Benzer belgeler
Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Cumhuriyet Halk Partisi

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı. Yargı Örgütü Dersleri

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

İ Ç İ N D E K İ L E R

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

MACARİSTAN SUNUMU Dr. Csaba UJKERY

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni:

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO HBYS Programı. Yargı Örgütü Dersleri

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

özlü bir medya kazası işledi. Yıldırı m

1: İNSAN VE TOPLUM...

Sayı: 32/2014. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi aşağıdaki Yasayı yapar:

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

10 Ocak 2013 BASIN AÇIKLAMASI

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

MESLEK ÖRGÜTÜNÜN GöREV ÇAĞRISINA KATILMAK SUÇ MUDUR? BU NEDENLE HUKUKİ BİR YAPTIRIM UYGULANABİLİR Mİ?

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır?

ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR BİRER BİRER YARGIDAN DÖNÜYOR!

KAMU YÖNETİMİ. 5.Ders. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER

BİR AVUKAT YANINDA AYLIKLI OLARAK ÇALIŞAN AVUKATIN DURUMUNUN AVUKATLIK YASASI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM YILI II. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ DERS TARİHİ 1. DERS SAATİ 2.

2-) Türkiye de tek dereceli seçim ilk kez hangi seçimlerde uygulanmıştır? A) 1942 B) 1946 C) 1950 D) 1962 E) 1966

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

Türk bürokrasisinde güç mücadelesi: Muhafazakar blok ve Perinçek grubu

ANAYASA CEVAP ANAHTARI GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI Ocak 2019 saat 13.00

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...V ÖZET...VII ABSTRACT...VIII İÇİNDEKİLER...IX KISALTMALAR LİSTESİ...XV GİRİŞ...1

Nedim Şener'den belgelerle Fetullah Gülen kitabı

BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN

ÖZETLE. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Kitap. Prof. Dr. Mesut Gülmez İÇİMDEKİ UKDE. İş Hukuku ve Sosyal Politika Öğretilerinin Sosyal İnsan Haklarıyla İ m t i h a n ı ( )

TÜRK HUKUK DÜZENİNİN YÜRÜRLÜK KAYNAKLARI (2) Dr. Öğr. Üyesi Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR

1979 İRAN İSLAM DEVRİMİ SONRASI TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ. Ömer Faruk GÖRÇÜN

2:Ceza muhakemesinin amacı nedir? =SUÇUN İŞLENİP İŞLENMEDİĞİ KONUSUNDAKİ MADDİ GERÇEĞE ULAŞMAK

Sayın Ahmet Davutoğlu na Yöneltilen Sorular 1) Bakanlık ve Başbakanlık yaptığınız süre içerisinde FETÖ örgütlenmesi hakkında resmi veya gayri resmi

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

AKOFiS. Halkla İlişkiler Başkanlığı

İSTANBUL 10. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

TÜRK YARGI SİSTEMİ YARGITAY Öğr. Gör. Ertan Cem GÜL MYO Hukuk Bölümü Adalet Programı

3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanununun bu hükmünden yola çıkarak, İçişleri Bakanlığının emniyet ve asayişi sağlamada, yürütme organları olarak

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

İNSAN HAKLARI CEVAP ANAHTARI GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI Ocak 2019 saat 11.00

Hüseyin Yıldırım Danıştay şemasına Aslı gibidir' imzası atmıştı.

Başkentteki Yardımcı Kuruluşlar. Türkiye nin Yönetim Yapısı Doç. Dr. Aslı Yağmurlu

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

ANAYASA DEĞĠġĠKLĠKLERĠ HAKKINDA GÖRÜġ VE ÖNERĠLERĠMĠZ

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler


T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO HBYS Programı. Yargı Örgütü Dersleri

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

ANAYASA MAHKEMESİ NE BİREYSEL BAŞVURU YOLU AÇILDI

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

TEMEL HUKUK ARŞ. GÖR. DR. PELİN TAŞKIN

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü TÜRK ANAYASA DÜZENĐ BAHAR DÖNEMĐ ARA SINAVI CEVAP ANAHTARI

: İstanbul Barosu Başkanlığı

Cumhurbaşkanı. Türkiye nin Yönetim Yapısı Doç. Dr. Aslı Yağmurlu

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ -6-

Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri

CUMHURBASKANININ YETKİ VE SORUMLULUKLARI

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

FASIL 23 YARGI VE TEMEL HAKLAR

GENEL OLARAK DEVLET TEŞKİLATI SORULARI

KAMU PERSONEL HUKUKU KISA ÖZET HUK303U

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

ŞİKAYET NO : /317 KARAR TARİHİ : 21/01/2014 RET KARARI ŞİKAYETÇİ :

CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ, KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMESİ, YÖNETMELİK ve KARARI

Transkript:

Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. Copyright 2008 Talat Turhan Yeni Baskıya Önsöz (Yargıç gözüyle) Bomba Davası, yakın tarihimizin en ilginç davalarından biridir. Bu dava, Türkiye de Kontrgerilla adının ilk kez duyulduğu; işkencenin ilk kez bu kadar net ve kesin olarak dile getirildiği; eylemlerinin af yasası kapsamına alınarak haklarındaki suçlamaların düşürüldüğü ve aftan yararlanmak istemeyen Talat Turhan ve bir arkadaşının şaibe altında yaşamaya mahkum edildikleri; aralarında kişisel arkadaşlık dışında ilişki olmayan, hatta birbirini ilk kez duruşmada gören bazı kişilerin, devletin Anayasal düzenini değiştirmek için oluşturulmuş bir örgütün kurucu üyeleri olarak gösterildiği; bir Tümgeneralin işkence köşküne kapatılarak sorgulandığı; bir Orgeneralin oğlunun yurtdışından gelirken havaalanında gözaltına alınarak bir hafta süreyle hiçbir suçlamayla karşılaşmadan sorgulandıktan sonra serbest bırakıldığı; Emniyet kuvvetleriyle değil, onların adına, kendilerini kontrgerilla olarak tanımlayan kişilerce işkence yapılarak alınan ifadelerin delil olarak mahkemeye sunulduğu bir davadır, Bomba Davası. Elbette bu sayılanlar, davanın önemini ortaya koymak açısından yeterli değil; çünkü aslında bu davada ve buna benzer diğer karga tulumba davalarla o dönemde yargılananlar sadece 57 sanıktan ibaret değildir. Türk Devrimin sürekliliğine inananlar, 1961 Anayasasına umut bağlayıp aradığını bulamayanlar yargılandı, ürkütüldü, tehdit edildi, bu dönemde. Bomba davasının yaşandığı dönem, 12 Mart muhtırasının hemen ardından yaşanan ve özellikle sol menşei olduğu iddia edilen terör bahane edilerek faşist uygulamalarının kol gezdiği bir dönemdir. Bu dönemi değerlendirmek ve bu sürecin özellikle Türk devrimine vurduğu amansız darbelerin izlerini araştırmak için sadece o yıllara şöyle bir bakıp geçmek yeterli değildir. Çünkü tarih, olayları ortaya çıkaran koşullarla birlikte yazıldığı zaman anlam kazanır. 12 Mart 1971 Müdahalesi ve sonrasının, Türk Devrimi-Karşı Devrim çatışmasının bir dönüm noktası olduğunu düşünecek olur isek, o dönemi hazırlayan koşulları da göz ardı etmemek gerekir. Kuşkusuz artık bilinmekte ve kabul edilmektedir ki, Türkiye de hala süregelen Karşı Devrimin başlangıç gün ve saati, 10 Kasım 1938, 09.05 tir. Ne yazıktır ki, bu tarihte başlayan ve hızla gelişen Karşı Devrim süreci bir türlü durdurulamamıştır. Geçtiğimiz 68 yıl içinde, artık neredeyse ülke silahsız olarak işgal edilmiş, ekonomimiz tamamen dış etkilere açık ve savunmasız bırakılmış, ülkemiz tamamen dışa bağımlı hale getirilmiştir. Bugünün Türkiye sinde, bir kısım gazetelerde köşe kapmış; televizyon kanallarında borsa endekslerini ve Amerikan borsalarındaki gelişmelerin ekonomiye ne getirip ne götüreceğini tartışıp duran, sözde ekonomistler, Avrupa Birliği nin ve ABD nin himayesinde mandalaşma sürecine gönül vermiş siyasetçiler, Avrupa ülkelerinin hukukunu, bizim için ideal hukuk düzeni gören sözde hukukçular, Atatürk ün Çağdaşlaşma hedefini Batılılaşma veya Batı ya köle olma olarak algılayan Washington-Brüksel kaynaklı diplomatlar kuşkusuz birden bire var olmamışlardır. Onlar, Karşı devrim sürecinin ürünüdürler.

Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında, Türk milletinin tarihten gelen bağımsızlığına ve onuruna olan düşkünlüğünü anladıktan sonra; bu kalenin diğer kaleler gibi kolayca yıkılamayacağını anlayan Emperyalist devletler; Türk kalesini içeriden fethetmeyi denemek istediler. Bu nedenle, çoğu kez Vatanseverlik, Memleket severlik, Müslümanlık maskeleriyle yetiştirdikleri kurtları aramıza salarak, Türk Devrimini ve Türk Devletini yok etmek için bizi birbirimize, yani kardeşi kardeşe kırdırdılar. 1971 ve 1980 müdahaleleri, hatta 28 Şubat müdahalesi bu tohumların meyveleridir. Bu süre içinde Türk Ulusal Eğitim Sistemi programlı olarak çökertilmiş, Türk Ulusuna, Ulusal Değerler yerine Kapitalist değerler empoze edilmiştir. Dahası, kişisel çıkarla öne çıkarılarak, sadece verilen talimatları yerine getirecek ve ülkesinin çıkarlarını sorgulamayan geçmişinden koparılmış, düşünme, okuma, araştırma ve sorgulama yetenekleri köreltilmiş; ailesine, toplumuna, vatanına, milletine, devletine, dinine, diline ve tarihine düşman vatandaşlar yetiştirilmiş ve Ulusal Kültür yok edilmiştir. Ne yazık ki, milli mücadele döneminde yenilenler, M. Kemal Atatürk ün 15 yılda oluşturduğu Ulusal Bilinç i yerli işbirlikçilerle ortadan kaldırmakta başarılı olmuşlardır. Artık; Atamız Atatürk başta olmak üzere, O nun fikirlerine, tam bağımsızlık anlayışına, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma emellerine o kadar yabancılaştık ki; Çağdaş Uygarlık Düzeyi ni, Avrupa Birliği normlarıyla kıyaslamaya başladık. Neredeyse, heykellerdeki Atatürk ün parmağının, Avrupa Birliği ne ve Batılılaşmaya işaret ettiğini iddia edecek kadar gerçeklerden kopar hale geldik. Daha da üzücü olanı, Atatürk e açık açık hakaret edilmesinin düşünce özgürlüğü kapsamına alınmaya çalışılmasıdır. Kurtuluş Savaşı ile Sevr Antlaşması nı yırtıp atan, emperyalist ve kapitalist oyunları bozan, Yeni Dünya Düzeni nin geçmişteki uygulamasını durduran Atatürk e, Batı nın düşman olması doğaldır. Doğal olmayanı ise, kendi içimizdeki Atatürk düşmanlığıdır. Bu düşmanlık da; yukarıda bahsettiğimiz üzere, eğitim politikalarımızın tamamen ABD ve AB isteklerine teslim edilmesidir. Halbuki Atatürk, mazlum bir ulusun tam bağımsızlık çabalarının karşısındaki gerçek düşmanların; yani kapitalizm ve emperyalizm in, silahla, topla ve tüfekle saldırmayacağını açıkça ifade etmiştir. Ölümünden sonra dahi, Türk devrimine içten ve dıştan saldırıların devam edeceğini çok iyi bilmekteydi. Büyük Nutku nu Meclis kürsüsünden okurken bu öngörüsünü şu şekilde dile getirmişti:...asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiçbir zaman memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan memleketi temelinden yıkan milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden çok daha iyi bilen düşmanlar; bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bu güne kadar başarı da sağlamışlardır. Gerçekten kaleyi içten almak dışından zorlamaktan daha kolaydır. Bu maksadı gerçekleştirmek için içimize kadar sokulabilen bozguncu mikropların ve ajanların varlığını iddia etmek yerindedir. Ne yazık ki, Soğuk Savaşın komünizm paranoyasının ardındaki niyetleri algılamakta güçlük çekenler emperyalist devletlerin tuzağına düşmüşlerdir. Bilindiği üzere askeri darbelerin anavatanı Latin Amerika dır ve özellikle başta Latin Amerika olmak üzere 1945 sonrası dünya genelinde birkaç istisna dışında tüm darbelerin, yönetimlere illegal müdahalelerin, şu veya bu şekilde Amerikan emperyalizmine hizmet ettiği

bilinmektedir. ABD, Latin Amerika daki tecrübeleriyle; hegemonyası altına aldığı ülkelerde, iç karışıklık yaratacak, illegal örgütlerin kurulmasını sağlayarak, bunları finanse ederek, denetiminde tutmuş ve askeri darbelere zemin hazırlamıştır. 27 Mayısta edinilen deneyimler, ileriki yıllarda biraz daha geliştirilmiş ve yapılan yeni müdahalelerle, ABD ye bağımlı iktidarlar iş başına getirilmiştir. 12 Mart müdahalesi ise, 27 Mayıstan farklı olarak karşı devrimcilerin başarılı bir müdahalesidir. Her ne kadar darbenin hedefinin parlamento değil, sadece mevcut hükümet olduğu iddia edilmiş ise de; aslında muhatap parlamento ve hatta tümüyle demokratik rejimdir, sonrası uygulamalar bunu açıkça kanıtlamaktadır. 12 Mart 1971 günü saat 13.00 de, TRT radyolarından okunan ve Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur, ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicioğlu nun imzalarını taşıyan 3 maddelik muhtıra ile başlayan olağanüstü dönem, 14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçime kadar devam etmiş, bu dönemde Meclis açık olmakla birlikte Silahlı Kuvvetlerin baskısı ve yönlendirmesi ile görev yapmak zorunda kalmış, demokratik rejim, daha sonra telafisi imkansız bir yara almıştır. Bu kısa süre içinde sözde partiler üstü anlayışla, Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele almak için 4 ayrı hükümet kurulmuş, ancak hiçbirisi bu istenilen çizgiyi yakalayamamıştır. Bu hedefe ulaşmak şöyle dursun; 12 Mart sonrasında 61 Anayasası neredeyse tamamen değiştirilmiş, özel mahkemeler kurulmuş, yargı bağımsızlığı zedelenmiş, kararları beğenilmeyen mahkemeler lağıv edilmiş, üniversiteler ve sendikalar tamamen pasifize edilmiştir. Bugünleri çağrıştıran bir aymazlıkla Dünya Bankasın da, Oyak ta çalışan ve liberal tezgahların Rahle-i Tedrisat ından geçmiş bürokratlar hükümete davet edilmiş; sol eğilimlerle sağcı muhafazakarların bir arada yer aldığı, çelişkilerle dolu kabineler kurulmuştur. İlginçtir ki, hükümetin kurulmasının hemen ardından silahlı militan güçlerin pimleri de çekilerek devreye sokulmuş, ülke birden kana bulanmış ve Başbakan Nihat Erim in emriyle Balyoz harekatı başlatılarak, 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Balyoz harekatı; Muhtıraya destek veren aydınların, radikal solcuların ve hatta demokratik kitle örgütlerinin de hükümetten desteklerini çekmelerine ve hükümetin yalnız kalmasına neden olmuştur. Böylece kamuoyu desteğini kaybeden hükümet, 27 Mayıs öncesini aratmayan uygulamaları ardı ardına yürürlüğe koymuştur. Bu süreçte, grev ve lokavt yasakları yanı sıra, akademisyenlerin ve aydınların tutuklanmaları ardı ardına gelmiş, yasak yayımların listesi bir çığ gibi büyümüş, kitaplar toplatılıp yakılmaya başlamış ve Türkiye, benzeri görülmemiş bir faşist iktidara teslim edilmiştir. Şüphesiz 12 Mart sonrası hükümetlerinin en önemli icraatları, 1961 Anayasasının neredeyse 1/3 ünün değiştirilmesidir.2 Üstelik yapılan değişikler; çoğu hükümetin ve alaşağı edilen AP hükümetinin, isteyip de bir türlü gerçekleştiremediği değişikliklerdir. Partiler üstü hükümetlerin istenilenleri gerçekleştiremeyeceğinin anlaşılmasıyla, 12 Mart müdahalesini yapan komutanlar arasında da görüş ayrılığı baş göstermiştir. Muhsin Batur; 4 Aralık 1972 günü Cumhurbaşkanına hitaben Ben artık 12 Mart ta halisane dileklerle yapılmış müdahalenin anarşiyi durdurma hariç bir şey yapabilme ihtimalini yitirdiği kanaatindeyim. Memleketi serbest bırakmak için dört komutanın çekilmesi fikrini, Silahlı Kuvvetler kabul etmiyor. Ben de diğer komutanlarla

uyuşamıyorum. O halde inanmadığım ve anlaşamadığım bir statü içinde kalmayı lüzumsuz buluyorum ve müsaadenizle görevimden çekilmek istiyorum. diyerek istifasını vermesi, artık müdahaleyi yapan generallerin de inancının kalmadığını göstermekteydi. Yani Gürler-Batur-Kayacan ile, Sunay-Tağmaç-Türün ekibinin yolları 1971 muhtırasından çok değil birkaç ay sonra tamamen ayrılmıştı. İşte Bomba davası tam bu sırada açılmış bir davadır. Bu dava, bir iktidar mücadelesinin; karşı devrimcilerin Atatürk Devrimcilerine gözdağı verme, bir şeylerin ters gittiğini fark eden başta generaller olmak üzere, asker ve sivil aydınları sindirme operasyonudur. Bu dava sırasında açıkça anlaşılmıştır ki, 1975 yılı itibariyle artık devletin çelik çekirdeği ile kontrgerilla yapılanmasının çekirdek kadrosu arasındaki fark neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. Talat Turhan, bomba davasının baş sanığı seçilmiştir. Bu davadan sonra yaşadıklarını yazarak, 1965 yılında başladığı yazım hayatına bugüne kadar devam etmiş ve ilk kez bu dava sırasında dile getirdiği Kontrgerilla kavramını bundan sonraki yapıtlarında iyice açmış, kendisinden sonra bu konuyu işleyecek yazarlara ön ayak olmuş, adına ister süper NATO diyelim, ister Gladio veya Kontrgerilla diyelim, emperyalist devletlerin uşaklığını ve tetikçiliğini yapan bu gizli yapının, sadece Türkiye de değil, İtalya, Almanya gibi gelişmiş ülkelerde, siyasetin dışında Vatikan da dahi kök saldığını, defalarca dile getirmiştir. Gerçekten de; ABD, sadece Türkiye de değil, İkinci Dünya Savaşı sonrasında etkisi altına aldığı ülkelerde, militer güçlere antikomünizm=milliyetçilik formülünü benimseterek, Kontrgerilla örgütlenmesini oluşturmuş ve bu güçleri yeri geldikçe örtülü operasyonlarında kullanmıştır. Kontrgerilla timlerinin eğitiminde ve finansmanında, doğrudan CIA rol aldığı gibi, sivil toplum kuruluşları, uluslar arası sağlık ve eğitim kuruluşları, sanayi kuruluşları ve yan örgütleri açık veya gizli rol oynamışlardır. Türkiye de kontrgerillanın eğitimini özelikle, AID (Amerikan Kalkınma Örgütü) ne bağlı uluslar arası faşizmin polis örgütü olan OPS (Office Of Public Safety) üstlenmiştir. 1960 lı yıllarda Türkiye ye yerleşen AID; özellikle eğitim alanında destek olmak bahanesiyle Ankara da yıllarca hizmet vermiştir! Olağanüstü dönemlerin sonrasında yaşanan faşist uygulamalarının mimarı bu örgütlerin hedefleri arasında aydınlar, siyasetçiler, sol düşünceyi savunan yazar, şair ve diğer sanatçılar olduğu kadar, şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları da vardır. Bu nedenle; sadece üst kademelerde değil ordunun en alt kademelerinde dahi 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde şiddetli tasfiyeler gündeme gelmiştir. Türkiye nin NATO ya girdiği 1952 yılının hemen ardından, ABD menşeli NATO talimnameleri sayesinde; sadece emir almayı ve bu emri uygulamayı öğrenen ve aldığı illegal emirleri sorgulamayan subaylar yetiştirilmiştir. Atatürkçülük öğretileri adı altında; içi boşaltılmış bazı terim ve kalıplar, özellikle Silahlı Kuvvetlerin eğitici kadrolarına öğretilmiştir. Ayrıca, bu dönemde ekonomik yoksunluk içine sokulan subayların gelecek kaygısı duymaları sağlanarak, kitap okumaları yasaklanarak, yurt içi ve yurt dışında gelişen siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve askeri olayları sorgulamaları engellenmiştir. Ayak direten beyin takımının da, Türk Silahlı Kuvvetleri nden ayrılması sağlanmıştır. Bomba davası, sadece bir iktidar çekişmesinin, sindirme, susturma operasyonunun parçası değil, aynı zamanda gayri nizami harbin tüm öğretilerinin kullanıldığı ve dünyada ender görülen uygulamalardan birisidir. Bomba davası, Kontrgerilla öğretilerinin, uygulamalarının yapıldığı bir eğitim alanına benzetilebilir. Bu davanın baş aktörleri ve bir

numaralı sanığı Talat Turhan ın bomba davası sırasında yapmış olduğu politik ve hukuki savunmayı okuyup da, şaşkınlık ve hayranlık içinde kalmamak mümkün değildir. İşkence altında ve cezaevi koşullarında hazırlanan bu savunma, Kemalist bir kurmay subayın muhakeme yeteneğinin, azim ve kararlığının göstergesidir. Bir hukukçu olarak bu davanın hukuki eleştirisini yapmak hiç de zor değil. Özelikle, hazırlık soruşturması çok büyük hatalarla doludur. Delillerin toplanması ve kamu davasının hazırlanması bu aşamada gerçekleşir. Bu aşamada Emniyet Kuvvetleri, hatta mümkünse, bizzat savcı tarafından deliller toplanır, sanık veya sanıkların leh ve aleyhlerindeki deliller ortaya konarak kamu davası açmaya yeter delil olup olmadığı araştırılır. Hukuk devletlerinde kamu gücünü kullanan savcılar, bu safhayı mümkün olduğu kadar çabuk sonuçlandırır; suçlu veya suçluları adalet önüne çıkarırlar. Özellikle sanıklardan bir kısmının tutuklu olması durumunda, bu sürenin mümkün olduğu kadar kısa sürmesi öncelikle sağlanır. Tutuklu bulunan sanıkların isnat olunan suçu işledikleri yolunda inandırıcı deliller bulunamamış ise veya bulunan deliller inandırıcılığını yitirmiş ise, salıverilmeleri dava açılmadan önce sağlanmalıdır. Bomba Davası soruşturması 06 Mayıs 1972 günü İstanbul da İbrahim Çenet isimli bir gencin üzerinde bomba patlaması ve ölmeden kurtarılarak sorgulanması sonucunda başlatılmış, ancak Askeri Savcı Nevzat Çizmeci tarafından 03 Nisan 1973 tarihinde kamu davası açılabilmiştir. Yani son soruşturma aşamasına ancak 11 ay sonra geçilebilmiş; Talat Turhan, sadece hazırlık soruşturması sırasında, 03 Temmuz 1972 gecesinden itibaren 26 gün Ziverbey işkence köşkünde, 1 (bir) ay Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevinde hücrede tecrit altında olmak üzere toplam 9 ay gözetim altında kalmıştır. Çağdaş hukuk sistemlerinde, sonu mahkûmiyetle sonuçlanmayan hiçbir davada bu kadar uzun süreli tutukluluk haklı görülemez. Üstelik sanıklar, savcıların veya Emniyet Kuvvetlerinin değil MİT in talimatı ve 1nci Ordu Sıkıyönetim Komutanlığının emriyle gözetim altına alınmışlardır. Oysa tutuklama kararı yargısal bir karardır ve ancak bir hâkim tarafından verilebilir. Bu süre içerisinde toplanan delillerin sadece sözlü delillerden ibaret olduğu, bu ifadelerinde büyük çoğunluğunun işkence ile alındığına dikkat edilecek olur ise engizisyon mahkemelerinin uygulamalarını aratmayacak bir uygulama ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Sanıklık bir statüdür. Sanığın bazı yükümlülükleri olduğu gibi bazı hakları da vardır. Öncelikle, sanığın, kendisine isnat olunan suçu öğrenme hakkı vardır. Bu kural, ceza hukukunun artık tüm dünyada kabul edilmiş temel prensiplerinden birisidir. Ancak, sanıklara bu hak verilmemiştir. Senaryo daha sonra alınan ifadelerle şekil bulmuş; suçlardan sanıklar değil, sanıklardan suç çıkarılmıştır. Sanıkların müdafi tutma ve kendilerini müdafi aracılığı ile savunma hakları vardır. Bu hak, sadece son soruşturma değil, ön soruşturma aşamasında kullanılabilecek bir haktır. Talat Turhan ise Ziverbey işkence köşkünde, değil avukat, neredeyse polis yüzü bile görmeden işkence odalarında kimliği meçhul kişiler tarafından sorgulanmıştır. Oysa Ceza hukukunda tutuklama, gözetim altına alma bir tedbirdir, ceza değildir. Hangi şartlarda başvurulacağı, ne kadar süreceği, şartlarının neler olduğu yasada açıkça belirtilmiştir. Diğer yandan, sanığın ifade vermeme, yani susma hakkı vardır. İfade vermeye zorlama çağdaş hukuk sistemlerinin hiçbirisinde, keza Türk Ceza Muhakemesi Hukukunda bulunmamaktadır. Talat Turhan ın evinde, 3-4 Temmuz 1972 gecesi yapılan arama, yine hakim kararına dayanmayan, emirle yapılan bir aramadır. Ceza Muhakemesi Hukukunda, arama ve zapt işlemlerinin nasıl yapılacağı açıkça belirtilmiştir. Arama gece yapılmaz, gün doğduktan sonra ve güneş batmadan yapılır. İstisnaları, kanunda belirtilmiştir. Ayrıca bir mahkeme kararına dayanılarak yapılır. Zorunlu hallerde ise, savcının istemi üzerine emniyet kuvvetlerince yapılır, ancak en kısa zamanda hakim onayına sunulur. İlginç olan şu ki; 1999 yılında başı

(sonradan) türbanlı ABD vatandaşı bir bayan müstafi milletvekilinin evinde; DGM Savcılığınca güneş battıktan sonra arama yapılmasını hukuken hata olduğunu, ertesi gün bas bas bağıranlar, 3 Temmuz 1972 gecesi bizzat bu operasyonu yapanların öğrencileridir. Arama sırasında, evinden toplanan kitapların hiçbirisi, Talat Turhan a teslim edilmemiş ve sadece yasaklanmış kitaplar hakkında karar verilmiş, yasaklanmamış ancak evinden alınan bu kitaplar hakkında hiçbir karar verilmemiştir. Kitapların nereye götürüldüğü, kime teslim edildiği dahi belli değildir. İddianamedeki iddialar ve eylemler ile Talat Turhan arasında işkence ile alınan ifadeler dışında hiçbir somut bağ yok iken, Askeri Yargıtay 2. Dairesi, her nedense 20.04.1977 gün ve 1977/56-131 E.K sayılı kararında sübutu hiç tartışmamış, bunlar gibi pek çok kanuna doğrudan aykırılığı görmezden gelmiş, bir nevi, kurtarıcı gibi Meclisten geçirilen 1803 Sayılı Af yasasının arkasına saklanarak bu Ceza Hukuku Ucubesi yargı kararını onayıvermiştir. Çok açıktır ki bu davada, Kontrgerilla yargıyı kendi çıkarlarına alet etmiş ve üst düzey askerlerin desteği ile, istediği sonuca ulaşmak için kullanmıştır. Ne yazık ki Bomba davası, ne bu konuda ilktir ne de son olacaktır. Kontrgerilla, aynı maskelerle yine yeri geldiği zaman, bu kez belki farklı yöntemlerle, hukuk dışı gayri nizami harp tekniklerine başvuracaktır. Bundan şüphe duyulamaz. Burada sorun ancak şu olabilir. Ne zaman veya kimlere karşı! Büyük Kemalist Devrimci Talat Turhan ın bu eseri aynı zamanda Türkiye de yargının; hangi aşamalardan geçtiğini, ne yazık ki, zaman zaman nasıl kullanıldığını açıkça gözler önüne sermektedir. Sadece bir hukuk değil, bir taktik, bir azim ve kararlılık mücadelesi olan bu davanın yazılı ve sözlü savunmasını okurken sizin de benimle aynı düşünceleri paylaşacağınıza inanıyorum.

Üçüncü Baskıya Önsöz 3-14 Kasım 1975 günleri arasında, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi nde Bomba Davası na ilişkin yaptığım Savunma mın 1. Klasörü nün başında yer alan Politik Savunma yı 1986 da yayımlamak gereksinimi duymuştum. Savunmam, 29 yıllık süreçte doğrulanmaktan da öte, âdeta dünyada ve ülkemizde daha sonra olup biten gelişmeleri de işaret etmiştir. ABD nin günümüzdeki küresel saldırganlığı, iktidarı şaibeli yoldan ele geçiren Bush ve ekibinin liderliğinde sürmektedir. Dünya jandarmalığı, yerini küresel imparatorluk düşlerine bırakmıştır. Bush Hanedanı nın başını çektiği bu ekip, kendi özel çıkarlarının yanında ABD nin hegemonik yönelişini gerçekleştirmek için, uygarlığın birkaç bin yıllık kazanımlarını yerle bir ederek Asya ve Afrika yı başta enerji olmak üzere bütün zenginlikleriyle tamamen ele geçirme amacına dönük olarak vahşice sarsıyor. Haksız savaşlar, Afganistan ve Irak ta olup bitenler; işkence ve katliamlar, dünyanın gözü önünde yaşanan vahşetin son perdesidir. ABD, başta BM olmak üzere ne uluslararası örgütleri ne de uluslararası sözleşmeleri takmaktadır. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde başta gençler olmak üzere; aydınlara, sendika aktivistlerine, yurtsever subaylara, demokratik hukuk devletinden yana tüm güçlere uygulanan işkence yöntemlerinin, bugünkü Afganistan da, Irak takilere koşut olması, benzerlikler taşıması Savunma mı daha da güncel kılmaktadır. Kendimi bildim bileli, ülkemin sorunlarıyla ilgilenmeyi bir misyon edindim. Sanırın, bu nedenle yakın tarihimize tanıklık etmek durumunda oldum. Bir aydın olarak olanaklarım ölçüsünde, emekli edildiğim yılın ertesinden, yani 1965 ten bu yana değişik zeminlerde etkinliklerimi sürdürdüm. Araştırma, inceleme ve düşüncelerimi kamuoyuyla paylaşmaya özen gösterdim. Düzene egemen olan güçler aktivitelerimden rahatsızlık duymuş olacaklar ki, işsiz bırakmaktan, yazdıklarım hakkında tazminat davaları açmaya kadar çeşitli yöntemlerle beni susturmaya çalıştılar. Şimdi, seksen yaşımdan sonra dostlarımın da destekleriyle, yeni bir itki ve heyecanla, başta elinizdeki kitap olmak üzere yeni çalışmalarımı kamuoyuna, değerli okurlarıma sunmak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk ün tam bağımsızlık ilkesine dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaya çalışıyorum. Ülkemizi bağımlı hale getiren iktidarları da lanet ve nefret duygularıyla ve üzülerek izliyorum. Milli Şef İsmet İnönü döneminde yaşadım. Onun 1947 de ABD ile ilk İkili Anlaşma ya imza koymasının ne anlama geldiğini, ancak merhum Haydar Tunçkanat ın İkili Anlaşmalar adlı kitabından ve şaşırarak öğrendim. Sonra, sözde demokrasi dönemi başladığında, dönemin ileri gelenleri Türkiye yi Küçük Amerika yapmak hedefiyle ABD ye bağımlılığı iyice pekiştirdiler. Yıllar sonra, DP önde gelenlerinin ABD nin dünya çapındaki gizli yapılanmasının Avrupa ayağı olan Bilderberg e 1959 da üye olduklarını öğrendiğimde şaşkınlığım bir kat daha arttı! Derken, 27 Mayıs 1960 geldi. İlk bildirisinde NATO ve CENTO ya bağlılığını ilke olarak benimsediğini açıklayan bir harekât, kuşkusuz ki ülkeyi o güne kadar sürüklendiği bağımlılıktan ve bataktan kurtaramazdı. Geçenlerde, 27 Mayısçı ve MBK Üyesi E. Tümg. Sıtkı Ulay ın Giderayak adlı kitabını gördüm. Ulay ın, kitabının 92. sayfasında Ortadoğu da Türk-Amerikan Menfaatleri Birleşiyor başlığı altında, İsrail ve Ortadoğu konularında Türk ve Amerikan çıkarlarının

birleştiği görüşünü ileri sürdüğünü öğrendiğimde 27 Mayıs a ilişkin bütün hayallerim yıkıldı.. Bu görüşün, günümüzdeki Koç ların, Fettullah Gülen lerin görüşünden hiçbir farkı yoktu! Ulay, Atatürkçü Türk gençliğine son söz olarak da ne önerse beğenirsiniz; Dünyayı parmağında oynatan Amerika yı solcu da olsanız karşınıza almayın.!.. Daha sonra, DP nin devamı olduğu ileri sürülen iktidarlar işbaşına geldi. Onlardan farklı bir tavır beklemek, zaten eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Bir ara, Bülent Ecevit ve arkadaşlarının Demokratik Sol uyla oyalandık. Ancak, 35 yılı aşkın bir süredir iki farklı siyasal görüşün lideri olarak karşımıza çıkarılan Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit in 1975 te Çeşme de toplanan ABD güdümündeki Bilderberg e aynı anda üye olduklarını öğrendiğimdeki duygularım şaşkınlıktan da öteydi! Daha sonra, Ecevit in 57. Hükümet teki Başbakanlığı döneminde, Cumhurbaşkanı Demirel in görev süresini uzatma girişiminde öncü bir rol almasının bu örgütsel beraberlikten kaynaklandığını algılamama karşın, medyamızın bu gerçeği gözardı etmesini küresel dayanışma olarak değerlendirdim. Ve, 12 Eylül Darbesi geldi... M. Ali Birand ın kitabında yer alan, darbe gerçekleştiğinde ABD Büyükelçisi nin kendi Dışişleri Bakanlığı na geçtiği kripto, yorum gerektirmeyecek kadar açıktı: Our boys have done it!- Bizim çocuklar halletti! Hele hele darbenin ardındaki beynin, ABD nin işbirlikçi-uydu darbeci yetiştiren Ford Bragg dan geçmiş olduğunu öğrendiğimde, mezarda Ata mın kemiklerinin sızladığını duyumsadım!.. 12 Eylül Darbesi ni izleyen MGK döneminden sonra, sıra Cumhurbaşkanlığı seçimine geldiğinde, seçimden birkaç ay önce 9 Ağustos 1989 günkü gazetede yabancı kaynaklara atfen Türkiye yi Kucağa Oturtma Planı başlıklı, manşetten bir haber yayımlandı. Özal ın Cumhurbaşkanı olması için CIA devrede ydi. Gazete ye göre, CIA nın hazırladığı planı Bush onaylamıştı. Özal, bu haberden üç ay sonra Cumhurbaşkanı oldu. Türkiye yi Kucağa Oturtma Planı başlıklı makalemle konuyu gündemde tutmaya çalıştıysam da, medyanın suskunluğu devam etti. Merhum Özal ı ABD nin yönlendirmesi ve zorlamasıyla iktidara, giderek Cumhurbaşkanlığı na taşıyan ABD nin bizim çocuklar ı sözde Atatürkçü MGK mihrakı, onun Nakşibendi tarikatıyla yakınlığını bile gözardı etmek zorunda kalmışlardı. Konya Mitingi ni 12 Eylül ün gerekçeleri arasında gösteren ve MSP yi kapatanların, 12 Eylül den önce MSP adayı olan Özal a tahammülleri başka türlü açıklanamazdı. Yeni bir dönem geldi... Önümüze CIA ajanlarınca Ilımlı İslâm konsepti sürüldü. Yirmi yılı aşkın bir süre uğraşılarak bunun altyapısı hazırlanmıştı. ABD küresel hegemonyasının emrinde ve hizmetinde olan medya tarafından bu konsepte uygun insan da bulundu. Dinlerarası Diyalog yaklaşımıyla, tüm dışişleri protokolleri bir yana bırakılarak Vatikan buluşmalarıyla Gülen, şişirildi. Anavatanında güvenlik içinde yaşamasının koşulları sağlanırken, dünyada ve ülkemizde örgütlenme olanakları sağlandı. Sıra Ilımlı İslâm ı iktidara taşımaya gelmişti. İşte, bu noktada, ABD emperyalistlerinin kullandığı en etkin araç psikolojik savaş devreye sokulur. Psikolojik savaş, çoğunlukla sivil bir kavram gibi görülür ve propagandayla eş anlamlı sayılır. Oysa, 1963 ten bu yana, Kennedy tarafından askeri bir savaşın parçası olarak algılanarak askeri literatüre sokulmuştur. İlgili okullarda psikolojik savaşın yöntemleri öğretilmektedir. Özetle, tüm dünya ulusları, küresel güçlerin bir parçası olan medya grupları kullanılarak, süresiz askeri psikolojik savaş yöntemleriyle emperyalist değer yargılarına teşne hale getirilmektedir. Bu aygıtı devreye

sokarak dünyanın herhangi bir ülkesinde istediğinizi iktidardan indirir, istediğinizi iktidara oturtabilirsiniz!.. Protokolde olmadığı halde, henüz sadece parti başkanıyken ABD Başkanı Bush un karşısına çıkarılan dünyadaki tek politikacı, belki de AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan dır. Onun, ABD deyken sık sık yinelediği dünya küresel bir köye dönüşmüştür sözünü bir an için düşünelim: Köyün muhtarı belli, Erdoğan a ihtiyar heyetinde bile yer yok!.. ABD, hiç boş durmuyor; 58. ve 59. hükümetlerdeki en genç bakan olan Ali Babacan ın 2003 ve 2004 de üst üste Bilderberg toplantılarına çağrılarak katıldığını gördüğümde, ister istemez Atatürk ün Gençliğe Hitabesi ni anımsadım. Anglo-Sakson egemenliğindeki masonik ve siyonist karar merkezleri önce kendi çıkarlarına hizmet edecek kişileri kulüplerine, yani uluslararası örgütlere üye yapıyorlar.. Yani, global elit ya da küresel seçkin sınıfına sokuyorlar.. Sonra da kontrollerindeki medyayı kullanarak yıldızlarını parlatıp halklarına seçtiriyorlar.. Ülkelerinde seçilmiş yönetici konumuna getiriyorlar. Nitekim, Bilderberg üyesi olan küresel seçkinlerimiz arasında; cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, büyükelçiler, akademisyenler, holding patronları ve medya unsurlarının (Dinç Bilgin, Sedat Ergin, Nuri Çolakoğlu, Hasan Cemal ) olduğunu görüyoruz. Bu cephe, otomatik olarak ABD çıkarlarını kollayıp gözetme misyonu üstlenmektedir. Medyada bir de iç ve dış istihbarat örgütleriyle United States Information Service (USIS) e angaje olanlar var.. Bunlar, mütareke basını nı oluşturuyorlar.. Küresel seçkin konumlardan ABD nin çıkarları için ahkâm kesiyorlar.. Hiçbir gücün tarih sahnesinde ilelebet kalmadığını biliyoruz. Elinizdeki kitapta sakın ABD düşmanlığı yaptığımı sanmayın!.. Ülkemin çıkarlarını korumak için, ABD emperyalizminin içyüzünü özellikle asker gözüyle, tüm güç ve olanaklarımı kullanarak kamuoyuna yansıtmak ve Atatürk ün bize emanet ettiği Türkiye ye geri dönmek özlemine sahip çıkacak yandaşlar arıyorum. Umutsuz değilim.. Küreselleşme dayatmasına karşı, başkaldırı başlamıştır. -Tüm dünyada küreselleşmenin örgütleri; bilinçli ve onurlu ülkeler, uluslar ve kamuoyunca protesto edilmektedir. -Tüm dünyada savaş karşıtları seslerini yükseltmektedir. -Özellikle bu günlerde, toplumun değişik kesimlerinin NATO ve ABD karşıtı protestolara katılması, bu kitaptaki ABD emperyalizmine ilişkin savlarımın ne kadar haklı çıktığını göstermektedir. 1991 de bir gazeteye verdiğim mülakatta, NATO ya üye olduğu halde, Türk Silahlı Kuvvetleri ni hiçbir zaman NATO standartlarına getirmemesi nedeniyle bu paktın ülkemize ihanet ettiğini açıklamamın bugün yankılanmasından huzurlu ve sevinçliyim. Bu arada, tam 18 yıl önceki saptamalarımın bugün doğru çıkmış olmasına sevinemiyorum... Körfez sorunu sıcak savaşa dönüşecek, Amerika nın elindeki çevik kuvvetlerle Körfez e yönelik, yani NATO amaçlarının dışında kendi kuvvetlerini Türkiye de

konuşlandırması ve bunlara bağlı olarak kendilerine bağlanması istekleri oldu. Kapalı kapılar ardında pazarlıklar sürdü. Amerika nın Muş bölgesinde bir üs kurma girişimleri var. Türkiye de bulunan üsler, NATO amaçlarına hizmet etmek yükümlülüğü altında. NATO nun patronu Amerika olduğuna göre, Amerika nın bütün niyeti yurdumuzdaki bu üsleri gerektiğinde kendi çıkarları yönünde olası bir sıcak savaşta kullanmaktır. Kanımca, ülkemiz ve dünya, 29 yıl önce tanımladığımdan daha vahim bir noktada. Ancak, ABD nin hegemonik saldırısı karşıt cepheyi de örmektedir. Küresel saldırı, Kurtuluş Savaşı yla elde ettiğimiz ulus devletimizi bertaraf etmeye çalışıyor Milliyetçi ve yurtsever direnişi kırmaya çalışıyor.. Ülkemizde tarımın çöküşü hızlandırılıyor, sendikasızlaştırma operasyonu sürüyor, Cumhuriyet Devrimi nin armağanları olan büyük çaplı kamu kuruluşları yok pahasına özelleştirilmeye çalışıldığı gibi, ekonomideki işlevleri tasfiye ediliyor. Sosyal devlet anlayışının gerektirdiği ne varsa bir bir tırpanlanıyor. 1990 da Paris Şartı imzalanırken, baba Bush, bundan böyle dünyadaki çatışmanın siklet merkezinin Kuzey-Güney ve dolayısıyla beyaz-hıristiyan uygarlıkla İslâm arasına kayacağını açıklamıştır. İflah olmaz bir Hıristiyan köktendinci olan Evangelist oğlu George W. Bush da mirası devralarak haçlı seferlerine başlamış bulunuyor. Haksız savaş, Afganistan ve Irak işgalleriyle başlayan sürecin önü ulusal direnişlerle kesilmiştir. Böylelikle, şer mihverinin hevesleri doğrultusundaki yürüyüşü şimdilik kesilmiştir. Ancak, ülkemizi taşeronlaştırarak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar. CFR, Bilderberg, Japon ayağından oluşan Trilateral Coğrafya, Güney e, yani Üçüncü Dünya ya ve İslâm coğrafyasına karşıdır. Uluslararası finans kapitali kontrol eden ÇUŞ lar sömürü ve yağmalamayı işgallerle hızlandırarak Güney i tam teslim almak istiyorlar. Fiili işgallerin bittiği yönündeki tezler, dünyanın tek kutuplu bir hale dönmesiyle iflas etmiştir. Öte yandan, nedense bir süredir ABD de ikâmet eden Ilımlı İslâm şeyhi Amerika bize düşman olsa da biz onunla dost olmalıyız yolunda fetvalar üretmektedir. Böylelikle, dinlerarası hoşgörü adı altında küresel güçlerin amaçlarına hizmet eden bir İslâm yaratılmak istenmektedir. Tüm bu dolapların ardında altı ayaklı bir örümcek görüyoruz. Bir ayağı ABD de, bir ayağı işbirlikçi sermayede, bir ayağı İslâmî sermayede, bir ayağı Nur tarikatında, bir ayağı Kürtlerde, bir ayağı siyasal partilerde Dinlerarası hoşgörü tuzağındaki İslamı, Ilımlı İslâm olarak muhatap almak isteyen emperyalist küresel merkezlerin bu yönelişinin arkasında ne yatıyor? Onu da bizzat Papa 2. Jean Paul açıklasın: Birinci bin yılda Avrupa yı ve Afrika nın bir kısmını, ikinci bin yılda Kuzey ve Güney Amerika yı Hıristiyan yaptık. Üçüncü bin yılda Asya, Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya yı Hıristiyanlaştıracağız. Hıristiyanlaştırılacak ilk ülke Türkiye dir. Gün, gerçek yurtseverlik günüdür, gün gerçek, saf ve temiz; ülkesine ve bağımsızlığına bağlı olarak inançları yaşama günüdür. Yarım yüzyılı aşkındır bizi yönetenlerin; Küçük Amerikacılar, Babalar, Karaoğlanlar, Kadayıfçılar, Başbuğlar, Bizim Çocuklar, Tontonlar, Ilımlı İslâmcılar ın ülkeyi getirdiği yer dışa bağımlılık ve gırtlağa kadar dayanan borç batağıdır.

Büyük güçlerin, emperyalistlerin Türkiye yi işgalini ve işgal niyetlerini yaşayarak gördük.. Bugün de, Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir diye egemenliğimize sulanıyorlar; artık tekli yönetim zamanı geçti, diyorlar.. Tevrat taki vaadedilmiş toprakların fethi ile BOP un amacının ne farkı olduğunu bize, örneğin sayın Erdoğan ve Gül anlatsa da öğrensek?!. BOP, Fırat tan Nil e; Lübnan dan Arap Yarımadası na, Hint Okyanusu na kadar uzanan bir proje Ya vaadedilmiş topraklar neresi? Onu da Tevrat tan aktaralım: Sınırlarımız çölden ve Lübnan dan büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar Hititlerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olacaktır. Ulusal onurumuza ve bağımsızlığımıza sahip çıkmak, Yeni Dünya Düzeni ne, küresel dayatmalara karşı çıkmakla eş anlamlıdır. Ülkemizin ulusal refleksleri ve birikimleri; askeriyle ve siviliyle; aydınıyla, genciyle, namuslu sanayicisi ve işçisiyle, tarımdaki çilekeş üreticisi ve yoksul köylüsüyle, esnaf ve zanaatkârıyla; beyaz ve mavi yakalısıyla; emperyalizme pabuç bırakmayacaktır. Emperyalist-kapitalizmin dediği olmayacak, hegemonların diktatörlüğü tersyüz edilecektir.! Bu bilinç ışıdıkça siyasal anlamda güçlenecek ve yandaşları artacak, başta Irak olmak üzere ezilen uluslar direndikçe ABD balonu sönecek; uluslar gerçekten bağımsız, özgür, demokrat ve ulusal reflekslere duyarlı düzenlere birgün mutlaka kavuşacaklardır. Talat Turhan Kuzguncuk, 26 Haziran 2004

I. Bölüm Bomba Davası nın Oluşturulması ve Sonuçlanması

Yargılayanları Yargılıyorum I. Bu birinci kitabım, Ek te dökümü sunulan 10 klasör ve 5000 sayfadan oluşan Bomba Davası nda yaptığım Savunma nın birinci klasörünün Politik Savunma bölümüdür. Zamanı geldiğinde, diğer bölümlerinin de yayınlanmasını düşünmekteyim. Gerçekte ülkemin içerisinde bulunduğu koşulları uygun bulmadığım için, savunmamı yayınlamayı bugüne kadar düşünmemiştim. Tarihsel bir misyon yüklenmenin bilinciyle bir dönemin iç yüzünü tüm boyut ve ayrıntılarıyla yasal makamlara sunmakla yetinip, adaletin gerçekleşmesini sabırla beklemeyi yeğlemiştim. Oysa, Cüneyt Arcayürek in arka arkaya yayınladığı kitaplarından Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi ve Çankaya ya Giden Yol 1971-1973 başlığını taşıyanlarda, bizim de içinde bulunduğumuz ve iki yıl Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi nde tutuklu kalarak yargılandığımız dönemi kendi anlayışı içerisinde kamuoyuna sunmuş olması, kanımca; Muhsin Batur un bir anlamda savunma içgüdüsü içerisinde Anılar ve Görüşler adlı kitabı yayınlamasına neden oldu. Muhsin Batur un anıları da olaylarda taraf olan Celil Gürkan ın Cumhuriyet gazetesinde 12 Mart a Beş Kala adlı Uğur Mumcu nun kaleme anılarının yayınlanmasına yol açtı. Gürkan ın anıları ise olayların içinde bulunan bir çok kişiyi de açıklama yapmaya yöneltti. (Cumhuriyet; 27 Ekim-24 Kasım 1985) Aynı dönemde, 3 Kasım 1985 tarihli Nokta dergisinde konu; Bomba Davası nda Cuntalar Savaşı olarak kapağa çıkarılıyor ve 12 Mart döneminin sorumluluğunu taşıyan yetkili kişiler ilginç itiraflarda bulunuyor ve zamanla birbirlerini suçlar duruma düşüyorlardı. Bu üç kişi bilindiği gibi 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Türün, Tümg Ünlütürk ve Kocaeli-Sakarya İlleri Sıkıyönetim Komutanı Korg. Sunalp dı 12 Mart döneminin tepedeki çatışması bizim de sanıkları arasında bulunduğumuz Bomba Davası nda tıkanıyordu. Bu nedenle devreye girmek zorunluluğunda kaldık. Gerçekte, Nokta da belirtildiği gibi, Bomba Davası bir Yıldızlar Savaşı idi. Genelkurmay Başkanlığı na getirilmek üzere kendisine söz verilen Türün, Bomba Davası yla bu hedefe ulaşmak için önünde engel gördüğü Gürler-Batur-Kayacan üçlüsünü temizlemek için işkence köşklerinde tertiplere girişmiş ve fakat başarı sağlayamamıştır. Doğal olarak kısa bir süreç içinde yayınlanan bu anılar değişik çevrelerde farklı yorumlara neden oldu - Bazılarına göre; Arcayürek, Demirel in sözcülüğünü yaparak, onun, hasım saydığı asker kişileri birbirine düşürerek geleceğe yönelik politik yaşamı için malzeme toplamasına yardımcı oluyordu. - Diğer bir grup her zaman olduğu gibi, at gözlükleriyle olayı yorumluyordu. Onlara göre; komünistler yeni bir taktik peşinde idiler ve 12 Eylül de doğrudan doğruya saldırmaya cesaret edemedikleri için şimdilik 12 Mart ı hedef seçiyorlardı. - Bir kısım çevreler ise eski askerlerin birbirini eleştirmesi ve bazı olayların gerçek yüzünün ortaya çıkmasından tedirgin oluyordu. Bu olgunun Türk Silahlı Kuvvetleri nin yıpratılmasına neden olacağı şeklinde bir yorumu benimsiyorlardı.

Her çevrenin yorumu kendisini ilgilendirir. Bize gelince, eğer bir kuruluşta bir kişi suçlu ise, o kuruluşun suçlamadan kendisini arındırmasının ancak, suçlunun dışlanması ile mümkün olduğuna inanırız. Suçlu kişinin suçunu örtbas eden örgüt, kendiliğinden o suça bulaşır. Bu nedenle aydınlıktan yarasa gibi korkanların, ancak o suçun katılımcısı durumuna düşeceği inancındayız. Türk Silahlı Kuvvetleri nin onuru bizim de onurumuzdur. Anıların yayınlandığı dönemde birbirinden habersiz birçok kişi sanki ağız birliği etmişçesine; bugüne kadar susup, neden şimdi Bomba Davası nın gündeme getirildiğini bana sordular. Kuşkusuz bu soruları soranlar içerisinde açıkladığım yorumları benimseyenler olduğu gibi, kanılarımızı içtenlikle öğrenmek isteyenler de bulunuyordu. Beni tanıyanlar, hayatımın hiçbir döneminde kişisel çıkar peşinde olmadığımı bilirler. Bu nedenle, başka kişilerin ön ve art niyetleri ve taktikleri beni ilgilendirmeksizin bazı gerçeklerin açıklanmasında ülkemin yararını görürsem, bu görevi yapmamı hiçbir güç önleyemez. Kanımca, Türkiye 1947 de imzalanan ilk ikili anlaşmadan bu yana her geçen gün artan bir ölçüde Yeni Amerikan Mandacılığı anlayışının yörüngesine oturtulmaya çalışılırken, 12 Mart önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. O dönemde halkın sosyal uyanış ve bilinçlenmesinden tedirgin olan dış egemen güçler, onların yerli işbirlikçileri ve işbirlikçilerine maşalık yapan işkencecilerin tümü ABD de özel olarak yetiştirilmiş ve yurt çapında teknik sorgulama denilen yöntemi uygulayarak sistematik işkence dönemini başlatmışlardır. Bu kadarıyla da kalmayıp açıkladıkları gibi sahte operasyonlarla devlet terörü düzenleyip tüm güçleriyle halkın sosyal uyanışını engellemek için tertiplere girişmişlerdir. Zaman içinde emperyalist çıkarlara uyarlı bir uydu kapitalizmin maşalığını yapan işkencecilerin art niyetleri ortaya çıktı Bugün her biri bir idare meclisinde ya da bir patron uydusu olarak asalak maaşı alıp suçluların telaşı içinde bir yandan birbirlerini suçlarken, diğer yandan kendilerini savunma çabası içine düşmüşlerdir. Kuşkusuz, dünün işkencecileri nin bugünün işkembecisi olmaları rastlantı değildir. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz olarak emperyalist çıkarları korumak için onları tertiplere itenler, bu kişileri elbette yemleyeceklerdir. İnanıyorum ki, devletin tüm güçlerini kişisel ihtiras ve kinlerini tatmin için kullanan bu zavallılardan bir gün mutlaka hesap sorulacaktır ve yazdıklarım bu amaca katkıda bulunduğu ölçüde bir anlam ifade edecektir. Bu anlayışla on yıl önce İstanbul 2 No lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi aracılığıyla tarihe tevd ettiğim Savunma mı yayınlamak gereğini duydum. Saygılarımla II. Okumakta olduğunuz kitap, 1nci basımı Ocak-1986 da yayınlanan Bomba Davası - Savunma - 1 adlı yapıtın devamıdır. Tüm Savunma m ekleriyle birlikte 10 klasör ve 5000 sahifeden oluşmaktadır. Savunmamın dökümü (fihristi) 1. kitabın 234 ve 235. sahifelerinde sunulmuştur.

Anılan sahifeden 2. Klasör, I. Kısım olarak gösterilen Hazırlık Soruşturmasının Eleştirisi ve Ekleri olduğu gibi yalnız dili sadeleştirilmek suretiyle bu yapıta alınmıştır. Savunma m 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı nezdindeki 2 Numaralı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi nde 3-14 Kasım 1975 tarihleri arasında beş duruşma günü sözlü olarak özetlenerek mahkeme önünde yapılmış, daha sonra da yazılı olarak verilmiştir. Olağan dışı ve yasa tanımaz bir uygulamaya yasal bir tepki olarak nitelendirilebilecek olan bu yapıt gerek sahife adedi ve gerekse mahkemeye sunulma süresi bakımından bir rekor sayılabilecek örnek oluşturduğu kanısındayım. Birinci yapıtımın Önsöz ünde beni yıllarca sonra böyle bir girişime iten nedenleri açıklamış bulunuyorum. Bu nedenlerden biri de 1973 yılında Mahkemedeki sorgumla başlayan ve 1975 yılında Savunma mla sürdürülen bu yasal kavga da öne sürdüğüm savların bugün bile güncelliğini yitirmemiş bulunmasıdır. Kuşkusuz toplumumuzu derinden yaralayan, kişi Hak ve Özgürlük lerine ilişkin sorunların ortadan kalkmasını gönülden isterdik. Ama ne var ki başta işkence olmak üzere, Ceza ve Tutuk Evleri ndeki yasa dışı uygulamalar, Güvenlik Kuvvetleri ve yargıya ilişkin sorunlar bu günde Türkiye nin ve hatta Batı nın gündeminde bulunmaktadır. Bu bakımdan dünü bugüne bağlamak için yüzlerce kaynaktan yararlanılarak yapıta yeni Kaynakça ve Tamamlayıcı Açıklamalar konulma gereksinmesi duyulmuştur. Aradan on yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına karşın, dün öne sürdüğümüz, gerçekliğini belgelerle kanıtladığımız savlar karşısında görevlerini yerine getirme gücünden yetersiz iktidarlar, bugünkü benzer sorunların da suçluları olarak tarihin sanık sandalyesine oturmuş bulunmaktadırlar. Birbirini izleyen anılar dizisi ve sonuçta yayınladığım birinci yapıt 1980 li yıllardan bu yana unutulmuş bulunan 12 Mart 1971 Muhtırası Darbesi ni gündeme getirdi. Bu nedenle de 12 Mart 1986 dan bu yana basınımızın büyük bir bölümü konuya yer ayırmak gereksinimini duydular. Bu oluşum içinde bazı yayın organları ise, dün birlikte çalıştıkları kişilerin korku ve kuşkularını azaltmak için onlara sütunlarını açtılar. Kamuoyunun niteliklerini yakından tanıdığı bu kişilerin ilkel mantığı ile kuşkusuz gerçeklerin örtbas edilmesi olanaksızdı. Böyle olduğu için de dün onlarla birlikte tertiplerden haberli olan bazı basın organları bu birlikteliği yansıtmak için, 12 Mart döneminden bu yana ellerinde bulunan hukuksal niteliği bulunmayan Kontrgerilla Örgütü ve Emniyet İfadeleri ni yayınlamak gereksinimi duyarken, polisiye romanlarda bile benzerine rastlanılmayacak Posta Hikâyeleri uydurdular. Yapıtı okuduğunuzda görüleceği gibi bizler on üç yıl önce, bugün yayınlanan, çoğu İşkence yle elde edilen ikrarların Mahkemeye getirilmesi için, sürekli çaba sarfetmiş bulunmaktayız. Yasal olan ve tüm yetkilileri zorlayan ve bağlayan bu uğraşımızın önde gelen nedeni gerçeklerin ortaya çıkması ve adaletin sağlanmasını kolaylaştırmak idi. O gün buna cesaret edemeyenlerin bugün yasal hiçbir değeri bulunmayan ve Mahkeme Kararı yla çelişen bu belgeleri yayınlamalarının amacı Karşı Devrimci niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Kendi öz çıkarlarının korunmasını polis devleti ve faşist yargı anlayışında gören bu çevreler her zamanki alışkanlıkları sürdürüyor ve Devrim cilere kara çalıyor ve de bulanık suda balık avlamak istiyorlar Köstebeklerle, yarasaların bu karanlık uğraşısına bir anlamda 13 yıl önce verilen ve tek satırı yadsınamayan bir yanıt niteliği taşıyan bu yapıt, belgesel olup, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ilkelerini savunmaktadır.

Birinci yapıtımın önsözünün bir bölümünde şöyle yazıyordum: 12 Mart en önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. O dönemde halkın sosyal uyanış ve bilinçlenmesinden tedirgin olan dış egemen güçler, onların yerli işbirlikçileri ve işbirlikçilerine maşalık yapan işkencecilerin tümü, Amerika da özel yetiştirilmiş ve yurt çapında Teknik Sorgulama denilen yöntemi uygulayarak sistematik işkence dönemi başlatmışlardır. Bu kadarı ile de kalmayıp açıkladıkları gibi Sahte Operasyon larla Devlet Terörü düzenleyip tüm güçleriyle halkın sosyal uyanışını engellemek için tertiplere girişmişlerdir. Benim yıllardan bu yana öne sürdüğüm Teknik Sorgulama=İşkence formülü bugün kabul edilmiş görülmektedir. nitekim Emin Çölaşan ın 13 Nisan 1986 günkü Hürriyet Gazetesi nde bir polis şefi ile yaptığı Pazar Sohbeti nde polis şefi: İşkence Yok, Teknik Sorgulama Var diyerek bu yalın gerçeği doğrulamış bulunmaktadır. Polis şefi: Teknik Sorgulama dan, Cihat Akyol, Haksız Muamele ve Sahte Operasyon dan söz ediyor ve de 12 Mart sonrasına işkence, zulüm egemen oluyor. Sahte operasyonlarla sahte davalar düzenleniyor - Sabotaj Davası gibi - tüm bunlar bir rastlantı mıdır? Elbette hayır İkinci Bölümü nün eki olarak kitabın sonuna eklenen Bomba Davasının Oluşturulması şeması bu davanın politik içeriğini ve boyutunu gözler önüne serdiği gibi, bir sanıktan; Teknik Sorgulama (!) yöntemiyle alınan bir ikrarın diğerine nasıl aktarıldığını göstermektedir. Teknik Sorgulama genellikle esirlerin sorgulanmasında başvurulan yöntem olarak Amerika da Kontrgerilla Okulları, CIA ve Uluslararası Washington Polis Akademisi nde okutulmakta olup, oradan bizim benzeri kuruluşlarımıza bir öğreti olarak aktarılmıştır. Faik Türün ün mantığına göre; O, 1950 li yıllarda Kore de komünizmle savaşmıştır. 1970 li yıllarda ise Türkiye de gene aynı ideoloji ile savaşmaktadır. Düşman ideoloji olunca, dış düşman, iç düşman kavramı çarpıtılmakta ve bu anlayış içinde göz altına alınan kişilere esir muamelesi yapılmakta ve dolayısı ile Teknik Sorgulama yeni işkenceye başvurulması olağan karşılanılmaktadır. Nitekim Faik Türün ün emir ve kontrolündeki Zihni Paşa işkence köşkünde göz altına alınan her kişiye esir olduğu söylenilmiştir. Üçüncü bölüm, yazılı sorgumun işkenceyi içeren kısmından oluşmaktadır. 1973 te yazdığım bu sorgu o tarihte mahkeme tarafından alınmadığı için, 1975 yılında savunmama katılarak mahkemeye sunulmuştur. 1973 yılında yazılan ve bugüne kadar basılmayan tüm bu ayrıntıya İşkence Edebiyatı ya da İşkence Teranesi olarak nitelemek olanaksızdır. Çünkü yazdıklarım işkence savları nı yasal organlar önünde kanıtlamak için kaleme alınmış ve bunların doğruluğunun saptanılması için, tüm yetkili organlara başvurulmuştur. Buna ait belgeleri yapıt içinde bulacaksınız. Kuşkusuz dün yasal başvurularımıza yanıt vermeyenleri bugün işkenceci olarak nitelemekle ancak gerçeği açıklamış oluruz.

İşkence ağırlıklı bu bölümde zorunlu olarak Yaşadığım İşkence! den söz ediyorum. Oysa, Bomba Davası nın hemen hemen tüm sanıkları Emniyette ya da Kontrgerilla da işkence gördüklerini açıklamışlardır. Onlar içinde ve diğer dava sanıkları arasında, benden daha çok işkence görenlerin bulunduğunu biliyorum. Bu nedenle de tüm işkence görenlerden özür diliyorum. Belki yaşım nedeniyle (52) bana daha az işkence yapılmış olabilir. Ancak bu konuda sürdürdüğüm yasal kavgaya hiçbir an kişisel olmamış, tüm işkence görenler ve insanlık adına yapılmıştır. Dördüncü bölümde, Hazırlık Soruşturması nın yasal olmadığını belgesel olarak göstermektedir. Böyle bir soruşturmaya dayanan Askeri Savcı iddianameleri de Esas Hakkındaki Mütalâa nın da yasal olamayacağı tezi kanıtlanmaya çalışılmaktadır. Şahap Balcıoğlu, 1. yapıtımı okuduktan sonra konuya açıklık getirecek nitelikte geniş kapsamlı ve ağırlıklı sorular sormakla bu yapıta büyük katkıda bulundu. Kendilerine verdiğim yanıt altıncı bölümdedir. Birinci yapıtım nedeniyle İstanbul da dört ayrı yerde, Ankara, İzmir ve Bursa da imza günlerine katıldım. Bu günlerde bini aşkın değerli okuyucu ile ilişki kurarak onların beğenilerini kazanmış olduğumu öğrendiğim gibi, bu ikinci yapıtın özlemle beklenildiğini yapılan önerilerden anladım. Şimdi bu görevi yerine getirmenin mutluluğunu taşıyorum. Ankara da imza gününde Felekoğlu ailesinin tüm bireyleri gelmişlerdi. Çocukların ellerinde birer demet çiçek vardı. Çiçeklere birer kart iliştirilmişti. Uğraş diyordu ki: Biz ülkemizin özgür bir devlet olmasını istiyoruz. Emek: Ben sizin bütün görüşlerinize saygı duyuyorum derken kardeşi. Umut: Çocukların öldürülmediği bir dünyada yaşamak istiyoruz diye yazmıştı Elif Özsoy, kırmızı güllerle benzer dileklerini açıklıyordu. İzmir de bir emekçi (Ahmet Bilge) Bir demet çiçeğine iliştirdiği kartta: Sayın Turhan Bedevi cesaret kolay bir yöntem, medeni cesaret zor bir zanaat siz ikincisini yeğlemişsiniz kutlarım diye yazıyordu. İzmir Kültür Ürünleri Merkezi Emekçileri de aynı duyarlılık içinde beni onurlandırmışlardı. Bunun yanında basınımızın çok değerli kalemleri ve birçok değerli okuyucu yapıtım hakkındaki beğenilerini dile getiren yazılar yazmışlar, mektuplar göndermişlerdi. Bu belgelere yedinci bölümde yer verilmiştir.

Okuyucu mektupları arasında bulunan bir mektup kanıma göre tarihi bir belge oluşturuyordu. Faik Türün ün kararını beğenmediği için bir haftada lağv ettiği 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri mahkeme Kıdemli Yargıcı Remzi Şirin in mektubunu Ek te bulacaksınız. Gerek yapıtın oluşmasında katkıda bulunanlara ve gerekse öneri ve ilgilileriyle beni onurlandıranlara, değerli yazarlarımıza ve tüm okuyucularımıza içten teşekkür ve saygılarımı sunarken, çocuklarımızın özlemleri yanında halkımızın da tüm özlemlerinin gerçekleşeceği bir düzene erişmemizi diliyorum. 1 no.lu yazı Bomba Davası-Savunma 1 kitabının önsözü olarak 1 Ocak 1986; 2 no.lu yazı ise Bomba Davası-Savunma 2 kitabının önsözü olarak 23 Nisan 1986 tarihinde Talat Turhan tarafından yazılmıştır.

Bomba Davasının Oluşturulması ve Sonuçlanması Savunmanın yayınlanan 1. bölümünün 45-60. sahifelerinde Bomba Davası Gerçeği başlığı altında yayınlanan kısmında, bu konu genel boyutları ile açıklanmaktadır. Bu yapıtta da bir ölçüde konuya aydınlık getirebilmek için ayrıntıya girmek istiyorum. Bu amaçla eklediğim şemanın yapıtın okunması süresince gözönünde bulundurulmasını öneriyorum. Davanın baş sanığı bulunmam nedeni ile şema davanın geniş bir bölümüne açıklık getirmekte ve doğal olarak davada bizi ilgilendiren bölümleri içerdiği gibi, benimle ilgili kişileri de kapsamaktadır. Daha önce de açıkladığım gibi, Bomba Davası bir yönü ile 84 sanıklı dava kararını karartmak, mahkeme lağvını haklı göstermek ve bazı kişilerden öc almak için, belli bir planın parçası olarak sahneye konulmuştur. 1 Nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi nin lağv tarihi 11 Mayıs 1972 dir. Bomba Davası soruşturması ise 10 Mayıs 1972 günü başlamıştır. Bunu rastlantı sayacak kadar iyimser olamıyoruz. Çünkü bu mahkemede beraat eden kişiler Bomba Davası na sanık yapılmışlar ve Türkiye de ilk kez yargı yargılanmıştır. Hem de kendilerine Kontrgerilla adı verilen bir gizli örgüt tarafından. Bomba Davası zincirleme gözaltına alınmaları sonucu Emniyet Md.lüğüne getiren T. Ö. ve M. A. ile zamanın Em. I. Ş. Md. Şükrü Balcı nın pazarlık etmiş olduğunu bu kişilerin sorgularında öğrenmiş bulunuyoruz. Daha sonra Yzb. F. Ö., Av. S. Y. ve E. E. Kontrgerilla Gizli Örgütü nce göz altına alınmışlardır. Bu kişilerden işkenceyle alınan ifadelerle Bomba Davası nın temeli senaryoyu düzenleyenlerin amaçları doğrultusunda atılmıştır. Yzb. F. Ö. nın ikrarları ile başta ben olmak üzere bir kısım sanıklar soygun, bomba patlatma, dinamit, gibi devrimci şiddet eylemlerine (!) bulaştırılırken cunta suçlamaları ile de suçlanıyorduk. Av. S. Y. un ikrarlarına Bomba patlatma olayları için direktif verdiğimiz katılmıştı ve Cuntasal suçlamalar bulunuyordu. E. E. nin ikrarları ile de bazı sanıklarla yalnız ayakları yapılmış Boğaz Köprüsü nü havaya uçurmayı düşünmek gibi bir suçlamanın temeli atılmıştı. Bu hazırlığı başta ben olmak üzere MİT emriyle sekiz kişinin Zihni Paşa İşkence Köşkü nde göz altına alınmalarımız izledi Bizden önce bizleri suçlayan tüm kişilerin suçlamalarını olduğu gibi kabul etmek zorunluluğu yanında, tertipçilerin senaryolarına göre işkenceyle aktarma ve ekleme yöntemi ile bizlerin ifadeleri düzenlendi. Ancak MİT emriyle tutuklanan sanıkların bir çoğunun ifadesi üç grup halinde düzenlendi. 1. grup mahkemeye Emniyet ifadesi diye gönderildi.

2. grup Emniyet ifadesi diye alındı. Politik durum uygun düşseydi mahkemeye gönderilecekti. (Ama tüm istemlerimize karşın mahkemeye getirilmedi ve hukuksal bir belge niteliği kazandırılmadı.) 3. grup el yazması itiraflardan oluşuyordu. Bu itiraflardan 1. ve 2. grup ifadeler ayıklanıp tertipçilerin arzuladığı biçimde ifadeye dönüştürüldükten sonra genede arta kalan açıklamalar içeriyordu. Örneğin benim birkaç yüz sahifelik Türkiye nin ekonomik, sosyal, politik ve kültürel durumun eleştirisi bulunuyor ve bunu bir tür soluk almak ve boşalmak gereksinmemi karşılamak için yazıyordum. Bu geniş açıklamalar arasına kendime göre ustalıkla bir cümle sıkıştırıp, yapılan baskıyı kanıtlarım diye düşünüyordum. 2. ve 3. grup hukuki değeri bulunmayan ikrarlar nasıl oluyorsa zaman zaman köstebeklerce bazı basın organlarına ulaştırıyor, mahkeme kararlarına saygı duymayan bir anlayışla günümüzde bile bazı kişilere kara çalmak için kullanılmaktadır. Temmuz 1972 de MİT emriyle göz altına alınan ve Kontrgerilla Gizli Örgütü nde bulunan kişiler Gürler-Batur-Kayacan ı suçlamaya zorlandı ve bu doğrultuda ifadeler alındı. Çünkü onların yerine göz dikenler içinde Türün de bulunuyordu ve işkenceciler bu ikrarları onun istemleri doğrultusunda alıyorlardı. Çünkü Ağustos ayında yüksek komuta katında bir değişiklik söz konusu idi. Kıyasıya bir Cuntalar savaşanın ön hazırlığı yapılıyordu. Bu arada bir sanıktan 5 Ağustos 1972 günü alınan Askeri Savcılık ifadesi ile bu kez açıkça ve hukuken geçerli bir belge olarak Gürler-Batur-Kayacan ve ekibi Cuntacılık ile suçlanıyordu Faik Türün hayatından memnundu. Rakiplerinin defterini dürdüğünü sanıyor ve ilk basamakta Kara Kuvvetleri K.lığa için önünün açılacağını umuyordu. Dosyasında Bomba Davası sanıklarından iktidar kavgasında araç olarak kullanılmak üzere alınmış birkaç tertip ikrarnameleri ile Türün Ankara nın yolunu tutmuştu. Bu arada tertibi onaylayan bazı basın organlarına gerekli yönerge verilmiş ve Kontrgerilla ifadeleri ulaştırılmış ve onlardan kamu oyu oluşturulması istenilmişti. Türün, Sunalp i de oyuna getirmiş sabotaj davası diye bilinen sonuçta adli skandala dönüşen davanın açıklaması ile de onu görevlendirmişti. Bu suretle Ankara da daha etkili bir kulis yapabileceğini umuyordu Türün dosyasındaki tarihi belgelerden bir surette düşün paralelinde olduğu partinin yetkililerine ulaştırmış ve aslında başından beri onlarla birlikte yürüttüğü plan için kendine düşen hizmeti yerine getirmişti. (!) Faik Türün 1972 yılı Ağustos ayı başlarında bu ölçüde büyük bir görev yapmamın mutluluğu ile geleceğe umutla bakan bir insanın duyguları içinde Askeri Şura toplantısına katılıyordu. Toplantı öncesi zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ı ziyarete gitti. Bu özel görüşme çok önemli olmalıydı Şimdi bu olayı kendisinden dinleyelim: Genel Kurmay Başkanlığı na gelecek olan Kara Kuvvetleri Komutanı ise duyduğum kadarıyla Marksist tabana istinat eden Cuntanın limeri Hava öyle. Evet yanlış okumadınız. Org. Faik Türün, Org. Faruk Gürler i Marksist olmakla suçluyor Gürler in Marksist liği bugün dahi öyle kolay kolay geçiştirilmemesi gereken ve