Amerikan halkı ve dünya ye ikna eden ideolojiler bunlar. Bu şimdiden görüyoruz. ABD bu için daha fazla güvenlik istediğimiz ideolojilerin takipçileri bölgesel istikrarsızlığın adımları destekliyor; bu süreçte kadar, bölge insanları için de daha l<aynağı ve Ameri- bölgedeki dost ve müttefiklerimizle fazla özgürlük istiyoruz m Ümran-Ocak 2004 13

NIÇIN ERBAKAN? Niçin Refah Partisi, niçin sayın Necmettin Erbakan? Türkiye de kaç siyasi parti var, kaç vakıf, kaç demek, kaç sendika, oda, birlik vs. var? Bunların kaçı değişik vesilelerle kapatıldı, kaçının hesapları incelendi? Kaçının başkanı, yöneticileri mahkemeye verildi? Kampanyalarında milyonlarca dolar harcayan kaç siyasi parti var, bunların kaçına bu paralan nereden buldun, nasıl harcıyorsun?" diye soruldu? O halde niçin Refah Partisi, niçin Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan? Sayın Erbakan ve arkadaşları devlette defalarca ve yıllarca görev yaptı, bir çoğu bürokraside sorumluluk gerektiren önemli mevkiler işgal etti, bakanlıklar yaptı. Sayın Erbakan bu ülkede üç kez Başbakan Yardımcılığı yaptı, 54. Hükümet in de Başbakanıydı. Bırakınız mahkemelere gitmeyi, bir kere olsun bir teki için yolsuzluk iddiası söz konusu olmamıştır. 28 Şubat m fırtınalı günlerinde bakanlar ve hükümet hakkında defalarca gensoru ve soruşturma önergeleri verilmiştir ama bunların bir tanesinin bile konusu yolsuzluk olmamıştır, olamamıştır. MEHMET BEKAROGLU - Erbakan, kısa süren Hükümet döneminde havuz sistemi kurarak, milletin kanını emen rantiyenin hortumlarını kesti, yıllarca malarm yapıldığı o günlerde kimse böyle bir şeye cesaret edememiştir. Hiç kimse sayın Erbakan hakkında yolsuzluk isnadında bulunamamıştır. Türlü iftiralar ve çamur atkanlar hakkında yolsuzluk gerekçeleri ile verilen soruşturma önergeleri, dokunulmazlık dosyaları var. Diğer hükümetlere bakın; kaç yolsuzluk önergesi verildi, kaç yolsuzluk soruşturması açıldı? Yolsuzluk gensoruları ile düşürülen bakanları ve hükümetleri kimse unutmadı. Şu anda Meclis gündeminde başbakanlar ve ba- Niçin bütün bunlar için değil de sayın Erbakan için manşetler atılıyor? Defalarca Hükümet sorumluluğu alan, devlet bütçesini yönlendiren, ihaleler yapan, milyarlarca dolarlık, katrilyonlarca liralık işlemlerin altına imza koyan, trilyonlarca liralık örtülü ödeneği yöneten insanlar, hiçbir usulsüzlük, yolsuzluk yapmadılar da kendi partilerinin paralarını çaldılar, sahtecilik yaptılar, öyle mi? Yani şimdi hayatları yüz kızartıcı suç iş- -lemekle geçenler ve bunların suç ortakları insafsızca ve utanmadan sahtekar manşetleri attılar diye Milli Görüş kadroları sahtekâr mı oldu? Erbakan m ne yaptığını biz biliyoruz, millet de biliyor; ama bir kere daha tekrarlayalım: dönen haram tekerleklerine çomak soktu; onun için Erbakan a kin kusuyorlar. - Erbakan rantiyeden kestiğini memura, işçiye, çiftçiye, emekliye, dula, yetime verdi. Erbakan, bu ülkede aç ve açıkta insan kalmayacak dedi. Onun için Erbakan dan nefret ediyorlar, kin kusuyorlar. -Erbakan, bu millete, tüm çıkar çevrelerinin baskıları ve engellemelerine rağmen bu ülke insanının bu ülkeyi yönetebileceğini gösterdi. Onun için Erbakan a kızıyorlar. - Erbakan, bu millete alternatifleri gösterdi, denk bütçeyi, enflasyonu düşürmeyi, borçlanmamayı, faizleri düşürmeyi gösterdi. Onun için Erbakan a tahammül edemiyorlar. - Erbakan, borçlanmanın, faizin, rant ekonomisinin sonunun olmadığını söyledi, tüm engellemelere rağmen üretim ekonomisini ayağa kaldırdı, döneminde namuslu sanayiciler, tüccarlar, esnaflar, çiftçiler altın yıllarını yaşadılar. Onun için Erbakan ı yok etmek istiyorlar. - Erbakan, yabancılara hayır denilebileceğini, onurlu durulabileceğini gösterdi. Onun için Erbakan ı siyasetin dışına itiyorlar. - Erbakan, millete hafızasını 14 Ümran-Ocak 2004

NİÇİN ERBAKAN? /BEKAROĞLU hatırlattı, gücünü, imkanlarını, coğrafyasının önemini, tarihi mirasını gösterdi. En çok da bundan ürktüler, onun için Erbakan dan hortumladı, kimler devletin kasasım, milletin cebini boşalttı? Hangi sözde iş adamı, hangi medya patronları sahte evrak düzenle- ni adı olan neo-liberalizm ve küreselleşmenin ipliğini pazara çıkardı, emperyalizme ve dünya Siyonizm ine savaş açtı. Erbakan, D-8 i kurdu, tüm geri kalmış ülkelere, İslam coğrafyasına, diktatörlüklere karşı millet seçeneğini gösterdi. Erbakan, bu ülkelerin baskı altında inleyen, sömürülen, aç bırakılmış insanlarına umut oldu, örnek oldu. Onun için Erba- kan, dünya patronlarını, Siyo- nistleri, sömürgecileri, diktatörleri ürküttü, korkuttu. Elbette boğazına kadar siyasete batmış olan yargı kararını verdi. Ama tarihin yargısı devam ediyor. Milletin vicdanı, maşeri vicdan da yargılıyor. Ve asıl kalıcı olan milletin yargısıdır, tarihin yazacaklarıdır. Kimler milletin milyarlarca dolarını çaldı, kimler bankaları çok korktular. yerek devlet ihalelerine girdi, - Erbakan, faiz bizi ve bizim bunların suç ortakları hangi siyasetçilerdir, kimler gece yarısı ko gibi sömürülen ülkeleri batırıyor dedi. Erbakan, sömürgeciliğin yenutlarda kimlerle banka pazarlıkları yaptı? Kimler yüz kızartıcı suçlar işledi, kimler yüz kızartıcı suç işleyenlerin suç ortaklan oldu, hangi köşe yazarı patronunun iş takipçisi, ricacısı, tehditçisi, şantajcısı oldu? Kimler hortumcula- rm devlete olan milyonlarca dolarlık borçlarını erteledi? Bu soruların tamamının cevabı vardır, bu yüz kızartıcı suçların faillerini bu millet tanıyor. Belki mahkeme kararları olmayacak ama tarih bunların tamamını not edecektir. Şimdi, bütün bunları yapanlar, hayatları yüz kızartıcı suç işlemekle geçenler, milletten çaldıkları ile kurdukları kulelerinde oturacaklar ve milletin davacısı olmuş, bir ömür milletin refahı, özgürlüğü ve onuru için çalışmış sayın Erbakan ve arkadaşları için sahtekar manşetleri atacaklar, öyle mi? Hayır, millet bu haksızlığı, bu insafsızlığı, bu çirkin infazı asla kabul etmeyecektir. Milli Görüş kadroları, milletin davası için bir ömür harcamış liderlerine yapılan bu insafsız, bu çirkin ve seviyesiz saldırıyı sahiplerine iade edecektir.( ) Bütün bunlar geçecektir. Millet de tarih de yargısını işletmektedir, sonunda hepimiz kesin yargı gününde toplanacağız. Milli Görüş yoluna devam ediyor, moraliniz bozulmasın; millet sizi terk etmedi. Milletin susması takatinin kalmamasındandır. Siz ne hissediyorsanız millet de aynısını hissediyor. Hiç kuşkunuz olmasın; bu millet ayağa kalkacak. Ayağa kalkacak ve üzerindeki tüm ağırlıkları, sülükleri, kanını emenleri atacaktır. Hiç şüpheniz olmasın, bu millet ayağa kalkınca tüm mazlum milletler ayağa kalkacaktır. Türkiye buna doğru gidiyor, bölgemiz buna doğru gidiyor, dünya buna doğru gidiyor. Hepimiz faniyiz, hepimiz geçiciyiz, ama bu yüce dava kalıcıdır, bu bayrak hiç yere düşmez, düşmeyecektir. Nazlı Ilıcak: Erbakan ın Suçu Muhalif Olmak... Erbakan resmi ideoloji ile takışmasının faturasını ödüyor. Meselâ o, bir M esut Yılmaz olsaydı, bugün Bodrum daki ve Beykoz daki muhtelif evlerinde zengin bir hayat sürer, üstelik bir futbol kulübünün başkanlığına gelmeyi bile hayal edebilirdi. 0 bankasının içini boşaltan bir medya patronu olsaydı, BDDK ile pazarlığa oturur, milyarlarca dolarlık borcunu libor artı yarım faizle 15 yıl erteler, ayrıca bununla da yetinmez, bankasını geri alabilmek için özel kanun çıkarmayı bile başarırdı. Am a o bir politikacı. Üstelik, derin devlet ile ters düşm üş bir politikacı. 0 zam an vur abalıya! (...) Erbakan olmasaydı, Tayyip Erdoğan veyahut Abdullah Gül veyahut Bülent Arınç olmazdı. Hatta A K Parti olmazdı. Erbakan ın önderliğini yaptığı Milli Nizam, Milli Selâmet, Refah Partisi ve Fazilet Partisi birbirinin eşi olmadı. Her defasındaparti biraz daha dışa açıldı, çekirdek yönetici kadro aynı kalmakla birlikte, harekete yeni isimler katıldı.(...) Fazilet döneminde, Erbakan ın, Oya Akgönenç ve beni partiye davet etmesi, belki bugün AK Partililerin cesaret edemeyeceği kadar b üyük bir adımdı. Merve Kavakçı'yı aday yapm ası da, başörtülü kadınlara çağdaş bir model gösterm e açısından" önemliydi. Maalesef derin devlet köhne düşüncelerden kurtulam adığı için bu adım ın ehemmiyetini kavrayamadı.(...) Erbakan çeşitli görevlerde bulundu; adı hiçbir zam an yolsuzluğa karışmadı. Ne onun, ne de bakanlarının adı. Şimdi siz tutmuş onu, partisinin parasını zimmetine geçirm ekle suçluyorsunuz. (...) Erbakan banka hortumlamadi; ihaleye fesat karıştırıp, devleti zarara uğratmadı; gereğinden fazla enerji bağlantısına girip Türkiye yi al veya öde çıkmazına da sokmadı. Erbakan ne üç misli fiyatla inşaat yapan bir Nato müteah- hidi; ne basın yayın organlarını özel çıkarı için kullanan bir medyapatronu. Düşüncelerini beğenmeseniz, konuşm ası sizi şoke etse, hayalleriniz aynı noktada buluşm asa dahi, o bir politikacı; demokrasinin vazgeçilmez bir unsuru. Diyelim ki partisi kapatıldığı için, "m eşru müdafaa haliyle paranın bir bölüm ünü muhafaza etmek istedi. Türkiye gibi çam urun içine batm ış bir ülkede, bula bula faturayı o m u ödeyecek? Ümran-Ocak 2004 15

Tıkanan Dünyadan Dinlerin Yükselişine Doğru Bir Seyir PARADİGMATİK TEKLİFLER ARASINDA DÜNYA = HİKMET DEMİR D ünya nereye gidiyor? sorusu öncelikle farklı tarihsellikler, yatay ve dikey kesişmeler dikkate alınmadan cevaplandırılmaz. Bu sebeple dünya nereye gidiyor? gibi gelecekle ilgili kestirimleri zorunlu olarak ihtiva etmesi gereken bir soru, aceleci ve kestirmeden determinizm ve futurizm sınırlarına girmeden geçmişle ilgili bazı kategorizasyon işlemlerinin yapılması, bir takım genelliklerin ve tekerrürlerin ele alınmasını gerektirmektedir. Bir başka deyişle, öncelikle insanlık tarihinden bu yana dünya içerik olarak çok farklı bir referans ve çerçeve ile mi karşı karşıyadır, yoksa formel düzeydeki bir takım değişmelere bakılarak ve içerik ıskalanarak insanlığın tanıdığı bir referans ve çerçeve tarihsel bir kategori olarak dünyaya kendini mi dayatmaktadır? Dünya nereye gidiyor? sorusunu dünyada oluşan yeni güç dengeleri, yeni dünya düzeni, medeniyet havzaları gibi daha tarihsel, spesifik ve uluslar arası ilişkiler bağlamında ele almak önemli olmakla birlikte, hem daha teknik ve mekanik bir yaklaşım tarzı olması hem de çok özel bir çok tarihsellikleri bilmeyi gerektirmesi bakımından sahanın uzmanlarına bırakılması gereken bir inceleme alanı oluşturmaktadır. Dünyanın nereye gittiğini bu düzeyde bir okuma biçimi daha reel bir sosyo-politik dış ilişkileri ortaya koymayı zorunlu kılıyor. Fakat bunun toplumların genel anlamda bağlı bulundukları referans çerçevelerini dikkate almadığı durumda, cari ilişkileri salt maddi düzeyde algılama gibi bir riski de vardır. Bu bakımdan daha derinde yatan zihniyetlerin açığa çıkarılması önemli görünmektedir. Yine dünya nereye gidiyor? sorusu dünya nereden geliyor? sorusu cevaplandırılmadan yanıtlanamaz. ikinci soruyu sormak ve cevaplandırmak iki açıdan önem taşımaktadır. İlkin ikinci soru sürekliliği görmemiz gerektiğini ima etmektedir. Ayrıca geçmişteki dünyada cari ilişkileri irdelemeden bir kestirimde bulunmak ya temennileri ya da bilinçsiz tercihleri yansıtacaktır. Diğer yandan dünya nereden geliyor" sorusu, zorunlu olarak bizi geçmişle ilgili genellemeler, tarihsel özdeşlikler yapmaya iteceği için, gelecekle ilgili kestirimlerde yol gösterici olabilecektir. Kanaatimce dünya nereye gidiyor?" sorusu, dünya niçin tıkandı? gibi bir soruyu da bilinçaltında muhafaza etmektedir. Çünkü iyi giden bir dünyanın nereye gittiği niçin sorulsun? Bu soru ayrıca dünyanın gidişatının insanların kontrolünden çıktığını da ima eder görünmektedir. Yine dünya nereye gidiyor? sorusu aslında küresel anlamda tek bir dünyadan bahis açmakla birlikte, cereyan eden çapraşıklık, karmaşıklık vs. sebebiyle çok farklı dünyaları da (anlam dünyalarını) içermektedir. Zira dünyaya her bir dizayn verme girişimi bir perspektifin dolayısıyla bir anlam dünyasının varlığını gerektirir. Dolayısıyla böyle bir soruyu cevaplandırmak öncelikle anlam dünyaları arasındaki ilişkileri, güç dengelerini ve dünyaya teklif ettiklerini de iyi incelemeyi gerektirir. Biz bu yazımızda dünya nereye gidiyor sorusunu paradigmal düzeyde ele almaya çalışacağız. Çünkü bugün dünyaya yön verme çabası içinde olan hakim paradigmanın dünyaya teklif ettiklerini anlamak ve bunlara verilen cevapları incele 16 Ümran-Ocak 2004

PARADİGMATİK TEKLİFLER /DEMİR mek, hakim paradigmanın dinamiklerini ve süreçteki yerini kavramak açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla dünyanın nereye gittiğini görmek, farklı paradigmaların tekliflerinin ne olduğunu ve hangi düzeyde kabul gördüğünü anlamakla da direkt ilintilidir. Bu noktada öncelikle farklı tarih okumalarına kısaca bir göz atmak gerekiyor. Sonra daha noktasal ve formel değişimlerin izini sürerek dünyanın gelecekte nasıl bir şekil alacağını tahmin edebiliriz. Tarih Perspektifi İslami perspektiften tarih, hak ile batıl arasındaki geliş gidişlerin oluşturduğu bir ana mihvere oturur. Hak hayatı bütünsel olarak kavrayan ve aşkın bir bilgi tarafından hem içeriklendirilen hem de çerçevelendirilen bir anlama sahiptir. Hak insani çabaları rezerve etmekle birlikte insani çabaya eşitlenemeyen ve Allah ın müdahalesini de içeren, hayatın hiçbir alanını üst referansdan bağımsız ve özerk olarak düşünmeyen külli bir düşünce ve yaşam biçimini işaretler. Kur an a göre batıl ise, insanı aşan bilgiye kendisini kapatan, dolayısıyla dünyevi olarak insan merkezli içeriklendirilen ve çerçevelendirilen bir anlama sahiptir. Batıl, insan eylemi ve tarih arasında birebir bağlar kurup, tarihi aşkından bağımsız salt insani çabalara indirger. Bu bağlamda Kur an-ı Kerim Peygamber kıssaları özelinde tarihi hak ile batıl arasında geliş-gidişler olarak ortaya koyar. Böyle bir tarih okumasında ayrışma noktasını son tahlilde A llah m erkezli- lik ve insan m erkezlilik oluşturmaktadır. Özellikle modem dönemle birlikte yapılan ve bir anlamda tarih okuması diyebileceğimiz katego- rikleştirmeler, son tahlilde yukarıda belirtilen temel ayrıştırma ile örtüşmezler. Sözgelimi, Com- te un teolojik, metafizik ve pozitif dönemler ayrıştırması ilkin bir sürekliliğe sahip değildir ve her bir dönem tarihsel kategoridir. Sonra Comte a göre metafizik dönem bir geçiş olduğundan teolojik dönem din merkezli ve pozitif dönem insan merkezlidir. Yine pre-modern dönem ve modem dönem ayrıştırması da son tahlilde aynı zihni mihver etrafında dönmektedir. Bu bakımdan modemite ile birlikte bu insan merkezliliğin külli bir düşünce ve yaşam biçimi olarak global ölçekte yaygınlaşması bizi öncelikle oraya yöneltmektedir. Ortaçağ da Tanrı-merkezli bir dünya algılamasının ardından Aydınlanma ile birlikte insan-merkezli bir dünya anlayışına geçiş, dünyanın gidişatında bir kırılma oluşturmuştur. Bu kırılmanın konjonktürel kalmayıp dünya ölçeğine yayılması etkilerini daha da genişletmiştir. İnsana, insan aklına aşırı güveni vurgulayan ve insanı aşan tüm otoritelere kendini kapatan bu insan-merkezci tavır, varlık, insan, alem algılayışında önceki döneme göre farklı yerde durmakta ve dolayısıyla ondan farklı şeyler teklif etmektedir. Hakikati insanda içkin olarak kurgulayan bu anlayış, insanı aşan bilgi, ahiret vb. tüm gerçekleri spekülasyon olarak kabul ederek bunlara karşılık gelebilecek seküler denklikler oluşturmaya çalıştı. Bu bakış açısından imkanlar dünyasını sadece insan aklının kapasitesine indirgeyen bu anlayışın ürettikleri de dünyevi olan şeylerle sınırlı kaldı. Modernlik, esasen, enfüsi (sübjektif: öznel) olanın her şeyin merkezine yerleştirilmesinden başka bir şey değildir. Süjenin, nefsin kendisini, dünyayı, çevreyi ve hatta insan-üstü alemi yine kendi iç prensiplerinden itibaren yeniden kurma ameliyesidir. (Armağan, 1995; 39) Bu çerçevede oluşan modern kimlik, Tanrı nın tartışılabilir bir hipoteze, insanın aklı ile mükemmelleşebileceğine geçiş sayıhrrtarihi yapan-veher şeyin-o ntm-ellerinde bulunduğu bir Tanrı dan, kendisini ve geleceği yeniden kurmak isteyen bağımsız özneye geçiş aynı zamanda yeni bir kimlikle karşılaşma sayılır. (Arslan, 1993; 6) Nihayetinde dinin hayattan çekilmesiyle birlikte Promete nin rolünü üstlenmeye başlayan batılı insan, bir yandan sınırsız bir güce Umrarı-Ocak -2004 17

ANALİZ ulaştığını, ama öte yandan da yine sınırsız zaafları olduğunu bilen ancak olayın bu boyutunu atlamayı yeğleyen ve doğaüstü bir varlığın korumasına ihtiyacı olmadığının farkında olan trajik bir varlıktır. Bu insan, doğaüstü bir varlığın ya da gücün egemenliğinden kurtulduğu için sınırsız bir özerklik ve iktidar arayışı içinde olacak, ancak bu süreçte kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan- bilinçli olarak gözardı etmeyi yeğlediği zaaflarının yol açtı- ğı- şiddet ve terör havası, sahip olduğu sınırsız güç ve özgürlüğün tam bir hayalete dönüşmesine müsait bir zemin hazırlayacaktır. (Kaplan, 1996; 59) Bu bakış açısından Tanrı ya bakış açısı da değişir. Şüphesiz Tanrı reddedilmiş değildir. Fakat post- modem dilde söylendiği gibi O- hoş bir adamdır. Descartes için Tanrı bir sigorta acentası olur. Buradaki problem insanın kendi varlığını doğrulamak için kendisinden başka bir yola sahip olmamasıdır. (Gazo, 1992; 9) Böylece insanın en yetkin varlığı olan akıl, izin verme ve onaylama otoritesi oldu. Bu otorite değişimi esnasında yasaklar birbiri ardınca iptal edildi ve geçersizleşti; çünkü bunların irrasyonel oldukları, birer önyargı ya da sadece birer kuruntu olduğu kanıtlanmıştı. Nihilizm öyküsü de, aklın ölen Tanrı nın yerini bir kez almasıyla birlikte bu gidişatın durdurulamayacağmı iddia eder. Bu iddiaya göre, ahlaki normların geçerliliği en yüksek otorite tarafından onaylanmadığı sürece, kötü kişi size, yaptığı eylemlerden neden kaçınması gerektiğini iyi nedenler göstermenizi bekleyerek soracaktır. Bu durumda karar veren istem,-güç, hoşnutluk ve uylaşımdır. (Heller, 2000; 169) Zaten Nihilizm tohumları Aydınlanma düşüncesinde başlangıçtan beri vardır. Eğer aklın etki alanı bütünüyle zincirlerinden kurtulursa, hiçbir bilgi sorgu- lanamayan bir temel üzerinde duramaz; Çünkü en katı kavramlar bile yalnızca ilkesel olarak ya da yeni bir bildiriye kadar geçerli sayılabilirler. (Giddens, 1998; 51) Halbuki dinler genel anlamda sekülarizme ve aklın inanca üstün tutulmasına karşı çıkmaktadırlar. (Erdoğan, 1995; 183) Modernliğin kısaca bu çerçevede dünyaya teklif ettikleri bir takım sıkıntılar doğurdu. Mesela bireycilik ile insana güven aşırı vurgulanırken benlik üzerinde odaklanma oluştu. Bu da insan yaşamını tatsızlaştırıp anlamsızlaştırırken, başkalarına ya da topluma kayıtsız hale getirdi. Yine insanların ölmeye değecek yüksek amaçlarının kaybolması bireyciliğin vurgulanmasıyla birlikte daha görünür hale geldi. Aynı şekilde modernlikle birlikte dünyasının büyüsü çözüldü. Çevremizdeki varlıklar varoluş zincirindeki konumlarının getirdiği önemi kaybettiklerinde, bizim tasarılarımız için hammadde ya da araç olarak görülmeye açık hale geldiler. Yine özgürlük yitimi diyebileceğimiz anlam problemi baş gösterdi. (Taylor, 1995; 11-15) Modernizm ve Selcülerizm Batılı toplumlarda Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma döneminde yaşanan gelişmelerin sonucu ya da ürünü olan bir rasyonelleşme ve sekülerleşme süreci ve bu süreçte gerçekleştirilen deneyimlerin adı olan modemite (Kaplan, 1995; 23) ve onun temel paradigması olan pozitivizm, modem insanı görünmeyen dünyanın bilgisinden bütünüyle kopardı. Modemizmin oluşturduğu paradigma içinde bilginin hiyerarşisi alt-üst oldu. Bilginin hiyerarşisinde tepe noktayı artık beş duyunun bilgisi işgal ediyor. (Erdoğan N., 1995; 62) Böylece kiliseye bağlı dindarlığın akidesi olan Tanrı mn müdahalesinin hayatın bütün alanlarına yayılmasına itiraz eden Aydınlanma Felsefesi uhreviliğin/kutsallığın karşısına ters bir şekilde maddi medeniyeti ve beşeri bilimleri mutlak gerçeklik sayarak ve kutsallaştırarak öne çıkardı. Modern tarihin ve ilerlemenin kurgusal ve anlamsal örgüsü bu pers 18 Umratı-Ocak 2004

PARADİGMATİK TEKLİFLER /DEMİR pektifin şekillendirdiği epistemolojik kayma ile tanımlanmıştır. (Köktaş, 1994; 48) Bütün eşitlikçi fikirlerine rağmen pratikte batı aklını merkeze alan Avrupa medeniyetinin tek mümkün medeniyet olduğu anlayışı yaygınlaş (ti- rıl)dı. İnsan gruplarının aslen birbirinden farklı olduğu, bu farklara eşlik eden doğal, fiziksel ve ahlaki hiyerarşilerin toplumsal düzende de karşılığını bulması gerektiği fikri, beyaz ırkın ötekileri marjinalleştirip dışlamasını ve kendi çıkarları doğrultusunda sömürmesini meşru kılıyordu. (Yumul, 2000; 101) Sömürgecilik; kültürleri vahşi, barbar ve medeni olarak aşamalandırırken, geçici evreler olarak algıladığı ilk ikisini insanlığın en yüksek mertebesi olan ve Avrupa tarafından temsil edildiğine inanan medeniyet e ulaştırmak misyonu adına Hıristiyanlığı kullanıyordu. Yerlilere karşı güç kullanımını meşrulaştırmak için Aristo nun doğal kölelik kavramına başvuruyordu. (Yumul, 2000; 100) Bütün bunlar modernliğin kendi ahlakı bulunmakla birlikte, ahlakını temellendirmekte güçlük çekmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü ahlak fenomeninin, insan hayatının bir gerçeği olduğu halde, akli yönden izah edilemeyişinde din için birinci ve belki de tek pratik delil bulunmaktadır. Çünkü ahlaka uygun davranış ya manasızlıktır yahut Allah var olduğunda manası vardır. Üçüncü şık yoktur. (İzzetbegoviç, 1994; 139) Batı aklı nı merkeze alan ve dinden azade bir ahlakın tabiidir ki diğer toplumlar nezdinde meşrulaşması problem olmaktadır. Postmodemlik de genel kabul gören anlayışa göre modernliğin devamıdır. Bu anlamda o da tarihsel bir kategoridir ve ahlaktan arındırılmıştır. (Rundell, 1999; 12) Çünkü postmodemlikte oluşan merkezsizleşme olgusu ve akıllar ın meşrulaş- tırılması, her şeyi bir göreceliğe mahkum etmiştir. Dolayısıyla postmodemlikte anything goes anlayışıyla bir kriter tespit etmenin imkanı kalmamıştır. Aslında bir paradigma olan modernlik ve post- modernlik, Avrupa ve Amerika nın iktisadi geliş- melerine paralel olarak da sahiptirler. Bu bakımdan postmodemlik, modernlikten sonra bambaşka bir paradigma olmayıp, bir anlamda modernliğin kendisini yeniden üretmesidir. Modernlikten postmodemliğe olan süreci daha da anlamlı kılacağına inandığımız iktisadi seyri ele almakta fayda görüyoruz. Kapitalizm ve Sanayileşme Bu alanda dünyadaki kırılma noktasını iki anahtar kavram çerçevesinde ele almak mümkündür. Bunlar; kapitalizm ve sanayileşme. Bilindiği gibi Kapitalizm insan üretimlerindeki dinamiklerden sadece biri olan sermayeyi kutsayarak üretimde meydana gelen artı değeri sadece sermaye sahiplerinin hakkı olarak gören bir anlayışa sahiptir. Üretimde sermaye dışında kalan diğer unsurlar, maliyet içine sokularak en asgari düzeylere çekilir. Kapitalizm, limiti olmayan bir sermaye artırımını gaye edindiği için son derece bireyciliğe, manipülasyona ve sömürüye açıktır. Sanayileşmenin ilk yıllarında Avrupa da let them go let them pass anlayışıyla bu yapılanmayı öngörmüştür. Kapitalizm ve sanayileşme olgusu, sadece Avrupa ile sınırlı kalmamış ve dünya ölçeğinde etkisini göstermiştir. Bu etki hem işgücü hem de hammadde düzeyinde görünür olmuştur. Gelişen süreç içerisinde Avrupa da çalışanlarla ilgili olarak sendika, ücret artışı, tatil, çalışma saatleri gibi haklardaki gelişmeler ve işgücü eksikliği sebebiyle gözler Avrupa dışına çevrilmiştir. Böyle bir icraat Avrupa nın bir çok ülkelerinde kendisini gösterdi ve Avrupa da çok farklı ülkelerden insanlar görünür olmaya başladılar. Tüm bunlar bugün çok kültürlü toplum denilen Avrupa nın ana kütleden ayrı olarak algıladığı (Çünkü mesela İngiltere de İngilizler mainstream olarak adlandırılır) ve problem gördüğü bir yapının oluşmasını so- nuçladı. Bugün geldiğimiz noktada bu sürecin yani dışarıdan ucuz işgücü temininin toplumsal problemler oluşturması nedeniyle tıkandığı ortak kabul görüyor. Çünkü sonradan gelenler haklar elde etmeye başlıyor, bazan o ülkenin insanları işsiz kalıyor, uyum problemleri ortaya çıkıyor, çevre daha çok kirleniyor ve en önemlisi elde edilen haklar sebebiyle malların maliyeti artıyor. Hammadde konusunda da batıkların gözü diğer ülkelerdeydi. Çünkü petrol başta olmak üzere bir çok hammadde Ortadoğu ve Asya ülkelerinin alabildiğince yaygınlaşmasını sonuçladı. Her şey üretilen malın daha ucuza mal edilmesi amacına matuftu. Başlangıçta bir çok dünya ülkeleri açık sömürüye maruz kaldılar. İlerleyen süreçte daha rafine yöntemlerle sömürüler devam etti. Bütün bu olumsuzlukları bertaraf etmek üzere Ümran-Ocak 2004 1 9