ONTOLOJİK ANLAMANIN TEMELİ OLARAK BİLİNCİN VAROLAN İLE BİRLİKTELİĞİ

Benzer belgeler
philia (sevgi) + sophia (bilgelik) Philosophia, bilgelik sevgisi Felsefe, bilgiyi ve hakikati arama işi

Hegel, Tüze Felsefesi, 1821 HAK KAVRAMI Giriş

HEGEL DE DÜŞÜNÜMSEL BİLİNCİN PEKİNLİK YANILSAMASI VE KURGUSAL ÖZNE. Şahin Özçınar *

FELSEFE BÖLÜMÜ SOFİSTLER DERSİ DERS NOTLARI (3)

KANT FELSEFESİNDE PRATİK AKLIN ÖZGÜRLÜK POSTULATI

Sanatsal Güzel, Estetik Yargı ve Toplumsal Geçerlilik Mersin Üniversitesi, Mart 2011

Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN FEL 402 Çağdaş Felsefe II Ders Notları

VARLIKBİLİMSEL KANIT ÜZERİNE KANT IN DÜŞÜNCESİ

HABERE FENOMENOLOJİK YAKLAŞIM

EĞİTİMİN FELSEFİ TEMELLERİ. 3. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

V. Descartes ve Kartezyen Felsefe

4.HAFTA/KONU: IMMANUEL KANT IN ETİK GÖRÜŞÜ: İNSANIN DEĞERİ. Temel Kavramlar: Ahlak yasası, isteme, ödev, pratik akıl, maksim.

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

7.Ünite: ESTETİK ve SANAT FELSEFESİ

Not. Aşağıdaki Kant la ilgili notlar Taylan Altuğ un Kant Estetiği (Payel Yayınları, 1989) başlıklı çalışması kullanılarak oluşturulmuştur.

Bölüm 1: Felsefeyle Tanışma

I. Ders. Prof. Dr. Ertuğrul Rufayi TURAN FEL 402 Çağdaş Felsefe II Ders Notları. M. Merleau-Ponty ( )

Matematik Ve Felsefe

BİLGİ VARLIK İLİŞKİSİ VE DEĞİŞİM PROBLEMİ. -İki Gizli Müttefik: PARMENİDES ve HERAKLEİTOS-

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

Din Felsefesi ve Hermenötik Atölye Çalışması (15 Mayıs 2010)

ÖDEV ETİĞİ VE İMMANUEL KANT

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

KENDİNİN-BİLİNCİ VE ÖTEKİ DİYALEKTİĞİ: Hegel Felsefesinde Bilincin Dolayımı ve Nesnelleşmesi

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

FELSEFİ PROBLEMLERE GENEL BAKIŞ

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ KISIM FELSEFENİN AMAÇLARI VE DEĞERLERİ 7

6 Sofistlerin O rtaya Ç ıkışın d a Etkili O lan Felsefe-D ışı N edenler ıo Felsefi N ed enler

ESTETİK; Estetiğin konusu olarak güzel;

İnsan-Merkezli Hizmet Tasarımı. 21. yüzyılda mükemmel hizmet deneyimleri yaratmak

BİLİŞSEL AÇIDAN ÇOCUK GELİŞİMİNİN BASAMAKLARI

1.Estetik Bakış, Sanat ve Görsel Sanatlar. 2.Sanat ve Teknoloji. 3.Fotoğraf, Gerçeklik ve Gerçeğin Temsili. 4.Görsel Algı ve Görsel Estetik Öğeler

EĞİTİM FELSEFESİ KISA ÖZET KOLAYAOF

ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Temmuz 2008 // Sayı: 1/4 DESCARTES FELSEFESİNDE ÖZNENİN EPİSTEMOLOJİK OLARAK KONUMLANDIRILIŞI

Felsefe Nedir OKG 1201 EĞİTİM FELSEFESİ. Felsefe: Bilgelik sevgisi Filozof: Bilgelik, hikmet yolunu arayan kişi

İÇİNDEKİLER. Yedinci Baskıya Önsöz 15 İkinci Baskıya Önsöz 16 Önsöz 17 GİRİŞ 19 I. BÖLÜM FELSEFE ÖĞRETİMİ 23

DİNİ GELİŞİM. Bilişsel Yaklaşım Çerçevesinde Tanrı Tasavvuru ve Dinî Yargı Gelişimi

İYİ VE KÖTÜ NÜN KÖKENLERİ

Bilgisayar II, Bahar, Kültür Üniversitesi, İstanbul, Nisan

BİLGİ KURAMI DERS NOTLARI DİL VE TARİH-COĞRAFYA FAKÜLTESİ, FELSEFE BÖLÜMÜ

FELSEFE + SANAT => SANAT FELSEFESI

DOÇ. DR. DOĞAN GÖÇMEN DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ

BİLİMSEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ (1) Y R D. D O Ç. D R. C. D E H A D O Ğ A N

SOSYAL HİZMET YÖNETİMİ DERSİ İLETİŞİM DOÇ.DR.EDA PURUTÇUOĞLU

T. C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İNSAN HAKLARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI Bahar Yarıyılı

Ben Neyim? Şahabettin Yalçın * What am I? B E Y T U L H I K M E A n I n t e r n a t i o n a l J o u r n a l o f P h i l o s o p h y

1.Tarih Felsefesi Nedir? 2.Antikçağ Yunan Dünyasında Tarih Anlayışı. 3.Tarih Felsefesinin Ortaçağdaki Kökenleri-I: Hıristiyan Ortaçağı ve Augustinus

ÖN SÖZ fel- sefe tarihi süreklilikte süreci fel- sefe geleneği işidir

Haberi okumak ve yazmak aslında ne demektir?

İLETİŞİM - 2 YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

ÜÇÜ BİR ARADA (ÇAY, ÇİKOLATA, KİTAP) GİRİŞ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF FELSEFE DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

SCHOPENHAUER DE ALGI/GÖRÜ BİLGİSİNİN SOYUT BİLGİ İLE İLİŞKİSİ

Kant ve Benlik. Kant and Self

ETKILI BIR FEN ÖĞRETMENI

Temel Kavramlar Bilgi :

İbrahim Kalın'ın yeni kitabı "Akıl ve Erdem" çıktı

MATEMATİK DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI. Programın Temel Yapısı

Ontolojik Yaklaşım (*)

a) Doğru Bilginin Kaynağı Problemi

1.4.Etik Sistemleri Etik ilkelerin geliştirilmesinde temel alınan yaklaşımlar hakkaniyet ilkesi, insan hakları, faydacılık ve bireysellik

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

Yılmaz Özakpınar İNSAN. İnanan BIr Varlık

Yapılandırmacı anlayışta bilgi, sadece dış dünyanın bir kopyası ya da bir kişiden diğerine geçen edilgen bir emilim değildir.

Anahtar SözcüklerLiberalizmin Özgürlük Anlayışı, Tarih, Devlet, Birey, Kişi, Özgürlük

İÇİNDEKİLER. Gelişim Kuramları 22 Eylem Kuramı ve Toplumsal Yapılandırmacılık 28

225 ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ. Yrd. Doç. Dr. Dilek Sarıtaş-Atalar

ilgi ve dikkati zorunlu kılmaktadır. Tarihte felsefî bütünlüğü kurulmamış, epistemolojik, etik, estetik ve metafizik boyutları düşünülmemiş hiçbir

DOĞRU BİLGİNİN ÖLÇÜTÜ PROBLEMİ: Doğruluk Kuramları. Bütün dillerdeki bütün doğru lar ortak bir özü paylaşırlar mı?

GÜZELLİK SEVDİRİR - SEVİLEN GÜZELDİR Mustafa Alagöz

Baykuş Felsefe Yazıları Dergisi, Sayı 2 (Mayıs-Ağustos 2008), İstanbul, s

HEGEL İN MANTIK ÖĞRETİSİ - HEGEL MANTIĞININ METAFİZİKSEL TEMELLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME-

AKTİF EĞİTİMDE BİLGİ BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAĞLAMA:

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Tasarım Psikolojisi (GRT 312) Ders Detayları

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ- FELSEFE YÜKSEK LİSANS PROGRAMI BİLGİ PAKETİ

KAMU YÖNETİMİ LİSANS PROGRAMI

Psikomotor Gelişim ve Oyun

BİLGİ KURAMINA GİRİŞ

YARATICI ÖĞRENCİ GÜNLERİ Her Öğrenci Yaratıcıdır

ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar // Temmuz 2008 // Sayı: 1/4. SCHELLING İN KANT ELEŞTİRİSİ Ogün Ürek ÖZET

DAVRANIŞ BİLİMLERİ DAVRANIŞ BİLİMLERİNİN İNCELENDİĞİ SİSTEMLER

MATEMATİĞİN ONTOLOJİSİ BAKIMINDAN KANT İLE FREGE KARŞILAŞTIRMASI. Yalçın Koç

YÖNETİMDE SİSTEM YAKLAŞIMI

BİLİMİN DOĞASI VE BİLİM TARİHİ «Bilim, Anlamı ve Kapsamı»

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

TOPLUMSAL TEMSİLİYET

ÜNİTE:1. Felsefe Nedir? ÜNİTE:2. Epistemoloji ÜNİTE:3. Metafizik ÜNİTE:4. Bilim Felsefesi ÜNİTE:5. Etik ÜNİTE:6. Siyaset Felsefesi ÜNİTE:7.

Title Institution / University Year Assistant Philosophy/ Muğla Sıtkı Koçman Assistant Prof. Philosophy/Celal Bayar 2013

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI

TÜRKİYE DE VE DÜNYADA İNSAN HAKLARI HABERCİLİĞİNİN OLANAĞI

CAL 2301 SOSYAL DÜŞÜNCELER TARİHİ. 9. Hafta Mikro Sosyoloji: Sembolik Etkileşimcilik, Fenomenoloji ve Etnometodoloji

İlk izlenimler önemli midir? Yoksa, sonraki bilgilerle aslında kolayca değiştirilebilir mi?

Üstün Zeka Kuramları. Renzuli-Gardner-Tannenbaum

Transkript:

The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/jasss3450 Number: 45, p. 303-311, Spring III 2016 Yayın Süreci Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 21.03.2016 15.04.2016 ONTOLOJİK ANLAMANIN TEMELİ OLARAK BİLİNCİN VAROLAN İLE BİRLİKTELİĞİ RELATION OF CONSCIOUSNESS WITH EXISTENT AS A BASIS OF ONTOLOGICAL UNDERSTANDING Yrd. Doç. Dr. Yakup KAHRAMAN Gümüşhane Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öz Bilincin herhangi bir dolayıma ihtiyacı olmadan kendi başına hakikati ortaya koyma becerisi gösterdiği inancı modern felsefenin en önemli yaklaşımıdır. Bu yaklaşım bilincin kendine ait yetenekleri ile evrensel, zaman üstü, mutlak bilgiyi elde edebileceğini varsaymış, bilincin yaşam içerisindeki dönüşümünü ve bu dönüşümün anlama deneyimimiz üzerindeki etkisini görememiştir. Hâlbuki bilincin şekillenmesinde etrafındaki varolanların önemli etkisi bulunmaktadır. Felsefe tarihinde meydana getirdiği felsefi düşüncesinde bu etkiye yer veren ve bilinci yaşam alanındaki diyalektik süreçte kavramak isteyen en önemli düşünürlerden biri Hegel dir. Hegel ortaya koyduğu bilinç felsefesinde bilincin dönüşümünü varolan ile diyalojik bir eksende kurgulayarak göstermeye çalışmıştır. Onun bu yaklaşımı ontolojik anlama tavrının bir özelliği olan anlamanın diyalojik ve tarihsel eksende gerçekleştiği varsayımı ile örtüşmektedir. İşte bu çalışmamızda Descartes ve Kant gibi bilinci aşkınsal konuma yerleştirerek epistemolojilerini oluşturan düşünürlere karşı Hegel in bilinç felsefesindeki ontolojik anlama tavrı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Hegel, kurgulamaya çalıştığı felsefi yaklaşımında öznenin zamansal ve mekansal perspektif ile ilişkisine dikkat çekmiş ve öznenin bu belirlenimlerden ayrı tasavvur edilemeyeceğini iddia etmiştir. Yani öznenin bilincinin tarihsel olduğunu, bu tarihsellikten bağımsız kendi başına var olan, önü ve arkası kesilmiş olarak değerlendirilebilecek bir hakikatin olmadığını öne sürmüştür. Ayrıca o, yaşamsal koşulların bilgi elde etme sürecinde önemli rol oynadığını göstermeye çalışmıştır. Hegel in ortaya koyduğu bu refleksiyon ise ontolojik anlama açısından oldukça önemlidir. Anahtar Kelimeler: Bilinç, Özbilinç, Ontolojik Anlama, Varolan, Hegel Abstract The ability of revealing the truth itself without getting need mediation and the idea is the most significant approach of modern philosophy. This approach assumed that consciousness gets universal, timeless and absolute knowledge with its own abilities and could not notice the change of consciousness within life and the effect of this change on our comprehension experiment. However, existent has an important impact on the shape of consciousness. Hegel is one of the most important philosophers who included that impact in his philosophical thought he generated in history of philosophy and wanted to comprehend the consciousness within the dialectic process. Hegel has tried to show the change of consciousness by building between the existent and dialogical axis in his philosophy of consciousness. His approach coincides with the assumption that ontological understanding existed in dialogical and historical axis. In this study it is tried to reveal ontological understand-

304 Yakup KAHRAMAN ing in philosophy of consciousness Hegel suggested against philosophers such as Descartes and Kant who generates epistemology by situating consciousness in transcendental position. Hegel, in his philosophical approach, drew attention to relationship between subject and timewise and spatial perspective in his philosophical approach and asserted that subject cannot be taken apart form those determination. That is, he suggested that consciousness is historical and there is not any truth that can be evaluated as timeless, non-spatial and free from historicity. Besides, he showed that living conditions play a significant role in the process of knowledge acquisition. This reflection Hegel put forward is highly important in terms of ontological understanding. Keywords: Consciousness, Self-Consciousness, Ontological Understanding, Existent, Hegel Yolu temizlemek için yolda olan ve yolda kalan düşünme ile yol boyunca yolun dışında bir yerlerde bir pozisyon alan ve yola dair fikirler oluşturup, yol hakkında konuşan düşünme tarzı arasında açık bir fark olduğunu belirten Heidegger e göre düşünme, yalnızca yolda yürüyerek, düşünce yüklü sorularla hareket etmek suretiyle, yolun öne çıkmasına yol açan düşünmedir. Bundan dolayı şayet yolda kalınmak isteniyorsa, dikkatin sürekli bir biçimde yola verilmesi gerekir. Düşünme soruşturma yoluyla yolu açar, bununla birlikte açılan yol geride kalmayıp, bir sonraki adımda inşa edilerek, ondan hareketle de ileriye yansıtılır (Heidegger 1968: 169-170). Heidegger bu yorumunda kurgusal, soyutlayıcı, hesaplayıcı anlama yerine bilincin var olan ile birlikte dönüştüğü otantik, ontolojik anlama yapısını benimsediğini göstermektedir. Ontolojik anlama, daima dünya içinde varolma ile ilgilidir. Buna göre dünyaya dair her anlama içinde, varoluş da onunla birlikte anlaşılmaktadır (Heidegger 2006: 161). Heidegger in, yolun dışında kalarak anlama ve yorumlama faaliyeti gerçekleştiren bilinç yerine tercih ettiği, yolda devam eden yani ontolojik anlamayı gerçekleştiren bilinç sabit, durağan bir bilinç değildir. Bu bilinç varlıkla doğrudan yüzleşen, bu yüzleşme ile birlikte değişen, aşama kaydeden ve sürekli hareket halindeki bilinçtir. O halde denilebilir ki ontolojik anlamayı gerçekleştiren bilinç sadece etkin değil aynı zamanda edilgin bir niteliğe sahiptir. O, hem düşündüğü için değişebilen hem de düşünülen tarafından değiştirilme potansiyeli olan bilinçtir. Bu aynı zamanda onun diyalojik nitelikte olduğunun da bir göstergesidir. Heidegger in eleştirdiği ve yolun kenarında durduğu tasvirini yaptığı düşünme biçimine sahip olan bilincin kurgusunun şekillendiği modern epistemolojinin zemini olan Kartezyen temelli bilinç ontolojik temelli bilincin tam karşısında kurgusal, soyut temellerden hareket etmektedir. Bu bilinç kendisini varlığın içerisinde, varlıkla birlikte değil varlığın tam karşısında konumlandırmıştır. Heidegger e göre bu konumlandırmanın yapıldığı modern düşünce ile birlikte varolan, ilk kez, ancak göz önüne getiren, ortaya koyan insan tarafından koyulduğu ölçüde varolan olur. Varolan, dünya resmine geldiğinde bütün varolan üzerine özlü bir yargı verilir. Varolanın varlığı onun göz önüne getirilmiş olmasında aranır ve bulunur (Heidegger 2001: 78). Bu bilinç varlığa kendi öznel durumunu dikte etmiş, monolojik bir anlam ufku üretmekle sınırlı kalan bir anlam boyutu meydana getirmiştir. Öznelliğin ötesine geçemeyen ve bilinci varlıktan ayrıştıran, Descartes ın epistemolojik zeminine önemli katkı sağladığı bu monolojik tavırda bilinç tarihsel koşullardan kendini rahatlıkla sıyırabileceğine, var olan ile herhangi bir temasa geçmeden yöntemsel yaklaşımlarla hakikati elde edebileceğine inanmaktadır (Descartes 2007: 28-30).Descartes cogito ergo sum diyerek üzerine bütün epistemik-ontik yapılanmayı kuracak temeli bulmaktadır (Descartes 2010: 32). Descartes ın bu önermesi sezgi yoluyla bir anda kavranarak elde edilmiştir. Bu ilk doğru herhangi bir çıkarımın bilgisi değildir. Descartes a göre sezgi, apaçık önermelerin mantıksal akıl yürütme zincirinin hareket noktasıdır. Bu hareket noktasından kalkacak olan bilinç için artık tam bir bağımsızlık söz konusudur. Böylece o, bilincin varolandan bağımsız, hakikate ulaşabilecek anlam ufuklarını yakalayabilecek özellikte olduğunu varsaymıştır. Hâlbuki bilincin her anlama faaliyetini içinde bulunduğu tarihsel zeminden, varolandan hareketle gerçekleştirdiği düşünüldüğünde bu mümkün değildir. Paul Ricoeur e göre içinde bulunduğu dünyadan tamamen ayrık olan ve kendisinden yalnızca kendine referansla söz edebilen cogito nun sahip olduğu tek bakış açısı, birinci tekil

Ontolojik Anlamanın Temeli Olarak Bilincin Varolan İle Birlikteliği 305 kişinin; başka bir deyişle ben in bakış açısıdır (Ricoeur 1992: 4). Bu bakış açısı herhangi bir etkileşime girmeksizin sırf matematiksel yöntemler yolu ile bilincin varolan ile ilgili tam, eksiksiz bilgiyi ortaya koyabileceğine inanmaktadır. Hatta varolan ile etkileşime girmesi, onu duyumlaması hakiki bilgi önünde engel bile olabilir. Dolayısıyla bu yaklaşım bilincin varolan ile birlikte dönüştüğü ve farklı bakış açıları kazandığı fikrini reddetmektedir. Descartes ın özne metafiziğinin temelini felsefi arayışını ben kavramına dayandırması ile ilişkilidir. Descartes ın felsefi yapılanmasında birincil fonksiyonu düşünmek olan ben in bir bilince sahip olmasından kaynaklandığı için özne metafiziği bir öznel-bilinç felsefesi olarak kurulmuştur. Bu kurguda benim aklım özbilincimi oluşturan ve dünyadaki diğer şeylerle herhangi bir epistemolojik-ontolojik bağı olmayan yegâne kesin ve şüphesiz dayanak noktası olacaktır. İşte bu kurgusal yapı hem öznenin hem de modernliğin temel ayırt edici vasfıdır (Venn 2000: 107). Bu yaklaşım tarihsellikten arındırılmış evrensel, nesnel, kesin, zaman üstü bilgi tasavvurunun önünü açmıştır. Bu yaklaşımın varolanla birlikteliğe ait bir kurguyu istememesinin temel sebebi de bu olsa gerektir. Hâlbuki bilinç, içerisinde bulunduğu varolan ile döngüsel bir ilişkiye girmekte ve sürekli değişim geçirmektedir. Bu değişim beraberinde bilginin zamansal ve mekânsal yönü olduğu gerçeğini de hatırlamamıza yardımcı olmaktadır. Descartes ın bu yaklaşımına benzer refleksiyonun Kant ta da olduğunu söyleyebiliriz. Kant ta düşüncenin öznesi olarak özbilinç 1, tasarımların birliğine dönüştürülen aşkınsal ben, aynı zamanda tüm deneyimi önceleyip olanaklı kılar (Kant 1993: 90). Kant bu aşkınsal koşulun tüm deneyim ve bilginin temelinde var 1 Kant ta öz bilinç bilinç ten önce gelmektedir. Özbilinç olarak aşkınsal ben bilginin en yüksek ilkesi görüldüğünden, bu özbilinç, tüm bilme ve bilgilenme sürecine eşlik etmekte bilgi ve deneyimi öncelemektedir. Tüm bilme ve bilinçlilik edimi, bir özbilincin ya da aşkınsal ben in varlığını gerektirir. Hegel felsefesinin tersine, bu özbilinç, kendi öz etkinliğini oluşturup biçimlendiren, zaman içinde oluşmuş, kazanılmış bir şey değildir. Özbilinç, zaman ve mekândan bağımsız, kendisiyle özdeş, değişmeden kalarak tüm bilme biçiminin varlık koşulunu oluşturmaktadır. Bu konu hakkında Bakınız: Şahin Özçınar, Kendinin Bilinci ve Öteki Diyalektiği, s.40-41, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007 olduğunu düşünmektedir. Ona göre bilginin gerçekleşmesi ancak bu aşkınsal koşul sayesinde mümkün olabilecektir. Bunun sebebi ise bilme sürecinde öznenin kendisine ve tüm bilme etkinliğine ilişkin bir bilinç gereksinimi içerisinde bulunmasıdır. Kant, zorunlu bir biçimde bilme edimine yönelik aşkınsal bir bilinci açığa vuran Düşünüyorum bilincinin tüm tasarımlarıma eşlik ettiğine inanır (Kant 1993: 98). Peki, var olan ile etkileşim özbilinci değişime uğratır mı? Şahin Özçınar a göre deneyim ve bilgiyi olanaklı kılan, duyarlılık ve anlama yetisinin tüm önsel kavramlarının çoklusunu, tamalgı aracılığıyla aşkınsal bir birliğe indirgeyen Kant özbilinci, tasarımlara katılan ve onları, kendisi değişmeksizin bir arada tutan aşkınsal bir birlik olarak düşünmektedir. Bir başka belirlemeyle, tüm deneyimin ve bilginin kökeninde yer alan özbilinç, duyarlılık ile anlama yetisi arasındaki ayrımı, zaman ve mekânın duyarlılığa verili arı biçimleriyle, anlama yetisinin kavramlarının kendiliğindenliğini, aynı bilincin içeriğinde birleştirmiş olur. Fakat anlama yetisiyle aşkın nitelikte karşıtlık içinde konumlandırılan pratik akıl bir bilme yetisi olarak, Kant ın eleştirel felsefesinde bu birliğin dışında kalır. Hegel in Kant ın düşünüm anlayışına karşı çıkışı, öncelikle aklın bu birlik dışında tutulmasına odaklanır (Özçınar 2008: 7). Hegel Kant ın kurguladığı bu aşkınsal ben yaklaşımının karşıtlıkları aşamadığını savunmaktadır. Ona göre, Kant ta, düşünen ve kendinin bilincinde olan bu bilgi kuramsal ben, bütünüyle belirsiz ve içerikten yoksun kendiyle kurulmuş yalın bir özdeşliğin bilincidir. Bu bilinç tüm çelişkiyi duyusal içeriğinden dışlar, bu yolla kendinin olduğu oranda, dış-dünyaya yönelik deneyim ve tasarımlarının bir birlik ve özdeşlik olarak farkına varır (Hegel 1991: 67). Kant ın belirlediği biçimiyle bilinç bakış açısına yerleştirildiğinde dünya indirgenemez başkalığıyla ve yabancılığıyla, öznenin karşısında, onun erişemeyeceği bir şey olarak duracaktır. Mutlak, asla bilgisine ulaşamayacağımız bir başkalık insan bilgisi de mutlağı hiçbir zaman yakalayamayacak bir öznellik olarak kalacaktır. Tülin Bumin e göre Kant ın fenomenal bilgi ile mutlak arasında var olduğunu gösterdiği uçurumun bulunduğu yerde Hegel zorunlu bir bağ kurmak istemektedir. Hegel fenomenal bilginin

306 Yakup KAHRAMAN kendiliğinden ve zorunlu olarak mutlak bilgiye doğru evrildiğini düşünmektedir. Demek oluyor ki mutlak bilgiye ulaşmanın tek yolu yine fenomenal bilgiye, bilinç bakış açısına dönmek, oradan hareket etmektir (Bumin 2001: 96). Bumin Descartes ve Kant ın öncülüğündeki bilinç felsefelerinin insanı tümüyle doğa dışı bir varlık olarak tasarladığını, doğa ile hiçbir bölene sahip olmadığını düşünmektedir. Bumin e göre bu felsefeler için insanın diğer insanlarla ilişkisi tıpkı doğa ile arasındaki ilişki gibi olduğu için, bu çerçevede bile ele alınmaz. Bir yanda tümüyle tinsizleştirilmiş, insanlığından arıtılmış, yalın ve saf bir varlık olarak tanımlanan doğa, öte yandan saf düşünceye indirgenmiş, ampirik hiçbir belirlenime sahip olmayan insan öğelerinden oluşan bu dünyada felsefe, boşuna, düşünceden yoksun yayılım olan doğa ile yayılımdan yoksun olan düşünce olan insan arasındaki bağı kurmaya çalışır (Bumin 2001: 96-97). Hegel bunu nasıl aşmıştır? Descartes ve Kant ta görüldüğü şekliyle varolandan arındırılmış bilincin yerine nasıl bir bilinç tasavvuru ortaya koymuştur? Hegel in ortaya koyduğu bilinç tasavvuru hangi bakımdan ontolojik anlama tavrı özelliğini sergilemektedir? Descartes ve Kant varlıkla olan ilişkiyi bilinç ile ilişkilendirmişlerdir. Bu bağlamda Hegel in de varlığı öncelikle bilinçten hareket ederek anlamaya, yorumlamaya çalıştığını söylemek mümkündür. Fakat Hegel bilinci zaman içerisinde konumlandırıyor. Ona göre zamanı dışlamak, insanı dışlamaktır. O halde zaman içinde konumlanan bilinci toplumsalpolitik,tarihsel dönüşümlerine bakarak anlamak yerinde olacaktır. Bundan dolayı Hegel in özbilinci Descartes ve Kant tan farklıdır. Bumin e göre dış dünyanın bilgisi konusunda ve bu bilgileri bize sağlayan bilimin felsefi olarak temellendirilmesi amacıyla ortaya çıkan, Descartes ve Kant ın yaklaşımı bilinçler arası ilişki sorununa ve onun toplumsal ve tarihsel boyutlarına ulaştıramamıştır. Ona göre Hegel de özbilinç insanla doğa arasındaki kuramsal bir ilişkiden değil, insan-doğa-insan üçlü terimleri arasındaki kuramsal olduğu kadar pratik olan, karmaşık bir ilişkiler ağından doğacaktır (Bumin 2001: 25). Hegel in bilincin dönüşümünde bu etkenleri hesaba katması, varolan ile birlikte bilincin dönüştüğünü varsayan ve buna göre bilinci anlamaya çalışan ontolojik anlama tavrı açısından da oldukça önemlidir. Hegel öncelikle özne ve nesne karşıtlığının bilinç üzerindeki etkisini göstermekte, bilincin dönüşümünü ve mutlak bilginin nasıl elde edilebileceğini sorgulamaktadır. Onun soruşturmasının temeli İnsan ve evrimi ne olmalıdır ki bu evrimin belli bir anında, rastlantı olarak Hegel adını taşıyan bir insan bireyi, bir mutlak bilmeye, yani kendisine, varlığın tikel ve anlık bir yanını değil, kendinde ve kendi için olması bakımından varlığı, eksiksiz bütünlüğü içinde açığa vuran bir bilmeye sahip olduğunu fark etmiş olsun? sorusudur (Kojeve 2001: 36). Hegel bu sorunun cevabını bilincin dış dünyada ve bu dış dünya dolayımıyla kendisinde gerçekleşen süreçte aramaktadır. Bu arayıştan dolayı o, Tinin Fenomenolojisi adlı eserinde bilincin kendi iç diyalektiği ile nasıl geliştiğini betimlemeye çalışmaktadır. Bu betimlemenin bizim açımızdan en önemli yanı ise bilincin zaman ve varlık ile olan ilişkisidir. Bilinç, gelişim sürecinde kendini değil nesnenin dönüşümünü görmekte, ama sonunda bu sürecin kendi gelişimi olduğunu, nesnelerin tarihinin dünyanın tarihinin kendi tarihi olduğunu anladığı zaman, bu tarih onun gözünde bir ispat yani sonuçta açığa çıkan özne ve nesne özdeşliğinin ispatı değerine sahip olacaktır (Bumin 2001: 97). Bu sürecin başlangıcı ise bilincin nesne ile kendisini karşılıklı konumlandırarak dönüşümüdür. Hegel bu dönüşümü bilinç başlığı altındaki duyu kesinliği, algı, ve anlama yetisi alt başlıklarında ele almakta ve dünya kavramımızın evrelerinin ilerleyiş biçimine işaret etmektedir. Duyu kesinliğine dayanan epistemoloji, nesnenin doğrudan tecrübe edilmesiyle doğru bilginin elde edilebileceğini varsaymaktadır. Bu varsayımın temeli ise kendi bilincimin tikelliği ile nesnenin tikelliği arasında bağ kurma fikridir. Peki, gerçekten bilginin asıl kaynağı burasıdır, diyebilir miyiz? Hegel e göre diyalektik ilişki sonucunda bilinç hiçbir şeyin dolayımsız olarak verili olamamasından dolayı tekili kavrayamayacağını fark eder (Hegel 1986: 75-76). Yani duyu yolu ile ilişki kurduğum nesneler ile dolayımsız bir ilişkim yoktur. Bu nesneleri bir takım evrensel kavramlarla dolayımlayarak tanımlıyorum. Duyusal kesinlikte nesnesini ilişkilerden soyutlayarak alma çabası vardır. Demek oluyor ki duyusal kesinlik tek başına bilgi kaynağı olmak için yeterli değildir. İşte deneyimin sonucunda sadece nesnelerin ilişkilerini anladığını

Ontolojik Anlamanın Temeli Olarak Bilincin Varolan İle Birlikteliği 307 gözleyen bilinç algı düzeyine geçer. O halde bilginin kaynağı algı mıdır? Algı düzeyinde bilinç nesneye karşı tutum değişikliğine gider ve nesnenin ayrımlaşmamış ve dolayımsız bir varlık olmadığını, özelliklerin ve evrensellerin bir birlikteliği olarak ayrımlaşmış ve birliği koruyan bir yapı olduğunu fark eder. Hegel e göre yalnızca algı olumsuzlamayı, ayrımı ya da çeşitliliği kendi özünde taşır (Hegel 1986: 83). Örneğin tuz un tüm özellikleri birbirinden bağımsız ve ilgisiz olmasına rağmen birlikli bir yapıya sahiptir (Hegel 1986: 84). Hegel bu örnek ile aradığımız birlik ve çokluğu nesnenin kendisinde bulamayacağımızı yani bilincin algısal nitelikle kalmaması gerektiğini göstermeye çalışmıştır. Demek oluyor ki algıladığımız varlık belirli özelliklerden oluşmaktadır ve onun birliği algı ile değil benim kavramaya dönük zihinsel etkinliğim ile ifşa olur (Harris 1995: 26). Bu da gösteriyor ki nesneyi algıda dolayımsız bilmemiz mümkün değildir. Algı nesnelerin birlik ile çokluğun bir arada bulunduğu yapısını çelişkilere düşmeden bir deneyimini oluşturamamakta, sadece sınırlı bir duyusallığın ötesine ilerleyememektedir (Hegel 1986: 86). Bu ilerlemeyi sağlayacak olan anlama yetisi midir? Anlama yetisi, tekil algısal nesnelerde ortaya çıkan diyalektik karşıtlıkların ötesindeki evrensel kuvvetlerin kavranmasıdır. Bu aşamada bilinç, anlama ediminden kavramaya doğru ilerlemiştir ve şeyleri bir arada tutan şeyin kendisini ortaya çıkarmaya başlamıştır. Burada bilinç nesnenin görünen yanından görünmeyen yanına geçmiştir (Ateşoğlu 2010: 133). Şeylerin gerçek arka planını ise Hegel kuvvet kavramını içeriklendirerek ortaya koymaya çalışır ve duyulur üstü alana girer (Hegel 1986: 96). Anlama yetisi, duyulur üstü alandaki yasalar çokluğunu birliğe indirgeme eğilimindedir. Burada temel sorun yasaların analitik ve totolojik özelliklerinden dolayı yaşamın kendisini açıklayamamalarıdır. Yani bilinç kendi tasarladığı kategorileri varlığa dayatmakta, bir nevi varlığı inceleyeyim derken aslında kendisini incelemektedir. Dolayısıyla doğru bilme, nesnelerin özünü kavrama girişimi burada da başarısızlıkla sonuçlanır. O halde bilinç bu aşamanın da ötesine gitmelidir. Buraya kadar olan süreçte bilinç nesneyi karşısında konumlandırmaktadır. Fakat Hegel öznenin kendi varlığını doğrulaması, kendi bilincine ulaşabilmesi için ise bunun ötesine özbilince ulaşması gerektiğini düşünür. Hegel özne-nesne, bilincin içeriği ve dış dünya arasındaki dolayımsız ilişkiyi terk ederek öz bilinç alanına yani yaşamın içerisine geçer. Bu alan tin in 2 farklı biçimler ve görünüşler aldığı yerdir. Hegel e göre doğal hayatla sınırlı olan varlık kendi başına araçsız varoluşunun ötesine gitme gücüne sahip değildir. O, bir başkası tarafından varoluşunun ötesine itilir. Böylece kendi konumundan koparılarak yok oluşu gerçekleşir. Fakat bilinç kendisi için kendi öz kavramıdır. Bilinç, herhangi bir araç olmaksızın sınırın ötesine geçme ve bu sınır kendisine ait olduğu zaman da kendi kendisinin ötesine geçme gücüne sahiptir (Hegel 1993: 18). Kendisinin ötesine geçme, yani evrenseli, mutlak bilgiyi yakalamayı ise bilinç özbilince dönüşerek gerçekleştirecektir. Bilinçten özbilince geçiş, bilginin gerçekliğinin kendinde ne olduğunun araştırmasıyla başlayacak, ama bu özbilinç ve mutlak bilgiye ilerleyiş bilincin kendi içinde gerçekleştireceği bir diyalektik süreç olacaktır. Bilincin bu diyalektik gelişim sürecinde nesnesiyle kurmuş olduğu diyalektik ilişki, hem kendisini hem de nesnesini dönüşüme uğratır (Özçınar 2007: 173). Hegel in bu yaklaşımı ontolojik anlama tavrı açısından oldukça önemlidir. Ontolojik anlama tavrı bilincin varolan ile diyalojik bir süreç içerisinde geliştiğini varsaymaktadır. Bu yaklaşımın aynı şekilde Hegel düşüncesinde olduğunu görmekteyiz. 2 Hegel de tin kavramını a priori, transendantal bir yapı, tüm tasarımlara eşlik etmesi gereken bir ben düşünüyorum değil, bir sonuç, özneler arası bir başarı/meydana getirme olarak değerlendirebiliriz. Tin, transendantal bir ben değil karşılıklı tanımlamadan kaynaklanan öznelerarası toplumsal bir kendidir. Mutlak tin ise doğayı bilinçsiz olarak üreten ve sonrasında kendisini, kendi doğa araştırması içinde yeniden keşfeden, doğanın ötekisi olarak ondan kendisine dönen transendantal öznedir. Bakınız: Robert R. Williams, Hegel in Geist Kavramı, s.527-537, Alman İdealizmi II, Hegel, çev. Metin Bal, Doğu Batı Yayınları, 2013, İstanbul. Hegel, tini deneysel alanın ötesine çıkararak onun niteliğini değiştirmiştir. Ona göre tin artık tek insan bireyi olarak düşünülmemelidir. Tin sınırlı tikellerle, sınırlı tikel bireyselliklerden ayrılmıştır. Hegel e göre tarihte şekillenen tin, genellik taşıyarak belirlilik kazanan bireydir, yani halk tini. Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Tarihte Akıl, s. 61, çev. Önay Sözer, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 1995.

308 Yakup KAHRAMAN Hegel için öz bilinç kendi dışındaki bir varlıkla ve onun dolayımıyla gerçeklik kazanmaktadır. Bu bilinç Descartes ta olduğu gibi kendi içine kapalı değildir. O, kendisini kendi dışındaki varoluş alanında gerçekleştirmektedir (Hegel 1986: 118-119). Görüldüğü gibi Hegel, varlıkla meydana gelen ilişkide bilincin ilerleyişini varlık üzerindeki etkinliğine bağlamaktadır. Yani önümüzde duyumsal olarak varolan varlık karşısında edilgin durarak özbilince ulaşmamız mümkün değildir. Burada herhangi bir diyalektik olmadığı için insan kendine döndürülemez. Anlaşılmaktadır ki diyalektiğe yol açacak olan ve insanı kendi özüne döndürecek olan, özbilincin temeli istektir. Hegel in diyalektiğinin tetikleyicisi ve özbilincin oluşumunu sağlayan önemli bir özellik olarak istek öncelikle fizyolojik ihtiyaçlara hizmet eder. İsteğin bu işlevi sırasında ben kendisinin hakiki amacının özgür olmak olduğunu keşfeder. İşte bunun uğruna kendi bedenini feda edebilecek bir alet statüsüne indirgemeyi deneyecek ve kendi yaşamının basit bir alete indirgenemeyecek bağımsız bir varlık olduğunu kavrayacaktır (Harris 2013: 177). Böylece özbilinç, içinde antitezin ortadan kaldırıldığı kendi özdeşliğinin göründüğü bir hareket olarak ortaya çıkar (Hegel 1986: 119).Duyusal ve algısal bilinç olduğu kadar anlayan bilinç olarak da bilincin, eyleme gereksinimi yoktur. Fakat isteğini doyurmak isteyen özbilinç eylemde bulunmak zorundadır. Bilinçten öz bilince geçiş kendinde varlıktan kendisi için varlığa geçiştir. Bu geçiş Hegel için doğasal bir geçiş değil evrensel hayatın insan tarafından bilincine varılması sürecidir. Canlı varlığın kendisini fark etmeye başlamasıyla meydana gelen dönüşümde bilinçten özbilince geçiş düzeyinde bilinç, öz-bilincin en alt düzeyidir. Yani bu bilinç hayat hiis taşıması bakımından özbilincin ilk hakikatidir. Özbilinç düzeyine geçişte ise duyu ve algı seviyesinde kendi başına var olan nesne başkası için varolan nesne haline dönüşür. Bu kendi başınalık, nesnenin başkası için varolmaya başladığı bir tavırdır (Hegel 1986: 117-118). Hegel burada bilincin dolayımsız kendi başına bir yeterliliğe sahip olamayacağını, gerçek anlamayı başaramayacağını göstermeye çalışmıştır. Gerçek anlama deneyimini ise bilinç özbilinç aşamasına geçerek başka bir varlık ile ilişki halinde iken yani dolayımlayarak yaşayacaktır. Bu yaklaşım varolan ile birlikteliğin bilincin dönüşümünü etkilediğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. İnsan Hegel in görüngübilim de gösterdiği üzere edilgin bir edim olan bilme ediminde nesne karşısında silinir, onu nesnelliğinde kavramak için bilginin öznesi olarak kendisini göz ardı eder. Bilme ediminde ön plana çıkan kendi kendisini açımlayan özne değil nesnedir. Özneyi kendisine geri döndüren edim, bilme edimi değil, istektir. O halde özbilinç bu edimden kaynaklanacaktır. Yalnız istenilen nesneden bağımsız olarak ele alındığında istek, istenilen şeyin yokluğundan, onun isteyen öznede bulunmayışından yani bir boşluktan ibarettir. Onun olumlu içeriği, bu nedenle isteğin yöneldiği konu tarafından belirlenecektir. Eğer bu konu doğal varlıksa, o zaman bu istek de doğal olacak ve özbilince ulaşamayacaktır. İsteğin özbilinci doğurması için onun doğal olmayan bir konuya yönelmesi gerekir. Oysa bu aşamada doğal gerçekliğe ait olmayan isteğin kendisidir. O halde özbilince ulaşması için isteğin bir başka isteğe yönelmesi, yani başkasının isteğini istemesi, başka bir deyişle ona kendisini kabul ettirmeyi istemesi gerekir (Bumin 2001: 106). Demek oluyor ki Hegel için bilincin özbilinç olabilmesi duyusal ve algısal bir nitelik taşıyan bilincin kendi olmayan ile bir dolayım kazanmasıyla mümkündür. Bu dolayım kazanma ile birlikte bilinç kendisinin de farkına varır. Bu farkına varma varlık ile karşı karşıya gelme ile gerçekleşir. Alexandre Kojeve e göre bir şeyi dikkatle seyreden, ne ise ve onda hiçbir değişiklik yapmaksızın öylece görmek isteyen bir insan kendini unutmuştur. Seyredilen şeyden başkasını düşünmez; seyredişini de ve dahası, kendisini, kendi Ben ini de düşünmez. Şeyin ne kadar çok bilincindeyse, kendinin o kadar az bilincindedir. Bundan dolayı Ben sözcüğü, söyleminde yer almayacaktır. İnsan bir istek duyduğunda; örneğin karnı acıktığı, bir şey yemek istediği ve bunun bilincinde olduğunda, zorunlu olarak kendinin bilincini edinir. İstek kendini her zaman, benim isteğim olarak açığa vurur ve isteği açığa vurmak için, Ben sözcüğünden yararlanmak gerekir. Bundan dolayı kendinin bilincinin ve ardından felsefenin ortaya çıkması için, insanda sadece, olumlu, edilgin ve varlığı açığa vurmakla yetinen seyredişin değil, ama olumsuzlayıcı isteğin ve ardından gelen ve verilmiş varlığı dönüşüme uğratan eylemin de olması

Ontolojik Anlamanın Temeli Olarak Bilincin Varolan İle Birlikteliği 309 gerekir.yani insan beninin, bir isteğin beni, yani etkin bir ben olumsuzlayıcı bir ben, varlığı dönüşüme uğratan, verilmiş varlığı yıkarak bir yeni varlık yaratan bir ben olması gereklidir (Kojeve 2001: 41-42). Anladığımız kadarıyla Hegel, mutlak felsefeye bilincin edilgin, olumlu seyrediş özelliğine etkin ve olumsuzlayıcı isteği katarak ulaşmaya çalışmıştır. Bu da olmuş bitmiş bir insan doğası yerine varlığı dönüşüme uğratan, bu dönüşüm sırasında kendisini de dönüştüren insan anlayışı ile olacaktır. Bizim açımızdan en önemli yön ise Hegel in böyle bir insan kurgusunu ancak varolan ile diyalojik ilişki ekseninde, zaman ve tarih içerisinde konumlandırarak yapma çabasıdır. Bu istek kendi olmayan bir varlığa, ben e yönelirse yani farklı bir ufuk ile karşılaştığında özgürlüğünü kazanacaktır. Hegel felsefesinde özbilinç, verilmiş bir varlığa değil, bir varlık olmayana yöneldiği zaman olanaklıdır. Varlığı istemek, kendini bu varlıkla doldurmaktır, kendini ona kul etmektir. Varlık olmayanı istemek ise, kendini varlıktan bağımsızlaştırmaktır, kendi özerkliğini, özgürlüğünü gerçekleştirmektir. Demek ki, insan oluşturucu olması için isteğin, bir varlık olmayana, yani bir başka isteğe, bir başka açgözlü boşluğa, bir başka Ben e yönelmesi gerekir (Kojeve 2001: 44). Özbilinç hem üzerinde nesnesini kendisine karşıt bir konuma yerleştirdiği bir zemin, hem de nesnesinin ötekilik vasfını nesneyi kendisi için saklamak üzere bertaraf ederek yüksek hakikat olarak ortaya çıkar. Kendisini en asli hakikat olarak ön gördüğü için isteğin hem kaynağı hem de amacı olarak varsayar. Böylece nesnesi içinde çözüldüğünde kendi özdeşliğinin farkına vardığı için özbilinç kendisiyle yeniden birlik tesis etmek ister. Bundan dolayı özbilinç kendisinin dışındaki her şeyi isteğin negatif nesnesi olarak görmeye başlar. Aynı zamanda nesnesini bertaraf etme tecrübesi ile özbilinç nesnesinin kendi amacı için bir vasıta olduğunu yani bir hakikate ve olumlu bir yöne sahip bulunduğunu kavrar. Nesnesinin bu olumlu yöne sahip olduğunu özellikle diğer bir özbilinç ile karşılaştığında daha üst düzeyde anlar. Bu düzeyde özbilinç kendisi ile diğer özbilince ait zıt güçler arasında karşılıklı bir denge olduğunu fark eder. Bu karşılıklı denge hem özbilinçlerin birbirlerini karşılıklı olarak tanımalarına hem de karşılıklı olarak isteğin doyurulmasına neden olur. Böylece isteğin hem kaynağı hem de amacı olduğu için özbilinç kendisini isteğin gerçek nesnesi olarak kavrar ve karşılıklı tanıma olayında daha önce olumsuz olarak yaklaştığı ötekinin olumlu tarafını ayırt etmeye başlar (Tatar 2001: 12-13). Hegel in varlıkla sürekli etkileşim halinde dönüşen bilinç anlayışı ontolojik anlama özelliğine sahiptir. Bilincin tek taraflı, monolojik bir refleksiyonla hakikati elde etme düşüncesinin yerine dolayımlayarak yani diyalojik süreçle bilinci ilişkilendirmesi bunun göstergesidir. Hegel in oluşturmaya çalıştığı bilinç felsefesi bu yönüyle varoluşsal bir özelliğe sahiptir. Descartes epistemolojik hakikat adına cogito yu evrenin merkezine yerleştirmiştir. Bu yorum Kant ın transendental idealizminde nesnesini kendi başına kurabilen özneye dönüşmüştür. Hegel e göre ise bir istek ben i olan insan sadece bir bilgi öznesi değil sonluluğu, duygu durumları ve olumsuzlayıcı eylemi ile varoluşsal bir ben dir. Bu konuya değinen Taylor a göre insan oluşturucu ontolojik bir ilke olarak istek beni hep bir olumsuzlama ve aşma zorunluluğu içerisine yönlendireceğinden her Ben kendisini, ötekini ve çevresini aşma arzusu içerisinde mücadele, çalışma, yaratma, keşfetme ve dönüştürme etkinliği içerisinde bulur. Bu da insanı bir bilinç varlığı olmakla sınırlı kalmaktan kurtararak özbilinç olma yolundaki süreci başlatır. Bilinç bir özbilinç olma amacı ile yaşama açılır. Yani bilinç temelini, isteyen bir varlık olmasında bulan kendi kendisiyle özdeş olmayan varlığını varoluşsal olarak meydana getirir (Taylor 1975: 152). Yaşamın içerisindeki karşıtlıkları ve bu karşıtlıklar üzerinden kendisini fark edebilen bilinç şüphesiz ontolojik bir yöne sahiptir. Bu bağlama değinen Tülin Bumin e göre Hegel, kendinin tanınması için ötekisine bağımlı olduğunu keşfederek Descartes ıntransendantal yapısından kurtulur. Bunun yanı sıra o, pratik ve kuramsal akıl ayırımına yer vermeyerek, özneyi ve dünyayı bir bütün olarak ele alarak, bilgi formları ve gerçeklik formları arasındaki sıkı ilişkiyi görerek, Kant felsefesindeki ben/dünya, numen/fenomen, kuram/pratik biçimleri altında ortaya çıkan ikiciliği aşabilmiştir (Bumin 2001: 26).

310 Yakup KAHRAMAN Hegel öz-bilinci diyalektik olarak hayattan çıkarmaktadır. Buna göre yaşayan varlık gerçekte asla görünüm kanununa nüfuz etmeye çalışan bir anlama çabası içindeki nesnel bilinç tarafından bilinemez. Yaşayan varlığın canlılık niteliği asla dışarıdan kavranabilecek bir şey değildir. Bunu akıl içsel olarak kavrayacaktır. Gadamer e göre Hegel, tüm çelişkileri birleştiren akılda gerçekliğin evrensel yapısını bulmuştur. Buna göre tinin özü, tinin kendine ilişkin bilgiye diğerinde ulaşabilme ve bu sayede yabancılaşmayı aşabilme gücünde yatmaktadır (Gadamer 2013: 704-705). Bu gücü kendisinde bulunduran aklı Hegel, düşünce ile gerçekliğin birliği olarak tanımlamaktadır. Böylece akıl kavramı ile ima edilen şey, gerçekliği, düşüncenin öteki si olmadığı ve bu nedenle de görünüş ile anlama yetisi karşıtlığının geçerli bir karşıtlık olmadığıdır (Gadamer 2013: 192). Hegel in ortaya koyduğu diyalektiğin asıl meselesi belli bir konumu kendisi ile çelişecek noktaya kadar zorlamak suretiyle o çelişkinin taraflarını birleştiren daha üst bir hakikate geçişi mümkün kılmaktır. Hegel in tin inin gücü tüm çelişkileri sentezlemesinde yatmaktadır. Gadamer e göre bir şeyin çelişkili olduğunu göstermek için o şeyin geçerliliği iptal etme anlamındaki aufhebung sözcüğünü Hegel değişime uğratmış kendini çelişkiler içinde ortaya koyan hakikate dair tüm öğelerin korunmasını ve ayrıca bu öğelerin, hakiki olan her şeyi kapsayan ve birleştiren bir hakikate yükselişlerini ifade etme anlamına sokulmuştur. Bu sayede diyalektik, anlam yetisinin tek taraflı soyutlamalarına karşı olarak somut ve dolayımlanmış bir hakikatin savunusuna dönüşmüştür. Aklın evrensel sentezleme gücü sadece düşüncedeki karşıtlıkları dolayımlamaya değil, aynı zamanda gerçek dünyadaki karşıtlıkları yükseltmeye de muktedirdir (Gadamer 2013: 702-703). Burada önemli olan ise bilincin anlam perspektifini varolan ile birlikte diyalektik bir süreçte kazanmasıdır. İçinde bulunduğu yaşamsal koşulların bilincin mutlak bilgiyi elde etme sürecinde önemli rol oynadığını göstermeye çalışan Hegel in bu tavrı ontolojik anlama niteliğini taşımaktadır. Hegel, tek insanın ve onun düşünme ve bilme yetisinin tarihten ve sosyal çevreden yalıtık olmadığını göz önünde tutmuş, anlamanın zamansal ve mekansal yönünü göstermiştir. O, insanın sosyal varlık olduğunu ve ancak sosyal bir ortamda ve zaman içerisinde düşünme ve bilme yetisini geliştirebileceğini varsayarak anlamanın ontolojik doğasını sergilemiştir. Doğan Özlem e göre özne-insan epistemik özne olarak kendi varoluşunu Descartes vari bir şekilde cogito yoluyla kanıtlasa bile kanıtlanan şey bir mantıksal ben den, soyut, içeriksiz tarihsellik ve toplumsallık dışı bir varoluştan ibaret kalır. Hegel in ortaya koyduğu felsefi yaklaşım da ise somut ve gerçek özne, kendisini "cogito" yoluyla değil, diğer öznelerle etkileşim içerisinde bir tarihsel varoluş, olarak kavrar, bilir. Buna göre öznenin kendisi, tarihsel bir üründür. Fakat bu özne pasif değil aktiftir. Yani kendi yaptığı şeyin, tarihin bir ürünüdür. Özlem e göre insan tarihin belirleniminde yaşayan tek varolandır ve tarihin her anında belirlenimi altında varoluşunu bulduğu şeyi, yani yine tarihi, değiştirip dönüştürme imkânına sahiptir. (Özlem 1999: 134-135). Şüphesiz bu dönüşüm tek taraflı insanın elindeki bir kurgudan ibaret değildir. Bu dönüşüm insan ve diğer varolanların içerisinde bulunduğu çok yönlü bir nitelik taşımaktadır. Wachterhauser e göre Hegel, aklın geçmişten ayrı olarak veya tarihin aracılık ettiği ve konuştuğu dilden izole edilerek anlaşılamayacağında ısrar eden düşünürlerin ilki idi. Bunun yanı sıra Hegel, aklın kendi kendini doğrulayan ve doğrunun/hakikatin tarihten bağımsız tarzda kendilerinden türetilebileceği temeller olarak hizmet gören hiçbir doğru başlangıç noktasının bulunmadığını öne sürmüştür. Ona göre Hegel, Batı geleneği içinde, dünyamızı anlama yeteneğimizin, gerçekliği değişmez kurallara veya Kant ın kategorileri ya da Platon un form ları gibi sabit algılama arşetiplerine göre kavrayan bir zaman üstü akıl yeteneğine dayanmadığını öne süren ilk düşünürdür. Fakat Hegel, insan aklının temelde tarihten etkilenmeyeceği bir noktaya ulaşabileceğini de öne sürmüştür. Hegelci mutlak bilme/kavrama nosyonu, aklın kendisini tarihin bataklığından çıkarma başarısı gerçekleştirebileceğine imada bulunur. Bu, aklın kendisini fiilen tam bir kontrol ve yönlendirme özgürlüğü kazandığı şartları kavrama kapasitesine sahip olduğu anlamına gelmektedir (Wachterhauser 2002: 222-223). Bununla birlikte Hegel in bilinç üzerine yaptığı fenomenal çalışmanın bizim açımızdan en önemli değeri bilince giren şeyleri anlama çabasıdır. Bu yaklaşım ontolojik bir tavır içermekte-

Ontolojik Anlamanın Temeli Olarak Bilincin Varolan İle Birlikteliği 311 dir. Bunun sebebi ise bilince giren herhangi bir şeyin bütünüyle bilincine varılma çabasının sürekli devam etmesidir. Hegel tecrübe süreci içerisinde kendisini ortaya koyan ve bilincimizi şekillendiren gelenekle diyalog içinde gelişen hakikatin olduğunu düşünmektedir. Fakat o, hakikati en sonunda tecrübeyi tamamlayan ve aşan mutlak bilgi olarak tasarlar. Kanaatimizce Hegel insanın doğal varlık olarak tikel alanlar içerisinde kendisine yer bulduğunu ve bu tikelliğin onun bilincinde önemli bir etkiye sahip olduğunu fark etmiştir. O, tikellikle yetinmeyerek düşünen insanın, düşünce gücüyle bu tikelliğin ötesini görebilecek yeterlilikte olduğuna inanmıştır. Bu tikelliğin ötesini görebilme yeteneğini ise Hegel yine ontolojik belirlenimler çerçevesinde yorumlamaya çalışmıştır. Hegel, bilincin tikelliğinden özbilincin evrenselliğine geçişini, özbilincin evrensel düşünme refleksiyonuna sahip olma gücünü içinde bulunduğu yaşam ile ilişkilendirerek ontolojik anlama tavrına katkı sağlamıştır. KAYNAKÇA Ateşoğlu, G.(2010).Hegel Felsefesinde Metafizik, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla. Bumin, T. (2001). Hegel, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Gadamer, H. G.(2013). Hegel in Öz-Bilinç Diyalektiği, Alman İdealizmi II, Hegel (Çev. Ç. Balanuye). (s. 189-212). İstanbul: Doğu Batı Yayınları. Gadamer, H. G. (2013). Hegel ve Heidegger, Alman İdealizmi II, Hegel (Çev. E. Günok). (s. 696-715). İstanbul: Doğu Batı Yayınları. Harris, H. S. (1995). Hegel: Phenomenology and System, Hackett Publishing Company. Hegel G. W. F. (1986). Tinin Görüngübilimi (Çev. A. Yardımlı). İstanbul: İdea Yayınları. Hegel, G. W. F. (1991).Felsefi Bilimler Ansiklopedisi I: Mantık Bilimi. (Çev. A. Yardımlı). İstanbul: İdea Yayınevi. Hegel, G. W. F. (1993). Tinin Fenomenolojisine Giriş, Hegel i Okumak (Çev. T. Bumin). İstanbul: Kabalcı Yayınları. Heidegger, M. (1968) What is Called Thinking? (trans. J. GlennGray). New York: Harper and Row Publishers. Heidegger, M. (2006). Varlık ve Zaman (Çev. K. Ökten). İstanbul: Agora Kitaplığı. Heidegger, M.(2001). Dünya Resimleri Çağı Nietzsche nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı (Çev. L. Özşar). Bursa: Asa Kitabevi. Descartes, R. (2007). Meditasyonlar (Çev. İ. Birkan). Ankara: Bilgesu Yayınları. Descartes, R. (2010). Metot Üzerine Konuşma (Çev. A. Altınörs). İstanbul: Paradigma Yayınları. Kant, I. (1993). Arı Usun Eleştirisi (Çev. A. Yardımlı). İstanbul: İdea Yayınları. Kojeve, A. (2001). Hegel Felsefesine Giriş (Çev. S. Hilav). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Özçınar, Ş. (2007). Kendinin Bilinci ve Öteki Diyalektiği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Özlem, D. (1999). Felsefi Hermeneutiğe Geçiş Yolu Olarak Tarihselcilik, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi cilt: XL, 127-145. Ricoeur, P. (1992). Oneself As Another (trans. Kathleen Blamey). The University of Chicago Press. Tatar, B. (2001). Hegel in Zihin Fenomenolojisi nde Arzu (Desire) Kavramı Üzerine Bazı Düşünceler. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 12-13, 307-317. Taylor, C. (1975). Hegel. Cambridge: Cambridge University Press. Venn, C. (2000). Occidentalism: Modernity and Subjectivity, London, California: Sage Publications. Wachterhauser, B. R. (2002).Anlamada Tarih ve Dil, İnsan Bilimlerine Prologomena, (Çev. H. Arslan). (s. 209-249). İstanbul: Paradigma Yayınları.

312 Yakup KAHRAMAN