ANADİLİ ÜZERİNE. Selamların en güzeli ile



Benzer belgeler
Almanya daki slam Konferans ve Federal Alman Hükümetinin Entegrasyon Politikas

Sosyolinguistik Görüşme. 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum Tarihiniz:.. Yaşınız:. Milliyetiniz:.

AK PARTİ YURT DIŞINDAKİ

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler

Irmak Neden Farklıdır? >> 20. Eğitim Yılımızı Tamamlarken...

Almanya da Çok Dilliliğin ve Ana Dilde Eğitimin Hukuki Çerçevesi 1

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Yeni Sosyal Güvenlik Sistemi Üzerine Notlar

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Tarih:. Yer:. Katılımcı numarası:... Sosyolinguistik Görüşme 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum tarihiniz:.. Yaşınız:.. Milliyetiniz:.

Avrupa da Yerelleşen İslam

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Anadilde Eğitim ve Başarı Üzerine Etkileri: Almanya Örneği

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Yrd.Doç.Dr. Serap YÜKRÜK GİRİŞ. Geleneksel Türk Müziği

UETD Genelmerkez Gençlik Kolları Ocak 2015 Faaliyet Raporu

IFLA/UNESCO Çok Kültürlü Kütüphane Bildirisi

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

ÇOCUK HAKLARI HAFTA 2

İsterlerse Hristiyan öğrencilerimize de din kültürü sorusu sorabiliriz

AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNDE ÖZEL OKULLAR Murat YALÇIN > muratmetueds@yahoo.com

DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku EKO422 Bahar Ön Koşul Dersin Dili

Cuma İzmir Basın Gündemi. Edebiyattan sinemaya, sinemadan sosyolojiye Türkiye de sosyal bilimler

BACIM - Ağırlıklı olarak Türkiye kökenli göçmen kadınlar için buluşma ve danışmanlık merkezi

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Doç. Dr. Dilek GENÇTANIRIM KURT Ahi Evran Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı

Dil Öğrenme ve yazım dili öğrenme

Almanya daki slam Konferans - Müslümanlar n Durumu ve Uyumlar

FARKLI AB ÜLKELERİNDE GÖÇMEN POLİTİKALARINDAKİ GENEL YAKLAŞIMLAR

Prof. Dr. Cemal Yıldız ile Ana dilin Önemine Dair

Yaşam Boyu Sosyalleşme

Türkiye de azınlık olmak Anket Çalışması

Türkiye de Hukuk Zihniyeti anketinin sonuçlarının tamamı ve geniş yorumu için bakınız:

Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Öğretim Yılı Yabancı Dil ve Pilot Okul Çalışmaları by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer İnönü Üniversitesi Siirt Üniversitesi Fırat Üniversitesi Ardahan Üniversitesi

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

Dil ve Kültürlerarası Beceriler (LiMErIC)

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER ve YABANCI DİL OLARAK TÜRKÇE ÖĞRETİMİNDEKİ GELİŞMELER

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Bir çocuk - iki lisan. Bir fırsat olarak çokdillilik

Duyuru: Çocukların ilk dillerine destek, eğitim kurumlarının temel bir görevidir

R E H B E R L İ K B Ü L T E N İ - 1

** Berlin Lalesi Türkiyemspor'a

Avrupa Bölgesel Sosyal Güvenlik Forumu -1ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK:

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

Çocuk Gündüz Bakımevi Evangelisch-lutherische Petrigemeinde

PROMISE- TÜRKİYE PROMOTING IMMIGRANTS IN SCIENCE EDUCATION. Göçmenlerin Fen Eğitiminde Desteklenmesi

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

MATEMATİĞİ SEVİYORUM OKUL ÖNCESİNDE MATEMATİK

Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetlerinin Amacı Nedir?

LÜTFEN KAYNAK GÖSTEREREK KULLANINIZ 2013

ÇOCUĞUM BAŞARACAK MI?

DÜNYADA DİN EĞİTİMİ UYGULAMALARI

Proje: COMPASS LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler

MEDYA. Uluslararası Arapça Yarışmaları BASIN RAPORU

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Adalet MYO. Adalet Programı Adalet Meslek Etiği Dersleri

DARICA ANADOLU LİSESİ 9. SINIF REHBERLİK PLANI

Sosyal Medya ve Çocuk Alanında Koruyucu ve Önleyici Çalışmalar Dr. Olgun GÜNDÜZ

Çocuklarınıza interneti yasaklamayın; yaptıklarını takip edin. 12 Ocak 2014 Pazar günü, İELEV Eğitim Kurumları Rehberlik ve Psikolojik Danışma Servisi


6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Ulusal Entegrasyon Plani: Ulusal Entegrasyon Entegrasyon siyasetinin motoru Plani: Entegrasyon siyasetinin motoru Ulusal Entegrasyon Plani:

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SULUCA ORTAOKULU 6/B SINIFI 2. DÖNEM VELİ TOPLANTI TUTANAĞI

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Kiliseler ile yap lan Resmi Sözleflmeler ve her iki ülkede ibadet yerlerininin yap m

İngilizce öğretmenlerinin asenkron eğitimden ürkmeleri

Yönetici tarafından yazıldı Perşembe, 08 Ekim :05 - Son Güncelleme Perşembe, 08 Ekim :08

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı.

Sn. M. Cüneyd DÜZYOL, Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Açılış Konuşması, 13 Mayıs 2015

Kürtaj konusunda kamuoyunun kanaati olumlu

Bloomberg Businessweek. BASINDA GeniuSpy. Zihni Birleştirir, Zekâyı Geliştirir 1/6

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

Avrupa'da Okullarda Sanat. ve Kültür Eğitimi

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

Çeyrek asırdır Türkiye de eğitimin ciddi bir iş olduğunun farkında olan Bilfen Liseleri; evrensel ilkeler ışığında, spora, müziğe, sanata ve kültürel

Orta-Doğu Avrupa ve Avrasya da Erken Dönem Çocuk Eğitim ve Bakım (EÇEB) Kalitesi. Sarah Klaus Direktör Erken Çocukluk Programı

Türkiye de Uluslararası Koruma Arayan Kişiler için EĞİTİM HAKKI SORULAR & YANITLAR

Çocuk bakım kanunu nun değişmesi ile engelli çocukların teşvikini genişletmek ve düzeltmek mümkünleşmiştir.

Özürlülere Yönelik KPSS ve Diğer Kamu Sınavlarına Hazırlık Kursu

Avusturya okuluna hoş geldiniz! Türkisch

Transkript:

Perspektif

!

Selamların en güzeli ile ANADİLİ ÜZERİNE Hemen hepimizin bildiği ve sıklıkla kullandığı bir atasözünde eskiler, bir lisan bir insan dır der. Kanaatimizce, insanı insan yapan başlıca değerin dil (dolayısıyla düşünce) olduğu daha veciz bir şekilde ifade edilemez. Peki, dili (anadilini) bu denli önemli kılan başat özelliği nedir? Cevabı Konfüçyus versin: Bir milletin bütün yönetimi bana bırakılsaydı, ilkin dilini düzeltirdim. Çünkü, dil düzgün olmayınca ifade edilmek istenenler gereği gibi ifade edilemez, söylenen de anlaşılmaz ve yapılması gerekenler yapılmadan kalır, böyle olunca töreler ve sanat geriler, adalet yoldan çıkar, halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz. Ve bu her şeyden önemlidir. Dilbilimciler, dilin sadece düşünceyi ifade etme aracı olmadığı, düşünce üzerindeki belirleyici etkisi, ve dahi düşünceyi şekillendirici gücü konusunda ünlü Alman dilbilimci Wilhelm von Humboldt ten bu yana büyük ölçüde mutabakat halindedirler. Ve dilin kişilik ve kimlik üzerindeki etkileri, dildeki değişimin kişilik, kimlik ve dünya görüşünü (Weltanschauung) de değiştireceği ve dönüştüreceği gerçeği, sanıyoruz izahtan varestedir. Özellikle de din dili nin anadilimize bu denli sirayet ettiği, sindiği bir dilin sahibi olan bizler için... Anadilinin değerinin yanı sıra sorunları, azınlık olarak yaşanılan toplumlarda ise şüphesiz çok daha büyüktür. Ve Avrupa nın çeşitli ülkelerinde üç nesildir yaşamakta olan Türkiyeli göçmenler olarak, anadilimiz Türkçenin her geçen gün daha az kullanıldığı, kullanılan dilin kalitesinin her geçen gün daha da düştüğü bir dönemde, dilin, Türkçemizin önemi konusu üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Bu kaygı ve hissiyatla, koordinatörlüğünü sayın Yılmaz Bulut un yaptığı, Avrupa çapındaki Türkiye kökenli göçmenlerin kurduğu hemen hemen bütün sivil toplum örgütlerinin katıldığı ve desteklediği Türkçem, Anadilim, Geleceğim çalıştayı da çok geç olmadan alınması gereken tedbirler ve bundan sonra yapılması gerekenler adına önemli bir ilk adım idi. Bizler de bu sayımızda, anadiline verilmesi gereken önemin altını bir kez daha çizmek adına konuyu farklı yönleriyle ele aldık. Uzun yıllardır konu üzerinde düşünen ve çeşitli araştırmalar yapan Prof. Dr. Cemal Yıldız ile anadilinin önemi ve mevcut sorunlar üzerine yaptığımız söyleşinin zihin açıcı ve özellikle Avrupa da yaşayan Türkiyeli ebeveynler için yol gösterici nitelikte olduğunu/olacağını düşünüyoruz. Kapak konumuzun yanı sıra, Solingen katliamının Mayıs ayına tekabül ediyor olması dolayısıyla ve gelecekte bazı şeylerin herkes için daha iyi olması isteniyorsa, bu acı hatıraların unutulmaması gerektiği düşüncesiyle Solingen den bu yana Avrupa daki yabancılara bakışın aslında pek de değişmediğini, yazarlarımızdan Zekiye Topatan ın kaleminden gündemimize aldık. Aziz İstanbul un fethinin yine Mayıs ayında gerçekleşmiş olması da, faklılıkları zenginlik olarak gören Fatih in geniş vizyonunun hatırlanması için önemli bir vesileydi. Bizden farklı düşünen, farklı olan herkesin ve her şeyin tehlikeli olduğuna her geçen gün daha çok ikna olan/edilen bizler ve ülke yöneticileri için asırlara şamil İstanbul kozmopolitliğinin yeniden hatırlanması, farklılık ve çeşitlilikleri toplumlar için değeri telafi edilemez bir zenginlik kaynağı olarak görmek ve öyle kabul etmek adına önemliydi. Gelecek sayımızda buluşmak üzere, kalbî selamlarımla. Mustafa YENEROĞLU

içindekiler dosya Dilin Önemi ve Anadili Olarak Avrupa da Türkçe... 6 Anadilim, Türkçem, Geleceğim... 10 Almanya da Çok Dilliliğin ve Anadilde Eğitimin Hukukî Çerçevesi... 14 Söyleşi: Prof. Dr. Cemal Yıldız ile Anadilin Önemine Dair... 16 Ulus-Devletin Kıskacında Anadili... 20 Arapça: Müslümanların Anadili... 22 10 ANADİLİM, TÜRKÇEM, GELECEĞİΜ gündem Toulouse Olayları ve Muhammed Merah ı Tanı(mla)yabilmek!... 24 Solingen Katliamı ile Su Yüzüne Çıkan Hatıralar... 26 Bir Cahiliye Adeti: Hindistan ve Çin in Kayıp Kız Çocukları... 28 kültür İstanbul, Fatih Tarafından Şerhedilen Şehir... 30 Ecdadın Kabe Toprağı Saydığı Üsküdar da Günbatımı... 32 16 PROF. DR. CEMAL YILDIZ İLE ANADİLİN ÖNEMİNE DAİR dünya Global Sistemin Yeni Devleti: Belucistan... 34 Kış ile Yaz Arasında Arap Baharı... 36 28 HİNDİSTAN VE ÇİN İN KAYIP KIZ ÇOCUKLARI Perspektif IGMG Aylık Yayın Organı MAI / MAYIS 2012 Yıl/Jg.: 18, Sayı/Nr.: 209 Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen, Deutshcland Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 www.igmg.de E-Mail: dergi@igmg.de YAYINCI HERAUSGEBER: IGMG-Islamische Gemeinschaft Millî Görüş e.v. Amtsgericht Köln, VR 17018 adına Kurumsal İletişim Başkanlığı Vertreten durch den Vorstand: Kemal Ergün, Vorsitzender; Oğuz Üçüncü, Generalsekretär; Hakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur: Mustafa Yeneroğlu (V.i.S.d.P) Editör: İlhan Bilgü Yayımlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen binden die Autoren, nicht die IGMG. İLAN SERVİSİ ANZEIGENSERVICE: Tel.: 02237/ 656-201 Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: tanitma@igmg.de ABONE SERVİSİ ABONNEMENT: IGMG-Islamische Gemeinschaft Millî Görüş Mitgliederbetreung: Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: mitglied@igmg.de Yıllık abone ücreti: Jahresabonnement: 59,-EURO IGMG Genel Merkez Üyelerine ücretsizdir. Der Bezugspreis ist für Vereinsmitglieder im Mitgliedsbeitrag enthalten. HESAP NO BANKVERBINDUNG: BANK AUSTRIA: IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01 SWIFT: BKAUATWW

GÜNDEMDEN KISA KISA... İSLAM ALMANYA YA AİT DEĞİLDİR Hristiyan Demokrat Partisinin parlamentodaki grup başkanı Volker Kauder, İslam ın Almanya da yeri olmadığını söyledi. Kauder yaptığı açıklamada; İslam, Alman gelenek ve kimliğinde yoktur, Almanya ya ait değildir ifadesinde bulundu. Kauder, buna rağmen Müslümanların Almanya ya ait olduğunu, vatandaş olarak bütün haklardan yararlandıklarını, ekledi. Eski Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, görev yaptığı dönemde, İslam ın Almanya ya ait olduğu açıklamasında bulunmuş ve Wulff un bu cümlesi ülkede tartışmalara yol açmıştı. BELÇİKA DA İSLAM KARŞITI PROGRAM Belçika da Fransızca yayın yapan devlet televizyonunun ülkede yaşayan Müslümanları hedef alması tepki çekti. İslam hakkında olumsuz örnekler veren, Günün başlıca sorunları adlı programda Belçika da yaşayan Müslümanları hedef alan RTBF nin yayınını ırkçı bulduğunu söyleyen Valon Sosyalist Partisi Başkan Yardımcısı Philippe Moureaux, devlet televizyonunda Irkçı ve İslamofobik söylemin kabul edilemez olduğunu söyledi. Moureaux, Müslümanlar hakkında olumlu tek bir görüntü bile kullanmıyorlar.yasağa rağmen peçe takan birkaç kadın bulup İslamcılığın yükselişte olduğunu söylemek manipülasyondan başka bir şey değildir. Bazılarının bugün Müslümanlara saldırdığı gibi,(nazi Almanyası nın Propaganda Bakanı) Goebbels de Yahudilere saldırmıştı tespitinde bulundu. Brüksel Bölge Milletvekili Mahinur Özdemir de söz konusu programda korku müzikleri eşliğinde Belçikalı Müslümanların genelini yansıtmayan örneklerin ekrana taşınmasının tarafsızlıkla bağdaşmadığını söyledi. ALMANYA DAKİ DİN GÖREVLİLERİ DİYALOGA AÇIK Almanya Federal Göç ve Mülteci Dairesi İslam din görevlilerini, Türkiye ve Uyum Araştırmalar Merkezi (ZfTI) ise Almanya daki İslamî Cemiyet Hayatı nı konu edinen birer araştırma yaptı. Araştırma verileri 835 cami ve cem evinde görev yapan 821 din görevlisi ile yapılan bilimsel söyleşi neticesinde elde edilirken, İçişleri Bakanı Friedrich, Araştırmanın ortaya koyduğu kapsamlı neticelerle elimizde ilk defa siyaset ve toplumun çalışmalarını temellendirebileceği veriler olarak değerlendirdi. FRANSA DAKİ MÜSLÜMANLAR ENDİŞELİ 26 Mart ta da başkent Paris yakınındaki Juvisy sur Orge bölgesinde 18 yaşında başörtülü bir kız, İş Bulma Kurumu ndan çıkarken saldırıya uğradı. Bıçaklı bir adamın, başörtüsünü çıkarmaya çalıştığını belirten genç kız, saldırganın kendisine hakaret ettiğini söyledi. Saldırganın, DNA testiyle saptanabileceği ancak savcılığın, pahalı olacağı gerekçesiyle buna izin vermediği belirtildi. Korsika da ise İslam ı seçen 4 çocuk annesi Sylvie Malabre çocuğunu okuldan almak isteyince diğer veliler tarafından engellenmeye calışıldı. Annenin laikliğe aykırı giyindiği ve diğer çocukların psikolojilerini etkilemeye çalıştığını öne süren velilerin başvurusu, okul yönetimince reddedildi. DOMUZ ETİ SKANDALINA CEZA Danimarka Eşit Muamele Kurulu, 2010 da Müslüman öğrencileri domuz yemeyi reddettiği için okuldan atan meslek lisesine 75 bin kron (10 bin Euro) tazminat cezası verdi. Danimarka Eşit Muamele Kurulu, Müslüman öğrencilerin domuz yemeye zorlanması ayrımcılık olarak değerlendirdi. Yanlış bir şey yapmadık diyen okul yönetimi ise cezayı eleştirdi. Kurul sekreteri Erling Brandstrup, ilk kez alınan bu kararın bundan sonraki olaylar için de emsal teşkil edebileceğini ifade etti. FRANSA DA CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE YÜKSELEN AŞIRI SAĞ Fransa Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu sonunda açıklanan sonuçlara göre, sosyalist aday François Hollande oyların yüzde 29 unu alırken, mevcut Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy nin oy oranı yüzde 27 civarında kaldı. Aşırı sağcı Marine Le Pen in oyları ise beklenilenin üzerine çıkarak yüzde 18 e ulaştı. Fransa'da siyasi gözlemciler, Le Pen'in özellikle 18-24 yaş arası genç seçmenlerin oylarının yüzde 26 sını almasını büyük başarı olarak değerlendiriyor. Nitekim, 2002 seçimlerinde Marine Le Pen'in babası Jean-Marie Le Pen yüzde 16 oy almıştı. İslâm ve yabancı düşmanlığının baş savunucusu haline gelen Marine Le Pen'in bu başarısı Fransa'da yabancı düşmanlığının genç nesiller arasında da tırmandığını gösteriyor. MAYIS 2012 sayfa 5

hin gelişiminde önemli bir rol oynar ve ilk önce öğrenilen ana dili, ikinci dilin edinilmesine de belirleyici bir zemin, bir alt yapı oluşturur. Bu bakımdan ikinci dil olarak öğrenilen dilin yanında çocuğun birinci dilinin de desteklenmesi gerekir. Bu görüş beyin üzerinde yapılan araştırmalarla da desteklenmektedir. Araştırmalarda elde edilen bulgulara göre, birinci dilin edinilmesinde beyindeki nöronlar (sinir hücreleri) arasında bir takım ilişki ağları kurulduğu ve bunların daha sonra artık değişmediği, diğer tüm öğrenme süreçlerinin bu ağlar üzerinden gerçekleştiği (yani ikinci dil ve diğer öğrenme süreçleri) ve bunlar üzerine kurulduğu belirtilmektedir. Durum böyle olunca, birinci dildeki gelişim süreçlerinin ihmal edilmek hatta bastırılmak suretiyle tehlikeye atılmamasıdosya Dilin Önemi ve Anadili Olarak Avrupa da Türkçe Ömer Öksüz oemerr@web.de Dil kültürün aynasıdır ve toplumun sürekliliği ile kültürün yeniden üretimini sağlamada en temel kurumlardan biridir. Dil yoksa bir kavramlar sistemi ve düşünce de yoktur. Düşüncenin belirleyicisi dil, dilin belirleyicisi ise toplumdur. İnsan gerçekliğe dili kullanmaksızın adapte olamaz. Reel dünya büyük ölçüde bilinçsiz bir biçimde dil alışkanlıkları üzerine inşa edilir. 1 Bir çocuk için dil, çocuğu egosundan uzaklaştırıp, onun sosyal bir kişi olmasını sağlayan, kendisini kontrol ve takip ettirebilen, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını ifade etmesini adım adım geliştiren ve kendini güvende hissetmesine yardımcı olan bir davranış türüdür. 2 Dil çocuğun kendisini anlatabilmesini sağlar ve ona birey olma yolundaki ilk adımını attırır. Dünyaya geldiğinde hiçbir şey bilmeyen çocuk anadiliyle kimlik kazanır, kültür edinir Ülke Toplam Türkiye Türkiye AB AB Vatandaşı Vatandaşı Vatandaşı Vatandaşı Oranı AB Ülkelerindeki Türkiyeli Göçmenler Belçika 130.000 40.000 90.000 %69,2 Danimarka 56.000 29.000 27.000 %48,2 Almanya 2.900.000 1.950.000 950.000 %35,1 Fransa 450.000 270.000 180.000 %47,4 Hollanda 470.000 140.000 330.000 %72,8 İsveç 63.000 12.000 51.000 %80,9 Büyük Britanya 150.000 70.000 80.000 %62,5 Diğer AB Ülkeleri 130.000 120.000 10.000 %7,7 TOPLAM 4.217.000 2.440.000 1.777.000 %42,1 TÜRK AZINLIKLAR Yunanistan 150.000-150.000 Bulgaristan 750.000-750.000 Romanya 70.000-70.000 TOPLAM 970.000-970.000 AB deki Türkiyeli Göçmen ve Azınlıklar AB TOPLAM 5.187.000 2.440.000 2.747.000 %53 Kaynak: TAVAK 2011 sayfa 6 Perspektif ve toplumsallaşır. Ayrıca, anadili aracılığıyla ilk toplumsal kuralları kavrar, çevresi ile ilişki kurar. Bu noktada anadiline ve anadili eğitimini verecek kişilere büyük bir görev düşer. Zira çocuğun tüm gelişimi dil gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır. 3 Bütün bunların yanı sıra geçmiş kuşaklar gündelik hayatın yeniden üretiminde yaşam deneyimlerini yeni kuşaklara dil aracılığıyla aktarır. Dil bir toplumun değer yargılarını, duyarlılıklarını, önceliklerini ve farklılıklarını özünde taşır... Anadili, insanın içinde doğup büyüdüğü aile ve toplum çevresinde, doğumundan 6 yaşına gelinceye kadar öğrendiği, kendini ifade edebildiği, duygu ve düşüncelerini aktarabildiği dildir: Anadili eğitimi çocuk 6 yaşına gelene kadar büyük ölçüde tamamlanmaktadır ve bu yaştan sonra, öğrenilen bu dilin gelişmesi ile ilgilenilmektedir. 4 Yurtdışında çok dilli ortamlarda yetişen bir çocuğun kimliğini koruyabilmesi, sağlıklı düşünme, doğru anlama, toplum içinde karşı karşıya geldiği çeşitli durumlara uyum sağlayabilme yeteneklerinin gelişmesi için ana dili ayrı bir anlam ve önem taşımaktadır. 5 Son yıllarda yapılan araştırmalar da ortaya koymaktadır ki; ana dili çocuğun kimlik ve zi-

T. C. Dışişleri Bakanlığı Verilerine Göre 5 Temmuz 2011 İtibariyle Yurtdışında Bulunan Türkiye den gönderilen öğretmen sayısı 1.479 Türkiye den gönderilen din görevlisi sayısı 1.293 Türkiye den gönderilen okutman sayısı 99 Türkiye kökenli üniversite öğrencisi sayısı 130.000 İlköğretim-ortaöğretim öğrencisi sayısı 838.000 Türkiyelilerin derneklerinin sayısı 3.900 nın gerektiği savunulmaktadır. 6 Çocuğun dilsel ve zihinsel gelişimi ve başarısı için öneminin yanı sıra, Avrupa daki Türkiye kökenli insanların toplumsal yapısının analiz edilmesinin en önemli araçlarından biri de konuşulan dildir. Ve bugün itibariyle, Türkçe Batı Avrupa da birçok ülkede 5 milyonu aşkın insan tarafından konuşulan en büyük azınlık dilidir. Aynı şekilde, batı Avrupa vatandaşları arasında en çok kullanılan ortak dil İngilizceden sonra Türkçedir, ancak bununla birlikte anadile (Türkçeye) olan hakimiyetin birinci kuşaktan üçüncü kuşağa gelinceye kadarki süreçte kaybolmaya başlaması (ki, ilk kuşakta Almanca bilenlerin sayısı çok az iken, üçüncü kuşakta Türkçe bilenler gittikçe azalmaktadır), Türkiyeli göçmenlerin kültürel kimliğinin yaşatılması ve yeniden üretilmesi için bir tehdit unsuru olmaktadır. Zira dildeki dönüşüm, aslında toplumun kültürel yapısının dönüşümüdür. 7 Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımızın anadili olarak kullandığı Türkçe, vatandaşlarımızın çoğunlukla kırsal kesimden göç etmiş olmaları ve Türkiye de konuşulan Türkçenin geçirdiği gelişimi izleyememeleri gibi nedenlerden dolayı standart bir dil olmayıp; her bir vatandaşımızın geldiği yörenin genel karakteristik yapısını yansıtır. 8 Ve bunun yanı sıra, sosyal ve kültürel açıdan fakir, nispeten kapalı bir çevrede, tekdüze yaşama bağlı olarak Türkçenin iletişim dili olarak yeterince ve etkin olarak kullanılamaması yeni kuşakların kurallara uygun bir Türkçe öğrenebilmesini engellemektedir. Ayrıca, Avrupa da yetişen Türkiyeli göçmen çocuklarının büyük bir kısmının aile içinde sağlıklı dilsel etkileşim olanağı bulamaması konunun üzerinde durulması gereken bir başka boyutudur. Çocuklar ev dışında, içinde bulundukları toplumun dilini konuşmakta, anadillerini ise sadece ev içinde, ebeveyn (ve akrabaları) ile temel iletişim gereksinimleri çerçevesinde, son derece asgari bir seviyede kullanmaktadırlar. Ve çocuklarla yetişkinler arasındaki iletişim, buyurgan ve daha çok temel gereksinimleri karşılamaya yönelik bir özellik göstermektedir. Dolayısıyla, kapalı bir çevrede, kısır bir döngü içinde sürdürülen tekdüze yaşama bağlı olarak, Türkçenin de iletişim dili olarak yeterli oranda kullanılmaması nedeniyle yeni yetişen kuşakların yeterli kalitede Türkçe öğrenmesi engellenmektedir. Ve bunun sonucunda yarı dillilik gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalınmaktadır. Yarı dillilik ise ancak dilsizlik olarak tanımlanabilir. 9 Ve yarı dillilik veya dilsizlik bireyin ruhsal dünyasını ve sonrasında tüm eğitim hayatını etkileyecek olumsuz sonuçların habercisi olarak değerlendirilmektedir (nitekim, çocukların ergen oldukça ebeveynleri ve kendi yaşıtı diğer çocuklar ile arasındaki dilsel boşluk, duygusal bir boşluğa dönüşür ve çocuklar ebeveynlerine ve okula çok hızlı bir biçimde yabancılaşabilirler). Doğuştan itibaren aile çevresinde öğrendiği anadilinde değil de sadece ikinci dilde desteklenen öğrencilerin büyük bölümü okul derslerinin kendileri için tüm okul hayatı boyunca çok ağır olduğunu bildirmektedirler. Modern dönemde, eğitim sürecinde öğrencilerde kendine güven ve kendinden emin olma duygularının geliştirilmesi hedeflenmektedir. Uygulanan metotlar sonucunda, göçmen öğrencilerde ise bunun yerine aşağılık duygusu gelişmekte, bu da onların genel olarak öğrenmelerini güçleştirmektedir. 10 Batı Avrupa da yaşanılan ülkenin dili ve anadili olarak Türkçe öğrenimi ise çok karmaşık bir meseledir. Her şeyden önce yıllar boyunca anadili öğretimi yasaları sürekli olarak değişmiştir. İkinci olarak da anadili öğretimi konusunda Avrupa Birliği ülkeleri arasında bir uyuşma söz konusu değildir. Belirsizlik ve tutarsızlık anadili eğitimiyle ilgili politikaları tanımlamaktadır. Bununla birlikte, kaba hatlarıyla özetlendiğinde Batı Avrupa da Türkçe, ya yabancı dil olarak ya da anadili olarak öğretilmektedir. 11 Daha önce de ifade edildiği gibi, Avrupa genelinde, anadili eğitimi ile ilgili çok farklı uygulamalar bulunmaktadır. Örneğin İsveç, 1976 yılında Ev Dili Reformu nu gerçekleştirmiştir. Bu reform göçmen çocukların ikinci dil olarak İsveç eğitimine katılmalarını zorunlu kılmakla birlikte, isterlerse kendi dillerinde eğitim hakkına sahip olduklarını yasal olarak kabul etmiştir. Bu bakımdan İsveç, kültür politikası ve iki dilli eğitim açısından kıta Avrupa sından farklı bir yapı göstermektedir. İsveç eğitim sistemi, evde konuşulan dili eğitimde de geçerli dil ola- MAYIS 2012 sayfa 7

mi kırparak neticede tümden kaldırma yoluna gitmiştir: 2004 yılında Yaşayan Yabancı Diller Eğitimi olarak adlandırılan anadili eğitimi tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu eğitimin kaldırılmasına gerekçe olarak söz konusu eğitimin ve öğretmenlerin kalitesizliği yanında bütünleşme önünde bir engel olduğu belirtilmiştir. Ancak hükümetin bu eğitimi tasarruf politikaları çerçevesinde kaldırmış olması manidardır.bu eğitimin kaldırılmasıyla binlerce yabancı kökenli çocuk anadillerini öğrenmekten mahrum bırakılırken, yüzlerce öğretmen de işsiz kalmıştır. 13 Özetle, Hollanda da son durum, konunun uzmanlarından Guus Extra ve Ludo Verhoeven in belirttiği gibi 14 : Hollanda daki yaygın kanı etnik azınlıkların anadillerini öğrenmeyerek sadece Hollandaca konuşmaları yönündedir; ve göçmen çocukları anadillerini öğrenmek yerine tüm zaman ve enerjilerini Hollandaca öğrenmeye vakfetmelidir. Bu anlayışta çok dillilik bir zenginlik/kaynak olarak değil, bir problem olarak görülmektedir. Yaklaşık 700 bin Türkiye kökenli öğrencinin bulunduğu Almanya da ise genel olarak dışlayıcı bir etno-kültürel ulusçuluk hakim durumdadır. Bu hakim görüş, aynı zamanda devlet politikasıdır ve göçmenlerin dil ve dinleri başta olmak üzere kültürel değerlerini tehdit olarak görmektedir. Bu nedenle Almanya, uyum ve entegrasyon için göçmenlerin ana dillerini sistemli ve düzenli olarak konuşmalarını ve öğrenmelerini desteklememekte, zaman içinde azalarak ortadan kalkmasını umarak, buna zemin hazırlamaktadır. 15 2005 te yürürlüğe giren Göç Yasası nı çıkarıncaya kadar göç ülkesi olduğunu kabul etmeyen Almanya, yaklaşık 50 yıldır birlikte yaşadığı göçmenleri yabancı statüsüne tabi tutmuştur/tutmaktadır. Türkler ve diğer yabancılar Alman ulusunun birliğini bozar inancıyla dışlanmaktadır. 16 Çok kültürlülüğe hala mesafeli duran Almanya, yıllardır aynı topraklarda birlikte yaşadığı Türkiye kökenlilerin ana dillerini resmi okullarda öğrenme ve geliştirmelerinin önünü dolaylı olarak kesmektedir. Almanya Türk Toplumu Başkanı Kenan Kolat ın ifadesiyle, Alman okul sistemi diğer dilleri ve kültürleri temelden reddetmekte ve küçümsemektedir. Asıl sorun saygı eksiklği, yok sayma, kabul etmemedir. 17 Bu genel devlet politikasının yanı sıra göçmenlerin anadili eğitimine olumlu/ılımlı (yerel) yaklaşımlar da yok değildir. Örneğin; Kuzey-Ren Vestfalya Eyaletinde misafir işçi çocuklarının anadili eğitimine yönelik ilk düzenlemeler 60 lı yılllarda yapılmıştır. O yıldosya Çocuğunuz Günlük Yaşamında Türkçeyi Nerelerde Kullanıyor? Telefonda %5,0 Okulda %10,5 Türkiye'de %10,9 Arkadaşlarıyla %24,3 Her yerde %12,6 sayfa 8 Perspektif Camide %7,1 Evde %84,9 rak kabul etmekte ve en az 5 kişilik bir grup oluştuğunda anadili eğitimi vermeyi belediyelere bir yükümlülük olarak şart koşmaktadır. Ve son yıllara ait verilere göre İsveç te, Türkçe anadili eğitimine katılan çocukların sayısı toplam Türkiyeli göçmen çocukların nüfusunun %60 ını oluşturmaktadır. Göçmenlerin yoğunlukta olduğu bir başka ülke olan Fransa, kültürel alanda göçmen örgütlerin sosyal ve kültürel etkinliklerini desteklemenin yanında mütevazi oranda anadili eğitimine de müsaade etmektedir. Bununla birlikte, Fransa Anayasasının 2. maddesine göre Fransızca 1992 yılından bu yana tek resmi dildir. Fransa, anayasal nedenlerle, çeşitli kültürlere ve farklı anadillere sahip olan vatandaşlarını azınlık olarak tanımamaktadır, ki bu Fransa nın azınlıklarla ilgili değişmeyen politikasıdır. Bunlar bölge kültürleri ve dilleri çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle anayasal engellelerin aşılması amaçlanmaktadır. Ancak kendi iç mevzuatında yerel kültürlerin korunması için düzenlemeye gitmiş ve bölgesel dil olarak kabul ettiği (Korsika, Bask dili gibi) bir takım dilleri okulların müfredatına konulmasını benimsemiştir. 12 İsveç ten farklı olarak Fransa da anadili eğitimi göçmen grupların kendi ülkelerinin konsoloslukları tarafından organize edilmektedir. Ve son verilere göre, 400 binin üzerinde Türkiyeli göçmenin yaşadığı Fransa da, ilk ve orta öğretim düzeyinde 20 bini aşkın Türkiyeli öğrenci kendi konsolosluklarının düzenlediği bu eğitime katılmaktadır. Göçmenlerin anadili konusunda belirsizlik ve karmaşanın sürdüğü bir diğer batı Avrupa ülkesi olan Hollanda da anadili eğitimiyle ilgili 70 li yıllardan bu yana zikzaklı bir politika izlenmiştir. Hollanda, başlangıçta anadili eğitimi konusunda en az İsveç kadar istekli ve olumlu bir tavır sergilerken, sonraki yıllarda bu eğiti-

larda çocukların ülkelerine döndüklerinde uyum sorunu yaşamamaları düşüncesiyle açılan anadili ve kültür dersleri, zaman içersinde yeni amaçlara hizmet edecek biçimde yeniden yapılandırılmıştır. Bugün Kuzey-Ren Vestfalya da aralarında Türkçenin de bulunduğu 18 ayrı dilde anadili dersi verilmektedir. Türkçe orta dereceli okulların ilk kademesinde ikinci yabancı dil olarak seçilebilmekte, ikinci kademesinde lise bitirme sınavlarında seçilebilecek dersler arasında yer almaktadır. Özetle, her ne kadar haftada iki saatle sınırlı tutulsa da, Kuzey-Ren-Vestfalya Eyaletinde genel tutumdan farklı olarak ılımlı bir dil politikası izlenmekte, Almanya daki diğer eyaletlere örnek olabilecek nitelikte uygulamalara yer verilmektedir. Türkçe ye Almanya da (ve Avrupa genelinde) hak ettiği değerin verilmesi Türkçe nin kurumsallaşmasından geçmektedir. Bunun için ise Türkçe için uzun vadeli planlar yapan kurumlar oluşturulmalıdır. 18 Almanya özelinde, Türkçe nin kurumsallaşmasına katkı sağlayacak bir örnek olarak Duisburg-Essen Üniversitesi Turkistik Bölümü gösterilebilir. Bu bölümde 1995 yılından bu yana Almanya için Türkçe öğretmenleri yetiştirilmekte, mezunlar kendi ana dillerini Almanya da, ana dili dersi olarak öğretmektedir. Almanya da en fazla konuşulan ikinci dil olan Türkçe nin anaokulundan üniversiteye kadar, eğitim müfredatının her aşamasında ana dili olarak yer alması, Avrupa da yaşayan Türkiyelilerin fiziksel varlıkları kadar dillerini de kalıcı kılacaktır. Türkçe nin Batı Avrupa dilleri arasında kurallı, düzgün ve canlı bir biçimde varlığını sürdürebilmesi için, Almanya ve Türkiye devletlerinin etkili bir program uygulaması, sivil toplum kuruluşları, aileler ve genç kuşakların da ana dillerine gereken hassasiyeti göstermeleri önem taşımaktadır. Özetle, farklı Avrupa ülkelerinde farklı anadili eğitimi uygulamaları vardır. İngiltere gibi ülkelerde anadili eğitimi, ilgili toplumla yerel yönetim arasında çözülmesi gereken bir konu iken, İsveç, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde sorumluluk eğitimle ilgili mercilere aittir. Almanya (bazı eyaletleri hariç), Fransa ve Belçika gibi ülkelerde ise anadili eğitimi sorumluluğu göçmelerin geldiği ülkeye aittir. Bununla birlikte, bütün bu ülkelerde, yani Avrupa genelinde anadili eğitimi derslerinin kalitesi genellikle düşük olduğu için her geçen gün anadili derslerine talep azalmaktadır. Takdir edileceği üzere, Türkçe nin öğretimi özel bir uzmanlık alanıdır. Türkçe öğretmenleri de tıpkı Almanca, Fransızca ve İngilizce öğretmenleri gibi yabancı dil öğretmeni olarak yetiştirilmelidirler. Her şeyden önce bu Çocuklar Evde Genellikle Hangi Dili Konuşuyorlar? Karma %63,3 Cevapsız %1,9 Bulunulan Ülkenin Dili %7,6 Türkçe %27,2 öğretmenler anadilleri hakkında temel dilbilimsel bilgilere sahip olmalıdır. Anadilinin Türkçe olması veya sadece Türk dili ve edebiyatı bölümünden mezun olmak Türkçe yi öğretmeye yetmez. Bir diğer önemli konu da; Türkçe yi ikinci dil ortamında öğretecek öğretmenlerin anadili edinimi ve ikinci dil edinimi konusunda yüksek lisans düzeyinde programlarını takip etmesi gerekliliğidir. En önemlisi de; bu öğretmenlerin tercihen çalıştıkları ülkenin dilinde iletişimsel yeterliliğe sahip olmaları gerekmektedir. 19 1 Hüseyin Arslan, Epistemik Cemaat, Paradigma Yayınları 2 Yavuzer 1987, s. 46 3 Hilal Polat, Okul Döneminde Anadilin Önemi (http://www.atib.org) 4 Erkan Türkoğlu, Türkçe nin Geleceği Paneli, DİTİB. 5 Prof. Dr. Mustafa Çakır, Sosyal Bilimler Dergisi 2002-2003 6 Prof. Dr. Cemal Yıldız. Kaynak: http://dobam.eu/downloads/cytuerkcev2.pdf 7 Yusuf Adıgüzel, Almanya Türkleri nde Dil Din Kimlik, Şehir Yayınları 8 Prof. Dr. Mustafa Çakır, Sosyal Bilimler Dergisi 2002-2003 9 Prof. Dr. Mustafa Çakır, Almanya daki Çok Kültürlü Ortamlarda Türkçenin Ana dili olarak Kullanımı. 10 Prof. Dr. Cemal Yıldız. Kaynak: http://dobam.eu/downloads/cytuerkcev2.pdf 11 Kutlay Yağmur, Batı Avrupa da Türkçe Öğretiminin Sorunları ve Çözüm Önerileri 12 Süleyman Terzioğlu, Uluslararası Hukukta Azınlıklar ve Anadilde Eğitim Hakkı. 2007 13 Yard. Doç. Dr. Kadir Canatan, Türkoloji Araştırmaları 14 Extra & Verhoeven, 1993: 22-23. 15 Yusuf Adıgüzel, age. 16 Talip Küçükcan, Almanya da Türkler, Kimlik Arayışları ve İslam... Orion Kitabevi 17 Tolga Korkut, Almanya da Ana Dili Eğitimi Erdoğan ın bildiği gibi değil, tebliği. 18 Türkoğlu, Türkçe nin Geleceği Paneli 19 Kutlay Yağmur, Batı Avrupa da Türkçe Öğretiminin Sorunları ve Çözüm Önerileri MAYIS 2012 sayfa 9

dosya Anadilim, Türkçem, Geleceğim Fatih İnan fatihinannrw@googlemail.com Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD), İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB), İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG), İslam Kültür Merkezleri Birliği (VIKZ), Almanya Türk Öğrenci Veli Dernekleri Federasyonu (FÖTED), Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu (ATÖF), Türk Federasyon ve Zaman Avrupa olmak üzere dokuz çatı kuruluşunun katıldığı, Anadilim, Türkçem, Geleceğim çalıştayına UETD adına Dr. Yılmaz Bulut un yaptığı takdim ve teşekkür konuşması ile başlandı. Bu denli geniş bir katılımın ilk defa sağlandığı çalıştayı destekleyen ve emeği bulunan herkese ayrı ayrı teşekkür eden Bulut, çalıştayın saha çalışmalarına dönüşmesi ve kurumsallaşması için özellikle irade gösterileceğini ifade etti ve anadilin içinde yaşanılan topluma uyumu sağlama ve entegrasyonu desteklemede son derece önemli olduğunun altını çizdi. IGMG adına bir selamlama konuşması yapan Genel Sekreter Oğuz Üçüncü, kendi öğrencilik yıllarından ve kişisel tecrübelerinden de hareketle, Türkçe konusunda bugün itibariyle henüz arzu edilen ilerlemenin kaydedilemediğini ancak bu tarz girişimlerin gelecek için ümitvar olmak adına sevindirici olduğunu belirtti. Doğu Almanya da yaşayan ve nüfusları yaklaşık 60 bin olan Sorbların dahi Sorbçayı korumak adına devletten ciddi katkı ve ödenek aldıklarını hatırlatan Üçüncü, 3 milyonun üzerinde nüfuslarıyla Türkiyeli göçmenlerin, Türkiye ve Almanya Devletleri ile işbirliği içinde anadilimizin daha fazla deformasyona uğramaması ve yok olmaması için yapabilecekleri ve yapmak zorunda oldukları birçok şeyin olduğunu ifade etti. Essen Başkonsolosu Şule Özkaya ve Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin in selamlama konuşmalarının ardından, kimlik, dil ve din ilişkisi konulu bir konuşma yapan Yard. Doç. Dr. Necdet Subaşı ise özetle şunları kaydetti: Dil ile dinin ne diye bir arada bulunduğu konusu garipsenebilir. Dili anladık ama din nereden çıktı denilebilir. Çünkü din dilden biraz farklıdır. İnsan bir dilin içinde doğuyor ve o dil havuzu içerisinde yaşamını gerçekleştiriyor. Ama din bir tercihe dayanıyor. Bir kültür içinde bir dine dahil olsanız bile sonuçta belli bir yaştan sonra yaşam felsefenizi o din ile ilişkilendiriyorsunuz, gözden geçiriyorsunuz, sahipleniyor ya da reddediyorsunuz. Yani bir tercih, irade ile alakalı bir şey. Ama dil öğle bir şey değil. Dil kendinizi içinde hazır bulduğunuz bir şey. Ne etnik gömleğinizi, ne de dil gömleğinizi değiştirebilirsiniz. Bunlar sizin üzerinize yapışmış şeylerdir. Mesela diaspora toplumlarını değerlendirdiğiniz zaman, diasporada varlıklarını sürdürmeye çalışan bu toplulukların iki önemli özellikleri vardır. Bunlardan birisi dilleri, diğeri dinleridir. Bu iki nokta önemli ölçüde bu toplulukların reflekslerini de belirler. Buralara dokunduğunuz zaman, buralara ilişkin bir acıtma hissedildiği zaman o toplum akıl dışı yönelimlere de savrulabilir. Zaten refleks dediğimiz şey akılcı bir yönelime sahip değildir. Refleksler kontrol edilemeyen davranışlardır. Bu bağlamda ben kendi konuşmamı kimliğin kadim bileşenleri dil ve din diye koyma gereği duydum. Çünkü kimlik nelerden ibaretdir sorusuna bir cevap aramaya çalıştığımızda, öncelikle karşınıza gelecek şey dil ve dindir. Bir dil içinde yaşarsınız ve bir din içinde hayatı tanzim edersiniz, hayata bakış açısı geliştirirsiniz, epistemolijinizi ve ontolojinizi onun üzerine kurarsınız, dünya o dinin bakış tarzının, hayat felsefesinin sunduğu bir çerçevede şekillenir ve öyle görülmeye başlanır Bugün Avrupa da, bütün örgütlerle, siyasi gruplarla bir araya geldiğimizde hepsinin ortaklaşa ama birbirinden bağımsız bir şekilde vurguladıkları temel kaygıları dil konusundaki kayıplardır. Çünkü dil o kadar hassas bir gerilim edebiyatına fırsat veriyor ki, vurguladığınız her an asimilasyon kavramını hatırlatıyor. Dile vurgu yaptığınız her seferinde, entegrasyon acaba bir uyum politikası mı, yoksa sinsi bir asimilasyon aracı mı gibi tartışmalarda çok farklı seçenekleri önümüze getiriyorlar Bizler kimliğimizi ancak dil ve dini bir repertuvar üzerinden canlı tutabiliriz. Eğer dili ihmal edersek o zaman kendi kimliği- IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü sayfa 10 Perspektif

mize ilişkin çok ciddi kayıplarla karşı karşıya kalırız. Türkçe sadece bir dil midir, Fransızca sadece bir dil midir sorusunu yetkin bir şekilde sorduğunuz zaman bunların sadece bir fonetikle, bir lingusitikle alakalı olmadığını, onun içinde olağanüstü bir şekilde içkin, ona dahil olmuş bir kültürü taşıdığını da açıkça ifade etmek gerekir. Siz birisine merhaba dediğiniz zaman o merhaba çok derinlerde, çok farklı kodları açığa çıkarmaya başlar. Merhabanız sizin kimliğinizin en içli, en derin kodlarını açığa çıkarır. Bugün tabii ki bu kodlarda ciddi bir hasar var. Özellikle yeni kuşak gençlerimiz bizim de ihmalkarlıklarımızın bir sonucu olarak yarım yamalak Almanca ve yarım yamalak Türkçe ile, kendi entellektüel zihnini herhangi bir dil dünyası içinde ifade edememe kusurundan dolayı ortaya çıkan tahribatın ürettiği bir yaşam karşısında zayıflık, tedirginlik hissediyorlar. Bunu ben de hissediyorum, mesela havaalanında bir güvenlik görevlisi pasaportumla ilgili birkaç soru sorduğunda dil bilmememden dolayı huzursuzluk hissediyorum. Ne olacak türünden garip güvenlik sorunları yaşıyorum. Zihnimde oluşmuş bir sürü önyargıyı da harekete geçirerek, sadece bir dile dahil olmamanın getirdiği korkuları ben bile yaşadığıma göre, burada yaşayan, kendi dillerinin zerafetini ortaya koyamamış, karşı dili yeteri kadar öğrenemiş insanların da, aynı sorunlarla, aynı güvenlik endileleriyle yaşadığını tahmin etmek zor olmaz. Bu nedenle dilin bir kimlik siyaseti olarak yeniden gözden geçirilmesinin önemi büyüktür. Diplomatik kanalları da çok daha yetkin bir şekilde öne çıkararak dil konusunda gerçek bir siyasi tavır geliştirmemiz gerekir Bir dilin içinde sızmış, o kadar şey vardır ki (hüzün, sevinç, türküler, hikayeler), eğer siz o dil dünyasından ciddi anlamda uzaklaşırsanız, buna bir başarı değil kayıp denilir. O zaman sizin kendi köklerinize ilişkin ciddi bir sorunuz olacak demektir. Bugün din de aynı sorunu yaşıyor. Bu noktada özellikle Avrupa daki pek çok organizasyonun dini hassasiyetlerini biliyoruz. İslam konusundaki vurgunun çok yüceltildiğini biliyoruz. Dil ile din arasındaki farkın da ortadan kalktığını, dile ilişkin her konuşmanın dine ilişkin bir konuşmaya, dine ilişkin her konuşmanın da dile ilişkin bir konuşmaya döndüğünü, dolayısıyla dilin İslamlaştığı, İslam ın Türkçeleştiği hepimizin kabulüdür. Dil ile din arasında inanılmaz ortaklıkların olduğu bir yerde, her ikisi içinde ciddi anlamda operasyon yapmaya, her ikisini korumaya yönelik bir yapı, bir heyecan üretmeye ihtiyaç vardır. Son olarak; din dediğimiz şey, sadece insanın herhangi bir dine inanması ve o inanç üzerinden yaşamını formüle etmesi değildir. Din bir perspektiftir. Siz bir dinin dünya görüşüne dahil olursunuz ve onun size kazandırdığı bakış açısı içerisinde hayatı anlamlandırırsınız, hayata bir yorum katarsınız. Bu tür bakış açılarının bile, dilin kendi zenginliği ile alakalı olduğunu ifade etmek isterim. Din hasar görmeye başladıkça, artık dil de hasar görmenin ürünü olarak dini sekülerleştirir, dini yavaşlatır. Dinin sizi belirleyen, besleyen o kimlik donanımı önemli ölçüde çökmeye başlar ve siz bu süreç içerisinde kamusal alanda kendi varlığınızı geri çekmeye başlarsınız Verilen aranın ardından ise Prof. Dr. Cemal Yıldız, 2011 yılında yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını katılımcılar ile paylaştı, Yıldız özetle şunları kaydetti: Öz kültür son derece önemlidir ve dil öz kültürle yakından alakalıdır. Dil kültür aktarıcılığı görevini üstlenir, dil kültür aktarıcılığı görevini üstlendiği için dil eğitimine devlet ve sivil kitle örgütleri önem vermek durumdalar. Bugün burada, ilk defa birçok kitle örgütünün bir çatı altında ortak değerleri olan anadili ve öz kültürü konusunda biraraya gelmesi son derece önemli bir başlangıçtır. Bilim adamlarının sordukları sorulardan birisi şudur; insan bildiği bir şeyi neden tekrar öğrenme ihtiyacı hisseder. Çünkü anadilimizi doğduktan sonra, yeni teorilere göre ana karnında öğrenmeye başlıyoruz. Bebeğin o sesleri duyarak öğrenmeye başladığını söylüyorlar. Çevresinde hangi sesleri duymuşsa o seslere, o dile karşı bir aşinalık oluştuğunu söylüyorlar. 6 yaşına geldikleri zaman çocuklar zaten ana dillerini öğrenmiş olarak okula geliyorlar. Peki kişilik gelişiminde anadilinin önemi nedir? Anadili çocuğun Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin MAYIS 2012 sayfa 11

dosya bilinçsel yetilerinin gelişmesi ve olgunlaşması açısından son derece önemlidir. Düşünmeyi yeniden yapılandıran anadilidir. Yani dil, düşünceyi yanlızca taşıyan bir unsur değil, ileten bir araç değil, Jean Piaget nin de dediği gibi düşünceyi üreten de dildir. Dolayısıyla eğer biz sağlıklı düşünmek istiyorsak o zaman dilimizi geliştirmemiz gerekiyor. Kişinin bilinçsel yetileri, dikkat, algılama, bellek, düşünme, öğrenme, yargılama ve gerçeği değerlendirme gibi yetileri bir toplumda anadilinin zenginliği ve kullanılması oranında gelişiyor. Dil, kimliğin ayrılmaz bir parçası olduğu gibi kişiliğin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Almanya daki Türk çocuklarının eğitimi ile ilgilenen bir akademisyen olarak, geçen sene Milli Eğitim Bakanlığı ve Deutsche Akademische Austauschdienst in desteği ile Almanya da bir araştırma gerçekleştirdim, 3 aylık bir araştırma yaptım. Bu araştırmanın ilk sonuçlarını sizinle paylaşmak istiyorum: Araştırmada dört ayrı anket yaptım. Hepsi başlı başına bir araştırma olarak dizayn edilebilirdi ama ben toplu olarak genel resim nasıldı onu görmeye çalıştım. 580 öğrenciye bir anket uyguladık. Eyaletlerde farklı uygulamalar olduğu için bütün eyaletlere ulaşmaya çalıştım. Öğrencilerin yaşları 6-10 yaş arası 176, 11-15 yaş arası 367, 16 üstü 42 olmak üzere toplam 580 di. İlk soru şuydu: Evde genellikle hangi dili konuşuyorsunuz? Cevaplar; Almanca konuşan öğrenci sayısı %8, Türkçe konuşan %27, karma ise %63 idi. Bu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Evde %63 karma ve %8 oranında da Almanca konuşuluyor. Yani çocuklarımız yüzde 70 oranında artık Türkçe konuşmuyorlar. Türk arkadaşlarla hangi dili konuşuyorsunuz sorusununun sonucu ise şöyle: Almanca %25. Türkçe konuşma oranında dikkat ederseniz bir düşme var. Ailede bu %27 idi. Bu, ailelerin evde bir çaba sarfettiği anlamına gelir. Çocuğunuz günlük yaşamda Türkçeyi nerelerde kullanıyor, sorusuna aldığımız cevaplar şöyle: Evde %84,9. Her yerde cevabı ise %12. Arkadaşları ile konuşurken şeklindeki cevap %24 ve camide %7. Burada, şuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Camide Türkçe konuşma! Biraz önce Necdet Subaşı Hocam dil-din ilişkisinden bahsetti. Kültür aktarımında din ve dilin ne kadar önemli olduğuna değindi. Camiler Avrupa da çok farklı bir işlev görüyor: Camiler bir külliye olarak, yaşam alanı fonksiyonu icra ediyor. Yani cami gidip namaz kılınıp oradan ayrılınan bir yer değildir. Geleneksel Türk kültürüne baktığınız zaman da cami, hayatın birebir yaşandığı bir yerdir. Ancak çocuklar camilerde çok düşük oranda Türkçe konuştuklarını beyan ediyorlar. Bu veri bizim için önemli ve düşündürü mahiyettedir. Diğer bir sorumuz da çocuğunuzla hangi dilde konuşuyorsunuz idi. Genellikle Almanca konuşanlar %8,4, genellikle Türkçe %40, sadece Türkçe %17, karma konuşanların oranı ise %32. Bakın, aile de artık çocukla yavaş yavaş karma bir dil konuşmaya başladı. Ve şu anda 3-4. nesilden bahsediyoruz. Çocuklarınız kendi aralarında hangi dili konuşuyor sorusu da son derece önemli bir soru idi. Genellikle Almanca %33, sadece Almanca %3; karma %36, toplam %72. Görülüyor ki kardeşler de kendi aralarında artık Türkçe konuşmuyorlar. Çocuklarınızın Türkçeyi öğrenirken karşılaştığı zorluklar nelerdir sorusuna ise değişik cevaplar verildi. Sorun yok diyenler kadar, bu zorluklardan haberi olmayanlar da vardı. Verilen cevaplar arasında şunlar bulunuyor; Türk alfabesine hakim değil, kelime hazinesi eksik, eğitimi yetersiz, telaffuz sorunu var, Türkçe yazma ve anlama, dilbilgisi konusundaki yetersizlikleri var, velilerin ilgisizliği, özgüven eksikliği, Türkçe nin önemsiz bulunması ve pratik yapma olanakları az Alman öğretmenlerin Türkçe öğretimine bakışı nasıl? Eskiden çocukların Türkçe konuşması tavsiye edilmiyordu. Türkçe konuşan çocukların Almancası zayıflıyor ve bu da okul başarısına etki ediyor diyenler vardı, bakınız araştırmamızda Alman öğretmenler %33,9 oranında Türkçe öğretimine olumlu bakıyor bugün ve anadili eğitimi şart diyenler var. Olumsuz bakanlar da var; %22 oranında Almanca daha önemli diyenler var. Kısa- sayfa 12 Perspektif

ca, bazıları olumlu, bazıları olumsuz diyorlar. Çocukların asimile olmalarını isteyenler de var; %1.3 Bir diğer soru: Çocuğunuzun Türkçe dersine devam etmesini istemenizdeki amacınız nedir? %88.7 oranında aileler kendi anadilini, kültürünü ve tarihini tanıması için Türkçe derslerine gönderiyorum diyor. Yani bir istek var. Çocuğunuzun Türkçeyi daha iyi öğrenmesi için okul dışında neler yapıyorsunuz sorusuna; hiçbir şey diyenler %5 (bunların böyle bir kaygısı yok). Kitap-gazete okunmasını sağlamak %47. Evde Türkçe konuşmak %51. Ayrıca Türk Tv si izlemek, okul dışında çocukla Türkçe konuşmak, kitap gazete okumak vs. yi bir dil eğitimi için önemli görüyor aile. Aralarında özel ders verdirenler var, sosyal faaliyetlere katılmasını sağlayanlar var. Camiye/derneğe gönderenler ve Türkiye deki akrabaları ile iletişim kurmak, Türkçe oyunlar oynatmak ve tatilde Türkiye ye gitmeye çalışanlar var. Bir de öğretmenlere bakalım: 92 öğretmenle bir araştırma yapmış bulunuyoruz. Türkçe dersi yeterli mi diye sorduk bu öğretmenlere. AB ye üye ülkeler kendi ülkelerindeki azınlıklara, dillerini öğretmek için haftada 2-5 saat ders vermekle yükümlüler, yani bunun için yer bulmak zorundalar. Ancak burada velinin talebi önemli; bu zorunlu değil. Ne seçmeli olarak, ne de anadili dersi olarak zorunlu. Aile talep edecek. 10 kişi olduğu zaman bir sınıf açmak durumundalar. Öğretmenlere sorduğumuzda, %78,3 oranında, haftada iki saat Türkçe yetersiz diyorlar. Haftada iki saat ders bilimsel araştırmalara göre de yetersizdir. Tabii burada öğretmen kalitesini de sorgulamak lazım. Haftada iki saat hem Türkçe anadili dersi, hem de orada öğrenilen sosyal bilgiler, coğrafya, tarih, din kültürü vb. bunlar haftada iki saat ile verilir mi? Ve bu dersler %64 oranında birleştirilmiş sınıflarda veriliyor. Ben bir eğitim bilimci olarak, birleştirilmiş sınıflarda eğitimin çok az faydası olduğunu biliyorum. Burada, 1., 2., 3. ve 4. sınıf öğrencileri biraraya getiriliyor, öğretmen onlarla haftada iki saat uğraşıyor. Bu dersten verim beklenebilir mi? Eğitimde son derece önemli 3 unsur vardır. Bir tanesi müfredat, ikincisi müfredata göre materyal IGMG Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu hazırlığı, üçüncüsü ise öğretmen, yani uygulama. Üç unsurdan bir tanesi eksik olursa o başarısız olur, başarısızlığa mahkumdur bu eğitim. Dolayısıyla bu derslerin organizasyon biçimi ile bu dersler daha baştan başarısız Yardımcı Doç. Dr. Necdet Subaşı olmaya mahkum. Öyleyse ne yapmak lazım? Her şeyden önce bu derslerin yasal bir güvence altına alınması gerekir. Bunun için de sivil kitle örgütlerine görevler düşüyor. İkincisi seviyelere göre ders materyallerinin hazırlanması lazım: Birleştirilmiş sınıflarda ders yapmaktan vaz geçmek lazım. Öğretmenlere Türk öğretimindeki genel sorunlar nelerdir diye sorduğumuzda: Dilbilgisi eksik, ders saati çok az, ders saati öğleden sonra, ailelelerin Türkçeye önem vermiyor vs. diyorlar. Diğer taraftan, veliler (%88 oranında) diyorlar ki, çocuğum Türk kültürünü öğrensin, Türkçe ile irtibatını kopartmasın diye okula gönderiyorum. Yani burada bir tezat var. Okul yönetiminin ilgisizliği, materyal eksikliği, iki dilliliğin faydalarının bilinmemesi, devamsızlık sorunu vs. Birleştirilmiş sınıflar, iletişimsizlik, ders notunun karneye geçmemesi, bunlar önemli; iki saat birleştirilmiş sınıflarda ders yapıyorsunuz, bu ders notu da sınıf geçmeye etki etmeyince sonuç olarak öğrenciler derse önem vermiyor. Yani siz daha baştan uygulama şeklinizle çocuklarınızın bu derse önem göstermemesini bütün gücünüzle istiyorsunuz adeta, hem okula git, hem de buna önem gösterme diyorsunuz. Peki iki dilliliğin okul başarısına etkisi nedir? Bizde tabî olarak iki dillilik var. Anadili olarak öğretmeye çalışıyoruz ve ondan sonra biraz önce bahsettiğimiz gibi bütün gayretimizle çocuk başarısız olsun diye uğraşıyoruz. Halbuki iki dillilik önemli bir avantajdır. Çocuklarına bir yabancı dil öğretmek için insanlar binlerce dolar para veriyor, yurtdışına gönderiyorlar. Burada ise tabii bir ortam olduğu halde onu olumluya çeviremiyoruz. Sonuç: Çocuklarımız için Avrupa da iki dilli anaokullarının, iki dilli eğitim kurumlarının açılmasını sağlamamız lazım. Tek çare bu. IGMG Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu nun da, Almanya da Çok Dilliliğin ve Ana Dilde Eğitimin Hukuki Çerçevesi başlıklı bir sunum yaptığı çalıştay daha olumlu gelişmeler ve çalışmalar için başlangıç olması temennisi ile son buldu. MAYIS 2012 sayfa 13

dosya Almanya da Çok Dilliliğin ve Anadilde Eğitimin Hukukî Çerçevesi Mustafa Yeneroğu myeneroglu@igmg.de Dil hakkı her şeyden önce, aynı dili konuşan, en azından anlayan insanlar arasındaki iletişimi korur. Ancak dil sadece anlık yatay iletişimi mümkün kılmaz, aynı zamanda tarihi sürecin kültür taşıyıcısıdır. Milletlerin tarih ve kültürleri kullandıkları dilde kayda alınmıştır, yani dil bir yönüyle hafızadır. İnsan dünyayı anadilinin penceresinden görür, ana dilinin kavramlarıyla evreni biçimlendirir. Dolayısıyla insanın benliğini, bireysel bilincini, kimliğini ve kişiliğini belirleyen temel bir unsurdur anadili. Bu nedenle kişinin anadiliyle ilgili ayrımcılığa maruz kalması, sadece benliğinin özünü vurmamakta, aynı zamanda kültürü, kökeni ve ortak dil toplumuyla irtibatını da koparmaktadır. Bu açıdan dil hakkı insanın onurunu, kimliğini, kişinin manevi varlığını ve onunla birlikte mensup olduğu dil toplumunu da korumaktadır. Dil hakkı aynı zamanda iletişim haklarının kullanımının da temel şartıdır. Düşünceyi ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, sanat özgürlüğü ve din özgürlüğü gibi temel hakların ortak gayesi, bireyin kişiliğini serbestçe geliştirmesi ve bu doğrultuda toplumla iletişim kurabilmesidir. Bununla birlikte Almanya Anayasası nda dil haklarına ilişkin bir düzenleme yer almamıştır. Anayasal dogma ya göre dil hakkı insan onurunun ve kişisel gelişim özgürlüğünün gereği olarak koruma altındadır (Art. 2 I ivm Art. 1 I GG). Bu özgürlük hakkının öneminin altı, ayırım yasağıyla da çizilmiştir. Anayasanın 3. maddesine göre hiç kimse cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz (Art. 3 III 1 GG). Anayasadaki dil tabiriyle tabii ki anadili kastedilmektedir. Anayasadaki temel haklar sübjektif bireysel haklardır. Her ne kadar anayasa azınlıkların korunmasıyla ilgili bir ilke ihtiva etmese de, bireyin korunmuş olması, etnik azınlığın kimliğine saygıyı da içerir. Alman Anayasa metninde resmi dilin Almanca olduğuna dair herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Zira Almanya nın dilsel bütünlüğü ve tekliği itibariyle pozitif bir tanıma ihtiyaç duyulmamıştır. Buna mukabil Almancanın resmi dil olarak kamu makamları arasında ve idari makamlarla vatandaşlar arasındaki iletişim dili olduğu mülkilik prensibi gereği kabul edilmiş anayasa hukukudur. Almanca devlet ve toplum dili olarak, bireyin Almanya nın Hukuk ve Kültür Birliğine uyum sağlamasının aracı olarak teşvik edilmektedir. Anayasa mahkemesinin içtihadına göre toplum dilinin muhafazası ve kullanımının teşviki bir anayasal kültür görevidir. Buna mukabil diğer dillere mensup kişilerin kendi dillerini muhafaza etmesi ilkesinin, bireysel özgürlük hakları (Art. 2 I; 5 I, 6, 3 III GG) bağlamında yeterince korunmuş olduğu kabul edilmektedir. Genel kanaate göre, dil birliği, başka anadile mensup kişileri tercih ettikleri yaşam merkezinin bir parçası olarak Almanca dilini öğrenmelerini gerekli kılar. Kişisel gelişim hakkı devlet tarafından belirlenmiş dil standardına imkan tanımamakla birlikte, Alman ulusunun genel menfaati ve Almanca dilinin korunması gerekçesiyle yabancıların uyum sağlaması gerektiği belirtilmektedir. Bu açıdan yerli olmayan, yani göçle Almanya ya yerleşen yabancıların topluma eklemlenme (Anpassungs-Assimilations-pflicht) zorunlulukları olduğu görüşü hakimdir. Dolayısıyla alokton azınlıkların dilleri özel koruma ve teşvike tabi değildir. Bunun asıl sebebi sayfa 14 Perspektif

azınlıkların dillerinin uluslararası hukukun azınlık tanımı kapsamında değerlendirilmemelerinde yatmaktadır. Uluslararası belgelerde ise anadilden bahsedilmekle birlikte anadilin tanımı yapılmamakta, anadili neyin oluşturduğu açıklanmamaktadır. Devletler azınlık dili politikasını oluştururlarken uluslararası normları dikkate alsalar dahi, kullanılan dilin ağız, şive, lehçe, bölge dili, azınlık dili veya ulusal dil olup olmadığına dair üzerinde mutabakat sağlanan ölçütlerle tanımlama yapılmadığından kendilerine ayrım konusunda geniş bir takdir yetkisi alanı bırakılmıştır. Sadece bölgesel dil ve azınlık dili kavramları, resmi dil ve bir dilin lehçesinin ne olduğuna ilişkin tanımlama yapılmaksızın, Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartında tanımlanmıştır. Şartın 1. maddesine göre, bölgesel diller veya azınlık dilleri, bir devletin toprakları içinde bu devletin çoğunluk nüfusundan sayıca daha az bir grup oluşturan vatandaşları tarafından geleneksel olarak kullanılan ve devletin resmi dil(ler)inden farklı olan diller olup, devletin resmi dilinin lehçeleri ve göçmen dillerinin lehçeleri kapsam dışındadır. Bu doğrultuda Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı ve Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme ye taraf bir ülke olarak Almanya yaptığı bildirimlerde ülkede yaşayan birtakım azınlıkların bulunduğunu ve taraf olduğu sözleşmeleri bu gruplara uygulayacağını bildirmiştir. Almanya, Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı nın onaylamış ve onaya ek olarak yaptığı 16 Eylül 1998 tarihli bildirimde şu hususları belirtmiştir: Federal Almanya Cumhuriyeti Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı nın anlamı çerçevesinde Danca, Yukarı Sorbca (Upper Sorbian), Aşağı Sorbca (Lower Sorbian), Kuzey Frizonca (North Frisian) ve Sater Friesce (Sater Frisian) dilleri ile Roman dilini azınlık dilleri olarak; Aşağı Alman dilini (Low Germen language) bölgesel dil olarak kabul eder. Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme yi onaylayan Almanya, yaptığı 10 Eylül 1997 tarihli bildirimde ise şu hususları belirtmiştir: Çerçeve Sözleşme ulusal azınlıklar kavramının tanımını içermemektedir. Bu nedenle, Sözleşme hükümlerinin onaydan sonra uygulanacağı grupları belirlemek Sözleşmeye taraf devletlerin kendilerine kalmıştır. Federal Almanya Cumhuriyeti ndeki ulusal azınlıklar Alman vatandaşı Danlar ve Alman vatandaşı Sorb halkının üyeleridir. Çerçeve Sözleşme, geleneksel olarak Almanya da oturan etnik grup üyeleri olan Alman vatandaşı Friesler ve Alman vatandaşı Romanlara da uygulanacaktır. Adı geçen azınlık gruplardan Danlar 50.000, Kuzey Friesler 50.000, Doğu Friesler 100.000, bunlardan Frizonca yı konuşan 1.500, Sorblar 70.000 kişidir. Yerli azınlılardan Danların 53 okulu ve 63 kreşi bulunmaktadır. Frieslerin okullarında Frizonca ders verilmektedir. Bu azınlıkların tamamı eyalet anayasalarında özel olarak zikredilip, milli kültürlerinin, dillerinin ve dini inançlarının korunup teşvik edilmesini devletin sorumluluğuna vermektedir. Almanya bu yerli azınlıkları kendi ulusal kimliği veya hakim kültürü için hiçbir zaman tehdit olarak görmediği için gayet hoşgörülü davranıp, varlıklarını ve kültürel kimliklerini koruyup teşvik etmektedir. Bireysel ve grup hakları ihtiva eden azınlık statüsü devlet tarafından olası asimilasyon politikasına karşı en önemli korumadır. Diğer tarafta, ülkeye sonradan göç etmiş azınlıkları uluslararası hukuka göre koruyucu azınlık statüsü kapsamı dışında tutup, kalıcı göçmenin üzerinde asimilasyon baskısının sürdürülmesi gerektiği belirtilip, aksi takdirde çok kültürlü bir toplum tasavvuruyla Almanya nın ulusal devlet niteliğinin zedeleneceği sıkca belirtilip bu şekilde anayasanın içinin boşaltılmasının yasak olduğu vurgulanmaktadır. 1974 tarihli aktif iki dillilikle ilgili Avrupa Topluluğu Üyeleri anlaşması, 1977 tarihli ve 3. ülkelerden gelip çalışanların çocuklarının okul eğitimi ile ilgili Avrupa Konseyi talimatnamesi, 1992 tarihinde Almanya da da yürürlülüğe giren Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ne rağmen, Almanya Kültür Bakanları Konferansı 70 li yıllardaki kararları doğrultusunda göçmen çocuklarının misafir olarak görülmesi ve ülkelerine döndüklerinde uyum zorluğu çekmemeleri için anadili eğitimi verilmesi kararı zamanla ve nihai olarak 25 Mayıs 2000 kararıyla kaldırılıp 24 Mayıs 2002 kararıyla yeni bir düzenlemeyle değiştirilmiştir. Ve neticede, artık geri dönüş söz konusu olmadığı için Almanya da almancadan sonra en fazla konuşulan türkce anadili eğitiminin de artık gereksiz olduğu savı doğrultusunda politika belirlenip, uyumu engeller gerekçesiyle korunmamaktadır. MAYIS 2012 sayfa 15

söyleşi Prof. Dr. Cemal Yıldız ile Anadilin Önemine Dair İlhan Bilgü ibilgu@igmg.de Anadilim, Türkçem, Geleceğim çalıştayında görüşme fırsatı bulduğumuz Prof. Dr. Cemal Yıldız* ile anadilin önemini ve mevcut sorunları konuştuk. - Hocam, çocuklar ya da insanlar belli bir dili nasıl öğrenir? Doğuştan gelen faktörler (fizyolojik faktörler) nelerdir? Çevresel faktörler nelerdir? Ve bilingual (iki dilli) olan ailelerde ve çocuklarda durum nasıldır? - Her şeyden önce, iki dillilikle anadili öğrenimini ayrı ayrı ele almak lazım. Bilindiği gibi, insanların doğuştan getirdiği bir dil yetisi vardır; ancak bu yetinin çocuğun içinde bulunduğu ortam tarafından (bir dil ile) aktive edilmesi gerekir; çocukla konuşulmalı ki, çocuk dili edinebilsin. Dil ediniminin bazı aşamaları vardır. Çocuk ilk sözcüklerini 9-10 aydan itibaren söylemeye başlar, daha sonra sırasıyla çift sözcük dönemi ve çok sözcük döneminden geçerek, aşağı yukarı 6 yaşına kadar anadilinin temellerini atmış olur; ancak dil edinimi 6 yaşında sona eren bir süreç değil, insanın bütün hayatı boyunca devam eden bir süreçtir. Bugün biliyoruz ki, ergenlik dönemine kadar insanın yoğun bir dil algılama kapasitesi vardır, ergenlik çağından sonra bu kapasite yavaş yavaş azalmaya başlasa da, öğrenme hayat boyu devam eder. İlk 6 yıl dendiğinde ise akla, sorunuzun ikinci kısmı geliyor: İki dillilik. İki dilliğin en açık tanımı; çocuğun doğuştan itibaren iki dilli bir ortamda büyümesi olarak ifade edilebilir. Ailede konuşulan dil ile çevrede konuşulan dil farklı olduğunda biz buna iki dillilik diyoruz. Bazen anne baba farklı diller konuşabilir; bazen anne baba aynı dili konuşurken, çocuk dışarıda sosyal çevresinde, okulda ikinci bir dille karşılaşabilir. Bu gibi durumlarda biz iki dillilikten bahsediyoruz. Özellikle Avrupa daki Türk çocukları böyle bir ortamda büyüyorlar. İki dillilik konusu çok hassas ve önemli bir konu, zira biz biliyoruz ki, bugün dil bilimciler iki dilliliği iki başlı bir buz dağına benzetirler; buz dağı görünen bir kısımdan ve bunun altındaki çok daha büyük ve ortak bir kökten oluşmaktadır. İki dillilikte de durum budur, yani aynı kökten beslenen iki ayrı dil vardır. Dolayısıyla ilk 6 yıl birincil dilin oluştuğu süreçtir ki, bu süreçte çocuk henüz anadilini edinmeden, ikinci bir dille karşılaştığı zaman ikinci dili de, birinci dil gibi, yani aynı yöntem ve stratejilerle öğrenir. Bu nedenle mümkün olduğu kadar çocukları, özellikle de Avrupa daki çocukları iki dilli yetiştirmek gerekir. Fakat iki dillilik statik bir durum da değildir. Ailelerin de, okulların da, çevrenin de bunu desteklemesi gerekir, eğer desteklemezse çift yarım dillilik dediğimiz bir zemin oluşur ki, bu çocuğun her iki dilde de kendini geliştiremediği anlamına gelir. Bunun sonucunda ise çocuk ileride çok ciddi sorunlarla karşılaşabilir. Dolayısıyla her iki dilin de desteklenmesi, programlı bir şekilde geliştirilmesi gerekir. - Her iyi bilenin, iyi öğretemeyeceğini söylüyorsunuz. Ebeveynler öğretmeyi öğrenmeye nereden/nasıl başlamalı ve çocuklarına düzgün bir Türkçeyi nasıl öğretmeliler? - Bizde bilen öğretir anlayışı vardır; ancak her bilen öğretemez. Bir şeyi çok iyi bilen, aynı zamanda çok iyi bir öğretmen değildir. Örneğin yurtdışındaki bir Türk ün Türkçesinin çok iyi olduğunu düşünelim, bir Alman gelip ondan kendisine Türkçe öğretmesini istese, bunu iyi bir şekilde yapabilir mi? Hayır! Dolayısıyla bu işin bir eğitim yönü vardır. Eğitimcinin farklı bir formasyondan geçmesi gerekir, burada da öğretmen ve eğitim metotları işin içerisine giriyor. Özellikle okullarda yapılan eğitimlerde, gerek anaokullarında gerekse diğer okul türü ve kademelerinde iyi yetişmiş, dil eğitiminde uzman öğretmenlerden dil eğitimi almak gerekiyor. Ailenin ise böyle bir eğitim/öğretmenlik formasyonu yok, bu durumda ailelere şunu tavsiye edebiliriz; iyi ve ilgili birer anne baba olmak, daha iyi bildikleri dili çocuklarına öğretmek ve o dille çocuklarıyla konuşmak. Çocuğuma Almanca öğreteceğim düşüncesiyle, yarım yamalak bildikleri Almancayla bu işe hiç kalkışmamaları gerekir, zira çocuk onu zaman içinde öğrenecektir. Çocuğu bu konuda kendi haline bırakmak lazım. Ebeveynlere, çocuklarıyla birlikte konuşmaya yönelik oyunlar oynamaları, onlara sürekli hikaye kitapları okumaları vs. önerilebilir. Zira dilin kültür aktarımı işlevi de olduğu için, kendi kültürümüzün kahramanlarını, tarihsel figürlerini anlatmak, onların hayatlarını okumak, masallar/hikayeler okumak son derece önemlidir; fakat bununla birlikte çocuklarla bunlar üzerine çalışmak da gerekir. Sadece okuyup bırakmamak, sorular sorarak ya da onun duygusal dünyasına girerek çocuğun anladığını, çocukla paylaşmak gerekiyor. Dolayısıyla öğretmenlik eğitimi almamış olan ailelere hitap ettiğimizde yapmamız gereken tavsiye; iyi bir anne baba modeli olsunlar çocuklarına, onlarla düzgün bir Türkçe ko- sayfa 16 Perspektif

nuşmaya gayret etsinler. Bu noktada anne baba kendi üzerine düşen görevi yaptığında iş okula kalıyor. Okullar da uygun tekniklerle pedagoji biliminin bize göstermiş olduğu yöntemlerle, iyi materyallerle ve sabırla, çocukların dünyasına hitap ederek, onların algılayabilecekleri şekilde bir yöntem kullanarak öğretmek ile başarılı bir sonuç elde edilebilir. - Bir dil öğrenmek, diğer bir dilin altyapısını destekler diyorsunuz. Ancak, bugün ebeveyn olan ya da olacak olan nesil çoğunlukla Almanya da doğmuş büyümüş, şu anda 20 li yaşlarda olan bir nesil ve Türkçeleri çok iyi sayılmaz. Ve genelde kendi aralarında olduğu gibi, yeni doğan çocukları ile de Almanca konuşuyorlar. Hal böyleyken ne yapılabilir? Nereden başlanabilir? Çocukluk çağını çoktan geride bırakmış olan yeni anne babalar için anadilin geliştirilmesi için yapılacak bir şey var mı? Ya da sadece durumun daha kötüye gitmesini mi engelleyebiliriz ve bunun için alınması gerekli önlemler nelerdir? - Almanya da tabii sıkıntılı bir durum söz konusu, söylemiş olduğunuz konu da çok önemli ve meselenin özünü yansıtan da bir durum. Az önce söylediğimiz gibi, çocuklara iyi bir dil eğitimi verebilmek için iyi rol model olmak gerekiyor. Yani çocuğa şunu şöyle yap demek yetmez, çocuğa davranışlarla da örnek olmak gerekir. Anne ve baba düzgün konuşursa çocuk da düzgün konuşmayı öğrenir. Peki bahsettiğiniz, Avrupa daki 20 li yaşlardaki kuşak, çocuklarına nasıl iyi örnek olabilecekler? Bu çok sıkıntılı bir durum. Yapılabilecek olan husus şu; mümkün olduğu kadar, daha en baştan insanları eğitimsiz bırakmamak. İnsan ticaret yapar, zarar eder. Onun zararını bir süre görür, sonra bu zararı telafi edebilir ama bir insanı eğitimsiz bırakırsanız, onun zararını hayatı boyunca görür ve bunun telafisi olmaz. Sizin bahsetmiş olduğunuz kuşak, 20 li yaşlardaki ebeveynler henüz hayatın başında sayılır. Dolayısıyla onların kendilerinin de çaba göstermesi gerekir. Özellikle, insan kendisi anne baba olduktan sonra çocuğunu iyi yetiştirmek için yolları kendisi de bulabilir. Kendisini teşvik etmesi, kendisine emek vermesi gerekiyor. Kendisinin okumasını, öğrenmesini, araştırmasını ve kendi Türkçesini geliştirerek çocuğuna iyi örnek olmasını önerebiliriz ama bunu yapamıyorsa, o zaman çocuğunun iyi ortamlarda bulunmasını sağlamalı. Zira bunu yapan kurumlar var; kültür merkezleri, okullar, anaokulları, hem Türkçenin, hem Almancanın geliştirildiği iki dilli anaokulları vs. gibi akranlarının da onlara iyi örnek teşkil edebileceği eğitim kurumlarına çocuklarını göndererek bu sorunu giderebilirler. Hiçbir şey yapamıyorlarsa, en azından bu söylediklerimizi yapabilirler. - Entegrasyon ya da asimilasyon politikalarıyla belli başlı Avrupa ülkelerinin anadili öğrenimini dolaylı da olsa engellemeye/zorlaştırmaya çalıştığını biliyoruz. Bu politikalara karşı ne yapılabilir, göçmenler bu kıskaçtan nasıl kurtulabilir? - Ben bir bilim adamı olarak konuşuyorum tabii ki, Avrupa daki entegrasyon ya da asimilasyon politikalarının bilimsel altyapısını bilmiyorum. Basından bildiğim kadarıyla söyleyebilirim ki, entegrasyon diyerek aslında bazı ülkelerin asimilasyonu hedefledikleri açıkça görülüyor. Zira, eğer çocuklara anadili eğitimi imkanı sağlanmıyorsa, hatta çocuklara okulda, okul bahçesinde dahi anadillerini konuşmaları yasaklanıyorsa bu çok açık bir şeyin göstergesidir; bu o çocukları asimile etmek istiyorsunuz demektir. Bu yaklaşımı zaman zaman görüyoruz biz... Ancak bir tarafta asimile etmek isteyen bir toplum varsa, diğer tarafta asimile olmak istemeyen, asimilasyona direnen bir toplum olmak zorundadır. Sonuçta siz isterseniz asimile olursunuz, istemezseniz kimse sizi asimile edemez. Bunun için en önemli unsurlardan biri, kendi kültürel değerlerini de öğrenmektir. Bakın, burada içinde yaşanılan toplumun normlarına ayak uydurmamaktan, dilini öğrenmemekten, okullarında başarılı olmamaktan vs. bahsetmiyorum. Bunlar çok önemli, bir toplumda yaşıyorsanız, o topluma bir şekilde ayak uyduracaksınız. Uyum farklı, asimilasyon daha farklıdır. Uyum, şayet ben toplumun kurallarını çiğnemiyorsam, iyi bir vatandaşsam, vergimi veriyorsam, konuşulan dili öğrenmişsem, çevreyle de problemim yoksa, ben uyum sağladım demektir. Asimilasyon ise farklı bir olgudur. Asimilasyon insan haklarına aykırı bir durumdur, kişinin öz kültürüne sahip çıkma hakkını elinden alır. Dolayısıyla bir devlet bunu resmi bir politika olarak ileri süremez ama örtük olarak bunu hedefleyebilir. O zaman asimile olmak istemeyen toplumun da kendi argümanlarını, kendi davranış biçimlerini geliştirmesi gerekir. Dolayısıyla siz bilinçli olduktan sonra sizi kimse asimile edemez, ancak şunu da maalesef görüyoruz ki, özellikle Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız bu konuda kendilerinde eksik olan bilinçten do- MAYIS 2012 sayfa 17

söyleşi layı birçok olumsuz durumla karşı karşıya kalmaktadır. - Türkçenin birkaç nesil sonra şöyle ya da böyle yok olacağını düşünenler/savunanlar var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu durum kaçınılmaz değil ise, yapılması gerekenler nelerdir? - Şimdi, tarih boyunca bu durumun pek çok örneği var. Kendi ülkelerinden gelmiş ya da getirilmiş topluluklar, bir süre sonra kendi kültüründen uzaklaşmış, nereli oldukları ancak soy isimlerinden anlaşılır hale gelmiştir. Ancak ben bu kanaatte değilim. Benim bizzat yaptığım araştırma sonuçlarına göre, özellikle çocukların kendi anadillerini kullanma oranında bir azalma görülüyor. Dil çok önemlidir; dili kaybederseniz, birçok şeyi kaybedersiniz; dil kültürün taşıyıcı unsurudur. Bunun yanında yan unsurlar da var tabii. Kendi kanaatimi söylüyorum; dili meydana getiren önemli bir unsur da dindir. Dolayısıyla din eğitimi üzerinden de dil ile, kültür ile bir bağlantı sağlanıyor. Benim kanaatime göre, mümkünse, yapılabiliyorsa ve yasalara uygunsa din eğitiminin de Türkçe yapılması gerekiyor. Bizim millet olarak İslam dinine katmış olduğumuz çok önemli unsurlar var, biz dini dil üzerinden yaşıyoruz. Şimdi, dilinizi değiştirdiğiniz zaman, dini konuşma biçiminiz de değişir ve din de değişime uğrayabilir. Dolayısıyla iş dönüp dolaşıp dilde düğümlenir. Yani dili kaybedince kültürün hangi unsuru kalıyor? Din kalıyor. Din de zamanla değişince ne kalıyor? Kısaca, ben bu sürecin bizde biraz daha farklı gelişeceğini düşünüyorum. Özellikle Avrupa daki sivil toplum örgütlerinin, göçmen hukukundan kaynaklanan bir takım hakları var, bireysel özgürlükleri var. Avrupa çok dilliliği bir yandan öneriyor ve teşvik ediyor. Avrupa birliğinin temelinde bu var zaten. Avrupa, bir yandan Avrupa Birliği nin de temelini oluşturan çok dilliliği ve çok kültürlülüğü destekliyor ve teşvik ediyor, diğer yandan ise Almanya daki 3 milyon Türk dil kaybı üzerinden asimile edilmeye çalışılıyor. Bu aslında Avrupa Birliği politikalarına da ters bir durum. Dolayısıyla, burada yaşayan insanlarımızın, sivil kitle örgütleri olarak, hukuki zeminde var olan hakları için biraz çaba sarf etmeleri gerekiyor. Siz çaba gösterirseniz, sonuç elde edebilirsiniz. Ama siz pasif kalırsanız, siyaset üzerinizde her türlü oyunu oynayabilir. Dolayısıyla, bir şeyin kaçınılmaz olması için, o konuda hiçbir şey yapmamamız gerekir. Siz bir şeyler yaparsanız kaçınılmaz diye bir şey olamaz. En azında şunu söyleyebiliriz, bu çabalar olursa, belki bir nesil sonra kaybolacak dil, üç nesil sonra kaybolacaktır. Daha sonra ne olacağını kestiremiyoruz tabii ki. Ancak Türkçe öyle kolay kolay kaybolacak, silinecek bir dil değildir. Ayrıca durum eskisi gibi de değildir, 40 sene önce neredeyse hiçbir iletişim aracı yoktu. Gazeteler dahi yoktu, ya da Almancaydı. Bugün ise, her gün internetten, televizyon kanallarından, yayınevlerinden birçok materyalle, basılı malzemeyle insanların kendi kendilerini geliştirebilmeleri mümkün. Bütün bu kanalları bu doğrultuda kullanmak gerekiyor. Çaba sarf etmek, bunu kendine misyon edinmek gerekiyor. Türkçe kaybolacak diye yakınmanın bir anlamı yoktur, bir şeyler yapmak lazım. O çaba gösterilirse, ben başarılı olunacağına inanıyorum. 3 milyon nüfus az değildir ve artık burada iki dilli entelektüeller oluşuyor. İki dillilik çok büyük bir zenginliktir esasen, ben yakinen biliyorum ki, Türkiye de çocukları iki dilli büyüsün diye ebeveynler bir sürü para harcıyorlar. Zira çok dilliliğin, çok kültürlülüğün insana yeni bir ufuk kazandırdığını, insanın hayat boyu başarısını arttırdığını biliyorlar... - Avrupa daki göçmenlerin kendi okullarını açmaları (lise gibi), özellikle okul öncesi döneme yönelik (Kindergarten tarzı) eğitim kurumları açmaları, içinde yaşadıkları topluma olan uyumlarını olumsuz etkiler mi? Bu tür okulların çoğalmasının avantajları ve olası dezavantajları nelerdir? - Bence uyumu kesinlikle olumsuz etkilemez. Bilakis, göçmenlerin kendi okullarını açmaları uyumu destekler. Zira ana dili kaynak dildir, referans dildir, anadili üzerinden dünya bilimi kavranır, anadilini iyi bilen insanlar matematiği dahi daha iyi kavrar. Anadili olmazsa olmaz, çok önemli bir kaynaktır. Şimdi, siz iki dilli okullar açarsanız, orada çocuklar hem kendi dillerini hem içinde bulundukları toplumun dilini öğrenecekler. Bu tarz okullara velilerin çocuklarını ısrarla göndermesi gerekir ki, bu okulların prestiji yükselsin. Ancak bunu iyi öğretmenlerle yapmak gerekir. Başarılı sonuçlar alırsanız sayfa 18 Perspektif

teşvik edilirsiniz. Dolayısıyla her şeyden önemli olan, kaliteli eğitim verebilmektir. Bu okullar iyi eğitim verirlerse tercih edilen okullar olurlar. Ben bu zamana kadar neden bu tarz modeller denenmedi diye soruyorum bazen, zira bu model dünyada uygulanmış iyi bir modeldir, buna immersiyon modeli deniliyor. Bu tarz iki dilli eğitimden geçen öğrencilerin, tek dilli eğitimlerden geçenlerden daha başarılı olduklarını biz biliyoruz. Amerika ve özellikle Kanada da bu tarz okullardan çok vardır (Fransızca-İngilizce olarak). Ancak Türkçe sosyal açıdan prestijli olmayan bir dil, onu prestijli hale getirmek bizim elimizde... - Peki, anadilinin korunması için, yazılı ve görsel medyaya ne gibi görevler düşmektedir. Medyanın olumsuz tesirlerini bertaraf edip, dil gelişiminde olumlu bir etkisi olması için ebeveynler neler yapmalı, nelere dikkat etmelidir? - Yazılı ve görsel medya her konuda olduğu gibi, bu konuda da aracı olma görevi üstlenebilir. Aslında medyadaki dil kirliliği başlı başına başka bir sorun olmasına rağmen, medya Türkçenin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Orijinal kaynaklara ulaşım açısından önemli bir katkı sağlıyor. Medya, hem dil gelişimi açısından, hem de Türkiye deki eğilimleri takip etme açısından faydalı olabilir Bu şekilde siyasetten edebiyata, modaya kadar ülkelerindeki eğilimleri takip edebilirler. Böylece ortak gündem oluşuyor. Medyanın bunun gibi katkıları olabilir; ancak şunu da belirtmek gerekiyor. Yurtdışındaki çocukların Türkçesini geliştirmek için özel programların yapılmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Çünkü çocukların Türkçelerini geliştirelim derken onların psikolojik dengesini bozacak programlara da maruz bırakmamak gerekir. Bununla birlikte ben şahsen, en iyi televizyon programı olsa da, çocukların televizyondan mümkün olduğunca uzak tutulması gerektiğini savunuyorum. Zira çocuklar ekran karşısında pasif algılayıcı konumunda oluyorlar, orada onlara her şeyi yükleyebilirsiniz ve bu başlı başına bir problemdir zaten; ancak hem Türkçe, hem Almanca eğitim programlarından faydalanılabilir. Bütün olarak baktığımız da ise, en iyi eğitim programı bile, iki çocuğun bir arada bulunup konuşmasından daha faydalı değildir. - Son olarak, Türkçenin unutulmaması ve muhafaza edilmesi için Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Avrupa daki sivil toplum kuruluşlarına hangi görevler düşüyor? - Türkiye Cumhuriyetinin yapabileceği çok şey var bence, birincisi yurtdışındaki Türklerin eğitim ve kültür problemleriyle biraz daha yakından ilgilenmesi gerekir. Eğitim alanında müfredat, ders kitabı ve öğretmen sorunlarına yoğunlaşabilir. Yurt dışına kaliteli öğretmenlerin gönderilmesi gerekiyor. İyi ders kitaplarıyla uygun bir müfredat hazırlanmalı ; ancak bu sadece Türkiye den gönderilecek öğretmenlerle halledilebilecek bir şey değil, Alman makamları ile de işbirliği yapmak gerekiyor. Çünkü siz en iyi eğitimi yapsanız bile, ders saatini okul en sona koyduğunda bunun hiçbir değeri kalmaz, başarılı olamazsınız. Çocuğun ders programında ekstra bir şişme olmamalıdır. Ayrıca kültür merkezleri aracılığıyla, bölgelerde çekim merkezleri oluşturulabilir. Sivil toplum kuruluşları da velileri bilinçlendirerek, makul ve haklı taleplerini yönlendirmeleri gerekir. Velileri okullara yönlendirerek, çocuklarına anadilleri için ders konulması sağlanabilir. Bununla da kalmamalı, bunları takip etmeliler, dersler nasıl veriliyor, çocukların başarısı ve katılımı nasıl vs. gibi... Ayrıca hukuki altyapının oluşturulması için, sivil toplum kuruluşları sadece bu konuda uzmanlar çalıştırarak çocukların genel başarı durumunu izleyebilmelidir. Veliler bu işten anlamayabilir, sonuçta onlar uzman değiller, ama velilerin ihtiyaç duyduklarında başvurabilecekleri, yardım alabilecekleri merkezler olmalı. Bunu ataşelikler de yapabilir, sivil toplum kuruluşları da... Ben o zaman başarının artacağına inanıyorum... * Prof. Dr. Cemal YILDIZ, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Başkanıdır. Başlıca araştırma alanları dilbilim, dil edinimi, yabancı dil ve ana dili öğretimidir. Yayımlanmış birçok ulusal ve uluslararası kitabı ve makalesi mevcuttur. cemalyildiz@marmara.edu.tr MAYIS 2012 sayfa 19

dosya Ulus-Devletin Kıskacında Anadili Veysel Kurt kurtveysel@yahoo.com Küreselleşme süreci ile birlikte etkin olarak kullanılmaya başlanan kitle iletişim araçları, kitlelerin mobilize olmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, özellikle aynı aidiyet duygusunu paylaşan insanların bir araya gelmesinde ve her türlü taleplerini dile getirme ve bu konuda kamuoyu oluşturma noktasında çok işlevsel bir özelliğe sahip olmuştur. Son yirmi yılı aşkın bir süredir politik eksende yürüyen ve kimi zaman silahlı mücadeleye ya da iç savaşa yol açan kimlik talepleri- kimliğe ilişkin tartışmaların en somut ve en kilit noktası anadili olmuştur. Anadilinin hem eğitim hem de toplumsal düzeyde serbestçe kullanılmasına ilişkin tartışmalara girişmeden önce, anadilinin kullanımını ulusdevlet mantığı bağlamına ve ulus-devletin aşındığı sürece göz atmak gerekir. Ulus-devlet literatürünü tartışmak bu çalışma bağlamında mümkün olmasa da ana hatlarıyla ortaya koymak mümkündür. Avrupa da XV. ve XIX. yüzyıllar arasında, geleneksel toplum yapısının nihayetlenmesiyle sonuçlanan bir süreç yaşanmıştır. Bu süreçte -bilhassa sanayi devriminin etkisiyle- sosyal hayatta homojenlikten uzak sınıf esaslı topluluk görünümünden, güçlü milli bütünlüğe doğru bir değişim gerçekleşmiştir. Niteliksel değişimlerin yaşandığı bu süreç modernleşme olarak ifade edilmiştir. Bu süreç içerisinde ulus, modern Batı dünyasının akılcılaşması ve bürokratikleşmesi süreçlerinden ve daha genel olarak toplumsallaşması sürecinden doğmuş tarihsel bir oluşumdur. Ulus-devlet ise çıkar çatışmalarını ve etnik tutkuları denetim altında tutan siyasi bir entitedir. Ulus-devlet kavramının içeriği aslında basitçe ulusunu yaratmış bir devlettir. Modern devlet bir yandan toplumun (yurttaşların) katılım taleplerine kanal açarak yurttaşlarını tanımlamaya çalışırken, öte yandan topluma nüfuz ederek onları kontrol altına almaya çalışır. Resmi milliyetçilik bu durumun her iki yüzünde de işlevsel bir role sahiptir. Resmi milliyetçiliğin ulus-devlet açısından taşıdığı önem, yurttaşların sahip olduğu farklı kültürel, etnik ve dinsel unsurlarının devletin öngördüğü şekilde aynı pota içinde eritilmesi olarak özetlenebilir. Farklı tarih ve kültürden beslenmiş de olsa farklı topluluklar, bu tarih ve kültür kullanılarak milliyetçiliğin birleştirici ideolojik karakteri sayesinde yeniden inşa edilen ulus, böylece ulus-devletin en önemli figürü olmuştur. Sağlam bir devlet geleneğinin şekillendirmesi sonucu, modern milletlerin kuruluşunda önemli birer etken olan ortak paydaların bir süreklilik taşıması gerekmez, hatta; süreklilikmiş gibi gözüken tarihsel süreç çoğu zaman yapay varsayımlar ve zayıf kanıtlara dayanır. Sonuç olarak devlet ile milletin, resmi milliyetçilik yoluyla bütünleşmesinin yolu da açılmış olmaktadır. Dolayısıyla ulus-devlet ile resmi milliyetçilik birbirini besleyen iki olgu olarak anılır. Son dönemlerde ise ulus-devleti aşındıran kimlik talepleri yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır. Kimliğe ilişkin siyasal hak taleplerinin teorik tartışmanın merkezine yerleşmesinin temeli, günümüz çoğulcu toplumlarında kültürel açıdan homojen bir ulus-devlet modelinden gittikçe uzaklaşan güncel gerçeklerle iç içe yaşıyor olmamızdır. Hükümetlerin, etnik grupların, mezheplerin ve çeşitli kültürel grupların siyasal hak taleplerinden kaçınması imkansızdır. Ulus-devletlerin siyaset sahnesinin temel figürü olmasıyla birlikte oluşan azınlıklarla birlikte diğer kimlik biçimlerinin siyasal hak talebinde bulunması Fuat Keyman ın deyişiyle, sistem- sayfa 20 Perspektif