M.UĞUR UMAY İLE REANİMASYON PROJESİ HAKKINDA SÖYLEŞİ Reanimasyon çalışmalarınızda yoğun bir simetri var. Simetri bu projede neyi ifade ederek, neye karşılık geliyor? Çalışmalarımda yer alan simetri kavramı ile umut duygusunu çağrıştırmayı denedim diyebilirim. Projenin teması aslında karamsar bir gerçek. Simetri, bunun karşısında etkili bir mücadele sürecine girebileceğimizin umudunu anlatıyor. Bir de fotoğraf ile tanıştıktan sonra simetri hayatımda bir takıntı haline geldi. Fotoğrafa olan ilginiz nasıl başladı? Bu tür çalışmaları görünce aklımızda peşin hükümle ya mimar ya grafiker bir fotoğrafçı ile karşı karşıyayız algısı oluşur. Sizin eğitim ve fotoğrafçılık konusunda, (dijital uygulamalar da dâhil) gelişme süreçlerinizi aktarır mısınız? Fotoğraf konusunda hiçbir eğitim almadığımı belirtmeliyim. Aynı zamanda dijital fotoğraf işleme yöntemleri konusunda da akademik bir geçmişim olmadı. İlginç ki; eğitimim müzik konusunda oldu. Caz müziği üzerine bir akademide iki yıl eğitim gördüm. Aynı zamanda bir caz davulcusuyum. Babam da davulcuydu ve harika bir müzisyendi. Ama kendisinin asıl mesleği teknik ressamlıktı. Sanırım onun müzik ve çizim yetenekleri bana da genetik olarak geçmiş. Müzikte isteklerim beklediğim doğrultuda gitmeyince görsel sanatlara yöneldim. Çocukluk dönemimde karikatür ile ilgileniyordum. Birçok yarışmada mansiyon ve sergileme ödüllerim olmuştu. Aynı zamanda karakalem çizim ve kaligrafi konusunda kendimi uzun bir süre geliştirmiştim. Tüm bu birikimlere 2005 yılında Bodrum da bulunduğum zamanlarda, bir eskici dükkânından aldığım ikinci el analog fotoğraf makinesini ekleyince, benim için yeni bir süreç başlamış oldu. Müziği ikinci plana bırakıp tamamen fotoğrafa yöneldim. Fotoğrafa başlamam tamamen bilinçli bir seçim oldu yani. 2008 yılında ise analog makinemi bir kenara koyup tamamen dijital teknolojiye yöneldim. Fotoğrafın matematiğini seviyorum, yani dijital ortamda fotoğraf düzenlemeyi. Çalışmalarımı da artık bu yönde ilerletmeye çalışıyorum. Biraz daha kendi kendime öğrenmeye yatkın olduğum için, sürekli araştırma yapıyorum ve genellikle yabancı kaynaklardan bilgi toplamayı tercih ediyorum.
Tarihi binalarla iç içe geçmiş bir yapılanma var metropollerde Ve sonradan gelen öncekinin sonunu getiriyor er ya da geç. Çalışmalarınızda buna dair betimlemeler de var, neler söylemek istersiniz? Maalesef ülkemizde tarihi yapıları koruma ve gelecek nesillere aktarma konusunda çok verimli çalışmalar yapılamıyor. Yakın bir zaman önce Berlin de ziyaret ettiğim Bergama Müzesini ve diğer müzeleri görünce bunun farkına çok daha iyi vardım. Çalışmalarımın içinde bazı camileri ve kiliseleri soyut şekillere dönüştürüp iç içe geçirdim. Bazı tarihi yapıların formlarını tamamen bozdum ve anlaşılamayacak hale getirdim. Bu artık elimizdeki değerleri ciddi bir tehlike ile kaybetmeye başladığımızı anlatıyor. Tarihi yapıların etrafındaki görüntü kirlilikleri ise çarpık kentleşmemizi betimleyen unsurlar oldu. Artık rezidans, gökdelen, site kültüründen hoşlanan bir toplumumuz var. Bir ev almadan önce aradığımız kriterler; kapıcısı var mı, otoparkı var mı, metroya yakın mı, akıllı bina mı gibi sorulardan oluşuyor. Konutların, şehir yapılarına ve tarihi miraslara verdiği fiziksel ve görsel zarar neredeyse unutulmuş durumda. Kafanızda oluşturduğunuz bir eserinizin, hayata geçiş sürecinden bahseder misiniz? Nasıl bir yol izliyor bu süreç, nasıl olgunlaşıp, nasıl neticeleniyor? Reanimasyon projesi bir düşünce serisi oldu diyebilirim. Çünkü ele aldığım konu gözlem ve araştırma yapmayı gerektiriyordu. Proje için özellikle gidip fotoğraf çekimi yaptığım günler olmadı. Zaten projenin özelliği; eski arşiv fotoğraflarını yeniden dijital ortamda canlandırmaktı. Bunun için zaten oldukça geniş bir arşivim vardı. Arşivde bulunan kareler genellikle Türkiye nin farklı yerlerinde yaptığım gezilerden arta kalan karelerdi. Yani formları bozulmuş, doğru pozlanmamış, kadrajı yanlış olan kareler. Konu ile ilgili gözlemlere ve araştırmalara başladığım zamanlar birkaç düzenleme ve birleştirme yapmaya başladığımda sonuçlar güzel olmuştu. Özellikle ülkemizde 80 li yıllardan sonra başlayan kooperatif yapılaşmaları üzerine kaynakları incelemeye başladım. Günümüzde kısa bir sürede, kutu gibi dikilen ve depremlere dayanıklılığı fiyasko olan yapılar konusunda da uzun süre araştırma ve gözlemlerime devam ettim. Kentsel dönüşüm süreçlerini ve belediyelerin çalışmalarını hem yerinde olsun hem de internet ortamında takip ettim. Tüm bu gözlemleri not ettiğim defterin sayfaları yavaş yavaş dolmaya başladığı zaman bir yandan da dijital ortamda kullanacağım materyalleri düşündüm. Yani çalışmalar içindeki bina, cami, gemi, ağaç v.s. gibi kavramlara tek tek düşünerek karar verdim. Bilgisayar başında eserleri hazırlama sürecinden ise şöyle bahsedebilirim: bazıları için yaklaşık on saat uğraştığım oldu, bazıları ise yarım saat sürdü. Eserin hazırlanma zorluğu katman sayısı, renk ve içerik ile alakalı biraz. Bu yüzden esnek bir çalışma programında tamamladım projeyi.
İlk bakışta (içerikte tarihi binaların da olmasından ötürü) ben mekânın tekrar yorumlanması olarak algılamıştım çalışmalarınızı. Ancak daha sonra içlerine girdiğimde toplumsal bir eleştirinin merkezinde buldum kendimi Büyük şehir insanı, onun sıradanlaşması, bireyselliğini kaybetmesi, bir nevi yok oluşu Neler söylemek istersiniz bu konuda? Reanimasyon projesi birçok anlatım sunuyor bize. Ama en acıklı olanı sanırım bahsettiğiniz gibi, insanın bu betonarme kaos içinde artık önemsiz bir role sahip olduğu gerçeği. Kafamızı kaldırdığımız zaman mavi gökyüzü yerine devasa bir gökdelen görüyorsak, mavi özgürlüğümüzü kaybediyoruz demektir. Zaten çalışmaların merkezinde insan figürleri yer almıyor. Siluetler kenarlarda ve köşelerde, bir iki çalışmada görülüyor. Mesela bir çalışmada çocuk portresine yer vermemin sebebi: içinde sıkışıp kaldığımız bu durumdan en çok çocukların etkileneceğini anlatmaktı. Çocuğun portesinde kullandığım simetri ise, sıkışıp kaldığımız bu kumpastan kurtulmanın umudunun, yine o çocuklar olduğunu gösteriyor. Büyük şehirlerde doğup büyüyen bireylerin, kırsal yaşamı mutlaka görmesi gerekiyor bence. O zaman büyük kent hayatı dışında değerli olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. Sergi nasıl bir ilgi ile karşılaştı, gözlem ve var ise anılarınızı anlatır mısınız? Antalya AKM de Ocak ayında gerçekleşen ilk sergi güzel bir ilgi gördü. Yerel basın da sergiye oldukça odaklıydı. Antalya da yaşadığım ve dört yıl boyunca bir fotoğraf topluluğunun yöneticiliğini yaptığım için, fotoğrafçı arkadaşlarımdan katılım yüksekti. Serginin olduğu merkezde, sergiden dört gün sonra bir klasik müzik konseri olduğu için, o gün büyük bir ziyaretçi akını gerçekleşti. Ziyaretçilerin çalışmaları uzun bir inceleme süzgecinden geçirdiklerini fark ettim. Onlara kendileri anlam yüklüyorlar genellikle. Bu güzel bir gelişme. İzleyici ve eseri baş başa bırakmak gerekiyor. Tabii ki ara sıra ben onlara bazı anlatımlar yapıyorum.
M.Uğur Umay neden sanat yapar? Öncelikle sanatın sanat için yapılması gerektiğini düşünen kişilerdenim. Tabii ki sanat için ürettiğiniz işleri insanlara sunacaksınız ama ülkemizdeki mevcut sanat boşluğunu doldurmak adına daha çok atılım yapılması gerektiğini savunuyorum. Dikkat ettiğim konu şu: hazırlanan işler daha özenli ve profesyonel sunulmalı. Mesela fotoğraf alanında ülkemiz bir tüketici konumunda. Ürettiğimiz makine, objektif veya parça yok. Bu, oyuna 1-0 yenik başlamamız demek oluyor bence. Bu yüzden daha cesaretli ve azimli olmamız gerekiyor. İnsanların hâlihazırda görebildiği, şahit olabildiği sahneleri sanat olarak sunmak ne kadar doğrudur tartışılır. Ama benim düşüncem, sanatın hayal gücünü barındırması yönünde. Bu yüzden ben biraz sanat çalışmalarımı akıl sepetimdekilerin izdüşümü gibi görüyorum. Fotoğraf eleştirmenliği konusunda araştırma ve çalışmalar yürüttüğünüzü ifade etmişsiniz. Bunu biraz açar mısınız? Fotoğraf Eleştirisi son dönemlerde yoğunlaştığım bir konu. Genellikle fotoğraf kulüplerinde yaptığım sunumlarda ve söyleşilerde gözlemlerimi katılımcılara aktarıyorum. Görsel Estetik çok geniş bir konu. Bu konu üzerinden, dünyadan ve ülkemizden gözlemlediğim sanatçıların işlerini eleştirmeye ve anlamlar bulmaya çalışıyorum. Özellikle belgesel fotoğrafçılığı, eleştiri kapsamıma en çok almaya çalıştığım alan. Aynı zamanda tüm bu birikimleri yerel bir kültür-sanat dergisinde, köşe yazılarıma taşıyorum.
Sizin çalışmalarınızda yer alan Yergi ve Gidişatı Sorgulama aynı şekilde fotoğrafta da mevcut. Dijitalleşme ve fotoğrafçı öznesinin giderek kayboluşu Öte yandan siz de bunları yoğunlukla kullanan bir sanatçısınız. Sanırım hayat ve sanat ikilemler üzerine kurulu değil mi? Fotoğrafçılığa analog yöntemlerle başlayan biri olarak, günümüzde artık klasik fotoğrafçılığın yetenek işi olmaktan çıktığını görüyorum. Usta fotoğrafçı Erdal KINACI bir söyleşisinde, sahip olduğu makinenin HD film çekebildiğini ve çevresini video modunda kaydedip içinden istediği anı durdurup fotoğraf karesi gibi kaydedip, baskı alabileceğinden bahsetmişti. Çok basit bir örnek işte bu! Bu durumda sanatçının fotoğrafı kendi hayal gücüyle, yeteneğiyle ve dünya görüşüyle yorumlaması gerekli bence. Bunun bir yolu da, benim de kullandığım dijital düzenlemeler olabilir. Ben sadece günümüz koşullarını değerlendirerek yola çıkmaya karar verdim. Dijital yerine analog da tercih edebilirdim ama bunun için iyi bir laboratuara ihtiyacım olurdu. Gezdiğim yerlerden yaptığım serilerde yer alan fotoğrafları sanat ürünü olarak görmüyorum. Bir başka örnek vermek gerekirse, reklam-tanıtım fotoğrafçılığı yapacaksanız çok iyi sayısal düzenleme yeteneğiniz olmalı. Şayet bu alanın %80 i photoshop bilgisi istiyor. Benim kullandığım dijital yöntemler bir bakıma çağdaş sanatın modernizasyonunu temsil ediyor. Hem Reanimasyon un bundan sonraki programı hem de sizin gerçekleştirmek istediğiniz proje ve hedefleriniz hakkında bilgiler verir misiniz? Seriden 11 adet eser İstanbul da Hera Cafe & Galeride 14 Nisan a kadar sergilenmeye devam edecek. Aynı zamanda Şubat, Mart, Nisan ayları içinde Antalya da çeşitli merkezlerde sergilenecek. Yeni sergiler için görüştüğüm yerler var. Bu sıralar bu proje ile yoğun olduğumdan dolayı takvimimde bir fotoğraf projesi yok. Önümüzdeki sene ile ilgili bir multimedya projem var. Bu sefer, çizim-fotoğraf-kaligrafi ve yerleştirme sanatlarını bir araya getirdiğim bir sergi olacak. Yine farklı bir konuyu ele alacağım. Röportaj: Levent Yıldız