Ücret Payları Küreselleşmeyle Birlikte Düşmek Zorunda mı? * C.P. Chandrasekar ve Jayati Ghosh Son otuz yıl, özellikle ülkeler içinde, hem varlık hem de gelir eşitsizliğinde önemli artışlara sahne oldu. Bu eşitsizliklerin, iktisadî olarak adaletsiz olmalarının yanı sıra toplumsal ve siyasî olarak da zarar verici oldukları ortaya çıkıyor. Birçok gözlemci bunları kapitalist küreselleşmenin ortaya çıkardığı iktisadî süreçlere bağladı. Ancak şu belirtilmeli ki, bu gelişmeler, 20. Yüzyılda iktisatçılar arasında, uzun dönemli iktisadî büyüme sürecinin önce artan eşitsizlik eğilimlerini kuvvetlendireceği ve daha sonra ise azaltacağına dair genel kabul gören görüşün tam tersine kanıt teşkil etmekte. Bu görüş 1955 te Simon Kuznets in, toplumun çoğunluğunun tarımla uğraştığı ve kişi başına gelirin düşük olduğu iktisadî gelişmenin erken safhalarında eşitsizliğin düşük seviyede olacağı iddiasından kaynaklanmaktadır. Sanayi geliştikçe, kentleşme arttıkça ve ekonomiler daha hızlı büyüdükçe eşitsizlikler artar. Demek ki, ülkeler daha da kalkındıkça düşük gelir gruplarının artan siyasî gücü gelir paylarının iyileştirilmesi yönünde baskı yaratır ve geniş tabanlı eğitim ve sosyal koruma politikalarının uygulanmasına olanak sağlar. Sonuç olarak eşitsizliğin bir ters çevrilmiş U eğrisi üzerinde hareket etmesi, toplumlar kalkındıkça yükselip sonra da azalması beklenirdi. Bu sadece Gini katsayısının (kişisel gelir ya da hane halkı tüketiminin dağılımının standart ölçüsü) hareketine değil, aynı zamanda fonksiyonel gelir dağılımına, yani gelirin (geniş anlamda) işçilere yapılan ödemelerle artık kazançlar (kârlar, rant ve faiz) arasında bölüşümüne de yansıyacaktı. Ayrıca daha zengin toplumlarda eşitsizliğin göreli olarak istikrarlı olacağı, ani salınımlar sergilemeyeceği varsayıldı. Aslında, gelişmiş ülkelerde emeğin ulusal gelir içerisindeki göreli istikrarlı payı iktisadî büyümenin bir genelleşmiş olgusu olarak kabul edildi. Bu nedenle fonksiyonel gelir dağılımına olan ilgi akademik araştırmalarda geride kaldı. Ancak son yirmi yılda gerçekleşen süreçler bundan çok farklı iktisadî eğilimler yarattı. Artan eşitsizlik, sadece Kuznets eğrisinin meşrulaştırmak için hâlâ kullanılabileceği hızla büyüyen düşük gelirli ya da orta gelirli ülkelerde değil, daha istikrarlı örüntüler sergilemesi beklenen zengin ülkelerde de gözlemlendi (bkz. Ortiz ve Cummins, 2011). Ülkeler içinde fonksiyonel ya da birincil gelir dağılımı ulusal gelirin bir yanda işçilerin ücret ve maaşları, öte yanda kâr, rant ve faiz gibi artık biçimleri arasında bölüşümü iktisadî eşitsizliğin temel sürükleyicisidir (ücretliler arasındaki eşitsizlik de önemli olabilir ve birçok ülkede aynı dönemde fonksiyonel dağılımdaki eşitsizlikle birlikte artmıştır). Bu eşitsizlik de kamu müdahalesi sonucu ikincil Bu yazının İngilizce orijinali 22 Temmuz 2013 tarihinde Business Line yayımlandı. Burada Türkçe ye çevrilen hâli NETWORK Ideas ın web sayfasında yayımlanmıştır: http://www.networkideas.org/news/jul2013/news23_globalisation.htm
gelir dağılımın arkasındaki unsurdur. Maliye ya da benzeri yollarla kamu politikalarının eşitsizliği hangi ölçüde etkileyebileceği bile açık ki temelde bu birincil dağılıma bağlıdır. Aşağıdaki altı grafik BM Küresel Politika Modeli tarafından oluşturulmuş veriler kullanılarak dünyada, toplam gelir içinde emek payındaki değişimleri göstermek üzere hazırlandılar. Elbette ki, bu model gerçeğin sadece yakın kestirimlerini sunuyor. 2010 a kadar tarihsel verilere dayanıyor. Ardından gelen iki yıl ve bazı ara yıllar için modelin tahminlerini içeriyor. Değerler ücret, maaş ve kendi kendini istihdam edenleri karışık gelirinin gelirdeki payına karşılık geliyor. Bu nedenle, özellikle kendi kendine istihdamın yaygın olduğu ülkeler için, kâr sınıflandırmasına girebilecek bazı gelirleri içeriyor. Şekil 1 de görüldüğü gibi tüm dünya için ücret ve karışık gelirlerin payı 1980 den bu yana sürekli düşüyor ve bu düşüş özellikle G20 deki yüksek gelirli ülkelerde aşikâr. İlginç biçimde, düşüş aynı zamanda, daha yakın dönemler görece daha düşük seviyede bir pay etrafında durağan bir eğilim sergilese de, G20 içindeki gelişmekte olan ülkeler için de belirgin. Aslında, zengin ülkelerde emek payındaki düşüş muhtemelen orantısız biçimde daha düşük gelire sahip G20 dışındaki ülkelere kıyasla daha keskin.
Ücretli işçilerin ve kendi kendini istihdam edenlerin gelir payının beklendiği gibi çok daha yüksek olduğu gelişmiş dünyada, paydaki düşüş özellikle 2000 yılından itibaren oldukça belirgindi. Şekil 2 bunu ABD için ve daha da fazla Japonya için açıkça sergiliyor. Azalma Kanada için daha az belirgin. Şunu belirtmekte fayda var ki, genelde emek payındaki en önemli düşüşler iktisadî stratejilerin ihracata dayalı büyüme üzerine kurgulandığı Japonya ve Almanya gibi ülkelerde gözlemlenirken, aynı zamanda diğer büyük ve zengin ülkelerde de görülüyor. Bu Şekil 1 den anlaşılabilir. Avrupa içerisinde emek payındaki en keskin düşüşler, özelliklede Avro bölgesi krizinden önceki dönemde, Almanya da ve Güney ve Doğu Avrupa nın daha çok ihracata yönelmiş olan ekonomilerinde gerçekleşmiş. Artan rekabet baskıları ve buna bağlı olarak doğasında emek tasarruf eden teknolojik değişim örüntülerine yol açan, ticaret ve finansın küreselleşmesi sürecinin tüm bu toplumlarda işçilerin pazarlık gücünü düşürdüğü ve sonuç olarak daha büyük iş güvensizliğiyle birlikte gelirdeki ücret payını azalttığı genellikle kabul ediliyor. Ancak, bu kaymalar sırf iktisadî güçlere atfedilemez, çünkü ülkelerin içindeki toplumsal ve siyasî güçler ve politikalar önemli rol oynuyorlar. Bu gelişmiş sanayi ülkelerinde küreselleşmenin baskıları, işçilerin gelirlerini koruyacak ya da geliştirecek yerel önlemlerle dengelenmedi. Tam tersine, politikaların sıklıkla tam tersi yönde olduğu görüldü. Doğu Asya daki örüntü (Şekil 4) küresel kapitalizmin geniş güçlerinin ülkelerdeki bölüşümsel eğilimlerden sadece kısmen sorumlu olduğunu destekliyor. Ücret ve kendi kendini istihdam edenlerin gelir payları genel olarak Çin ve Doğu Asya da oldukça keskin ve dramatik biçimde düşmüş. Bu düşüş son on yılda Çin ve (Güney Kore ve Malezya gibi) diğer yüksek gelirli Doğu Asya ülkeleri için özellikle keskin görünüyor ve bu eğilim Küresel Mali Kriz öncesinde bile belirgin. İhracat yönelimine yapılan vurgu bu düşüşte önemli role sahip ama tek faktör de değil.
Şekil 5 Afrika nın düşük gelirli ülkelerinde, yapısal uyum ve kamu maliyesinin baskılanma politikalarının istihdam ve yaşam koşullarının muazzam zarara uğradığı 1980 ler boyunca işçilerin gelir paylarında nasıl oldukça ani bir düşüş yaşanmış olduğunu gösteriyor. Düşüş 1990 larda, daha az şiddette olsa da devam etti. Ancak Kuzey Afrika da bu örüntü, 1990 larda yükselen emek payıyla tersine çevrildi ve fakat sonrasında düşüşe geçti. 2000 lerde ise ücret paylarında iyileşme yaşandı. Bu sadece küresel emtia balonundan beslenen dış ve makro iktisadî koşullardaki iyileşmelerden değil, aynı zamanda iç politikadaki daha az katı bileşimlerden de kaynaklandı. Güney Afrika da, ancak, apartheid rejiminin sonlanması işçilerin gelirlerinde herhangi bir iyileşmeye yol açmadı. Pay düşmeye devam etti ve 2010 yılında otuz yıl önceki seviyeye dahi ulaşamadı. Peki bu küreselleşme döneminde, ücret ve kendi kendini istihdam eden işçilerin gelir paylarının azalmasının kaçınılmaz olup olmadığı hakkında bu bize ne söylüyor? Elbette, küreselleşme altında
saldırgan küresel rekabet eğilimleri ve emek tasarruf eden teknolojik değişimlerin hızla yayılması her yerde işçilerin pazarlık gücünü eriten kuvvetli güçler oldular. Bu çoğu ülkede ücret artışlarının üretkenlik artışlarının gerisinde kaldığı ve böylece reel ücretler artsa da ücret payının azaldığı anlamına geliyor. Ancak, ilginç olan nokta bu örüntünün her yerde aynı olmadığı gerçeği. Dünyanın farklı yerlerindeki bazı istisnalara değindik. Ancak, bu eğilimi en tatmin edici biçimde elinin tersiyle iten bölgenin Latin Amerika olduğu görünüyor. Latin Amerika 2000 ler boyunca hem Gini katsayısıyla ölçülen gelir eşitsizliğinde hem de emeğin gelirdeki payında iyileşmeler sergiledi. Şekil 6 da gösterildiği gibi, yakın geçmişte Güney Amerika bölgesi dünyanın geri kalanından dikkat çekici biçimde farklı bir örüntü sergiledi. Bölge yapısal uyum ve baskılanmış kamu maliyesi politikalarının işsizlik ve kayıt dışı çalışmada büyük artışlara ve sendikaların güç kaybına yol açtığı 1980 lerin kayıp on yılında ücret paylarında keskin düşüşler yaşadı. Güney Amerika nın birçok ülkesinde bu hâlâ standart ana akım politikaların geçerli olduğu 1990 lar boyunca da sürdü. Ancak bu noktadan sonra Brezilya ve Arjantin, oldukça küreselleşmiş bir dünyada bile ücret payında keskin artışlar gerçekleştirmenin mümkün olduğunu gösterdiler ve bu aynı zamanda (Ekvator ve Venezüella gibi) Güney Amerika nın birçok diğer ülkesi için de geçerli. Arjantin de emeğin gelir payı 1990 larda dibe çakıldı. 2001 02 Arjantin krizinden sonra emek payındaki toparlanma hızlı ve büyük boyuttaydı ama hâlâ ücret payını gerisin geriye 1990 ların başındaki seviyeye yükseltemedi. Tersine Brezilya da ücret payı 1990 larda daha yumuşak biçimde düştü ve ardından gelen artış, payı kayıp on yıldan önceki seviyelerin bile üzerine çıkardı. Peki, Latin Amerika, ağır biçimde küreselleşmiş bir bölgeyken nasıl oldu da emek gelir paylarındaki bu küresel eğilimi tersine çevirebildi? İşaret edilen bazı dolaysız faktörlerden biri, kısmen eğitimin yayılması ve yoksullara yapılan hükümet transferlerindeki artışla vasıflı ve vasıfsız işçiler arasındaki gelir açığının azalmasıydı. Fakat bunlar muhtemelen, sosyal refah reformları, istihdam programları,
kamu harcaması ve emtia ihraç gelirlerinin vergilendirilmesinin oynadığı daha önemli rollerin yanında ikincil faktörler. Kamu harcamalarındaki artışın kendisi, birçok ülkedeki siyasî değişimlerin sürüklediği iktisat politikaları modelindeki kaymanın bir sonucuydu. Bu siyasî değişimler, devletin kalkınmanın motoru olarak hareket etmesi gerektiği, sosyal refah sağlaması ve elektrik, su, gaz, kamu taşıma hizmetleri, üniversite dâhil eğitim, sağlık ve emeklilikten sorumlu olması gerektiğine dair toplumsal uzlaşı yarattı. Bütün bunlar makro iktisat politikalarına, vergilendirme stratejilerine, emek piyasası ve sosyal güvenlik politikalarına, sosyal yardımlardaki artışa yansıdı. Öyleyse, sonuç şu olmalı küreselleşme elbette emeğin göreli gücünü azaltan ve ulusal gelirdeki payını düşüren eğilimleri ortaya çıkarsa da bu sonuçlar kaçınılmaz değildir. Hem büyüme stratejisini hem de kamu maliyesi politikalarını işçilerin lehine fiilen çevirme yönünde çalışan ilerici iktisat politikalarıyla bu küresel eğilimler göğüslenebilir. İktisadî eşitsizliklerin yükselen siyasî kaygılara dönüştüğü bir dünyada bu ders mutlaka ciddiye alınmalıdır.