SB-1 BENİGN VE MALİGN KOLON DİFFÜZ DUVAR KALINLAŞMALARININ AYRIMINDA DİFÜZYON AĞIRLIKLI MR GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "SB-1 BENİGN VE MALİGN KOLON DİFFÜZ DUVAR KALINLAŞMALARININ AYRIMINDA DİFÜZYON AĞIRLIKLI MR GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ"

Transkript

1 SB-1 BENİGN VE MALİGN KOLON DİFFÜZ DUVAR KALINLAŞMALARININ AYRIMINDA DİFÜZYON AĞIRLIKLI MR GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ MUSTAFA KOÇ, SELAMİ SERHATLIOĞLU FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ELAZIĞ Bu çalışmanın amacı, difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme (dmrg) ile, malign skirröz tip kolon kanseri duvar kalınlaşması ve benign kolon diffüz duvar kalınlaşması ayrımını yapmada, dmrg nin rolünü değerlendirmektir. Nisan 2015-Eylül 2016 tarihleri arasında, kliniğimizde 1.5 T MRG ile dmrg uygulanan hasta dosyalarına ait kayıtlar, retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya 42 si benign kolon duvar kalınlaşması ve 39 u malign duvar kalınlaşması (kolon ca) tanılı 81 olgu dâhil edildi. Olguların 53 ü erkek (% 65), 28 i kadın (%35) idi. Yaşları 23 ile 77 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 57±11.8 bulundu. dmrg b değeri, 400 ve 1000 mm 2 /s. idi. Difüzyon katsayısı haritaları (ADC) üzerinden, kolon diffüz duvar kalınlaşmalarının ortalama ADC değerleri ölçüldü. Duvar kalınlaşması için eşik, kolon için 3 mm ve üzeri, rektum için 5 mm ve üzeri olarak belirlendi. Benign olgularda duvar kalınlığı ortalama 10.7 mm±5.4 (SD, mm), malign olgularda duvar kalınlığı ortalama 16 mm±8.7 (SD, mm) ölçüldü. Ortalama ADC değerleri, benign diffüz duvar kalınlaşmasında b 400 için; 1.42±0.17 x10-3 mm 2 /s, b 1000 için; 1.39±0.12 x10-3 mm 2 /s ve kolon ca tanılı olgularda b 400 için; 1.08±0.15 x10-3 mm 2 /s, b 1000 için; 1.02±0.13 x10-3 mm 2 /s bulundu. Kolon ca lı olgularda tüm b ortalama ADC değeri, benign duvar kalınlaşması olan olgulardan anlamlı olarak daha düşük bulundu (b 400, P=.001, b 1000, P=.001). ROC analizi ile malign ve benign değerler arasındaki cut-off değeri, mm 2 /s olarak hesaplandı. Bu değer için sensitivite % 91, spesifite, % 85, doğruluk oranı % 84 olarak bulundu. ADC değerlerinin pozitif prediktif değeri, negatif prediktif değeri ve tanısal doğruluğu ise sırasıyla % 97, % 86 ve % 88 olarak belirlendi.

2 Bizim elde ettiğimiz veriler, kolonda benign patolojilere bağlı veya malign skirröz tip kolon ca ya bağlı diffüz duvar kalınlaşması ayırıcı tanısında, dmrg ile ADC ölçümünün başarılı olduğunu göstermektedir. dmrg, klinik ve radyolojik bulguların yetersiz olduğu durumlarda, malign skirröz tip kolon duvar kalınlaşmasının erken tanısı açısından önemli bilgiler verebilir. Bununla birlikte mevcut bulgular diğer çalışmalarla desteklenmelidir.

3 SB-2 VARİKOSEL TANILI HASTALARDA TESTİS DİFFÜZYON AĞIRLIKLI MRG GÖRÜNTÜLEME İLE SEMEN PARAMETRELERİN KARŞILAŞTIRILMASI BÜLENT ÇEKİÇ 1, KORAY KAYA KILIÇ 1, İCLAL ERDEM TOSLAK 1, SEMİH SAĞLIK 2, MURAT SAVŞ 1, MERT KÖROĞLU 1 1 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ, ANTALYA 2 SİİRT DEVLET HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ,SİİRT Bu çalışmamızdaki amacımız varikosel tanısı almış hastalarda, testis Diffüzyon ağırlıklı görüntüleme (DWİ) ile elde ettiğimiz testis apparent diffusion coefficient (ADC) değerlerini sağlıklı gönüllülerde oluşan kontrol grubu ile karşılaştırmak; Buna ek olarak bozulmuş spermiogram değerleri için prediktif optimal bir testis ADC değeri belirlemektir. Çalışmamıza varikosel tanısı almış 31 hasta ve 20 sağlıklı gönüllü dahil edildi. Çalışmamıza dahil ettiğimiz tüm olgulara varikosel olup olmadığının teyidi için skrotal renkli Doppler ultrasonografi yapıldı.daha sonra 1.5 tesla MRG cihazımızda aksiyal T1 ve T2 ağırlıklı Testis MR sekansları ve b gradienti 0, 400 ve 800 smm2 olan single shot Echo planar görüntüleme (EPİ) yapıldı.elde edilen DWİ görünütler ayrı bir wokstationa transfer edildi ve yazılım ile otomatik olarak testis ADC değerleri oluşturuldu. Aynı hafta içerisinde 3 günlük cinsel perhizinden ardından,varikosel ve kontrol grubuna semen analizi yapıldı.varikosel ve kontrol grubu arasındaki sürekli değişkenleri karşılaştırmak için Student t testleri kullanıldı. Testis ADC değerleri ile bozulmuş semen analizi sonuçları arasındaki ilişki Pearson korelasyon analizi ile değerlendirildi. Bozulmuş semen analizi parametreleri ile ADC değerleri ilişkisi için Receiver operating characteristic (ROC) eğrileri oluşturuldu. Spesifite,sensivite değerleri için optimal cut-off değerleri ölçüldü. Testis ortalama ADC değerleri ile pleksus pampiniformis ven çapları arasında negatif korelasyon bulundu (r= 0.467, p < 0.001). Testis ortalama ADC değerleri ile sperm sayısı (r= 0.838, p < 0.001) ve sperm morfolojisi (r=0.548, p<0.05) arasında positiv korelasyon bulundu. Bozulmuş sperm sayısı ve morfolojisi tanısında en iyi cut-off değerleri sırasıyla sensivite için %94.3 ve %86.6,spesifite için % 87.5 ve% 43.8 değerleri elde edilmiştir. Varikosel tanılı hastalarda, bozulmuş sperm paramatreleri ile azalmış ADC değerleri arasında anlamlı korelasyon mevcutdur. Kullandığımız bu yöntem varikosel tanılı hasta grubunda testiküler parankimal hasarı ve varikosel cerrahisi tedavisi sonrasında postop tedavi sonuçlarını değerlendirmek için kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Ek olarak varikosel tanılı hastalarda, dispermi hastaların yönetiminde elde ettiğimiz testiküler ADC cut-off değerlerin kullanılabileceğini düşünmekteyiz.

4 SB-3 PORTAL VEN TROMBÜSÜNÜN MALİGN-BENİGN AYRIMINDA DİFFÜZYON AĞIRLIKLI MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ MUSTAFA KOÇ, SELAMİ SERHATLIOĞLU FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI,ELAZIĞ Bu çalışmanın amacı, portal ven trombozu saptanan olgularda, malign-benign trombüs ayrımını yapmada, difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntülemenin (dmrg) rolünü değerlendirmektir. Mart Kasım 2016 tarihleri arasında, kliniğimizde portal vende trombüs tanısı konmuş hasta dosyalarına ait kayıtlar, retrospektif olarak incelendi. Olgulara 1.5 T MR ile dinamik abdomen MRG ve dmrg uygulanmıştı. Çalışmaya 22 si benign ve 24 ü malign trombüs tanısı almış 46 olgu dâhil edildi. dmrg b değeri, 400 ve 1000 mm 2 /s. idi. Difüzyon katsayısı haritaları (ADC) üzerinden portal ven trombüsünün ortalama ADC değerleri ölçüldü. dmrg sinyal özellikleri kaydedildi. Dinamik batın MRG ile, arteriyel faz görüntülerde, trombüsün contrast tutulumu değerlendirildi. Portal ven çapları ölçüldü. Malign ve benign grup arasındaki ADC değerlerinin karşılaştırılmasında, Mann-Whitney U testi kullanıldı. Olguların 31 i erkek (% 67), 15 i kadın (% 33) idi. Yaşları 43 ile 79 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 62 bulundu. Ortalama ADC değerleri benign trombüs olgularında b400 için, 1.03±0.27 x 10-3 mm 2 /s ve b1000 için 1.01±0.23 x 10-3 mm 2 /s ölçüldü. Malign trombüs olgularında ortalama ADC değerleri b400 için, 0.86±0.13 x 10-3 mm 2 /s ve b1000 için 0.83±0.26 x 10-3 mm 2 /s hesaplandı. Ortalama ADC değerleri açısından, benign ve malign grupta her iki b değerleri için istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (P = 0.778). Malign trombüs tanılı olgular, benign gruba göre, dmrg de daha yüksek sinyal intensitesine sahipti. Malign trombozlarda arteriyel hafif kontrastlanma mevcuttu. Portal ven çapları malign trombüs olgularında daha geniş izlenmekteydi.

5 Çalışmamızda; dmrg sinyal özelliklerinin, dinamik abdomen MRG de kontrast madde tutulumunun ve portal ven çap ölçümlerinin, malign-benign trombüs ayırıcı tanısına katkı sağlayabileceği görüldü.

6 SB-4 CANLI KARACİĞER DONÖRLERİNDE TRANSPLANTASYON ÖNCESİ SAFRA YOLLARİ ANATOMİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİNDE 3 TESLA MR IN ETKİNLİĞİ VE OPERASYONA KATKISI AYLİN ALTAN KUŞ, ALİ ULUDAĞ, CAN ÇALIŞKAN, EŞREF KIZILKAYA ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ ATAKENT HASTANESİ, İSTANBUL Bu çalışmada; canlı karaciğer donörlerinin operasyon öncesi safra yolları anatomisini ve varyasyonlarını 3 Tesla MR ile yüksek rezolüsyonlu görüntüler ile değerlendirerek operasyon sırasında ve sonrasında oluşabilecek komplikasyonları en aza indirmeyi amaçladık. Retrospektif olarak planladığımız çalışmamızda; hastanemizde Temmuz Mart 2017 tarihleri arasında karaciğer donörü olan 63 olguyu inceledik. Canlı donörlerde hepatik vasküler yapıların anatomisi, varyasyonları, karaciğer parankimi ve volumetrik ölçümü için Tüm Batın BT ve BT Anjiografi, safra yolları anatomisi ve varyasyonları için MR Kolanjiografi tetkiki yapıldı. Safra ağacının anatomisi incelendi ve varyasyonları Huang sınıflamasına göre yapıldı (Resim 1). Varyasyonun varlığı, tipi, ana safra yollarının çapları ve bifurkasyondan ne kadar sonra dallandıkları değerlendirildi. MR Kolanjiografi tetkiki 3 Tesla magnetli MR cihazında T2 TSE (Turbo Spin Echo) aksiyel, T2 Haste (Half Forier Shout Turbo Spin Echo) aksiyel, koronal ve sagittal, T2 üç boyutlu izovolumetrik görüntüler ve bu görüntülerden Maximum Intensity Projection (MIP) görüntüler elde edilerek oluşturuldu. Resim 1 Hastanemize canlı vericili karaciğer nakli donöru olmak için Temmuz Mart 2017 yılı arasında başvuran, 63 olguda yaş ortalaması 38 idi. Olgularımızdan 39u kadın (%62), 24ü (%38) erkekti. Olgular Huang sınıflamasına göre tiplerine ayrıldı. Kırk sekiz olguda anatomik detaylandırmada varyasyon tespit edilmedi ve Tip 1 olarak kaydedildi (%76). On beş olguda varyasyon tespit edildi ve tiplerine ayrıldı (%24). İki olguda Tip 2, 7 olguda Tip 3A, 2 olguda Tip 3B, 3 olguda Tip 5A ve 1 olguda Tip 6 varyasyon tespit edildi. Varyasyon tiplemesi ile beraber safra yollarının çapları ve bifurkasyondan ne kadar sonra dallandıkları raporlandı. Beraberinde karaciğer parankimi, pankreas ve ana pankreatik kanal incelendi ve patolojileri rapor edildi. Postoperatif dönemde hastalar erken ve geç komplikasyonlar için klinik laboratuvar ve radyolojik olarak takip edildi. Takip döneminde 1 olguda Üst Batın MR ve T Tüp Kolanjiografi ile safra kaçağı tespit edildi ve buna yönelik tedavi planlandı. Tip 2 Tip 3A Tip 6 Canlı donör karaciğer nakil operasyonu sonrasında, donör için postoperatif morbidite %21, mortalite %0,5 oranında bildirilmektedir. Bu nedenle preoperatif görüntülemede hepatik arteriyel, venöz yapıların ve safra yolu anatomilerinin ve varyasyonlarının, karaciğer

7 yağlanması, fokal parankimal lezyonların ve karaciğerin volümetrik değerlendirilmesi büyük önem taşır. Bu sayede donörlerde operasyon sırasında ya da postoperatif takiplerde ortaya çıkabilecek komplikasyonlar en aza indirilerek operasyonun başarısı arttırılır (1). Biliyer komplikasyon donör ve alıcıda en önemli geç komplikasyonları oluşturur. Safra yollarının normal bifurkasyonunda tek anostomoz gerekirken; diğer varyasyonlarda birden fazla biliyer anostomoz ve biliyer enterostomi gerekir. Varyasyonlar için en sık kullanılan sınıflama Huang sınıflamasıdır. Biliyer anatominin preoperatif değerlendirilmesinde MR Kolanjiyografi (MRCP) diğer görüntüleme yöntemlerine göre; noninvaziv bir yöntem olması, radyasyon içermemesi, preoperatif hazırlık ya da anestezi gerektirmemesi ve kontrast madde kullanmadan, kısa sürede biliyer ağacı görüntüleyebilmesi nedeniyle ilk tercih edilecek yöntem olmalıdır. MRCP incelemesi için 3 Tesla magnete sahip MR cihazı ile yüksek kalitede görüntüleme sağlanabilmektedir. Çekim sonrası MIP ve MPR tekniği ile tüm safra ağacı tek görüntüde ortaya konmaktadir. Canlı donör karaciğer naklinde biliyer anatominin değerlendirilmesinde MRCP ile intraoperatif Kolanjiyografi karşılaştırmalı bir çalışmada MRCPnin duyarlılığı %84, özgüllüğü %100 olarak bulunmuştur (2). Referanslar 1. Adam R, McMaster P, O Grady JG, et al. European Liver Transplant Association. Evolution of liver transplantation in Europe: report of the European Liver Transplant Registry. Liver Transpl 2003;9: Sirvancı M, Duran C, Ozturk E, et al. The value of magnetic resonance cholangiography in the preoperative assessment of living liver donors. Clin Imaging 2007;31: Anahtar Kelimeler : Karaciğer Transplantasyonu, safra yolları varyasyonları, MR Kolanjiografi.

8 SB-5 PROSTAT KANSERLİ OLGULARDA PI-RADS EVRELEME,BİPARAMETRİK MR BULGULARI AYTÜL HANDE YARDIMCI, ESİN ÖZEL, CEYDA TURAN BEKTAŞ, ÇİĞDEM ÖZER, MEHMET ALİ NAZLI, İLHAN NAHİT MUTLU, ÖZGÜR KILIÇKESMEZ S.B. İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL Bu çalışmada diffüzyon ağırlıklı incelemenin PI-RADS skorunda tanısal etkisi ve patolojik bulgularla karşılaştırması amaçlanmış olup standart dinamik kontrastlı görüntüler kullanılmadı. Multiparametrik MR PI-RADS skorlamasına göre kontrastlı incelemenin skoru değiştirdiği tek kriter; periferik zon tümörlerinde T2AGye göre P3 evrelendirmesi yapılan olgular olup bu olgularda erken kontrastlanma varlığının skoru yükseltmesi gerektiği bilinmektedir. Ekim 2014 ile Nisan 2016 tarihleri arasında, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran, klinik muayene ve PSA ölçümleri ile prostat kanserinden şüphelenilen, radikal prostatektomi ve 12 kadran prostat biyopsisi yapılan, histopatolojik olarak prostat kanseri tanısı alan toplam 48 olgu çalışma grubuna dahil edilerek radyoloji kliniğinde çekilmiş prostat MR- Diffüzyon MR görüntüleri (b değeri 800 s/mm2) biyopsi sonuçlarından bağımsız tek bir radyolog tarafından MR iş istasyonlarında değerlendirildi. Radikal prostatektomi yapılan 26 olgu ve 12 kadran biyopsisi yapılan 22 olgunun T2AG ve DAG görüntülemeleri baz alınarak yapılan biparametrik PI-RADS V2 evrelemesi ile histopatolojik tanısı, patolojik alanlardan ölçülen ADC değerleri ile histopatolojik Gleason skoru karşılaştırılmalı olarak değerlendirildi. Elde edilen difüzyon ağırlıklı eko planar görüntüler, MR sisteminin çalışma istasyonunda (Advantage Windows, software version 2,0, GE Medical Systems) işlendikten sonra prostatın E ADC ve ADC haritaları çıkarıldı. Hastaların sırasıyla önce T2AGde periferik zonları değerlendirildi. T2A incelemede periferik zonda benign, sınırda benign- şüpheli veya malign kabul edilen alanlara PI-RADS skorlamasına göre sırasıyla P1den P5e kadar uygun evreleme yapıldı. P4 olgularında malign olarak kabul edilen alan 1,5 cmden büyük ise bu olgular evre P5 kabul edildi. Ardından tüm periferik zon alanları sırasıyla DAGda E ADC ve ADC değerleri kullanılarak değerlerdirildi. E ADC özellikle diffüzyonu şüpheli alanlarda ADC ile korele değerlendirildiğinde lezyon sınırlarını daha net göstermesi nedeniyle her hastada ADC ile beraber kullanıldı. ADC haritalarında şüpheli görülen kısıtlanmış alanlardan 2 ayrı değer ölçülerek ortalamaları alındı. Tüm hastalara diffüzyon incelemede P1den P5e uygun skorlama yapıldı. Son olarak T2 evresi P1-P3 olgular eğer ADC değeri yüksek ise overall skorda (P4- P5) yükseltildi ve malign kabul edildi. Aynı incelemeler sırasıyla her hastanın santral zonu için tekrarlandı. Önce T2AG sonra DAGa göre PI-RADS evrelemesi sırasıyla yapıldı. Tüm olgularda santral zon için overall skor yine diffüzyon incelemeye göre karar verildi. Yani T2A incelemede santral zonda T2 skoru P1-P3 olan olgular, DAGda P4-P5 ise overall skorları yükseltildi ve P4-P5 olarak kabul edildi. Eğer santral zonda T2 skoru daha yüksek ise overall skor için T2 skoru kabul edildi ve diffüzyon etkisiz olarak değerlendirildi. Periferik ve santral zonlarda her olguda ayrı ayrı PI-RADS skorlaması yapılarak histopatoloji ile karşılaştırıldı. Histopatolojik inceleme sonrası periferik zon patolojisi olan 35 hastanın T2AG lerine göre yapılan PI-RADS skorlamasında 7 hasta P1-P2 (benign), 19 hasta P3 (borderline), 22 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Periferik zon patolojisi olan 35 hastanın

9 DAG lerine göre yapılan PI-RADS skorlamasında 8 hasta P1-P2 (benign), 8 hasta P3 (borderline), 32 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Periferik zon patolojisi olan 35 hastanın DAG ve T2AG lerine göre yapılan PI-RADS Overall V2 skorlamasında 8 hasta P1- P2 (benign), 6 hasta P3 (borderline), 34 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Histopatolojik inceleme sonrası santral zon patolojisi olan 35 hastanın T2AG lerine göre yapılan PI-RADS skorlamasında 12 hasta P1-P2 (benign), 12 hasta P3 (borderline), 24 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Santral zon patolojisi olan 35 hastanın DAG lerine göre yapılan PI-RADS skorlamasında 11 hasta P1-P2 (benign), 8 hasta P3 (borderline), 29 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Santral zon patolojisi olan 35 hastanın DAG ve T2AG lerine göre yapılan PI-RADS Overall V2 skorlamasında 11 hasta P1-P2 (benign), 3 hasta P3 (borderline), 34 hasta P4-P5 (malign) olarak belirlendi. Periferik zonda adenokarsinom odağı bulunan olguların T2AG ve DAG lerine göre yapılan bp-mrg ile PI-RADS evreleme sonucu Overall V2 skoru ile histopatoloji karşılaştırması anlamlı bulundu (p<0,005)(kappa=0,948) Santral zonda adenokarsinom odağı bulunan olguların T2AG ve DAG lerine göre yapılan bp-mrg ile PI- RADS evreleme sonucu Overall V2 skoru ile histopatoloji karşılaştırması anlamlı bulundu (p<0,005)(kappa=0,948 Histopatolojik olarak tespit edilen gleason skorlamalarında toplam 48 olgunun 1inin; gleason skoru (5+4)=9, 12sinin; (4+3)=7, 10unun; (3+4)=7, 22sinin; (3+3)=6 olduğu görüldü. Gleason skorları, lezyon odağı açısından şüpheli görülen yerlerden alınan ortalama ADC değerleri ile karşılaştırıldı. Elde edilen ADC değerlerinin Gleason skoru artışı ile korele olmadığı tespit edildi. Sonuç olarak DAG ile malign lezyonlarda ölçülen ADC değerleri normal prostat dokusuna göre anlamlı derecede düşmektedir. DAG ve T2A incelemenin periferal ve santral zondaki tanısal performansı arasında belirgin fark izlenmemiş olup DAG+T2A birlikte değerlendirildiğinde tanısal performansı daha iyi olmaktadır. Bulgularımıza göre prostat kanseri şüphesi olan her hasta grubunda, yapılacak rutin MRG protokollerine DAG eklenmeli, PI-RADS evrelemesi yapılarak overall skoru alınmalıdır. Özellikle kontrast allerjisi olan, kontrast madde kullanılamayan olgularda veya standart kontrastlı dinamik görüntülerin değerlendirilmesinden önce yapılacak ilk değerlendirmede diffüzyon MR inceleme ile biparametrik PI-RADS skorlamanın hem hızlı hem de multiparametrik MR kadar başarılı sonuçlar verdiğini düşünmekteyiz.

10 SB-6 FOKAL KARACİĞER LEZYONLARININ SAPTANMASINDA DÜŞÜK VE YÜKSEK B DEĞERİ İLE ELDE OLUNAN DİFÜZYON AĞIRLIKLI MR GÖRÜNTÜLEME İLE 3 FARKLI T2A MR SEKANSLARININ EFEKTİVİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI OKAN DİLEK, BOZKURT GÜLEK, CENGİZ YILMAZ, ÖMER KAYA, GÖKHAN SÖKER, MEHMET ALİ AKIN SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ, ADANA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, ADANA Fokal karaciğer lezyonlarının saptanmasında düşük ve yüksek b değeri ile elde olunan difüzyon ağırlıklı MR görüntüleme (DAG) ile üç farklı T2A sekanslarının [Single Shot Fast Spin Echo (SSFSE), Fast Imaging Employing Steady State Acquisition Sequence (FIESTA), Periodically Rotated Overlapping Parallel Lines with Enhanced Reconstruction (PROPELLER) FSE] etkinliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamızda, kliniğimizde yapılan 1024 üst batın MR tetkiki taranarak fokal karaciğer lezyonu olan 147 hasta ve bu hastalara ait 255 lezyon değerlendirmeye alındı. Bu hastaların 84 ü kadın, 63 ü erkekti. Çalışmaya katılanlardan birden fazla karaciğer lezyonu olan hastalarda en fazla 4 lezyon değerlendirmeye alındı. Değerlendirmede hasta yaş ortalaması 55,2 ± 14,7 yıl, lezyonların boyut ortalaması 22,24 ± 21,22 mm olarak hesaplandı. Lezyonların 199 u benign, 56 sı maligndi. Fokal karaciğer lezyonlarının saptanmasında düşük b (0 sn/mm²) ve yüksek b (600 sn/mm²) difüzyon ağırlıklı görüntüler ile üç farklı T2A sekanslar (SSFSE, FIESTA, PROPELLER FSE) kullanıldı. Değerlendirme, çift kör prensibi kullanılmak süretiyle, üç farklı radyolog tarafından yapıldı. Değerlendirmelerde DAG ler ve T2A görüntüler ayrı ayrı, farklı zamanlarda yorumlandı. Hastaların üst batın MR tetkiklerinin kontrastlı serilerine, DAG lerine, T2A ve T1A görüntülerine, eski tetkiklerine, hastanın klinik bilgilerine bakılarak yapılan değerlendirme sonuçları referans değerler olarak belirlendi. Değerlendiriciler arasındaki uyumu incelemede Kappa istatistik değerlendirmesi metodu kullanıldı. Farklı özelliklere göre sekansların pozitiflik oranını karşılaştırmada Ki Kare istatistiği yöntemi kullanıldı. Tüm testlerde istatistiksel önem düzeyi 0,05 olarak alındı. Değerlendirmede hasta yaş ortalaması 55,2 ± 14,7 yıl, lezyonların boyut ortalaması 22,24 ± 21,22 mm olarak hesaplandı. Lezyonların 199 u benign, 56 sı maligndi. b 0 DAG, b 600 DAG, FIESTA T2A, SSFSE T2A, PROPELLER FSE T2A görüntülerin fokal karaciğer lezyonlarını tespit etme yüzdeleri sırasıyla %95,7, %66,3, %94,4, %92,8 ve %93,8 olarak hesaplanmış olup b 0 değerli DAG nin fokal karaciğer lezyonlarını tespit etmede en yüksek orana sahip olduğu anlaşılmıştır. b 0 DAG lerin diğer tüm serilere göre, fokal malign karaciğer lezyonlarını saptaması daha yükek oranlardadır. b 0 değerli DAG lerin yüksek oranlarda fokal karaciğer lezyonu tespit etmesi istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0,05). T2A görüntülerde ise en fazla fokal karaciğer lezyon tespit oranının FIESTA sekansında olduğu hesaplandı. Fokal malign karaciğer lezyonlarının tespitinde düşük b değerli görüntülerde tüm malign lezyonlar tespit edilirken, T2A serilerin ise malign lezyonların tespitinde yetersiz kaldığı gözlenmiştir. Yüksek b değerli DAG lerin, SSFSE ve PROPELLER FSE T2A görüntülere kıyasla malign lezyonları yüksek oranda tespit edebilmesi, istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p < 0,05). Değerlendiriciler arasındaki uyum, sekans sekans değişmekle birlikte, orta ve yüksek derecede

11 uyum gözlendi. Değerlendiricilerin deneyimleri, lezyon tespit etmelerindeki yüzdeler ile paralellik gösterdi. En deneyimli radyolog tüm serilerde, referans değerlere yakın oranlarda fokal karaciğer lezyonları tespiti yapmıştır. En deneyimsiz radyolog ise en uzak değerlendirmeleri yapmıştır. Değerlendiricilerin atladıkları lezyonlar incelendiğinde malign lezyonları T2A serilerde atladıkları görüldü. DAG lerin fokal karaciğer lezyonlarını diğer sekanslara göre daha fazla saptaması istatiksel olarak anlamlı olmasa da, T2A görüntülerin DAG lerle birlikte değerlendirilmesi, malign lezyonların atlanması ihtimalini en aza indirecektir. Sonuç olarak, DAG nin rutin karaciğer MR incelemelerinde kullanılmasının yararlı olacağı kanaatine varılmıştır.

12 SB-7 KADIN GENİTAL SİSTEM KİTLELERİNİN MR SPEKTROSKOPİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ DERYA SEVEN, MEHMET ATALAR, MÜBECCEL ARSLAN, BÜLENT YILDIZ CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, SİVAS Pelvik kitle ön tanısıyla alt batın MRS (Manyetik Rezonans Spektroskopi) tetkiki yapılan kadın hastalarda MRS de saptanan metabolit piklerinin, pelvik kitlelerde malign-benign ayrımında tanıya katkısının klinikte kullanılabilirliğini araştırmaktır. Çalışmamıza Mart 2015-Haziran 2016 tarihleri arasında konvansiyonel MRG sinde pelvik kitlesi bulunan ve pelvik kitleden opere olan 45 kadın hasta alındı. Bu hastalarda pelvik MR ve MR Spektroskopiler değerlendirilerek, MR Spektroskopide NAA, kolin, kreatin, laktat ve lipit metabolitlerine ait majör tepe amplitüdleri analiz edildi. Tüm malign ve benign pelvik kitleler, kolin, lipit, kreatin, NAA piki ve eşik değer 7 milimol kolin konsantrasyonu ile karşılaştırıldığında anlamlı sonuç bulunmadı. Patoloji sonucu malign ve benign olan kitleler laktat ile karşılaştırıldığında gruplar arası farklılık önemli bulundu (p<0,05). Benign kitlelerde %55,3 oranında, malign kitlelerin %100 ünde (++) laktat piki görüldü. Tüm pelvik kitleler kistik solid içeriğine göre kolin piki yönünden karşılaştırıldığında gruplar arası farklılık önemli bulundu (p<0,05). Solid lezyonlarda % 91,7 oranında, kistik lezyonlarda % 33,3 oranında kolin yüksekliği saptandı.teratomların dışında ovaryan epitelyal kitlelerin çoğunda ve tubal epitelyal kitlelerde NAA yüksekliği saptandı. Bulgularımız yapılan değişik çalışmaların bazıları ile uyumlu bulunurken bazı çalışmalarla uyumlu bulunmadı. MRS pelvik kitlelerde değişken sonuçlara sahip olmakla birlikte, ek tanı aracı olarak, MRG ve düffuzyon MRG ile kullanıldığında faydalı sonuçlar elde edilebilmektedir. MRS ile kitlelerin moleküler metabolitlerinin tesbit edilmesi histopatolojik incelemelerle korele edildiğinde değerli bilgiler vereceğini düşünmekteyiz.

13 SB-8 İİLEOANAL POŞUN MRG İLE DEĞERLENDİRİLMESİ: ENDOSKOPİ VE PATOLOJİ KORELASYONU İLE BİRLİKTE TANIMLAYICI RADYOLOJİK ANALİZ ÇAĞLAR UZUN 1, GÜL AYŞE ERDEN 1, ATİLLA HALİL ELHAN 2 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, BİYOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI Çalışmanın amacı ileal poş-anal anastomoz (İPAA) operasyonu yapılmış olgularda ileal poş inflamasyonunun MRG bulgularını tanımlamak, endoskopi ve patoloji bulguları ile korele etmektir. Ekim 2011 ve Ocak 2017 tarihleri arasında İPAA operasyonu yapılmış olguların MRG incelemeleri geriye dönük olarak değerlendirildi (n=24; 14 erkek, 10 kadın; ortalama yaş 44.7; yaş aralığı 22-67). Abdomen radyolojisi konusunda deneyimli iki radyoloji uzmanı tarafından ikili konsensus yöntemi ile toplam MRG skorları ve aktif inflamasyon MRG skorları hesaplandı. 90 gün içerisinde yapılmış olan poş endoskopisi ve patoloji sonuçları değerlendirmeye alındı. Endoskopik tetkiklerde geriye dönük değerlendirme yapılamadığı için endoskopi skoru hesaplanmadı. Patoloji skorları medikal kayıtlardan hesaplandı. Her iki MRG skorunun tanısal performansı ROC analizi ile değerlendirildi. MRG skorları patoloji skorları ile korele edildi. ROC analizinde eğri altında kalan alan toplam MR skoru için ± 0.038, p < 0.001; aktif inflamasyon skoru için ± 0.065, p < olarak hesaplandı. En iyi sonuçlar 4 ve üzerindeki toplam MRG skorları ile elde edildi. Poş inflamasyonu için duyarlılık %94, özgüllük %85, pozitif öngörü değeri %94, negatif öngörü değeri %85, tanısal doğruluk %91 olarak bulundu. Pozitif olabilirlik oranı 6.58, negatif olabilirlik oranı 0.06 idi. Patoloji skorları ile toplam MRG skorları (r=0.74; p < 0.001) ve aktif inflamasyon skorları (r=0.69; p < 0.001) yüksek pozitif korelasyon gösterdi. IPAA operasyonu yapılmış hastalardaki ileal poş inflamasyonu tanısında, endoskopik ve patolojik bulgular ile karşılaştırıldığında, toplam MRG skoru ve aktif inflamasyon skorlarının her ikisinin da tanısal performansı oldukça yüksek bulunmuştur. MRG, semptomatik hastalarda endoskopik değerlendirmeye alternatif olabilecek faydalı ve noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir.

14 SB-9 ERKEN EVRE KARACİĞER FİBROZİSİ: PARANKİM BİYOPSİ SONUÇLARI ADC ÖLÇÜMÜ İLE NE KADAR UYUMLU ÖZÜM TUNÇYÜREK 1, FATİH DÜZGÜN 2, FİGEN TUNALI TÜRKDOĞAN 1, ERSEN ERTEKİN 1, ALTAY KANDEMİR 3, VELİ SÜHA ÖZTÜRK 1, İMRAN KURT ÖMÜRLÜ 4, NİL ÇULHACI 5, GÖKHAN PEKİNDİL 2, YELDA ÖZSUNAR 1 1 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD 2 CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, MANİSA 3 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI AD GASTROENTEROLOJİ BD, AYDIN 4 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK AD, AYDIN 5 ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ PATOLOJİ AD, AYDIN Karaciğer parankim hastalığı bulunan hastalarda ADC değerlerinin erken evre fibrozisin ayırdedilmesindeki rolünü ortaya koymak ve görüntülemenin biyopsiye göre ne kadar alternatif olabileceğini araştırmaktır. Karaciğer parankim hastalığı bulunan 58 hastanın klinik takipleri sırasında elde edilen DAG leri geriye dönük olarak değerlendirildi. Araştırma iki farklı merkezde etik kurul onayı ile gerçekleştirildi. Fibrozis değerleri histopatolojik olarak modifiye HAI skoru ile belirlendi ve olgular fibrozis skorlarına göre F0 (n=20), F1-3 (n=10) ve F4-6 (n=28) olarak gruplandı. Gruplar arasındaki ADC değerleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Fibrozis skoru F1-3 ve F4-6 olan olguların ADC değerleri F0 grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı fark bulundu (p=0.002; 0.003). Bununla birlikte, F1-3 ve F4-6 grupları arasında herhangi bir farklılık saptanmadı (p=0.158). Duyarlılık ve özgüllük değerleri sırasıyla % ve % 50 idi (cut-off x 10-3 mm2 / s, AUC 0.816, p <0.001). Histopatolojik olarak belirlenen mhai değerleri kronik karaciğer hastalığının prognozunu ve tedavisini etkileyen önemli bir bilgidir. Biyopsi invazif bir prosedür olup nadiren de olsa ciddi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Gelecekte ADC değerleri fibrozis skorlarının belirlenmesinde biyopsinin yerini alabilir.

15 SB-10 SERVİKS KANSERLERİNDE MAGNETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE ÖLÇÜLEN KANTİTATİF DEĞERLERİN PROGNOZ İLE İLİŞKİSİ HAKAN İMAMOĞLU 1, EZGİ MEZGİTLİ 1, SERAP DOĞAN 1, GÜVEN KAHRIMAN 1, NURİ ERDOĞAN 1, MEHMET DOLANBAY 2 1 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. RADYOLOJİ A.D., KAYSERİ 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAK. KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM A.D., KAYSERİ Kanser hastalarının değerlendirilmesinde morfolojik görüntülemenin limitasyonları nedeniyle fonksiyonel görüntüleme giderek daha önemli hale gelmektedir. Ancak serviks kanserlerinde fonksiyonel görüntüleme hakkında bilgi azdır ve olan bilgiler birbiri ile çelişmektedir. Bu çalışmanın amacı; görünür difüzyon katsayısı (ADC) değeri ve yeni bir kantitatif parametre olabilecek T2 sinyal intensitesi ile prognozu etkileyen tümör özellikleri arasındaki korelasyonun araştırılmasıdır. Çalışmaya patolojik olarak serviks kanseri tanısı almış 29 hasta dahil edildi. Morfolojik MR görüntüleri ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme (b=50, 400 ve 800 s/mm 2 ) 1,5 Tesla MR cihazında elde edildi. Tümör tipi, FIGO evrelemesi, tümör hacmi, hasta yaşı ve metastatik lenf nodu varlığı kaydedildi.tümör üzerinde ROI belirlenerek; T2 sinyal intensitesi ve ADC değerleri ölçüldü. T2 sinyal intensitesinin normalizasyonu için internal obturator kastan ROI ölçümleri yapıldı. Bu parametreler arasındaki korelasyon, Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri ile değerlendirildi. Skuamoz hücreli karsinom ve adenokarsinomun ADC değerleri arasında ve yaş ile metastatik lenf nodu varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (P < 0.05) bulundu. ADC ve T2 sinyal intensitesi değerleri ile FIGO evrelemesi, tümör hacmi, hasta yaşı ve metastatik lenf nodu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Kantitatif parametrelerden ADC değerleri prognozu göstermede yol gösterici olabilir. Prognoz ile ilişkisi ilk kez araştırılan T2 sinyal intensitesi için daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

16 SB-11 PANKREAS DİVİSUMLU HASTALARDA HEPATİK KONFLÜENS DÜZEYİNDE SAFRA KANALI VARYASYON SIKLIĞI AYŞEGÜL GÜRSOY ÇORUH, BAŞAK GÜLPINAR, HAKAN BAŞ, AYŞE ERDEN ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ABD, ANKARA Bu çalışmanın amacı pankreas divisumu (PD) olan hastalarda safra kanalı varyasyon sıklığının ortaya konmasıdır. Ağustos 2011 ve Kasım 2016 tarihleri arasında PD tanısı konmuş 145 hastanın manyetik rezonans kolanjiopankreatografi (MRKP) görüntüleri, hepatik konfluens düzeyinde, safra kanalı varyasyonları açısından retrospektif olarak iki radyolog tarafından ayrı ayrı değerlendirildi ve uyumsuzluklar konsensusla çözüldü. Suboptimal görüntü kalitesi nedeniyle 8 hasta inceleme dışı bırakıldı. Farklı nedenlerden dolayı MRKP incelemesi gerçekleştirilmiş 137 hasta ile kontrol grubu oluşturuldu. Safra kanalı varyasyonları, McSweeney ve ark. larının kullandığı sınıflandırma doğrultusunda 7 grupta değerlendirildi. İncelemeye dahil olan toplam 274 hastanın 103 ünde safra kanalı anomalisi saptandı. PD li hastaların 58 inde (%42,3) ve kontrol grubun 45 inde (%32,8) hepatik konfluens düzeyinde safra kanalı varyasyonu izlendi. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, PD li hastalarda, safra kanalı varyasyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p= 0.105). PD li hastalarda (%20,4) ve kontrol grubunda (%16,8) en sık izlenen varyasyon tip 3a olarak bulundu. PD olan ve olmayan iki grubun yaklaşık yarısına yakın kısmında, hepatik konfluens düzeyinde safra kanalı varyasyonu saptandı. En sık izlenen varyasyon, sağ posterior safra kanalının sol hepatik kanala açılmasıydı. PD li hastalarda safra kanalı varyasyonu açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmaması, hepatik konfluensteki safra kanalları ile dorsal pankreasın embriyolojik dönemde farklı tomurcuklardan köken almasına bağlı olabilir.

17 SB-12 SPN DEĞERLENDİRLMESİNDE DİNAMİK MRİ EĞRİLERİ İLE HU DANSİTE DEĞERLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI MESUT ÖZGÖKÇE 1, İLYAS DÜNDAR 1, HARUN ARSLAN 1, ABDUSSAMET BATUR 1, ALPASLAN YAVUZ 1, HANİFİ YILDIZ 2, İBRAHİM ÜNEY 2 1 VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ABD, VAN 2 VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ GÖĞÜS HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, VAN Soliter Pulmoner nodül tespit edilen hastaların malign benign ayrımında bilgisayarlı tomografide bakılan HU değerleri ile dinamik mri daki kontrast eğrilerini karşılaştırmak yılları arasındaki 23 olgu( 14 erkek 9 bayan)1.5 tesla MR ile 3D fast low-angle shot sekansı kullanılarak 0,30,60,90,120,240 saniyelerinde ki değerler alındı ve dinamik mri da eğriler A,B,C ve D tiplerine göre belirlendi.bu hastaların hiçbiri opere olmadı. pet ct ve morfolojik kriterleri de baz alınarak korelasyon sağlandı Olgularımızdan 20HU dan yüksek dansitede olanların hepside benign gösterge olan tip A ve tip B idi(sırayla 16 ve 2 adet) 4 tanesi 15HU dan düşük idi. Bir taneside de yağ dansitesinde hesaplandı Tipik olarak nodüller 20 HU dan yüksek olan benign düşük olan ise malign kabul edilir. Dinamik MRİ da ise tip A ve B benign, Tip C ve D malign kabul edilir..biz olgularımızda her ikisini yüksek oranda uyumlu bulduk.radyasyon alımını azaltma, nodül karakterizasyonunda ve inoperable yada arada kalınan durumlarda dinamik MRİ da alternatif olarak kullanılabilir diye düşünüyoruz..limitasyonumuz hastaların kesin sonuçlarının olmaması idi. sadece SUV değerleri ve morfolojik olarak korelasyon sağlanabildi

18 SB-13 RENAL HÜCRELİ KARSİNOMLARIN SUBTİPLERİNİ VE BERRAK HÜCRELİ RENAL HÜCRELİ KARSİNOMLARIN FUHRMAN GRADE'İNİ BELİRLEMEDE DİFFÜZYON MR'IN ROLÜ CEYDA TURAN BEKTAŞ 1, AYTÜL HANDE YARDIMCI 1, ÖZLEM ARMAY 2, UĞUR YÜCETAŞ 3, NURİ ÖZGÜR KILIÇKESMEZ 1 1 SBÜ İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ 2 TRAKYA ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, EDİRNE 3 SBÜ İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÜROLOJİ KLİNİĞİ Renal hücreli karsinom(rcc) ve böbrek parankiminin ADC değerlerinin karşılaştırılması, RCC subtiplerinin ayrımında ve berrak hücreli RCC lerde Fuhrman grade inin belirlenmesinde Diffüzyon MR(DAG) ın rolunün saptanması amaçlanmıştır. Mayıs Ağustos 2016 tarihleri arasında histopatolojik olarak RCC tanısı alan 110 olgudan MR(1.5 T) incelemesi olan 47 olguya ait patolojik bulgular, b 0 ve 400 sn/mm2 değerleri ile elde olunan DAG ları retrospektif olarak incelendi. RCC lerde ROI tümörün %80-90 ını kapsayacak şekilde ADC değerleri ölçüldü. Berrak hücreli olanlar (n=33) ile diğer subtipler(n=14) karşılaştırıldığında, berrak hücreli RCC li olgularda ADC değerinin anlamlı olarak daha yüksek olduğu tespit edildi (p<0,0001). Berrak hücreli RCC ler ile normal böbrek parankimi arasında ADC değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmazken (p=0,323), diğer RCC subtiplerinde ADC değeri normal böbrek parankimine göre anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0,001). Berrak hücreli RCCli 33 olgu Fuhrman nükleer derecesine göre grade 1 ile 2 düşük dereceli (n=18) ve grade 3 ile 4 yüksek dereceli (n=15) olarak ele alındığında, gruplar arasında ADC değerleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı.gruplar kendi içerisinde ele alındığında düşük dereceli (p=0.589) ve yüksek dereceli grupta (p=0,159) normal parankim ile tümörün ADC değerlerinde anlamlı farklılık saptanmadı. Berrak hücreli dışındaki RCC subtiplerinde ADC değerleri tanıda yardımcı olabilir. Berrak hücreli RCC lerin ADC değerlerinde normal böbrek parankimi ile anlamlı fark saptanmaması olgu sayısının azlığı ya da ROI nin tümörün kistik-nekrotik komponentlerini de içerecek şekilde geniş alınması ile ilişkili olabilir. Farklı ROI seçimleri ve olgu sayısının arttırılması ile yeni çalışmalar yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.

19 SB-14 MR DEFEKOGRAFİDE SIK KARŞILAŞILAN BULGULAR AFAK DURUR KARAKAYA, MEHMET ŞEKER, CENGİZ EROL İSTANBUL MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANA BİLİM DALI, İSTANBUL MR defekografi ile pelvik bölgenin ve defekasyonun anatomik ve fonksiyonel değerlendirmesi ile MR defekografide sık rastlanan bulguları anlatmayı amaçladık. Hastalara görüntüleme öncesi 240 cc sonografi jeli rektal yoldan küçük rektal tüp ile uygulandı. Hastalara aksiyel, koronal ve sagital düzlemde T2TSE görüntüler ve sagital düzlemde cine görüntüler alındı. Cine görüntüler istiraat, sıkma, ıkınma ve defekasyon fazında yapıldı. Görüntü analizi puborektal çizgiye göre vajen, mesane ve rektumun ilişkisine göre yapıldı. Hareketler defekasyon fazında ölçümlendirildi. Defekasyon ile ilişkili şikayetleri olan hastalarda pelvik taban sarkması; anterior rektosel, enterosel, intusepsiyon, rektal prolapsus ve anismus gibi patolojilere sık rastlanır. Bu problemlerin değerlendirilmesinde bir çok yöntem kullanılmıştır. Ancak MR defekografi x ışını içermemesi ve noninvazif bir yöntem olması nedeniyle günümüzde oldukça tercih edilir bir yöntem olmuştur. MR defekografi fonksiyonel pelvik taban hastalıklarının tanısında ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde hem anatomik hem de fonksiyonel bilgi vermesi nedeniyle oldukça etkin ve güvenilir bir yöntemdir.

20 SB-15 T1 HARİTALAMA SEKANSLARININ KARŞILAŞTIRILMASI-SAĞLIKLI MİYOKARDİYUMUN NORMAL DEĞERLERİ VE TEKRARLANABİLİRLİK ELİF PEKER 1, LEA WİNAU 2, MARTİN GERSTER 2, ROBERT HEİNKE 2, JULİAN LUKAS WİCHMANN 4, SIMON S. MARTIN 4, KATRIN SCHNOES 3, ANDREAS ZEIHER 3, THOMAS VOGL 4, ANDREAS GREISER 5, EIKE NAGEL 2, VALENTINA O. PUNTMANN 2 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 GOETHE ÜNİVERSİTESİ KARDİYOVASKÜLER GÖRÜNTÜLEME BİRİMİ 3 GOETHE ÜNİVERSİTESİ KARDİYOLOJİ BÖLÜMÜ 4 GOETHE ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ BÖLÜMÜ 5 SIEMENS HEALTH CARE Bu çalışmada 3 farklı MOLLI sekansının (MOLLI 5(3)3 FA35, MOLLI 3(3)3(3)5 FA50, MOLLI 3(2)3(2)5 FA50), kontrast öncesi ve sonrası, 3 farklı kesitte (basal, orta ve apikal), uygulanması sonucu elde edilen T1 değerlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Üç farklı MOLLI sekansı normotansif, hiçbir hastalığı bulunmayan, düzenli ilaç kullanımı olmayan kişilere uygulanmıştır (n=15). Kontrast öncesi ve sonrasında bazal, orta ve apikal kesitlerden geçecek şekilde kısa aks görüntüleri 1.5 T Siemens cihazda hareket düzeltme (MOCO) algoritması kullanılarak alınmıştır. ROIler septuma ya da kısa aksın tümünü kapsayacak şekilde (SAX) yerleştirilmiştir. Lateral duvar T1 değerleri bölgesel varyasyonları saptayabilmek için ölçülmüştür. Gözlemci içi ve gözlemciler arası tekrarlanabilirllik Bland Altman metodu kullanılarak değerlendirilmiştir. Genel olarak, native T1 için MOLLI3(3)3(3)5FA50 ile yüksek T1 değerleri elde edilmiştir. Apikal kesitten elde edilen değerlerde geniş varyasyon izlenmiştir. Tüm sekanslarda bölgesel farklılıklar saptanmıştır. Septal ölçümlerin, SAX ölçümlere göre gözlemci içi ve gözlemciler arası tekrarlanabilirlikleri, hem ilaç öncesi, hem ilaç sonrası görüntülerde daha yüksek bulunmuştur. Her 3 sekansın da tekrarlanabilirlik ve varyasyon katsayıları makul düzeylerde iken, MOLLI 3(2)3(2)5FA50 septal ölçümlerinde genel olarak en yüksek tekrarlanabilirlik değerleri ve en dar varyasyon katsayıları izlenmiştir. Her 3 MOLLI sekansının da kendine özgü normal değerleri mevcuttur. Her 3 MOLLI sekansı ile yapılan ölçümlerin tekrarlanabilirlikleri yüksektir. Kavite ortası düzeyinden yapılan septal örneklemler parsiyel volüm etkilerine en az maruz kalan ölçümlerdir. Apikal kesitlerde ise dağılım genişliği yüksektir. Lateral duvardan yapılan ölçümlerin septum ve SAX ölçümlerine göre tekrarlanabilirlikleri daha düşüktür. MOLLI 3(2)3(2)5FA50 septal örnekleme ile elde edilen değerler en yüksek tekrarlanabilirlik oranlarına sahiptir.

21 SB-16 İSTİRAHATT1 MAPPİNG AT REST AND ADENOSİNE STRESS- COMPARİSON OF T1 MAPPİNG SEQUENCES FOR FEASİBİLİTY AND EFFECT SİZE ELİF PEKER 1, LEA WİNAU 2, ROBERT HEİNKE 2, KATRIN SCHNOES 2, JULİAN LUKAS WİCHMANN 2, THOMAS VOGL 2, ANDREAS ZEIHER 2, ANDREAS GREISER 3, EİKE NAGEL 2, VALENTINA O. PUNTMANN 2 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2 GOETHE ÜNİVERSİTESİ KARDİYOVASKÜLER GÖRÜNTÜLEME BİRİMİ 3 SIEMENS HEALTH CARE Kontrast madde kullanılmaksızın iskeminin saptanması için istirahatte ve adenozin stres testi esnasında yapılan T1 haritalama görüntülemesinden faydalanılabilir. Bu çalışmanın amacı 3 farklı T1 haritalama sekansının (MOLLI5(3)3 FA35; MOLLI 3(3)3(3)5 FA50; MOLLI3(2)3(2)5 FA50) iskeminin saptanmasında uygulanabilirliğini karşılaştırmaktır. Adenozin öncesi ve sonrası alınan kısa aks T1 haritalama görüntüleri MOCO algoritması ile rekonstrükte edildikten sonra değerlendirilmiştir. Septumdan T1 değerleri ölçülmüştür. Görüntülerde artefakt olmaması durumunda tanısal kabul edilmiştir. Çalışmaya toplam 55 hasta dahil edilmiştir (ortalama yaş 56±12). Stres görüntüleri 24 hastada (%46) tanısal olarak kabul edilmiştir. Solunum hareketleri artefaktların başlıca sebebini oluşturmuştur. Özellikle MOLLI 3(3)3(3)5FA50 de uzun nefes tutma süresi sebebiyle artefaktlar belirgin olarak izlenmiştir. Değerlendirilebilen 24 hastada her 3 sekans ile artmış kan akımı saptanabilmiştir. Ancak MOLLI3(2)3(2)5 FA50 sekansının etki büyüklüğü diğer sekanslara göre daha yüksek bulunmuştur. Adenozin miyokard kan hacmini arttırarak, normal miyokardın T1 değerlerinde artışa neden olur. Adenozin stres esnasında T1 değerlerinde izlenen artış miktarına T1 reaktivitesi adı verilir. İskemik miyokardın T1 reaktivitesinin normal miyokarda göre daha düşük olduğu gösterilmiştir. Adenozin stres testinin özellikle hareket artefaktı gibi artefaktların sık görüldüğü bir yöntem olması T1 reaktivitenin değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Her 3 MOLLI sekansı da artefakt izlenmeyen hastalarda T1 reaktiviteyi yansıtabilmektedir. Ancak klinik uygulamanın yaygınlaşması için artefaktları önleyici çalışmalara ihtiyaç vardır.

22 SB-17 HEPATOBİLİYER FASİYOLİAZİSİN BT VE MRG BULGULARI UĞUR TOPRAK, HASAN ALİ EKŞİLİ, SEFA TÜRKOĞLU, MUSTAFA KAYAN SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, ISPARTA Fasiyoliyazis, Fasciola hepatica nın oluşturduğu enfestasyondur. Fasciola hepatica Türkiyede endemiktir. Birçok hepatik ve biliyer hastalığı taklit edebilir. Ayırıcı tanıda düşünülmez ise yanlış tanı ve gecikmiş tedavi kaçınılmaz olabilir. Bu çalışmada Fasiola hepatica nın hepatobiliyer sistem enfestasyonunun BT ve MRG bulguları sunulmaktadir. Ocak 2013 ile Mart 2017 tarihleri arasında kliniğimizde Abdomen BT veya Abdomen MRG- MRKP tetkikinde bulgusu olan, tanısı ELISA ve eşlik eden eozinofili ile kanıtlanmış olgular retrospektif olarak değerlendirildi. Dokuz hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastalardan 6 sının MRG-MRKP, 3 ünün BT si mevcuttu. MRG bulgusu pozitif 6 hastanın 3 ünde düzensiz sınırlı, yer yer küme yapmış, nodüler, yaygın, T2A da hiperintens, T1A da izo-hipointens lezyonlar mevcuttu. Bir hastada soliter nodüler lezyon mevcuttu. İki hastada subkapsüler alandan santrale, yarımay şeklinde tünel benzeri T2A da hiperintens uzanımlar mevcuttu. MRKP ile biliyer ağaçta, 3 hastada ortak hepatik kanal veya koledokta lümende hipointens parazitler saptandı. Bir hastada intrahepatik safra yollarında hafif dilatasyon saptandı. İki hastada periportal lenfadenopati mevcuttu. BT bulgusu olan 3 hastadan 1 inde karaciğer kapsülünde çekintiler ve birbiriyle birleşme eğiliminde nodüler kalsifiye hipodens lezyonlar mevcuttu. Bir olguda ise kapsül altindan santrale lineer-tünel benzeri hipodens lezyonlar, diğerinde kümeleşme eğiliminde, sınırları düzensiz, nodüler hipodens lezyonlar ve periportal lenfadenopati hastada saptandı. Ne MRG ne de BT de lezyonlarda kontrastlanma saptanmadı.

23

24 Resim Altyazıları Resim 1. Kontrastlı BT de karaciğerde birleşme eğilimi gösteren hipodens nodüler lezyonlar. İlk bakışta malign kitle taklidi yaptığına dikkat ediniz. Resim 2. Kontrastlı abdomen BT de aynı olgunun değişik karakterde lezyonları. (a) tek nodül (ok), (b) kapsüle doğru uzayan lineer tünel benzeri yapı (ok), (c) kümeleşme eğiliminde hipodens lezyonlar (daire içinde) ve koronal BT görüntüsünde (d) koledokta parazit görüntüsü (oklar) dikkati çekiyor.

25 Resim 3. Bu olguda kontrastlı BT de lezyonlar kapsüle yakın yerleşiyor. Yarımay şeklinde hipodens tüneller, sınırları belirsiz birleşme eğiliminde lezyonlar ve kapsülde çekintiler görülmekte. Resim 4. Aksiyal T2A kesitinde sol lobda semisolid yapıdaki odak görülmekte (ok). MRKP de ise koledokta parazitin yaprak benzeri yapısı rahatlıkla seçilebiliyor. BT veya MRG-MRKP de yukarida tanimlanan bulgularin yanisira laboratuvar bulgular da destekliyor ise ozellikle endemik bölgelerde yasayan hastalarda fasiyolazis ayırıcı tanıda düşünülmelidir.

26 SB-18 BENİNG VE MALİGN PORTAL VEN TROMBOZU AYIRICI TANISINDA INTRAVOXEL INCOHERENT MOTION VE KONVANSİYONEL DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEMENİN TANIYA KATKISI EMEL KAYA BEDRİYE KOYUNCU SOKMEN 1, SADİK SERVER 1, AYSEGÜL ÖZ 1, NAGİHAN INAN GÜRCAN 1, NUMAN CEM BALCİ 1, YAMAN TOKAT 2 1 ISTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ABD 2 ISTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ GENEL CERRAHİ ABD Bening ve malign portal ven trombozunun (PVT) ayırıcı tanısında intravoxel incoherent motion (IVIM) ve konvansiyonel difüzyon ağırlıklı görüntülemenin (DWI) tanıya katkısının değerlendirilmesi PVT si olan (13 benign, 15 malign) 28 hasta (18 erkek, 10 kadın) retrospektif analiz edildi. Tüm hastaların görüntüleri 1.5 T MRG cihazinda 4 kanallı phased array body coil ile elde edildi. Üst abdomene yönelik rutin kontrastsız ve kontrastlı sekanslara ilave olarak IVIM ( s/mm 2 arasında 16 farklı b faktörü) ve konvansiyonel DWI (50, 400, 800 s/mm 2 arasında 3 farklı b faktörü) SS TSE-EPI sekansı kullanılarak elde edildi. IVIM (ADCivim) ve konvansiyonel DWI (ADCcon) den iki farklı ADC haritası rekonstrükte edildi. Ek olarak D (true diffusion coefficent), D* (kan akımıyla ilişkili pseudo-diffusion coefficient) ve f (perfusion fraction) gibi IVIM parametreleri elde edildi. ADCcon, ADCivim, D, D* ve f değerleri benign ve malign grup için Student s t testi ile karşılastırıldı. Parametrelerin ayırıcı tanıdaki etkinliği, recevier operating characteristic (ROC) ile analiz edildi. Malign PVT lerde ADCcon, ADCivim ve D değerleri, benign PVT lerden anlamli olarak düşük idi (sırasıyla p=0.011, p=0.008 ve p=0.046). f değerleri malign grupta yüksek olmakla birlikte farklılık istatiksel olarak anlamlı değildi (ortalama f benign PVT ler için %11,43±2,04; malign PVT ler için %13,95±1,59). En iyi ayırıcı parametre ADCivim idi (ortalama ADCivim benign PVTler için 1,08±0,22x10-3 mm 2 /s ; malign PVTler icin 0,77±0,31x10-3 mm 2 /s). DWI ve IVIM den elde edilen ADC değerleri benign ve malign PVT ayırıcı tanısında yardımcı olabilir. f değerleri malign grupta yüksek olmakla birlikte geniş seri ile yapılacak ileri çalışmalara gerek vardır.

27 SB-19 EXPLANTTAKİ HEPATOSELLÜLER KARSİNOM GRADELEMESİNDE İNTRAVOKSEL İNCOHERENT MOTİON VE KONVANSİYONEL DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEME PARAMETRELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI BEDRİYE KOYUNCU SÖKMEN 1, AYŞEGÜL ÖZ 1, SADIK SERVER 1, MURAT DAYANGAÇ 2, GÜLEN BÜLBÜL DOĞUSOY 3, NAGİHAN İNAN 1, NUMAN CEM BALCI 1 1 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 2 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ GENEL CERRAHİ ANABİLİM DALI 3 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI Karaciğer transplantasyonu yapılan hepatosellüler karsinomlu (HSK) hastaların explant incelemelerindeki patolojik gradelemesinde intravoksel incoherent motion (IVIM) ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) paramatrelerinin tanısal doğruluklarını karşılaştırmayı amaçladık. Explant incelemelerinde histopatolojik olarak HCC tanısı alan 23 hasta (20 erkek, 3 kadın; yaş aralığı 43-70) retrospektif incelendi. Tüm hastaların MRG si 1.5 T cihazda (Siemens, Magnetom Symphony, Erlangen, Germany) 4 kanallı phased array body coil ile elde edildi. Üst abdomene yönelik rutin prekontrast görüntüleri takiben single-shot echo planar spin echo (EPI) sekansı kullanılarak IVIM ( sn/mm 2 arasında değişen 16 farklı b faktörü ile) ve konvansiyonel DAG ( sn/mm 2 arasında değişen 3 farklı b faktörü ile) alındı. IVIM (ADCivim)ve konvansiyonel DAG lerden (ADCkon )iki farklı ADC haritası elde edildi. Ek olarak D, D* ve f gibi IVIM parametreleri hesaplandı. Histopatolojik olarak HSK lar düşük (grade 1,2) ve yüksek (grade 3,4) grade olarak iki grubta sınıflandırıldı. Kantitatif olarak ADCkon ve ADCivim, D, D* ve f değerleri düşük ve yüksek gradeli gruplar arasında Student s t testi ile karşılaştırıldı. Parametreler ve grade arasındaki ilişki Spearman korelasyon testi kullanılarak analiz edildi. Parametrelerin tanısal performansını değerlendirmek için ROC analizi yapıldı. Yüksek gradeli HSK larda hem ADCivim hemde ADCkon değerleri düşük gradeli olanlardan anlamlı düşük idi (p=0.036 ve p=0.015). Her iki ADC değerleri grade ile negatif korelasyon göstermekteydi (r=-490, p=0.018; r=-674, p=0.008 sırasıyla). Yüksek gradeli HSK lardaki f değeri ise düşük gradeli HSK lara göre yüksek olup (p=0.041), grade ile f değeri arasında pozitif korelasyon mevcut idi (r=0,509, p=0,013). f değeri düşük gradeli grupta %27, yüksek gradeli grupta ise %52 bulundu. IVIM ve konvansiyonel DAG den elde edilen ADCivim, ADCkon ve f değerleri HSK gradelemesinde yardımcıdır.

28 SB-20 3-T MR DA IVIM DWI VE MR- PERFÜZYON PARAMETRELERİ İLE PROSTAT LEZYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ MURAT BEYHAN 1, İSMAİL KABAKUŞ 2, RECEP SADE 3, ERDEM KOÇ 4, ŞENOL ADANUR 5, MECİT KANTARCI 3, HAYRİ OĞUL 3 1 TOKAT DEVLET HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ 2 ERZURUM BÖLGE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ 3 ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 4 ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ YENİMAHALLE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÜROLOJİ KLİNİĞİ 5 ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÜROLOJİ ANABİLİM DALI Prostat dokusunda yüksek uzaysal çözünürlüğü ile görüntüleme difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DWI) ve dinamik kontrastlı MR- perfüzyon inceleme ile mümkündür ve her ikisi altta yatan dokunun farklı özelliklerini ölçmektedir. Çalışmamızın amacı prostat dokusundaki malign lezyonlar ile benign lezyonların intravoxel incoherent motion (IVIM) DWI ve perfüzyon parametreleri arasındaki farkı incelemektir. Etik kurul onaylı prospektif çalışmamız, Şubat 2015-Eylül 2016 arasında artmış prostat spesifik antijen seviyesi (PSA) ve klinik şüphe nedeniyle IVIM DWI içeren multiparametrik prostat MR görütülemeye sahip 31 olguyu içermektedir. Olguların yaş aralığı (ortalama 65.37±7.13), serum PSA değeri (ortalama 14.85±17.29) ng/ml aralığında idi. Periferik zon için K trans, Kep, iauc ve chi 2 nin ortalama değerleri malign lezyonlarda daha büyük ve Dt nin ortalama değeri malignlerde anlamlı düşüktü (sırasıyla p:0.00, p:0.02, p:0.00, p:0.02 ve p:0.00). Transizyonel zon için K trans, Ve, iauc, chi 2 ve f nin ortalama değerleri malign lezyonlarda daha büyük ve malign lezyonlarda Dp ve Dt nin ortalama değerleri anlamlı derecede düşüktü (sırasıyla p:0.00, p:0.00, p:0.00, p:0.00, p:0.00, p:0.02 ve p:0.00). Tüm prostat bezi için K trans, Kep, Ve, iauc, chi 2 ve f nin ortalama değerleri malign lezyonlarda daha büyük ve malign lezyonlarda Dp ve Dt nin ortalama değerleri anlamlı derecede düşüktü (sırasıyla p:0.00, p:0.03, p:0.00, p:0.00, p:0.00, p:0.01, p:0.04 ve p:0.00). Kısıtlanmış difüzyon-psödodifüzyon ve artmış perfüzyon parametreleri prostat kanserinin benign patolojilerden ayırt edilmesinde önemlidir. Ayrıca, transizyonel zon ve periferik zon tümörlerinin farklı perfüzyon ve difüzyon parametrelerinin olabileceğini akılda tutmak gereklidir. Buradan hareketle multiparametrik MR protokollerine IVIM DWI ve MR- Perfüzyon parametreleri de eklenerek prostat lezyonlarını daha doğru değerlendirmek mümkün olabilecektir.

29 SB-21 İLERİ EVRE HEPATOSELLÜLER KARSİNOM OLGULARINDA SORAFENİB TEDAVİSİNE YANITIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE DİFÜZYON İNCELEMENİN KATKISI, İLK BULGULARIMIZ ERDEM YILMAZ 1, OSMAN KÖSTEK 2, BÜLENT ERDOĞAN 2, NERMİN TUNÇBİLEK 1, MUHAMMED BEKİR HACIOĞLU 2, SERNAZ UZUNOĞLU 2, İRFAN ÇİÇİN 2 1 TRAKYA TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, EDİRNE 2 TRAKYA TIP FAKÜLTESİ, TIBBİ ONKOLOJİ BİLİM DALI, EDİRNE İleri evre hepatosellüler karsinom olgularında sorafenib tedavisine cevabın değerlendirilmesinde ADC ölçümünün yerini değerlendirmek. Mart 2011 ile haziran 2016 tarihleri arasında sorafenib tedavisi alan 17 ileri evre HCC hastası incelendi. mrecist kriterlerine göre tedaviye yanıtları değerlendirildi. Tedaviye cevap veren ve vermeyen olarak 2 grup oluşturuldu. Gruplar arasındaki baseline MR ve tedaviden 1-6 ay sonraki MR larında hedef lezyonların ADC ölçümleri yapıldı. Çalışmaya alınan hastalarda kadın/erkek oranı 4/13, yaş ortalaması 58±10 (37-71) idi. Sorafenib öncesi bazal ADC ortanca değeri 1,88 (1,57-2,00)x10-3 mm 2 /sn idi. Tüm gruplar arasında ADC değişimi istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,98). Sorafenib tedavisinin ilk yanıt değerlendirmesinde ADC ortanca değeri 1,72 (1,49-2,16)x10-3 mm 2 /sn idi. Klinik ve radyolojik olarak ilk değerlendirme sonrasında 11 hastada (%,65) yanıt alındı. Yanıt alınanların ADC değişimleri ortanca değerleri 1,88 (1,60-2,05)x10-3 mm 2 /sn den 1,75 (1,65-2,40)x10-3 mm 2 /sn e azalma göstermekte olup istatistiksel açıdan anlamlı farklılık saptandı (p=0,01). Tedaviye yanıtsız grupta ise ADC değişimleri ortanca değerleri 1,89 (1,57-2,00)x10-3 mm 2 /sn den 1,36 (1,24-2,00)x10-3 mm 2 /sn e azalma göstermesine rağmen istatistiksel açıdan anlamlı değildi (p=0,22). Sorafenib tedavisi öncesi bazal ADC değerlerinin tedavi yanıtını değerlendirme prediktör olmadığı ancak ADC değişiminin tedaviye yanıtlı hastalarda anlamlı değişiklik gösterdiğini saptadık. ADC değerlerinin sorafenib tedavisine yanıtın değerlendirmesinde faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Bu konu ile ilgili geniş populasyonlu çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.

30 SB-22 CANLI DONÖR KARACİĞER TRANSPLANTASYONUNDA PROTON YOĞUNLUKLU YAĞ FRAKSİYONU İLE MR GÖRÜNTÜLEME VE BT İLE KARACİĞER YAĞLANMA DEĞERLENDİRİLMESİ: HİSTOPATOLOJİK ANALİZ İLE KARŞILAŞTIRMA SEZGİ BURÇİN BARLAS 1, ONUR LEVENT ULUSOY 2, SADIK SERVER 1, AYŞEGÜL ÖZ 1, NAGİHAN İNAN 1, YILDIRAY YÜZER 1, NUMAN CEM BALCI 1 1 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ 2 İSTANBUL FLORENCE NIGHTINGALE HASTANESİ Canlı donör karaciğer naklinde (CDKN), histopatolojiyi standart referans alarak, MR IDEAL IQ(iterative decomposition of water and fat with echo asymmetry and least squares estimation) sekansı ve BT ile karaciğer yağlanmasını ölçmeyi amaçladık. Karaciğer biyopsisinden önce toplam 21 donör (23-55 yaş arası ortalama yaşları 37 olan 11i kadın, 10u erkek ) BT ve MR görüntüleme ile değerlendirildi. MR IDEAL IQ sekansları 1,5-T MR (Optima MR450w; GE Healthcare, Milwaukee, Birleşik Devletler) ve dinamik faz BT (Somatom Sensation 16; Siemens Healthcare, Erlangen, Almanya) ile gerçekleştirildi. Karaciğer vericisi 21 hastada, karaciğer segment VI dan alınan 43 tru-cut biyopsi, patolog tarafından hücre sayımı fraksiyonunun geleneksel olarak belirlenmesiyle ve bilgisayar tabanlı algoritma ile değerlendirildi. Yağlanma varlığı, 1 = <% 5 yağ, 2 =% 5-10 yağ, 3 =% yağ, 4 =>% 20 yağ olan dört ölçekli skala ile değerlendirildi. Parametreler ile histolojik sınıf arasındaki ilişki Spearman korelasyon testi kullanılarak analiz edildi. MR görüntülemenin duyarlılığı hesaplandı. Histopatolojik değerlendirmeye göre: 21 karaciğer donöründen, 12 hastada % 5den daha düşük karaciğer yağlanması (donörlerin %57 si), 4 hastada % 5-10 karaciğer yağlanması (donörlerin % 19 u), 3 hastada % karaciğer yağlanması ( donörlerin % 14 ü ), 2 hastada % 20den fazla karaciğer yağlanması (donörlerin % 10 u) vardı. Karaciğer yağlanma ölçümünde hem MR hem de BT değerleri, histopatolojik derecelendirme ile korele idi (sırasıyla r = 736, p = 0.005; r=510, p = 0.018). MR da karaciğer yağlanma saptanması için duyarlılık %83 idi. Karaciğer yağ içeriğini ölçmek için kullanılan MR IDEAL IQ sekansı, karaciğerde yağ mevcudiyetini ve derecelendirmesini non-invaziv ve doğru bir şekilde hesaplamaktadır.

31 SB-23 KROMOFOB RENAL HÜCRELİ KARSİNOM VE ONKOSİTOMUN MRG BULGULARI IŞIL BAŞARA AKIN 1, CANAN ALTAY 1, ÖMER DEMİR 2, OZAN BOZKURT 2, ATAKAN ARSLAN 1, BURÇİN TUNA 3, KUTSAL YÖRÜKOĞLU 3, MUSTAFA SEÇİL 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ABD, İZMİR 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÜROLOJİ ABD, İZMİR 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PATOLOJİ ABD, İZMİR Onkositomlar ve kromofob renal hücreli karsinomlar (RHK) histopatolojik ve radyolojik olarak birbirlerine benzeyen böbrek tümörleridir ancak kromofob RHK ların malign olmaları ve metastaz yapma potansiyelleri nedeniyle preoperatif dönemde radyolojik ayırıcı tanı yapılabilmesi önemlidir. Bu çalışmanın amacı; onkositom ve kromofob RHK un manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulgularının değerlendirilmesi ve MR sinyal özellikleri ile preoperatif dönemde ayırıcı tanıya katkı sağlayabilecek bulgu/bulguların varlığının araştırılmasıdır. Haziran 2005 ile Aralık 2016 tarihleri arasında preoperatif MRG incelemeleri olan ve tanı alan 28 i kromofob RHK ve 8 i onkositom tanılı 36 hasta çalışmamıza dahil edilmiştir. Üst abdomen MR incelemeler 1,5 T MR cihazda gerçekleştirilmiştir. MRG bulguları iki farklı radyolog tarafından değerlendirilmiştir. İstatistiksel olarak kappa analizi, Mann Whitney U ve Ki kare testleri kullanılmıştır. Tüm hastaların yaş ortalaması 59±12,9 (27-81) idi. Kromofob RHK için ortalama tümör boyutu 69±49,4 (15-264) cm, onkositomlar için ise 76,5±64,8 (29-225) cm bulunmuştur. Santral skar onkositomların %75 inde, kromofob RHK ların ise %36 sında, tümör içi kistik bileşen ise hem onkositomların hem de kromofob RHK ların %25 inde saptanmıştır. Demografik veriler, tümör çapı, tümör sinyal özellikleri, kistik bileşen varlığı, skar varlığı ve skar özellikleri açısından gruplar arası anlamlı istatistiksel fark gözlenmemiştir. Dinamik MRG incelemede ise tümör kontrastlanma miktar ve oranları onkositomlarda (%59) kromofob RHK a (%23) farkla anlamlı bir şekilde daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Ölçümlerde gözlemciler arası uyum 0,88-0,94 olarak saptanmıştır. Dinamik MRG incelemelerde onkositomların erken ve yoğun kontrastlanma paternleri literatürde daha önce tanımlanmamış olup preoperatif dönem MRG ile onkositom ve kromofob RHK ayırıcı tanısında yardımcı olacağı öngörülmektedir.

32 SB-24 HEPATOSELLÜLER KARSİNOMLARIN GİRİŞİMSEL TEDAVİ SONRASI ERKEN DÖNEM DEĞERLENDİRİLMESİNDE IVIM VE KONVANSİYONEL DWI IN ROLÜ SADIK SERVER 1, LEVENT ULUSOY 1, SOHEİL SABET 1, EMEL CEYLAN GÜNAY 2, NAGİHAN İNAN 1, NUMAN CEM BALCI 1, YAMAN TOKAT 3 1 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ AD 2 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ NÜKLEAR TIP AD 3 İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ KARACİĞER NAKİL MERKEZİ Hepatosellüler karsinomda (HCC) kemoembolizasyon (TAKE) veya radyoembolizasyon (TARE) tedavisi sonrasında gelişen intratümoral değişikliklerin IVIM parametreleri ve konvansiyonel DWI ler ile değerlendirilmesi HCC tanısı olan 15 hasta ( 14 erkek, 1 kadın) retrospektif analiz edildi. Tüm hastaların görüntüleri 1.5 T MRG cihazinda 4 kanallı phased array body coil ile tedavi öncesi ve sonrasında 2-4 ay arası (ort:2.3 ay) intervalde elde edildi. Üst abdomene yönelik rutin kontrastsız ve kontrastlı sekanslara ilave olarak IVIM ( s/mm 2 arasında 16 farklı b faktörü) ve konvansiyonel DWI (50, 400, 800 s/mm 2 arasında 3 farklı b faktörü) SS TSE-EPI sekansı kullanılarak elde edildi. IVIM (ADCivim) ve konvansiyonel DWI (ADCcon) den iki farklı ADC haritası rekonstrükte edildi. Ek olarak D (true diffusion coefficent), D* (kan akımıyla ilişkili pseudo-diffusion coefficient) ve f (perfusion fraction) gibi IVIM parametreleri elde edildi. ADCcon, ADCivim, D, D* ve f değerleri tedavi öncesi ve sonrası grup için karşılastırıldı. Tedavi sonrası ADCcon ve ADCivim değerleri tedavi öncesi ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak yüksek idi (sırasıyla p= 0.012, p=0.002) (ortalama ADCivim tedavi öncesi için 0.74 ±0.30 x10-3 mm 2 /s ; tedavi sonrası için 1.39 ±0.31 x10-3 mm 2 /s olarak hesap edildi). IVIM den elde edilen f değerleri ise tedavi sonrasında anlamlı derecede düşüş gösterdi (ortalama f tedavi öncesi için % 37,61 ±%7,99 ; tedavi sonrası için %.8.58 ±%2.66 ) (p=0.016). DWI ve IVIM den elde edilen ADC değerleri ve IVIM den edilen f değeri HCC girişimsel işlem tedavi sonucunu erken dönem değerlendirmede kullanılabilir.

33 SB-25 TAKİPLİ ADRENAL KİTLELERDE VOLÜM ÖLÇÜMÜ ARZU TURAN, FATMA BEYAZAL ÇELİKER RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ A.D, RİZE Adrenal kitlelerin tanı sıklığı multidedektör BTlerin yaygın kullanımı ile artmıştır. İnsidental tespit edilen bu kitleler adenom yada primeri olmayan insidentaloma tanısı alınca takibe alınmaktadır. Adrenal glandların Y,Z gibi farklı morfolojik yapısı ve lezyonların tutulum şekli nedeniyle 2 yada 3 boyutlu ölçümler gözlemciler arasında belirgin fark oluşmasına sebep olmaktadır. Bu doğrultuda konuyu değerlendirdiğimizde takipte adrenal kitleler volüm ölçülerek mi takip edilmeli diye düşündük ve yılları arasında takipli 25 adrenal kitlenin değişken olan ve olmayan takip ölçümlerini volüm ölçümleri ile karşılaştırdık ve sonuçları paylaşmak istedik. Hastanemizde yılları arasında semptomatik yada asemptomatik tanı alan ve takipli 25 adrenal kitlesi olan hastanın BT lerini retrospektif olarak tekrar değerlendirdik, iş istasyonunda volüm ölçümleri yaptık. Değişken olan ve olmayan takip ölçümlerini volüm ölçümleri ile karşılaştırdık ve elde ettiğimiz sonuçların istatistiksel sonuçlarını paylaşmak istedik Takipli adrenal kitlelerde 2 yada 3 boyutlu ölçümlere ek olarak volüm verilebilinir.

34 SB-26 MR DEFEKOGRAFİ İLE PELVİK TABAN YETMEZLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ HABİP ESER AKKAYA 1, SENA ÜNAL 2, NURAY ÜNSAL HALİLOĞLU 1, GÜL AYŞE ERDEN 1 1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ 2 ERZURUM BÖLGE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Pelvik taban yetmezliğinin MR defekografi bulgularını ortaya koymak ve hem inceleme sırasında, hem de değerlendirmede dikkat edilmesi gereken noktaları vurgulamaktır. Kasım 2013-Haziran 2016 tarihleri arasında ünitemizde MR defekografi tetkiki yapılmış 124 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. MR defekografi görüntüleri üzerinden ön, orta ve arta kompartman patolojileri araştırıldı, varsa derecelendirilmesi yapıldı. Levator hiatusun aksiyel çapı ve iliokoksigeal açı, istirahat ve ıkınma fazında ölçülüp karşılaştırıldı. H çizgisi, M çizgisi, anorektal açı, istirahat, ıkınma ve defekasyon fazlarında ölçüldü ve ayrı ayrı karşılaştırıldı. Hastaların %66.4 ünde (n=79) ön kompartman bozukluğu, %45.4 ünde (n=54) orta kompartman bozukluğu, %96.6 sında (n=115) arka kompartman bozukluğu mevcuttu. Hastaların %68 inde birden fazla kompartman tutulumu saptandı. Hastaların %7,5 inde (n=9) defekasyon fazında rektum dolu iken ön ve orta kompartman desensusunun seçilemediği ancak rektumun boşaldığı defekasyon fazının geç görüntülerinde desensus olduğu saptandı. Hastaların %8,4 ünde (n=10) ise rektum boşaldıktan sonra alınan geç faz defekasyon görüntülerinde, ön ve orta kompartman desensusun rektum dolu iken yapılan yapılan değerlendirmelerden daha ileri derecede olduğu bulundu. M ve H çizgisinin uzunluğu; istirahat ve ıkınma, istirahat ve defekasyon, ıkınma ve defekasyon fazlarında karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Levator hiatusun transvers çapı ve iliokoksigeal açılar istirahat ve ıkınma fazlarında karşılaştırıldığında ölçümlerde istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. MR defekografi, pelvik taban yetmezliğinde ön, orta ve arka kompartman patolojilerini detaylı olarak değerlendirebilmektedir. Ikınma fazında özellikle desensusa işaret eden bulgular gerçekte olduğundan daha hafif derecede ortaya çıkabilir. Defekasyon fazında ilk alınan görüntüler arka kompartmanın değerlendirilmesinde başarılı iken, rektum büyük oranda boşaldıktan sonra alınan geç faz görüntüler ön ve orta kompartman patolojilerinin daha doğru tespit edilebilmesini sağlar

35 SB-27 HEPATOSTEATOZU BULUNAN HASTALARDA YAĞLANMA DERECESİNİN ULTRASONOGRAFİ VE MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE DEĞERLENDİRİLMESİ BETÜL KIZILDAĞ, MURAT BAYKARA, HALİT VİCDAN KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ BÖLÜMÜ Bu çalışmada alkolik olmayan yağlı karaciğer (NAYK) hastalarında karaciğer yağlanma miktarının saptanmasında ultrasonografi bulguları ile MR proton dansite yağ yüzdesi (PDYY) tekniklerinden modifiye DIXON (mdixon) metodunu karşılaştırma amaçlandı. Çalışmaya ve tarihleri arasında polikliniklerden çeşitli sebeplerle ünitelerimizde üst batın MRG incelemesi yapılan 70 olgu alındı. MR mdixon-quant sekansında karaciğer yağ yüzdesi hesaplandı. Karaciğer yağlanması ultrasonografi kriterleri ve MR ile PDYY değerlerine göre evrelendirildi. Toplam 70 olgunun 36 sı erkek, 34 ü kadındı. Ultrasonografide olguların %18,5 inde evre 0, %32,8 inde evre 1, %42,8 inde evre 2 ve %5,7 sinde evre 3 yağlanma izlendi. Evre 0-1 yağlanma olanlar belirsiz yağlanma ve evre 2-3 yağlanma olanlar bariz yağlanma olarak iki ayrı gruba ayrıldı. Karaciğer yağlanma yüzdesini saptamada ultrasonografik değerlendirme ile MR mdixon-quant yağ yüzdesi arasında anlamlı korelasyon bulundu (r=0.775, p<0.001). Ultrasonografik yağlanma evresi ile MR mdixon-quant da ölçülen su değeri arasında negatif korelasyon vardı; (r= -0,614, p<0,001). MR mdixon-quant yağ yüzdesi eşik değeri %8,1 seçildiğinde ultrasonografinin bariz ve belirsiz yağlanmayı ayırmadaki duyarlılığı %97,1, özgüllüğü %88,9 bulundu. Ultrasonografi NAYK tespitinin kolay ulaşılabilir, ucuz, her hastaya uygulanabilir ve noninvaziv bir yöntem olarak önemini korumaktadır. Fakat yağlanmanın şiddeti ve yaygınlığını belirlemede karaciğer yağlanmasının erken ve kesin tanısının takibinde karaciğer yağ yüzdesini kantatif olarak gösteren PDYY yöntemine ihtiyaç duyulmaktadır. Karaciğer yağlanmasında MRG de PDYY ile yapılan yağlanma evrelemesi ile sonografik olarak yapılan evreleme arasında en fazla uyumun evre 3 steatozda en az uyumun da evre 2 steatozda olduğu görülmektedir. Bu nedenle karaciğerde ultrasonografiye dayanan evrelendirme yerine belirsiz ya da bariz yağlanma ayırımının yapılmasının daha isabetli olabileceği öngörülmektedir.

36 SB-28 MULTİPARAMETRİK PROSTAT MRG İLE SANTRAL ZON KARAKTERİZASYONU AHMET AKTAN 1, İBRAHİM İNAN 2, SENEM ŞENTÜRK GÜÇEL 1, AHMET ASLAN 1 1 İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ DEPARTMANI 2 ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ DEPARTMANI Multiparametrik prostat manyetik rezonans görüntülemede (mpmrg) prostat glandında santral zon, yaş ve hormonal değişikliklere bağlı oldukça farklı biçimlerde izlenebilmekte, bazı olgularda ise sinyal özellikleri ve lokalizasyonları nedeni ile prostat kanserini taklit edebilmektedir. Bu çalışmada santral zonun morfolojik özelliklerinin değerlendirerek prostat kanserinden ayrımında MRG sekans özelliklerinin karakterize edilmesi amaçlanmıştır. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde prostat kanseri ön tanısı ile mpmrg yapılan olgular retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Santral zon morfolojisi aksiyel T2A görüntülerde anteroposterior kalınlıkları ölçülerek tip 1 (4 mm den ince), tip 2 (4 mm-10 mm), tip 3 (10 mm den fazla) olmak üzere 3 farklı grupta incelenmiştir. Bu bulgular olguların PSA, prostat volümü ve yaş ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca histopatolojik olarak prostat kanseri tanısı bulunan olgularda kanser odağı ile normal santral zonun DWI, ADC, T2 ve perfüzyon sinyal özellikleri karşılaştırılmıştır. Çalışmaya toplam 104 olgu dahil edilmiştir. Histopatolojik ya da radyolojik olarak santral zon invazyonu saptanan olgular çalışma dışı bırakılmıştır. Bu olguların yaş ortalaması 63,34±7,32 olarak hesaplanmıştır. Tip 1 santral zon olan olgu sayısı 26 (%24,8), tip 2 santral zon bulunan olgu sayısı 57 (%54,3), tip 3 santral zon bulunan olgu sayısı 21 (%20) olarak hesaplanmıştır. Tip 1 ve tip 3 santral zonlar arasında prostat volümü anlamlı olarak farklıdır (p=0,041). Bunun dışında gruplar arasında olguların PSA, prostat volümü, yaş parametrelerinde anlamlı farklılık saptanmamıştır (sırası ile p=0,265; p=0,128; p=0,185). T2 de hipointens görünüm, DWI da hipointensite, prostat kanserine göre nispeten yüksek ADC değerleri, perfüzyon görüntülemede artan tarzda kontrast dinamiği santral zonu prostat kanserinden ayıran görüntüleme özellikleridir. Santral zon ve prostat kanseri multiparametrik MRG de özellikle tip 3 santral zonu bulunan olgularda morfolojik olarak benzerlik gösterebilmektedir. Bununla birlikte T2, DWI sinyal özellikleri, perfüzyon eğrisi ve ADC değerleri ile kanser ve santral zon ayrımı yapılabilmektedir.

37 SB-29 PROSTAT SANTRAL ZON KİTLELERİNİN TESPİTİNDE MULTİPARAMETRİK PROSTAT MR GÖRÜNTÜLEME AHMET AKTAN 1, İBRAHİM İNAN 2, SENEM ŞENTÜRK GÜÇEL 1, AHMET ASLAN 1 1 İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ GÖZTEPE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ DEPARTMANI 2 ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ DEPARTMANI Multiparametrik prostat manyetik rezonans görüntüleme (mpmrg) son yıllarda oldukça sık kullanılan, prostat kanserinin tanısında, evrelendirmesinde ve takibinde önemli yer tutan görüntüleme yöntemidir. Santral zon yerleşimli prostat kanserinin tanınması normal santral zonun kitleye benzer sinyal özellikleri taşıması nedeni ile oldukça zordur. Bu çalışmada santral zon yerleşimli ya da santral zona uzanımlı kitleler değerlendirilmiş, normal santral zon ile görüntüleme özelliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde prostat kanseri ön tanısı ile 1,5 T MR cihazı ile mpmrg tetkiki yapılan, PI-RADS 4 ve 5 olarak sınıflanan 46 erkek olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Bu olgularda santral zon tutulumu bulunan 15 olgu ile tutulum bulunmayan 31 olguya ait görüntüler değerlendirilmiş, santral zon simetri durumu karşılaştırılmıştır. Bunun dışında prostat kanseri tutulumu bulunan ve bulunmayan santral zon ADC değerleri karşılaştırılmıştır. Çalışmaya dahil edilen 46 olgunun ortalama yaşı 66,04±7,36 olarak hesaplanmıştır. Santral zon tutulumu bulunan 15 olgunun 2 sinde (%13,3) santral zon simetrik iken, tutulum bulunmayan 31 olguda bu sayı 10 (%32,2) olarak hesaplanmıştır (p=0,285). Santral zon tutulumu bulunan olgularda tutulum bulunan santral zonda ortalama ADC 705,2±153 mm/s 2, karşı santral zonda ise 941±145,99 mm/s 2 olarak hesaplanmıştır (p<0,0001). Santral zon tutulumu bulunmayan olgularda ise santral zonda ortalama ADC değeri 984,87±131,43 mm/s 2 olarak hesaplanmış olup tutulum bulunan santral zon ile aradaki fark anlamlıdır (p<0,0001). 796 kestirim değeri alındığında ADC nin santral zon tutulumunun saptanmasında duyarlılığı %96,8, özgüllüğü ise %80 olarak bulunmuştur. Santral zon yerleşimli prostat kanserlerinin tespitinde asimetrik santral zonun bulunması anlamlı değildir. Ancak ADC ölçümünün yapılması yüksek duyarlılık ve özgüllük sağlamaktadır.

38 SB-31 KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE KEMOTERAPİYE ERKEN YANITIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE DİFÜZYON AĞIRLIKLI MR GÖRÜNTÜLEME: İLK SONUÇLARIMIZ NECDET POYRAZ, HASAN EMİN KAYA NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ, KONYA Bu çalışmada manyetik rezonans (MR) difüzyon ağırlıklı görüntülemenin, küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde kemoterapiye erken tedavi yanıtının değerlendirilmesindeki etkinliğini araştırdık. Çalışmaya tanısı histopatolojik olarak doğrulanmış ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli 27 hasta alınmıştır. Tüm olgulara ilk kür kemoterapi öncesi ve sonrası bir hafta içinde MR çekimi yapılmıştır. 1,5 Tesla MR cihazında aksiyal planda, single shot echo-planar spin eko sekansı ile her 3 yönde (x, y, z), 2 farklı b değerinde (b=50 ve b=800 mm 2 /s ) difüzyon duyarlı gradiyentler uygulanarak difüzyon ağırlıklı görüntüler ve ADC haritaları elde edilmiştir. Referans standart olarak tedavi yanıtı, 2 ya da 3 kür kemoterapiden sonra çekilen bilgisayarlı tomografi (BT) ile kitle uzun çapındaki değişiklikler Response Evaluation Criteria in Solid Tumors (RECIST) kritelerine göre değerlendirilerek belirlenmiştir. ADC değeri ve tümör çapları arasındaki farkı analiz etmek için student t testleri kullanıldı. Çalışma yerel etik kurul tarafından onaylanmış olup, bütün hastalardan yazılı katılım onam formu alınmıştır. Bütün olgularda kemoterapi tedavisi sonrası ADC değeri tedavi öncesine göre daha yüksekti Verilerimiz, akciğer kanserinde ADC değerindeki değişikliğin kemoterapiye erken cevabı değerlendirmek için hassas bir gösterge olabileceğini düşündürmektedir.

39 SB-32 SOSYAL ANKSİYETE BOZUKLUĞU HASTALARINDA HİPOKAMPUS VE AMİGDALA VOLÜM DEĞİŞİKLİKLERİNİN MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE DEĞERLENDİRİLMESİ MUSTAFA KOÇ 1, ÖMER CİHAT KULOĞLU 1, HANEFİ YILDIRIM 1, MURAT ATMACA 2 1 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ELAZIĞ 2 FIRAT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI, ELAZIĞ Sosyal anksiyete bozukluğu (SAB) merkezi sinir sisteminden kaynaklanmaktadır. Anatomik ve fonksiyonel görüntüleme teknikleri, psikiyatrik hastalıkların etyolojisini daha iyi anlamaya ve tanıya yaklaşıma katkıda bulunmaktadır. Çalışmamızda Manyetik Rezonans (MR) tekniği ile, SAB tanısı olan hastalar ile sağlıklı gönüllülerin, hipokampus ve amigdaladaki volüm değişikliklerinin araştırılması amaçlandı. SAB tanılı 22 hasta ile sağlıklı 20 olgu çalışmaya dahil edildi. Tüm olguların hipokampus ve amigdala volümleri MR görüntüleme ile değerlendirildi. MR beyin görüntüleme; üç boyutlu (3D) T1 ağırlıklı SPGR MR görüntüleri 1.5T GE Signa High Speed scanner Excite MR sistemi (General Electric, Milwaukee, WI, USA) kullanılarak gerçekleştirildi. 1,5 mm kalınlıkta aksiyel, sagital ve koronal planda kesitler elde edildi. Kontrol ve hasta grubu arasındaki farklılıkların analizi için Mann Whitney U testi yapıldı. Kontrol ve hasta grubunun kendi içinde sağ ve sol değerleri arasındaki korelasyon varlığı Spearman korelasyon testi ile analiz edildi. Hasta grubunda sağ hipokampus volümü 3,47±0,57 cm 3, sol hipokampus volümü 3,04 ± 0,48 cm 3, kontrol grubunda sağ hipokampus volümü 3,00 ± 0,24 cm 3, sol hipokampus volümü 2,98 ± 0,27 cm 3 ölçüldü. Hasta grubunda sağ ve sol hipokampus volümünde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir artış gözlendi (p<0.05). Hasta grubunda sağ ve sol amigdala volümü sırası ile 2,05±0,36 cm 3 ve 2,04±0,37 cm 3, kontrol grubunda sağ ve sol amigdala volümü sırası ile 2,03±0,25 cm 3 and 1,98±0,33 cm 3 ölçüldü. Hasta ve kontrol grubu amigdala volümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p>0.05). Ancak hasta grubunda amigdala korelasyonu bozulmuş olarak tespit edildi.

40 SAB fizyopatolojisi ile ilgili fonksiyonel, biyokimyasal ve spektroskopik çalışmalar yapılmakta olup, etyoloji aydınlatılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışma ile SAB nin fizyopatolojisi ile ilişkili olabilecek beyinde amigdala ve hipokampal yapılara ait anormallikler gösterilmiştir.

41 SB-33 İNTRAOKULER HİPERTANSİYON VE GLOKOM HASTALARINDA OPTİK SİNİR TORTİOZİTE İNDEXİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:İLK VERİLER DENİZ ÖZEL 1, MEHMET CEMAL ERŞAN 1, FATMA SAADET YILMAZ 1, BETÜL DURAN ÖZEL 2, KEMAL HARMANCI 1, YÜKSEL DEMİR 1 1 OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL 2 ŞİŞLİ HAMDİYE ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL İntraokuler hipertansiyonu olan ve göz dibi incelemede glokom bulguları olan hastalarda optik sinir tortiozite indexinin (Tİ) değişip değişmediğini değerlendirmektir. Çalışmamıza göz dibi muayenesinde glokom bulguları olan 17; İntraokuler basınç artışı (İBA) olan ama glokom bulguları olmayan 31 ve Kontrol grubu olarak her iki grup ile benzer yaş ortamasına sahip 48 olgu dahil edildi. Çalışmaya katılan tüm olgularda nörofibromatozis olmadığı teyit edildi. Aksiyel MR kesitlerinde çalışmaya katılan olguların optik sinirlerinin TI değerleri ölçüldü. MR incelemede optik sinir trasesinin en net izlenebildiği sekans tercih edildi. Tİ hesaplama: İki ayrı uzunluk hesaplandı. Birinci değer optik sinirin ilk ve son noktası arasında (globe dan kiazmaya dek) en kısa trase uzunluğu idi. İkinci değer optik sinirin aynı doğrultuda olmayan tüm subsegmentlerin toplam uzunluğu idi. Tİ, ikinci değerin birinci değere oranıdır. Örneğin optik sinirin iki uç noktası arasındaki uzunluk 12 mm olsun. Aynı optik sinir 3.2, 3,5, 3,1 ve 2,9 mm lik 4 subsegmentten oluşuyorsa Tİ = ( ) / 12 = 12.7 / 12 = olarak hesaplanacaktı Glokom grubu ile kontrol grubu Tİ değerleri ortalamaları İBA ile kontrol grubu Tİ değerleri ortalamaları ayrı ayrı student t test ile karşılaştırıldı. İBA olgularının ve kontrol grubunun yaş ortalamaları 53.5 Glokom bulguları olan ve kontrol grubunun yaş ortalamaları 60.2 olarak hesaplandı. İBA olgularının Tİ değeri ± (ortalama ± standart sapma) kontrol grubunun Tİ değeri ± olarak hesaplandı. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi. (p<0.01) Glokom olgularının Tİ değeri ± kontrol grubunun Tİ değeri ± olarak hesaplandı. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi. (p<0.01)

42 66 yaşında glokom hastasında bilateral optik sinirler tortioz görünümdedir. İntraokuler basınç artışı olan olgularda ve göz dibi incelemede glokom bulguları bulunan olgularda tortiozite indeksi artmaktadır. Başka bir nedenle çekilmiş beyin MR incelemelerde tortiozitesi artmış optik sinir ile karşılaşırsak glokom şüphesi açısından klinisyen hekimleri bilgilendirebiliriz. Çalışmamızın en önemli özelliği literatürde buna ait bilgi bulunmamasıdır. Güncel bilgi: artmış optik sinir tortiozite indeksi nörofibromatozis bulgusudur. Çalışmamızın limitasyonu görece az sayıda olgu ile yapılmış olmasıdır Bu nedenle daha fazla olgu ile yapılacak çalışmalar bu konuya katkı sağlayacaktır.

43 SB-34 İSTMİK VE DEJENERATİF SPONDİLOLİSTEZİSTE KOMŞU SEGMENT DEJENERASYONUNUN MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME BULGULARI ÖZLEM ELİBOL 1, BÜLENT GÜÇLÜ 1, UTKU ADİLAY 2, MEHMET TİRYAKİ 1, ERDAL GÜR 1, ADNAN DEMİRCİ 3, BARAN KÖMÜR 4, DENİZ GÜLABİ 1 1 DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL 2 BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ 3 BURSA ŞEVKİ YILMAZ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 4 KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL Lomber istmik ve dejeneratif spondilolisteziste superior ve inferior komşu segmentlerin dejenerasyon derecesini MR görüntüleme ile değerlendirmekti Lomber istmik spondilolistezisli 51 olgu ve lomber dejeneratif spondilolistezisli 55 olgu komşu intervertebral segment disk mesafe yüksekliği, ligamentum flavum kalınlığı, spinal dural kese transvers alanı, disk dejenerasyonu, faset hipertrofisi, disk konturu, modic değişiklikler ve schmorl s nodülleri açısından MR görüntüleme yolu ile retrospektif olarak degerlendirildi. Tüm hastaların komşu üst segmentlerinde iki tip arasında disk mesafe yüksekliği açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.003). Tüm hastaların komşu alt segmentlerinde iki tip arasında disk mesafe yüksekliği açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.024). L4-L5 spondilolistezisli hastaların komsu üst segmentlerinde iki tip arasında disk mesafe yüksekliği açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.005). Tüm hastaların komşu üst segmentlerinde iki tip arasında dural kese transvers alanı açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.004). Tüm hastaların komşu üst segmentlerinde iki tip arasında disk dejenerasyonu açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.003). Tüm hastaların komşu üst segmentlerinde iki tip arasında disk konturu açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.014). L4-L5 spondilolistezisli hastaların komsu üst segmentlerinde iki tip arasında disk konturu açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.021). L4-L5 spondilolistezisli hastaların komsu üst segmentlerinde iki tip arasında modic değişiklik açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.006). Tüm hastaların komşu üst segmentlerinde iki tip arasında schmorl s nodülü açısından istatistiksel olarak belirgin farklılık saptandı (p=0.008). Lomber istmik ve dejeneratif spondilolistezisli olgularda komşu segmentler karşılaştırıldığında; disk mesafe yüksekliği, spinal dural kese tranvers alanı, disk dejenerasyonu, disk konturu, modic değişiklik ve schmorl s nodülü dejeneratif spondilolisteziste daha kötüydü.

44 SB-35 SÜPERFİSİAL SİDEROSİSTE MANYETİK DUYARLILIK AĞIRLIKLI MRG NİN TANISAL ETKİNLİĞİ BERRAK BARUTCU, AYNUR SEMEDOVA, UMUT ASFUROĞLU, NİL TOKGÖZ, MURAT UÇAR GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA Süperfisial siderosis (SS), kapiller veya venöz bir orjinden subaraknoid aralığa tekrarlayan kanamalar sonucu leptomeninksler ve subpial alanda demir ve hemosiderin birikimi ile karakterize nadir radyolojik ve patolojik bir tanıdır. Klasik triadı, sensinöral işitme kaybı, serebellar ataksi ve myelopatidir. Manyetik Rezonans Görüntülemede (MRG) T2A sekanslarda spinal kord, beyin sapı, serebral ve serebellar hemisferlerin yüzeylerinde çizgisel hipointensite görülmesi karakteristiktir. En sık nedenler; intrakranial tümörler, cerrahi operasyon, travma, vasküler malformasyonlar ve anevrizmalardır. Merkezimizde SS tanısı almış on bir olgunun klinik ve konvansiyonel MRG bulguları ile manyetik duyarlılık (susceptibility) ağırlıklı görüntüleme (SWI) bulgularını karşılaştırmayı ve olguları literatür ışığında incelemeyi amaçladık yılları arasında hastanemize başvurmuş; SS tanısı alan on bir olgu retrospektif olarak değerlendirildi. İki olguda etyoloji belirlenemezken, diğer dokuz olgunun dördünde geçirilmiş subaraknoid kanama, ikisinde kranial operasyon öyküsü, ikisinde amiloid anjiopati, birinde ise vasküler malformasyon izlenmiştir. Konvansiyonel MRG de olguların sadece altısında SS tanısı doğrulanabilirken, SWI sekanslarda olguların tümünde SS tanısı konulmasının yanı sıra intraparankimal hemorajik odaklar da ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. SS in MRG bulguları patognomoniktir. Varsa etyolojiyi belirlemek, etkin bir tedavisi olmayan hastalığın seyri açısından oldukça önemlidir. Kronik kanama odağının lokalize edilmesi ve tedavisi prognozu olumlu yönde etkilemektedir. Konvansiyonel görüntüleme ile karşılaştırıldığında sadece SWI ile tespit edilebilen hemorajik odaklar, SS in altta yatan etyolojisine yönelik önemli ipuçları sağlamaktadır.

45 SB-36 TEMPORAL LOB EPİLEPSİ HASTALARINDA DİL LATERALİZASYONUNUN HİPOKAMPAL BAĞLANTISALLIK İLE KORELASYONU ALİ MURAT KOÇ 1, ALİ YUSUF ÖNER 2, HALİL ÖZER 2, MELİKE GÜRYILDIRIM 3, EMİN TURGUT TALI 2 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ, İZMİR BOZYAKA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İZMİR 2 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ, ANKARA 3 RUSH UNIVERSITY MEDICAL CENTER, CHICAGO TLE hastalarında preoperatif değerlendirme amacıyla yapılan görev bazlı fmrg ile lateralizasyon indeks (LI) hesaplamaları kolaylıkla yapılabilmektedir. Dinlenme hali (dh-) fmrg ile de beyin bağlantı ağları gösterilebilmektedir. Dinlenim hali bağlantısallık değerleri ile dil lateralizasyon indekslerinin birey bazında korelasyonun gösterilmesi amaçlanmıştır. Gereç - Yöntem: 45 bireye görev bazlı ve dinlenim hali fmrg incelemesi yapılmıştır (15 sağ- TLE, 15 sol-tle, 15 kontrol grubu). Ön işleme ve fonksiyonel veri analizi Brainvoyager QX, SPM ve CONN yazılımları ile yapılmıştır. Her bireyin LI skoru hesaplanmış ve düzeltilmiş LI skoruna (nli) dönüştürülmüştür. Hipokampus ve Broca bölgeleri arasında her iki hemisfer için ayrı ayrı intrahemisferik dh-fonksiyonel bağlantısallık analizi gerçekleştirilmiştir. Değişkenler arası korelasyon analizi SPSS yazılımı ile yapılmıştır. Sol intrahemisferik bağlantısallık değerleri ile nli skorları arasında sol-tle hastalarında (Rho=0,580; p:0,048) ve tüm bireylerde (Rho= 0,560; p:0,001) orta derecede; sağ-tle hastaları (Rho=0,610; p:0,035) ve kontrol grubunda (Rho=0,697; p:0,025) güçlü pozitif korelasyon saptanmıştır. Sağ intrahemisferik bağlantısallık değerleri ile nli skorları arasında sol-tle, sağ-tle, kontrol grubu ve tüm bireylerde pozitif ya da negatif korelasyon saptanmamıştır (sırasıyla p:0,533; p:0,404; p:0,229; p:0,252). TLE hastalarında dh-fonksiyonel bağlantısallık analizi ile dil lateralizasyonunu öngörebilecek bir yöntem klasik görev bazlı fmrg ye olan ihtiyacı azaltabilir. Bu çalışmada hipokampusun fonksiyonel bağlantısallık değerleri ile nli skorları arasında korelasyon ortaya konulmuştur. Yapılacak daha geniş çaplı çalışmalar ile tüm hastaları kapsayacak sonuçlar elde edilebilir.

46 SB-37 NÖROMETABOLİK HASTALIKLARDA VE HİPOMYELİNASYONDA BEYAZ CEVHER TUTULUMUNUN FLAIR SEKANSI İLE KANTİTATİF KORELASYONU SEVCAN TÜRK, CENK ERASLAN, NURİ ŞENER, MEHMET ORMAN EGE ÜNİVERSİTESİ, İZMİR Nörometabolik hastalıklar nadir görülmekle birlikte pediatrik hasta grubunda anlamlı bir yer kaplar, erken tanı bir grup hastalıkta nöronal hasarın engellenmesi açısından önemlidir.konvansiyonel ve ileri görüntüleme teknikleri ile patern tanımanın ötesinde klinisyen spesifik laboratuar testlerine yönlendirilebilmekte, böylelikle asemptomatik veya nonspesifik semptomu olan hastalar erken tanı alma şansı yakalamaktadır yılları arasında hastanemizde elde olunan tüm pediatrik kranial MR lar taranmış olup MRI ile nörometabolik hastalık tanısı ve şüphesi olan tüm hastalar çalışmaya dahil edilmiştir(n=68) yılları arasındaki tüm normal kranial MR tanısı alan hastalar (n=90) kontrol grubuna alınmış olup hipomyelinasyon tanısı alan tüm hastalar (n=46) da ayrı bir grup olarak çalışmaya eklenmiştir.klinik olarak nörometabolik hastalığı spesifiye edilen(n=42) ve edilemeyen(n=26) hastalar belirlenmiş olup tanı alanlar aminoasit metabolizma bozukluğu(n=14), lipid metabolizma bozukluğu(n=2), mitokondrial hastalık(n=6), MPS (n=10) gibi subgruplara ayrılmıştır.tüm hasta gruplarında ölçümler FLAIR sekans üzerinde 10 pixel ROI kullanılarak yapıldı, gri cevher, subkortikal beyaz cevher ve lezyondan değerler elde edildi.tüm değerleri standardize edebilmek için lezyon ve subkortial beyaz cevherden ölçülen değerler,gri cevher değerine bölünerek intensite oranı hesaplandı ve oranlar değişik gruplar ve subgruplar arasında Kruskal Wallis, Mann Whitney U, ANOVA ve T-Test istatistik testleri kullanılarak kıyaslandı. FLAIR sekansında ölçülen lezyon intensitesinde, hipomyelinasyon ve nörometabolik hasta grupları arasında anlamlı fark saptandı(p<0,00).subkotikal beyaz cevherden yapılan ölçümlerde her üç grup arasında da anlamlı fark mevcuttu.(p<0.03)nörometabolik hastalık tanısı konulan subgruplar arasında lezyonda ve subkortikal beyaz cevher intensiteleri arasında anlamlı fark izlenmedi.nörometabolik hastağı spesifiye edilemeyen hastalar ile tanısı konulan hasta grupları arasında hem lezyon hem de subkortikal beyaz cevher intensitesi arasında anlamlı fark saptanmadı.tüm hastalar <7 yaş ve >7 yaş olarak incelendiğinde tüm gruplarda 7 yaş altı ve üstü hastalar arasında anlamlı intensite farkı saptandı.(p<0.04) Nörometabolik hastalıklar beyaz ve/veya gri cevher tutulumuyla giden nadir görülen bir grup hastalıktır.tanıya giden yolda MRI konvansiyonel ve ileri görüntüleme teknikleriyle beraber özellikle asemptomatik veya nonspesifik semptomları olan hastalarda erken tanı ve tedavi yapılabilmesi adına önemli yer tutar.flair sekansı hipomyelinasyonu ve nörometabolik hastalık beyaz cevher tutulumu olan hastalarda tanıda önemli katkı sağlamaktadır.

47 SB-38 ANİ İŞİTME KAYIPLI HASTALARDA 3 TESLA 3D T2-SPACE MR GÖRÜNTÜLEME: KOKLEAR SİNİR BOYUTLARI İLE İŞİTME PERFORMANSI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ERCAN İNCİ 1, CEYLAN ÇOLAK 1, SELÇUK GÜNEŞ 2, BURAK OLGUN 2 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ BAKIRKÖY DR SADİ KONUK EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ, İSTANBUL 2 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ BAKIRKÖY DR SADİ KONUK EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ KULAK BURUN BOĞAZ HASTALIKLARI KLİNİĞİ, İSTANBUL Ani işitme kaybı (AİK) üç günden kısa sürede gelişen, birbirini takip eden 3 frekansta 30 db ve üzerinde sensorinöral işitme kaybıdır. Etyopatogenezinde birçok etken suçlanmış olmakla birlikte büyük çoğunluğu idiyopatiktir. Çalışmamızda AİK tanılı hastalarda 3D T2-SPACE manyetik rezonans görüntülemede (MRG) koklear sinir boyutlarının etyopatogenez ve tedavi değerlendirmesindeki rolünün ortaya konması amaçlandı. Ocak Ocak 2017 tarihleri arasında akut işitme kaybı nedeni ile hastanemize başvuran ve 3D T2-SPACE MRG yapılan hastalar retrospektif olarak tarandı. Tek taraflı ani işitme kaybı olan 20 hastada MRG bulguları ve işitme testleri değerlendirildi. 40 kulakta koklear sinir uzun aks, kısa aks ve alan ölçümleri yapıldı. Tedavi sonrası 20 hastadan kontrol programlarına ulaşılabilen 8 i yanıt açısından işitme testi ile değerlendirildi. 20 hastanın 15 i kadın 5 ü erkekti, yaşları 6 ile 68 arasında değişmekte olup ortalama 42±14,82 idi. Toplam 40 kulakta 3D T2-SPACE MRG de koklear sinir uzun aks, kısa aks ve alan ölçümleri yapıldı. Hasta ve sağlam kulaklar arasında kısa aks (p=0,004) ve alan (p=0,043) ölçümlerinde anlamlı farklılık saptandı. Kontrolü yapılan 8 hastadan 6 sında tedavinin başarılı, 2 sinde başarısız olduğu görüldü. AİK yıllık insidansı de 5 ile 20 olarak tahmin edilmektedir. Hastalarda erken tanı ve tedavi önemli olmakla birlikte etyoloji çoğunlukla bilinmediğinden tedavi ampiriktir. Bu aşamada görüntüleme etyopatogenezi aydınlatma ve tedaviye cevabı değerlendirmede önemli olabilir. Çalışmamız bir ön çalışma niteliğinde olup, tedavi öncesi ve sonrası 3D T2-SPACE MRG ve tedavi başarısında görüntüleme ile saptanan erken bulguların değerlendirilmesi amacıyla daha geniş hasta populasyonunda yapılacak çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

48 SB-39 MENSTRUAL SİKLUSUN FARKLI FAZLARINDAKİ SAĞLIKLI KADIN OLGULARIN BEYİN ADC DEĞERLERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER KADİHAN YALÇIN ŞAFAK KARTAL DR LÜTFÜ KIRDAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL Menstrual siklusun farklı fazlarının sağlıklı kadın olguların beyin ADC değerleri üzerine etkisi. Çalışma ağustos 2016 ocak 2017 tarihleri arasın da baş ağrısı ön tanısı ile hastanemiz radyoloji kliniğinde beyin MRI tetkiki uygulanan yaşları 20 ile 40 arasında değişen, reprodiktif dönemdeki, düzenli adet gören çalışmaya katılmaya gönüllü 32 kadın olgu ile prospektif olarak gerçekleştirildi. Çalışma için hastane Etik Kurulundan onay alındı. Tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam formu alındı.olguların hepsine yaş, son görülen adetin başlangıç tarihi, sigara ve alkol bağımlılığınız var mı?, doğum kontrol hapı(oks) kullanıyor mu?, hormon replasman tedavisi(hrt) görüyormu?, herhangi bir nörolojik ya da sistemik hastalığı var mı?, düzenli kullandığı bir ilaç var mı? sorularını içeren bir anket formu doldurtuldu.yeterli anamnez alınamayan olgular, < 20 ve > 40 yaş olan olgular, sigara ve/veya alkol bağımlılığı olan olgular, herhangi bir hastalık nedeniyle düzenli ilaç kullanan olgular, OKS kullanan olgular, HRT gören olgular, herhangi bir nörolojik, psikiyatrik ya da sistemik hastalık anamezi olan olgular, beyin ameliyatı anamnezi olan olgular, MRI tetkiklerinin incelenmesi sırasında intracranial patoloji saptanan olgular çalışma dışı bırakıldı. Menstrual siklus fazları 4e ayrıldı; erken foliküler faz, geç foliküler faz, erken uteal faz, geç luteal faz. Her bir beyin hemisferinde 18 farklı nöroanatomik yapının ADC değerleri belirlendi. Menstrual siklusun farklı fazlarındaki her olgunun ADC değerleri istatistiksel karşılaştırmalar için kaydedildi. Olguların 10 tanesi menstrual siklusun erken foliküler fazında, 8 tanesi geç foliküler fazında, 4 tanesi erken luteal fazında, 10 tanesi geç luteal fazında idi. Gruplar arasında olguların yaşları bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). Gruplar arasında frontal gri madde, frontal ak madde, paryetal gri madde, paryetal ak madde, temporal gri madde, temporal ak madde, oksipital gri madde, oksipital ak madde, serebellar gri madde, serebellar ak madde, kaudat nükleus, putamen, talamus, internal kapsül, pons, lateral ventrikül frontal hornu, lateral ventrikül orta bölümü ve lateral ventrikül oksipital hornu ADC değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte hemen hemen incelenen tüm nöroanatomik yapılarda(internal capsul, oksipital WM ve serebellar GM hariç) luteal fazdaki özellikle de geç luteal fazdaki olguların beyin ADC değerleri erken ve geç folikler fazdaki olguların ADC değerlerinden yüksek bulundu. Yapmış olduğumuz bu çalışma literatürde bu konuda yapılmış ilk çalışmadır. Çalışmamızda menstrual siklusun 4 ayrı fazındaki gruplar arasında frontal gri madde, frontal ak madde, paryetal gri madde, paryetal ak madde, temporal gri madde, temporal ak madde, oksipital gri madde, oksipital ak madde, serebellar gri madde, serebellar ak madde, kaudat nükleus, putamen, talamus, internal kapsül, pons, lateral ventrikül frontal hornu, lateral ventrikül orta bölümü ve lateral ventrikül oksipital hornu ADC değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptamadık. Ancak istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte hemen hemen

49 incelenen tüm nöroanatomik yapılarda(internal kapsul, oksipital WM ve serebellar GM hariç) luteal fazdaki özellikle de geç luteal fazdaki olguların beyin ADC değerleri erken ve geç folikler fazdaki olguların ADC değerlerinden yüksek bulundu. MS, tümör vb hastalıklar nedeniyle beyin ADC değerleri araştırılan olgularda kontrol grubunu oluşturan sağlıklı olguların menstrual siklusun hangi fazında olduğunun dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz. Bunun için sağlıklı kadın olguların beyin ADC değerlerini bilmemiz gerekmektedir. Bu konuda geniş sayıda olgu grubunu içeren geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

50 SB-40 KARBONMONOKSİT ZEHİRLENMESİ GEÇİREN HASTALARDA ERKEN SEREBRAL HASARIN VE HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİ YANITININ ASL PERFÜZYON MRG İLE GÖSTERİLMESİ: İLK BULGULAR MESUT SİVRİ 1, MEHMET SEDAT DURMAZ 1, ABDULLAH ARSLAN 2, ALİ FUAT TEKİN 1, RAMAZAN KÖYLÜ 3 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ ABD, KONYA 2 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ SUALTI HEKİMLİĞİ VE HİPERBARİK TIP ABD, KONYA 3 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ACİL TIP ABD, KONYA Karbonmonoksit (CO) zehirlenmesinde erken dönemde difüzyon manyetik rezonans (MRG) ile hipoksik alanlar tespit edilmeye çalışılmaktadır. Yapılan çalışmalarda ve bildirilen vaka sunumlarında difüzyon ve konvansiyonel beyin MRG ile erken - geç dönem bulguları tanımlanmasına rağmen erken dönemde konvansiyonel yöntemlerle genellikle patoloji gösterilememektedir. CO zehirlenmesinde beyin perfüzyonu ile ilgili yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmaların yapılamamasındaki en önemli etken perfüzyon çalışmalarının kontrast madde gereksinimidir. ASL (Arterial spin labeling) kontrast madde gerektirmeyen bir perfüzyon yöntemi olup perfüzyon değerleri kantitatif olarak değerlendirilebilmektedir. Ayrıca ateş, taşikardi, hipotansiyon gibi parametrelerden etkilenmediği bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, özellikle kış aylarında sık görülen CO zehirlenmesi geçiren hastalarda erken dönem serebral hasarın ve tedavi amacıyla kullanılan hiperbarik oksijenin tedavi etkinliğinin ASL perfüzyon MRG ile değerlendirilmesidir. Ekim 2016 ile Mart 2017 tarihleri arasında acil servise CO zehirlenmesi ile gelen hastalarda tedavi öncesi ve sonrasında difüzyon MRG çekimine ek olarak ASL (Arterial spin labeling) tekniği ile perfüzyon MRG (1,5 tesla Siemens Aera, Germany) çekimi yapılmıştır. İmajların değerlendirilmesi ve post-prosessing işlemleri iş istasyonunda (singo via) yapıldı. Çalışmaya dahil edilen hasta grubunda yaşları 17 ila 81 arasında değişen 17 erkek (%45) ve 20 kadın (%55) hasta vardı. 12 hastada bilinç değişikliği, bilinç kaybı ve koma gibi ciddi CO zehirlenmesi bulguları mevcuttu. Hastaların difüzyon MRG tetkiki ile eş zamanlı olarak tedavi öncesinde hipooksijenizasyona sekonder artmış hiperperfüze etkilenmiş beyin alanı iki uzman radyolog tarafından değerlendirimiştir. Tedavi sonrasında etkilenen bu alanlardaki tedavi yanıtı yine iki deneyimli uzman radyolog tarafından değerlendirilmiştir. Bilinç değişikliği, bilinç kaybı ve koma gibi ciddi CO zehirlenmesi bulguları olan 12 hastanın 7sinde difüzyon MRGde herhangi bir difüzyon kısıtlaması veya başka bir patoloji saptanmazken ASL perfüzyonda özellikle anteriorda daha belirgin olmak üzere periventriküler beyaz cevher düzeyinde belirgin perfüzyon değişiklikleri kaydedilmiştir. Hiperbarik oksijen tedavisi sonrası tekrar edilen ASL perfüzyon MR çekiminde bu alanların regrese olduğu görülmüştür.

51 ASL perfüzyon MRG özellikle ciddi CO zehirlenmeli olgularda erken serebral etkilenmeyi ve tedaviye yanıtı değerlendirmede difüzyon ve konvansiyonel MRGye göre üstündür. CO zehirlenmesi ile gelen olgularda tanı ve tedavi takibinde non-invaziv kontrast gerektirmeyen bir yöntem olan ASL perfüzyon yöntemi kullanılabilir.

52 SB-41 KAROTİS ARTER STENOZLARINDA STENTLEME VE ENDARTEREKTOMİ İŞLEMLERİNİN BEYİN PERFÜZYONUNA ETKİLERİ SEVİM YILDIZ AHMET ŞÜKRÜ ALPARSLAN 1, ELİF SARIÖNDER GENCER 2, PINAR KOÇ 1, İCLAL ERDEM TOSLAK 1, RAİF UMUT AYOĞLU 3, ERKAN KÖKLÜ 4, EYLEM ÖZAYDIN 2 1 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ BÖLÜMÜ 2 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ BÖLÜMÜ 3 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KALP DAMAR CERRAHİSİ BÖLÜMÜ 4 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KARDİYOLOJİ BÖLÜMÜ Tek taraflı internal karotis arter (IKA) darlığı bulunan olgularda stentleme ve endarterektomi işlemlerinin oluşturduğu beyin perfüzyon değişimlerinin Manyetik Rezonans Perfüzyon (MRP) tetkiki ile prospektif olarak değerlendirilmesidir. Çalışmaya tek taraflı % 70 ve üzeri IKA darlığı bulunan, yaş ort: 66 (46-77) olan, 19 erkek, 9 kadın toplam 28 olgu dahil edilmiştir. Dokuz olgu semptomatik, 19 olgu ise asemptomatikti. Karşı tarafta % 50 üzeri darlık bulunan olgular çalışmaya alınmamıştır. On altı olguda karotid endarterektomi (KEA) ve on iki olguda karotid arter stentlemesi (KAS) yapılmıştır. MRP tetkiki, karotis arter işlemi öncesi ve sonrasında yapılmıştır. MRP tetkikinde, ön ve arka sınır bölgeler ile sentrum semiovale (SSO) düzeyinden yapılan ölçümlerde; serebral kan akımı (CBF), serebral kan hacmi (CBV) ve ortalama geçiş süresi (MTT) değerlendirilmiştir. İşlem öncesi ve sonrası veriler Wilcoxon eşleştirilmiş iki örnek testi ile karşılaştırılmıştır. Revaskülarizasyon sonrasında her iki tarafta da ön ve arka sınır bölgelerinde daha belirgin olmak üzere ölçüm yapılan her üç düzeyde MTT sürelerinde istatistiksel olarak anlamlı kısalma saptandı (p<0.05). Sağ taraf karotis arter revaskülarizasyonu sonrasında, sol tarafta her üç düzeyde CBV değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma saptandı (p<0.05). Sol karotis işlemi yapılan olgularda ön ve arka sınır bölgeler ile SSO düzeyinde MTT değerlerinde kısalma saptandı (p<0.05). Sol uygulama sonrasında sağ serebral hemisferde istatistiksel olarak anlamlı değişim saptanmadı. MRP yöntemi ile işlem yapılan tarafın ön ve arka sınır bölgeler ile SSO düzeyinde hemodinamik kompanzasyonun geri dönmesi nedeniyle ortalama geçiş sürelerinde kısalma saptanmıştır. MR perfüzyon tetkiki, tedavi sonrası doku mikrosirkülasyon değişimlerini başarılı bir şekilde gösterdiği sonucuna varılmıştır.

53 SB-42 KAFEİN KULLANIMININ DİNAMİK BOS AKIMI ÜZERİNE ETKİLERİNİN FAZ-KONTRAST MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE DEĞERLENDİRİLMESİ YASİN GÖRÜCÜ, ÖZGÜR KARABIYIK, ALİ KOÇ, ZAFER ALTUN, MÜZEYYEN KALKAN, MUSTAFA BİLGİLİ SBÜ KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ Dünyada çok yaygın olarak kullanılan kafeinin serebral kan akışını (CBF) azalttığı ve vazokonstrüktif etkisi olduğu bilinmektedir. İntrakraniyal hipotansiyonun tedavisinde de kullanılan kafeinin bir çalışmada akut etki olarak BOS üretimini azalttığı, kronik etki olarak ise BOS üretimini artırdığı bildirilmiştir. Bu çalışma kafeinin BOS dinamiği ve üretimi üzerinde etkili olup olmadığını araştırmaktadır. 28 erişkin sağlıklı gönüllü birey prospektif olarak çalışmaya alınmıştır. 18 kişiye sadece kafein, 7 kişiye sadece plasebo tablet verilmiş, 3 kişi hem kafein hemde plasebo tablet verilen grupta yer almıştır. Kafein veya plasebo verilmeden önce faz-kontrast MR (PC-MR) tetkiki (bu inceleme 0. dakika incelemesi olarak kabul edilmiştir) yapıldıktan sonra gönüllülere 200 mg kafein tablet veya plasebo tablet içirildikten sonra 30., 60., 90. ve 120. dakikalarda olmak üzere dört defa PC-MR tetkiki yapılmış olup her bireye toplam beş defa MR incelemesi yapılmıştır. Gruplar arası net akım yönü gibi parapetrelerin karşılaştırılması ile tekrarlayan incelemelerde ortaya çıkan net akım yönündeki değişimin istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Plasebo tablet verilen gruba göre kafein tablet verilen grupta kaudokraniyal, kraniyokaudal BOS akım volümünde ve net BOS akım volümünde istatistiksel olarak anlamlı bir azalma saptanmıştır. Kafein verilen grupta plasebo verilen gruba gore net BOS akım volumü 30. dakikada artış göstermiştir. Kafeinin akut etki olarak BOS akımı üzerinde hipodinamik etkili olduğu gösterilmiştir. Kafeinin net BOS akım volümünde, dolayısıyla BOS üretiminde artış yönünde etki gösterdiğini düşünmekteyiz.

54 SB-43 METASTATİK BEYİN TÜMÖRLERİNDE DİFÜZYON MR GÖRÜNTÜLEME BULGULARI ÖZGE ÖZTÜRK, TÜLİN YILDIRIM, FERİDE KURAL RAHATLI, MERT BAYRAMOĞLU, AHMET MUHTEŞEM AĞILDERE BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI Amacımız; kanserli olgularda beyin metastazlarının primer malignite tanılarına göre gruplandırılarak difüzyon ağırlıklı görüntüler (DAG) ile değerlendirilmesi ve DAG ın beyin metastazlarının değerlendirilmesinde rutin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkikine katkılarının belirlenmesidir. Çalışmamız, Ocak 2011 Mayıs 2016 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara ve Adana Hastanesi nde beyin MRG de metastaz saptanan, 172 si erkek, 127 si kadın 299 hastanın dahil edildiği retrospektif bir çalışmadır. Hastalar, primer malignitelerine göre gruplandırılmıştır. 1,5 Tesla (T) cihaz ile alınan DAG da ADC haritaları ve T2A serilerde; metastatik lezyonun en çok kontrast tutan solid kesiminden ortalama ADC değeri (madc), bu değerin karşı taraf normal beyaz cevher ADC sine oranı ile hesaplanan ADC oranı (radc) ve T2A daki ortalama SI (mt2) değerleri deneyimli bir radyolog tarafından ölçülmüştür. Primer tanı grupları arasında karşılaştırıldığında küçük hücreli akciğer karsinomunda (KHAK) ortalama madc değerinin, küçük hücre dışı akciğer karsinomu (KHDAK), meme karsinomu ve renal hücreli karsinom (RHK) ortalama madc değerinden daha düşük olduğu gösterildi. radc değeri KHAK de, KHDAK ye göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0,01). Tüm metastazların ortalama madc değeri benzer çalışmalardan daha düşük bulundu. radc değeri multipl lezyonu olanlarda daha düşük olarak saptandı. Akciğer karsinomu subtiplerine göre yapılan analizlerde KHAK madc değerinin akciğer adenokarsinomu ve skuamöz hücreli karsinom (SHK) dan, KHAK radc değerinin ise akciğer adenokarsinomundan daha düşük olduğu belirlendi. madc-mt2 arasında ve radc mt2 arasında pozitif korelasyon saptandı (p<0,05). Metastatik beyin tümörlerinin ADC özellikleri primer malignite tanılarına göre değişmektedir. DAG ın non-invaziv olması, kısa sürede uygulanması ve kantitatif ölçümlere olanak sağlaması nedeniyle metastatik beyin tümörlerinin ayırıcı tanısında, takibinde, tedaviye yanıtının değerlendirimesinde konvansiyonel MRG ye eklenmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.

55 SB-44 ÜRE SİKLUS ENZİM DEFEKTİ VE ORGANİK ASİDEMİYE BAĞLI AKUT HİPERAMONYEMİK ENSEFALOPATİLİ ÇOCUKLARDA DİFÜZYON TENSOR GÖRÜNTÜLEME BULGULARI SERPİL KURTCAN 1, ALPAY ALKAN 1, HÜSEYİN TOPRAK 1, DEMET DEMİRKOL 2, ÜMİT TÜZÜN 1, AYSE ARALASMAK 1 1 BEZMİALEM VAKIF ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL 2 KOÇ ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL Uzamış hiperamonyemi toksik etkiye bağlı santral sinir sisteminde irreversıbl hasara yol açabilir. Son zamanlarda Difüzyon Tensör Görüntüleme (DTG ) gibi metodlar ile hiperamonyeminin neden olduğu ensefalopatili hastalarda beyinde gelişen parankimal değişiklikler tanımlanabilmektedir. Çalışmamızda üre siklus defekti ve organik asidemiye bağlı gelişen akut hiperamonyeminin yol açtığı ensefalopatili çocuk hastalarda beyinde DTG bulguları arasında değişikliklerin olup olmadığını belirlemeyi amaçladık. Akut hiperamonyemik ensefalopatili 11 çocuk hasta (üre siklus defekti n=5; organik asidemi n=6) ve 9 sağlıklı kontrol grubuna MRG ve DTG yapıldı. Tüm hasta ve kontrol grupta beynin farklı bölgelerinden ADC ve FA değerleri analiz edildi. Kontrole göre, tüm hasta grubunda perirolandik korteks, serebellar beyaz cevher, singulum, temporal ve frontal lob periventriküler beyaz cevher ile parietal subkortikal beyaz cevherden elde edilen ADC değerleri daha yüksekti. Kontrolle karşılaştırıldığında, hem üre siklus defekti hemde organik asidemili hastaların nükleus kaudatus, putamen, perirolandik korteks, korpus kallosum genu, temporal lob periventriküler beyaz cevher ve oksipital lob periventriküler ve subkortikal beyaz cevherden elde edilen FA değerleri daha düşüktü. Kontrol grup ve organik asidemili hastalara göre üre siklus defektli hastaların korpus kallozum splenium kesiminden elde edilen FA değerleri daha düşükken, kontrol grup ve üre siklus defekti olanlara göre organik asidemili hastalarda hipokampus ve parietal lob subkortikal beyaz cevherin FA değerleri daha düşüktü. Üre siklus defekti ve organik asidemiye bağlı gelişen akut hiperamonyeminin yol açtığı ensefalopatili hastalarda bazı ortak tutulum alanları gözlenmiş olup elde edilen ADC ve FA değerlerindeki değişiklikler mikroyapısal düzeyde hasarı gösterebilir. DTG akut hiperamonyemik ensefalopatili hastaların takip ve yönetiminde yardımcı yöntem olarak kullanılabilir.

56 SB-45 SERVİKAL SPİNAL KORDDA 3D DTI TRAKTOGRAFİ-3T CİHAZDA NORMAL OLGULARIN ORTALAMA DEĞERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ÖNDER TURNA 1, IŞIL FAZİLET TURNA 2 1 BİRUNİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ AD. 2 ÖZEL REYAP İSTANBUL HASTANESİ, FTR BÖLÜMÜ Bu çalışmamızda normal olguların servikal spinal korddaki ortalama DTI ölçümlerini değerlendirmeyi amaçladık. 3T manyetik görüntüleme cihazında (Siemens) rutin servikal spinal MRG esnasında servikal disk veya kord patolojisi saptanmayan 32 olguya (ort. yaş: 27.8; 25 kadın, 7 erkek), onamları alınarak, ek olarak multishot EPI (resolve) DTI ( b=0, 1000 s/mm 2 ) sekansı ve T2 sagittal iso sekansı alındı. Görüntüler iş istasyonunda (Syngo via) 3D traktografi modunda açılarak değerlendirildi. Görüntülerden round (ort-15 cm ROI) ve plane (ort-13x7 cm ROI) yöntemlerle değerlendirmeler yapıldı. Sonuçlar SPSS programı ile değerlendirildi. Round ve plane ölçüm ile bulunan ortalama değerler: Traktus sayıları; , fraksiyonel anizotropi (FA); , mean diffusivite (MD) (x10-3 mm 2 /sn); , aksiyel diffusivite (AD) (x10-3 mm 2 /sn); , radial diffusivite (RD) (x10-3 mm 2 /sn); şeklindeydi. Ölçümler arası değerlendirmelerde traktus sayılarının round ölçümde planeye göre istatistiksel anlamlı yüksek çıktığı görüldü. Diğer değerlerde ise anlamlı fark izlenmedi. Bulgularımızın normal referans değerlerini göstermek için yardımcı olacabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca spinal kordu tutan hastalıklarda yapılacak ölçümlerde çıkan değerlere göre bizim referans değerlerimizin karşılaştırılabileceğini ve hastalık takibinde yararlı olabileceğini düşünüyoruz.

57 SB-46 MULTİPL SKLEROZ HASTALARINDA PHASE SENSITIVE INVERSION RECOVERY (PSIR) SEKANSININ KARA DELİK LEZYONLARIN TANISINA KATKISI ALİ MURAT KOÇ 1, GÜLŞEN YÜCEL 1, ÖZGÜR ESEN 1, ESRA MELTEM KOÇ 2, TÜRKER ACAR 1, ZEHRA HİLAL ADIBELLİ 1 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ, İZMİR BOZYAKA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 2 İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ Multipl skleroz (MS) hastalığının tanı ve takibinde kraniyel MRG de izlenen kara delik (black hole) lezyonlarının tespitinde PSIR sekansının etkinliğini değerlendirmek. MS hastalığı tanısı veya şüphesi olan 74 hasta prospektif olarak çalışmaya dahil edilmiş olup 32 hasta klinik kanıtlanmış MS tanısı almıştır. Hastaların 1.5 Tesla MR cihazında elde olunan kraniyal MRG incelemelerine PSIR sekansı eklenmiştir. Her üçü de iv. kontrast madde enjeksiyonu öncesinde aksiyel planda elde olunan PSIR, T2A ve T1A sekanslarında iki radyoloğun konsensusu ile belirlenen kara delik lezyonlar, klasik demyelinizan plaklar, BOS, gri ve beyaz cevher alanlarında aynı kesit düzeyinde, aynı boyutta ROI ler belirlenerek sinyal intensite (SI) ölçümleri gerçekleştirilmiştir. Lezyonların seçilebilirlikleri kontrast oranı formülü ile kantitatif olarak hesaplanmış, her üç sekansın kontrast farkı Wilcoxon testi ile analiz edilmiştir. Kara delik lezyonları ve klasik demyelinizan plakların BOS ve normal görünen beyaz cevhere kontrast oranları karşılaştırıldığında; PSIR sekansı ile diğer sekanslar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0,05). Klasik demyelinizan plakların normal görünen gri cevhere kontrast oranları karşılaştırıldığında ise PSIR ve T2A sekanslar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamış (p=0,121); PSIR ve T1A sekansları arasında ise anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,05). Bulgulara ek olarak juksta/intra-kortikal lezyonlar da PSIR sekansı ile belirlenebilmiştir. Kara delik lezyonlar, MS hastalığının kronik sürecini yansıtmakta olup lezyonların sayısı ile hastalık progresyonu arasındaki korelasyon yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Sekans parametreleri ve manyetik alan gücünün değişkenliği nedeniyle subjektif olarak kabul edilen T1A hipointens kara delik lezyonlar, yüksek kontrast oranına sahip PSIR sekansı ile görsel ve niceliksel olarak başarıyla belirlenebilmiştir.

58 SB-47 RADYOTERAPİ ALAN GLİOBLASTOMLU HASTALARDA DOKU ANALİZ YÖNTEMLERİNİN SAĞKALIMA ETKİSİ NESLİHAN KURTUL 1, MURAT BAYKARA 2 1 SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ, RADYASYON ONKOLOJİSİ AD, KAHRAMANMARAŞ 2 SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ, RADYOLOJİ AD, KAHRAMANMARAŞ Standart magnetik rezonans (MR) bulgularına ilave bilgiler sağlayan doku analiz yöntemleri güncel bir konudur ancak glioblastomda radyoterapi ile ilişkisi incelenmemiştir. Bu çalışmada glioblastomun radyoterapi öncesi ve sonrası çekilen MR da doku analizi yöntemleri ile incelenmesi ve sonuçların sağkalımla ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Biopsi yada subtotal rezeksiyon sonrası histopatolojik olarak glioblastom tanısı almış ve küratif kemoradyoterapi (60 Gy RT +temozolamid) uygulanmış 26 hasta çalışmaya dahil edildi. Radyoterapiden önce çekilen kontrastlı kranial MR görüntüleri radyoterapi sonrası birinci ayda çekilen görüntüler ile karşılaştırıldı. ROI kontrastlı T1 kesitlerdeki aktif tümör alanı olarak belirlendi. Hesaplanmış olan tümör atenüasyon değerleri kullanılarak MATLAB versiyon 2009b programı aracılığıyla gri seviye yoğunluğu (gray level intensity), histogramın standart deviasyonu (standart deviation of histogram), entropi (entropy), üniformite (uniformity), çarpıklık (skewness), kurtoz (kurtosis) değerleri hesaplandı. Radyoterapi ile meydana gelen değişiklikler eşleştirilmiş örneklemler T Testi, doku analiz parametreleri ve sağkalım arasındaki ilişki kaplan-meier yöntemi ile hesaplandı. Radyoterapi sonrası değerler öncesi ile karşılaştırıldığında entropi değerinde artış (p=0.014), üniformitede düşüş gözlendi (p=0.049). Standart deviasyonda isatistiksel anlamlılığa yakın artış görüldü (p=0.054). Gri seviye yoğunluğu, kurtozda artış ve çarpıklıkta düşüş vardı ancak istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (p>0.05). Medyan takip süresi 7.5 ( ) ay medyan genel sağkalım 12.5 ( ) ay idi. Radyoterapi sonrası entropi değeri düşüklüğü daha uzun sağkalımla ilişkili bulundu (p=0.034). Diğer doku analizi parametrelerinde radyoterapi öncesi yada sonrası değerlerin sağkalımla ilişkisi gösterilemedi. Radyoterapi glioblastomda üniformitede düşme ve entropide artışa neden olmaktadır. Radyoterapi sonrası birinci ayda çekilen kranial MR daki entropi değeri glioblastomda prognostik faktör olarak kullanılabilir.

59 SB-48 İÇ KULAK ANOMALİLERİ İÇİN YENİ SINIFLMA SİSTEMİ INCAV( İNKAV) ZEHRA HİLAL ADIBELLİ 1, LEYLA İSAYEVA 1, ALİ MURAT KOÇ 1, TOLGAHAN ÇATLI 3, HAMİT ADIBELLİ 2, LEVENT OLGUN 3 1 İZMİR BOZYAKA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ 2 DR BEHÇET UZ ÇOCUK HASTANESI KULAK BURUN BOGAZ KLİNİĞİ 3 İZMİR BOZYAKA EĞİTİM VEARAŞTIRMA HASTANESİ KULAK BURUN BOĞAZ KLİNİĞİ Amacımız, kullanışlı ve sadeleştirilmiş, MR tetkikinde elde edilen bulguların ağırlıklı olarak kullanıldığı, klinisyen için daha anlaşılır, yukarıdaki sınıflamaların hiç birine dahil edilemeyen anomalileri de içeren yeni bir kulak malformasyon sınıflama sistemi tanımlamaktır. Etik kurul onayı alındıktan sonra kliniğimizde sensorinorinal işitme kaybı nedeniyle kulak MR ve BT tetkiki yapılmış 488 hastaya ait görüntüler retrospektif olarak incelenmiştir. Hareket artefakları, görüntü kalitesi gibi nedenlerle 48 hasta çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya dahil edilen 440 hastada 80 anomalili kulak ayırt edilmiş ve yeni sınıflamaya göre gruplaştırılmıştır. Çalışmaya dahil edilen hastalarda değerlendirilen parametreler: İnternal akustik kanal (I):0- normal,1- geniş, 2- dar, 3- atrezik. Koklear sinir (N): 0- normal, 1- kalın, 2- ince, 3- agenezi. Kohlea (C): 0-normal, 1-IP 2, 2- IP 3, 3- Hipoplazi C3a, C3b, C3c.4-IP ortak kavite. 6- aplazi, Vestibüler akuadukt (A): 0- normal,1-geniş Vestibül(V): 0-normal,1-izole SKK anomalisi,2-dilate 3- hipoplazi,4-ip1, 5- ortak kavite,6-aplazi.normal grupta olan hastalar INCAV sınıflamasına göre I₀N₀C₀A₀V₀ olarak değerlendirilmiştir. Varyasyon grubunda ise yukarıdaki parametrelere uygun sınıflama yapılmış ve istatiksel analiz uygulanmıştır. Çalışmaya dahil edilen 440 hastadan 43 hastada toplam 80 anomalili ve 6 normal kulak ayırt edilmiştir ( I0N0C0A0V0. )Mevcut sınıflama sistemleri ile kategorize edilemeyen 26.25% anomali yeni İNCAV sistemi ile başarılı şekilde tanımlanmıştır Daha önce yapılan sınıflamalarda major anomaliler tanımlamakla birlikte bir çok hasta grubunda kompleks anomalilerin olması nedeniyle bu tip hastaların her hangi bir isimle tanımlanması sorun oluşturmaktadır. Bizim teklif ettiğimiz sınıflama, tüm kulak anomalilerini tanımlamakta ayrıca anomali şiddetini belirtmekte olup öncelikle MR olmak üzere görüntüleme yöntemlerinden elde olunan bulguları kullanarak, radyolog ve klinisyen arasında daha anlaşılır ortak dil oluşturmasına izin verecek ve tedavi planlanmasında büyük kolaylık sağlayacaktır.

60 SB-49 NAZOFARENK KANSERLERİNDE DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEMEDE ADC DEĞERLERİ İLE PET/BT SUV DEĞERLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI İSMAİL OKAN YILDIRIM 1, SEMİH SAĞLIK 1, ÖZTUN TEMELLİ 2, ERSOY KEKİLLİ 3, FATİH ERBAY 1, AYLİN COMAK 3 1 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ABD/MALATYA 2 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ ABD/MALATYA 3 İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP ABD/MALATYA Nazofarenks kanseri tanılı hastalarının Difüzyon Ağırlıklı Magnetik Rezonans Görüntüleme deki ADC değerleri ile PET/BT deki SUVmax değerleri arasında korelasyon olup olmadığını araştırmak. Bu çalışma Ocak Şubat 2016 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı nda gerçekleştirilmiş olup histopatolojik değerlendirilmeler sonucunda nazofarenks kanserli 22 hasta üzerinde yapılmıştır. Tüm hastalar için difüzyon ağırlıklı görüntüler 1.5 T MRG cihazı kullanılarak elde edildi. 18 F-FDG PET/CT görüntülemeleri difüzyon ağırlıklı görüntülerden yaklaşık 1-2 hafta sonra elde edildi. Tüm hastalar histolojik alt tiplerine göre 8i keratinize ve 14ü non-keratinize olmak üzere iki grup oluşturuldu. Gruplar arasında SUVmax, SUV mean ve ADC mean değerleri açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.(p>0.05) Nazofarenks kanserli hastalardan ölçülen ADC mean ile SUVmax ve SUVmean değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon tespit edildi.(sırasıyla p = 0,001, r = -0,639 ; p = 0,001, r = -0,619) Nazofarenk kanserlerinde difüzyon ağırlıklı görüntüleme tedaviye cevabın değerlendirilmesinde 18 F-FDG PET/CT yi tamamlayıcı ve alternatif bir yöntem olabileceğini düşünmekteyiz.

61 SB-50 PAROTİS BEZİ TÜMÖRLERİ: KONVANSİYONEL MR VE DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEME BULGULARININ HİSTOPATOLOJİ SONUÇLARIYLA KARŞILAŞTIRILMASI CAN ZAFER KARAMAN, AHMET TANYERİ, RECEP ÖZGÜR ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, AYDIN Parotis bezinde saptanan tümörlerin histopatoloji sonuçlarıyla konvansiyonel MRG ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme ile hesaplanan görünür difüzyon katsayısı (ADC) bulguları arasındaki ilişkiyi araştırmak. Aralık 2009 ile aralık 2016 yılları arasında 1,5 T MR görüntülemede parotis bezinde tümör saptanıp histopatoloji sonucu olan hastalar geriye dönük olarak incelendi. Aynı bezde birden fazla yada karşı bezde benzer tümörü olan hastalarda yalnızca büyük olan indeks tümör incelendi.toplam 53 hastada, 53 tümörün morfolojik özellikleri ve hesaplanan göreceli, ortalama, minimum, maksimum ADC değerlerleri kaydedildi (Resim 1).Bulgular ile histopatoloji sonuçları arasındaki ilişki için istatistiksel analizde bağımsız örneklem T testi, Mann-Whitney U testi ve ADC nin ayırt etme gücü için ROC analizi kullanıldı. Toplam 53 (34 E, 19 K) hastanın yaş aralığı (58±15) idi.tümör boyutu 9-50 (26±10) mmydi.tümörlerin 43 ü benign 10 u maligndi. Benign olan tümörlerden en sık rastlanan Warthin tümörü (n:17) ve pleomorfik adenomdu (n:14).tümörlerin morfolojik özellikleri (boyutu, konturu, sınırı, sinyal özelliği, kontrastlanma özelliği) ile patoloji sonuçları arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Hesaplanan ADC değerleri ile benign ve malign tümörler, en sık rastlanan iki benign tümör Warthin ve pleomorfik adenom arasındaki ilişki tabloda

62 özetlenmiştir (Tablo 1, Tablo 2). ADC nin benign ve malign tümör ayırt etme gücü için kullanılan ROC analizinde, ortalama ADC için eşik değer 1, mm 2 /sn alındığında %90 özgüllük, %70 duyarlılıkla bu değer üzerinde kalan 29 hastanın 28i benign yanlızca 1i malign olarak saptanmıştır.

63

64 Parotis bezi tümörlerinde hesaplanan ortalama ADC değeri, bening ile malign tümörlerin ayrımında yüksek özgüllüğe (%90) rağmen göreceli düşük duyarlılık (%70) gösterdiğinden tek başına değil, konvansiyonel MRGye yardımcı olarak kullanılmalıdır. ADC en sık rastlanan iki benign tümör olan Warthin tümörü ile pleomorfik adenomun ayrımında ek fayda sağlayabilir.

65 SB-51 PEDİATRİK LENFOMA OLGULARINDA TEDAVİYE YANITIN ADC İLE DEĞERLENDİRİLMESİ BEYZA NUR UZUN 1, TAHA YUSUF KUZAN 1, SİNAN UZUN 2, NURİ ÇAĞATAY ÇİMŞİT 1 1 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 2 MARMARA ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ BİYOİSTATİSTİK BÖLÜMÜ Lenfoma pediatrik yaş grubunda en sık görülen solid tümörlerden biridir. Pediatrik grupta lenfomaların %60ı Hodgkin dışı,%40 ı Hodgkin hastalığıdır. Lenfoma tanısı periferik kan yayması,lenf nodu biyopsisi ve kemik iliği aspirasyonuyla konmaktadır. Lenfomanın evrelenmesi ve tedaviye cevabın değerlendirilmesinde görüntülemenin önemi büyüktür. Çocukluk çağı lenfomalarında santral sinir sistemi tutulumu ve kemoterapiye yanıtın değerlendirmede baş-boyun MRG radyasyon içermediği için tercih edilecek modalitelerden biridir. T1 ve T2 sekanslarda tutulan lenf nodları tespit edilip boyutu değerlendirebileceği gibi Difüzyon, ADC, Perfüzyon gibi yeni sekanslarla tedavi yanıtını değerlendirebilmekteyiz. Biz bu çalışmada pediatrik lenfoma olgularında kemoterapiye yanıtı boyun MRG görüntülemede difüzyon-adc sekanslarıyla değerlendirmeyi amaçladık. Aralık 2015-Ocak 2017 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim Araştırma Hastanesinde lenfoma tanısıyla tedavi edilen 58 pediatrik hasta değerlendirildi. Bu gruptan tedavi öncesi ve sonrası boyun MRG incelemeleri bulunmayan 36 hasta çalışmaya dahil edilmedi. Bir olgunun difüzyon MR incelemesi teknik açıdan yetersiz olduğu için çalışmadan çıkarıldı. Çalışmaya dahil edilen 21 hastanın görüntüleri retrospektif olarak PACS sisteminde tarandı. Olguların tedavi öncesi ve sonrası 1. ayda boyun MRG T2 sekanslarında lenf nodu boyutları ve ADC sekanslarda manuel olarak ROI değerleri ölçüldü. ADC sekanslara ait önce ve sonra nicel ölçümleri karşılaştırmak için bağımlı grupların T-testi uygulandı (Bağımlı T- test). ADC sekanlarındaki değişim ise lenf nodu boyutu gibi artan ve değişmeyenier bir grup, azalanlar diğer grup diye kategorize edilerek ikiye ayrıldı. Aynı bireyin bu iki yöntemle yapılan nitel değerlendirmelerinin farklı olup olmadığını test etmek için McNemar Testi kullanıldı ve iki yönteme ait kategorik verilerin tanı uyumu ise Kappa katsayısı ile hesaplandı. Ayrıca Tanı ve Tarama testleri ile testin sonuçları irdelenmiştir. İstatistiksel analizler için SPSS 15.0 paket programı kullanıldı, anlamlılık düzeyi ise p<0,05 olarak değerlendirildi. Çalışmaya dahil edilen olguların 5 i kız 16 si erkekti. Hastaların yaş ortalaması 12,8 di.(5-18) idi. Olguların 17 sinde tedavi sonrası lenf nodu boyutu küçüldü, geri kalan 3 ünde lenf nodu büyüdü, 1 olguda lenf nodu boyutu değişmedi. Tedavi öncesi lenf nodlarının ADC ortalaması 1,142x10-3 mm 2 /s iken tedavi sonrası lenf nodlarının ADC ortalaması 1,468x10-3 mm 2 /s ölçüldü. Tedavi sonrası ADC ortalamasındaki değişim istatistiksel olarak anlamlı bulundu (P< 0.05). Tedavi yanıtının değerlendirmesinde, lenf nodu boyut değişikliği ile ADC değişikliğinde McNemar Testine göre istatistiksel olarak fark yoktu (P =0.5). Tedavi yanıtında boyut değişikliği ile ADC değişikliği arasında %62 tutarlılık olup, tutarlılık ölçüsü olan Kappa değeri 0,618 hesaplandi. İstatistiksel olarak anlamlı bulundu (P= 0,002).

66 Pediatrik lenfoma olgularında kemoterapiye yanıtın değerlendirilmesinde MRG sık kullanılan bir modalite haline gelmiştir. Literatürde pek çok malignitenin tedaviye yanıtı ADC sekansıyla değerlendirilebileceği gösterilmiştir. Yapılan yeni çalışmalarda ADC değerlerinin lenf nodunun bening-malign ayrımında kullanılabileceği ve lenfoma olgularında tedaviye yanıtı öngörebileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada pediatrik lenfomalı olguların tedavi öncesi ve sonrası ADC değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. ADC deki artış ve lenf nodu boyutundaki küçülme korelasyon göstermektedir. Bu sonuç literatüre benzer şekilde ADC ölçümlerinin tümörün yanıtını erken dönemde gösterebilmesi açısından anlamlıdır. Bizim çalışmamıza göre lenfomalı olguların takiplerinde kantitatif ADC ölçümleri tedaviye yanıtı değerlendirmede kullanılabilir.

67 SB-52 NAZOFARENKS KANSERİNDE RADYOTERAPİ SONRASI MASTİKATÖR KASLARDA VE PAROTİS BEZLERİNDE GELİŞEN BOYUT VE SİNYAL DEĞİŞİKLİKLERİNİN MRG İLE DEĞERLENDİRİLMESİ TANER ARPACI 1, GAMZE UĞURLUER 2, GÜLHAN OREKİCİ 3, TUĞANA AKBAŞ 1, MELTEM SERİN 2 1 ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ SHMYO, ACIBADEM ADANA HASTANESİ RADYOLOJİ BÖLÜMÜ 2 ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ, RADYASYON ONKOLOJİSİ ANABİLİM DALI 3 MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BİYOİSTATİSTİK ANABİLİM DALI Nazofarenks kanseri tanısıyla radyoterapi (RT) alan olgularda mastikatör kaslarda ve parotis bezlerinde ortaya çıkan boyut ve sinyal değişikliklerini manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile değerlendirmekti yılları arasında tedavi alan 31 olgu çalışmaya dahil edildi. RT öncesi ve kontrol MRG ler retrospektif olarak değerlendirilerek T2 ağırlıklı aksiyel imajlarda mastikatör kasların ve parotis bezlerinin maksimum transvers çapları ve sinyal özellikleri kaydedildi. Normal sinyal 0, hafif sinyal artışı 1 ve belirgin sinyal artışı 2 olarak skorlandı. Olgularda trismus gelişip gelişmediği kaydedildi. Olguların 20 si erkek, 11 i kadındı. Yaşları arasındaydı (median: 45). RT öncesi ve takipte son çekilen MRG arasındaki ortalama süre 3,74 yıldı (1-7 yıl). Sağ masseter kası (RM) %15, sol masseter (LM) %15, sağ lateral pterygoid (RLP) %9,6, sol lateral pterygoid (LLP) %9,4, sağ medial pterygoid (RMP) %8,7, sol medial pterygoid (LMP) %12, sağ parotis bezi (RP) %26, sol parotis (LP) %28 oranında ortalama çap değerlerinde azalma gösterdi. Bulgular istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). RM 8 olguda (%26) hafif, LM 5 olguda (%16) hafif, RLP ve LLP 8 er olguda (%26) hafif ve 3 er olguda (%9,7) belirgin, RMP 5 olguda (%16) hafif ve 1 olguda (%3,2) belirgin, LMP 4 olguda (%13) hafif ve 2 olguda (%6,5) belirgin, RP 10 olguda (%32) hafif ve 18 olguda (%58) belirgin, LP 10 olguda (%32) hafif ve 17 olguda (%55) belirgin sinyal artışı gösterdi. 15 olguda trismus saptandı (%48). Trismus gelişimiyle mastikatör kas atrofisi ve sinyal artışı arasında istatistiksel ilişki saptanmadı. RT sonrası mastikatör kaslarda ve parotis bezlerinde istatistiksel olarak anlamlı atrofi saptandı.

68 SB-53 INMEDE PERFUZYONUN MR, SWI VE BTA İLE DEGERLENDİRİLMESİ EZRA ÇETİNKAYA 1, AYŞE ARALAŞMAK 1, GÜROL GÖKSUNGUR 2, MEHMET ONUR KAYA 1, HÜSEYİN TOPRAK 1, MEHMET KOLUKISA 1, TALİP ASIL 1, SERPİL KURTCAN 1, HÜSEYİN ÖZDEMİR 1 1 BEZMİALEM VAKIF ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL 2 YOZGAT ŞEHİR HASTAHANESİ, YOZGAT Akut inme ile gelen olgularda kollateralizasyon ile perfüzyon defekti ilişkisini değerlendirmek Yas ortalamasi 65 olan toplam 20 olgu calismaya dahil edildi. Olguların acile başvuru sonrası 4 gün içinde kontrastlı beyin MR, SWI, BTA ve DSC-MR Perfuzyon görüntülemeleri yapıldı. BTA ile kollateralizasyon, CEMR ile leptomeningeal-pial kollateralizasyon (LPK) ve enfarkt alanında parankimal kontrastlanma (PK) ve SWI ile belirgin damar işareti (BDI) ve enfarkt alanında kanama varlığı değerlendirildi. Bulgular ile MRP`de CBV, CBF, MTT, TTP ve penumbra/enfarkt oranı kıyaslandı. LPK ile inme tarafında artmış CBV (p 0,033) ve LPK ile hemorajik transformasyon varlığı (p 0,045) arasında pozitif ilişki saptandı. Ayni taraflı BDI ile azalmış CBF ve artmış CBV arasında anlamlı ilişki saptandı (sırasıyla p 0,005, p 0,057). Enfarkt alanında PK ile artmış penumbra/enfarkt oranı anlamlı şekilde ilişkiliydi (p 0,057). BTA`da kollateralizasyon derecesi ile perfuzyon parametreleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı. BDI vasküler yatakta deoksijenizasyonun artığını göstermektedir. Çalışmamızın gösterdiği gibi SWI da BDI, CBF`de azalmanın göstergesi olabilir. CEMR`de artmış LPK CBV da artışı göstermektedir. PK ise geniş penumbra varlığını ortaya koymaktadır. Bu bulgular ışığında, acil koşullarda DSC-MRP olmadığında perfüzyon değişikliklerini göstermede CEMR ve SWI kullanılabilir.

69 SB-54 KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALARINDA İNTRAKRANİAL BULGULARIN VE SIKLIĞININ MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE DEĞERLENDİRİLMESİ: BİR SWI ÇALIŞMASI BİLGE ÖZTOPRAK 1, İBRAHİM ÖZTOPRAK 1, AYNUR ENGİN 2 1 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 2 CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI Kırım Kongo kanamalı ateşi (KKKA) son yıllarda dünyada ve ülkemizde görülme sıklığı artan ölümcül zoonotik bir hastalıktır. KKKA inde kanamanın sebebi dissemine intravasküler koagülasyon (DİK), trombositopeni veya endotel hasarıdır. Akut dönemde gelişen santral sinir sistemi (SSS) semptomlarının kanamaya bağlı olabileceği ve acil kabul edilmesi gerektiği bildirilmiştir. Ayrıca, KKKA nde viral ensefalit gelişme ihtimali söz konusudur. Bu çalışmanın amacı KKKA hastalığında manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile SSS tutulumunu araştırmak, klinik ve laboratuar bulgularıyla korele etmektir. Bu prospektif çalışmaya, yılları arasında KKKA tanısı alan 37 hasta dahil edildi. İntrakranial hemoraji ve viral ensefalit başta olmak üzere herhangi bir SSS tutulumu varlığını araştırmak amacıyla, hastaneye geldikleri sırada ve konvalesan dönemde olmak üzere iki kez kranial MRG yapıldı. Bir hasta MRG yi tolere edemediğinden, incelemesine BT ile devam edildi. MRG protokolüne rutin MRG ile görülemeyen küçük intrakraniyal kanamaları gösterebilen duyarlılık ağırlıklı görüntüleme (susceptibility-weighted imaging: SWI) ve diffüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) eklendi. Klinik ciddiyet skorlaması yapılarak laboratuar bulguları kaydedildi. Hastaların 35 i iyileşti. Ölümle sonuçlanan iki vakadan birinde BTde diffüz beyin ödemi görüldü. Nozokomial bulaş kabul edilen ve antiviral tedavi verilen üç hastanın hepsi iyileşti. Hastaların hiçbirinde akut intrakraniyal hadiseyi düşündüren MRG bulgusu saptanmadı. Üç vakada hastalıkla ilişkisi bulunmayan önceden geçirilmiş intrakranial kanama bulgusu saptandı. Ciddiyet skoru ile yatıştaki platelet ve en düşük platelet düzeyleri arasında negatif yönlü, ASTmax, ALTmax, GGTmax, CKmax, LDHmax, WBCmax ve yatış sırasındaki aptt değerleri arasında da pozitif yönlü anlamlı korelasyon vardı. KKKA birçok organ ve dokuyu etkileyen yüksek oranda ölümcül bir hastalık olmasına karşın, bu çalışma SSS tutulumunun oldukça nadir olduğunu düşündürmektedir.

70 SB-55 GLİOBLASTOM TANISIYLA TAKİP EDİLEN HASTALARDA TEDAVİ SIRASINDA YENİ ORTAYA ÇIKAN VEYA BÜYÜME GÖSTEREN LEZYONLARIN DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEME BULGULARINA GÖRE SINIFLANMASI VE DİFÜZYON AĞIRLIKLI GÖRÜNTÜLEMENİN LEZYON SEYRİNİ BELİRLEMEDEKİ ETKİNLİĞİ BURAK OMAY 1, SELİN ARDALI 1, MELİKE MUT AŞKUN 2, SAADETTİN KILIÇKAP 3, MUSTAFA ERMAN 3, KADER KARLI OĞUZ 1 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ RADYOLOJİ AD 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ NÖROŞİRURJİ AD 3 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ MEDİKAL ONKOLOJİ AD Glioblastom, erişkinlerde en sık görülen primer beyin tümörü olup standart olarak uygulanan cerrahi, radyoterapi (RT) ve kemoterapi tedavisiyle dahi tedavi sırasında yüksek sıklıkla nükslerle ortalama 15 aylık sağ kalım bildirilmektedir. Glioblastom ile takip edilen olgularda standart tedavi protokolü sonrası yalancı progresyon (YP) azımsanmayacak sıklıkta görülmektedir. Yalancı progresyon tedavi sırasında ortaya çıkan veya artış gösteren kontrastlanan lezyon şeklinde görülmesi nedeniyle, konvansiyonel MRG de gerçek progresyon ile sıklıkla karışmaktadır. Bu iki lezyonun tanılarının doğru yapılması özellikle hastanın tedavi stratejisini belirlemede oldukça önemlidir. Literatürde tedavi sırasında ortaya çıkan difüzyon kısıtlanması alanlarına yönelik farklı sonuçlar bildiren çalışmalar vardır. Mong ve arkadaşları persistan olarak difüzyon kısıtlanması gösteren alanların iyi prognozu yansıttığını söylerken, Gupta ve arkadaşları ise tedavi sırasında yeni ortaya çıkan veya artan kısıtlanmış difüzyon varlığının tümör rekürrensi gelişeceğinin belirteci olduğu ve kötü prognozu yansıttığını belirtmiştir Bu çalışmadaki amacımız standart tedavisini bitiren ve bevasizumab kullanmamış hastalarda, yeni ortaya çıkan veya büyüme gösteren lezyon içerisinde difüzyon ağırlıklı görüntülerde (DAG) farklı görünür difüzyon katsayısı (apparent diffusion coefficient, ADC) değerlerine karşılık gelen dokuların RANO kriterlerine göre seyrini göstermek ve farklı ADC paternlerinin nekrotik doku ile tümör rekürrensi ayrımındaki rolünün etkinliğini belirlemektir. Bu çalışma için glioblastom nedeniyle cerrahi sonrasında standart kemoradyoterapi alan ve takiplerinde yeni ortaya çıkan veya büyüme gösteren kontrast tutulumu gösteren lezyonların ayrımı nedeniyle rutin MRG incelemesine ek olarak DAG elde edilmiş olan ve bu incelemeden en az 3 ay sonra elde olunmuş en az bir tane daha takip görüntülemesi olan toplam 27 hasta retrospektif olarak çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalara bu lezyonlara yönelik ikinci bir cerrahi uygulanmamıştır, bu nedenle hastaların progresyon ve yalancı progresyon gruplarının hangisinde yer aldığı RANO kriterlerine göre belirlenmiştir. Tüm incelemeler 3 tesla manyetik alan gücü cihazla elde edilmiştir. Lezyonun hem kontrast tutulumu gösteren ve göstermeyen tüm kısmında, difüzyon ağırlıklı görüntülerdeki ADC histogram analizine göre gruplama yapılmıştır. Histogram analizinde 10. persentil altında ADC değerleri gösteren bölge düşük ADC (ADC-1), 90. persentil üzerinde ADC değerleri gösteren bölge yüksek ADC (ADC-2) ve persentil arasındaki bölge ise orta ADC (ADC-3) bölgesi olarak belirlenmiştir. Bu şekilde her hastada üç farklı ADC alanı belirlenerek toplamda 81 lezyon değerlendirilmiştir. Bu ADC bölgeleri, takip görüntülemedeki seyrine göre progresyon veya yalancı progresyon kategorisine dahil edilmiştir. Hem bahsedilen ADC grupları içerisinde, hem de tüm lezyonlar bir arada

71 değerlendirilerek bütün ADC grubuna sahip lezyonların seyrine göre ADC değerleri arasındaki farklılık olup olmadığı Mann Whitney U testi kullanılarak araştırılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için p<0,05 değeri kabul edilmiştir. Tüm hastaların 18 i progresyon grubunda yer almakta olup 9 hasta ise yalancı progresyon grubundadır. Tüm lezyonlar bir arada değerlendirildiğinde, yalancı progresyon gösteren bütün lezyonlarda (s=37) ortanca ADC değeri 0,75 x10-3 mm 2 /sn, gerçek progresyon grubunda (s=44) ise 0,94 x10-3 mm 2 /sn olarak bulunmuştur (p=0,005). ADC gruplarına göre bakıldığında, ADC-1 grubundaki lezyonların 17 tanesi yalancı progresyon göstermiş olup 10 lezyonda progresyon (%37) izlenmektedir ve düşük ADC alanında, yalancı progresyon grubunda ortanca ADC değeri 0,67 x10-3 mm 2 /sn, progresyon gösteren grupta ise 0,72 x10-3 mm 2 /sn (p=0,32) dir. Yüksek ADC alanına sahip bölgede ise lezyonların 18 i progresyon gösteren (%67) grupta yer almakta, 9 u ise yalancı progresyon grubundadıd. Bu alanda yalancı progresyon grubunda 1,01 x10-3 mm 2 /sn, progresyon grubunda ise ortanca ADC 1,03 x10-3 mm 2 /sn bulunmuştur (p=0,98). Orta ADC değerlerine sahip alanda ise 16 lezyon gerçek progresyon (%60),11 tanesi ise yalancı progresyon grubundadır. Yalancı progresyon grubunda 0,80 x10-3 mm 2 /sn, progresyon grubunda ise 0,95 x10-3 mm 2 /sn (p=0,16) olarak bulunmuştur. Tüm lezyonlar değerlendirildiğinde ortanca ADC değerlerinin yalancı progresyon grubunda istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşük olduğu görülmektedir. Düşük ADC alanına sahip lezyonların daha az oranda progresyon gösterdiği (%37), yüksek ADC grubundaki lezyonların ise daha yüksek oranda progresyon gösterdiği (%67) görülmektedir. Düşük ADC değerleri gösteren bölgeler, takip görüntülemede daha düşük oranda progresyon gösterebilir.

72 SB-56 MALİGN MEME LEZYONLARININ FARKLI HİSTOPATOLOJİK TİPLERİNDE APPARENT DİFFUSİON COEFFİCENT DEĞERLERİNDEKİ FARKLILIĞIN SAPTANMASI, HÜCRESEL ALAN/STROMA ORANI VE HİSTOPATOLOJİK SONUÇLARLA KARŞILAŞTIRILMASI NEVİN KÖREMEZLİ 1, IŞIL BAŞARA 2, ESRA YAVUZ 3, PINAR BALCI 2, ALİ SEVİNÇ 5, MERİH GÜRAY DURAK 6, AYÇA ERŞEN DANYELİ 6 1 KARABÜK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ BÖLÜMÜ 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTE HASTANESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, İZMİR 3 TOYOTASA ACİL YARDIM HASTANESİ, RADYOLOJİ BÖLÜMÜ, SAKARYA 4 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTE HASTANESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, İZMİR 5 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GENEL CERRAHİ ANABİLİM DALI, İZMİR 6 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PATOLOJİ ANABİLİM DALI, İZMİR Malign meme lezyonlarının farklı histopatolojik tiplerinde Difüzyon Ağırlıklı manyetik rezonans Görüntüleme (DAG) ile Apparent Diffusion Coefficent (ADC) değerlerindeki farklılığın saptanması, hücresel alan/stroma (HA/S) oranı ve histopatolojik sonuçlarla karşılaştırılması. Ağustos 2011 Kasım 2013 tarihleri arasında radyoloji ünitesinde, DAG ve rutin meme manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılan 59 kadın hastanın BI-RADS 4 ve 5 ve 6 olan lezyonların görüntüleri retrospektif olarak değerlendirildi. Memeye yönelik girişimsel işlem ya da tedavi almış olanlar çalışmaya dahil edilmedi. Meme MR incelemeleri 1,5 Tesla MR cihazı ( Gyroscan Achieva Intera, Philips ) ile elde edildi. ADC ve HA/S oranını karşılaştırmada meme geniş eksizyon ya da mastektomi materyallerine ait H&E boyalı tümör kesitlerinde HA/S oranını hesaplamak için Histopathological Image Atlas Editor (HIAE) isimli software kullanıldı. İstatistiksel analizler için SPSS (Statical Package for Social Sciences) for Windows 15 paket programı kullanıldı. İstatistik anlamlılık düzeyi p<0.05 kabul edildi. İncelemeye dahil invaziv ductal karsinom (İDK) lezyonlarında ortalama ADC değeri ± x10ˉ³mm²/sn, invaziv lobüler karsinom (İLK) lezyonlarında ise ± x10ˉ³mm²/sn ölçüldü. İDK ve İLK arasındaki farklılık için yapılan T-test sonuçlarında ortalama ADC değeri açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05)(p=0.45). HA/S oranı ile ADC değerleri arasındaki ilişki için yapılan Pearson korelasyon testinde anlamlı sonuç izlenmemekle birlikte ortalama ADC değeri ve HA/S oranı arasında pozitif korelasyon izlendi (r= +0.08). Meme malign lezyon histopatolojik alt tiplerini ayırdetmek için ADC ölçümleri altın standart histopatolojiye alternatif bir yöntem gibi görünmemektedir. ADC nin HA/S oranı ile olan pozitif korelasyonunun lezyonlarda stromal içeriği değerlendirmek için güçlü bir marker olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.

73 SB-57 BIRADS 3 LEZYONLARDA MEME MR DA MALİGNİTE ORANLARI; HANGİ SIKLIKTA TAKİP EDELİM? FATMA CAN 1, AYŞENUR OKTAY 2, ÖZLEM SEZGİN OKÇU 2, IŞIL BİLGEN 2 1 MANİSA CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD,MANİSA 2 EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, İZMİR Meme MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) de BIRADS 3 kategoride değerlendirilen lezyonların takip bulgularını, maligniteye dönüşüm oranlarını ve takipte kullanılan modalitelerin seçimini değerlendirmek yılları arasında BIRADS 3 olarak raporlanan lezyonlar retrospektif incelendi. 253 olgunun 368 tane BIRADS 3 lezyonunun morfolojik ve kinetik özellikleri, takipteki değişimleri, patoloji sonuçları ve takip süreleri gözden geçirildi. Fibroglandüler dokuların dağılım paternleri, eşlik eden prekontrast lezyonlar ve zemin parlaklaşması da değerlendirildi. Lezyonların özelliklerinin tanımlanmasında BIRADS atlasındaki kriterler kullanıldı. Veriler SPSS 18.0 programı kullanılarak karşılaştırıldı. Olguların meme MRG endikasyonları 11 grupta toplandı (Meme Başında Akıntı-Çekinti- Dilate Dukt, Memede Kitle, Problem Çözücü Yöntem, Yüksek Risk Tarama, Neoadjuvan KT Yanıt, Kontrol-Takip MR, Biopsi Sonucu Kuşkulu-Yüksek Riskli Lezyon, Parsiyel Opere, İmplant Kontrol, Evreleme, Poland Sendromu ). Yaş grubu (ort 47) arasında değişen 368 lezyonda takipte malignite saptanma oranı % 0.8 di. Morfolojik özelliklerin dağılımı 14(%3.8) foküs, 24(%6.5) multipl foküs, 260(%70.7) kitle, 46(%12.5) kitlesel olmayan kontrastlanma, 8(%2,2) retroareolar duktal boyanma, 11(%3) çevresel kontrastlanma gösteren kistik lezyonlar şeklindeydi. Kitlelerin 153 ü (%41.6) yuvarlak, 152 si (%41.3) oval, 6 tanesi (%1.6) düzensiz şekle sahipti. 368 lezyondan 168 tanesinin takip edildiği ve bunlardan 47(%12.8) tanesinin kaybolduğu, 10(%2.7) tanesinin boyutunun azaldığı, 3(%0.8) tanesinin boyut artışı gösterdiği, 101(%27.4) tanesinin ise stabil kaldığı, 7(%1.9) lezyonun ise opere edildiği tesbit edildi MRG BIRADS 3 lezyonlarda en fazla çekim endikasyonunu problem çözücü yöntem oluşturmaktadır. Malignite yakalama oranımız literatür ile uyumludur. BIRADS 3 kategoride değerlendirilen lezyonlarda mamografideki gibi takip iyi bir seçenektir. BIRADS 3 lezyonlarda takipte boyut ve morfolojik değişiklikler malignite gelişimi açısından önemini korumaktadır.

74 SB-58 NEOADJUVAN KEMOTERAPİ ALAN MEME KANSERLİ HASTALARIN TAKİBİNDE VE CERRAHİ ÖNCESİ BOYUT ÖLÇÜMÜNDE US Mİ MRG Mİ? ONUR TAYDAŞ, MELTEM GÜLSÜN AKPINAR, FİGEN BAŞARAN DEMİRKAZIK HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA Günümüzde neoadjuvan kemoterapi lokal ileri meme kanserinde standart tedavi durumundadır. Neoadjuvan kemoterapi alan hastaların takibinde ultrasonografi (US) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız takipte kullanılan bu iki modalitenin etkinliğini karşılaştırmaktır yılları arasında hastanemizde meme kanseri tanısı alıp neoadjuvan kemoterapi verilen hastalardan radyolojik takibi, cerrahisi ve patolojik incelemesi hastanemizde yapılmış olan hastalar retrospektif olarak tarandıktan sonra toplam 75 hasta çalışmaya dahil edildi. 28 hastanın takibi MRG ile ve 47 hastanın takibi ise US ile yapılmıştı. Hastaların yaş ortalamaları 50 (±10,27) idi. Hem MRG, hem US, hem de patolojik boyut değerlendirmesinde tümörün en uzun boyutu esas alındı. Patolojide ölçülen ve cerrahi öncesi MRG ile ölçülen en uzun boyutlar arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,379). Ancak patolojide ölçülen ve cerrahi öncesi USG ile ölçülen en uzun boyutlar arasında istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,004). Tümörün en uzun boyutunda altın standart patolojik boyuta göre USG için doğruluk %55,3 iken MR için doğruluk %78,5 idi. Neoadjuvan kemoterapi alan hastalarda tümör boyutu US veya MRG ile radyolojik olarak takip edilerek tedavinin etkinliği belirlenir, hastanın cerrahiye uygun olup olmadığına karar verilir ve cerrahi tedavi öncesi uygun cerrahi tekniğin uygulanması sağlanır. Çalışmamızda MRG nin, US ye göre hem cerrahi öncesi boyut tesbitinde ve takibinde daha etkin olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak her ne kadar her iki modalitenin de kendine özgü avantajları ve dezajantajları olsa da özellikle cerrahi öncesi yapılacak boyut değerlendirmesinde MRG nin daha etkin olduğunu bilmek, doğru modalite seçimi konusunda yol gösterici olacaktır.

75 SB-59 MALİGN MEME KİTLELERİNDE KOMŞU DAMAR İŞARETİNİN PROGNOSTİK BELİRTEÇLER İLE İLİŞKİSİ EZRA ÇETİNKAYA, ŞEYMA YILDIZ, HAFİZE OTÇU, RASUL SHARİFOV, ALPAY ALKAN BEZMİALEM VAKIF ÜNİVERSİTESİ, İSTANBUL Malign meme kitlelerinde komşu damar işaretinin prognostik biyomarkerlar ve MR daki morfolojik ve kinetik bulgular ile ilişkisini araştırmayı amaçladık Aralık-2017 Şubat tarihleri arasında Meme MR raporlarında malign meme kitlesi tarif edilen olgulardan patoloji sonuçlarında malign oldukları kanıtlanan toplam 138 lezyon çalışmaya dahil edildi. Kemoradyoterapi alanların tedavi öncesi MR görüntüleri kullanıldı. 1.5 Tesla MR ile görüntüler meme koili kullanılarak elde edildi. Üç boyutta haraket ettirilebilen MIP görüntülerde komşu damar işareti (KDİ) varlığı iki ayrı radyolog tarafından araştırıldı. Patolojide bakılan aksiller lenf nodu, histolojik grade, tümör boyutu, ER, PR, C-Erb B2, Ki-67 ve anjiolenfatik invazyon gibi birçok parametre kullanıldı. Lezyonların BİRADS-MR 2013 e göre morfolojik, kinetik özellikleri ve KDİ ilişkisi değerlendirildi. KDİ değerlendirmesinde gözlemciler arası uyum hesaplandı. Lezyonlardan KDİ pozitif olanların MR da boyut ortalamaları negatiflere göre anlamlı düzeyde yüksek olarak saptandı (p <0.001, KDİ negatif; median 12 mm, KDİ pozitif; median 31 mm). KDİ pozitif olan lezyonlarda; prognostik biyomarkırlardan Ki-67 değeri anlamlı derecede yüksek (p 0.007), MR incelemede aksiller lenf nodu yüksek oranda pozitif saptandı (p 0.010). KDİ varlığı ile ADC değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark saptanmamakla birlikte KDİ pozitif olgularda ADC ortalama değeri negatiflere kıyasla daha düşük bulundu (KDİ negatif; median 892, KDİ pozitif; median 792). KDİ saptamada gözlemciler arasında %63,8 ile iyi derecede uyum izlendi. KDİ varlığı proliferasyon göstergeci olan Ki-67 ve aksiller lenf nodu metastazı ile ilişkili olup kötü prognozu yansıtır. KDİ saptanmada gözlemciler arasında iyi derecede uyum mevcuttur.

76 SB-60 MEMENİN FİBRÖZ LEZYONLARI: GÖRÜNTÜLEME VE HİSTOPATOLOJİK KORELASYON EMİNE DAĞISTAN, ZELİHA COŞGUN, DEMET ÜNAL ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ Memenin fibröz lezyonlarının ultrasonografi (US), mamografi (MG) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulgularının tanımlanması ve histopatolojik korelasyonunu sağlamak. Fibröz meme lezyonlarının en sık görülen grubunu oluşturan fibroadenomların görüntüleme bulguları iyi bir şekilde bilinmektedir. Ancak daha az görülen ve malignite ile sıklıkla karışan fibroepitelyal lezyonların görüntüleme bulgularını tanımlamak ve tanınabilirliğine katkıda bulunmaktır yıllarında çekilen meme MRG ler ve hastaların demografik bilgileri PACS sisteminden retrospektif olarak değerlendirildi. Bu hastalardan patolojik tanı alan fibröz meme lezyonlarının US, MG ve MRG bulguları tanımlandı. Patolojik tanı alan fibröz lezyonlar; 34 fibroadenom,13 adet filloides tümör (4 adet benign, 6 adet düşük dereceli, 3 adet orta dereceli), 2 adet diabetik mastopati, 3 adet fokal meme fibrozisi, 7 adet fibroadenomatoid lezyon idi. Özellikle daha az sıklıkta görülen fibroadenom dışı fibröz meme lezyonları malign lezyonlarla benzer özellik gösterebilmekte ve tanıda güçlüğe yol açmaktadır. Bu nedenle bu lezyonların tanınması gereksiz invaziv prosedürleri önlemek için önemlidir.

77 SB-61 BENİGN VE MALİGN AKSİLLER LENF NODLARINDA PARAMETRİK DİFÜZYON AĞIRLIKLI VE DİFÜZYON TENSÖR GÖRÜNTÜLEME IRMAK DURUR SUBAŞI 1, FATİH ALPER 2, PINAR TUNCEL 1, ADEM KARAMAN 2, BAKİ HEKİMOĞLU 1 1 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA 2 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ERZURUM Çalışmamızda aksillada saptanan lenf nodlarında difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) ve difüzyon tensör görüntüleme (DTG) parametrelerinin benign-malign ayrımında tanısal değerini araştırmak amaçlanmıştır. DAG-DTG verileri ve patoloji sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Malign gruba histopatolojik olarak meme kanseri tanısı konmuş ve aksillada metastaz onaylanmış hastalar; benign gruba ise BI-RADS 1-3 kategorisine sahip, kuşkulu bulgu saptanmayan, bulguları 2 yıldır değişmeyen veya histopatolojik olarak benign olduğu kanıtlanmış hastalar dahil edilmiştir. Lenf nodlarının korteks kalınlıkları ve korteklerinden b0, b800, ADC, FA ve Trace DW sinyal intensiteleri (SI) ölçülerek t testi uygulanmıştır. Benign-malign ayrımında tanısal performans ROC analizi ile değerlendirilmiştir. 25 malign ve 29 benign olguda sırasıyla ortalama korteks kalınlığı 11 mm ve 4 mm; b0 SI 61,5 ve 49,5; b800 SI 36,4 ve 28,7; ADC değeri 0,621 ve 0,922; FA değeri 0,40 ve 0,50; Trace DW SI 44,0 ve 30,7 olarak bulunmuştur. Malign ve benign grupta korteks kalınlığı, ADC, FA ve Trace DW değerleri istatistiksel olarak anlamlı fark göstermiştir. AUC değeri korteks kalınlığı, ADC, FA ve Trace DW için sırasıyla 0,966; 0,134; 0,343 ve olarak belirlenmiştir. Korteks kalınlığı için 3,5 mm eşik değerinin %92 duyarlıklık ve %97 özgüllüğe sahip olduğu; Trace DW için 36,5 eşik değerinin %64 duyarlıklık ve %63 özgüllüğe sahip olduğu bulunmuştur. Trace DW esasında bir difüzyon haritası olmayıp belirgin difüzyon-t2 ağırlığına sahip görüntülerdir. Bu durum benign-malign ayrımında bu görüntüleme yöntemine bir üstünlük sağlıyor olabilir. DAG-DTG parametrelerinin daha geniş bir popülasyonda, radyolojik olarak normal görünümdeki lenf nodları da değerlendirmeye alınarak, mümkünse patolog eşliğinde histopatolojik örnekleme yapılarak çalışılmasının katkı sağlayacağı düşünülmüştür.

78 SB-62 MEME MRG DE BI-RADS KATEGORİLERİNİN MEME KANSERİNİN TESPİTİNDE DUYARLILIK, ÖZGÜLLÜK VE DOĞRULUĞU IRMAK DURUR SUBAŞI 1, FATİH ALPER 2, ONUR KARACİF 1, ADEM KARAMAN 2, BAKİ HEKİMOĞLU 1 1 DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA. 2 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ERZURUM. Meme lezyonlarının meme manyetik rezonans görüntüleme (MRG) de saptanan BI-RADS kategorilerinin (3-5); meme kanserini tahmin etmede duyarlılık, özgüllük, pozitif-negatif prediktif değer ve doğruluk oranlarını araştırmayı amaçladık. Meme MRG de BI-RADS kategori 3-5 olarak değerlendirilen ve histopatolojik inceleme yapılan olgular retrospektif olarak değerlendirildi. Tetkikler 3Tesla ana manyetik alan gücüne sahip MRG cihazı ile dedike meme koili kullanılarak pron pozisyonda elde edilmişti. Neoadjuvan kemoterapi, relaps veya rezidü değerlendirmesi yapılan olgular, BI-RADS kategori 6 lezyonlar çalışmaya dahil edilmedi. Lezyonların BI-RADS kategorileri kaydedildi ve patoloji sonuçları altın standart olarak kabul edilerek BI-RADS kategorilerinin malignite tanısında duyarlılık, özgüllük, pozitif-negatif prediktif değer ve doğruluk değerleri receiver operating characteristics (ROC) analizi ile hesaplandı. Belirtilen ölçütlere sahip 366 olgu (149 malign, 217 benign lezyon) tespit edildi. ROC analizine göre sırasıyla, BI-RADS 3 ve üzeri, 4a ve üzeri, 4b ve üzeri, 4c ve üzeri ve 5 kategorilerinin meme kanseri tespitinde AUC değerleri sırasıyla 0,500; 0,700; 0,807; 0,849 ve 0,815 olarak bulunmuştur. BI-RADS kategori 3 ten itibaren malignite tespitinde kategori arttıkça duyarlılık azalmakta özgüllük ise artmaktadır. En yüksek tanısal performansa sahip BI-RADS 4c ve üzeri (BI-RADS 4c ve 5) kategori için %78 duyarlılık, %91 özgüllük, %86 pozitif prediktif değer, %86 negatif prediktif değer ve %86 doğruluk hesaplanmıştır. Duyarlılık, özgüllük, pozitif-negatif prediktif değer ve doğruluk değerleri, BI-RADS kategori 4c ve 5 lezyonların meme MRG de daha doğru yorumlama ile sonuçlanabileceğini göstermektedir. Bu durumun nedeni benign ve malign lezyonlara ait bulguların örtüşmesi olabilir.

79 SB-63 EKSİZYONEL BİYOPSİ YAPILAN MEME KANSERLİ OLGULARDA REZİDÜ TÜMÖR VE EK LEZYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE MEME MRG VE PET-BT NİN ROLÜ SERAP DOĞAN 1, ÜMMÜHAN ABDÜLREZZAK 2, ABDULLAH BAHADIR ÖZ 3, GÜVEN KAHRİMAN 1, HAKAN İMAMOĞLU 1, MUSTAFA ÖZTÜRK 1 1 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, KAYSERİ 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÜKLEER TIP AD, KAYSERİ 3 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ GENEL CERRAHİ AD, KAYSERİ Meme kanserinde eksizyonel biyopsi sonrasında rezidü tümör oranı %45-70 olarak bildirilmiştir. Operasyona sekonder değişiklikler memenin görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilmesini güçleştirmektedir. Bu çalışmada eksizyonel biyopsi yapılan meme kanserli olgularda re-eksizyon öncesi rezidü tümör ve ek lezyonların belirlenmesinde MRG ve PET- BT nin değerinin araştırılması amaçlanmıştır. Dış merkezde eksizyonel biyopsi yapılan ve meme kanseri tanısı alan hastanemize tedavisinin tamamlanması için başvuran 50 olguda re-eksizyon öncesi dinamik meme MRG ve PET-BT incelemeleri retrospektif olarak değerlendirildi. MRG ve PET-BT incelemeleri, eksizyon bölgesinde rezidü tümör varlığı, aynı memede ek lezyon, karşı memede senkron lezyon açısından cerrahi sınır bilgisi olmadan değerlendirildi. Ayrıca PET-BT de meme dışındaki ek bulgular kaydedildi. Bulgular cerrahi tedavi (meme koruyucu cerrahi veya mastektomi) sonrası patoloji sonuçları ile karşılaştırıldı. 50 olgudan 26 olguda meme koruyucu cerrahi, 24 olguda mastektomi yapıldı. Eksizyonel biyopsi bölgesinde rezidü tümör saptanmasında MRG ve PET-BT nin duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif öngörü değeri, negatif öngörü değeri, doğruluğu sırasıyla %92, %88, 88.4, %91.6, %90 ve %96, %60, %70.5, %93.7, %78 bulundu. Aynı memede ek lezyon saptanmasında MRG ve PET-BT nin duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif öngörü değeri, negatif öngörü değeri, doğruluğu sırasıyla %91.6, %97.3, %91.6, %97.3, %96 ve %83.3, %97.3, %90.9, %94.8, %94 idi. Karşı memede tümör bulunan 1 olgu MRG de saptandı ancak PET-BT de tespit edilemedi. PET- BT de 1 olguda senkron kolon karsinomu, 1 olguda senkron tiroid karsinomu saptandı. Eksizyonel biyopsi sonrası rezidü tümör saptanmasında MRG ve PET-BT duyarlılığı yüksek yöntemlerdir. Ancak muhtemel postoperatif değişiklikler nedeniyle PET-BT nin özgüllüğü, pozitif öngörü değeri ve doğruluğu, MRG den düşüktür. Aynı memedeki ek lezyon saptanmasında MRG ve PET-BT benzer doğruluk değerlerine sahiptir. PET-BT senkron tümörlerin saptanmasında kliniğe ek katkı sağlar.

80 SB-64 MEME MRG DE SAPTANAN KONJENİTAL MALFORMASYONLAR IRMAK DURUR SUBAŞI 1, FATİH ALPER 2, HÜSEYİN ÇOŞKUN 1, ADEM KARAMAN 2, BAKİ HEKİMOĞLU 1 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ, DIŞKAPI YILDIRIM BEYAZIT EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, ANKARA 2 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ERZURUM Meme manyetik rezonans görüntüleme sırasında saptanan meme ve diğer organ sistemleri ile ilgili konjenital malformasyonların sunularak radyolojik değerlendirme sırasında belirtilmelerinin önemine değinmek amaçlandı. Ekim 2010-Eylül 2014 arasında değerlendirilen meme manyetik rezonans görüntüleme raporları retrospektif olarak değerlendirildi. Meme ve diğer organ sistemlerine ait belirtilen konjenital deformitelerin neler olduğu incelendi. Meme ile ilgili saptanan konjenital deformite amasti iken diğer sistemlere ait deformitelerden Poland sendromu, açılı sternum, sternal band, jigantomasti Kommeral divertikülü, sağ arkus aorta, sağ inen torasik aorta, dekstrokardi; mediastinal kist, sternal foramen, pectus excavatum, pectus carinatus, sternal kas, situs inversus totalis saptandı. Bu çalışmada özellikle sistematik tanısal yaklaşıma ve görüntüleme alanine giren bütün organ sistemlerinin değerlendirilmesine dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak meme manyetik rezonans görüntülemede her bir hastanın klinik özellikleri ve memeye ait bulguları yanında meme dışı bulgularının da raporlanması önem arz etmektedir. Anahtar kelimeler: konjenital malformasyon, manyetik rezonans görüntüleme, meme.

81 SB-65 ÖN ÇAPRAZ BAĞ MUKOİD DEJENERASYONU İLE RÜPTÜRÜNDEKİ MRG BULGULARININ KARŞILAŞTIRILMASI FATİH ÇELİKYAY 1, RUKEN YÜKSEKKAYA 1, ERKAL BİLGİÇ 2 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD, TOKAT 2 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ AD, TOKAT Ön çapraz bağ (ÖÇB) rüptürleri dizin sık görülen travmatik bağ yaralanmalarından biridir. ÖÇB ın mukoid dejenerasyonu ise göreceli olarak daha az görülen, eklemde hareket kısıtlığı nedeni olabilen dizin diğer bir bağ patolojisidir. ÖÇB rüptürünün ve mukoid dejenerasyonunun bulguları literatürde tanımlanmış olmakla birlikte bu bulguların bazıları hem rüptür hem de mukoid dejenerasyon olgularında izlenebilmektedir. Ayrıca tanımlan bulguların, bu farklı patolojiler arasında değerlendirilmesi literatürde oldukça sınırlıdır. Bu çalışmadaki amacımız ÖÇB mukoid dejenerasyonu ile rüptüründeki MRG bulgularının karşılaştırılmasıdır. Arşiv sistemimizden son 5 yıllık 3756 diz MRG incelmesi değerlendirildi. Artroskopik olarak doğrulanmış ÖÇB rüptürü olan olgular ile MRG bulguları mukoid dejenerasyon ile uyumlu olan toplam 80 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların demografik özellikleri ve artroskopi bulguları kaydedildi. ÖÇB ın tibial plato ve Blumensaat açıları ölçüldü. ÖÇB rüptürünün primer bulguları; ligamanda sinyal artışı (fokal, difüz), bütünlükte kayıp (fokal, difüz), dalgalı görünüm olarak kabul edildi. ÖÇB rüptürü sekonder bulguları; derin lateral femoral çentik ( 1.5 mm), arka çapraz bağ (AÇB) açısında azalma (<115 ), kontüzyon, Segond fraktürü, örtülmemiş menisküs işareti, anterior tibial translasyon (>5 mm) ile effüzyon varlığı olarak kabul edildi. Mukoid dejenerasyon bulguları ÖÇB da tüm sekanslarda artmış sinyal varlığı, sınırlarında belirsizleşme, kereviz sapı bulgusu, kalınlaşma, ilişkili ganglion kisti, intraosseöz kist ve ligaman yapışma yerinde ödem olarak değerlendirildi. Bu bulgular her iki grup arasında karşılaştırıldı. ÖÇB rüptürü olan 37 olgunun 3 ü (%8), mukoid dejenerasyonu olan 43 olgunun 32 si (%74) kadındı, ÖÇB rüptüründeki yaş ortalaması 29.4±9.1, mukoid dejenerasyondaki ise 54.6±10.7 idi ve aradaki farklar istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). ÖÇB sinyal artışı tüm sekanslarda artmış sinyal, ligaman yapışma yerinde ödem, effüzyon varlığı bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). ÖÇB tibial plato açısı ve Blumensaat açısı rüptür grubunda sırasıyla 32±7.1, -19.8±9.4, mukoid dejenerasyon grubunda ise sırasıyla 45.1±7.9, -9±5.6 olup fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.01). ÖÇB bütünlüğünde fokal ya da diffüz kayıp, dalgalı görünüm, derin lateral femoral çentik, anterior tibial translasyon, örtülmemiş menisküs, kontüzyon, AÇB açısında azalma, rüptürün sekonder bulgularından en az birinin varlığı rüptür grubunda istatatistiksel olarak daha sıktı (p<0.05). Tüm sekanslarda belirsiz ÖÇB, ligamanda kalınlaşma, kereviz sapı bulgusu,ganglion kisti ve intraosseöz kist ise mukoid dejenerasyon grubunda daha sık olarak izlendi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.01).

82 Ön çapraz bağın mukoid dejenerasyonu ve rüptürünün MR görüntüleme özellikleri özellikle ön klinik bilgi yetersizliğinde birbiriyle karışabilmektedir. ÖÇB daki sinyal değişikliğinden ziyade, diğer yardımcı ve sekonder bulguların saptanması, bulguların birlikte bulunup bulunmadığının araştırılması, ÖÇB tibial plato ve Blumensaat açılarının değerlendirilmesi bu farklı patolojilerin ayırımında MRG nin tanısal duyarlılığını ve özgünlüğünü artıracaktır. Ayrıca olguların demografik özellikleri de ayırıcı tanıda yardımcı olabilir.

83 SB-66 ÇOCUKLUK ÇAĞI SEPTİK ARTRİT OLGULARINDA TEDAVİ TAKİBİNDE MRG BULGULARI FİGEN PALABIYIK 1, ERCAN İNCİ 1, ÖMER YILDIZ 1, NEVİN HATİPOĞLU 2 1 BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ BÖLÜMÜ, İSTANBUL 2 BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI BÖLÜMÜ, İSTANBUL Çocukluk çağında sık izlenen septik artritin tedavi ve takibi olguların klinik ve laboratuvar bulgularına göre yapılmaktadır. MRG septik artrit tanısında, tedavi süresinin belirlenmesinde ve tedavinin sonlandırılmasında kullanılabilecek noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir. Bu çalışmanın amacı çocuklarda septik atrit tedavi sürecinde MRG bulgularında meydana gelen değişiklikleri ve bu bulguların klinik ile korelasyonunu değerlendirmektir. Hastanemizde septik artrit nedeniyle tedavi edilen 17 hastadan tedavi öncesi ve sonrası MRG görüntülemesi yapılan 10 çocuk olgunun ( 8 erkek ve 2 kız; ortalama 3 yaş 8 ay; yaş aralığı 4 ay-8 yaş) 12 eklemi retrospektif olarak değerlendirildi. Etkilenen eklemler diz (5 olgu), kalça (6 olgu) ve omuz (1 olgu) eklemleriydi. Tüm olguların tedavi öncesi ve tedavi sürecinde yapılan 7 eklemin 1 adet, 3 eklemin 2 adet ve 2 eklemin 3 adet MRG incelemesi effüzyon, sinovyum, kemik ve eklem çevresi yumuşak doku değişiklikleri açısından değerlendirildi. Görüntüleme bulguları klinik bulgular ile korele edildi. Eklem effüzyonu, sinovyal kalınlaşma ve kontrastlanma tedavi öncesi tüm eklemlerde saptanırken takipte 5 eklemde (%42) miktarının azaldığı, 7 eklemde (%58) tamamen regrese olduğu izlendi (p< 0.05). 7 olguda (%59) sellülit/myozit tedavi öncesi izlenirken takipte tamamen kayboldu (p< 0.05). Kemik ödemi tedavi öncesi 6 eklemde (%50), kemik erozyonu ise 2 eklemde (%17) saptanırken her iki bulgu tedavi takibinde gerilemedi. Septik artiritte MRG incelemede eklem effüzyonu, sinovyal kalınlaşma ve kontrastlanmada azalma ve yumuşak doku değişikliklerinin kaybolması klinikte düzelme ile birlikte tedavinin takibinde kullanılabilir bulgular olabilir. Kemik ödemi ve erozyonu ise klinik olarak eklemde tam iyileşme olmasına rağmen MRG incelemede görülmeye devam edebilir.

84 SB-67 EPİDURAL VE RETROPERİTONEAL YAĞLANMANIN ABDOMİNAL OBEZİTE İLE İLİŞKİSİ NİLÜFER AYLANÇ, MUSTAFA REŞORLU, GÜRHAN ADAM ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ AD Çalışmamızda, vücutta farklı anatomik bölgelerdeki yağ doku dağılımının epidural yağ doku ile olan ilişkisini araştırmak. Çalışmamıza 28 kadın ve 32 erkekten oluşan 60 hasta kabul edildi. Olguların batın bilgisayarlı tomografi ve lomber magnetic resonance tetkikleri, retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların subkutan ve intraabdominal yağ doku kalınlıkları ile perirenal ve epidural yağ doku alanı karşılaştırıldı, demografik özellikler ile ilişkisine bakıldı. Subkutan yağ doku ortalama değerleri kadın cinsiyette (kadınlarda 29,9±24,2 mm ve erkeklerde 16,2±24,5 mm) daha yüksek saptanırken; perirenal yağ doku miktarı erkeklerde kadınlara oranla daha yüksekti (2118,4±2327,1 mm 2 ve 1204,1±851,3 mm 2 sırasıyla). İntraabdominal ve perirenal yağ doku ölçümlerinde cinsiyetler bakımından anlamlı fark yoktu ( p=0,407, p=0,390;sırasıyla). Ayrıca yaş ile birlikte subkutan, intraabdominal ve perirenal yağ doku ölçümlerinde artış saptanırken (r=0.33, p=0.010; r=0.37, p=0.004; r=0.51, p=<0,001; sırasıyla), epidural yağ doku ile belirgin bir ilişki saptanmadı (p=0,519). Subkutan ile intraabdominal ve perirenal yağ doku arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı (p=0,723, p=0,272, sırasıyla). Subkutan ve intraabdominal yağ doku kalınlığı ile epidural yağ doku alanı arasında istatistiksel açıdan belirgin bir ilişki saptanmazken (p değerleri sırasıyla 0,434 ve 0,271); perirenal ve epidural yağ doku alanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulundu (p=0,010). Epidural yağ dokunun subkutan ve intraabdominal yağ doku miktarı ile ilişkisi yoktu, ancak perirenal yağ doku ile pozitif yönde ilişkiye sahipti. Böylelikle epidural yağın obeziteden etkilenmediğini gördük. Bunun dışında elde ettiğimiz bir başka sonuç ise epidural yağ ile korele saptadığımız perirenal yağ dokunun androjenik etki ile değişebileceği ve epidural aralıkta mevcut olup nörolojik semptomlara neden olabilecek patolojik süreçlerin yönetiminde bu etkiden yararlanılabileceğini düşünmekteyiz.

85 SB-68 HEMOFİLİ HASTALARINDA EKLEM İÇİ HEMOSİDERİN BİRİKİMİNİN SAPTANMASINDA 3T SWI SEKANSININ KATKISI BEHİÇ AKYÜZ 2, AHMET VEYSEL POLAT 1, MESUT ÖZTÜRK 1, KERİM ASLAN 1, MUSTAFA BEKİR SELÇUK 1 1 ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ, SAMSUN 2 GÖLCÜK NECATİ ÇELİK DEVLET HASTANESİ Hemofili hastalarında eklem içi hemosiderin birikiminin saptamasında 3T susceptibility weighted imaging (SWI) sekansının uygulanabilirliğini prospektif olarak değerlendirmek. Bu çalışma için etik kurulu onayı ve çalışmaya katılan tüm hastalardan aydınlatılmış onam alınmıştır. Yirmi dört hemofili hastasının 41 eklemi rutin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve SWI sekansları ile görüntülendi. İki deneyimli kas-iskelet radyoloğu (radyolog 1 ve 2) ve kas-iskelet görüntülemede daha az deneyimli bir radyolog (radyolog 3) rutin MRG ve SWI görüntülerini hemosiderin birikimi açısından ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız olarak yorumladı: Nihai kararı iki deneyimli kas-iskelet radyoloğunun rutin MRG ve SWI görüntülerinin birlikte değerlendirilerilmesi ve konsensusu ile verildi. Rutin MRG ve SWI sekanslarının, referans ile tanısal uyumu ve yorumlayıcılar arasındaki ikili uyum kappa istatiği ile değerlendirildi. Rutin MRG sekanslarında, radyolog 1 ve 2 nin referans ile tanısal uyumu iyi düzeydeydi (sırasıyla ĸ = 0.67 ve ĸ = 0.69), radyolog 3 ün referans ile tanısal uyumu orta düzeydeydi (ĸ = 0.54). Radyolog 1 ve 2 nin gözlemciler arası uyumu çok iyi düzeydeydi (ĸ = 0.87); halbuki radyolog 3 ün radyolog 1 ve 2 ile gözlemciler arası uyumu iyi düzeydeydi (sırasıyla ĸ = 0.66 ve ĸ = 0.68). Tüm radyologların SWI yorumları referans ile çok iyi düzeyde uyum gösterdi (sırasıyla ĸ = 1, ĸ = 0.96, ĸ = 0.96). SWI sekansta tüm kullanıcılar için gözlemciler arası uyum yine çok iyi düzeydeydi (sırasıyla ĸ = 1, ĸ = 0.96, ĸ = 0.96). SWI, eklem içi hemosiderin birikiminin tespiti ve evrelendirlmesinde, konvansiyonel sekanslarla karşılaştırıldığında daha doğru ve güvenilir bir görüntüleme sekansıdır.

86 SB-69 ROTATOR MANŞET VE BİSEPS UZUN BAŞI TENDONU PATOLOJİLERİNDE MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEMENİN GÜVENİRLİĞİ; ARTROSKOPİ İLE KARŞILAŞTIRMALI MEHMET HAMDİ ŞAHAN 1, SANCAR SERBEST 2, UĞUR TİFTİKÇİ 2, MİKAİL İNAL 1, VEYSEL BURULDAY 1 1 KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI 2 KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ ANABİLİM DALI Biz bu çalışmada, omuz ağrısı ve disfonsiyonun en önemli nedenlerinden olan rotator manşet lezyonları ve biseps uzun başı tendonu patolojilerinde, artroskopi ile karşılaştırmalı olarak manyetik rezonans görüntüleme nin tanısal performansını inecelemeyi amaçladık. Artroskopik cerrahi uygulanmış 180 hasta tespit edildi. Bu hastalardan öncesinde tanısal manyetik rezonans görüntüleme tetkiki olan ve çalışma kriterlere uyan 17 si erkek, 47 si kadın toplam 64 hasta çalışmaya dahil edildi. Artroskopik cerrahi öncesi 6 hafta süre içerisinde çekilen manyetik rezonans görüntüleme bulguları ile artroskopik omuz eklem muayene bulguları retrospektif olarak incelendi. Supraspinatus tendonu tam kat yırtıklarında, sensitivite %89.1, spesifisite %94.4, parsiyel yırtıklarda, %89 doğrulukta sensitivite % 93.8, spesifisite %87.5, biseps uzun baş tendonunda tam kat yırtıklarında, sensitivite %33.3, spesifisite %98.4, parsiyel yırtıklarda, sensitivite %58.3, spesifisite %80.8 saptandı. Artroskopide 24 (%40) hastada, manyetik rezonans görüntüleme de 32 (%50) hastada birden fazla tendonda yırtık saptandı. Ayrıca Rotator manşet yırtıklarında artroskopide 15 (%24), manyetik rezonans görüntüleme de 19 (%29) hastada biseps uzun başı tendon yırtıklarının birlikteliği tespit edilmiştir. Manyetik rezonans görüntüleme, rotator manşet tendonu patolojilerinde, artroskopi ile karşılaştırmalı olarak, özellikle supraspinatus tendonu yırtıklarında, yüksek doğruluk, kappa değeri(kappa değeri: 0,78) ile güçlü tutarlılık aralığında, sensitivite ve spesifisitesi yüksek bulunmuştur. Ancak biseps uzun başı tendon patolojilerinde sensitivite düşük tespit edilmiştir. Manyetik rezonans görüntüleme günümüzde, omuz tendonu patolojilerinde özellikle rotator manşet tendonu patolojilerinde güvenilir tanı yöntemi olarak yerini korumaktadır.

87 SB-70 PARAGLENOİD LABRAL KİSTLERİN MRG ARTROGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ FADİME GÜVEN, HAYRİ OĞUL, GÖKHAN POLAT, SERHAT KAYA, MECİT KANTARCI ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, ERZURUM Omuz eklemi çevresinde yerleşim gösteren kistik lezyonlar nadir görülmekle birlikte labral yırtıkların eşlik edebilmesi ve supraskapular sinir nöropatisine yol açabilmesi nedeniyle önemlidir. Bu çalışmada paralabral kist tespit ettiğimiz olgularda kiste eşlik eden labral yırtığın sıklığını, lokalizasyonunu ve uzanımını MR artrografik görüntülerle belirlemeyi araştırmayı amaçladık. Merkezimize tarihleri arasında omuz ağrısı şikayeti ile başvuran hastalar konvansiyonel MRG ve MR artrografi tetkiki ile değerlendirildi. MR görüntüleri 1.5 T veya 3-T MR (Magnetom Avanto or Magnetom Skyra: Siemens Healtcare, Erlangen,Germany) cihazı ile injeksiyonu takiben 15 dakika sonra elde olundu. H astalar görüntüleme masasında supin pozisyonunda ve kolları hafif eksternal rotasyonda iken yağ baskılı SE T1 ağırlıklı aksiyel, oblik koronal ve oblik sagittal planlarda görüntü alındı. Toplam 400 MR artrografi görüntüsü retrospektif olarak incelendi. Toplam 14 olguda (%3.5) 15 paralabral kist tespit edildi. Olguların 12 tanesi erkek, 2 tanesi bayandı. Yaş aralığı (ortalama 31) idi. Paralabral kistler 8 olguda sağ omuzda, 6 olguda ise sol omuzda yerleşim göstermekteydi. Bir olguda 2 adet paralabral kist saptandı. İki olguda kistik lezyonlar multiloküle karakterdeydi. Diğer olgularda kistler unilok üleydi. 9 olguda paralabral kiste labral defekt eşlik etmekteydi Paraglenoid kist sinovyal kist, ganlion kisti veya psödokist şeklinde prezente olabilir. Sinovyal kist eklem kapsülü veya paraartiküler bursadan; ganglion kisti e klem kapsülü, bursa, ligament, tendon veya subkondral kemikten; psödokist ise eklem sıvısının labrokapsüler yırtık yoluyla komşu yumuşak dokuya ekstrüde olması sonucu meydana gelir. Paraglenoid labral kistler eşlik eden labral defektler nedeniyle detaylı değerlendirilmesi gereken periartiküler patolojilerdir. Bu olgularda eklem kapsülü ve labrumdaki defekti ortaya koymada MR artrografi kullanışlı bir modali tedir. Anahtar Kelimeler: Paraglenoid labral kist, labral yırtık, MR artrografi

88 SB-71 SUBSKAPULARİS VE BİCEPS TENDONLARININ MRG VE SHARE-WAVE ULTRASON ELASTOGRAFİ İLE KANTİTATİF DEĞERLENDİRİLMESİ DİLEK ŞEN DOKUMACI 1, MESUT ÇETİN 1, ABDURRAHİM DUSAK 1, ADEM AĞYAR 1, HAKİM ÇELİK 2 1 HARRAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ABD, ŞANLIURFA 2 HARRAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FİZYOLOJİ ABD, ŞANLIURFA Subskapularis ve Biceps Tendonlarına ait T2A sinyal intensite değerlerinin Share-wave Ultrason Elastografi (SWUE) incelemesi ile elde edilen hız değerleri arasında ilişkinin araştırılması MR ünitemize farklı polikliniklerden omuz MR istemi sonucu gelen hastalara eş zamanlı SWUE incelemesi yapıldı. MR incelemeleri 3-T Siemens MR cihazı ile 16 kanallı omuz koili kullanılarak gerçekleştirildi. MR incelemesinde bu iki tendonda yırtık saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. SWUE incelemesi subskapularis ve biceps tendonlarına yönelik olarak 9-Mhz linear prob kullanılarak Siemens S3000 US cihazı ile yapıldı. T2A görüntülerde aksiyel planda subskapularis tendonunun insersio düzeyinden geçen kesitte tendon distalinden birbirine komşu yerleştirilen 4 mm² boyutunda 3 adet oval ROİ kullanılarak 3 sinyal intensite değeri alındı. Daha sonra bu üç değerin ortalaması alındı. Aynı görüntülerde biseps tendonundan bisipital oluk içerisinde izlendiği aksiyal kesitte 3 mm² lik oval ROİ kullanılarak intensite değeri ölçüldü, aynı ölçüm bir üst kesitten ve bir alt kesitten tekrarlanarak üç sinyal intensite değeri kaydedildi. Daha sonra bu üç değerin ortalaması alındı. SWUE incelemesi hastalar oturur pozisyonda iken dirsek 90 derece fleksiyonda ve el supinasyonda iken gerçekleştirildi. Subskapularis tendonu hız ölçümleri tendon insersiyo komşuluğunda uzun aks görüntüler üzerinden birbirine komşu yerleştirilen 3 adet 1.5mm lik kare ROI kullanılarak gerçekleştirildi. Bu üç hız değerinin ortalaması alındı. Biseps tendon hız ölçümleri bisipital oluk orta kesimi seviyesinden kısa aks görüntü üzerinde aynı parametreler kullanılarak gerçekleştirildi. MR ve SWUE incelemeleri sonucu elde edilen değerler ayrı ayrı her iki tendon için korelasyon yönünden Spearman s korelasyon testi kullanılarak değerlendirildi. Subskapularis tendonu sinyal intensite değerleri ile SWUE değerleri arasında negatif korelasyon saptandı (r=-0.447, p=0.048). Biseps tendonunda bu iki değer arasında korelasyon izlenmedi. SWUE incelemesi subskapularis tendon patolojilerinde kullanılabilecek ve kantitatif değerlendirmeye olanak sağlayan bir tanı yöntemdir.

89 SB-72 BEL AĞRISI OLAN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE RADYOLOGLARIN LOMBER MR RAPORLARI BEKLENMELİ Mİ? MUSTAFA REŞORLU 1, NESRİN ŞEN 2, GÜRHAN ADAM 1, OZAN KARATAĞ 1, NİLÜFER AYLANC 1 1 ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ 2 KARTAL LÜTFİ KIRDAR EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ, İSTANBUL Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanları ile radyologların bel ağrısı olan hastaların lomber manyetik rezonans görüntülerine yaptıkları yorumların uyumunu değerlendirmek amaçlanmıştır Bel ağrısı şikayeti ile başvuran, nontravmatik 100 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendiridi.. İntervertebral diskte protrüzyon/herni varlığı, sinir köküne bası, vertebral kolondaki kemik patolojiler ve intraabdominal/retroperitoneal patolojiler araştırıldı Radyoloji uzmanı tarafından 57 hastada en az bir düzeyde protrüzyon yada herniasyon izlendi. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanının yorumunda sensitivite %80.7, spesifite %86, pozitif prediktif değer %88.5, negatif prediktif değer % 77.1, kappa değeri idi. Her iki hekimin yorumları arasında iyi sayılabilecek uyum vardı. Sinir kök basısının değerlendirmesinde sensitivite %75.7, spesifite %82.5, pozitif prediktif değer %71.8, negatif predktif değer %85.2, kappa değeri olarak bulundu ve orta düzeyde uyum vardı. Vertebral kemik yapıda spondilolistezis ve çökme fraktürü gibi morfolojik olarak tanı konulan patolojiler doğru olarak yorumlandı. Ancak kemik iliğinde sinyal değişikliğine neden olan patolojilerin yorumlanması başarısızdı. İnsidental intraabdominal/retroperitoneal bulgular için kappa değeri idi ve fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanının değerlendirmesi başarısız olarak kabul edildi. Kök basısının değerlendirmesi, retroperitoneal/intraabdominal yerleşimdeki lezyonlar ve kemik iliğinde sinyal değişiklikleri ile karakterize olan patolojiler için radyoloji raporları dikkate alınmalıdır

90 SB-73 İDİOPATİK KARPAL TÜNEL SENDROMUNDA ULTRASON VE DİFÜZYON TENSÖR GÖRÜNTÜLEMENİN TANIYA KATKILARI MUHAMMET CEYHAN DR. VEFA TANIR ILGIN DEVLET HASTANESİ, KONYA Karpal Tünel Sendromu (KTS) karpal tünel seviyesinde median sinirin tuzaklanması sonucu oluşan ve üst ekstremitede en sık görülen periferal nöropatidir. Güncel kılavuzlarda, klinik tanısı olan ve cerrahi tedavi düşünülen hastalarda, tanıyı doğrulayacak testlerin yapılmasını önermektedir[1]. Elektrodiagnostik testler (EDT) şuanda klinik KTS doğrulmasında, altın standart test olarak düşünülmektedir, fakat hastalar için konforsuz ve zaman alıcı bir yöntemdir. EDT tanıda oldukça spesifik olmasına rağmen, %10-20 arasında değişen oranında yanlış negatif sonuç vermekte ve EDT nin KTS tanısında kesinliği yaklaşık % oranında tahmin edilmektedir[2, 3]. EDT genellikle lezyon seviyesini gösterir, fakat sinir ve siniri çevreleyen dokularla ilgili uzaysal bilgi vermez. Bunun yanı sıra bazı vakalarda klinik KTS tanısı ve şiddeti ile EDT ölçümleri arasındaki uyumsuzluk olabilir[4]. Ultrason(US), Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve konvansiyonel manyetik rezonans görüntüleme (MRG) metotları bu uyumsuzluğu giderebilir[5, 6]. Difüzyon tensör görüntüleme (DTG) suyun doku içindeki difüzyonunu ölçen ileri bir MRI görüntüleme tekniğidir. Beyaz madde içinde su difüzyonu geçirgen olmayan sınırlar nedeniyle anizotropiktir. Bu anizotropik difüzyon DTG ile ölçülebilir. Bu anizotropi değerleri fraksiyonel anizotropi (FA) ve apparent diffusion coefficient (ADC) değerleri ile kantitatif olarak ölçülebilir[7-10]. Literatür taramalarımızda şimdiye kadar KTS tanısında US ve DTG yi kıyaslayan bir çalışma bulunmamaktadır. Biz bu çalışmamızda KTS tanısında US ile DTG nin tanıya olan katkısını karşılaştırmayı amaçladık. Mayıs 2014 Eylül 2014 tarihleri arasında hastanemiz Nöroloji polikliniğine bir veya her iki elde median sinir innervasyon alanında parestezi, ağrı veya elde kavrama kabiliyetinde azalma şikayeti ile başvuran ve yapılan EMG sonucunda KTS tanısı alan 31hastanın (28kadın ve 3 erkek) 52 el bileği, prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Çalışmamıza sadece idiopatik KTS li olgular dahil edildi. Değerlendirilmeye (ortalama yaş 46,28 ± 9,26) yaşları arasındaki, 29 hastanın (27 kadın, 2 erkek) 48 el bileği alındı. Kontrol grubu olarak asemptomatik ve yapılan EDT sonucu normal sonuçlar bulunan (ortalama yaş 45,73 ± 8,9 ) yaşları arasındaki 15 (13 kadın, 2 erkek) gönüllü katılımcının 25 el bileği alındı. US görüntülemede 12 MHz lineer dizilimli transducer ile, yüksek rezolüsyonlu(toshiba Aplio 500, Japan) kullanıldı. Distal radio-ulnar eklem DRUE, psiforme kemik ve hamate kemik düzeylerinden elle serbest çizim tekniği kullanılarak Kesitsel alan (CSA), anterioposterior ve medio-lateral ölçümleri yapıldı. Yassılaşma oranı (FR) her bir seviye için majör aks / minör aks oranı hesaplanarak yapıldı. Ayrıca trapezoid kemik ve ile psiforme kemik seviyesinde transvers bir hat çekilerek, bu hat ile fleksör retinakulum arasındaki mesafe ölçülerek Palmar Yaylanma (PY) değeri alındı. DTG çalışmalarında 1.5 T tüm vücut MR (Achieva Nova, Philips Medical Systems, Best, The Netherlands) cihazı ve 8 kanallı SENSE diz sargısı kullanıldı. Elde edilen görüntüler iş istasyonuna (Extended MR Work Space, Philips Healtcare, version, )

91 transfer edildi. İlk önce aksiyal, sagittal ve koronal renkli haritalar ve difüzyon ağırlıklı görüntüler üzerinden sinir lokalizasyonu tespit edildi (Şekil 1).. Şekil 1: (a.) Renk kodlamalı harita DTG aksiyal görüntüde median sinir mavi renkle kodlanmış olarak görülmekte (sarı ok). (b.) Difüzyon ağırlıklı aksiyal görüntüde median sinir hiperintens olarak görülmekte (kırmızı ok). (c.) DTG koronal görüntülerde median sinir lokalizasyonu (beyaz oklar). (d.) Difüzyon ağırlıklı ve renk kodlamalı sagittal görüntülerde median sinir lokalizasyonu (yeşil ok) İkinci olarak FA renkli görüntülerin proksimal ve distal seviyelerine elle serbest çizim tekniği kullanılarak ROI çizildi ve Fibertrack yazılımı (Extended MR Work Space, Philips Healtcare, version, ) kullanılarak median sinir fiber traktografisi elde edildi (Şekil 2). FA eşik değeri olarak ilk önce 0,15 daha sonra 0,30 alınarak yapıldı. Elde edilen traktografide ortalama FA ve ADC değerleri yazılım tarafından otomatik olarak ölçüldü ve

92 her eşik değer için Whole FA 0,15 ve Whole 0,30 olarak kaydedildi. Şekil 2: FA renk kodlamalı harita aksiyal görüntü, fiber traktografi uygulanarak oluşturulmuş ve inceleme alanındaki median sinir FA ve ADC değerleri yazılım tarafından otomatik olarak ölçülmüştür. Üçüncü olarak anatomik lokalizasyon için T1A görüntülerle füzyon yapıldı ve DRUE, psiform kemik ve hamate kemik düzeylerinde elle serbest çizim tekniği kullanılarak FA ve

93 ADC ölçümleri yapıldı(şekil 3). Şekil 3: FA renk kodlamalı harita ve T1A füzyon görüntüde DRUE (a.), psiform kemik (b.) ve hamate kemik (c.) düzeylerinde elle serbest çizim tekniğiyle ROI çizilerek FA ve ADC ölçümleri (lokalizasyonlar sağda yer alan koronal ve sagittal görüntüler ile teyit edilmiştir). Hasta ve kontrol grubu yaşları arasında anlamlı farklılık izlenmedi. US parametreleri Hasta ve kontrol grupların, üç seviyede ölçülen ortalama değerleri tablo 1 de sunulmuştur. KTS ve kontrol grup arasında CSA için her üç seviyede ve PY de istatiksel olarak anlamlı farklılık izlendi. Hasta ve kontrol grupta DRUE seviyesindeki FR de istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmemiştir. Psiforme ve hamate kemik seviyesinde ise anlamlı farklılık izlendi (Tablo 1).

94 DTG parametreleri Hasta ve kontrol gruplarının Whole FA, Whole ADC ve DRUJ, psiforme bone ve hamate kemik seviyelerinde ölçülen ortalama FA değerleri tablo 2 de sunulmuştur. KTS ve kontrol grup arasında FA ve ADC için, Whole FA ve Whole ADC ve her üç seviyede istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmiştir. US ve DTG verileri için hasta ve kontrol grupları arasındaki ROC analiz sonuçları ve bu değerlerdeki exclusive - inclusive Kombinasyon değerleri tablo 3 de özetlenmiştir.

95 Us değerleri için en yüksek sensitivite değerleri psiforme kemik seviyesinden ölçülen CSA (% 79) ve PY değeri (% 89 )olarak belirlendi. Spesivite değerleri tüm seviyelerde % 84 olarak ölçülmüştür. CSA ve PY değerleri için CSA - PY inclusive Kombinasyon, CSA - PY exclusive kombinasyon değerleri ölçülmüş ve sensitivite %95 lere, spesivite ise % 89 a kadar yükselmiştir. FA değerleri için en yüksek sensitivite oranı hamate kemik seviyelerinde eşik değer olarak belirlenmiş olup % 88 dir. En yüksek spesivite değeri ise Whole FA 0.15 için eşik değer olarak belirlenmiş olup % 90 dır. Ayrıca bu değerler için Hamate FA inclusive Kombinasyon, Whole Hamate FA exclusive Kombinasyon değerleri elde edilmiş ve sensitivite % 97 ye yükselmiştir. Çalışmamızda US ve DTG için tanısal kriterlerin karşılaştırmasını yaptık. US değerlendirmede en değerli sonucun psiform kemik seviyesinde ölçülen CSA ve PY olduğunu gösterdik. Daha önce yapılan çalışmalarda da bizim çalışmamıza benzer sonuçlar elde edilmiştir[2, 11-13]. Ayrıca daha önceki çalışmalarda yapılmayan bu iki değerin inclusive ve exclusive kombinasyon değerlendirmesi sonucu, sensitivite değerleri %95, spesivite değerleri %89 a ulaşmıştır.

96 DTG değerlendirmesinde en yüksek sensitivite ve spesivite Whole FA 0.15 ve Hamate FA değerleri olarak bulunmuştur. Daha önce yapılan çalışmalarda da bizim sonuçlamızla benzer şekilde sonuçlar elde edilmiştir[7, 14-16]. Ayrıca bu iki değer için inclusive ve exclusive kombinasyon değerlendirimesinde sensitivite değerleri % 97 olarak belirlenmiştir. Spesivite ise daha düşük elde edilmiştir. US de psiforme kemik seviyesinden kesit alanı ölçülmesi ve bu iki değerin inclusive exclusive kombinasyonları alınarak daha yüksek sensitivite ve spesivite değerleri elde edilebilir. DTG de ise tüm sinir için eşik değer 0.15 alınarak Whole FA 0.15 ve Hamate kemik düzeyinden FA değerleri ölçülmesi ve bu iki değerin exclusive kombinasyonu alınarak daha yüksek sensitivite değerleri elde edilebilir. Sonuç olarak göreceli olarak yeni olan DTG de, KTS tanısında daha erken kullanılmaya başlanan US görüntülemeye yakın sensitivite ve spesivite değerleri göstermektedir. US yapılan ve EDT ile uyumsuzluk bulunan hastalarda DTG tanısal değerlendirme için kullanılabilir. Çalışmamızda bir takım kısıtlamalar vardı. İlk olarak hasta sayısının azlığı nedeniyle hastalık derecesine göre gruplandırma yapamadık. Daha çok hasta grubu ile hastalık derecesine göre gruplamalar yapılarak US ve DTG nin tanısal kıyaslaması yapılabilir. DTG ve US değerlendirmeleri tek radyolog tarafından yapılmıştır. İki farklı radyolog tarafından değerlendirme yapılabilir ve interobserver değerlendirme yapılarak çalışma güvenilirliği artırılabilirdi. Kaynaklar 1. Keith, M.W., et al., American Academy of Orthopaedic Surgeons Clinical Practice Guideline on. The Journal of Bone & Joint Surgery, (10): p Duncan, I., P. Sullivan, and F. Lomas, Sonography in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. AJR. American journal of roentgenology, (3): p Wright, P., Carpal tunnel and ulnar tunnel syndromes and stenosing tenosynovitis. Campbell s operative orthopaedics, : p Graham, B., The value added by electrodiagnostic testing in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. The Journal of Bone & Joint Surgery, (12): p Martins, R., et al., Magnetic resonance imaging of idiopathic carpal tunnel syndrome: correlation with clinical findings and electrophysiological investigation. Clinical neurology and neurosurgery, (1): p Kang, S., et al., Ultrasonography of median nerve and electrophysiologic severity in carpal tunnel syndrome. Annals of rehabilitation medicine, (1): p Wang, C.-K., et al., Carpal tunnel syndrome assessed with diffusion tensor imaging: comparison with electrophysiological studies of patients and healthy volunteers. European journal of radiology, (11): p Kabakci, N., et al., Diffusion tensor imaging and tractography of median nerve: normative diffusion values. American Journal of Roentgenology, (4): p Andreisek, G., et al., Evaluation of diffusion tensor imaging and fiber tractography of the median nerve: preliminary results on intrasubject variability and precision of measurements. American Journal of Roentgenology, (1): p. W65-W Skorpil, M., M. Karlsson, and A. Nordell, Peripheral nerve diffusion tensor imaging. Magnetic resonance imaging, (5): p

97 11. Buchberger, W., et al., Carpal tunnel syndrome: diagnosis with high-resolution sonography. AJR. American journal of roentgenology, (4): p Yesildag, A., et al., The role of ultrasonographic measurements of the median nerve in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. Clinical radiology, (10): p Sarria, L., et al., Carpal tunnel syndrome: usefulness of sonography. European radiology, (12): p Bulut, H.T., et al., The diagnostic and grading value of diffusion tensor imaging in patients with carpal tunnel syndrome. Academic radiology, (6): p Guggenberger, R., et al., Assessment of median nerve with MR neurography by using diffusion-tensor imaging: normative and pathologic diffusion values. Radiology, (1): p Tasdelen, N., et al., Diffusion tensor imaging in carpal tunnel syndrome. Diagnostic and Interventional Radiology, (1): p. 60.

98 SB-74 LUMBALJİ OLGULARINDA MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME BULGULARI İLE SİNİR KÖKÜ BASISININ VÜCUT KİTLE İNDEKSİ, BEL ÇEVRESİ VE KARIN ÖN DUVARI CİLTALTI YAĞLI DOKU KALINLIKLARININ KARŞILAŞTIRILMASI ÖMER YILDIZ, ELİF HOCAOĞLU, CEYLAN ÇOLAK, ERCAN İNCİ SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ BAKIRKÖY DR SADİ KONUK EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYOLOJİ KLİNİĞİ, İSTANBUL Lomber disk hernisi ve buna sekonder gelişen bel ağrısı, hastaneye en sık basvuru sebepleri arasında yer almakta olup en çok L4-L5 ve L5-S1 seviyelerinde karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamızda lomber manyetik rezonans görüntülemede (MRG) disk hernisine sekonder gelişen sinir kökü basısı ile vücut kitle indeksi (VKİ), bel çevresi ve karın ön duvarı ciltaltı yağlı doku kalınlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık Ocak ve şubat aylarında bel ağrısı nedeniyle hastanemize başvuran ve lomber MRG uygulanan hastaların Modifiye Pfirmann Skalası na göre sinir kökü basıları, dünya sağlık örgütü verilerine göre bel çevresi ile VKİ ve karın ön duvarı ciltaltı yağlı doku kalınlığı değerlendirildi. Çalışmaya dahil edilen 98 hastanın (61 kadın, 37 erkek) yaş ortalaması 44 (standart sapma ± 12) olarak saptandı. Hastaların 25 inde (%25) bel çevresi normal olarak ölçülmüş olup 73 (%75) hastada bel çevresi normal değerlerin üzerinde ölçüldü. VKİ ölçülerine göre ise 1 hasta (%1) zayıf, 29 hasta normal (%29), 41 hasta (%42) fazla kilolu, 19 hasta (%20) 1. derece obez, 7 hasta (%7) 2. derece obez, 1 hasta (%1) ise morbid obez olarak sınıflandırıldı. Ciltaltı yağlı doku kalınlığı ise 31 mm (standart sapma± 12) olarak ölçüldü. L4-L5 seviyesinde 18 hastada (%18) disk ile sinir kökü arasında hiç ilişki yokken, 55 hastada (%56) grade 1, 15 hastada (%15) grade 2, 10 hastada (%11) grade 3 sinir kökü basısı saptandı. L5-S1 seviyesinde ise 44 hastada (%45) sinir kökü basısı bulunmazken, 35 hastada (%35) grade 1, 14 hastada grade 2 (%15), 5 hastada (%5) grade 3 sinir kökü basısı tespit edildi. L5-S1 diski ile yağlı doku kalınlığı ve bel çevresi arasında anlamlı fark saptanmamış olup VKİ ile arasında anlamlı ilişki olduğu tespit edilmiştir. Çalışmamız bir ön çalışma niteliğinde olup en sık L4-L5 ve L5-S1 seviyelerinde karşımıza çıkan lomber herni ile obezite bulguları arasındaki ilişkinin daha geniş popülasyonda değerlendirilmesine ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz.

99 SB-75 DİSKOİD MENİSKÜS OLGULARINDA, ANTERİOR İNTERMENİSKAL LİGAMANIN VE İLAVE MENİSKAL PATOLOJİLERİN MRG İLE DEĞERLENDİRİLMESİ ALİ KOÇ, TURGUT TURSEM TOKMAK, ÖZGÜR KARABIYIK, MUSTAFA ÖZDEMİR, MUSTAFA BİLGİLİ KAYSERİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile diskoid menisküs olgularında, anterior intermeniskal ligaman (AIML) ve tiplerinin değerlendirilmesini, eşlik eden olası diğer meniskal patolojileri ve aralarındaki olası ilişkinin ortaya konmasını amaçladık. Hastanemiz radyoloji bölümü PACS a kayıtlı, Nisan Ocak 2017 tarihleri arasında, rutin diz protokollü MRG ile diskoid menisküs tanısı alan, yaşları 10 ile 55 yıl arasında (ortalama 38 yıl) değişen 171 hastaya (88 erkek, 83 kadın) ait görüntüler, AIML ve tipleri ile; olası eşlik eden diğer meniskal patolojiler yönüyle değerlendirildi. Diskoid menisküs tiplendirmesi Watanabe sınıflamasına göre, AIML tiplendirmesi Nelson-LaPrade sınıflamasına göre yapıldı. Elde olunan veriler istatistiksel olarak analiz edildi. Diskoid varyant 170 hastada lateral menisküste, bir hastada medial menisküste tanımlandı. Diskoid menisküs, olguların 83 ünde (34 E, 49 K) tip 1(%48.5), 88 inde (54 E, 34 K) tip 2 (%51.5) özellikteydi. AIML; 90 olguda (%52.6) izlenmedi, 38 olguda (%22.2) tip A, 31 olguda (%18.1) tip B ve 12 olguda (%7) tip C şeklindeydi. Meniskal patoloji 56 olguda (%32.7) saptandı ve bunlardan 25 i meniskokapsüler strain-seperasyon, 22 si medial menisküs yırtığı, 9 u lateral menisküs yırtığı şeklindeydi. AIML nin izlenmediği 26 olguda (%29), tip A lı 15 olguda (%39), tip B li 9 olguda (%29) ve tip C li 6 olguda (%50) meniskal patoloji mevcuttu. Diskoid menisküs tipi ile AIML tipi arasında, diskoid menisküs ve AIML tipi ile meniskal patoloji arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Diskoid menisküs tipi ile cinsiyet arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.05).

100 SB-76 MR GÖRÜNTÜLEMEDE AYAK-AYAK BİLEĞİ ANATOMİK VARYASYONLARI VE PERONEAL TENDON PATOLOJİLERİ İLE İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ELİF ERSÖZ, NİL TOKGÖZ, MURAT UÇAR, AYNUR SEMEDOVA, BERRAK BARUTÇU GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA Amacımız; ayak bileği anatomik varyasyonları ve peroneal tendon patolojilerini ortaya koymak, bulunan varyasyonların peroneal tendon patolojileri ve klinik muayene bulguları ile ilişkisini değerlendirmektir. Çalışmaya, ortopedi bölümü tarafından muayene edilerek endikasyon dahilinde MRG yapılan 60 hastanın 69 ayak bileği dahil edildi. Olguların peroneal tüberkül ve retrotroklear eminens kalınlıkları ile peroneus brevis (PB) kas-tendon bileşkelerinin fibula apeksinden uzaklığı ölçüldü. Peroneus kuartus kası, os peroneum, retromalleolar fibular oluk şekli, bumerang şekilli PB tendonu, peroneal tendon insersiyo varyasyonları, peroneus longus (PL) ve brevis tendon patolojileri, sinovyal efüzyon ve kalınlaşma, yumuşak doku ödemi, süperior peroneal retinakulum hasarı ve peroneal tendon dislokasyonu araştırıldı. Bulunan anatomik varyasyonların peroneal tendon patolojileri, klinik muayene bulguları (peroneal hassasiyet ve instabilite), yaş ve cinsiyet ile olan ilişkileri değerlendirildi. Bumerang şekilli PB tendonu ile PB tendinozisi, PB tendonu lineer vertikal yırtığı ve PL tendon patolojileri arasında anlamlı ilişki saptandı. Çalışmamızda muayenesinde peroneal hassasiyet ve/veya peroneal instabilite bulgusu olan olgular ile MRG de peroneal patoloji saptananlar karşılaştırıldığında klinik muayene bulguları ile MRG bulguları arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunmamıştır. Ayak bileği anatomik varyasyonları ve peroneal tendon patolojilerinin tanısında MRG oldukça yararlıdır. Bumerang şekilli PB tendonu ile peroneal tendon patolojileri arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Peroneal tendon patolojilerinin değerlendirilmesinde klinik muayene ile görüntülemenin anlamlı korelasyon göstermemesi peroneal tendon patolojilerinin çoğunlukla MRG de insidental olarak saptandığını düşündürmektedir.

101 SB-77 OMUZ ULTRASONOGRAFİ İNCELEMESİ MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME NİN YERİNİ ALABİLİR Mİ? MEHMET SEDAT DURMAZ 1, İSMET TOLU 1, ALİ YAVUZ KARAHAN 2, MESUT SİVRİ 1, SERDAR ARSLAN 1 1 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ BİRİMİ 2 SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, FİZİK TEDAVİ BİRİMİ Artan tecrübe ile rotator kılıf(rk) yırtıklarının tanısında ultrasonografi(us) tanısal doğruluğunun manyetik rezonans görüntüleme(mrg) bulguları ile karşılaştırmayı, ultrasonografik inceleme ile MRGnin birbirine üstünlüklerini tartışmayı amaçladık. Omuz US tecrübesi olmayan radyolog MRG çekilen 50 hastanın MRG bulgularını değerlendirdikten sonra US incelemesi yaparak MRG de saptanan patolojik bulguların US ile saptanabilirliğini, lezyonların nasıl görüldüğünü değerlendirilerek tecrübe kazanmayı amaçladı. İki haftalık eğitim sürecinden sonra omuz MR çekimi için gönderilen hastalar çekimden önce US ile değerlendirildi. Çalışmaya 200 hasta dahil edildi. Hastaların US de saptanan bulguları ile MRG bulgularını karşılaştırarak lezyonların saptanabilirliği değerlendirildi, US ve MRGnin patolojileri saptamada birbirine üstünlükleri karşılaştırıldı. Çalışma haftalık periotlara bölündü, her hafta kendi içinde ayrı olarak değerlendirilerek artan omuz US tecrübesinin tanısal doğruluğa katkısının araştırılması amaçlandı. Omuz US bulguları ile MRG bulguları karşılaştırıldığında USnin tanısal doğruluğunun tecrübe arttıkça anlamlı şekilde arttığı, artan tecrübe ile özellikle milimetrik kalsifikasyonların-kalsifik tendinitlerin saptanmasında USnin daha effektif olduğu, biceps tendon subluksasyondislokasyonu, impigement bulgularını saptamada duyarlılığının daha yüksek olduğu bulundu. Omuz incelemesi sırasında kullanılan tendon germe manevralarıyla MRGde güçlükle izlenen milimetrik parsiyel yırtıklar US ile kolaylıkla saptandı. Omuz incelemesinde MRG altın standart tetkiktir ancak statik bir yöntem, maliyeti yüksek, inceleme zamanı uzundur.us, RK yı statik ve dinamik olarak değerlendirilebilir. Daha ucuz bir yöntemdir, tetkik süresi kısadır, ancak kullanıcıya bağımlı olup öğrenme süresi uzundur. RK patolojilerinde yeterince tecrübe kazanıldığında Omuz US incelemesiyle tanısal doğruluk anlamlı biçimde artmaktadır.mrg bulguları omuz US incelemesinde tecrübe kazanmak için kullanılabilir. Tecrübe arttıkça özellikle dinamik incelemeye olanak tanıması, tendon germe manevraları kullanıldığında MRGde milimetrik olarak izlenen ve gözden kaçabilen yırtıkları saptayabilmesi, milimetrik kalsifikasyonları gösterebilmesi USnin üstünlükleridir.

102 SB-78 KARPAL İNSTABİLİTEDE MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME VE OPERASYON SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI GÜLİZ YILMAZ, BÜLENT ÖZÇELİK, SERAP BAŞ YENİ YÜZYIL ÜNİVERSİTESİ ÖZEL GAZİOSMANPAŞA HASTANESİ, İSTANBUL Karpal instabilite (KI); çeşitli instabilite paternleri ile intrinsek ve ekstrinsek ligamentlerin patolojilerini içeren kompleks bir antitedir. Etyolojisinde değişik biyomekanik faktörlere bağlı durumlar bulunan KI olgularına zamanında yapılan operasyon ile artikuler kollaps önlenmekte ve başarılı sonuçlar edinilmektedir. Çalışmanın amacı, KI ön tanısı ile opere edilen olguların el bileği manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulguları ile operasyon sonuçlarının karşılaştırılması ve MRG incelemelerinde KI ye dikkat çeken ek bulguların değerlendirilmesidir. Ocak Aralık 2016 tarihleri arasında aynı cerrah tarafından KI ön tanısı ile artroskopik olarak opere edilen hastaların operasyon sonuçları ile el bileği MRG bulguları retrospektif olarak değerlendirildi. 23 (%37) erkek ve 39 (%63) kadın olmak üzere toplam 62 olgu operasyon ve MRG sonuçları ile incelendi. Cerrahi olarak KI saptanan hastaların % 85 inde izole skafolunat ligaman (SL), % 7 inde sadece lunotriquetral ligaman (LT) ve %12 inde SL-LT nin birlikte hasarlı olduğu saptandı. Olguların preoperatif MRG bulguları ile cerrahi korelasyonu sonucunda oran izole SL hasarlanması için % 88 ve izole LT hasarlanmasında % 18 olarak tespit edildi. Ganglion ön tanılı olguların sadece el bileği ağrı yakınması bulunanları opere edilmiş olup bunların%75 inin occult ganglion olduğu ve %95 inde KI nin eşlik ettiği saptandı. Operasyonda dorsal kapsüler ayrışma saptanan hastaların hemen tamamında (%98) KI mevcuttu. Çalışmamızda occult ganglionlarda SL yaralanması birlikteliğinin daha çok olduğu ve dorsal kapsüler sinyal değişikliğinin KI varlığına işaret etiği gösterilmiştir. MRG tetkikinde ince kesit gradient sekansının tetkike dahil edilmesinin görüntülerin değerlendirilmesinde doğruluk oranını artırdığını ve yanısıra MR artrografinin eklenmesinin preoperatif değerlendirmede sonuçlara katkısı olacacağı sonucuna varılmıştır.

103 SB-79 TİBİOTALAR EKLEMİN OSTEOKONDRAL LEZYONLARINDA LEZYON DERECESİ İLE ANTEROLATERAL İMPİNGEMENT ARASINDAKİ İLİŞKİNİN MR ARTROGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ HAYRİ OGUL 1, GÖKHAN POLAT 1, KUTSİ TUNCER 2, BERHAN PİRİMOGLU 1, MECİT KANTARCİ 1 1 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ABD, ERZURUM 2 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ORTOPEDİ ABD, ERZURUM Manyetik rezonans (MR) artrografisinde eklem kapsülü kalınlığı (yumuşak doku sıkışması) ile tibiotalar eklemin osteokondral lezyonlarının evresi arasındaki ilişkiyi prospektif olarak değerlendirmek ve stabil ve stabil olmayan osteokondritis dissekanslı (OCD) hastalarda ayak bileği eklem kapasitesini değerlendirmek. Bu çalışma aynı zamanda tibiotalar eklemin osteokondral lezyonlarının alışılmadık yerlerini göstermektedir. Bu çalışma, ayak bileği MR artrografisi için başvuran ardışık 82 hasta içeriyordu. Çalışma için Etik Komite tarafından onay verildi ve tüm hastalardan hem MR artrografik görüntüleme hem de enjeksiyon prosedürleri için yazılı bilgilendirilmiş onam alındı. MR artrografi görüntüleri iki radyolog tarafından görüş birliğiyle analiz edildi. Verilerin normalliği Kolmogorov- Smirnov testi ile analiz edildi. Eklem kapsülü kalınlığı ile OCD olan hasta grupları arasındaki ilişkiyi karşılaştırmak için Mann-Whitney U testi kullanıldı. İki gözlemci arasında güven seviyelerinin önemli derecede farklı olup olmadığını belirlemek için Wilcoxon işaretli sıra testi kullanıldı Anterolateral eklem kapsülü kalınlığı, loose body e sahip OCDlerde anteromedial ve posterior eklem kapsülüne göre anlamlı derecede kalındı (p = 0.049). Loose body li OCD grubundaki tüm hastalarda anterolateral impingement sendromu saptandı. Osteokondral defektler, loose body olmayan OCDler de 37 hastanın 29unda (% 78.3), loose body olan OCDler de ise 29 hastanın 16sında (% 55.2) medial talar domda en sık tespit edildi. Loose body e sahip OCDler deki osteokondral defektin en yaygın ikinci lokalizasyonu distal tibia medial plafondaydı (29 hastanın 9unda (% 31.1)). Loose body siz OCDlerdeki kapsüler distansiyon grubu loose body e sahip OCD grubundan anlamlı derecede yüksekti (p = 0.039). Ekstravazasyonlar, Loose body li OCD lerde daha sık saptandı. Anterolateral impingement sendromu genellikle grade 4 OCDye eşlik eder. Distal tibial plafondaki OCDler ayak bileği ekleminde nadir görülmez ve sıklıkla loose body lerle ilişkilendirilir.

104 SB-80 OMUZ MR ARTROGRAFİSİNDE ENJEKSİYON TRASESİNDEN BAĞIMSIZ LOKALİZASYONLARA EKSTRA-ARTİKÜLER KONTRAST MATERYAL EKSTRAVAZASYONLARI HAYRİ OGUL 1, GÖKHAN POLAT 1, MURAT TOPAL 2, MECİT KANTARCİ 1, LEYLA KARACA 1, KUTSİ TUNCER 2, BERHAN PİRİMOGLU 1, AYLİN OKUR 1, OMER SELİM YİLDİRİM 2, AKİN LEVENT 1 1 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ RADYOLOJİ ABD 2 ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ORTOPEDİ ABD Omuz MR artrografisinde enjeksiyon trasesinden bağımsız extra-artiküler kontrast madde ekstravazasyonlarının yeri,sıklığı ve miktarının ve ilişkili omuz patolojilerinin değerlendirilmesi. Omuz MR artrografisinde ekstravazasyon olan 40 hasta belirlendi. Ekstravazasyonlar MR artrografide 3 vertikal planda ölçüldü.yeterli eklem distansiyonu koronal planda aksiller resesin transvers uzunluğu ölçülerek değerlendirildi. Aksiller reses, biceps sinovyumu, subskapular resese doğru kontrast madde ekstravazasyonu mevcuttu.4 vakada ekstravazasyonlar bir anatomik bölgeden daha fazlaydı.en yaygın ekstravazasyon bölgesi subskapular kas etrafınaydı. Superior labrum anterior-posterior (SLAP) lezyonları ekstravazasyonlarla sıklıkla bağlantılıydı. Ekstravazasyon miktarı adheziv kapsülitli hastalarda diğer patolojilere göre belirgin fazlaydı. Aksiller reses ekstravazasyonları her zaman glenohumeral ligamanların patolojisini göstermez. Masif subscapular ekstravazasyonlar sıklıkla adheziv kapsülit ve SLAP lezyonlarla bağlantılıdır.

105 SB-81 PATELLOFEMORAL EKLEMİN MR İLE MORFOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ VE KIKIRDAK HASARI İLE İLİŞKİSİ BETÜL EMİNE DERİNKUYU 1, GÜLDEN ŞAHİN 2 1 DR. SAMİ ULUS KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, ANKARA 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ ANABİLİM DALI Bu çalışmanın amacı patellofemoral eklem morfolojisini MRG ile değerlendirmek ve bu morfolojik değerlendirmenin farklı yaş gruplarında ve farklı evrelerde kıkırdak hasarı ile ilişkisini ortaya koymaktır. Değişik diz yakınmalarıyla MR incelemesi yapılan 173 hastanın 180 diz MR incelemesi retrospektif olarak aksiyel ve sagital düzlemlerde analiz edilmiştir. Hastalar 45 yaş altı ve 45 yaş-üzeri şeklinde iki ayrı yaş grubuna ayrılmıştır. 180 diz incelemesinin her birinden aksiyel ve sagital planda çeşitli patellar ve troklear ölçümler yapılmıştır. Görüntüler tek bir gözlemci tarafından iş istasyonlarında değerlendirilmiştir ve tüm ölçümler elektronik cetvel ve pergel kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Patellar ölçümler, patellar açı, patellar faset asimetri, patellotroklear indeks, İnsall-salvati indeksi dir. Benzer şekilde troklear ölçümler ise, ön troklear çıkıntı, troklear derinlik, sulkus açısı, lateral troklear eğim açısı ve troklear faset asimetri dir. Ayrıca aksiyel ve sagital MR incelemeleri, patellofemoral eklemde fokal kıkırdak hasarının varlığı ve derecelendirilmesi için lezyonların derinliğine göre incelenmiştir. Kıkırdak hasarı olmayan hastalar ile, hafif ve ağır derecede kıkırdak hasarı bulunan hastaların ölçümleri birbirleri ile karşılaştırılmıştır. 45 yaşından genç hastalarda, kıkırdak hasarı olan ve olmayan hastalar arasında troklear ölçümlerden ön troklear çıkıntı, troklear derinlik, sulkus açısı, lateral troklear eğim açısı ölçümlerinde istatistiki olarak anlamlı farklılık saptanmıştır. Patellar ölçümlerden sadece patellotroklear indeks ölçümünde 45 yaş altı grupta kıkırdak hasarı olan ve olmayan hastalar arasında istatistiki olarak anlamlı farklılık saptanmıştır. Diğer patellar açı, patellar faset asimetri, Insall-salvati indeksi ölçümlerinde istatistiki olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Anormal femoral troklear morfoloji ve patellofemoral eklem kıkırdak hasarı varlığı arasında 45 yaş altı grupta ilişki söz konusudur. Yaşa bağlı osteoartritik değişiklikleri bulunmayan genç hastalarda, geniş ön troklear çıkıntı, düşük troklear derinlik, geniş sulkus açısı ve dar lateral troklear eğim açısı varlığı patellofemoral eklem kıkırdağında hasar ile ilişkilidir.

106 SB-82 İDİOPATİK KARPAL TÜNEL SENDROMUNDA ULTRASON VE DİFÜZYON TENSÖR GÖRÜNTÜLEMENİN TANIYA KATKILARI MUHAMMET CEYHAN 1, Ö. İBRAHİM KARAHAN 2, YILDIRAY SAVAŞ 1, CİGDEM BİLGİLİ 3, FERHAT ÇENGEL 4 1 DR. VEFA TANIR ILGIN DEVLET HASTANESİ 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 3 BAYRAMPAŞA DEVLET HASTANESİ 4 İSTANBUL TAKSİM EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Karpal Tünel Sendromu (KTS) karpal tünel seviyesinde median sinirin tuzaklanması sonucu oluşan ve üst ekstremitede en sık görülen periferal nöropatidir. Güncel kılavuzlarda, klinik tanısı olan ve cerrahi tedavi düşünülen hastalarda, tanıyı doğrulayacak testlerin yapılmasını önermektedir[1]. Elektrodiagnostik testler (EDT) şuanda klinik KTS doğrulmasında, altın standart test olarak düşünülmektedir, fakat hastalar için konforsuz ve zaman alıcı bir yöntemdir. EDT tanıda oldukça spesifik olmasına rağmen, %10-20 arasında değişen oranında yanlış negatif sonuç vermekte ve EDT nin KTS tanısında kesinliği yaklaşık % oranında tahmin edilmektedir[2, 3]. EDT genellikle lezyon seviyesini gösterir, fakat sinir ve siniri çevreleyen dokularla ilgili uzaysal bilgi vermez. Bunun yanı sıra bazı vakalarda klinik KTS tanısı ve şiddeti ile EDT ölçümleri arasındaki uyumsuzluk olabilir[4]. Ultrason(US), Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve konvansiyonel manyetik rezonans görüntüleme (MRG) metotları bu uyumsuzluğu giderebilir[5, 6]. Difüzyon tensör görüntüleme (DTG) suyun doku içindeki difüzyonunu ölçen ileri bir MRI görüntüleme tekniğidir. Beyaz madde içinde su difüzyonu geçirgen olmayan sınırlar nedeniyle anizotropiktir. Bu anizotropik difüzyon DTG ile ölçülebilir. Bu anizotropi değerleri fraksiyonel anizotropi (FA) ve apparent diffusion coefficient (ADC) değerleri ile kantitatif olarak ölçülebilir[7-10]. Literatür taramalarımızda şimdiye kadar KTS tanısında US ve DTG yi kıyaslayan bir çalışma bulunmamaktadır. Biz bu çalışmamızda KTS tanısında US ile DTG nin tanıya olan katkısını karşılaştırmayı amaçladık. Mayıs 2014 Eylül 2014 tarihleri arasında hastanemiz Nöroloji polikliniğine bir veya her iki elde median sinir innervasyon alanında parestezi, ağrı veya elde kavrama kabiliyetinde azalma şikayeti ile başvuran ve yapılan EMG sonucunda KTS tanısı alan 31hastanın (28kadın ve 3 erkek) 52 el bileği, prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Çalışmamıza sadece idiopatik KTS li olgular dahil edildi. Değerlendirilmeye (ortalama yaş 46,28 ± 9,26) yaşları arasındaki, 29 hastanın (27 kadın, 2 erkek) 48 el bileği alındı. Kontrol grubu olarak asemptomatik ve yapılan EDT sonucu normal sonuçlar bulunan (ortalama yaş 45,73 ± 8,9 ) yaşları arasındaki 15 (13 kadın, 2 erkek) gönüllü katılımcının 25 el bileği alındı. US görüntülemede 12 MHz lineer dizilimli transducer ile, yüksek rezolüsyonlu(toshiba Aplio 500, Japan) kullanıldı. Distal radio-ulnar eklem DRUE, psiforme kemik ve hamate kemik düzeylerinden elle serbest çizim tekniği kullanılarak Kesitsel alan (CSA), anterioposterior ve medio-lateral ölçümleri yapıldı. Yassılaşma oranı (FR) her bir seviye için majör aks / minör aks oranı hesaplanarak yapıldı. Ayrıca trapezoid kemik ve ile psiforme kemik seviyesinde transvers bir hat çekilerek, bu hat ile fleksör retinakulum arasındaki mesafe ölçülerek Palmar Yaylanma (PY) değeri alındı. DTG çalışmalarında 1.5 T tüm vücut MR (Achieva Nova, Philips Medical Systems, Best, The Netherlands) cihazı ve 8 kanallı SENSE diz sargısı kullanıldı. Elde edilen görüntüler iş

107 istasyonuna (Extended MR Work Space, Philips Healtcare, version, ) transfer edildi. İlk önce aksiyal, sagittal ve koronal renkli haritalar ve difüzyon ağırlıklı görüntüler üzerinden sinir lokalizasyonu tespit edildi (Şekil 1). Şekil 1: (a.) Renk kodlamalı harita DTG aksiyal görüntüde median sinir mavi renkle kodlanmış olarak görülmekte (sarı ok). (b.) Difüzyon ağırlıklı aksiyal görüntüde median sinir hiperintens olarak görülmekte (kırmızı ok). (c.) DTG koronal görüntülerde median sinir lokalizasyonu (beyaz oklar). (d.) Difüzyon ağırlıklı ve renk kodlamalı sagittal görüntülerde median sinir lokalizasyonu (yeşil ok) İkinci olarak FA renkli görüntülerin proksimal ve distal seviyelerine elle serbest çizim tekniği kullanılarak ROI çizildi ve Fibertrack yazılımı (Extended MR Work Space, Philips Healtcare, version, ) kullanılarak median sinir fiber traktografisi elde edildi. FA eşik değeri olarak ilk önce 0,15 daha sonra 0,30 alınarak yapıldı. Elde edilen traktografide ortalama FA ve ADC değerleri yazılım tarafından otomatik olarak ölçüldü ve her eşik değer için Whole FA 0,15 ve Whole 0,30 olarak kaydedildi(şekil 2).

108 Şekil 2: FA renk kodlamalı harita aksiyal görüntü, fiber traktografi uygulanarak oluşturulmuş ve inceleme alanındaki median sinir FA ve ADC değerleri yazılım tarafından otomatik olarak ölçülmüştür. Üçüncü olarak anatomik lokalizasyon için T1A görüntülerle füzyon yapıldı ve DRUE, psiform kemik ve hamate kemik düzeylerinde elle serbest çizim tekniği kullanılarak FA ve ADC ölçümleri yapıldı(şekil 3).

109 Şekil 3: FA renk kodlamalı harita ve T1A füzyon görüntüde DRUE (a.), psiform kemik (b.) ve hamate kemik (c.) düzeylerinde elle serbest çizim tekniğiyle ROI çizilerek FA ve ADC ölçümleri (lokalizasyonlar sağda yer alan koronal ve sagittal görüntüler ile teyit edilmiştir). Hasta ve kontrol grubu yaşları arasında anlamlı farklılık izlenmedi. US parametreleri Hasta ve kontrol grupların, üç seviyede ölçülen ortalama değerleri tablo 1 de sunulmuştur. KTS ve kontrol grup arasında CSA için her üç seviyede ve PY de istatiksel olarak anlamlı farklılık izlendi. Hasta ve kontrol grupta DRUE seviyesindeki FR de istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmemiştir. Psiforme ve hamate kemik seviyesinde ise anlamlı farklılık izlendi (Tablo 1).

110 DTG parametreleri Hasta ve kontrol gruplarının Whole FA, Whole ADC ve DRUJ, psiforme bone ve hamate kemik seviyelerinde ölçülen ortalama FA değerleri tablo 2 de sunulmuştur. KTS ve kontrol grup arasında FA ve ADC için, Whole FA ve Whole ADC ve her üç seviyede istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmiştir. US ve DTG verileri için hasta ve kontrol grupları arasındaki ROC analiz sonuçları ve bu değerlerdeki exclusive - inclusive Kombinasyon değerleri tablo 3 de özetlenmiştir.

111 Us değerleri için en yüksek sensitivite değerleri psiforme kemik seviyesinden ölçülen CSA (% 79) ve PY değeri (% 89 )olarak belirlendi. Spesivite değerleri tüm seviyelerde % 84 olarak ölçülmüştür. CSA ve PY değerleri için CSA - PY inclusive Kombinasyon, CSA - PY exclusive kombinasyon değerleri ölçülmüş ve sensitivite %95 lere, spesivite ise % 89 a kadar yükselmiştir. FA değerleri için en yüksek sensitivite oranı hamate kemik seviyelerinde eşik değer olarak belirlenmiş olup % 88 dir. En yüksek spesivite değeri ise Whole FA 0.15 için eşik değer olarak belirlenmiş olup % 90 dır. Ayrıca bu değerler için Hamate FA inclusive Kombinasyon, Whole Hamate FA exclusive Kombinasyon değerleri elde edilmiş ve sensitivite % 97 ye yükselmiştir.

112 Çalışmamızda US ve DTG için tanısal kriterlerin karşılaştırmasını yaptık. US değerlendirmede en değerli sonucun psiform kemik seviyesinde ölçülen CSA ve PY olduğunu gösterdik. Daha önce yapılan çalışmalarda da bizim çalışmamıza benzer sonuçlar elde edilmiştir[2, 11-13]. Ayrıca daha önceki çalışmalarda yapılmayan bu iki değerin inclusive ve exclusive kombinasyon değerlendirmesi sonucu, sensitivite değerleri %95, spesivite değerleri %89 a ulaşmıştır. DTG değerlendirmesinde en yüksek sensitivite ve spesivite Whole FA 0.15 ve Hamate FA değerleri olarak bulunmuştur. Daha önce yapılan çalışmalarda da bizim sonuçlamızla benzer şekilde sonuçlar elde edilmiştir[7, 14-16]. Ayrıca bu iki değer için inclusive ve exclusive kombinasyon değerlendirimesinde sensitivite değerleri % 97 olarak belirlenmiştir. Spesivite ise daha düşük elde edilmiştir. US de psiforme kemik seviyesinden kesit alanı ölçülmesi ve bu iki değerin inclusive exclusive kombinasyonları alınarak daha yüksek sensitivite ve spesivite değerleri elde edilebilir. DTG de ise tüm sinir için eşik değer 0.15 alınarak Whole FA 0.15 ve Hamate kemik düzeyinden FA değerleri ölçülmesi ve bu iki değerin exclusive kombinasyonu alınarak daha yüksek sensitivite değerleri elde edilebilir. Sonuç olarak göreceli olarak yeni olan DTG de, KTS tanısında daha erken kullanılmaya başlanan US görüntülemeye yakın sensitivite ve spesivite değerleri göstermektedir. US yapılan ve EDT ile uyumsuzluk bulunan hastalarda DTG tanısal değerlendirme için kullanılabilir. Çalışmamızda bir takım kısıtlamalar vardı. İlk olarak hasta sayısının azlığı nedeniyle hastalık derecesine göre gruplandırma yapamadık. Daha çok hasta grubu ile hastalık derecesine göre gruplamalar yapılarak US ve DTG nin tanısal kıyaslaması yapılabilir. DTG ve US değerlendirmeleri tek radyolog tarafından yapılmıştır. İki farklı radyolog tarafından değerlendirme yapılabilir ve interobserver değerlendirme yapılarak çalışma güvenilirliği artırılabilirdi. Kaynaklar: 1. Keith, M.W., et al., American Academy of Orthopaedic Surgeons Clinical Practice Guideline on. The Journal of Bone & Joint Surgery, (10): p Duncan, I., P. Sullivan, and F. Lomas, Sonography in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. AJR. American journal of roentgenology, (3): p Wright, P., Carpal tunnel and ulnar tunnel syndromes and stenosing tenosynovitis. Campbell s operative orthopaedics, : p Graham, B., The value added by electrodiagnostic testing in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. The Journal of Bone & Joint Surgery, (12): p Martins, R., et al., Magnetic resonance imaging of idiopathic carpal tunnel syndrome: correlation with clinical findings and electrophysiological investigation. Clinical neurology and neurosurgery, (1): p Kang, S., et al., Ultrasonography of median nerve and electrophysiologic severity in carpal tunnel syndrome. Annals of rehabilitation medicine, (1): p Wang, C.-K., et al., Carpal tunnel syndrome assessed with diffusion tensor imaging: comparison with electrophysiological studies of patients and healthy volunteers. European journal of radiology, (11): p Kabakci, N., et al., Diffusion tensor imaging and tractography of median nerve: normative diffusion values. American Journal of Roentgenology, (4): p Andreisek, G., et al., Evaluation of diffusion tensor imaging and fiber tractography of the median nerve: preliminary results on intrasubject variability and precision of measurements. American Journal of Roentgenology, (1): p. W65-W72.

113 10. Skorpil, M., M. Karlsson, and A. Nordell, Peripheral nerve diffusion tensor imaging. Magnetic resonance imaging, (5): p Buchberger, W., et al., Carpal tunnel syndrome: diagnosis with high-resolution sonography. AJR. American journal of roentgenology, (4): p Yesildag, A., et al., The role of ultrasonographic measurements of the median nerve in the diagnosis of carpal tunnel syndrome. Clinical radiology, (10): p Sarria, L., et al., Carpal tunnel syndrome: usefulness of sonography. European radiology, (12): p Bulut, H.T., et al., The diagnostic and grading value of diffusion tensor imaging in patients with carpal tunnel syndrome. Academic radiology, (6): p Guggenberger, R., et al., Assessment of median nerve with MR neurography by using diffusion-tensor imaging: normative and pathologic diffusion values. Radiology, (1): p Tasdelen, N., et al., Diffusion tensor imaging in carpal tunnel syndrome. Diagnostic and Interventional Radiology, (1): p. 60.

114 SB-83 DİZ BÖLGESİNDEKİ OSTEONEKROZLARI SAPTAMA VE SINIFLANDIRMADA MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ NURAN SABİR, FURKAN UFUK, ERHAN FIRAT PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, DENİZLİ Uzun süreli kortikosteroid kullanım öyküsü olan hastaların diz manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkiklerinde osteonekroz sıklığını ve lezyonların özelliklerini değerlendirmek amaçlandı. Uzun süreli kortikosteroid kullanım öyküsü olan ve diz ağrısı nedeniyle başvuran 124 hastanın (90 kadın, 34 erkek) hastanın diz MRG tetkikleri retrospektif olarak değerlendirildi. Osteonekroz saptanan hastalar çalışmaya dahil edildi. Osteonekroz bulunan hastalarda lezyonların lokalizasyonu, en büyük boyutu, lezyon sayısı, kemik ödemi varlığı, subkondral kemik lezyonu ve kontur depresyonu varlığı açısından değerlendirildi. Saptanan lezyonlarda Ficat ve Arlet sınıflamasına göre MRG ve x-ray görüntüleri üzerinden evreleme yapıldı. Toplam 124 hastanın (yaş ortalaması 43, yaş aralığı yaş) 22 sinde (%17,7) diz MRG tetkiklerinde osteonekroz saptandı. Bu hastalardan 6 tanesinde her iki diz bölgesinde osteonekroz mevcuttu (toplam 28 diz, 18 sol diz, 10 sağ diz). Toplam 28 diz MRG tetkikinden, 25 tanesinde (%89,3) lezyonlar multiple sayıdayken 3 dizde (%10,7) tek lezyon saptandı. Toplamda 73 adet lezyon mevcuttu. Bu lezyonlardan 19 u (%26) medial femoral kondilde, 22 si (%30,2) lateral femoral kondilde, 16 sı (%21,9) femur diafizinde, 16 sı ise (%21,9) tibia diafizindeydi. Lezyonların en geniş yerdeki boyutları 13 ila 98 mm arasında (ortalama + std sapma; 39,8 + 19,9 mm) değişmekteydi. Tüm dizlerdeki en büyük lezyonlar değerlendirmeye alındığında kemik ödemi 28 lezyonun tamamında, subkondral çift çizgi işareti ise 28 lezyonun 21 inde (%75) görüldü. Ficat ve Arlet sınıflamasına göre en büyük lezyonlar değerlendirildiğinde 11 lezyonda evre 2, 16 lezyonda evre 3, 1 lezyonda ise evre 4 saptandı. Uzun süreli kortikosteroid kullanım öyküsü olan hastalarda diz bölgesinde osteonekroz sıklığı normal popülasyona göre artmış olup MRG erken teşhis ve evrelemede büyük rol oynamaktadır.

115 SB-84 FEMORO-TİBİAL AÇI İLE MENİSKAL YARALANMA ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRMESİ MEHMET ŞİRİK ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ EĞT. VE ARŞ. HAST. RADYOLOJİ ANABİLİM DALI Diz eklemi dizilim bozukluğunun osteoartrit(oa) ile ilişkili önemli biyomekanik faktörler arasında yer aldığı bilinmesine rağmen, bu dengesizliğin menisküs yaralanmasına neden olup olmadığı konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı diz ekleminde meniskal yaralanma varlığı ile femoro-tibial açı arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Ocak 2015-Mart 2015 tarihleri arasında kliniğimizde diz Manyetik Rezonans(MR) ı çekilen hastalar değerlendirildi. Hastaların diz MR görüntüleri meniskal yaralanma açısından retrospektif olarak tekrar incelendi. Anatomik femoro-tibial açı ölçümleri aynı dönem çekilen AP diz radyografilerinden femur ve tibianın anatomik eksenleri kullanılarak hesaplandı. Femoro-tibial açı değerleri ile meniskal yaralanma varlığı arasındaki ilişki analiz edildi. Çalışmaya 101 hastaya ait (Erkek/Kadın=53/48) 114 diz eklemi dahil edildi. Yaş ortalaması 40,6 ±13,4 idi. Yaralanma bulunan medial menisküs sayısı 92, bu dizlerdeki ortalama femorotibial açı değeri 5,6±1,88; yaralanma bulunmayan medial menisküs sayısı 22, bu dizlerdeki ortalama femoro-tibial açı değeri 5,8±1,92 (P=0.82); yaralanma bulunan lateral menisküs sayısı 22, bu dizlerdeki ortalama femoro-tibial açı değeri 6,1±1,50; yaralanma bulunmayan lateral menisküs sayısı 92, bu dizlerdeki ortalama femoro-tibial açı değeri 5,6±1,96 (P=0.20) bulundu. Çalışmamızda dizin frontal plan kemik dizilimini gösteren femoro-tibial açı değerleri ile medial ve lateral menisküslerde yaralanma varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. Femorotibial açının meniskal yaralanma gelişiminde etkili olmadığını düşünmekteyiz.

116 SB-85 PEDİATRİK HASTALARDA KORPUS KALLOZUM DİSGENEZİSİ VE EŞLİK EDEN PATOLOJİLER; 41 HASTANIN RETROSPEKTİF ANALİZİ VE UZUN DÖNEM TAKİBİ KAYHAN KARAKUŞ, MEHMET HAYDAR ATALAR CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK RADYOLOJİSİ BD, SİVAS Korpus kallozum disgenezisi sık karşılaşılan en önemli konjenital beyin malformasyonudur. Bu çalışmada güncel bir sınıflama çerçevesinde CCD ve eşlik eden anomaliler ele alınmaktadır. Klinigimizde Nisan 2006-Şubat 2017 tarihleri arasında Beyin MR inceleme ile Korpus Kallozum Disgenezisi tanısı konulmuş olan yaş ortalaması 31ay16gün±47ay15 gün olan(en düşük 1 gün en büyük 15 yaş) 20 kız 21 erkek toplam 41 pediatrik hastanın Beyin MR incelemeleri iki radyoloji uzmanı tarafından kallozal anomalinin ciddiyeti ve eşlik eden patolojiler açısından retrospektif olarak değerlendirildi. T1A midsagital imajlardan korpus kallozum varlığı ve morfolojisi hakkında değerlendirilme yapılırken diğer sekanslarda ise eşlik eden patolojiler değerlendirildi. 4 hastada ise ilave DTG yapıldı. Bu çalışmaya dahil edilen korpus kallozum patolojilerini generalize hipoplazi(displazi eşlik etmeyen hipoplazi), korpus kallozum posterior kesimi hipoplazisi(apple core), korpus kallozum anteriorunda kalıntı şeklinde kallozal segment varlığı(anterior remnant), hipoplazi eşlik etmeyen displazi(hump shaped), displazinin eşlik ettiği uniform ince hipoplazi(stripe), hipoplazik ve kink yapmış korpus kallozum(kinked) ve tam agenezi şeklinde 7 grup olarak sınıflandırdık. Sırasıyla bu gruplarda 5,6,3,1,3,4 ve 19 olgu yer aldı. Sintelensefali, holoprosensefali, hidrosefali, şant sonrası kallozal değişiklikler, kalın korpus kallozum ve normal korpus kallozumu bulunan Pai sendromlu hasta gibi benzer anomalilere sahip olgular bu çalışmaya dahil edilmedi. 10 olguda ilave bulgu yoktu. 20 olguda interhemisferik kist,4 olguda mega sisterna manga, 1 olguda araknoid kist,4 olguda subepandimal heterotopi, 3 olguda parankimal heterotopi, 1 olguda lizensefali, 1 olguda pakigiri, 1 olguda polimikrogri,2 olguda myelinizasyonda gecikme, 1 olguda serebellar hemisferlerin ayrışmasında kısmi bozukluk, 2 olguda serebellar hemisferlerde ve beyin sapında atrofi,1 olguda septum pellisidium yokluğu,2 olguda kavum septum pellisidium at vergae varyantı, 2 olguda parankimal kistik ensefalomalazik alan,1 olguda hemisferik BC volümlerinde azalma, 3 olguda 3. ve lateral ventriküllerde asimetrik dilatasyon, 10 olguda Chiari 1 malformasyonu, 2 olguda kalvaryal asimetri,1 olguda mikrosefali, 1 olguda makrosefali,1 olguda mikrognati,1 olguda bulbus okuli gelişiminde bozukluk, 2 olguda kolobomatöz kist, 1 olguda yarık damak-dudak, 3 olguda azigos ACA, 1 olguda sağ ACA A1 segment hipoplazisi ve 1 olguda da germinolitik kistlerin kallozal patolojiye eşlik ettiği tespit edildi. Korpus kallozum disgenezisi tipik görüntüleme bulguları olan, anomalinin değişik derecelerde varlığına ve eşlik eden diğer patolojik durumlara sekonder farklı görüntüleme bulgularının da ortaya çıktığı komissural gelişim anomalisi olup tanı ve takibinde MRG güvenle ve etkin olarak kullanılmaktadır.

117 SB-86 PEDİATRİK İNTRAKRANİYAL HİDATİK KİST OLGULARINDA MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME BULGULARIMIZ: DOĞU ANADOLU BÖLGESİ TEK MERKEZ DENEYİMİMİZ RÜSTEM BERHAN PİRİMOĞLU, RECEP SADE, MECİT KANTARCI ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYOLOJİ ANABİLİM DALI, PEDİATRİK RADYOLOJİ BİLİM DALI, ERZURUM Çalışmamızda pediatrik radyoloji kliniğimize klinik ve laboratuvar verileri eşliğinde intrakraniyal hidatik kist ön tanısı ile beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) için başvuran pediatrik yaş grubu hastalarda intrakraniyal hidatik kistlerin sayı, lokalizasyon, Gharbi sınıflaması ve MRG bulgularını merkezimiz deneyimi olarak değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamıza Ocak 2016 Ocak 2017 tarihleri arasında histopatolojik olarak tanısı doğrulanan 12 intrakraniyal hidatik kist hastası dahil edildi. 12 hastada toplam 15 adet intrakraniyal hidatik kist lezyonunun beyin MRG bulguları 3 yıllık tecrübeye sahip pediatrik radyolog ve 6 aylık tecrübeye sahip pediatrik radyoloji yandal uzmanlık öğrencisi tarafından ortak konsensus ile iş istasyonu üzerinde değerlendirildi. Lezyonların sayı, lokalizasyon, Gharbi sınıflaması ve MRG sinyal özellikleri kaydedildi. Mevcut 15 intrakraniyal hidatik kist lezyonunun 8`i (%53.3) sağ serebral hemisfer, 5`i (%33.3) sol serebral hemisfer ve 2`si (%13.4) her iki serebral hemisferde yerleşim göstermekteydi. En sık lokalizasyon temporal-parietal lob (8 lezyon, %53.3) düzeyinde olup, 1 lezyon ise ekstraaksiyel yerleşimliydi. Lezyonlardan 10`u (%66.6) Gharbi tip 1, 3`ü (%20) tip 2, 2`si (%13.4) tip 3 idi. Lezyonların hepsi T2 ağırlıklı serilerde hiperintens olup, 14 tanesi T1 ağırlıklı serilerde hipointens sinyale sahipti. Sadece bir lezyon enfekte olup T1 ağırlıklı serilerde hiperintens ve difüzyon kısıtlamaktaydı. Geriye kalan lezyonların hiçbirinde difüzyon kısıtlaması gözlenmedi. Lezyonların hiçbiri anlamlı kontrast tutulumu göstermedi. 11 lezyonda (%73.3) T2 serilerde hipointens halkasal rim gözlendi. İntrakraniyal hidatik kist özellikle pediatrik yaş grubunda nadir görülmekte olup, MRG oldukça tanısal özellikler göstermekle birlikte iyonizan radyasyon içermemesiyle avantaj sağlamaktadır.

118 SB-87 KARACİĞER YETMEZLİĞİNDE NÖROLOJİK KOMPLİKASYONLAR VE KRANİAL GÖRÜNTÜLEME ZUHAL BAYRAMOĞLU, İBRAHİM ADALETLİ İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ Karaciğer yetmezliğinde nörolojik komplikasyonları ve endikasyonu bulunan olgularda yapılmış kranial görüntüleme Bulgularını araştırmak Son beş yılda kliniğimizde karaciğer naklı yapılmış olan 50 hastada norolojık muayene bulgulaını retrospektif olarak dokumante ettik. Hastalara yapılmış olan kranial görüntülmelerin sayı ve modalitelerini belirledik ve Tomografi ve MRG incelemelerinde saptadığımız akut ve kronık zeminde gelişmiş olan patolojileri dokumente ettik. 50 pediatrik yaş grubundaki karaciğer nakli yapılmış hastanın yuzde 20 sinde nakil öncesi ve nekile muteakip 1 hafta içerisinde norolojık muayene bulgusu mevcuttu. Bu sebeple 20 hastanın 15 ine kranial tomografi incelemesi yapıldı. Olguların 10unda kranial BT incelemesinin normal saptanmıştı. Ancak bu olgularda şikayetlerin devam etmesi üzerine kontrol kranial BT incelemesi yapılmıştır. 15 hastanın 5ndedifuzyon ve veya kontrastlı kranial MRG incelemesi yapılmış ve 2 olguda beyin ödemi, 1 olguda pontin demyel,nizasyon, 1 olguda peteşiyal parenkimal hemorajiler ve 1 olguda posterior reversible ensefalopati sendromu saptandı. Akut veya kronik karaciğer yetmezliği bulunan olgularda beyin etkilenmesi oldukça sıktır. Tomografi kliniği olan çogu olguda yanlış negatif olarak yorumlanabilri. Kliniği anlamlı olgularda difuzyon MRG ve konvansiyonel MRG çekilmesi beyin parenkimindeki akut veya kronik değişiklikleri ortaya koyabilir ve ensefalopatinin etyolojisine yönelik prediktif değeri oldukça yuksektir.

119 SB-88 PEDİYATRİK MRKP UYGULAMALARI: PANKREATİKOBİLİYER ANATOMİNİN GÖRÜLEBİLİRLİĞİNDE 3D İNCE KESİTLER İLE KALIN SLAB GÖRÜNTÜLERİN KARŞILAŞTIRILMASI SEDA KAYNAK ŞAHAP, ÖMER SUAT FİTOZ ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK RADYOLOJİSİ BİLİM DALI Pediyatrik farklı yaş gruplarında pankreatikobiliyer anatominin gösterilmesinde 3D ince kesitler ile kalın slab ağır T2 görüntülerin karşılaştırılması yılları arasında MRKP incelemesi gerçekleştirilen yaşları 4 gün ile 17 yıl arasındaki, 35 i kız toplam 62 çocuk hastaya ait 69 MRKP incelemesi retrospektif olarak değerlendirildi. İncelemeler 1.5 Tesla MR cihazında gerçekleştirilmişti. Rutin MRKP incelemesi aksiyel ve koronal planda TSE T2A, aksiyel T1A, o lik açılarla oblik koronal kalın slab ağır T2A, aksiyel ve koronal planda 3D T2A ince kesitli dizileri içermekteydi. Yaş gruplarına göre kalın slab ve 3D T2 ağırlıklı görüntüler arasında pankreatikobiliyer anatominin görülebilirliği ve görüntü kalite skoru değerlendirildi. Anestezili incelemenin en çok yapıldığı 2-5 yaş grubu hastaların %92.3ünde görüntü kalitesi iyiyken, çoğunluğu anestezisiz gerçekleştirilen 6-14 yaş grubu hastalar en zayıf görüntü kalite skoruna sahipti. Kalın slab ve 3D görüntülerde pankreatikobiliyer anatominin görülebilirliği ile ilişkili yapılan karşılaştırmada; proksimal safra kanalları, sistik kanal ve kuyruk bölümünde pankreatik kanal görülebilirliği 3D görüntülerde, kalın slab görüntülere göre üstündü ve bu farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p < 0.05). Koledok, 3D görüntülerde tüm hastalarda görülebilirken, kalın slab 2 hastada (2/57) vizüalize edememişti. Sistik kanal, 3D imajlarda tetkiklerin %82.5inde, kalın slab de ise %63.2sinde seçilebildi (p=0.019). Sorun yaşanan pankreatik kanal distal kesimi 3D incelemede %73.7, kalın slab görüntülerde ise %61.4 oranında izlenebildi (p=0.013). İnfantlarda ve küçük çocuklarda belirgin olarak, 3D ince kesit dizilerin çekim protokolüne eklenmesi pankreatikobiliyer anatominin değerlendirilmesinde avantajlıdır. Kalın slab, mide ve duodenum sıvısına bağlı ortalama hacim etkisiyle pankreatikobiliyer anatominin görüntülenmesinde yetersiz kalabilmektedir. İlgili çalışma erişkinlerdekinin aksine pediyatrik yaş grubunda 3D ince kesit ve kalın slab görüntülerin karşılaştırıldığı ilk pediatrik çalışma niteliğindedir.

120 SB-89 LENFOMA DIŞI PRİMER ÖN MEDİASTEN KİTLELERİNİN BENİGN- MALİGN AYRIMINDA MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME NACİYE SİNEM GEZER 1, AGAH BARAN 1, AHMET PEKER 1, DUYGU GÜREL 2, VOLKAN KARAÇAM 3, PINAR BALCI 1, ERKAN YILMAZ 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTE HASTANESİ, RADYOLOJİ AD, İZMİR 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTE HASTANESİ, PATOLOJİ AD, İZMİR 3 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTE HASTANESİ, GÖĞÜS CERRAHİSİ AD, İZMİR Bu çalışmada lenfoma dışı ön mediasten kitlelerinin benign-malign ayrımında, manyetik rezonans (MR) görüntülemenin etkinliğini araştırmak amaçlanmıştır. Lenfoma dışı primer ön mediasten kitlesi nedeniyle ameliyat edilen 19 hasta (9 malign, 10 benign) çalışmaya dahil edilmiştir. Ameliyat öncesinde elde olunan MR görüntüleri (T1 ve T2 ağırlıklı, postkontrast yağ baskılı T1 ağırlıklı, kimyasal şift görüntüler) histopatolojik tanı bilinmeksizin iki radyolog tarafından retrospektif olarak incelenmiştir. Kitlelerin yeri, boyutu, şekli, sınır özelliği, içeriği (solid, kistik, miks, yağ), içyapısı (homojen, heterojen, kalsifik), septa varlığı, çevre anatomik yapılar ile ilişkisi, lenfadönopati varlığı, postkontrast görüntülerde sinyal değişikliği değerlendirilmiştir. Her bir kitle MR görüntülemeden elde edilen verilere göre benign veya malign olmak üzere sınıflandırılmıştır. MR sonuçları histopatolojik tanılar ile karşılaştırılmıştır. Bening kitlelerden 4 ü timik hiperplazi, 3 ü timik kist, birer adedi ektopik timus, ektopik paratiroid ve ektopik paratiroid adenomuydu. Malign kitlelerden 4 ü invaziv timoma, birer adedi timik karsinom, seminom, nöroendokrin tümör (karsinoid) ve adenokarsinomdu. MR sonuçları ile histopatolojik tanılar arasında benign-malign ayrımı yönünden %100 korelasyon saptandı. Malign kitlelerin genel özellikleri büyük boyutlu, lobule konturlu olmaları, kistiknekrotik alanlar barındıran miks içyapıda olmaları, heterojen kontrastlanma göstermeleri, çevre anatomik yapılar ile aralarındaki yağ planının silinmiş olmasıydı. Timomalarda hipointens septalarla ayrılmış nodüler patern görüldü. Bu çalışmada, lenfoma dışı ön mediasten kitlelerinin benign-malign ayrımında MR görüntülemenin etkinliği gösterilmiştir. İyonizan radyasyon içermemesi nedeniyle özellikle çocuk ve genç hastalarda, sık tetkik edilmesi gereken takip hastalarında, iyotlu kontrast madde kullanımının sakıncalı olduğu durumlarda, primer ön mediasten kitlelerinin benign-malign ayrımı için MR görüntüleme tercih edilebilir.

121 SB-90 KATETER TAKİBİ İÇİN GERÇEK ZAMANLI VE ÇOK KANALLI MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME SİSTEMİ BERK SİLEMEK, UĞUR YILMAZ, ERGİN ATALAR ULUSAL MANYETİK REZONANS ARAŞTIRMA MERKEZİ (UMRAM) Girişimsel-MR uygulamalarında aktif kateter takibi ve görüntülenmesi günümüzde halen devam eden bir problemdir. Aktif kateterlerin uzun bir iletken içermesi, MR-güvenliği ve artefeksiz olarak görüntülemesi açısından sorun yaratmaktadır. Son zamanlardaki çok kanallı verici kullanılarak yapılan çalışmaların bu problemleri çözebilecek potansiyeli bulundurmaktadır. Bu çalışmalara katkıda bulunması amacıyla, gerçek zamanlı verici dizisi kontrol sistemi geliştirilmiştir. Merkezimizdeki 8 adet çoklu kanal özelliğine sahip, 3T TimTrio Siemens cihazına uyumlu bir verici kontrol sistem geliştirilmiştir. Bu sistem için bir dizüstü bilgisayar üzerinde çalışan ve kullanıcı arayüzlü bir program yapılmıştır. Bu programda mevcut 8 kanaldan 2 tanesi ile tüm vücut kuşkafesi sargıyı sürecek şekilde tasarım yapılmıştır. Bu sinyaller istenilen genlikte ve fazda verilebilmesinin yanısıra, radyo düğmeleri konularak dairesel ve ters polarizasyon modları eklenmiştir. Buna ek olarak, dizüstü bilgisayar ve MR sistemi, ethernet bağlantısı ile birbiri ile haberleştirilmiştir. Bu haberleşme sisteminin çalışması için Siemens destekli BEAT- IRTT sekansı değiştirilmiştir, GRE veya TRUFI sekansları gerçek zamanlı olarak kontrol edilebilir duruma getirilmiştir. Geliştirilen uygulama ile yapılan fantom deneylerinde kanal genlikleri ve fazlar istenilen değerlere getirilerek esnek bir kontrol sağlanmıştır. Bunun yanısıra, dairesel polarizasyon ve ters polarizasyon gibi kuşkafesi modları elde edilmiştir. Kullanıcı arayüzü Şekil-1 de verilmiştir.

122 Çok kanallı ve gerçek zamanlı çalışan bu sistem ile çok kanallı verici esnek bir şekilde kontrol edebilmekteyiz. Bu sayede çok kanallı yapıların MR güvenliği konusunda getirdiği avantajları ve kateter takibinin klinik uygulanmasında büyük bir katkı getireceğini düşünüyoruz. İleriki çalışmalarımızda bu sistemi kullanarak geliştireceğimiz çalışmaların bu konularda birçok eksikliği gidereceğini düşünüyoruz. SB-91 MR UYUMLU ULTRASON TERAPİSİ İÇİN ULTRASON YAYILIM VE ISIL DAĞILIM MODELLEMESİ VE MR TERMOMETRE İLE DOĞRULANMASI BERK SİLEMEK, ARİF SANLI ERGÜN TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ, ELEKTRİK VE ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ Akustik uygulamalarda hedefte verimli ve yüksek akustik güç soğurması gerektiren uygulamalarda en iyi frekans, hedefin derinliğine ve dokunun zayıflama katsayısına bağlıdır. Literatürdeki çalışmalarda pek çok analitik çözüm mevcuttur fakat deneyler ile tam örtüşmemektedir. Bunun başlıca sebepleri dokudaki perfüzyon ve karmaşık doku özelliklerinin yanısıra akustik dalganın dokudaki yayılımının modele tam olarak katılamamasından kaynaklanır. Bu da hedeflenen akustik gücün soğurulmasını ve uygun frekansın bulunmasını etkilemektedir. Bu bildiride, MR deneyleriyle deneysel olarak ölçülen ısı, oluşturulan doku modeliyle eşleştirilerek odaklı-ultrason terapisi için en iyi frekansın bulunmasında kullanılacaktır. MR uyumlu transdüser kullanılarak, MR termometre aracılığıyla tavukgöğsü, yağsız sığır kası, yağlı sığır kası, sığır yağı ve sığır karaciğeri üzerinde ex-vivo deneyler yapılarak farklı frekanslarda ısı haritaları çıkartılmıştır. MR deneyinde uygulanan kurulum, COMSOL programında modellenmiştir. Modelde ilk başta akustik dalga yayılımı frekans alanında çözülerek, yayılan akustik dalga ve yoğunluk hesaplanmıştır. Bu hesaplar sonucunda bulunan akustik yoğunluk dağılımı, her bir örnek için bio-ısı denklemi çözülerek farklı frekanslardaki ve farklı dokulardaki ısı dağılımı çıkartılmıştır.

123 MR güdümlü odaklı-ultrason deneylerinde frekansa değişken alınarak 2W akustik güç verildiğinde ölçülen sıcaklıklar COMSOL modeli ile eşleştirilmiştir. Tavukgöğsü için bulunan sonuçlar Şekil-1 de verilmiştir. COMSOL programında oluşturulan modelde uygulanan analitik çözümler sonucunda 3% hata payıyla deneyler doğrulanmıştır. MR-güdümlü HIFU deneyleri COMSOL ile modellenmiş, sıcaklık artışları tahmin edilmiş ve sıcaklık haritaları zamana göre çıkartılmıştır. Deneylerle COMSOL eşleştirilerek, dokuların ısıl parametreleri deneylerle uyumlu olacak şekilde elde edilmiştir. Odaktaki ısı artışının derinliğe bağlı optimum bir frekansta maksimize olduğu da gözlemlenmiştir. Bu modelle, uygulanan odaklı-ultrasonun dozunun, frekansının ve süresinin çevre dokulara zarar vermeyecek, hedefte gerekli tahribatı yapacak şekilde öngörülebilineceği gösterilmiştir. SB-92 TEK BANTLI RF DALGA İLE ÇOKLU KESİT SEÇİMİ KORAY ERTAN, SOHEİL TARAGHİNİA, ALİREZA SADEGHİ, ERGİN ATALAR ULUSAL MANYETİK REZONANS ARAŞTIRMA MERKEZİ (UMRAM) Eşzamanlı çoklu kesit görüntüleme MRG çekimlerinin süresini ciddi ölçüde kısaltma potansiyeline sahiptir. Fakat çoklu kesit seçimleri için gerekli çok bantlı RF darbelerin özgül soğurma oranı, pik RF gücü veya darbe süresi tek kesit seçebilen tek bantlı RF darbelere göre artmaktadır. Bu çalışmada z yönünde bir gradyan dizisi kullanılarak, tek bantlı RF darbe ile transvers yönde çoklu kesit seçimi gerçekleştirilmiştir. Geleneksel olarak kullanılan doğrusal gradyan sargılar, farklı uzaysal konumları lineer bir bağlantı ile farklı frekanslara kodlamaktadır. Dolayısıyla çoklu kesit seçimi için çok bantlı RF darbeler kullanılmak zorundadır. Biz bu çalışmada, geleneksel doğrusal gradyanlardan farklı olmak üzere, istenilen kesit konumlarını aynı frekansa eşleyebilen 9 kanallı bir z-gradyan sargı dizisi tasarladık. Aynı frekansa eşlenen çoklu kesit konumlarının tek bantlı RF darbe ile seçilebilmesi mümkün oldu. İstenilen farklı çoklu kesit konumları için 9 kanallı sargının her bir elemanına değişik akımlar uygulanmalıdır. Uygulanması gereken akımlar formülize edilmiştir. Sargı dizisi yine kendi tasarladığımız düşük güçlü gradyan güç yükselteçleri ile

124 kontrol arayüzü sayesinde sürülmektedir. Önerilen yöntem 3T (Siemens, Tim Trio) MR tarayıcısı kullanılarak fantom deneyleri ile gösterilmiştir. Şekil 1: Deney düzeneği (a) Gradyan sargı dizisi (b) ve güç yükselteçleri Önerilen yöntemler phantom deneyleri ile test edilmiştir. Önerilen tasarım yöntemi uçlara doğru hafif bükülen 3 kesit profili oluşturmıştur (Şekil 2).Daha düz kesit profilleri üzerinde çalışılmaktadır. Şekil 2: Koronal düzlemde tek bantlı RF dalga ile seçilen 3 kesitin profilleri

125 Tek bantlı RF dalga ile transvers yönde çoklu kesit seçimi deneysel olarak gösterilmiştir. SB-93 MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İÇİN ÇOK KANALLI TAM SAYISAL RF VERİCİ DİZİSİ TASARIMI VE PROTOTİP DONANIM FİLİZ ECE FİLCİ 1, AYLİN DOĞAN 1, GÖKHAN CANSIZ 1, VOLKAN AÇIKEL 1, BÜLENT ŞEN 1, ERGİN ATALAR 2 1 ASELSAN AŞ 2 İHSAN DOĞRAMACI BİLKENT ÜNİVERSİTESİ, ULUSAL MANYETİK REZONANS ARAŞTIMA MERKEZİ Bu çalışmada geleneksel MRG cihazlarında kullanılan radyo frekans (RF) verici sisteminin yerine çok kanallı ve tam sayısal bir faz dizili RF verici sargı sistemi tasarlamak hedeflenmiştir. Geliştirilen yenilikçi RF sargı dizisinin herbir sargı elemanının faz, genlik ve zarf-kontrolü birbirinden bağımsız şekilde gerçekleştirilebildiğinden sargı içindeki elektrik ve manyetik alan dağılımı istenilen şekilde değiştirilebilecektir. Bu özellik sayesinde hedef üzerinde istenilen bölgede lokal uyarılma yapılarak SAR değerinin düşürülmesi, çekim süresinin kısaltılması sağlanabilecek; aktif implantlarla olan RF etkileşimi engellenerek implantlı hastaların MR çekimi yapılabilecektir. Bu doğrultuda geleneksel MRG cihazlarının RF verici sistemi yerine 12 kanallı bir sargı dizisi, her bir dizi elemanını bağımsız sürebilmek için her bir kanal için bağımsız çalışan tam sayısal sinyal üreteci ve sayısal güç yükselteçleri tasarlanmıştır. Bu sayede her bir kanala uygulanacak darbenin zarf-şekli, genliği, frekansı ve uygulanacağı zaman ayrı ayrı programlanabilmektedir. Tasarlanan sistemde her bir kanalı kontrol etmek için kullanıcı arayüzü geliştirilmiştir. Bu ara-yüzden alınan veriler MRG odası içerisinde bulunan sinyal üretecine optik olarak iletilmektedir. MRG odası içindeki sinyal üreteci her bir kanal için gerekli sinyali sayısal olarak üreterek sayısal güç yükselteçlere gönderir ve güçlendirilen sinyaller sargı dizisinin elemanlarına uygulanır. Tasarlanan sistem Scimedix SM160 MRG cihazına entegre edilmiş ve ilk görüntüler alınmıştır. Her bir kanalın ayrı ayrı görüntülerinin alınmasının yanı sıra kuşkafesi modunda da ölçümler alınmış ve farklı noktalarda kesit seçimleri yapılmıştır. Alınan görüntüler Şekil 1 de gösterilmiştir.

126 - Her bir kanalı birbirinden bağımsız şekilde sürülebilen tam sayısal RF verici dizisi tasarımı ve 12 kanallı bir prototip üretimi yapılarak MRG cihazına entegre edilmiştir. Entegrasyonun ardından tasarlanan sistem kullanılarak doku modeli görüntülenmiştir.

127 SB-94 SIFIR EKO ZAMANI GÖRÜNTÜLEME İÇİN TAM ÇİFT YÖNLÜ MRG KULLANIMI SAFA ÖZDEMİR, ERGİN ATALAR ULUSAL MANYETİK REZONANS ARAŞTIRMA MERKEZİ (UMRAM), ANKARA, TÜRKİYE Sıfır eko zamanı görüntüleme ile kemik gibi kısa relaksasyon süresine sahip dokulardan MR sinyali alınabilmektedir 1. Bu yöntemin uygulanabilmesi için MRG deki alıcı ve verici sargıların izolasyonunun belirli bir seviyenin üzerinde olması gerekmektedir. Tasarladığımız sistemle gerekli izolasyonun sağlandığını ve yapılan MR deneyleriyle kısa relaksasyon süresine sahip dokulardan da MR sinyali alınabildiğini göstermekteyiz. Haberleşme sistemlerindeki tam çift yönlü radyolarda kullanılan izolasyonun 2 gelişmiş sürümü, MR sinyalinin eş zamanlı uyarım ve data kaydı ile alınması için kullanılmıştır. Normalde MR verici sinyali, alınan sinyalde baskın bir haldedir. Bunu engellemek için verici sinyalin bir kısmı, alıcı sargıda oluşan istenmeyen kuplaj sinyaline eşitlenmesi için sönümlendirilip geciktirilmektedir. İşlemlerden geçen bu sinyal ve alıcı sargıda oluşan sinyallerin toplamı bize MR sinyalini vermektedir. Önerilen tasarım, dört gecikme ve sönümlenme sırası içeren tam otomatik kontrol edilebilir izolasyon devresidir 3. Birbirine dik olarak dizayn edilen sabit dört faz değiştiricisi, bağlı olduğu sönümlendirme devresiyle beraber çalışarak istenilen fazda ve büyüklükte sinyal elde etmemize olanak sağlar. Data kaydı ile aynı anda dokuyu uyarmak için, frekansı zamanla doğrusal olarak 16kHz bant tarayan ve 8ms süren bir RF verici sinyali kullanılmaktadır. Ardından kalan kuplaj sinyali dijital ortamda da çıkarılarak MR sinyali elde edilmektedir. Tam çift yönlü izolasyon sistemi kullanılarak, 81.5dB ye varan izolasyon elde edilmektedir. Sıfır eko zamanı görüntüleme için gerekli olarak kabul edilen 60dB izolasyon ise 85kHz bant genişliğinde sağlanmaktadır(şekil1).

128 Şekil1: Frekansa bağlı izolasyon değerleri Yüksek izolasyon değerlerinin geniş bir bant genişliğinde sağlanması, tasarlanan sistemin kemik gibi kısa relaksasyon süresine sahip dokuların görüntülenmesinde kullanılabileceğini göstermektedir. Referanslar: [1] 3,[3]Salim et al. Proc.ISMRM 2016

129 SB-95 BEYİN MR ELASTOGRAFİSİ NDE UYARI FREKANSI SEÇİMİNİN DOKU SERTLİK HARİTASININ GERİÇATMASINA ETKİSİ CEMRE ARIYÜREK 1, SAFA ÖZDEMİR 1, BİLAL TAŞDELEN 2, ARİF SANLI ERGÜN 3, YUSUF ZİYA İDER 2, ERGİN ATALAR 1 1 ULUSAL MANYETİK REZONANS ARAŞTIRMA MERKEZİ (UMRAM), ANKARA, TÜRKİYE 2 ELEKTRİK VE ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ, BİLKENT ÜNİVERSİTESİ, ANKARA, TÜRKİYE 3 ELEKTRİK VE ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ, TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ, ANKARA, TÜRKİYE Manyetik rezonans elastografi(mre) ile dokuların sertliklerindeki değişim saptanabilmektedir. Daha önceki çalışmalarımızda, beyin modelinde yapılan simülasyonlarla ve fantom deneyleriyle MRE deki makaslama dalgalarının mod frekansında yüksek dalga yerdeğişimlerinin gözlenebileceğini göstermiştik[1,2]. Bu çalışmamızda mod frekanslarında gözlemlenen yüksek yerdeğişimini de göz önünde bulundurarak uyarı frekansı seçiminin doku sertlik haritasının geriçatmasına etkisini incelemekteyiz. Üç boyutlu homojen bir fantom modelinde uyarı frekansı süpürülerek MRE simülasyonu yapılmıştır. Ayrıca MRE deneyleri için agar-agar konsantrasyonları %0,65 ve %0,85 olan iki ayrı fantom hazırlanmıştır. Deneyler 3T Siemens Tim Trio MR cihazında yapılmıştır ve hareket enkode eden gradyanlar eklenmiş eko planar görüntüleme sekansı kullanılmıştır. Aktüator yardımıyla, uyarı frekansı süpürülerek fantom MR altında mikrometre mertebesinde titreştirilmiş; böylece makaslama dalgalarının fantoma indüklenmesi sağlanmıştır. Farklı uyarı frekanslarının doku sertlik haritası geriçatmasındaki performasını ölçmek için mod frekansında alınan MRE verisi dahil edilerek ve edilmeyerek olarak iki ayrı doku sertlik haritası k-mdev algoritmasıyla[3] hesaplanmıştır. Üç fantom için bulunan mod frekansı değerleri Tablo 1 de gösterilmektedir. Mod frekansı dahil ve dahil edilmeden hesaplanan dalga hızı haritaları Şekil 1 de verilmektedir. Dokunun sertliği dalga hızının karesiyle doğru orantılıdır. Tablo 1 de verilen dalga hızlarını göz önünde bulundurunca mod frekansında elde edilen MRE verisi dahil edildiği durumda dalga hızı haritalarının daha doğru ve homojen olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 1: Mod frekansları ve beklenen dalga hızları

130 Şekil 1: Dalga hızı haritaları. Mod frekansında oluşan yüksek yerdeğişimi dokunun sertliği haritasının geriçatmasında avantaj sağlamaktadır; bu yüzden mod frekansında alınan MRE verisi kullanılınca dokunun sertlik haritası daha doğru hesaplanmaktadır. Gönüllü deneylerinde daha fazla inceleme gerekmektedir. Referanslar:[1]Ariyurek et al. Proc ISMRM 2014[2]Ariyurek et al. Proc ISMRM 2016[3]DOI: /j.media

KANSERDE RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEME DOÇ. DR.İSMAİL MİHMANLI

KANSERDE RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEME DOÇ. DR.İSMAİL MİHMANLI KANSERDE RADYOLOJİK GÖRÜNTÜLEME DOÇ. DR.İSMAİL MİHMANLI AMAÇ Kanser ön ya da kesin tanılı hastalarda radyolojik algoritmayı belirlemek ÖĞRENİM HEDEFLERİ Kanser riski olan hastalara doğru radyolojik tetkik

Detaylı

Adrenal lezyonların görüntüleme bulguları. Dr. Ercan KOCAKOÇ Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul

Adrenal lezyonların görüntüleme bulguları. Dr. Ercan KOCAKOÇ Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul Adrenal lezyonların görüntüleme bulguları Dr. Ercan KOCAKOÇ Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul Öğrenme hedefleri Adrenal bez kitlelerinin BT ile değerlendirilmesinde temel prensip ve bulguları öğrenmek

Detaylı

Paratiroid lezyonlarında USG ve Sintigrafinin Karşılaştırılması

Paratiroid lezyonlarında USG ve Sintigrafinin Karşılaştırılması Paratiroid lezyonlarında USG ve Sintigrafinin Karşılaştırılması Op. Dr. Savaş Baba, Doç. Dr. Barış Saylam,Op. Dr. Hüseyin Çelik, Op. Dr. Özgür Akgül,Op. Dr. Sabri Özden, Ass. Dr. Deniz Tikici, Ass. Dr.

Detaylı

BATIN BT (10/11/2009 ): Transvers kolon orta kesiminde kolonda düzensiz duvar kalınlaşması ile komşuluğunda yaklaşık 5 cm çapta nekrotik düzensiz

BATIN BT (10/11/2009 ): Transvers kolon orta kesiminde kolonda düzensiz duvar kalınlaşması ile komşuluğunda yaklaşık 5 cm çapta nekrotik düzensiz Olgu Sunumu Olgu: 60y, E 2 ayda 5 kilo zayıflama ve karın ağrısı şikayeti ile başvurmuş. (Kasım 2009) Ailede kanser öyküsü yok. BATIN USG: *Karaciğerde en büyüğü VIII. segmentte 61.2x53.1 mm boyutunda

Detaylı

ÜST ÜRİNER SİSTEM KANSERLERİNDE GÖRÜNTÜLEMENİN ÖNEMİ

ÜST ÜRİNER SİSTEM KANSERLERİNDE GÖRÜNTÜLEMENİN ÖNEMİ Disiplinler arası üroonkoloji toplantısı-2014 ÜST ÜRİNER SİSTEM KANSERLERİNDE GÖRÜNTÜLEMENİN ÖNEMİ Dr. Mustafa HARMAN EÜTF Radyoloji 1 SUNUM AKIŞI Görüntüleme yöntemleri Görüntülemeden beklentiler - Tespit

Detaylı

Aksillanın Görüntülenmesi ve Biyopsi Teknikleri. Prof. Dr. Meltem Gülsün Akpınar Hacettepe Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı

Aksillanın Görüntülenmesi ve Biyopsi Teknikleri. Prof. Dr. Meltem Gülsün Akpınar Hacettepe Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı Aksillanın Görüntülenmesi ve Biyopsi Teknikleri Prof. Dr. Meltem Gülsün Akpınar Hacettepe Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı Meme kanserli hastalarda ana prognostik faktörler: Primer tümörün büyüklüğü

Detaylı

Göğüs Cerrahisi Sedat Gürkok. Göğüs Cerrahisi. Journal of Clinical and Analytical Medicine

Göğüs Cerrahisi Sedat Gürkok. Göğüs Cerrahisi. Journal of Clinical and Analytical Medicine Journal of Clinical and Analytical Medicine Göğüs Cerrahisi Soliter Pulmoner Nodül Tanım: Genel bir tanımı olmasa da 3 cm den küçük, akciğer parankimi ile çevrili, beraberinde herhangi patolojinin eşlik

Detaylı

Genitoüriner Sistem Tümörlerinde Radyoloji Dr.Oğuz Dicle

Genitoüriner Sistem Tümörlerinde Radyoloji Dr.Oğuz Dicle Genitoüriner Sistem Tümörlerinde Radyoloji Dr.Oğuz Dicle III.Tıbbi Onkoloji Kongresi Onkolojik Görüntüleme Kursu 24 Mart 2010,Antalya Böbrek Mesane Prostat Böbrek Mesane Testis Radyolojiye Sorular Tümör

Detaylı

MEME RADYOLOJİSİ DEĞERLENDİRME Kabul Şekli 1 (Bildiri ID: 39)/Meme Kanserinin Mide Metastazı Poster Bildiri KABUL POSTER BİLDİRİ

MEME RADYOLOJİSİ DEĞERLENDİRME Kabul Şekli 1 (Bildiri ID: 39)/Meme Kanserinin Mide Metastazı Poster Bildiri KABUL POSTER BİLDİRİ MEME RADYOLOJİSİ DEĞERLENDİRME Kabul Şekli 1 ( ID: 39)/Meme Kanserinin Mide Metastazı Poster 2 ( ID: 63)/lenfomalı iki olguda meme tutulumu Poster 4 ( ID: 87)/Olgu Sunumu: Meme Amfizemi Poster 6 ( ID:

Detaylı

AKUT PULMONER EMBOLİDE RADYOLOJİK ÖNEMLİ MESAJLAR

AKUT PULMONER EMBOLİDE RADYOLOJİK ÖNEMLİ MESAJLAR Pulmoner Vasküler Hastalıklar AKUT PULMONER EMBOLİDE RADYOLOJİK ÖNEMLİ MESAJLAR Dr. Recep SAVAŞ Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji AD, İzmir AKCİĞER HASTALIKLARI VE YOĞUN BAKIM GÜNLERİ TANI VE TEDAVİDE

Detaylı

SAĞ VE SOL KOLON YERLEŞİMLİ TÜMÖRLER: AYNI ORGANDA FARKLI PATOLOJİK BULGULAR VE MİKROSATELLİT İNSTABİLİTE DURUMU

SAĞ VE SOL KOLON YERLEŞİMLİ TÜMÖRLER: AYNI ORGANDA FARKLI PATOLOJİK BULGULAR VE MİKROSATELLİT İNSTABİLİTE DURUMU SAĞ VE SOL KOLON YERLEŞİMLİ TÜMÖRLER: AYNI ORGANDA FARKLI PATOLOJİK BULGULAR VE MİKROSATELLİT İNSTABİLİTE DURUMU Ezgi Işıl Turhan 1, Nesrin Uğraş 1, Ömer Yerci 1, Seçil Ak 2, Berrin Tunca 2, Ersin Öztürk

Detaylı

Yoğun Bakım Ünitesinde Yatan Ventilatörle İlişkili Pnömonili Hastalarda Serum C-Reaktif Protein, Prokalsitonin, Solubl Ürokinaz Plazminojen Aktivatör Reseptörü (Supar) Ve Neopterin Düzeylerinin Tanısal

Detaylı

NAZOFARENKS KARSİNOMUNDA CLAUDIN 1, 4 VE 7 EKSPRESYON PATERNİ VE PROGNOSTİK ÖNEMİ

NAZOFARENKS KARSİNOMUNDA CLAUDIN 1, 4 VE 7 EKSPRESYON PATERNİ VE PROGNOSTİK ÖNEMİ NAZOFARENKS KARSİNOMUNDA CLAUDIN 1, 4 VE 7 EKSPRESYON PATERNİ VE PROGNOSTİK ÖNEMİ Dinç Süren 1, Mustafa Yıldırım 2, Vildan Kaya 3, Ruksan Elal 1, Ömer Tarık Selçuk 4, Üstün Osma 4, Mustafa Yıldız 5, Cem

Detaylı

ENDOMETRİAL HİPERPLAZİ VE KARSİNOMUNDA NÜKLEUS BOYUTUNUN KARŞILAŞTIRMALI MORFOMETRİK ANALİZİ. Dr. Ayşe Nur Uğur Kılınç. Dr.

ENDOMETRİAL HİPERPLAZİ VE KARSİNOMUNDA NÜKLEUS BOYUTUNUN KARŞILAŞTIRMALI MORFOMETRİK ANALİZİ. Dr. Ayşe Nur Uğur Kılınç. Dr. ENDOMETRİAL HİPERPLAZİ VE KARSİNOMUNDA NÜKLEUS BOYUTUNUN KARŞILAŞTIRMALI MORFOMETRİK ANALİZİ Dr. Ayşe Nur Uğur Kılınç Dr. Sıddıka Fındık Ülkemizde ve tüm dünyada sıklığı giderek artmakta olan endometrial

Detaylı

Tanı: Metastatik hastalık için patognomonik bir radyolojik. Tek veya muitipl nodüller iyi sınırlı veya difüz. Göğüs Cerrahisi Hasan Çaylak

Tanı: Metastatik hastalık için patognomonik bir radyolojik. Tek veya muitipl nodüller iyi sınırlı veya difüz. Göğüs Cerrahisi Hasan Çaylak Journal of Clinical and Analytical Medicine Göğüs Cerrahisi Hasan Çaylak Göğüs Cerrahisi Metastatik Akciğer Tümörleri Giriş İzole akciğer metastazlarına tedavi edilemez gözüyle bakılmamalıdır Tümör tipine

Detaylı

Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserlerinde Neoadjuvan Tedavi Sonrası Pulmoner Rezeksiyon Sonuçlarımız

Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserlerinde Neoadjuvan Tedavi Sonrası Pulmoner Rezeksiyon Sonuçlarımız Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserlerinde Neoadjuvan Tedavi Sonrası Pulmoner Rezeksiyon Sonuçlarımız Dr.Levent Alpay Süreyyapaşa Egitim vearaştırma Hastanesi Mart

Detaylı

MEME KANSERİNDE GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ

MEME KANSERİNDE GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ MEME KANSERİNDE GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ Dr. Filiz Yenicesu Düzen Laboratuvarı Görüntüleme Birimi Meme Kanserinde Tanı Yöntemleri 1. Fizik muayene 2. Serolojik Testler 3. Görüntüleme 4. Biyopsi Patolojik

Detaylı

Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografik Koroner Anjiyografi Sonrası Uzun Dönem Kalıcı Böbrek Hasarı Sıklığı ve Sağkalım ile İlişkisi

Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografik Koroner Anjiyografi Sonrası Uzun Dönem Kalıcı Böbrek Hasarı Sıklığı ve Sağkalım ile İlişkisi Çok Kesitli Bilgisayarlı Tomografik Koroner Anjiyografi Sonrası Uzun Dönem Kalıcı Böbrek Hasarı Sıklığı ve Sağkalım ile İlişkisi Hamza Sunman 1, Mustafa Arıcı 2, Hikmet Yorgun 3, Uğur Canpolat 3, Metin

Detaylı

OLGU SUNUMU. DOÇ. DR. VUSLAT KEÇİK BOŞNAK Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD.

OLGU SUNUMU. DOÇ. DR. VUSLAT KEÇİK BOŞNAK Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD. OLGU SUNUMU DOÇ. DR. VUSLAT KEÇİK BOŞNAK Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD. GAZİANTEP MO; 44 yaşında sağlık çalışanı erkek hasta Şikayeti: Gün içerisinde

Detaylı

Tiroidin en sık görülen benign tümörleri foliküler adenomlardır.

Tiroidin en sık görülen benign tümörleri foliküler adenomlardır. GİRİŞ: Tiroidin en sık görülen benign tümörleri foliküler adenomlardır. Foliküler adenomlar iyi sınırlı tek lezyon şeklinde olup, genellikle adenomu normal tiroid dokusundan ayıran kapsülleri vardır. Sıklıkla

Detaylı

KRONİK KARACİĞER PARANKİM HASTALIĞI Radyolog gözüyle. Dr. Nagihan İnan Gürcan

KRONİK KARACİĞER PARANKİM HASTALIĞI Radyolog gözüyle. Dr. Nagihan İnan Gürcan KRONİK KARACİĞER PARANKİM HASTALIĞI Radyolog gözüyle Dr. Nagihan İnan Gürcan Görüntüleme Yöntemleri US BT Radyasyon (10 msv) CIN (%0,6-2.3; böbrek fonk bozuksa %3-21) MRG NSF ÖĞRENİM HEDEFLERİ: Kronik

Detaylı

28. Ulusal Patoloji Kongresi Çıkar İlişkisi Beyanı

28. Ulusal Patoloji Kongresi Çıkar İlişkisi Beyanı 28. Ulusal Patoloji Kongresi Çıkar İlişkisi Beyanı Sunumum, amacını aşan herhangi bir tartışma ya da reklam içermemektedir. Sunumumda ürün /cihaz tanıtımı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. GLEASON 4 PROSTATİK

Detaylı

Multipl Myeloma da PET/BT. Dr. N. Özlem Küçük Ankara Üniv. Tıp Fak. Nükleer Tıp ABD

Multipl Myeloma da PET/BT. Dr. N. Özlem Küçük Ankara Üniv. Tıp Fak. Nükleer Tıp ABD Multipl Myeloma da PET/BT Dr. N. Özlem Küçük Ankara Üniv. Tıp Fak. Nükleer Tıp ABD İskelet sisteminin en sık görülen primer neoplazmı Radyolojik olarak iskelette çok sayıda destrüktif lezyon ve yaygın

Detaylı

GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER İnteraktif Olgu Sunumu Dr BENGÜ DEMİRAĞ

GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER İnteraktif Olgu Sunumu Dr BENGÜ DEMİRAĞ GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER İnteraktif Olgu Sunumu Dr BENGÜ DEMİRAĞ Haziran 1999 erkek Başvuru Ekim 2014 2 aydır sağ testiste şişlik. Bitlis. Karın ağrısı ve şişlik ile Ankara ya sevk. Ankara da Üroloji AD da

Detaylı

Pediatrik karaciğer kitlelerinde ayırıcı tanı

Pediatrik karaciğer kitlelerinde ayırıcı tanı Pediatrik karaciğer kitlelerinde ayırıcı tanı Dr. Zeynep Yazıcı Uludağ Üniversitesi, Tıp Fak., Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı, Bursa Primer karaciğer kitleleri Tüm pediatrik solid tm lerin %1-4 ü ~%65 i

Detaylı

Kendisinde veya birinci derece akrabalarında genetik testler ile BRCA 1 ve BRCA 2

Kendisinde veya birinci derece akrabalarında genetik testler ile BRCA 1 ve BRCA 2 MEME MRG A. Kullanım alanları I. Standart endikasyonlar Ia.Yüksek riskli olgularda tarama Kendisinde veya birinci derece akrabalarında genetik testler ile BRCA 1 ve BRCA 2 gen mutasyonu saptanan olgular.

Detaylı

Tıkanma Sarılığı. Yrd. Doç. Dr. Zülfü Arıkanoğlu

Tıkanma Sarılığı. Yrd. Doç. Dr. Zülfü Arıkanoğlu Tıkanma Sarılığı Yrd. Doç. Dr. Zülfü Arıkanoğlu Normal serum bilirubin düzeyi 0.5-1.3 mg/dl olup, 2.5 mg/dl'yi geçerse bilirubinin dokuları boyamasıyla klinik olarak sarılık ortaya çıkar. Sarılığa yol

Detaylı

Böbrek kistleri olan hastaya yaklaşım

Böbrek kistleri olan hastaya yaklaşım Böbrek kistleri olan hastaya yaklaşım Dr. Ayşegül Örs Zümrütdal Başkent Üniversitesi-Nefroloji Bilim Dalı 20/05/2011-ANTALYA Böbrek kistleri Genetik ya da genetik olmayan nedenlere bağlı olarak, Değişik

Detaylı

KARACİĞER MR GÖRÜNTÜLEMEDE DEĞİŞEN PARADİGMA

KARACİĞER MR GÖRÜNTÜLEMEDE DEĞİŞEN PARADİGMA KARACİĞER MR GÖRÜNTÜLEMEDE DEĞİŞEN PARADİGMA Dr. Şükrü Mehmet Ertürk Radyolojinin diğer alanlarında olduğu gibi, karaciğer görüntülemenin de primer amacı benign lezyonları, malign lezyonlardan ayırt etmektir

Detaylı

Toraks BT Angiografi Pulmoner emboli tanısı

Toraks BT Angiografi Pulmoner emboli tanısı Toraks BT Angiografi Pulmoner emboli tanısı 64 yaşında erkek hasta 10 yıldır KOAH tanılı ve diyabet hastası 25 gün önce göğüs ve sırt ağrısı, nefes darlığı PaO2: 68.2; PaCO2:36 ; O2 satürasyonu: 94,4 FM;

Detaylı

Dr. Mehmet TÜRKELİ A.Ü.T.F İç Hastalıkları A.D Medikal Onkoloji B.D 5. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi Mart 2014-Antalya

Dr. Mehmet TÜRKELİ A.Ü.T.F İç Hastalıkları A.D Medikal Onkoloji B.D 5. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi Mart 2014-Antalya Dr. Mehmet TÜRKELİ A.Ü.T.F İç Hastalıkları A.D Medikal Onkoloji B.D 5. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi 19 23 Mart 2014-Antalya VAKA-1 S.B. 43 Yaş, Bayan, Erzurum Şikayeti: Çarpıntı, terleme, Hikayesi: Haziran

Detaylı

ERKEN EVRE OVER KANSERİ VE BORDERLİNE OVER TÜMÖRLERİ. Dr. Derin KÖSEBAY

ERKEN EVRE OVER KANSERİ VE BORDERLİNE OVER TÜMÖRLERİ. Dr. Derin KÖSEBAY ERKEN EVRE OVER KANSERİ VE BORDERLİNE OVER TÜMÖRLERİ Dr. Derin KÖSEBAY OVER KANSERİ Over kanseri tanısı koyulduktan sonra ortalama 5 yıllık yaşam oranı %35 civarındadır. Evre I olgularında 5 yıllık yaşam

Detaylı

Vaka Takdimleri. Prof.Dr. Kemal SARICA. Yeditepe Üniveristesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı

Vaka Takdimleri. Prof.Dr. Kemal SARICA. Yeditepe Üniveristesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Vaka Takdimleri Prof.Dr. Kemal SARICA Yeditepe Üniveristesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı 1. VAKA ANAMNEZ 52 yaşında erkek hasta Ağrısız, gross hematüri ve 6 aylık süreçte 10 kg kilo kaybı Anlamlı

Detaylı

MİDE KANSERİNDE APOPİTOZİSİN BİYOLOJİK BELİRTEÇLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ

MİDE KANSERİNDE APOPİTOZİSİN BİYOLOJİK BELİRTEÇLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ MİDE KANSERİNDE APOPİTOZİSİN BİYOLOJİK BELİRTEÇLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ Cem Sezer 1, Mustafa Yıldırım 2, Mustafa Yıldız 2, Arsenal Sezgin Alikanoğlu 1,Utku Dönem Dilli 1, Sevil Göktaş 1, Nurullah Bülbüller

Detaylı

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD, Medikal Onkoloji BD Güldal Esendağlı

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ABD, Medikal Onkoloji BD Güldal Esendağlı Sağlık Bakanlığından Muaf Hekimin Ünvanı - Adı Soyadı Aydın Aytekin Bildiriyi Sunacak Kişi Ünvanı - Adı Soyadı Rafiye Çiftçiler Bildiriyi Sunacak Kişi Kurumu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları

Detaylı

Dr. A. Nimet Karadayı. Hastanesi, Patoloji Kliniği

Dr. A. Nimet Karadayı. Hastanesi, Patoloji Kliniği Dr. A. Nimet Karadayı Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği MEME TÜMÖRLERİNDE PATOLOJİ RAPORLARINDA STANDARDİZASYON Amaç, hasta

Detaylı

Akut Apandisit Tanısal Yaklaşımlar

Akut Apandisit Tanısal Yaklaşımlar Apandisit; Akut Apandisit Tanısal Yaklaşımlar Dr. Selcan ENVER DİNÇ ACİL TIP ABD. 09.03.2010 Acil servise başvuran karın ağrılı hastalarda en sık konulan tanılardan bir tanesidir. Apandektomi dünya genelinde

Detaylı

Sjögren sendromu (SS) lakrimal bezler ve tükrük bezleri başta olmak üzere, tüm ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu ile karakterize, kronik,

Sjögren sendromu (SS) lakrimal bezler ve tükrük bezleri başta olmak üzere, tüm ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu ile karakterize, kronik, Sjögren Sendromu Açısından Araştırılan Hastalarda Minör Tükrük Bezi Biyopsisine Ait Histopatolojik Parametreler İle Laboratuar Ve Klinik Özelliklerin Analizi Betül Ünal*, Veli Yazısız**, Gülsüm Özlem Elpek*,

Detaylı

Tiroid nodüllerinde TİRADS skorlamasının güvenirliliği

Tiroid nodüllerinde TİRADS skorlamasının güvenirliliği Tiroid nodüllerinde TİRADS skorlamasının güvenirliliği Op. Dr. Sabri Özden, Op. Dr. Şiyar Ersöz, Dr. Bulut Özkan, Doç. Dr. Barış Saylam, Doç. Dr. Mesut Tez Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

Detaylı

KAFA TRAVMALI HASTALARDA GÖRÜNTÜLEMENİN TANI, TEDAVİ VE PROGNOZA KATKISI. Dr. Fatma Özlen İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD

KAFA TRAVMALI HASTALARDA GÖRÜNTÜLEMENİN TANI, TEDAVİ VE PROGNOZA KATKISI. Dr. Fatma Özlen İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD KAFA TRAVMALI HASTALARDA GÖRÜNTÜLEMENİN TANI, TEDAVİ VE PROGNOZA KATKISI Dr. Fatma Özlen İ.Ü.Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi AD KAFA TRAVMASI VE RADYOLOJİ Hangi hastalara görüntüleme

Detaylı

PEDİATRİK KARACİĞER KİTLELERİ

PEDİATRİK KARACİĞER KİTLELERİ PEDİATRİK KARACİĞER KİTLELERİ Dr. Berna Oğuz Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Pediatrik Radyoloji Bilim Dalı Pediatrik KC kitleleri İntraabdominal kitlelerin %5-6 Primer hepatik

Detaylı

GLİAL TÜMÖRLERDE POSTOP GÖRÜNTÜLEME

GLİAL TÜMÖRLERDE POSTOP GÖRÜNTÜLEME GLİAL TÜMÖRLERDE POSTOP GÖRÜNTÜLEME Prof.Dr. Cem Çallı Chief of Neuroradiology Section, Ege University Medical Faculty, Dept of Radiology Izmir, TURKEY Ac ca sella met Germinom GLİAL TÜMÖRLERDE POSTOP

Detaylı

Dr Ercan KARAARSLAN Acıbadem Üniversitesi Maslak Hastanesi

Dr Ercan KARAARSLAN Acıbadem Üniversitesi Maslak Hastanesi Dr Ercan KARAARSLAN Acıbadem Üniversitesi Maslak Hastanesi 1 Öğrenme hedefleri Metastazların genel özellikleri Görüntüleme Teknikleri Tedavi sonrası metastaz takibi Ayırıcı tanı 2 Metastatik Hastalık Total

Detaylı

Akciğer Kanserinde Güncel Tanı ve Tedavi Yaklaşımı

Akciğer Kanserinde Güncel Tanı ve Tedavi Yaklaşımı Akciğer Kanserinde Güncel Tanı ve Tedavi Yaklaşımı Editör Abdullah İrfan Taştepe Temmuz 2014 Copyright 2014 ISBN : 978-605-5121-12-9 Eser Editör : Akciğer Kanserinde Güncel Tanı ve Tedavi Yaklaşımı : Abdullah

Detaylı

PROF.DR. KADİR BAYKAL GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ÜROLOJİ KLİNİĞİ

PROF.DR. KADİR BAYKAL GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ÜROLOJİ KLİNİĞİ PROF.DR. KADİR BAYKAL GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ ÜROLOJİ KLİNİĞİ Lokalize prostat Ca: 1-radikal prostatektomi 2- radyoterapi RP sonrası rezidü PSA olmaması gerekir. PSA nın total olarak ortadan kaldırılmasından

Detaylı

KOLOREKTAL KARSİNOMLARDA HPV NİN ROLÜ VE KARSİNOGENEZ AÇISINDAN P53 VE BCL-2 İLE İLİŞKİSİ

KOLOREKTAL KARSİNOMLARDA HPV NİN ROLÜ VE KARSİNOGENEZ AÇISINDAN P53 VE BCL-2 İLE İLİŞKİSİ KOLOREKTAL KARSİNOMLARDA HPV NİN ROLÜ VE KARSİNOGENEZ AÇISINDAN P53 VE BCL-2 İLE İLİŞKİSİ Ruksan ELAL 1, Arsenal SEZGİN ALİKANOĞLU 2, Dinç SÜREN 2, Mustafa YILDIRIM 3, Nurullah BÜLBÜLLER 4, Cem SEZER 2

Detaylı

TRD KIŞ OKULU KURS 1, Gün 2. Sorular

TRD KIŞ OKULU KURS 1, Gün 2. Sorular TRD KIŞ OKULU KURS 1, Gün 2 Sorular Soru 1 Hangisi renal arter stenozunun Doppler bulguları arasında değildir? a) İntrarenal rezistif indeks artışı b) intrarenal sistolik akselerasyon kaybı c) ana renal

Detaylı

Papiller Tiroid Karsinomunda Santral Lenf Nodu Diseksiyonu

Papiller Tiroid Karsinomunda Santral Lenf Nodu Diseksiyonu Papiller Tiroid Karsinomunda Santral Lenf Nodu Diseksiyonu 7. Ulusal Endokrin Cerrahi Kongresi Prof. Dr. Serdar Özbaş Nisan 2015 / Antalya Papiller Tiroid Karsinomunda Santral Lenf Nodu Diseksiyonu Serdar

Detaylı

LAPAROSKOPİK KOLOREKTAL KANSER CERRAHİSİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLARI:251 OLGU

LAPAROSKOPİK KOLOREKTAL KANSER CERRAHİSİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLARI:251 OLGU LAPAROSKOPİK KOLOREKTAL KANSER CERRAHİSİNİN ERKEN DÖNEM SONUÇLARI:251 OLGU TÜRKİYE YÜKSEK İHTİSAS HASTANESİ GASTROENTEROLOJİ CERRAHİSİ KLİNİĞİ DR.TAHSİN DALGIÇ GİRİŞ Laparoskopik kolorektal cerrahi son

Detaylı

GLUTEN SENSİTİF ENTEROPATİ(ÇÖLYAK HASTALIĞI) TANISINDA NON- İNVAZİV TANI TESTLERİ İLE İNVAZİV TANI TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

GLUTEN SENSİTİF ENTEROPATİ(ÇÖLYAK HASTALIĞI) TANISINDA NON- İNVAZİV TANI TESTLERİ İLE İNVAZİV TANI TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI GLUTEN SENSİTİF ENTEROPATİ(ÇÖLYAK HASTALIĞI) TANISINDA NON- İNVAZİV TANI TESTLERİ İLE İNVAZİV TANI TESTLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Dr.Yasemin Derya Gülseren Ali Kudret Adiloğlu, Mihriban Yücel, Levent Filik,

Detaylı

Dr. Murat DAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Ünivetsitesi Acil Tıp AD.

Dr. Murat DAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Ünivetsitesi Acil Tıp AD. Dr. Murat DAŞ Çanakkale Onsekiz Mart Ünivetsitesi Acil Tıp AD. Giriş-Amaç Travma 40 yaş altındaki populasyonda ölüm sebepleri arasında üst sıralardadır. Genel vücut travması olan hastalarda, kranial yaralanma

Detaylı

LOKALİZE EDİLEMEYEN PRİMER HİPERPARATİROİDİLİ HASTALARDA SELEKTİF VENÖZ ÖRNEKLEMENİN YERİ

LOKALİZE EDİLEMEYEN PRİMER HİPERPARATİROİDİLİ HASTALARDA SELEKTİF VENÖZ ÖRNEKLEMENİN YERİ LOKALİZE EDİLEMEYEN PRİMER HİPERPARATİROİDİLİ HASTALARDA SELEKTİF VENÖZ ÖRNEKLEMENİN YERİ İlhan Gök¹, Cevher Akarsu¹, Ahmet Cem Dural¹, Aysun Erbahçeci Salık² Meral Mert³, Aysel Koyuncu⁴, Barbaros Erhan

Detaylı

Kapalı sistem beyin biyopsi yöntemleri; histopatolojik değerlendirmede algoritma

Kapalı sistem beyin biyopsi yöntemleri; histopatolojik değerlendirmede algoritma Kapalı sistem beyin biyopsi yöntemleri; histopatolojik değerlendirmede algoritma Dr Büge Öz İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Konuşma akışı; Sterotaksik yöntem nedir?

Detaylı

Dr. Aslıhan Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Aydan Biri Yüksek İhtisas Üniversitesi Koru Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD

Dr. Aslıhan Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Aydan Biri Yüksek İhtisas Üniversitesi Koru Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Dr. Aslıhan Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Aydan Biri Yüksek İhtisas Üniversitesi Koru Ankara Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Son dört dekat boyunca prenatal izlem sırasında fetüs taramaları için ultrasonografi

Detaylı

ERKEN LOKAL NÜKS GELİŞEN VULVA KANSERİ: OLGU SUNUMU

ERKEN LOKAL NÜKS GELİŞEN VULVA KANSERİ: OLGU SUNUMU ERKEN LOKAL NÜKS GELİŞEN VULVA KANSERİ: OLGU SUNUMU Op.Dr.Hakan YETİMALAR Doç.Dr.İncim BEZİRCİOĞLU Dr. Gonca Gül GÜLBAŞ TANRISEVER İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştıma Hastanesi GİRİŞ

Detaylı

ÖRNEK BULGULAR. Tablo 1: Tanımlayıcı özelliklerin dağılımı

ÖRNEK BULGULAR. Tablo 1: Tanımlayıcı özelliklerin dağılımı BULGULAR Çalışma tarihleri arasında Hastanesi Kliniği nde toplam 512 olgu ile gerçekleştirilmiştir. Olguların yaşları 18 ile 28 arasında değişmekte olup ortalama 21,10±1,61 yıldır. Olguların %66,4 ü (n=340)

Detaylı

Romatizmal Mitral Darlığında Fetuin-A Düzeyleri Ve Ekokardiyografi Bulguları İle İlişkisi

Romatizmal Mitral Darlığında Fetuin-A Düzeyleri Ve Ekokardiyografi Bulguları İle İlişkisi Kahramanmaraş 1. Biyokimya Günleri Bildiri Konusu: Romatizmal Mitral Darlığında Fetuin-A Düzeyleri Ve Ekokardiyografi Bulguları İle İlişkisi Mehmet Aydın DAĞDEVİREN GİRİŞ Fetuin-A, esas olarak karaciğerde

Detaylı

LAPAROSKOPİK SLEEVE GASTREKTOMİ SONRASI METBOLİK VE HORMONAL DEĞİŞİKLİKLER

LAPAROSKOPİK SLEEVE GASTREKTOMİ SONRASI METBOLİK VE HORMONAL DEĞİŞİKLİKLER LAPAROSKOPİK SLEEVE GASTREKTOMİ SONRASI METBOLİK VE HORMONAL DEĞİŞİKLİKLER Varlık Erol, Cengiz Aydın, Levent Uğurlu, Emre Turgut, Hülya Yalçın*, Fatma Demet İnce* T.C.S.B. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,

Detaylı

Sağlık Bakanlığından Muaf Hekimin Ünvanı - Adı Soyadı. Bildiriyi Sunacak Kişi Ünvanı - Adı Soyadı. Bildiriyi Sunacak Kişi Kurumu

Sağlık Bakanlığından Muaf Hekimin Ünvanı - Adı Soyadı. Bildiriyi Sunacak Kişi Ünvanı - Adı Soyadı. Bildiriyi Sunacak Kişi Kurumu Sağlık Bakanlığından Muaf Hekimin Ünvanı - Adı Soyadı Dr. ALĠ MURAT SEDEF Bildiriyi Sunacak Kişi Ünvanı - Adı Soyadı Dr. ALĠ MURAT SEDEF Bildiriyi Sunacak Kişi Kurumu BAġKENT ÜNĠVERSĠTESĠ MEDĠKAL ONKOLOJĠ

Detaylı

LOKAL-BÖLGESEL EVRELEME VE TEDAVİYE YANITIN RADYOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ

LOKAL-BÖLGESEL EVRELEME VE TEDAVİYE YANITIN RADYOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ LOKAL-BÖLGESEL EVRELEME VE TEDAVİYE YANITIN RADYOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ Doç. Dr. Irmak DURUR SUBAŞI Dışkapı Yıldırı Beyazıt EAH Radyoloji Kli iği Meme Kanserinde Lokal-Bölgesel Evreleme Me e ka seri de

Detaylı

SSS Enfeksiyonlarının Radyolojik Tanısı. Dr. Ömer Kitiş Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoji

SSS Enfeksiyonlarının Radyolojik Tanısı. Dr. Ömer Kitiş Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoji SSS Enfeksiyonlarının Radyolojik Tanısı Dr. Ömer Kitiş Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoji Nöroradyoloji de;doku kontrast mekanizmaları T1/T2/PD; T1-T2 relaksasyon zamanları

Detaylı

Adolesanlarda Polikistik Over Sendromu tanısında Anti Müllerien Hormon (AMH) ve İnsülin Like Peptit -3 (INSL3) ün tanısal değeri

Adolesanlarda Polikistik Over Sendromu tanısında Anti Müllerien Hormon (AMH) ve İnsülin Like Peptit -3 (INSL3) ün tanısal değeri Adolesanlarda Polikistik Over Sendromu tanısında Anti Müllerien Hormon (AMH) ve İnsülin Like Peptit -3 (INSL3) ün tanısal değeri Ayça Kömürlüoğlu 1, E. Nazlı Gönç 2, Z. Alev Özön 2, Nurgün Kandemir 2,

Detaylı

igog toplantıları 23.şubat 2011

igog toplantıları 23.şubat 2011 igog toplantıları 23.şubat 2011 PUCCINI MADAM BUTTERFLY OPERA III PERDE ANADOLU SAĞLIK MERKEZĠ Medikal Onkoloji vaka sunumu M.B 54 yaşında kadın hasta ilk başvuru tarihi: 6/5/2010 Öykü: 6 hafta önce başlayan

Detaylı

PET-CT nin Toraks Malignitelerinin Tanı ve Tedavi Yönetimindeki Yeri

PET-CT nin Toraks Malignitelerinin Tanı ve Tedavi Yönetimindeki Yeri PET-CT nin Toraks Malignitelerinin Tanı ve Tedavi Yönetimindeki Yeri DR. TEVFİK FİKRET ÇERMİK SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, NÜKLEER TIP ANABİLİM DALI, İSTANBUL SUAM, NÜKLEER TIP KLİNİĞİ

Detaylı

Kronik Pankreatit. Prof. Dr.Ömer ŞENTÜRK KOÜ Gastroenteroloji, KOCAELİ

Kronik Pankreatit. Prof. Dr.Ömer ŞENTÜRK KOÜ Gastroenteroloji, KOCAELİ Kronik Pankreatit Prof. Dr.Ömer ŞENTÜRK KOÜ Gastroenteroloji, KOCAELİ Tanım Pankreasın endokrin ve ekzokrin yapılarının hasarı, fibröz doku gelişimi ile karakterize inflamatuvar bir olay Olay histolojik

Detaylı

Erken Evre Akciğer Kanserinde

Erken Evre Akciğer Kanserinde Erken Evre Akciğer Kanserinde Görüntüleme Dr. Figen Başaran aran Demirkazık Hacettepe Universitesi Radyoloji Anabilim Dalı Kasım 2005 Mayıs 2006 Müsinöz ve nonmüsinöz tipte bronkioloalveoler komponenti

Detaylı

Olgularla Lenfoma ve Myelomada PET/BT Agresif NHL. Doç. Dr. Metin Halaç İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı

Olgularla Lenfoma ve Myelomada PET/BT Agresif NHL. Doç. Dr. Metin Halaç İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Olgularla Lenfoma ve Myelomada PET/BT Agresif NHL Doç. Dr. Metin Halaç İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı FDG-PET in agresif Non-Hodgkin lenfomaların tedavi öncesi

Detaylı

Santral sinir sistemi ve baş-boyun tümörlerinde radyoloji. Dr Ayşenur CİLA Hacettepe Üniversitesi

Santral sinir sistemi ve baş-boyun tümörlerinde radyoloji. Dr Ayşenur CİLA Hacettepe Üniversitesi Santral sinir sistemi ve baş-boyun tümörlerinde radyoloji Dr Ayşenur CİLA Hacettepe Üniversitesi Görüntülemede amaç Tümör / Tümör dışı ayırımını yapmak Tümör evreleme Postop rezidü-tümör yatağı değişiklikleri

Detaylı

RECIST. Response Evaluation Criteria In Solid Tumors

RECIST. Response Evaluation Criteria In Solid Tumors RECIST Response Evaluation Criteria In Solid Tumors Tümör Cevap Kriterleri Tanımlama? Hastaların tedaviye verdiği cevabı tanımlamak için kullanılan genel kabul görmüş kriterlerdir. Neden? Tümör yükündeki

Detaylı

SİROZDA DOKU VE LEZYON KARAKTERİZASYONU. Murat Acar. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı

SİROZDA DOKU VE LEZYON KARAKTERİZASYONU. Murat Acar. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı SİROZDA DOKU VE LEZYON KARAKTERİZASYONU Murat Acar İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Tel: 90 216 5709233 e-posta: drmacar@hotmail.com Öğrenme

Detaylı

İçerik. Plak Oluşumu. Plak görüntüleme BT- BTA. Karotis Plağı: patofizyolojiden görüntülemeye. Karotis Plağı Kompozisyonu BT de dansitesine göre

İçerik. Plak Oluşumu. Plak görüntüleme BT- BTA. Karotis Plağı: patofizyolojiden görüntülemeye. Karotis Plağı Kompozisyonu BT de dansitesine göre İçerik Karotis Plağı: patofizyolojiden görüntülemeye Dr Ercan KARAARSLAN Acıbadem Maslak Hastanesi, Radyoloji Hassas plak tanımı Plak oluşum kaskatı Plak kompozisyonu MR ile tanıma Medikal tedavinin plak

Detaylı

29 yaşında erkek aktif şikayeti yok. sağ sürrenal lojda yaklaşık 3 cm lik solid kitlesel lezyon saptanması. üzerine hasta polikliniğimize başvurdu

29 yaşında erkek aktif şikayeti yok. sağ sürrenal lojda yaklaşık 3 cm lik solid kitlesel lezyon saptanması. üzerine hasta polikliniğimize başvurdu 29 yaşında erkek aktif şikayeti yok Dış merkezde yapılan üriner sistem ultrasonografisinde insidental olarak sağ sürrenal lojda yaklaşık 3 cm lik solid kitlesel lezyon saptanması üzerine hasta polikliniğimize

Detaylı

Kolorektal Adenokarsinomlarda Tümör Tomurcuklanmasının Kolonoskopik Biyopsi ve Rezeksiyon Materyalleri Arasındaki Uyumu

Kolorektal Adenokarsinomlarda Tümör Tomurcuklanmasının Kolonoskopik Biyopsi ve Rezeksiyon Materyalleri Arasındaki Uyumu Kolorektal Adenokarsinomlarda Tümör Tomurcuklanmasının Kolonoskopik Biyopsi ve Rezeksiyon Materyalleri Arasındaki Uyumu Saime Ramadan 1, Burcu Saka 2, Gülbanu Erkan Canoğlu 3, Mustafa Öncel 4 Başkent Üniversitesi

Detaylı

Persistan ALT Yüksekliği ile Seyreden Kronik Hepatit B (KHB) Hastalarında Karaciğer Hasarının Öngörülmesinde HBV DNA Seviyesi Ne Kadar Önemli?

Persistan ALT Yüksekliği ile Seyreden Kronik Hepatit B (KHB) Hastalarında Karaciğer Hasarının Öngörülmesinde HBV DNA Seviyesi Ne Kadar Önemli? Persistan ALT Yüksekliği ile Seyreden Kronik Hepatit B (KHB) Hastalarında Karaciğer Hasarının Öngörülmesinde HBV DNA Seviyesi Ne Kadar Önemli? Dr.Ercan YENİLMEZ GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Enfeksiyon

Detaylı

TRD KIŞ OKULU KURS 2, Gün G n 2. Sorular

TRD KIŞ OKULU KURS 2, Gün G n 2. Sorular TRD KIŞ OKULU KURS 2, Gün G n 2 Sorular Astma tanısıyla izlenen hastanın BT kesitlerinde her iki akciğerde periferal yerleşimli buzlu cam-konsolidasyon alanları saptanıyor. En olası tanınız hangisidir?

Detaylı

RADYOLOJİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI-DÜTF- DİYARBAKIR

RADYOLOJİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI-DÜTF- DİYARBAKIR NÖRORADYOLOJİ NÖRORADYOLOJİDE GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ ve GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ RADYODİAGNOSTİK ANABİLİM DALI-DÜTF- DİYARBAKIR Dr. Faysal EKİCİ İNCELEME YÖNTEMLERİ DİREKT GRAFİLER BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ MANYETİK

Detaylı

HAMDİ ÖZŞAHİN,GÜRKAN YETKİN,BÜLENT ÇİTGEZ,AYHAN ÖZ, MEHMET MİHMANLI, MEHMET ULUDAĞ

HAMDİ ÖZŞAHİN,GÜRKAN YETKİN,BÜLENT ÇİTGEZ,AYHAN ÖZ, MEHMET MİHMANLI, MEHMET ULUDAĞ HAMDİ ÖZŞAHİN,GÜRKAN YETKİN,BÜLENT ÇİTGEZ,AYHAN ÖZ, MEHMET MİHMANLI, MEHMET ULUDAĞ ŞİŞLİ HAMİDİYE ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ Tiroit nodülleri toplumda sık görülen patolojilerdir.

Detaylı

LAPAROSKOPİK SURRENALEKTOMİ DENEYİMLERİMİZ

LAPAROSKOPİK SURRENALEKTOMİ DENEYİMLERİMİZ LAPAROSKOPİK SURRENALEKTOMİ DENEYİMLERİMİZ Bülent Çitgez 1, İsmail Akgün 1, Ayhan Öz 1, Gürkan Yetkin 1, Feyza Yener Öztürk 2, Mehmet Mihmanlı 1, Mehmet Uludağ 1 1 Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma

Detaylı

Koroner Anjiyografi Darlık Derecesinin Değerlendirilmesi

Koroner Anjiyografi Darlık Derecesinin Değerlendirilmesi Koroner Anjiyografi Darlık Derecesinin Değerlendirilmesi Prof. Dr. Bülent Mutlu Marmara Üniversitesi, Kardiyoloji AbD İstanbul İstanbul Girişimsel Kardiyoloji Kursu, 2011 Koroner Değerlendirme Anatomik

Detaylı

Prostat Kanseri Vaka Tartışması

Prostat Kanseri Vaka Tartışması Prostat Kanseri Vaka Tartışması Panelistler Prof.Dr.Fatih Atuğ, Prof.Dr. Bülent Akduman Prof.Dr. Mert Başaran Moderatör Doç.Dr. M. Öner Şanlı Olgu 1 45 yaşında AÜSS ile başvuru PSA 3.5 ng/ml RT: (+/-)

Detaylı

Bruselloz tanılı hastalarda komplikasyonları öngörmede nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı ve lenfosit/monosit oranının değeri

Bruselloz tanılı hastalarda komplikasyonları öngörmede nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı ve lenfosit/monosit oranının değeri Bruselloz tanılı hastalarda komplikasyonları öngörmede nötrofil/lenfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı ve lenfosit/monosit oranının değeri Uzm. Dr. Pınar Şen Prof. Dr. Tuna Demirdal Yrd. Doç. Dr. Salih

Detaylı

KIŞ OKULU TARİHLERİ: 3-9 ŞUBAT Şubat (otele giriş) 4 Şubat (derslerin başlaması) 9 Şubat (derslerin bitimi ve otelden çıkış)

KIŞ OKULU TARİHLERİ: 3-9 ŞUBAT Şubat (otele giriş) 4 Şubat (derslerin başlaması) 9 Şubat (derslerin bitimi ve otelden çıkış) Değerli Radyoloji Uzmanlık Öğrencileri, Türk Radyoloji Derneği nin Radyoloji Kış Okulu adı altında başlattığı eğitim programı ile ülkemizde radyoloji eğitimi verilen üniversite ve devlet hastanelerindeki

Detaylı

ENDOSONOGRAFİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLER DR. EMRAH ALPER

ENDOSONOGRAFİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLER DR. EMRAH ALPER ENDOSONOGRAFİ HAKKINDA TEMEL BİLGİLER DR. EMRAH ALPER EUS eğitimi teorik bilgi ile desteklenen hands-on bir süreçtir Kendi kendine yada yabancı ülkedeki bir merkezde TEMEL endosonografik değerlendirmeyi

Detaylı

IV. KLİMUD Kongresi, Kasım 2017, Antalya

IV. KLİMUD Kongresi, Kasım 2017, Antalya IV. KLİMUD Kongresi, 08-12 Kasım 2017, Antalya 1 HCV Tanısında Cut off/ Sinyal (S/CO)/TV) Değerlerinin Tanısal Geçerliliklerinin Değerlendirilmesi TÜLİN DEMİR¹, DİLARA YILDIRAN¹, SELÇUK KILIǹ, SELÇUK

Detaylı

Olgu Sunumu. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Özkan Saydam

Olgu Sunumu. Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi. Özkan Saydam Olgu Sunumu Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Özkan Saydam 26 yaş erkek hasta Şikayet: Nefes darlığı, kanlı balgam Fizik Muayene: Stridor, inspiratuar ronküs

Detaylı

TANI TESTLERINE GIRIŞ & ROC ANALİZİ

TANI TESTLERINE GIRIŞ & ROC ANALİZİ TANI TESTLERINE GIRIŞ & ROC ANALİZİ Yrd.Doç.Dr. Selçuk Korkmaz Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı Turcosa Analitik Çözümlemeler selcukorkmaz@gmail.com ÇOCUK NEFROLOJİ DERNEĞİ

Detaylı

Adneksiyel Kitlelerde Maligniteyi Predikte Eden Faktörler

Adneksiyel Kitlelerde Maligniteyi Predikte Eden Faktörler Adneksiyel Kitlelerde Maligniteyi Predikte Eden Faktörler Dr. M. Murat Naki Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum AD Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi BD Epidemiyoloji ABD de 300

Detaylı

Ali Haydar Baykan 1, Hakan Sezgin Sayıner 2. Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Ana Bilim Dalı, Adıyaman

Ali Haydar Baykan 1, Hakan Sezgin Sayıner 2. Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Ana Bilim Dalı, Adıyaman Ali Haydar Baykan 1, Hakan Sezgin Sayıner 2 1 Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Ana Bilim Dalı, Adıyaman 2 Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma

Detaylı

Küçük Hücre-Dışı Akciğer Kanserinde Cerrahi Tedavi. 18 Ocak 12 Çarşamba

Küçük Hücre-Dışı Akciğer Kanserinde Cerrahi Tedavi. 18 Ocak 12 Çarşamba Küçük Hücre-Dışı Akciğer Kanserinde Cerrahi Tedavi Küçük Hücre-Dışı Akciğer Kanserinde Cerrahi Tedavi Dr. Akif Turna Küçük Hücre-Dışı Akciğer Kanserinde Cerrahi Tedavi Dr. Akif Turna Küçük Hücre-Dışı Akciğer

Detaylı

Karaciğer Metastazlarının Cerrahi Tedavisi. Dr. Orhan Bilge İ.Ü. İst. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD

Karaciğer Metastazlarının Cerrahi Tedavisi. Dr. Orhan Bilge İ.Ü. İst. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Karaciğer Metastazlarının Cerrahi Tedavisi Dr. Orhan Bilge İ.Ü. İst. Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Kolon tümörlü olguların %40-50 sinde karaciğer metastazı gelişir ; % 15-25 senkron (primer tm ile /

Detaylı

İNDİKATÖR (GÖSTERGE) İZLEM SORUMLU LİSTESİ

İNDİKATÖR (GÖSTERGE) İZLEM SORUMLU LİSTESİ Sayfa No 5/1 Hazırlayan İnceleyen Onaylayan Kalite Yönetim Direktörü Kalite Yönetim Direktörü Başhekim BÖLÜM BAZLI Kalite Yönetimi Düzeltici/Önleyici Faaliyet (DÖF) Sonuçlandırma Eksiksiz Doldurulan Mavi

Detaylı

SERVİKAL ÖRNEKLERDE HPV DNA ve SİTOLOJİK İNCELEME SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

SERVİKAL ÖRNEKLERDE HPV DNA ve SİTOLOJİK İNCELEME SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ SERVİKAL ÖRNEKLERDE HPV DNA ve SİTOLOJİK İNCELEME SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Begüm Nalça Erdin 1, Alev Çetin Duran 1, Ayça Arzu Sayıner 1, Meral Koyuncuoğlu 2 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,

Detaylı

Dev Karaciğer Metastazlı Gastrointestinal Stromal Tümör Olgusu ve Cerrahi Tedavi Serüveni

Dev Karaciğer Metastazlı Gastrointestinal Stromal Tümör Olgusu ve Cerrahi Tedavi Serüveni Dev Karaciğer Metastazlı Gastrointestinal Stromal Tümör Olgusu ve Cerrahi Tedavi Serüveni Dr. Koray TOPGÜL Medical Park Samsun Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü/ SAMSUN 35 yaşında erkek hasta, İlk kez 2007

Detaylı

İSKEMİK BARSAĞIN RADYOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ. Dr. Ercan Kocakoç Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul

İSKEMİK BARSAĞIN RADYOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ. Dr. Ercan Kocakoç Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul İSKEMİK BARSAĞIN RADYOLOJİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Ercan Kocakoç Bezmialem Vakıf Üniversitesi İstanbul Öğrenim hedefleri Mezenterik vasküler olay şüphesi ile gelen hastayı değerlendirmede kullanılan

Detaylı

KARACİĞERİN KOLOREKTAL METASTAZLARINDA GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ. Dr.İzzet Rozanes İstanbul Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı

KARACİĞERİN KOLOREKTAL METASTAZLARINDA GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ. Dr.İzzet Rozanes İstanbul Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı KARACİĞERİN KOLOREKTAL METASTAZLARINDA GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ Dr.İzzet Rozanes İstanbul Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı Amaç Kolorektal tümörlerin karaciğer metastazlarında diagnostik modalitelerin

Detaylı

Lokalizasyon çalışmalarının şüpheli olduğu primer hiperparatiroidi olgularında 99 Tc-MIBI intraoperatif gama-prob kullanımı: Kohort değerlendirme

Lokalizasyon çalışmalarının şüpheli olduğu primer hiperparatiroidi olgularında 99 Tc-MIBI intraoperatif gama-prob kullanımı: Kohort değerlendirme Lokalizasyon çalışmalarının şüpheli olduğu primer hiperparatiroidi olgularında 99 Tc-MIBI intraoperatif gama-prob kullanımı: Kohort değerlendirme A.Cem Dural 1, Cevher Akarsu 1, İlhan Gök 1, Aysel Koyuncu

Detaylı

Primer hepatik lenfomanın manyetik rezonans görüntüleme bulguları

Primer hepatik lenfomanın manyetik rezonans görüntüleme bulguları Dicle Tıp Dergisi / E. Gökçe ve ark. Primer hepatik lenfoma MR bulguları 2013; 40 (1): 113-117 Dicle Medical Journal doi: 10.5798/diclemedj.0921.2013.01.0235 OLGU SUNUMU / CASE REPORT Primer hepatik lenfomanın

Detaylı

DİFÜZYON MR Güçlü ve Zayıf Yanları DOÇ. DR. AYHAN SARITAŞ DÜZCE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP AD

DİFÜZYON MR Güçlü ve Zayıf Yanları DOÇ. DR. AYHAN SARITAŞ DÜZCE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP AD DİFÜZYON MR Güçlü ve Zayıf Yanları DOÇ. DR. AYHAN SARITAŞ DÜZCE ÜNİVERSİTESİ ACİL TIP AD PLAN Tanımlar Kullanım Alanları Güçlü Yanları Zayıf Yanları Özet Tanımlar Difüzyon MR T1 ve T2 dışındaki mekanizmalar

Detaylı

PULMONER TROMBOEMBOLİDE HANGİ GÖRÜNTÜLEME? Dr. Hasan Mansur DURGUN IX. Ulusal Acil Tıp Kongresi Mayıs 2013 ANTALYA

PULMONER TROMBOEMBOLİDE HANGİ GÖRÜNTÜLEME? Dr. Hasan Mansur DURGUN IX. Ulusal Acil Tıp Kongresi Mayıs 2013 ANTALYA PULMONER TROMBOEMBOLİDE HANGİ GÖRÜNTÜLEME? Dr. Hasan Mansur DURGUN IX. Ulusal Acil Tıp Kongresi Mayıs 2013 ANTALYA Sunu planı Akciğer grafisi Pulmoner kateter anjiyogram Ekokardiyografi Kompresyon USG

Detaylı

GÖREV ANALİZİ 2. YAZILMA ÖĞRENİM HEDEFİ. Mesane ve üreterin normal ve patolojik özelliklerini belirler

GÖREV ANALİZİ 2. YAZILMA ÖĞRENİM HEDEFİ. Mesane ve üreterin normal ve patolojik özelliklerini belirler GÖREV Mesane ve üreter hastalıklarınd a GÖREV ANALİZİ 1. YAZILMA DÜZEYİ ulaştırılmasında kritik danışmanlık. GÖREV ANALİZİ 2. YAZILMA DÜZEYİ Mesane ve üreterin normal ve Makroskopik inceleme ve örnekleme.

Detaylı