OSMANLI PERSPEKTĠFĠNDEN MAĞDUR HAKLARI I. Ġslam CezaHukukunda Mağdur Kavramı İslam CezaHukukunda, suçla ihlal edilen ya da tehlikeye sokulan hukukî değerin sahibi vesuçtan doğrudan doğruya zarar gören olarak mağdur, ya kendisine karsı suç işlenenanlamında mecnî aleyh kavramı ile ya da tipik fiilin kendisine karsı işlendiği kişianlamında maktûl/katîl (öldürülen), makzûf (kazf edilen) ve mesrûkuminh (malı çalınan)gibi kavramlarla ifade edilmektedir. II. Ġslam CezaHukukunda Mağdurun Hak ve Yetkileri Mağdurun hak ve yetkilerinin hukuki esaslarını Kur an-ı Kerim belirlemektedir. Ayetlerde yer aldığı üzere, fail işlediği suçun sorumluluğunu mağdurun tercihine göre üstlenmek zorundadır. Mağdura tanınan alternatiflerden birini tercih etme hakkı verilmekle birlikte tercihini kullandıktan sonra hakkaniyete uymak gibi bir sorumluluk da yüklenmiştir. Failin suçtaki sorumluluğu ve mağdurun hak ve yetkilerinin hukuki boyutu ise fiilin kasıtlı olup olmadığına göre belirlenmektedir. Osmanlı uygulamasında; suçun niteliği ne olursa olsun mağdur her durumda hakkını almaktadır. Mağdurun hak kaybına uğramaması için tazmin sorumluluğunu üstlenecek müesseseler oluşturulmuştur. 1. Kısas Hakkı Kısas mağduriyeti önlemek ve hayatı korumak amacıyla Kur an-ı Kerim ile düzenlenmiş bir cezadır. Eğer bir denklik varsa şahıslara karşı kasten işlenen cinayetlerin İslam hukukunda cezası kısastır. Kısasın sebebi failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesidir. Bu ceza aynı zamanda suç mağdurunun ya da mağdur yakınlarının isteğine bağlı olarak uygulanan bir ceza olup eğer mağdur ya da yakınları cezayı affetmişler veya sulh yolunu seçmişler ise kısas cezası düşmektedir. 2. Diyet Ġsteme Hakkı Eğer bir denklik imkanı varsa, kısasa engel olacak bir sebep yoksa şahıslara karşı kasten işlenen suçların İslam Hukukundaki cezası kısastır. Ancak herhangi bir sebepten dolayı kısas cezasının uygulanma imkanı ortadan kalkmışsa bunun yerine fail ve failin âkılesi
tarafından mağdur ya da yakınlarına mali bir bedel ödenmektedir. Bu bedele diyet denmektedir. 3. Kasâme Hakkı Kasâme zarafet incelik nezaket iyilik güzellik gibi sözlük anlamları dışında yemin anlamında da kullanılan bir kelimedir. Hukuki bir terim olarak ise, fâilin kesin delille belirlenemediği bir cinayet işlendiğinde, suç mahallinden belirli sayıda bir topluluğun, haklarındaki suç isnadını defetmek veya maktûlün yakınlarının suç isnadında bulunmak amacıyla mahkeme huzurunda yaptığı özel yeminlerin adıdır. Onu biz öldürmedik ve öldüreni de bilmiyoruz. diye Allaha yemin etmeleri ve bu yeminle beraber maktülün diyetinin yine mahalle sakinleri tarafından ödemeleri ile uygulanmıştır. Bu düzenleme ilk bakışta suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine aykırı görünse de İslam hukukçularının bu düzenlemeyi maslahata dayandırdıkları görülmektedir. Faili meçhul cinayetlerde maktülün bulunduğu mahalle sakinlerine kasame ve diyet sorumluluğu getirmesi imkan dahilinde olmasına rağmen güvenlik açısından gerekli dikkati göstermedikleri ve bu konuda kusurlu davrandıkları düşüncesine dayanmaktadır. Âkıle ise; kasıt benzeri ve hataen işlenen kısas konusu suçlar ile ceza sorumluluğu taşımayan kimselerin (küçük/sabî ve akıl hastası/mecnûn olan kimseler) suçlarına bağlanan diyet cezasını ödeme yükümlülüğünü üstlenen kimseleri veya kurumları ifade etmektedir. Akile bir bakıma, suçlunun bu suçu işlemesine engel olmadığı için diyet ödemek suretiyle cezalandırılmasıdır. Diyetin bu şekilde âkılelerce ödenmesi zorunluluğu, bir bakıma yardım, bir bakıma da cezalandırma niteliğindedir. Nitekim, diyet, âkıle tarafından ödenince, hem mağdurun hakkı karşılanmış, hem de suçlunun kötü duruma düşmesine meydan verilmeyerek sosyal bir yardım sağlanmış olmaktadır. Âkıle fertlerine yükletilecek diyet, onları iktisaden kötü duruma düşürmeyeceği biçimde hakim tarafından servetlerine göre bölünür. Âkıle borcunu 3 yıl içinde ve üç taksitte ödeyebilir. Kasâmede olduğu gibi, ceza sorumluluğunun şahsîliği ilkesine ters düşen bu uygulamanın varlığı da, doğrudan mağduriyetin giderilmesi amacına yöneliktir.iki müessese de, mağdur veya yakınlarına yönelik olarak doğrudan mağduriyetin giderilmesi amacıyla tesis edilmiştir.
Günümüzdeki yerleşim anlayışları ve hızlı nakil araçlarını göz önünde bulunduracak olursak; kasâme sisteminin yürürlüğü zor görünmektedir. Ancak sistemle elde edilmek istenen maslahat göz önünde bulundurulduğunda bu sorumluluk mahalle halkından kaldırılıp vatandaşın can ve mal emniyetini koruma görevini üstlenen ve bu görevinde kusurlu davranan kolluk kuvvetlerinin bağlı bulunduğu ilgili devlet birimine havale edilmesi daha mantıklı görülmektedir. Faili meçhul cinayetlerde mağdurun yakınlarının tatmin edilmesi vatandaşın can emniyetini korumak görevini üstlenmiş olan müessesenin dolayısıyla devletin bir görevi olması gerekir. Cinayetin aydınlatılması, eğer bu gerçekleştirilemiyorsa tazmin sorumluluğunun yerine getirilmesi, vatandaşlarının can ve mal emniyetini sağlama yükümlülüğünü üstlenmiş bulunan devlet tarafından gerçekleştirilmelidir. İslam hukukunda sokakta veya mescide bir faili meçhul maktülün diyeti hazineye (beyt ül mal) aittir. Böyle bir durumda kasâmeye gerek duyulmamıştır. Bir görüşe göre; hukukî esaslara uygun olarak yapılan kasâmenin hukukî sonucu bütün durumlarda diyettir. Diğer bir görüş sahiplerine göre ise, cinayetin kasten işlendiğinin tespit edilmesi durumunda kısasa, diğer durumlarda ise diyete hükmedilir. İkinci görüş sahiplerinin kastın varlığına bağladıkları hukukî sonuç/kısas dışında, kasâme uygulamasının, bütünüyle mağduriyetin giderilmesine ilişkin bir uygulama olduğu söylenebilir. Diğer taraftan İslam Ceza Hukukunda cezaların şahsîliği ilkesine rağmen böyle bir uygulamanın varlığı, mağduriyetin giderilmeye çalışılması olarak değerlendirilebilir. Bazı İslam hukukçuları, maktûlün kamuya ait bir yerde bulunması durumunda, kasâmenin uygulanamayacağını, ancak mağdurun diyetinin doğrudan devlet hazinesinden ödenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Maktûlün kamuya ait bir yerde bulunması durumunda, kasâmenin uygulanamayacağını, ancak mağdurun diyetinin doğrudan devlet hazinesinden ödenmesi gerektiğini savunmaktadırlar. 4. Sulh Yetkisi Ceza yargılamasında sulh, uyuşmazlık konusu hakkın ihlaline ilişkin olarak, tarafların, aralarındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırmak amacıyla, bir bedel karşılığında ve karşılıklı rızaya dayalı yaptıkları akit anlamına gelmektedir. Uzlaşma konusu uyuşmazlıklar açısından da İslam Ceza Yargılaması Hukuku ile Türk Ceza Yargılaması Hukuku benzerlik göstermektedir. İslam Ceza Yargılaması Hukuku nda
sulhun geçerlilik alanı, affa benzer biçimde, şahsî dava yoluyla kovuşturulabilen uyuşmazlıklar olarak tespit edilmiştir. İslam Ceza Hukukunda sulh yetkisi genel olarak, af yetkisiyle birlikte değerlendirilmektedir. Bu bağlamda sulh yetkisi, bazı durumlarda mağdura, bazı durumlarda mağdurun hukukî temsilcisine tanınmıştır. Dolayısıyla affetme yetkisine sahip olan kimseler sulh yapma hakkına da sahiptir. Uzlaşmanın sonuçları açısından, İslam Ceza Yargılaması Hukuku ile Türk Ceza Yargılaması Hukukunu mukayese ettiğimizde ise, bir takım farklılıkların varlığı ortaya çıkmaktadır. Türk Ceza Yargılaması Hukukunda uzlaşmayla uyuşmazlık bütünüyle sonlanırken; İslam Ceza Yargılaması Hukukunda ise, uzlaşmayla, ceza uyuşmazlığı tamamen sona ermeyip suçlunun ta zîren cezalandırılması söz konusu olur. 5. Af Yetkisi İslam Ceza Hukukunda, şahsî hak ihlallerine ilişkin uyuşmazlıklarla sınırlı olmak üzere, mağdura ve suçtan dolaylı olarak zarar gören mağdur yakınlarına, hukuk düzeninin öngördüğü şekilde, ceza uyuşmazlığını bütünüyle sona erdirecek biçimde suçluyu affetme yetkisi tanınmıştır. İslam Ceza Yargılaması Hukukunda af yetkisine sahip bir diğer kimse ise, kasten öldürülen kimsenin kendisidir. Kısas/ölüm cezasını gerektiren suçlarda, mağdurun, suçun(müessir fiilin) vukuundan sonra fakat ölmeden önce suçluyu affetmesi, İslam hukukçularının çoğunluğuna göre ceza yargılamasında hukukî bir tasarruf olarak görülmektedir. Görüldüğü üzere; pozitif hukukun aksine, İslam Hukuku af yetkisini yasama organının eline bırakmayıp mağdura vermiştir. Bu sebeple af ve izne yetkili olan şahısların aynı sıfatı taşıdıkları görülmektedir. İslam Ceza Yargılaması Hukukunda affın konusunu oluşturan suçlar, daha çok şahsi hak ihlalleridir. Herhangi bir suçun ancak şahsî dava yoluyla kovuşturulabilmesi ve yargı konusu edilebilmesi, o suçun affa konu edilebileceğini ifade eder. 6. Mağdurun Rızası İslam Ceza Hukukunda mağdurun rızası, klasik kaynaklardan tespit edilebildiği kadarıyla, hukuka uygunluk sebebi olarak değil, ceza sorumluluğunu kısmen veya tamamen kaldıran hukukî bir işlem olarak değerlendirilmektedir.
İslam Ceza Hukukunda da mağdurun rızasının söz konusu edildiği suçlarda, bu rızanın/iznin suçun işlenmesinden önce olması gerekmektedir. Zira İslam Ceza Hukukunda suçun işlenmesinden sonraki şahsî tasarruflar, af ve sulh kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bazı İslam Hukukçularına göre, mağdurun rızasının hukukî niteliği ve sonuçları açısından af gibi değerlendirildiğini de belirtmemiz gerekmektedir. III. Mağduriyetin Giderilmesi Mağduriyetin kısmen veya tamamen giderilmesine ilişkin düzenlemeler İslam Ceza Hukukunda, diyet, aynen iade ve tazminat olarak ifade edilirken; Türk Ceza Hukukunda, aynen iade, suçtan önceki hale getirme ve tazminat olarak ifade edilmektedir. İslam Ceza Hukukunda mağduriyetin giderilmesinden, ceza uyuşmazlığına bağlanan hukukî sonuçlar yoluyla mağduriyetin kısmen veya tamamen giderilmesi anlaşılmaktadır. Bu ise, doğrudan tazminata konu olan suçlarda/mala karşı suçlarda aynen iade veya tazmin şeklinde, hayat hakkı ve vücut bütünlüğüne karşı işlenen suçlarda ise diyet şeklinde ifade edilmektedir. Sonuç İslam ceza hukuku sadece suçluyu cezalandırmakla yetinmemektedir. Ceza siyaseti açısından mağdurun tatmin edilmesi, suçlunun uslandırılması gayesinden önemlidir. Suçluyu cezalandırmanın yanı sıra zaten suçtan bir kere mağdur olan kişi veya kişilerin veya bunların yakınlarının ikinci bir mağduriyete uğramamaları için mağduriyetin giderilmesine yönelik faile tazmin sorumluluğu yüklemesinin yanında tazmin yükümlülüğünü yerine getirecek müesseseler de oluşturmuştur. Özellikle de kasâme ve âkile uygulamaları göstermektedir ki insanın canı hiçbir şekilde karşılıksız yok olacak kadar değersiz bir şey değildir. Yaşama hakkının temin edilmesi vazgeçilmez bir haktır. Bu hakkın ortadan kaldırılmasında kusuru olanların mutlaka tazmin sorumluluğu olmalıdır.suç mağdurunun diyet hakkı; kan bedeli ve tazminat olma özelliğini daima korur. Ayrıca âkilenin ve üçüncü şahısların ödemeyi üstlendiği durumlarda ise artık diyet bir cezadan çok tazminat ve sosyal sigorta görünümündedir.dolayısıyla mağduriyetin giderilmesi anlamında İslam hukukunda yer alan bu kavramlar günümüz ceza hukuku sistemine ışık tutan çok önemli ve değerli kavramlardır. Kaynaklar
Ünal Yerlikaya, İslam Ceza Hukukunda Mağdur, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,2006. Talip Atmaca, Nazari ve Tatbiki Hukukta Şahıslara Karşı İşlenen Sularda Mağdur (Osmanlı Devri Uygulamaları -Adana Örneği-), Dini Araştırmalar Dergisi, Cilt:8, sy. 23, s. 245-261. Ahmet Ekşi, İslam Hukukunda Mağdurun Rızasının Hukuka Aykırılığa Etkisi ve Sorumluluk Bakımından Sonuçları, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.17, 2011, s.347-366. İlhan Akbulut, İslam Hukukunda Suçlar ve Cezalar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2003-52-01, s.167-181.