WOOLF VE CEBİNDEKİ TAŞLAR İsim: Damla Sürmeli ID Numarası: 21401583 Kelime Sayısı: 682
Kısa hikayeler romanların özü çıkarılmış hali gibi düşünülebilir. Özellikle Virginia Woolf un Pazartesi ya da Salı adlı eserindeki hikayelerinde geçmiş ya da gelecek önemli değildir, yazılan anda karakterlerin davranışları, düşünceleri veya yaratılan ortamın betimlemeleri daha çok öne çıkar. Woolf un yaşadığı yıllar aslında insanoğlunun en büyük sınavını verdiği döneme denk gelmiştir. Bu karamsar dönem Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını, Mussolini ve onun Faşizm akımı ile Hitler ve Nazizm kavramlarını kapsamaktadır. Bu kadar güçlü politik olayların yaşandığı bir havayı solumak ister istemez bireyleri ve yaratıklarını etkileyebilir. Dünyada yaşanan bu krizlerin dışında Woolf, İngiliz askerlerinin Almanlarla savaşması gibi manik depresif hastalığı ile savaşıyordu. İşte bu karanlık zamanlardan esinlenerek ürettiği modernizm akımının öncüleri olan kısa hikayelerini Pazartesi ya da Salı adlı kitabında birleştirmiştir. Bahsetmek istediğim noktaları daha belirginleştirmek için bu kısa hikayelerden Woolf u en iyi yansıttığını düşündüğüm hikayeleri seçtim; Duvardaki Leke, Perilivi Ev ve Kew Bahçeleri. Birçok sanatçı gibi Woolf da ilginç bir karaktere sahip. Bu sıra dışılık onların sanatını öne çıkaran önemli unsurlardan biridir. Dolayısıyla normalleşmek bir sanatçının korkulu rüyasıdır. Hayatınızda her şey yolunda gidiyorsa ve ilham alacağınız bir trajedi, üzüntü yaşamıyorsanız sanat değeri yüksek eserler üretmeniz pek olası değildir. (Wilson, s. 7) Mutluluk veya bu durumda mutsuzluluk Woolf un kısa hikayelerini anlamak için kavranması gerek önemli temalardan biri çünkü Woolf un yaşadığı melankoli durumu hikayelerine yön veren en büyük etken. Kendi günlüğüne yazdığı Neden hayat böyle trajik, neden böylesine bir uçurumun üzerindeki daracık bir kaldırım gibi. Aşağı bakıyorum; başım dönüyor; sonuna kadar nasıl yürüyeceğim, bilemiyorum. cümlelerinden anlayabileceğimiz üzere yaşadığı ağır depresyonlar hayatında derin izler bırakmıştır.
Bahsetmek istediğim hikayelerden ilkine gelelim; Duvardaki Leke. Hikayede adına paralel olarak duvardaki bir lekeden bahsediliyor. Hikayedeki konuşmalar duvardaki lekenin nasıl meydana geldiği konusu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Anlatım tarzı o kadar doğal bir şekilde işlenmiş ki yazarın kendisi ile sürekli bu konuşmaları yaptığı anlaşılabiliyor. Herhangi bir insan kendisi ile nasıl konuşuyor bir düşüncede öbürüne nasıl atlıyorsa bu hikayede de konu sürekli dağılıyor. Kahraman lekenin kaynağını ararken karşısına çıkan bir kelime örneğin minyatür kelimesi ile birlikte kendini bir önceki ev sahibinin yaşam tarzını tartışırken buluyor. Hikayede bahsedilen fikirler ne kadar rastgelede görünse de bu düşünceler kesinlikle yüzeysel değil. Derine, daha derine dalmak, yüzeysel kaskatı gerçeklerden kurtulmak istiyorum. (Woolf, s. 73) sözlerinde çıkarılabileceği üzere duvardaki lekeyi tartışırken kendisini varoluşsal bir krizin içinde bulması düşünce derinliğinin örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Hikayenin bitişinde Woolf un savaşı lanetlemesi ve aslında duvardaki lekelenin gerçek sebebini öğrenmemiz ile bitiyor; bir salyangoz. Bir lekeden yola çıkılarak yapılabilecek bütün soyut yorumları yaptıktan sonra gerçek sebebinin en olası neden olan salyangoz olması Woolf un ne kadar derin bir düşünür olduğunu ortaya koyuyor. Pazartesi ya da Salı bir önceki hikayeye göre daha hafif ve ilginç bir yapısı var. Okuru karamsarlığa doğru sürüklemiyor ya da kendi varoluşunu sorgulatmıyor. Hikaye kısaca aşk için yazılmış. Ama romantik bir aşk hikayesi gibi düşünülmesin, Woolf gene beyninin farklı işlediğini kanıtlamış. Hikaye bir hayalet çiftin gizledikleri hazineyi aramasını anlatıyor. Ruhlar evde yaşayan başka çiftin aşklarından sürekli bahsediyor. Klasik korku filmlerinde gördüğümüz herkesi evden kaçıran ruhlardan çok başkaların aşkından güç alan iyimser ruhlar bunlar. Hikaye boyunca oturma odası, mutfak, bahçe ve geri kalan tüm odalarda hazineyi arayan ruhlar en sonunda gerçek hazinenin aşk olduğunun farkına varıyorlar. Hikayenin kendisi çok kısa yalnızca 3 sayfa ama gerçekten çok farklı. Bir aşk hikayesi anlatılırken bunun ruhlar üzerinden aktarılması çok sık görülen bir şey değil. Dolayısyla okurken biraz garipsiyor
insan. Sonra birkaç kez daha okuyor ve olayı tam olarak kavramaya çalışıyor. Bu düşündürücü yazılar insanı daha çok okumaya yönlendiriyor tabi. Son olarak bahsedeceğim hikaye Kew Bahçeleri. Kew Bahçeleri Londra daki şehir bahçelerinden bir tanesi. Hikayede bu bahçede zaman geçiren insanların konuştukları ve yaptıkları hakkında. Bu kişileri izleyen meraklı biri tarafından anlatılıyor hikaye. Betimlemelerinde oldukça sık kullanıldğı bu hikayeni amacı bireylerin hayatına perde açmaktansa bazı fikirleri bireylerin konuşmaları arasında saklayarak okuyucuya aktarması. Örneğin yaşlı adamın bu savaş diye referans göstermesi hikayenin Birinci Dünya Savaşı ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Hikayelerin hepsi bir o kadar farklı olsada, hepsinin ortak bir yani kesinlikle sıradışı olmaları. Hikayenin sizi nereden yakalayacağını bir türlü kestiremiyorsunuz. Yazdığı kısa hikayelerinden yola çıkarak bir sürü yorum yapabiliyoruz ve Virginia Woolf akıl sağlığı izin verdiği sürece yazdığı onlarca eseri düşünün. Beyin trafiğinin ve içindeki fırtınaları dışa vurma isteğini... Oldukça kısa olan bu hikayelerine bile bu kadar derinlik katabiliyorsa, düşün ki romanlarındaki fikirlerin çeşitliliğini ve genişliğini. Ceplerine koyduğu taşlarla kendinin nehre atarak hayatına son veren Virginia Woolf, başka birçok sanatçı gibi yaratma içgüdüsünün beslendiği mutsuzluğun malesef kurbanı oldu.
Kaynakça SparkNotes Editors. SparkNote on Virginia Woolf. SparkNotes.com. SparkNotes LLC. 2005. Web. 29 Oct. 2014. Wilson, E. G.. Against Happiness: In Praise of Melancholy. New York: Farrar, Straus and Giroux. 2008 Woolf, Virginia. Pazatesi veya Salı. Çev. Alev Bulut. Notos Kitap Yayınevi, Ekim 2013.